Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46. Bölüm: Mağlubum

@syildiz_koc

Not: Güzel Yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Sizce Mervan Nazar'la ilgili gerçekleri öğrenebildi mi? Bebekler kurtuldu mu? Şimdiden keyifli okumalar. 🥀☺️


Medya: Aşk nerden nereye?


"Yemin ederim kokundan anlamıştım,


Benim için herhangi biri olmayacağını."


ÖZDEMİR ASAF


     


Giz, sır adına ne dersiniz bilmiyorum. Hani şeffaf insanlar olur ya! İçi dışı bir derler böylesine; ben hiç öyle biri olamamıştım. Kalbim şeffaftı belki ama dilim asla öyle olamayacaktı. O kalın, hoyrat kisvesinden ayrılıp ah vah eder bir hale bürüneli çok zaman olmuştu. Belki de ben öyle olduğunu sanmıştım. Acılarımı paylaşmayı beceremezdim. Onlar yüreğimin derinliklerine demir atmış, terk edilmiş, batık bir gemi gibi çürümeye talip olmuştu. Mutluluklarımı ise sevdiğim insanlara kısmen gösterir; çoğu zaman içime atardım.


Mervan'la evlendiğimden beri örtbas ettiğim şeyler duygularım ve zayıflıklarım olmaktan çıkmıştı. Ben olmadığım birine dönüşmüş, sırlar ise hücrelerime kadar sirayet etmişti. Olaylardan sonraki iki geceyi uykusuz geçirmiştim. Başımı ne zaman yastığa koymaya çalışsam korkunç rüyalar tarafından kovalanmış, sıçrayarak uyanmaktan başka bir çare bulamamıştım. Doğum artık kapıdaydı. Zamanım gitgide daralıyordu.


Yataktan doğrulup sıcak bir duş aldım. Kendimi biraz daha sakinleşmiş ve dinlenmiş hissediyordum. Suyun içindeki köpükler bedenini okşarken kendimi ıssız bir kumsaldaymış gibi huzurlu hissettim. Ne zaman mutsuz olsam hayal alemine sığınır, hiç olmayacağını bildiğim pek çok senaryoyu zihnimde yaşardım. Bu da benim mutlu olmak için oynadığım sevimli bir oyundu. Figüran da senarist de bendim ve böyle çok daha huzur dolu olduğumu biliyordum. Silkelenip yağmurluğu açtım ve bedenimi kaplayan beyaz, pamuksu köpüklerden bir çırpıda kurtuldum. Burada uzun süre kalamazdım. Saatlerce ortalıklarda görünmemem Mervan'ı işkillendirirdi. Daha fazla tepki çekmemek en doğrusu olacaktı. İstemeyerek de olsa banyodan çıktım. Havluya sarılıp odaya geçtim. Odada Mervan'ı görmemle birlikte ellerim ürkerek havlunun dantellerine ilişti. Yüzündeki manasız endişeye bakılırsa acele etmekte hiç de haksız sayılmazdım.


Beni odada görünce yüzünün aydınlandığını fark ettim. Karşısında havlu ile dolaşmak beni utandırmıştı. Onu bir türlü eşim olarak göremiyordum. Hastalandığım dönemde hiç olmadığımız kadar yakındık. O günlerde sarhoş misali dolaştığımdan bu durumu yadırgamamıştım; fakat şimdi aynı utangaçlık geri dönmüştü. Siyah ağır kıyafetleri yine üzerindeydi. Acaba geceden beri onlarla mıydı diye düşünmeden edemedim. Bakışlarından rahatsız olduğumu görünce bana sırtını döndü. Bu davranışından hoşlanmıştım. Onu bunca serzeniş ve çabanın sonucunda biraz olsun yontabilmenin haklı gururunu yaşıyordum. Beni hâlâ malı gibi görse de gün geçtikçe haklarımın ve sınırlarımın farkına varıyordu. Mervan gibi hırslı ve kibirli bir adamın bu kadar bile aşama kat edebileceğini ummazdım.


Kıyafetlerimi alıp banyoya gittim ve giyindim. Merdivenleri inerken karnımın sancılandığını ve yer yer kasıldığını hissediyordum; fakat ortalığı velveleye vermemesi için durumu Mervan'a bildirmedim. Son günlerde çok sık olmaya başlamıştı. Doğumun şimdi olmamasını umuyordum. 2 gün önce olanları düşününce burada suyumun ısındığı kuşku götürmez bir gerçekti. Olabildiğince zaman kazanmalı, belamı kendi ellerimle çağırmamalıydım. Tek kelime bile konuşmadan aşağıya indik. Ruhsuz ve sıkılgan hâli fark edilmeyecek gibi değildi. Acaba biraz uğraşsam ağzından laf alabilir miydim?


Kahvaltı masası bugün oldukça sakindi. Kadir Bey, sabah erken çıkmıştı. Raziye Hanım'ın mutluluğu da gözlerinden okunuyordu(!) Mervan, onları umursamayarak kahvaltısına başladı. Bu tebessüm nedir bilmeyen insanları görmezden gelmeyi çoktan öğrenmiş olmalıydı. Makbule Hanım, çaylarımızı koyarken Mervan'ın müdahalesiyle önüme koyduğu sütü iğrenerek içtim. Sütten hiç hoşlanmazdım. Kokuyor gibi geliyordu. Mervan'a sorduğumda bu durumun normal olduğunu, doğumdan sonra tiksinmelerimin geçeceğini söylemişti. Bir yanım doğumu hemen isterken diğer yanım kurtulmadan olmaz diyordu. Odama kapanıp saatlerce bebeklerime aldığım oyuncaklarla, giysilerle uğraşıyor; tüm yaşadıklarıma rağmen heveslerimden vazgeçemiyordum. Bu tarifi imkânsız bir duyguydu ve sadece yaşayanlar bilebilirdi.


"Neyin var? Bugün oldukça dalgın ve sıkılgan görünüyorsun."

Gülümsemeye çalışarak, "Yok bir şeyim; pek uykumu alamadım." diye cevap verdim. Duraksadı. Tabağındaki zeytini ağzına götürüp bir süre daha kahvaltı ile meşgul oldu. Onu şüpheli ve ürkek gözlerle izliyordum. Bendeki tuhaflığı fark etmesi oldukça canımı sıkmıştı. Zoraki bir şeyler yemeye çalıştım. Sütümü dudaklarıma götürürken Raziye Hanım'ın yaşlı sesi tüm dikkatleri üzerine çekti.


"Dün olanları biliyorum Mervan!" Cümlesini duymamla bir öksürük dalgası boğazımı yokladı. Mervan'ın tekinsiz bakışları saniyeler içinde üzerime düşmüştü. Adetimiz olduğu üzere helal diyerek sırtımı sıvazlayamazdı. Silah kaçakçılığından elde ettiği paranın helal olamayacağını bilecek yaştaydım.


Dilan, bir bardak su getirip bana içirmeye çalıştı. Bu son davranışım Mervan'ı daha da şüphelendirmişti. "Silahlı saldırı da ne demek oluyor?" Mervan, dudaklarını peçeteyle silip otoriter bakışlarını Raziye Hanım'a dikti. "Üzerine vazife olmayan işlere karışma Raziye Hanım! Bu benim meselem!" Ayağa kalktı ve karşısına dikilip ona son sözlerini söyledi.


"Artık hanımlık pelerininden kurtulup örgü ören, yaşlı bir kadın olma zamanın gelmedi mi?" Raziye Hanım oldukça bozulmuştu. Yüzünü burkup, kayan, siyah şalını tekrar başının ortasına doğru çekti. "Beni çiğneyip başına buyruk davranıyorsun. Bu evde olan biten her şeyi bilmeye hakkım var." Onun bu hanım ağalık hevesi beni hayrete düşürmüştü. Kabul etse de etmese de artık kimseyi yönetemezdi. Koca koca insanlar her şeylerini ona anlatıp medet umacak değildi ya! İnsanların tercihlerine ve yaşam alanına saygı duymak zorundaydı.


Mervan onu umursamayıp hızla sofradan kalktı. Kapıya yöneldiği esnada onu geçirme bahanesiyle peşinden gittim. Bu ilgili hâlime şaşırmıştı. Mahcupluğumu kontrol altında tutup dün yaşananlarla ilgili bir gelişme olup olmadığını sordum. Başını olumsuz anlamda salladı. Benim bu olaylarla bu kadar alakadar olmamı istemiyordu. Bunun sebebini bilmiyordum. Ya olanları öğrenmiş oyun oynuyordu ya da beni korumak için işlerinden uzak tutmaya çalışıyordu. Bakışları üzerimde gezinirken yeni bir kasılma kasıklarımı yokladı.


"Ah!" diye inledim. Yüzünün tedirginliği had safhaya ulaşmıştı. Kendimi duvara yaslayıp derin derin soluklandım. Hemen kollarıyla sımsıkı tutup yıkılmak üzere iken bedenime destek oldu. "İyi misin?" Gözlerimi ona güven veren bir ifade ile kırptım. Yüzü belli belirsiz aydınlandı. Kasılma saniyeler içinde kesilmişti. Kollarımı boynuna dolayıp beni oldukça dikkatli bir şekilde kanepeye bıraktı. Başım omzunda, tedirginliğimin ve sancımın tamamen geçmesini bekliyordum. Makbule Hanım'ın getirdiği su biraz olsun vücudumdaki gerginliği almıştı.


Mervan, elindeki bardağı alıp kınar gibi yüzünü buruşturdu. "Artık doğumuna sayılı günler kaldı. Kendine daha fazla özen göstermen gerekiyor. Yalnız kalma!" Olabildiğince masum ve mağrur görünmeye çalışarak, "Tamam! " diye karşılık verdim. Beni kızgın tuhaf gözlerle inceliyordu. Tüm bu davranışları gerçekleri öğrendiği konusundaki kuşkularımı daha da arttırmıştı. Sessizlik aramızda kocaman bir duvar olmuştu. Bakışlarım suçlarımı gizlemeye çalışır gibi yüzünde gezindi. Mutsuz, sıkılgan bir hâli vardı. Onu göz ucuyla süzdüğümü fark ediyordu. Bundan adım gibi emindim. Ama sebepsiz bir şekilde bu durumu görmezden gelmeye devam ediyordu.


Nereye baktığına dikkat kesildiğimde mor, lacivert karışımı taşların gelişigüzel bırakıldığı kehribar rengi kâseye odaklandığını gördüm. Çocuksu hüznü dikkatimden kaçmamıştı. Sessizliğimize galebe çalan seslerle bakışlarım odak noktasını değiştirdi. Merdivenlerin tepelercesine sık adımlarla inildiğini duydum. Bunun kim olduğunu anlamak hiç de zor değildi. Baran, yine asi ruhu ve sınır tanımaz heyecanıyla iş başındaydı. Başımı istem dışı o yöne çevirdim. Siyah deri ceketi ve kot pantolonuyla Mervan'dan oldukça farklı bir imaj çiziyordu. Saçlarını jöle ile havaya dikmiş, ıslak ve hacimli bir görünüme sahip olmaları için epey uğraşmıştı. Pahalı spor ayakkabıları gelişine ayrı bir ritim ve farkındalık kazandırmıştı. Elindeki kaskı koluna geçirip aynı gürültülü tavırlarla kapıya yöneldi.


"Oğlum, bir gün de şu evden kahvaltı ederek çıksan olmaz mı?" Baran suçüstü yakalanmış gibi duraksadı. Annesinin otoriter duruşundan ve hayatına yaptığı müdahalelerden hoşlanmadığı her halinden belli oluyordu. Dudaklarını ergensi bir edayla büküp üfler tarzda tuhaf sesler çıkardı. Sağ eli, uzunca bıraktığı kakülünü sıvazlarken manidar manidar salonu süzdü. Kendisini öcü görmüş gibi incelememi alaylı bakışlarıyla görmezden geliyordu. Benden hoşlanmadığını biliyordum. Elbette diğerlerinin Baran'ın hayatındaki yeri de benden hallice değildi. Elindeki siyah deri montu omuzlarının üzerinden sırtına doğru savurdu. Bir ayağını Pisa kulesi gibi eğip diğer ayağının üzerine koymuştu. Bu haliyle havalı durmaya çalışan popstarları hatırlatıyordu. "Sana diyorum Baran!"


"Beni rahat bırak; çocuk değilim artık!" Raziye Hanım ona biraz daha yaklaşıp bakışlarını esirgemeden avını kıstırmış ana kaplan gibi sert sert soludu. "Sürekli gezip tozma peşindesin. Eve zil zurna sarhoş geliyorsun. Ne gece alemlerin bitiyor ne kız arkadaşların. Aklını başına al; büyüdün artık!" Baran, suratını buruşturup, annesine kızgın kızgın soludu.


"Ben işimi bilirim. Sakın bana diş geçirmeye kalkma!" İşaret parmağını annesinin alnına ileri geri birkaç kez değdirip, "Sizin kurallarınız beni bağlamaz. Geri kafalı fikirlerini kendine sakla!" dedi. Ellerini iki yana açıp kendinden emin bir şekilde, "Ben Buyum!" diyerek histerik bir şekilde tebessüm etti. "Beni olduğum gibi kabul et; değiştirmeye çalışma."


Mervan, arkasına yaslanıp onun patavatsız sözlerini görmezden geldi. Baran'ın susmasını istiyordum. Sözler aynı çapsız frekansla devam ederse çıkacak tantana hiç de uzağımızda değildi. Ne yazık ki sözlerimi ve endişeli düşüncelerimi şu anda sadece kendime saklıyordum. Baran hengameden korkacak gibi durmuyordu ve söyleyeceğim sözler kıvılcımı yangına çevirebilirdi. "Hem bu eve gelip ne yapacağım?" diye devam etti Baran, şaşkın bakışlarım arasında. "Geri kafalı anne-babamın, narsist, Bey abimin kahrını mı çekeceğim? Ben hayatımı yaşayayım, babam evde patronluk yapsın, sen hanım ağa olup emirler yağdır, abim de köylü karısı ile evin içinde köşe kapmaca oynasın. Bu evde bundan başka yaşamaya değer ne var ki? "


"İleri gidiyorsun Baran!" Mervan'ın sesi yüreğimi ağzıma getirmişti. Baran'ın sözlerine bu kadar bile tahammül edeceğini ummazdım. Biraz sonra kopacağını bildiğim kızılca kıyamet daha şimdiden ayak seslerini hissettirir olmuştu. "Ne o Beyim? Zoruna mı gitti? "


"Kes sesini Baran!" diye kükredi Mervan. Baran, sesini çocuklaştırarak daha da kışkırtıcı bir hâle büründürmüştü. "Kesmezsem ne yaparsın? O gece ki gibi tokatlar mısın; yoksa adamlarını dövüp aşağıladığın gibi beni de mi yerden yere vurursun? Ha! Söyle hadi!" Mervan ayağa kalkıp kardeşinin bir nefes kadar yakınına gitti. Gözleri tehdit yüklü bir rüzgârı şakaklarından estiriyordu.


"İleri gidiyorsun. Haddini bil! Onun hakkında böyle konuşamazsın!" Baran alt dudağını haylaz bir çocuk gibi hırsla dişlerinin arasına aldı. Kaşını kaldırıp, aşağılar gibi göz atıp abisine diş biliyordu. "Konuşursam ne yaparsın? Beyim..." Son sözünü alaycı bir vurguyla söylemişti. Mervan, içindeki şeytanın fısıltılarına kulak verip onu hızla duvara yapıştırdı. Ne kadar öfkeli olduğunu tahmin edebiliyordum. Raziye Hanım, "Kendinize gelin artık, öldürecek misiniz birbirinizi?" diye bağırdı ve Baran'ı Mervan'ın pençelerinden çekerek kurtardı. Mervan, yeniden ona yöneldiğinde kolunu sıkıca tuttum. "Lütfen! Kaldıramıyorum artık bu stresi. Bırak gitsin! " Yüzümün değişen rengi onu huzursuz etmişti. Baran'ı yakasından tutup kapıya doğru itti.


"Defol lan! Defol! Aklını başına alana kadar gelme bu eve!" Baran'ın nefret dolu bakışlarını gören insan, karşısında abisi değil de düşmanı var sanırdı. Yakasını hırsla düzeltip kapıya sert bir yumruk attı. Mervan, ona doğru atılmak istediğinde omuzlarından kavrayıp bir çatışmaya daha mahal vermedim. Korkut abi de en az benim kadar bu kavgadan rahatsız olmuştu. Bu homurdanmaların başka bir açıklaması olamazdı. Onun sevgi dolu şefkatli yüreğine bu kadar öfke ve nefret fazla geliyordu. Ne yazık ki Baran'ın sert ve asi mizacı yıkıcıydı. Bu haliyle Mervan'ın dikenlerinden kurtulamıyordu. Mervan, kardeşlerini korurdu. Ne Haşim ne de Korkut abi ondan yana incinmemişti. Kız kardeşlerinin de ona bağlı ve yakın olduklarının farkındaydım. Mervan'ın tüm soğukluğuna ve mesafelerine rağmen yüreğine değmeyi başarıyorlardı. Birbirleriyle kuracakları iletişim hepsi için önemliydi. En azından bu kadarı yaptıkları için mutluydum. Yeterince boğucu olan bu ev daha da katlanılmaz olmamalıydı.


Bakışlarıyla cama odaklanan Mervan'ın usulca yanına süzüldüm. Gözlerini bahçeye dikmiş yağmurun camda bıraktığı efkâr yüklü damlaları izliyordu. Yüreğinde sakladığı bir giz vardı. Bunu öğrenmek için içten içe tutuştuğumu biliyordu; ama gerçekleri söylemeye bir türlü yanaşmıyordu. "Neyin var? Çok sessiz ve mutsuz görünüyorsun!" Çenesinin bir kelepçe gibi birbirine yapışıp kitlendiğini, yüz hatlarının gerilip tehditkâr bir hâl aldığını görüyordum. Sol elimle başının sağ yanına küçük dokunuşlar bıraktım. Bu yakınlığımın dilinin düğünlerini çözmesini umuyordum. Gözlerini sımsıkı yumdu. Acı çekiyormuş gibi bir hali vardı.


"Yapma bunu!" Kırık bir inleme gibi çıkan sesi buram buram hüzün kokuyordu. "Daha fazla kandırma yüreğimi. Aptalın tekidir o! Herkese karşı dimdik durur; bir tek sana eğilir." Gözleri gözlerime demir attı ıssızca.


"Yorma ne olur. Daha fazla ezme beni!" Söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. İlişkimiz görünürde epey yol kat etmişti. O zaman bu serzenişler de neyin nesiydi? Sözlerini duymamış gibi parmak uçlarımı önce şakaklarında sonra da gamzelerinde gezdirdim. Dudaklarına düşen bu yumuşak yapıyı ürkek dokunuşlarla incitmeden öptü. "Mağlubum sana prenses, mağlubum aşkına. Zaten ne zaman kazandım ki? Ben hayatın mağlubuyum!"


"Neden böyle konuşuyorsun?" Hüzünlü bir tebessüm dudaklarını yokladı. "Hiç..." Elimden tutup koltuğa oturttu. Başı dizlerimi bulurken gözleri usulca kapandı. Arkama yaslanıp derin derin sözlerini düşündüm. Belki de öğrenmişti her şeyi. Onun kırgınlığıydı bu gözlerindeki. Ya gerçekleri bana haykırırsa diye çok korkuyordum. Ne diyecektim, nasıl bir açıklama yapacaktım ben de bilmiyordum. Bununla yüzleşmek ikimize de zor gelecekti. Telefon sesi aniden irkilip uyanmasına sebep oldu. Yaklaşık 2 saat boyunca ruhunu dizlerimde dinlendirmişti. Olacak kötü şeyleri hissetmiş gibi tedirgindi.


Makbule Hanım, elindeki telefonu hayret dolu bir feryatla zemine düşürdü. Büyük bir ayıp işlemiş gibi eliyle ağzını kapattığında irileşip, açılmış gözlerinden serin yaşlar boşaldı. Hıçkırıklar içinde ağlayışı gergin olan sinirlerimi daha büyük bir heyecan dalgasına itmişti. "Ne oldu?" Makbule Hanım'ın yaralı sesi hıçkırıklarının tutsağı olmuştu. Mervan, sert ve güçlü sesi ile, "Ne oldu söylesene!" diye bağırdı. Birkaç kesik mırıltıdan sonra Makbule Hanım başındaki örtüyle önce yanaklarını ardından gözlerini sildi. Başını hüzünle sallayıp içimize kor düşürecek o sözleri bir çırpıda dudaklarından savdı.


"Baran Bey, trafik kazası geçirmiş. Motosikletle bir araca çarpmış. Hastaneye kaldırmışlar." Duyduklarım karşısında beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Raziye Hanım, "Oğlum! " diye sayıkladı. Aynı inlemeler üst üste devam ederken umulmadık bir anne feryadı mezarlık dediğim bu evde çığlık çığlık yükseldi. "Baraaaaaan! Oğlum!" Bakışlarım Mervan'ı bulduğunda ılık ılık terlediğini fark ettim. Yüzü bembeyaz olmuştu. Düşmemek için kanepenin kenarına tutundu. Bakışları bir noktaya sabitlenmiş, damlamak için fırsat kollayan yaşlarla mücadele ediyordu. Ağzımı hayretle kapatıp biraz önce yaşananların zihnime hücum etmesine teslim oldum. Daha 2 saat önce sapasağlam karşımızdayken kim bilir şimdi ne hâldeydi? Hıçkırıklarıma engel olamıyordum. Gözümün önüne gelen kan dolu manzaralar midemi bulandırmıştı. Evden yükselen ağlama ve inleme sesleri ayaklarımdaki tüm mecalin çekilmesine sebep olmuştu.


Melek haykırarak ağlarken Dicle, koşup annesine sarıldı. Küçücük, masum kalbi ölümün soğukluğunu hepimizden daha yıkıcı bir şekilde hissediyor olmalıydı. İçimde oluşan suçluluk duygusu göz pınarlarıma darbe üstüne darbe indiriyor; kaçmak için fırsat kollayan yaşlar ise sicim gibi yanaklarımdan dökülüyordu.


"Neredeymiş, durumu nasılmış? Konuşsana be kadın!" Yine acılarını öfkesiyle gizlemeye çalışıyordu; fakat ne yazık ki bu sefer yükselen gazabı sesindeki titrek tınıyı ve korkuyu örtbas edemeyecekti. Makbule Hanım, kendini toparlamaya çalışarak cevap verdi. "Bilmiyorlar Beyim! Hastaneye yeni varmışlar. Arayan durumunun kritik olabileceğini söyledi." Artık Mervan'ı durdurmak imkansızdı. Gizlemeye çalıştığı gözyaşlarına aldırmadan hızla evden çıkıp soluğu garajda aldı. Öyle hızlı koşuyordu ki ne yapsam ona yetişemiyordum. Raziye Hanım da burada eli kolu bağlı duracak gibi durmuyordu. Evdeki uğultuyu umursamaksızın ağlayarak Mervan'ın peşine düştü. Elindeki telefonla durumu esefle Kadir Bey'e aktarıyor, gözyaşları içinde kocasından medet umuyordu.


Onlar arabaya yerleşirken kapıyı zorlayıp peşlerinden gitmek istedim. Mervan, bendeki hareketlenmeden hoşlanmamıştı. Yeniden karşıma dikilip, "Sen hiçbir yere gelmiyorsun!" dedi. "Gelmek istiyorum. İzin ver yanında olayım. Hem belki bir yardımım dokunur." diye karşılık verdim. Gözlerime öfke ile bakıyordu. Sözlerimi inandırıcı bulmadığını yüzündeki yıkıcı ifadeden anlıyordum. "Eğer yardım etmek istiyorsan bir şey yapma. Ben dönene kadar uslu dur yeter. Hamilesin, bu koşuşturmadan çocuklarımızın zarar görmesini istemiyorum." Bir şey dememe bile fırsat vermeden yeniden aracına döndü. Ardından öylece kalakalmıştım. Hiçbir şey söyleyemeden yavaş yavaş eve doğru yürümeye başladım.


Salona girdiğimde bedenimi yığılır gibi koltuğa bıraktım. Kendimi suçlu hissediyordum. Bu eve geldiğimden beri felaketler peşlerini bırakmamıştı. Artık Raziye Hanım söylemese de lanetli olduğuma inanmıştım. Sabah ki o tartışma olmasaydı; belki de Baran evden öyle öfkeyle çıkmayacak ve dolayısıyla da kaza yapmayacaktı. Bu evin üzerine çöken koca bir lanet gibiydim. Varlığım Gülnaz başta olmak üzere herkesi rahatsız ediyordu. Gitsem gidemiyordum; kalsam yaşayamıyordum. Umutsuzluk benliğime nüfuz etmiş, çaresizlik ise yaralı kalbimi oyarak korkunç bir imza atıyordu. Dua etmek şu durumda yapılacak en iyi şeydi belki de. Dua etmek ve acılara sabretmek ...


      ***


Tüm yetilerimi kaybetmiş gibiydim. Düşüncelerin tırmaladığı beynim, masumiyet mabedime sığınamıyordu. Ayağa kalkıp sarsak adımlarla cama yöneldim. İçimdeki hezeyan Gülnaz'ın da dikkatinden kaçmamıştı. Üzerindeki pullu, tuhaf elbiseyi koltuğa kraliçe edasıyla yaymış; bir yandan bana korkunç bakışlar atıyor, bir yandan da dizlerinde uykuya dalan Melek'in saçlarını karıştırıyordu. Telefonun üzerinden saatler geçmişti. Gözlerim bir damla uykunun sevdasına tutulmuşken hamile bedenime direniyor ve uyumayı reddediyordum. Evde yalnız kalmıştık. Dilan ve Nezahat, izinliydi bugün. Elazığ'daki akrabalarını ziyarete gitmişti. Makbule Hanım, Raziye Hanım'a ilaç götürme bahanesiyle soluğu hastanede almıştı. Yıllarını verdiği bu ev, onun hayat kaynağı gibiydi. Kendisini Raziye Hanım'dan sonra onların ikinci anneleri olarak görüyordu. Az değildi, 15 yıl boyunca onun yaptığı yemekleri yemiş, yıkadığı giysileri giymişlerdi. Koca evi kızıyla birlikte çekip çeviren bu altın kalpli kadın, onları en az öz anneleri kadar düşünüyor; acılarına ağlıyordu. Dünyaya getirdiği tek çocuğu Dilan olsa da kendini hepsinin anası sayıyordu. Sevmek onun gönlünde; emek ve kıymet vermekti belli ki.


Topuk sesleri daralan yüreğimi daha da sıkıştırıyordu. Sesler durduğunda arkamı dönüp ona göz attım. "Timsah gözyaşlarını boşuna akıtma; onlarla ancak Mervan'ı kandırabilirsin!" Hüzünlü bir tebessüm dudaklarımı araladı. "Şu durumda bile benimle kavga etmeye çalışıyorsun. Sen kendinden başka hiç kimseyi düşünmez misin?" Bakışları karnımda gezinince tedirginliğim ikiye katlandı. Benden nefret ettiği gibi yavrularımdan da nefret ediyordu. Yaptıklarını düşününce ondan ürkmekten kurtulamadım. Göz göre göre bizi ölüme itmişti. Mervan'a duyduğu aşk yüzünden bir kadının, iki çocuğun kanına girmekten çekinmemişti. Bize bir şey olsaydı nasıl rahat uyuyacaktı? Başını yastığa koyduğunda yaptığı canilik aklına gelmeyecek miydi? Onun bu kadar canavarlaştığına, duygularının islendiğine inanmak istemiyordum. Hayat yeterince yorucu iken bir de zulmüne ve nefretine tahammül edemezdim.


"Bakıyorum Mervan'a karşı olan nefretin çabuk söndü. Bir anda koca müptelası oldun çıktın. Ailene yaptıklarının bedeli bu kadar hafif mi olacaktı? " Ellerimi bel hizasında arkadan birbirine bağlayıp kaşımı kaldırdım. "Beni kışkırtmaya mı çalışıyorsun?" Yavaş yavaş yanıma yaklaştı. "Volkan sönmüş; şu saatten sonra kışkırtsam kaç yazar? Sen de düşmüşsün sevdasına. Çoktan kapılmışsın arzularına haberin yok! " Deli bu kadın deli! Şu durumda düşündüğü şeylere bak!


"Saçmalıyorsun Gülnaz! Kimseye kapıldığım falan yok! Beni zorla elde eden oydu!" Dolu dolu olmuş gözleriyle zoraki gülümsedi. Kırışıklarla dolu esmer alnı gülüşündeki sahteliği ispiyonluyordu. Tebessümüne rağmen içindeki yangının teninden taştığını hissedebiliyordum. Yüzünde seğiren kaslarla öyle inandırıcılıktan uzaktı ki! "Ne kadar da kolay yalan söylüyorsun Nazar! Bu aldatmacalarla kimi kandırdığını sanıyorsun? Sen bu eve gelinlikler içinde girerken ben bir adım ardındaydım."


"Sözlerine daha fazla tahammül edemeyeceğim." Onu orada bırakıp merdivene doğru yürümeye başladım. Kolumdan yakalayıp damarlarımı paralarcasına sıkmaya çalıştı. Gözlerindeki tehdit istemsizce yutkunmama sebep olmuştu. Onunla yalnız kalmak için çok yanlış bir zamanı seçmiştim. İçindeki şeytanı dinleme Gülnaz! Bunun hiç sırası değil. Nerden açılmıştı bu konu yine? Çenemi sımsıkı kavrayıp beni duvara sıkıştırdı. Gözleri nefret yüklüydü. Belli ki hatırlamak istemediği gerçekleri daha fazla içinde tutamayacaktı.


"Kimse sana zorla dokunmadı. Kendi isteğinle onun oldun." dedi dudaklarını çamur yutmuş gibi burkarken. Ve sesini son perdesine kadar kullanarak bağırdı. "Önce fırtınalar estirdin, sonra da yanında kalması için ona yalvardın. 'Gitme, yanımda kal; sana ihtiyacım var. Beni bırakma!' Bunlar senin sözlerin Nazar, unuttun mu?" Beni ağzını eğerek, yapay, çocuksu bir kinle taklit etmesi kanıma dokunmuştu. Neler saçmalıyordu bu kadın? Dolu dolu olmuş gözlerimle sayıkladım. "Ben öyle bir şey yapmam. Bunlar... Bunlar hep Mervan'ın yalanları. Kendini aklamak için yapıyor."


Hamile olmama aldırmadan beni duvara doğru sertçe itti. Canım acımıştı, belimin sızladığını, kürek kemiklerimin etime battığını hissettim. Güçlü parmakları yeniden yanaklarımı kavramışken gözleri tehdidin kuzguni harını ruhuma üflüyordu. "Kendi kulaklarımla duydum, hâlâ nasıl inkâr edersin?" Yanaklarım perçemlerimle birlikte inkâr eder gibi titredi.


"Hiçbir şey hatırlamıyorum Allah'ın cezası, hiçbir şey bilmiyorum. Bana ilaç verdi. Her ne olduysa o ilaç yüzünden oldu." Onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştığımda saçımdan yakalayıp boynumu hamileliğimi umursamadan gerisin geriye çekiştirdi. Bu pozisyon kasıklarımın davul gibi gerilmesine, içimdeki kesenin daha da sıkışmasına sebep olmuştu.


"Hayatımı mahvettin. Yuvamı yıktın; dünyamı, çocuklarımın geleceğini kararttın. Sen de beter olacaksın! Var olduğum müddetçe hayatı haram kılacağım sana." Ben kesik kesik solurken bedenimi umursamazca bir kez daha duvara itti. Arkasını dönüp gidişine aldırmadan hıçkırıklar içinde ağladım. Hamilelik tüm duyguların beynime sıçramasına sebep olmuştu ve bu halimle duygusallıktan kurtulamıyordum. "Ben hiçbir şey yapmadım. Ben..." Ani bir kasılma tüm bedenimi titretti.


"Ah... Ahhhh..." Ellerimi elbisemde gezdirdim. Gözlerim bacaklarımın arasından akan suya odaklanmıştı. O ise keskin gözlerini ayırmaksızın umursamazca benimle aynı zemini tarıyordu. İki büklüm olup salondaki mobilyaya tutundum. "Ah..." Alnım ter içinde kalmış, bedenimse harap sancıların kıskacında tarumar olmuştu. Binlerce silleyi aynı anda yemiş gibi inledim. Ellerimi bacaklarıma götürüp o sıvının sıcaklığına teslim oldum.


"Yardım et! Yardım et bana! Bebeğim... Bebeğim..." Karşımda put gibi dikilmiş, şu halime aldırmadan nefret dolu gözlerle beni süzüyordu. Arkasını dönüp gitmeye yeltendi. Beni bu halde bırakacağını düşünmek bile istemiyordum. "Kader, daha şimdiden seni insafıma bıraktı. Umurumda değilsin, çek cezanı! Dilerim yaptıklarının bedelini en ağır şekilde ödersin." Beyaz uzun elbise patlayan kesenin suyu ile ıslanmış, düz sarı saçlarım boncuk boncuk terler ile hemdem olan alnıma ve yanaklarıma yapışmıştı. Şeytandan umut dilenir gibi yalvardım. Döktüğüm gözyaşlarının anneliği tatmış bir kadına az da olsa tesir edeceğini umuyordum. Gövdesini dönmeden omzunun üzerinden bana baktı. "Geber!" O merdivenleri birer ikişer çıkarken ağız dolusu haykırdım. Birkaç basamak çıktıktan sonra kararsız adımlarla yeniden bana yöneldi. Tırnaklarını merdivenin tırabzanlarına çiviledi. Aramızdaki düşmanlığa rağmen gidemiyordu. Bir kez daha haykırdım.


"Bebeğim... " Dışarıda kapıyı kollayan adamların sesimi duymasını ve bana yardım eli uzatmasını istiyordum. Elini hoyrat bir şekilde merdivenin sert tahtalarına indirdi. "Kahretsin!" Yapamamıştı... Gidememişti... Hızla yanıma gelip toparlanmamı sağladı. Yüzündeki korku ve telaş o an biraz da olsa içimin rahatlamasına sebep olmuştu. Artık yalnız değildim.


Sancı, feryatlarımı her geçen dakika arttırıyordu. Elbiseyi sıyırıp alttan kontrol etti. Göz bebekleri büyümüş, yüz hatları biraz daha gerilmişti. Siyah, pullu elbisesini bacak arasında toplayıp, camdan dışarıyı kolaçan etti. Adamların hâlâ aynı yeri mesken tuttuğunu biliyorduk ve dışarı çıkmak için de tek çaremiz Mervan'dı. "Doğum başlamış; hemen hastaneye gitmeliyiz." Etrafta koşuşturup telefonunu aramaya başladı.


"Ne olur acele et!" Ben kan solurken acele ile telefonu tuşladı. Ne yazık ki Mervan'a ulaşamayacaktı. Koluma girip beni yığıldığım yerden kaldırdı. Belimi kavrarken ellerinin tir tir titrediğini fark edebiliyordum. "Sakin ol! Derin derin nefes al. İyi olacaklar, yaşayacaklar." İki büklüm küçük, telaşlı adımlarla kapıya yöneldim.


Olabildiğince hızlı hareket etmeye çalışarak evden çıktık. Öyle çok canım yanıyordu ki adımlarımızı bahçeye götüren o birkaç merdiveni inmek bile kabir azabı gibi gelmişti. Biz perişan bir halde çareler ararken takım elbiseli iki adam, telaşlı halimizi görmüş ve endişeyle yanımıza yaklaşmıştı. Gülnaz, doğumu söyleyip bizi hastaneye götürmelerini istedi. Kuşkuyla birbirlerine baktılar.


"Yapamayız hanımefendi! Bey kimseye dışarı çıkarmamızı söyledi. Emrine itaatsizlik edemem." Gülnaz, Mervan'dan devraldığı otoriteyi hissettirir tarzda bağırdı. "Deli misin sen ha? Onun ne halde olduğunu görmüyor musun? Bu durumda emir kimin umurunda?" Adam göz ucuyla beni süzdü. "Ya yine oyun oynuyorsa!" Gülnaz'ın öfkesi şakaklarından esiyordu. "Suyu geldi diyorum; bunun yalanı mı olur?" Adam telefonu çevirip Mervan'ı aradı. Ne yazık ki telefonun kapalı olduğunu bildiren ses, yeniden umutlarımızın çözülmesine sebep olmuştu.


O gün imdadıma uzun zamandır adını bile anmadığım biri yetişmişti. "Azad!" Azad, en ihtiyacımız olan anda kendisini engellemeye çalışan iki adamı itip bize doğru koşmaya başladı. Mervan'la yaşadıkları kavgadan sonra bir daha bu eve adım atamamıştı. Bugün buraya gelişinin sebebini bilmiyordum, şu durumda merak ettiğim son şey bile olamazdı. O korkunç anlarda düşünebildiğim tek şey çocuklarımdı. Acı çekiyordum; öyle ki bağırmaktan sesim bile çıkmaz olmuştu.


Gülnaz, durumumuzu anlatırken artık dizlerimde en ufak bir takatin kalmadığını hissettim. Kararmaya başlayan zihnim, onları görmüyor; içimdeki hengameyi sağır olmuşçasına sessizce yaşıyordum. Anlık bir duraksama ile dizlerimin bağı çözüldü. Beni yıkılmaktan son anda Azad'ın kolları kurtarmıştı. Sol eliyle belime destek oldu ve saniyeler içinde beni kucağına aldı. Güç bela bindirdiği arabasının kapısını kapatıp direksiyona geçti. "Yetiştireceğim sizi merak etme! Dayan biraz daha!" Buz tutmuş ellerimle Gülnaz'ın elini sımsıkı kavradım. Gözleri büyümüş, bakışları acır gibi harelerime mıhlanmıştı. Ne yazık ki geçeceğimiz yol Mervan'ın adamlarıyla kapatılmıştı. Azad, öfkeyle aracın kornasına asıldı. "Çık lan önümüzden! Ölmelerini mi istiyorsun?" Adamlar aracın önünde etten bir duvar olmuşlardı. Kornanın uzun çığlıkları bile onları yerinden kımıldatamamıştı.


"Beyin rızası olmadan hiçbir yere gidemezsiniz." Azad, camı sonuna kadar açıp bağırdı. "Öyle mi? Bak bakalım gidiyor muymuşuz?" Yüzünü bize çevirip, "Korkmayın!" diye sayıkladı. Ne yapacağını hissetmiştim. Aracı kaldırıp direksiyonu adamların üzerine kırdı. Azad'ın ne kadar gözünü kararttığını gördüklerinde istem dışı kaçacak delik aradılar. Artık hastaneye gitmek için önümüzde en ufak bir engel kalmamıştı. Ne yazık ki bu duruma sevinemeyecek kadar korku doluydum. Bebeklerimi sağ salim kollarıma almadan içimin huzur bulması imkânsızdı. Azad, direksiyona asılmış; aracı akla zarar bir hızla sürüyordu. Bense uyku mahmurluğu içindeki gözlerimi ve çaresizlikle kıvranan zihnimi ayakta tutmaya çalışıyordum.


"Uyuma Nazar! Baygın olmaman gerekiyor! Topla kendini." Yaşadığım her şey koca bir sinema perdesi gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Sanki kendi hayatımı uzaktan izliyor ve kendi hayalimi umutsuz gözlerle suluyordum. "Söz ver bana; ölürsem bebeklerime iyi bakacaksın. Onlara annelerinin yokluğunu hissettirmeyeceksin. Söz ver!" Gülnaz, bakışlarını yalancı bir öfkeyle gözlerime dikti. "Aptallık etme! Yaşayacaksın!" Alaycı tebessümünü saklamadan, "Senden bu kadar kolay kurtulabileceğimi sanmıyorum." diye ekledi. Öğretmeninden azar işitmiş, yerden bitme bir kız çocuğu haylazlığıyla gülümsedim.


"Yaşamalarını istiyorum. Mutlu olmalarını... Bensiz de olsa mutlu olmalarını istiyorum. Acı çekmelerine izin verme!" Yüzümün terine yapışan saçlarımı geriye doğru itip, "Saçmalıyorsun. Senin sorunun ne? Halini gören de doğuma değil ölüme gidiyorsun sanır. Hani Nazar güçlüydü. Hani yılmazdı? Savaşmadan pes mi edeceksin? Sık dişini neredeyse geldik." Sözlerini tamamlar tamamlamaz ön koltuktaki Azat'ı sert bir yumrukla dürttü. "Tarlada ekin mi sürüyorsun? Biraz hızlı ol; çok vakit kaybettik!" Azat, şapşal bir tebessümle ona karşılık vererek gaza asılıp hızını biraz daha arttırdı.


Bu acıya bedenim dayanamıyordu. Sanki bir el kasıklarıma çivili bir tahta geçirmiş, hareket ettikçe paralayıp kanatıyordu. Kanımın bedenimden çekildiğini hissettim. Elbisemin etekleri ıslaklığın da etkisiyle akşamın ayazını bacaklarıma geçirmişti. Araç durduğu esnada hafifçe sendeledim. Azad, vakit kaybetmeden kapıyı açıp beni yeniden kucakladı. "Yardım edin! Sedye getirin!" Sedye ve adım sesleri kulağıma iliştiğinde içimde kalan son dermanımı kullanıp ona baktım. Gözleri odaklandığı yerde çakmak çakmak açılmıştı. Başımı dönen insanların arasından geriye doğru bıraktım. O bulanık, sisli manzarada tek bir yüz dikkatimi çekiyordu. Mervan... Onun yüzü, onun gözleri, onun öfkesi... Bakışları hayretle bu narsist adamın kollarındaki çaresizliğimi izliyordu. Gözlerinde o an sadece nefret ve korku görmüştüm. Bizi her nefeste yavaş yavaş yiyip bitirecek bir nefret ve korku...


Loading...
0%