Yeni Üyelik
48.
Bölüm

48. Bölüm: Komplo

@syildiz_koc

Medya: mabel Matiz : yeni yaz


"Neyine bağlandım bu kadar? Bana bakmayan gözlerine mi


Yoksa benim olmayan kalbine mi?"


ÖZDEMİR ASAF


   


Yaşananların üzerinden bir hafta geçmişti. Kuzucuklarımın varlığını alışmış; ağlayışları bile bu zindanı bana cennet yapmaya yetmişti. Epey düşündükten sonra isimlerini Aras ve Asya koymaya karar verdim. Seçtiğim isimler Mervan'ın da hoşuna gitmişti. Daha kırkları bile çıkmadan hem kızımız hem de oğlumuz için birer kurban kesmiş ve eti hiç vakit kaybetmeden fakir semtlere göndermişti. Hatta bununla da sınırlı kalmamış fakir çocukları giydirip, sünnet ettirmiş; okumak isteyenlere de yüklü bir miktar burs vermişti. Bu hayırseverliği Mervan'da göreceğimi hiç ama hiç ummazdım. Dışardan bakıldığında sert bir kaya gibi duygusuz ve merhametsiz görünüyordu. Fakat her şeye rağmen içinde iyi bir şeyler olduğunu sezebiliyordum.


Raziye Hanım ve Kadir Bey ne yazık ki bu isim meselesinden hiç hoşlanmamıştı. İkisi de çocuklara kendi isimlerinin konulmasını istemişti. Gel gör ki ne Mervan ne de ben bu arzuya olumlu cevap verememiştik.


Mervan, "Bir eve bir Raziye bir Kadir yeter!" diyerek taleplerini geri çevirmişti. Elbette içten içe bu sözlere sevinmeden edememiştim. Çocuklarımın masum, güzel yüzüne bu isimleri yakıştıramamam karşı çıkmak için yeter de artardı. Evde olumlu gelişmeler de yok değildi tabi. Baran beklenilenden daha çabuk iyileşmişti. Yaklaşık beş gün sonra büyük bir ilgiyle eve gelmiş; kendisi için hazırlanan odaya suya sabuna dokunmadan yerleşmişti. O gün Baran araçtan indirilirken en çok da Raziye Hanım ve Kadir Bey dikkatimi çekmişti. Raziye Hanım'ın yüzünde en ufak bir makyaj ibaresine rastlayamamıştım. Göz altlarında koyu halkalar oluşmuş; dudakları rengini yitirip bembeyaz kesilmişti. Yüzü de tüm kanı damarlarından çekilmişçesine soluktu. Kadir Bey'in hâlinin de ondan farklı olmadığı ayan beyan ortadaydı. Evlat acısı ne zor şeydi. Eğilmeyen, ulu bir çınar olduğunu sandığım bu kibirli insanları bile birkaç gün de eritip bitirmiş, acizliğini hatırlatıp sualsizce dize getirmişti. Baran'la birlikte onlar da Azrail'le güreşmişçesine yorgun görünüyordu.


Mervan, gururunu yenip bir türlü Baran'a yaklaşmıyor, uzaktan bir gölge gibi odasına çıkarılmasını takip ediyordu. Hepimiz onun odaya taşınışını izlemiş, yatağa uzandığında tiyatro seyreder gibi başına üşüşmüştük. Kimi yastık koyuyordu başının altına kimi battaniyesini düzeltiyor kimi de suyu zoraki dudaklarına götürüp ilaçlarını içmesi yönünde telkinlerde bulunuyordu. Bunca ilgi ve sevgi gösterisinden sonra Baran'ın bakışları bile değişmişti. Gözlerinin içi gülüyordu. Bakışları yakuttan bir kadeh olmuş ışıl ışıl parlıyordu. Sevgi her şeyi iyileştirirdi. Kötü bir olayın böyle olumlu sonuçlanmasına ne yalan söyleyeyim içten içe seviniyordum.


Uyumak istediğinde boyunluğun kendisine engel olduğundan yakındı. Kadir Bey'in işaretini alan Battal, yanına gelip boyunluğu çözmeye çalıştı. Bu işlerin acemisi olduğundan mıdır bilinmez; yaptığı hata Baran'ın inlemesine sebep olmuştu. Bu inleme Mervan'ın sabrını taşıran son damla oldu. Mervan, hızla yanlarına gelip Battal'ı kolundan sertçe tuttu.


"Çekil şuradan beceriksiz herif! Bu iş böyle mi yapılır?" Battal, şaşkınlıkla Kadir Bey'e baktı ve işareti alır almaz kenara çekildi.


Mervan, Baran'ın dolu dolu olmuş bakışları arasında boyunluğa uzandı. Tek bir hamleyle incitmeksizin o süngerimsi yapıyı Baran'dan uzaklaştırdı. Sonra yattığı yatağın sağına oturup Baran'ın başını inceledi. Yapışkan bantları acıtmadan çıkarıp merhemi başına sürdü. Ardından taze bir sargı bezi ile yarayı kapattı. Sağ eli sarma işlemini yaparken sol eliyle de kardeşinin başına destek olmaya çalışıyordu. Elleri Baran'ın alnından aşağı kaydığında o ince, kemikli parmaklar sicim gibi akan gözyaşlarının serinliğine teslim oldu. Artık Mervan'ın bakışlarının odağında Baran'ın kuzguni, mahzun gözleri vardı. Mervan, bu temasla Baran'ın yüreğinde gizlediği hasreti fark etmiş ve belli ki aralarındaki bağın ne olursa olsun bitmeyeceğini anlamıştı.


Baran ıslak bakışlar eşliğinde "Abi!" diye Mervan'ın ellerine sarıldığında yüreğimin çarpıntısının göğüs kafesimi deleceğini düşündüm. Baran, Mervan'ın elini öpüp gözyaşları içinde kalbine bastırmıştı. O an hiç ummadığım bir şey oldu. Raziye Hanım'ın eli ilk defa güvenle Mervan'ın omzuna dokundu. Mervan, hayretle başını kaldırınca bu yaşlı kadının şefkatli tebessümü ile karşılaştı. Gözlerimiz bu hasret kokan buluşmayı görüyor; onları yalnız bırakmamız gerektiğinin sinyallerini alıyordu. Odayı terk ederken bu kucaklaşmanın tesirini hücrelerime kadar hissediyordum. Bu olaylardan sonra evdeki huzursuzluk biraz olsun çözülmüştü.


Annem ve ablam, Zeynep'i de alıp Hanzade malikânesine geldi. Onların varlığıyla kendimi güvende ve mutlu hissediyordum. Bebeklerimi çok sevmiş, bu sıkıcı loğusa dönemini atlatmam için gereken desteği vermekte gecikmemişlerdi. Hep hayal ettiğim gibi bebek bakımını annemden öğrenmiştim.


Makbule Hanım arada annemin bu ilgisini kıskansa da bozuntuya vermiyordu. Hatta yalnız hissetmemesi için ona destek olup yoldaşlık bile etmişti. Raziye Hanım ise son olanlardan sonra biraz da olsa yumuşamıştı. Mervan'a eskiye nazaran daha olumlu davrandığı bile söylenebilirdi. Hatta tuhaf gelecek belki ama annemler geldiğinde onları rahat ettirebilmek için şaşırtıcı bir şekilde herkesi seferber etmiş, misafirlerimiz deyip bir dediklerini iki etmemişti. Annem ve ablam bu değişime anlam veremeseler de memnuniyetlerini ifade etmekten geri durmadılar. Bana sorduklarında "Üzümünü yiyin bağını sormayın. Mezarlığımız son olanlardan sonra biraz olsun gün ışığı gördü." deyip kıkırdamalar eşliğinde onları cevaplıyordum.


Gülnaz'la eskisi gibi tartışıp kavga etmiyorduk; ama içten içe kendini benimle kıyasladığını, oğlumun bu aile için önemli oluşunu kıskandığını anlıyordum. Onun adına üzülüyordum. Âşık olduğu insanın sevgisini bir başka kadına kaptırmış ve bu evde kadın olduğunu bile unutmuştu. Evi terk etmem yuvasını selameti için oldukça önemliydi. Daha fazla kimseye zarar vermeden çekip gitmeli ve çocuklarıma temiz bir hayat kurmalıydım. Mutlu olmak onun da en doğal hakkıydı. Mervan hapse girse de çıkana kadar sabredecek ve hayatlarındaki yokluğumun haklı rahatlığını yaşayacaktı. Sevda paylaşılabilecek kadar değersiz bir şey değildi. Tek kişilik yaşanmalı, kurabiye gibi ufalanıp dağıtılmamalıydı.


Kadir Bey, torununu ilk kucağına aldığında gözlerinde az da olsa heyecan ve şefkat pırıltıları görmüştüm. Aras'ın öyle güzel, öyle mahzun bir yüzü vardı ki en taş kalpleri, en kara vicdanları bile dize getirirdi. Bana hiç benzemezdi oğlum. Daha önce de dediğim gibi, adeta babasının kopyasıydı. Yeni doğmuş bir bebekten bekleyemeyeceğim kadar gür ve siyah saçlara, yoğun, uzun, kıvrak kirpiklere sahipti. Öyle belirgin bir siyahlık vardı ki gözlerinde, o yoğun alt siyah kirpikleri gözlerini doğal bir sürmeye mecbur bırakmıştı. Yüzü tıpkı babasınınki gibi açık ve kemikliydi. Gamzeleri ise Mervan'la aynı noktalarda yerini almıştı. Ne yazık ki mizacının da Mervan'a benzeyeceğinin en yıkıcı sinyallerini çoktan almıştım. Az uyuması ve en ufak bir sıkıntıda mızmızlanması beni bu fikre itmek için yetmişti.


Mervan'a benzemesinden çok korktuğum için midir bilinmez; her ağladığında saç diplerime kadar titrediğimi hissederdim. Giysilerini giydirirken başını azıcık zorlasam bile evi inletecek çığlıklar patlatır; kazara emzirirken göğsümü ağzından uzaklaştırsam ağlardı. Hatta tuhaf gelecek belki ama memeyi tekrar ağzına verdiğimde dudaklarını sımsıkı yumup inadına sütü kabul etmiyor, aklı sıra benden intikam alıyordu. Küçük bir bebeğin bu zorlu mizacı bir anne olarak beni korkutmaya yetmişti. Belki Mervan'ın oğlu olmasa bu kadar korkup felaket senaryoları yazmazdım; ama babası belliydi. O öfkeli, kibirli adamın halim selim bir oğlu olacağını hayal bile edemiyordum. Atalar armut dibine düşer diye boşuna dememişti neticede. Oğullar çoğu zaman babalarının yolundan giderdi. Aras'ın da bir gangster olabileceğini düşünüp geceleri uyku uyuyamıyordum. Aras'a ayrıca özen göstermeli; iyi bir insan olması için üzerime düşenden de fazlasını yapmalıydım. En çok da Kadir Bey'in oğlumu ilk kucakladığı andan korkmuştum.


Kundakta, mavi giysiler içindeki yavrumu göğsünün üzerinde yükseltip, "Aras Bey'in doğumu mübarek olsun!" demişti ve ezanı kulağına heybetli sesini esirgemeden okumuştu. Oğlumun kimseye beylik, paşalık yapmasını istemiyordum. O, okumalı, vatanına hizmet eden, vicdanı, ilmi hür bir insan olmalıydı. Kadınları malı gibi görmemeli, hak ve özgürlüklerine saygı gösterebilmeliydi. Bu evde onu böylesi bir üstün ahlakla yetiştirmek imkânsız gibiydi.


Şimdiden yardımcılarımızdan Mervan'ın adamlarına kadar herkes bu küçük bebeğe Aras Bey diye hitap ediyor; sanki ayaklanıp kendilerini kırbaçlayacakmış gibi çekinip saygı gösteriyordu. Onu bu kadar el üstünde tutmaları Mervan'ı hoşnut etse de beni oldukça rahatsız etmişti. Yavrumun kibirli ve zorba bir insana dönüşmesini istemiyordum. Böyle olmaması için de her şeyi göze alabilecek kararlılıkta olduğumun farkındaydım.


Kollarımda uyuyup kalmış olan yavrumu kucaklayıp beşiğine yatırdım. Bugün Mervan'la dışarı çıkacaktık. Evlilik yıldönümümüz olduğu için yaşananlardan sonra bir kutlamayı hak ettiğimizi söylemişti. Gündüzleri ılık olsa da akşam, ayazını bu şehirden kolay kolay çekmiyordu. Bu evde çocuklarımı bir an bile bırakmak istemiyordum. Her an birilerinin onlara zarar vereceğini düşünüyor; korkularım yüzünden ister istemez üzerlerine titriyordum. Hayatımın merkezine gelip tüm dünyam oluvermişlerdi bir anda. Ve ben bu durumdan hiç de hoşnutsuz değildim.


Sıcak bir duş aldım önce. Şu durumda geceye uygun bir hazırlık şarttı. Saçlarımı kurutup benim için aldığı bordo gece elbisesini giydim. Hep beyaz giymemi isteyen despot kocam, bu geceye bordoyu yakıştırmıştı, ne tuhaf! Saçlarımın balıksırtı bir topuz yapıp, belirgin bir göz makyajı ile hazırlıklarımı tamamladım. Bana aldığı su damlası şeklindeki kolye, sade elbisenin üzerinde tamamlayıcı bir unsur olmuştu. Ben holden merdivenleri inerken gözlerini gözlerimin derinliklerinden ayırmıyordu. Sırtı açıkta bırakan ve kumaşın kalitesi 1 km uzaktan bile belli olan harika bir elbiseydi kıyafetim. Doğum şişkinliklerime rağmen bunun içinde kendimi oldukça çekici hissediyordum.


Mervan lacivert, gösterişli bir takım elbise giymişti. İpek, ütülü gömleği ve lacivert detayları olan pahalı saati ile ortamı adeta aydınlatıyordu. Bakımlı gür saçları ve koyu renk belirgin sakallarıyla itiraf etmeliyim ki prens gibi albenili ve karizmatik duruyordu. Karşı karşıya geldiğimizde elimi tutup dudaklarına götürdü. Bunu gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadan tüm ruhumu bedenimden söküp alırcasına tutkuyla yapmıştı.


"Çok güzelsin!" diye fısıldadı. "Güzelliğin karşısında aklımın başından gittiğini, ayaklarımın yerden kesildiğini hissedebiliyorum." Zarif; fakat tedirgin bir gülümseme dudaklarımı yalayıp geçti.


"Teşekkür ederim. Sen de çok iyi görünüyorsun." Elimi tutup, araca doğru yürümeye başladı. Yol boyu hiç konuşmamıştık. Oldukça gergindi. Epey yol aldıktan sonra lüks bir otelin restoranına geldik. Vale aracı park etmek için izin istedi. O işini yaparken biz de otelin kırmızı halıyla örtülmüş merdivenlerinden el ele usulca çıkıyorduk. Kapı açıldığında tüm bakışlar bize yönelmişti. Ben hafifçe kızarırken bu bakışlar onu hiç de rahatsız etmiş gibi görünmüyordu.


Oteli beğenmiştim. Bu gece için Mervan oldukça hazırlık yapmış gibi görünüyordu. Cam bir terası ve dışarıyı yıldızlı bir geceyi örter gibi saklayan yoğun şehir ışıkları vardı. Peçetelerden, masa örtüsüne kadar her şey bembeyazdı. Klasik bir dekorasyon hakimdi salona. Garsonları oldukça tertipliydi ve tabaktan çatala kadar her şey en kaliteli, en lüks markalardan seçilmişti. Şamdanlar ve kokulu mumlar romantik bir ambiansa ev sahipliği yapıyordu. Duvarlardaki tabloların güzelliği bakışlarımı Mervan'dan koparıp kendine tutsak etti. Belime yaptığı küçük dokunuşla gözlerimiz yeniden buluştu. Etrafı ilgiyle izlememden rahatsız olmuş gibiydi. Bu ilgimin tablolardan çok oturan adamlardan kaynakladığını düşünüp huzursuz olmuş olabilir miydi?


Garsonun rehberliğinde bizim için hazırlanan masaya yöneldik. Oturduğumuz andan itibaren Mervan'ın bakışları üzerimden bir an olsun ayrılmıyordu. Çevremizdeki herkesi silip atmış, sadece benim varlığıma sarılmıştı. Sotelenmiş iki biftek söyleyip gelmesini beklemeye koyulduk. Yemek servisi başlamamıştı ki garsonun kırmızı güllerle dolu şık bir içki masasını yanımıza çekmesiyle afalladım. Bakışlarımı manasızca Mervan'a diktiğimde yarım bir tebessüm dudaklarından kurtulup gözlerime ilişti. Yine o havalı jestlerinden birini yapıyordu sanırım.


Garson elindeki şişeyi çevik bir hamleyle açıp şampanyayı patlattı. Yankılanan ses daha da huzursuzlanmama sebep olmuştu. İçkinin her türlüsünden nefret ederdim. İnsana nasıl bir keyif verdiğini hiçbir zaman anlamamıştım. Bu ancak tadarak anlaşılacak bir şeydi ve aklımı rafa kaldıran hiçbir maddeyi sevmez; tatmak için bile olsa ağzına götürmezdim.


Garson gömleğinin manşetlerine kadar köpürüp taşan şampanyayı kadehlere doldururken zihnim yeniden Karadeniz'deki o küçük evimize gitti. Babamın sarhoş olduğu günlerde eve nasıl geldiği, annemi hunharca dövüşü, bizlere sırf kız olduğumuz için ettiği küfürler, abimi çilingir sofrasına davet edişi ve çocuk olduğunu unutup zoraki içki içirmeye çalışması... Her şey dün gibi aklımdaydı; aklımsa bugünün hengâmesi yetmezmiş gibi bir de geçmişteki acılarımla savaşıyordu.


Küçük bir işaretin ardından siyah giysili, beyaz gömlekli bir başka garson, başımdan aşağı kırmızı güller boşalttı. İtiraf etmeliyim ki tüm bu romantizm benim tarzıma uymasa da oldukça heyecan vericiydi. O şampanyasını yudumlarken kendimi bu lüks ortama ve o içki kokusuna hiç de ait hissetmediğimin farkına vardım.


Romantizm anlayışım bunun çok dışındaydı. Pahalı kıyafetler giyip, pahalı mücevherler takıştırarak lüks bir mekânda düşman çatlatır gibi aşk yaşamak bana göre değildi. Restoranda bizden başkaları da vardı elbette. Normal şartlar altında mekânı kapatmasını beklerdim; fakat o gösterişin her türlüsünü mübah saymış ve çevremizdeki kalabalığa ne kadar özel bir kadın olduğumu hissettirmek istemişti. Doğruyu söylemek gerekirse tüm bu şaşaayı açıklamak için başka bir sebep bulamıyordum. Beni zarif bir hareketle ayağa kaldırıp belimi kavrayarak cam terasa doğru yönlendirmişti. Adımlarım zemini, gözlerim yıldızları tararken hemen arkamda, bir nefes kadar yakınımdaydı. Sağ eli gözlerimi arkadan kapattı.


"Sana bir sürprizim var prenses!" Göğsü sırtıma değerken sol eli belimi sarmış; içki kokusuyla hemdem olmuş dudakları ise kulağımda sıcak meltemler estirmişti. Gözlerimi açtığımda terasta gürültülü bir havai fişek sesi irkilmeme sebep oldu. Gökyüzü yüzlerce yıldızın arasında tek bir cümleye yarenlik ediyordu bu gece.


"Seni seviyorum Aşkparem!" Ben o eşsiz manzarayı tuhaf bir heyecanla izlerken; belirgin, sıcak dudakları şakaklarıma bir öpücük kondurdu. "Seni çok seviyorum, prenses. Ömrüme yazdığım en güzel şiirsin." Yüzümü kendisine çevirip alnıma bir buse daha kondurdu. "İyi ki varsın! Hep benimle kal."


Şu an en son isteyeceğim şey, o büyülü dudakların alnımdan ayrılıp dudaklarıma tutunmasıydı. Çenemi kavrayıp gözlerimi parmak uçlarıyla kapattı. Yine korktuğum şey başıma geliyordu. Gözlerini kapayıp dudaklarıma doğru hafifçe eğildiğinde bir kadın sesi bu tuhaf anı darmadağın etti.


"Mervan Hanzade!" Mervan saniyeler içinde başını çevirip sesin geldiği tarafa yöneldi. Kadın, yanındaki esmer adamı umursamaksızın bize doğru birkaç adım attı. Mervan'ın huzursuz olduğunu yüz hatlarından anlayabiliyordum. Bu kadın da kimdi? Neyin nesiydi böyle?


"Sizi burada görmeyi beklemiyordum Beyim. Güzel bir sürpriz oldu!" Mervan, sessizliğini koruyup kadına düşmanca bakışlar atıyordu. Kadın, onu umursamaksızın bana elini uzattı. Alaycı, imalı bakışlarıyla Mervan'ın yüzünü tararken "Ben Lilith. Arkadaşlarım kısaca lits de der." dedi. Ve ekledi. "Romantik gecenizi mahvettiğim için üzgünüm! Yaramazlık yapmadan duramam!"


Güzel bir kadındı. Omuzlarına düşen kısa, siyah saçları ve Barbie pembesi, derin dekolteli elbisesi ile oldukça şık görünüyordu. Koyu siyah farlarla ve kalemlerle renklendirdiği kısık gözlerini Mervan'dan bir an olsun ayırmıyordu. Bir kadın olarak bu durum ister istemez canını sıkmış, göz devirmelerime huzursuz kıpırdanmalar eşlik etmişti. Lilith, elini önce Mervan'ın geniş, kaslı omuzlarına ardından da lacivert ceketinin yakalarından göğsüne kadar uzatmış ve bir tacizden daha hallice görmediğim bir yakınlaşmanın kapısını aralamıştı.


Mervan, "Evet, rahatsız olduk!" dedi o beyaz elleri yakasından silkelerken. Ve hemen ardından, "Bir daha olmasın!" diye ekledi. Lilith'in bu aşağılayıcı tavır karşısında mahcup olmasını beklemiştim; fakat ne yazık ki utanmadığı gibi daha da küstahlaşmıştı.


"Hanzadelerin yakışıklı ve kudretli Bey'i oldukça gergin anlaşılan. Öyle ki bu güzel kadın bile onu mutlu etmeye güç yetirememiş." Okları bana çevirmesi sinirlerimi bozmuştu. Mervan onu umursamaksızın elimi tutup çıkışa doğru yöneldi. Anlık bir şekilde duraksayıp geniş omuzlarının üzerinden Lilith'e acıyan, küstah bir bakış attı. Kibirli, dik duruşu biraz önceki tutkulu adamı gölgelemiş; sahte mi gerçek mi olduğunu anlayamadığım kimliğini yeniden gün yüzüne çıkarmıştı.


"O güzel kadın hayatımda eşsiz bir dolunay gibi. Beni asıl huzursuz eden ise o dolunayın üzerinde bir çatlak bile olamayacak kadınların etrafımda sinek gibi dolaşması." Son sözü belirgin bir morarmaya sebep olmuştu. Yeniden restorana geçer geçmez tuttuğum nefesimi bir çırpıda dudaklarımdan bıraktım. Masaya oturmak için yeltendiğim esnada engel olup herkesin içinde beni sımsıkı kendine kenetlendi. Şampanyanın tesiriyle hafiften sarhoş olduğunu sezebiliyordum.


Etrafımızdaki bakışlar bizi bir an olsun yalnız bırakmıyordu. Öyle genç ve çevik görünüyordu ki aramızda 9-10 yaş olduğuna kimse inanmazdı. 30'una bile değmemiş olan bu yakışıklı adam, enerji ve tutkusuyla tüm gözleri üzerimize çevirmişti. Mekâna girdiğimiz andan itibaren tüm kadınlar kocalarından ya da sevgililerinden gizli kaçamak bakışlarla onu süzüyor; asaleti ve kontrollü tavırlarıyla birçoğunu gözlerimin önünde darmadağın ediyordu. Bu ilgi ve karizma karşısında hayrete düşmekten kurtulamamıştım. Yaydığı enerji başına müthiş bir taç giydirmiş; varlığım arzulu pek çok gönlü sükût-u hayale uğratmıştı.


Beni dans için kaldırdığında hemen sol yanımızdaki orta yaşlı kadın, elindeki şarap kadehini yere düşürmüştü. Eşi onu hayretle takip ederken Mervan'ı izlemekten cam kırıklarının farkına bile varamamıştı. Adam, öfke ile soluyarak kadını mekândan çıkarmanın kaygısını düşmüş; adeta sürükleyerek restoranın çıkış kapısına varmıştı. Bir başka kadın ise aralanmış dudaklarıyla saçlarındaki dalgaları okşuyor, kocamın büyüsünden kurtulup yanındaki esmer adamın varlığının farkına bile varamıyordu. Partnerini Mervan'ın cazibesinden kurtaramayan genç adam, elindeki peçeteyi kadının göğsüne savurup hınçla çıkışa yöneldi.


Mervan'ın gözlerine bakamıyordum. Ben etraftaki tuhaf seyri izliyordum izlemesine ama onun gözleri benden başka hiçbir şey görmüyordu. Işıkların altında korumaya çalıştığım duygu ve düşünceler o siyah harelere çarpıp intihar ediyordu. Dansına eşlik ederken müzik kulaklarıma değemeyecek kadar sıradanlaşmıştı. Fakat başka bir şey vardı bu gece. Yine gözlerinde sessiz bir çığlık görür olmuştum. Hareketleri sertleşmişti mesela. Yüzüne beni kıvrandıran, yıpratıcı bir hırs sirayet etmişti. Beni düğün günümüzdeki dansa kıyasla çok daha sert bir şekilde döndürüp çeviriyor; yerlere kadar eğip yeniden kollarının arasına alıyordu.


Ne olduğunu bile anlayamadan gövdemi sımsıkı kavradı. Sırtıma göğsü ile destek olup kördüğüm yaptığı kollarını çözmeden yerden birkaç santim kaldırdı ve kendi etrafımda tüm ışıklarla dövüşür gibi usulca döndürdü. Boyum ondan kısa olduğu için bu zorlu figürleri hiç zorlanmadan yapmıştı. Bıraktığında nefeslenmeme bile fırsat vermeden beni kendi etrafımda defalarca döndürdü ve aniden dizlerine kadar eğdi. Ellerinin, bedenimi ve kollarımı çok sıkı tutması benim için dansı acı verici bir hâle getirmişti. Sevgiden çok hoyrat bir öfke hisseder olmuştum dokunuşlarında.


Gergin çene kaslarına inat, "Canımı acıtıyorsun!" diye fısıldadım. Bir pişmanlık ibaresi göstermeksizin duraksadı. Dansı bırakmış, bulunduğumuz yerde öylece çivilenmişçesine duruyorduk. Müzik devam ederken saniyeler sonra Lilith'in elleri Mervan'ı kavrayıp onu gereksiz bir ritme mecbur bırakmıştı. Mervan'a baktığımda yüzündeki gerginlik ve öfkenin her geçen saniye biraz daha arttığını fark ettim.


Ellerimin ondan ayrılması ve eşimin bir başka kadınla müziğe eşlik etmesi mahcup olmama sebep olmuştu. Zoraki bir nikahla da olsa Mervan benim kocamdı ve böyle yapışkan bir kadına temas etmesi benim için oldukça rahatsız ediciydi. O yüzündeki hoşnutsuz ifadeyle dansa devam ederken Lilith'in partneri fikrimi sormaksızın beni dansa dahil etmişti. Yabancı bir adamla dans etmeyi kendime yediremiyor; ama tuhaf bir şekilde bu duruma engel de olmuyordum. Esmer adamın dudakları ellerimi öpmeye yeltenince kendimi ondan biraz olsun uzaklaştırabilme adına gerisin geriye bir adım attım. Ve bu kaçınmalarım her geçen saniye artıyordu.


Mervan, içinde bulunduğum durumu fark ettiğinde saniyeler içinde yanıma yaklaşmakta olan garsonu sağ eliyle durdurup ince uzun süpürgeyi aldı ve kaba bir şekilde Lilith'e uzattı. Lilith ne olduğunu anlamaya bile fırsat bulamamıştı. Genç kadın, Mervan'ın kendisini çevirmesiyle bir hizmetli gibi masadaki müşterilerin önüne doğru sendeledi. Ben bu aşağılayıcı hareketin şaşkınlığı ile kıvranırken Mervan'ın pençeleri benimle zoraki bir şekilde dans etmeye çalışan adama yöneldi. Mervan'ın sert yumruklarının muhatabı olan adam, gerisin geriye tökezledi ve hemen sol yanımızdaki masanın dibine düştü. Onu öyle acımasızca savurmuştu ki zavallı adam düşerken güç bela örtüye tutunmuş; bu çekiştirmenin sonucunda diğer müşterilerin sofrasını da yerle bir etmişti. Bakışlarım kıyafeti yemek lekeleriyle bezenmiş, o tuhaf adamı bulduğunda alt dudağımı dişlemekten kurtulamadım.


Mervan, kolumdan tutup sürükler gibi beni restorandan uzaklaştırmaya çalıştı. "Bırak beni!" diye bağırdım. Öfkeliydim. Sesim restorandaki herkesi ayağa kaldırmıştı. İnsanların hayretli bakışları arasında beni çıkışa doğru götürüyordu. "Bırak beni, bıraak!" diye bir kez daha haykırdım. Saçmalıklarına dayanacak sabrım kalmamıştı. Lilith, mahcubiyet içinde elindeki süpürgeyi düşürürken beni Mervan'ın şerrinden ancak iki garson kurtarabilmişti. İnce, uzun delikanlı kolumu yeniden kavrayan Mervan'ın önüne geçti. Ne yazık ki bu girişimi sert bir yumrukla karşılık bulacaktı. Hengameyi fark eden bazı müşteriler, öne atılıp söylenerek kendilerince mevcut huzuru yeniden sağlamaya çalıştı. Kavga geçen her saniye biraz daha büyüyordu. Müşteriler olanlardan rahatsız olup üçer beşer restoranı terk etmeye başlamıştı. Elbette bu durum sadist kocamı zerre kadar rahatsız etmiyordu.


Mervan, kendisini omuzlarından tutarak zapt etmeye çalışan garsonu eğilip başının üstünden takla attırarak yere fırlattı. Diğer garson ise olanları görmemiş gibi onu göğsünden kavrayıp çıkışa yönlendirmeye çalışıyordu. Ne yazık ki Mervan'ın demir yumruklarının hedefi olmaktan o da kurtulamayacaktı. Diğer misafirler Mervan'ın üzerine atıldığında çıkışı bulup kaçmayı düşündüm. Artık bu imkansızdı. Etrafımız her zaman ki gibi onun adamlarıyla çevrilmişti ve evde beni bekleyen yavrularım varken kaçmak akıl kârı bir iş değildi. Onları bir kenara bırakamazdım. O çipi araştırma şansım olmamıştı ve Mervan'ın suçlarını ortaya çıkarmadan bu riski alamazdım.


Koşarak kendimi koridorun sonundaki bir lavaboya kilitledim. Neyse ki benden başka kimse yoktu. Sarsak adımlarla lavaboya yaslanıp derin derin soludum. Makyajımın ve saçımın bozulması umurumda değildi. Şu an düşünebildiğim tek şey biraz olsun sakinleşebilmekti. Kapı tuhaf gıcırtılar çıkararak açıldı. Adım sesleri bile huzursuz olmama yetmişti. Aynadaki yansımayı gördüğümde dudaklarımdan küçük bir çığlık firar etti. "Azad!"


"Nice yıldönümlerine prenses!" Gözlerimi alaycı yüzünden ayırmadan, "Senin burada ne işin var? " diye sayıkladım. "Sizi tebrik etmek için geldim; ama ne yazık ki asıl gösteriyi kaçırmışım. Keşke biraz daha talihli olsaydım. O dans ve havai fişek gösterisi kaçmazdı doğrusu!"


"Mervan seni burada görürse neler olacağını biliyorsun değil mi?" Ondan uzaklaşmak için kapıya yöneldiğimde peşimden gelip kilidi çevirmemi parmaklarıyla engelledi. "Şşş!" diye fısıldaması içimin ürpermesine sebep olmuştu. "Nereye gidiyorsun prenses? Parti daha yeni başladı." Onu hınçla itip, "Bela mısın? Mervan bitti şimdi sıra sende mi? Uzak dur benden!" diye bağırdım. 32 diş bir tebessüm yüzünü yokladı. "Biraz önceki curcunadan bahsediyor olmalısın. Evet, seninki içerdekileri fena haşladı. Despot kocanı gıptayla izledim doğrusu. İtiraf etmeliyim ki çok güçlü, bir o kadar da kibirli."


Ellerini yüzünde ve dudaklarında gezdirip, "Beni benzettiği gecenin izleri hâlâ sızlıyor." diye ekledi. "Hak ettiğin bir şeydi! " Kaşını kaldırıp aynadaki yansımasına yöneldi. Bir eli lavabonun ıslak taşını kavrarken diğeri kibirle saçlarında gezindi.


"O günkü yeminimi hatırlıyor musun? Onu yüreğinden vuracağıma dair söz vermiştim. Bugün bir kez daha gördüm ki o yürek senden başkası değil. En sevdiği, tutkuyla bağlandığı bir sen varsın." Onu itip duvara savurdum. Mervan'ın aksine çelimsiz ve tırsaktı. Mervan'ın gücü ve otoritesi karşısında öyle zavallı duruyordu ki Azad'a acımaktan kendimi alamadım. Ellerini teslim olur gibi kaldırıp, "Sakin ol prenses!" diye alaycılığı diline pelesenk yapıp inledi. "Sana hep böyle hitap ederdi değil mi? Prenses... Artık prenses değil; savaşçı bir şövalye olma zamanın gelmedi mi?" Suskun bir şekilde gevelediklerinin arasından amaçlarını kavramaya çalışıyordum. "Buraya kavga etmeye değil anlaşmaya geldim."


"Ne anlaşmasından söz ediyorsun sen?" Bana doğru birkaç adım atıp, "Ortak düşmanımıza karşı birleşme anlaşması..." diye karşılık verdi.


"Mervan'ın karşısında güçlerimizi birleştireceğiz. Ondan ne kadar nefret ettiğini biliyorum. Seninle ailenin tehdit ederek zorla evlendi. Onun kafesindeki aciz bir kuş gibisin. O evden tek başına adım dahi atamıyorsun. Seninle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor." Sözlerinden huzursuz olup ona sırtımı döndüm. Aynı alçak, hırs dolu ses tonuyla sayıklar gibi konuşmaya devam etti.


"Seni zorla yatağına aldı, değil mi? Seni çocuk doğurmaya mecbur etti. Beyaz bir odaya hapsedip çaresiz bıraktı. Eğitim hakkını elinden aldı. Hayatını uzaktan kumandayla yönetip sana hisleriyle buzdan bir duvar ördü." Elini omzuma atıp, "Buna mecbur değilsin!" diye sayıkladı. Saniyeler içinde bedenimi sevimsiz pençelerinden kurtardım. Elbette bu hamlemin onun için zerre kadar önemi yoktu. Aynı hırslı ses tonuyla devam etti.


"Mervan'ın karanlık işler çevirdiğini biliyorum. Elinde onun suçlarına dair deliller olduğunu da... Mervan'ı hapse attırıp çocuklarınla yeni bir hayata sahip olabilirsin. Sana istese de zarar veremez. Benimle iş birliği yap; seni o evden kurtarayım. Mervan'ı bitirmene karşılık tüm hayatın ve özgürlüğün... İyi düşün!"


Yüzüne iğrenir gibi bakıp kesik kesik soludum. "Sana güvenmiyorum pislik. Gözümde bir leş kargasından farkın yok! Sen de onlar gibisin. Sana güvenmek çamurdan çıkıp kanalizasyona dalmakla eşdeğer. Benden uzak dur! " Sözlerimin tesirini görmek için bakışlarımı sevimsiz yüzünde gezdirdim. Kapıya yönelip, "İyi düşün tatlım. Birkaç günün var. Yine geleceğim! Beni hayal kırıklığına uğratmayacağından eminim." Ona cevap vermeye hazırlanırken kapı kolunun zorlandığını fark ettim.


"Nazar, burada mısın? Kim var yanında; aç kapıyı!" Arkamı döndüm. Ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette titrerken kapı sert bir şekilde açıldı. Kırılan kilidin ardından Mervan'ın soluğumu kesen mühürlü gözleri ile karşılaştım. Nemli gözlerime aldırmadan kolumdan tutup kendine çekti.


"Kim vardı içeride? Kiminle konuşuyordun, söylesene!" Kendimi toparlayıp, " Kimse!" diye karşılık verdim. İçeri girip tek tek kapıları açtı. Son kapıya geldiğinde kilitli olduğunu anlayıp zorladı. Birkaç adım geri gidip tekme atmaya hazırlanırken güvenlik önüne geçip engelledi. Bir kavgayı daha kaldıramayacak kadar bitkindim. Elini tutup yalvarır gibi konuştum. "Gidelim ne olur? Kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Bugün çok özel olmalıydı, daha fazla mahvolmadan evimize dönelim."


***


Loading...
0%