Yeni Üyelik
49.
Bölüm

49. Bölüm: Yâr Yarası

@syildiz_koc

Gökhan Türkmen: Bir Öykü (şarkıyı bölüme inanılmaz yakıştırdım.) 🤗🥀


"Dün sabaha karşı, kendimle konuştum.


Ben hep kendime çıkan bir yokuştum.


Yokuşun başında bir düşman vardı,


Onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum..."


ÖZDEMİR ASAF


       


Siyah aracımızın içinde dağ yollarında hızla mesafe kat ederken kendimi yaşananların debdebesinden bir türlü kurtaramıyordum. Yıpranmış gururuma aldırmadan hıçkırdım. Dökülen gözyaşlarımı ondan gizlemek istiyordum; fakat nafile! O beni benden daha iyi tanıyordu.


Direksiyonu sola kırıp, "Ağlama!" dedi. Otoriter sesi durulmama yetmeyecekti. İçim acıyordu ve ben neye ağladığımı dahi bilmiyordum. Neydi gözlerimdeki kanlı yaşların sırrı? Yüreğimdeki hangi yarayı dezenfekte ediyordum ağlayarak. Dermanımı onun zehrinde mi saklamıştı Allah? Neydi benim çıkışım?


Kutudan bir kâğıt mendil çıkarıp parmak uçlarıyla bana uzattı. "Ağlama dedim; o insanlar için değmez. Lilith denen o şeytanın böyle bir pislik yapacağını anlamalıydım." Aracın uzun farları tekinsiz harabeleri kucaklarken, karanlığın hapsolduğu yüzüne baktım. Zihnimi kemiren soruları onu sormak için kendi içimde sonu belirsiz bir mücadele veriyordum. Alacağım cevap da daha şimdiden kanını dondurmaya yetiyordu.


"Onunla yattın mı?" Gözlerini kısıp, "Ne?" diye soruma soruyla karşılık verdi.


"Bir ilişkiniz vardı; değil mi? Bu sahiplenişin sebebi o." Ani bir frenin ardından öne doğru savruldum. Kolumu kavrayıp beni kendine çekti. "Sevgilindi değil mi? Belki de metresin." Gözlerimin derinliklerine baktı. "Benim senden başka bir sevdiğim olmadı. Aşkım da sevdam da sensin. O zavallı şeytanı gözünde kıymetlendirme. Benim için sadece sen varsın!" Yüzümü ondan çevirip bakışlarımı yere indirdim.


"Kadınların sana nasıl baktığını gördüm." Kaş altından beni yan yan süzdüğünü biliyordum. Bu hâlimden hoşlanmış olmalıydı. Sözlerimi kıskançlığa yorduğundan en ufak bir şüphem yoktu.


"Bu duruma alışman gerekecek sevgilim. Mervan Hanzade, koca bir ömrü kadınların ilgisinden kurtulmaya çalışarak geçirdi. Beni asıl delirten o salon erkeği kılıklı tiplerin sana olan bakışıydı. Belki de hatayı kalabalık bir mekânı tercih ederek yaptım. Herkesin ne kadar şanslı bir adam olduğumu görmesini istemiştim. Senin eşsiz bir kadın olduğunu anlamalıydılar. Olayların böyle gelişeceğini tahmin edemezdim."


Mervan'ın haklılık payı vardı elbette. Salona girmemle birlikte tüm gözler üzerime çevrilmişti. Kadınların kıskanç bakışları ve onlara karşılık erkeklerin aşırı ilgili süzüşleri... Utandığım halde bunu belli etmemek için adeta çırpınmıştım. Ne yazık ki bombanın fitili çoktan ateşlenmişti ve bir kıvılcım tüm geceyi mahvetmeye yetmişti. Sessizlik uzayınca onu kadınlar konusunda biraz daha köşeye sıkıştırmaya karar verdim.


"Kadınların bu ilgisinden hoşlanmadığını söylemeyeceksin değil mi? Hiçbir erkek güzel kadınlar tarafından beğenilmeye hayır diyemez." Dudağını kıvırıp, "Diğerlerini bilmem; ama ben kadınlardan nefret ediyorum." diye karşılık verdi. "Neden? Sana ne yaptılar ki hepsini bir kalemde silip atabiliyorsun? "


"Boş ver!" dedi anbean tepkilerimi ölçerken. "Sen güzel kafanı böyle şeylerle yorma!" Onun kadınlardan haz etmediğini biliyordum. Ablamın düğün koşuşturmasından bu yana benden başka hiçbir kadına ilgi gösterdiğine, göz ucuyla baktığına şahit olmamıştım. Bunun aksi gibi ters bakışları ve agresif hareketleri hep onların üzerinde dolaşmıştı. Genç ve güzel olan kadınlar ilgi ummak gibi bir hataya düştüğünde gazabından kurtulamamıştı. Yaşlıları sevdiğine de ihtimal vermezdim; ama genç kadınlar, onun nefret oklarının tam karşısındaydı. Hiç tanımadıklarını bile iğrenerek süzerdi. Kadınların Mervan için neden bu kadar nefret edilesi olduğunu hep merak etmiştim. Bana çılgınlar gibi âşık olan bu adam; kendisine en ufak bir zararı olmayan hemcinslerimi neden bu kadar aşağılık ve zararlı görürdü; anlayamıyordum. Ama içimdeki öğrenme arzusu da sorularımın sonunu getirmiyordu.


"Neden Mervan? "dedim cevap vereceğini umarak. "Neden onlardan bu kadar nefret ediyorsun?" Profesyonel duyarsız tavrını koruyup, "Çok soru soruyorsun!" diye karşılık verdi. Aracı park edip beni bir çiftlik evine getirdi. Elimi tutup merdivenlere yöneldiğinde aynı ısrarcı tavrımla devam ettim.


"Dur tahmin edeyim. Bir kadına âşıktın; evlenmeyi düşünüyordun ve hiç ummadığın bir anda seni başkası ile aldattı ya da terk etti. Hangisi?" Duyarsızlık maskesini çıkarmadan gülümseyerek kapının kilidini çevirdi ve geçmem için yol verdi. Cevabını merak ediyordum. Olumlu ya da olumsuz bir tepki vermeliydi artık.


"Berbat bir senarist olurdun. İyi ki senaryo yazmıyorsun. Klişelere harcayacak vaktimiz yok."


İçeri girip elimdeki taşlı, abiye çantayı bir kenara bıraktım. Daha biz gelmeden yatak kırmızı güllerle hazırlanmış; yüzüne bile bakmayacağım bir şarap, şöminenin kenarına bırakılmıştı. Sıcacık meltemler estiren şöminenin yanına oturup ona sırtımı döndüm. İnkârı kadınlar konusunda bir gönül derdi çekmediğini ele verir cinstendi.


Belki de haklıydı. Onda ilk yarayı ben açmıştım kim bilir? Yine de tuhaf geliyordu işte! Fazla alımlıydı. Bu ilgiye alışık olduğu her halinden belli oluyordu. Bu nefretinin sebebini anlayamıyordum. Okuduğum lisedeki en çirkin erkek bile 3 sevgili eskitmeden seneyi bitirmezdi. Hâl böyleyken Mervan gibi çekici bir adamın tüm sevgilere ve ilgilere duyarsız kalmasını anlayamıyordum. Ya çelik gibi bir iradesi vardı ya da akla zarar bir nefreti. Her ne olduysa bu nefret duvarları bana duyduğu aşkla yıkılmış ve Mervan'ı bana körkütük meftun etmişti.


Şarap kadehini bana uzatıp, "Alır mısın?" diye bir teklifte bulundu. Öfkeyle soludum. Biraz önceki rezaletler yetmemiş gibi hâlâ içkiye sarılıyordu. Benden cevap bekleyen bakışlarına karşılık yüzümü çevirdim. "Bence sen de içmemelisin artık. İki kadehle neler yaptığını gördük." Bardağı dudaklarına götürdü.


"Lilith'le yanındaki zebaniye yaptıklarımdan bahsediyor olmasın. Ha, bir de şu işgüzar garsonlar var tabii!" Başımı esefle salladım. Kınar tarzdaki bakışlarımın hedefi olmaktan kurtulamamıştı. "Yaptıkların korkunçtu. Beni utandırıyorsun. Bir kadını masalara itmek de ne demek oluyor? Onu aşağılamak için bu kadarını yapacağını ummazdım."


"Az bile yaptım. Lilith... Onun nasıl bir kadın olduğunu bilseydin eminim böyle konuşmazdın. O görüp görebileceğin en basit varlık... Yine kim bilir ne amaçlar peşinde?" Ayağa kalkıp kollarımı birbirine bağladım. "Nasıl biri olursa olsun; kimseyi aşağılamaya hakkın yok!"


Kadehini bir dikişte bitirdi ve elinin tersiyle dudaklarını sildi. Yeniden şişeye uzanmak istediğinde ona engel olmaya çalıştım. "Bırak, içme artık! Sapıtıyorsun?" Patronluğunu hissettirerek yarım bir şekilde güldü. "Lilith kimdir biliyor musun?" Şişeyi elimden çekiştirip kadehini doldurdu


"Efsaneye göre Adem'in ilk karısı. Adem'e itaat etmediği gibi bir de şeytanın hizmetkârlığını yapmış. Pisliğin teki anlayacağın. Gel gör ki restorandaki Lilith'in de ondan hiçbir farkı yok." Sözlerinin nereye gideceğini çok merak ediyordum. Neler geveliyordu bu adam? "Siz kadınlar ihaneti, kandırmayı seversiniz. Sırttan vurmak sizin işiniz!"


"Saçmalıyorsun Mervan!" dedim isyan eder gibi. "Tüm bunların konumuzla ne ilgisi var?" Üst üste diktiği kadehlerle an be an sarhoşluğun yoğun demlerine gidiyordu. Salınarak aynalığa yöneldi. Elinde tuttuğu kağıtlardan hiç hoşlanmamıştım. "İçme artık! Ne yaptığını bilmiyorsun."


"Ne dediğimi de ne yaptığımı da çok iyi biliyorum. İçiyorum; çünkü canımdan çok sevdiğim, kadınım dediğim varlık bana ihanet etti. Ben onun yollarındaki dikenlerle seve seve kanarken; o hiç acımadan beni uçuruma itmeye çalışıyor. Benim sevdamı görmeyip, bedel üstüne bedel ödetmenin yollarını arıyor!" Duyduklarımın şokundan çıkamıyordum. Olacakları hissetmiştim; fakat şu an kendimi bu yüzleşmeye zerre kadar hazır hissetmiyordum.


"Ne dediğini bilmiyorsun. Yatıp biraz uyusan iyi olacak." Büfeye geçip bir tomar kâğıdı çekmeceden çıkardı. Elindeki kâğıtları havaya savurduğunda şaşkınlıktan nerdeyse küçük dilimi yutacaktım. Odanın etrafında uçuşan beyaz kağıtlar, hayretli bakışlarım eşliğinde sonbahar yaprakları gibi bir bir yere döküldü. O ise öfke dolu bakışlarını bir an olsun gözlerimden ayırmıyordu. "Yeter Nazar, oyun bitti!" Ne diyeceğimi bilemeyecek kadar dilim tutulmuştu.


"Bu belgeleri bir yerden tanıdın mı?" Dudaklarını büküp sesini yapaylaştırdı. Hafifçe salınması, ellerini kontrolsüz bir edayla sağa sola kaldırması bana magazin sunucularını hatırlatıyordu. "Dur sana hatırlatayım sevgilim. Bunlar senin, beni kodese tıktırmak için kasamdan çaldığın belgeler... Gel gör ki düşmanım dediğim bir adam tarafından küstahça önüme atıldı. 'Kadının seni sırtından vuruyor!' dedi beni acıyarak süzerken."


Dilim tutulmuştu. Sendeleyerek ondan uzaklaşmaya çalıştım. Kolumdan tutup kaçışımı engelledi. Artık istemesem de tam karşısındaydım. Gözlerini iri iri açıp, ebleh bir ifadeyle başını salladı ve kendi kendini onayladı. "Evet, evet prenses! Deliler gibi sevdiğim kadın, beni sırtımdan vurmak için kendi kendine fırsatlar yaratmaya çalışmış. Cenneti fısıldadığım karım, elimden tutup beni göz göre göre cehenneme itmiş."


Kadehi sert bir dikişle bitirdi ve hırsla yere fırlattı. Kırılan camın tiz sesi gözlerimi yumup ellerimi istem dışı kulaklarıma götürmeme sebep olmuştu. Küçük bir çığlık dudaklarımdan firar etti. Cam kırıklarının her yere saçıldığını görüyordum ve bir sonraki hamlesinden deli gibi korkuyordum. Çok sarhoştu. Ne yaptığını bilemeyecek kadar sarhoş... Onu durdurmanın bir yolunu bulmalıydım.


"Eğer işler istediğin gibi gitseydi benden tamamen kurtulacaktın. Ben hapiste gün sayarken sen çocuklarımla benden uzak bir hayatın tadını çıkarıyor olacaktın. Belki de başka bir adamla... "


"Sus!" Sesimin bir inleme gibi çıkmasına engel olamıyordum. "Benim gibi zalim birinden kurtulmak üzer miydi seni?" diye alayla sırıttı. "Ne olur sus!" Bana doğru birkaç adım attı. Sağ eli yanaklarımı sert bir şekilde kavramış ve bu hareketi dudaklarımın büzülmesine sebep olmuştu.


"Anlatsana neler gördüğünü. Ne kadar korkunç bir adam olduğumu anlat. Yürüdüğüm cehennemi haykır hadi! Yakışır sana; yapmadığın şey mi sanki? Az mı ezdin ayaklarının altında beni?" Onu sert bir şekilde itip kendimden uzaklaştırdım. Sarhoş hali dilinin prangalarını çözmüş ve beni gri bir kabusa sürüklemişti. Keşke bu kadar içmeseydi dedim içimden. Günlerce yüreğinde taşıdığı bu sırrı, açık etmese ne olurdu sanki? Rollerimizi ne de güzel oynamıştık oysa. Kartlar açılmıştı şimdi. İki tarafın da kaybettiği oyunumuzun birinci perdesi sona ermişti. "Yeter artık Mervan."


"Söyle hadi! Hâlâ neden susuyorsun?"


"Evet!" diye bağırdım. "Yaptığın tüm pislikleri biliyorum. Silah kaçakçılığı yapıyorsun. Gözlerimin önünde bir adama işkence ettin. Bir el hareketinle kurşunlatıp sonunu getirdin. Ne bekliyordun, ha? Bütün bu iğrençliklerine susacağımı mı?" Elleriyle yavaş tempoda bir alkış tutup "Vay be!" diye histerik bir şekilde güldü. Gözlerini devirip, dişlerini dudaklarına geçirmesi canımı oldukça sıkmıştı. Artık susma olayı bitmişti bende. Konuşup haykırma zamanıydı. Üzerine yürüyüp bir kez daha ittim.


"Sen çok tehlikeliyim dediğinde inanmak istememiştim. Yarasa yuvalarına bile günün birinde az çok ışık sızardı; sende bir ışık, bir merhamet göreceğini umarak bekledim. Budalaca bir beklentiymiş her şey. Senin yüreğin hiçbir nurun değemeyeceği kadar karanlık."


Bakışlarını gözlerimden ayırmadan etrafımda dönerek beni kıskaca aldı. Sarhoş adımları, alaycı mimikleri her geçen dakika daha da öfkelenmeme sebep olmuştu. "Devam et! Güzel gidiyorsun prenses! Dök eteğindeki tüm taşları." Sarhoş bakışları nazarımda tehlikeler saçıyordu. Titreyen yüz hatlarıma ve dudaklarıma aldırmadan bağırarak devam ettim.


"Dünyadaki en kötü insanın babam olduğunu düşündüm yıllarca. Değilmiş... O sadece bize kötülük yapardı. Dövse de sövse de haram para girdirmezdi evimize. Sen onun kadar bile adam değilmişsin, ne acı! Onca mazlumun kanını içirmiş, etini yedirmişsin yıllarca. O silahlar kimlerin ahını alıyor; kimlerin hayatını karartıyor, söyle! Başkalarının gözyaşlarıyla mı kurdun bu tahtı? Onların mezarlarının üzerinde mi yükselttin şanını; söyle, durma! " Biraz duraksayıp, "Her suçlu gibi hak ettiğin sonu yaşayacaksın!" diye ekledim. Dolu dolu olmuş gözleriyle acıklı bir şekilde gülümsedi. "Bana bunu sen mi ödeteceksin? "


"Bunu yapacağımdan hiç şüphen olmasın. Göz göre göre zulme susamam ben."


"Dünyanın kanunu bu. Değiştirmeye gücün yetmez. İbrahim'in ateşine karıncanın su taşımasına benziyor umudun. Bir damla suyla dağ gibi ateşi söndürebileceğini mi sanıyorsun?" Sabırlı ve kararlı bir şekilde başımı dimdik kaldırdım. "Seni mahvetmek için her şeyi yaparım." Üzerime doğru hızla atılıp beni duvara yapıştırdı. Duvar ile Mervan arasında sıkışıp kalmış; bacaklarımı kıskaca alan bacaklarından, bileklerimi zapt eden ellerinden kurtulmaya çalışıyordum. Dişlerinin arasından kısık kısık konuşarak beni ürkütmeye çalışıyordu.


"Hayal görüyorsun küçük kız! Koca bir yalanı yaşıyorsun zihninde. İzin vermem buna! Anladın mı? İzin vermem! Beni senden, yavrularımdan hiç kimse ayıramaz." Ah diye inledim. Bedenim zerre kadar acımıyordu; ama ruhum ıstırap içindeydi. Bu cebelleşme beni psikolojik olarak mahvetmişti. Dudaklarımdan firar eden hıçkırıklar, onun kontrolsüz davranışlarını saniyeler içinde durdurdu. Büyük bir hata yapmış gibi sendeledi önce. Canımı acıttığını düşünüp pişman olduğunu tahmin edebiliyordum. Gözleri psikopat bakışlarından kurtulup hüzünlü bir kisveye büründü. Artık karşımda Hanzadelerin kudretli Beyi yoktu; şefkat bekleyen küçük, mahzun bir çocuk vardı.


Şöminenin karşısına geçip oturdu. Dizlerini karnına çekip başını diz kapaklarına gömdü. Dolan gözlerini benden saklamasının bir önemi yoktu. İçinin cayır cayır yandığını biliyordum. Acı çekiyordu. Bu ihanet ona ağır gelmişti. Vurgunum, halden anlamaz gönlünü hiç olmadığı kadar yıpratmış olmalıydı. Günlerce içinde tuttuğu lavları bu gece bir yanardağ gibi püskürtmüş, beni kafamdaki düğümlerle baş başa bırakmıştı. Korktuğum yine başıma gelmişti işte! Oynadığım itaatkâr, naif hanım rolü bu gece bitmişti. Olan biten her şeyi bildiği halde bilmezden gelmiş, beni kontrol altında tutmaya çalışarak yalanlarımı açık etmemişti. Gözyaşlarımı silip sakinleşmeye çalıştım. Bilmek istediğim pek çok şey vardı. Bu gece onun giz perdesini biraz olsun aralayacağımı umuyordum.


"Neden bildiğin halde günlerce sustun? Hesaplaşmamızı neden bu kadar geciktirdin?"


Yüzünü gizlemeye çalışıp gözlerindeki damlaları sildi. "Yeniden nefret dolu o kadına dönüşmenden korktum. Sevgini, ilgini eskiden olduğu gibi benden çekmenden korktum. Yalan da olsa çok güzel bakıyordun bana. Hep arzu ettiğim gibi... Hep düşlediğim gibi..." İçimde bir şeyler kırılmıştı. Adını koyamadığım tarifsiz duygular yüreğimi bam telinden kıskıvrak yakaladı. Mervan'ın bana ve sevdama bu kadar aç olduğunu bilmek; onu ele verdiğimde yıkılacağı düşüncesi, zihnimi tüm heveslerimle birlikte kederle yosunlanan mahzenlere hapsediyordu.


Açılan gömleğinin düğmeleri, dağılmış saçları oteldeki halinden epey farklıydı. Oturduğu yerden başını kaldırıp gözlerime baktı. "Bu oyunu yüzlerce yıl devam ettirebilirdim. Riyakâr duygularına sarılıp senle bir ömür yaşayabilirdim. Kaldıramadım. Bu gece o lavaboda tüm film koptu." Ayakta öylece dikilip gözlerinin siyah harelerindeki şömine alevlerini izliyordum. "Ne lavabosu?" Kolundan çekip gövdemi kendine yaklaştırdı. "O pisliğin peşimizden geldiğini biliyorum. Azat'la o Allah'ın belası yerde ne konuştun? Kilitli kapılar ardında ne yaşandı?" Gözlerimi kaçırarak, "Saçmalıyorsun!" diye bağırdım.


"Azat'ı doğumdan sonra hiç görmedim." Kolumu bırakmaya hiç niyeti yoktu. Yeminli gibi acısına ve öfkesine yenilişimi izliyordu. "Yalan söylüyorsun! Yanındaydı; sesini duydum. Ne söyledi sana? Anlat şu Allah'ın belası gerçekleri!" Elleri kollarımda her geçen saniye biraz daha sertleşiyordu. "Canımı acıtıyorsun!" Elleri benden uzaklaştı. "Sen de!" diye karşılık verdi. "Ne konuştunuz? Bilmek istiyorum."


"Sadece karşılaştık."


"Kadınlar tuvaletinde mi?" Söylediğim, daha doğrusu söylemeye çalıştığım yalana kendim bile inanamıyordum. Hâl böyleyken kurmaca yalanıma kral nasıl inanırdı?


"Koridorda karşılaştık. Beni öyle ağlar vaziyette görünce bir sorun olduğunu anlayıp peşimden geldi." Öyle öfkeli soluyordu ki perçemleri bile bir ritim tutturmuş dans ediyor gibiydi.


"Adi, pislik! Evimde yaptığı rezillikler yetmedi; şimdi de bir gölge gibi çevremizde dolaşıyor." Bir süre sustu. Kim bilir aklından neler geçiyordu? "Ondan uzak duracaksın Nazar! Bu adam en büyük düşmanımız. Yuvamızı yıkarak aklı sıra bana bedel ödetmeye çalışıyor. Ona bu fırsatı vermeyeceğiz." Yanağımdan kavrayıp yüzümü bir nefes kadar yakınına getirdi.


"Bir daha hata yapmayacaksın Nazar! Hata kotan dolalı çok oldu." Dudakları yanaklarımda ve alnımda dolaşırken, "Seni incitmek, üzmek istemiyorum. Saçının teline zarar gelse benim canım yanıyor. Sana mecburum anla artık!" diye fısıldadı. Ondan uzaklaşıp birkaç santim gerisine kaydım.


Yüzüne acıklı bir tebessümün ıstıraba kol kanat geren izleri yerleşti. "Ve artık sen de bana mecbursun." O imalı sırıtışını devam ettirirken dudaklarını kolladım. "Ne demek istiyorsun?" Yerdeki kağıtları işaret etti.


"Elindeki belgeler sadece beni bitirmez; hâlâ anlamadın mı? Yer altında kopacak küçük bir kıyametin meyvelerini serptin toprağıma. Serptiğin bu çekirdek tüm solucanları, yılanları, haşereleri gün yüzüne çıkardı. İki aydır seni sokmak için fırsat kolluyorlar. Onların şerrini senden uzak tutacak tek kişi benim. Karım olduğun için, bizden olduğun için ilişemiyorlar sana. Benden gittiğin gün tüm haşereler üzerine çullanacak. Yaşamak için benim gölgeme sığınmaktan başka çaren yok."


Gözlerimi sımsıkı yumup duyduklarımı sindirmeye çalıştım. "Aşkparem... Sana yollarımız bir daha asla ayrılmayacak demiştim. Sen benden kaçtıkça kader bedenini altın bir kâsede bana sunuyor." Ayağa kalkıp ona sırtımı döndüm. Elimle duvara sert bir yumruk indirdim.


"Saçmalık! Yalan söylüyorsun Mervan! Yalan..." Başını reddeder gibi salladı. Dudaklarında açan o sinsi tebessüm, gözüme her iliştiğinde öfkeden titriyordum. "Hâlâ gerçeğimizi idrak edemiyorsun. Birbirimize mecburuz. Sen yaşamak için bana mecbursun, ben ise bu kahrolası hayata dayanabilmek için sana muhtacım. Gidemezsin!" dedi. İnkârcı bakışlarımı umursamadan devam etti.


"Şu kapıyı ardına kadar açsam bile gidemezsin. Kendinle birlikte yavrularımızı tehlikeye atmana izin veremem. Ailenin yanına sığınamazsın. Varlığın onların felaketi olur. Acımazlar inan! Kıyarlar hepsine. Hiçbir iktidar, bir kız çocuğunun krallığını yıkmasına izin vermez." Son sözleri sabrımı taşıran o damlayı zihnime bıraktı. Yanına kadar sokuldum ve ellerimi göğsüne sertçe indirip, "Sana inanmıyorum!" diye bağırdım.


"Dene istersen." Perçemlerimden bir tutamı alıp parmaklarının arasında okşadı ve ekledi. "Madem tekinsiz girişimlerinin sonuçlarını görmemekte bu kadar ısrarcısın, hiç durma!" Bu ihtimaller beynimin karıncalanmasına, ellerimin elektriğe kapılmışçasına titremesine sebep olmuştu.


"Polise giderim. Bu ülkede kanun var; nizam var. Beni sizin gibi aç kurtlara parçalatmazlar." Bana acır gibi bakması içimi sızlatmıştı. "Kaç gün koruyacaklar seni? Bir gün... Bir ay... Bir yıl... Beş yıl da biraz fazla kaçar değil mi? Seni ömrünün sonuna kadar koruyacak bir ben varım Nazar! Sadece ben... Benim düşmanım olmamak için ilişmiyorlar sana. İt gibi korkuyorlar benden. Yaşamak için kanatlarımın altına sığınmaktan başka çaren yok!"


Dizlerimin üzerine çöküp başımı kollarımın arasına aldım. Ne yapmıştım ben? Eğer Mervan'ın söyledikleri doğruysa ailemi, yavrularımı ve kendimi göz göre göre ateşe atmıştım. Bu iblislerden nasıl koruyacaktım sevdiklerimi? İç sesim benliğimle dalga geçti. İnanma sözlerine! Bu kadar kolay değil! Aklım sıra birkaç kâğıt parçasına güvenip akrep olmaya çalışmıştım. Sonra da bir aptal gibi kendi kendimi sokup, zehirlemiştim. Şu saatten sonra o eve nasıl tahammül edebilirdim? Oğlumun karanlık bir geleceği olabileceğini bile bile orada hiçbir şey olmamış gibi nasıl yaşardım? Dışarısı ayrı içerisi ayrı cehennemdi benim için. Nefes almak bile haram olmuştu sanki. Yanıma biraz daha sokulup saçlarımı okşadı. "Seni herkesten koruyacağım aşkparem. Ne sana ne de yavrularımıza kimsenin zarar vermesine izin vermem."


Perçemlerimi titreterek başımı salladım. "Beni kendinden de koruyabilecek misin?" Gözlerimin içine aynı mahzun ifadeyle baktı. "Sana kıyamam." Ona inanmıyordum. Hayatımda koca bir yalan düğümünden başka bir şey değildi. Yenilmişliği kaldıramıyordum.


"Senden nefret ediyorum Mervan Hanzade... Bugün elimden almaya çalıştığın hançerler er ya da geç sırtına inecek. Hak ettiğin yere gideceksin! Kötülüklerinin bedelini ödeyeceğin yere... Bunun için ne gerekiyorsa yapacağım."


Gözlerinde gördüğüm acı yüreğimi parelemişti. Uzanıp yerdeki bir deste kâğıdı şöminenin içine attı. Kağıtlar tutuşurken ruhumun hiç olmadığı kadar üşüdüğünü hissettim. "Hiç anlamayacaksın değil mi derdimden?" dedi. "Seni sevmek erimiş bir kurşunu avucumda tutmak gibiydi ve ben yana yana, seve seve tuttum seni." Elini şömineye uzatıp alev alev yanmakta olan bir közü avucuna alıp sıktı. Gördüğüm manzara karşısında hayretler içerisinde kalmıştım.


"Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdım. Yumulu haldeki avcunu açmaya çalıştıkça direniyordu. Alnında oluşan terler, titreyen perçemleri ve birbirine bastırmaktan mora çalan dudakları çektiği acıyı ele verir cinstendi. Yaklaşık 20 saniye sonra kilitlenen ince parmakları birbirinden ayırılıp, ellerini közün harından kurtardım. "Delirdin mi sen ha? Aklını mı kaçırdın, söyle!" Yüzündeki anlamsız tebessüm daha da sinirimi bozmuştu.


"Delirdim!" Alaycı bakışları eşliğinde avucuna üflemeye başladım. Mutfaktan getirdiğim buzun, acısını biraz olsun azaltacağını umuyordum. Buzu avucunda dolaştırırken yüzündeki yumuşamayı ve anlamsız sevinci görmezden gelemedim. Algılarım bana oyun mu oynuyordu; yoksa bu adam avcunun acısına gülümseyerek mi bakıyordu?


"Evlendiğimiz gecenin sabahını hatırladın mı?" O kâbus sabahı nasıl unutabilirdim. Evin içinde deli gibi koşturmalarım, insanların kınayan bakışları, aynaya indirdiğim yumruk darbeleriyle ellerimin paralanması... Hepsi dün gibi aklımdaydı aklımda olmaya ama şimdi bunun konuyla ne ilgisi vardı? "O gün sırf beni üzmek, acıtmak için ellerini yaralamıştın. Ben seni iyileştirmek için çırpınırken tıpkı şu an yaptığım gibi gülümsemiştin. Gözlerimdeki acıyı ve sevdayı izlemiştin." Yutkundum. Buz ellerinde her dakika biraz daha küçülüyordu ve ben onun gözlerine daha fazla bakamamıştım. "Şimdi aynı acıyı senin gözlerinde görüyorum."


"Sen delinin tekisin! Ne dediğini bilmiyorsun!"


"Bana ihanet ettiğini düşünüp günlerce kavrulmuştum. Yanılmışım... Sen beni değil kendi kalbini hançerlemişsin. Bakma ellerime! Kor yarası değil bu; yar yarası... Ve benim avucumdaki yara senin yüreğine kazınan yaradan daha büyük değil." Küçük sevimsiz kahkahalarım evin her yanında yankılandı. "Seni polise verdiğimde bu düşüncelerinden utanacaksın."


"Beni hapse attıramayacaksın; çünkü ben o pis kokulu zindana asla geri dönmeyeceğim. Kendimi bu dünyadan silip atmam gerekse de sensiz bir ömre tahammül etmeyeceğim." Neler söylüyordu bu adam? Geri dönmemde ne demek? Daha önce hapse girmiş miydi? Ama sicili temizken bu nasıl olabilirdi? Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de beni intihar etmekle tehdit ediyordu. Bunu yapabilir miydi? Öldürür müydü kendini? Onca şatafat ve kibirden sonra bu mahkumiyeti kaldıramayıp bitirir miydi ömrünü?


"Neden sustun? Beni kaybetmek ağır mı geldi? Şu çok nefret ettiğim Mervan'ı toprak altında hayal etmek üzdü mü seni?" Suskundum. Söylemek istediğim tüm sözler sinip küsmüş gibiydi. "Yine aynı acı... Sen de bana aşıksın prenses! Artık savaşın bana karşı değil; kalbine karşı!"




Beni Instagram'dan takip etmeyi unutmayınız.☺️


seyma_yldz_koc


Loading...
0%