Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm: Yüreğe Düşen Günah

@syildiz_koc

Medya: EYLEM AKTAŞ (Zor yıllar)


Şeytanlar en büyük günahları işletecekleri zaman,


Önce bunun sevap olduğuna inandırırlar.


                                                                                                                            W. SHAKESPEARE                             


Bu gün artık bitmek bilmez stresin sonuna gelmiştik. Ablamın düğün günü gelip çatmıştı ve hepimiz bu süreçte bedensel ve psikolojik açıdan çok yorulmuştuk. Bu sefer ev sahibi olan bizler değildik, damat tarafıydı. Ailemi, oldukça kaliteli bir otele yerleştirdiler. Ayşe, odanın güzelliğini görünce neredeyse mutluluktan havalara uçacaktı. İlk gün bizleri evlerinde ağırladılar. Birbirinden güzel hediyeler ve yemeklerle özellikle de ablamın başını çok fena döndürmeyi başarmışlardı. Nerdeyse bu aileye gelin olduğu için mutluluktan zil takıp oynayacak kadar çılgın bir hâle düşmüştü.


Annem, her zaman ki gibi mutedil ve görgülü davranmaya devam etti. Ben ise bu abartılı, gösterişli evde sürekli Gülnaz, Mervan ve Zeynep'le göz göze gelmemek için adeta köşe kapmaca oynuyordum. Anneme otelde kalmak için çok yalvardım; ama laf söz olur diye beni kolumdan tutup zoraki bir şekilde peşinden sürüklemekten vazgeçmedi. Pembe gül desenleri olan siyah, sade bir elbise giymiştim. Hafif bir makyaj yaparak o sıkıcı toplantıya istemeye istemeye katıldım. Keşke kalp şeklindeki o güzel kolyemi bulabilmiş olsaydım. Ona dokununca tüm sıkıntılarımı ve huzursuzluklarımı bir nebze de olsa unutabiliyordum.


Mehmet, kolyemi kaybettiğimi duyunca üzülmüştü; ama bana hiç kızmadı. Tam tersine, "Sana ondan çok daha güzellerini alacağım günler gelecek!" diyerek teskin etmeye çalıştı; fakat ben daha özel ve güzel kolyeler istemiyordum. Sadece onu istiyordum. Bunu ona söylediğimde aynısını bulmak için bana söz verdi. Şu zorlu hayatımda ona rast geldiğim için kendimi çok şanslı adediyordum. Bu kadar anlayışlı bir insanla karşılaşmak her kula nasib olan bir şey değildi! Şu iki gün bir an önce bitmeliydi ve ben ait olduğum yere, Mehmet'in yanına dönmeliydim.


Zeynep'in bakışlarından benim her şeyi bildiğimi anladığını sezmiştim; ama onu umursamayıp görmezden gelmeyi tercih ettim. Beni kenara çekip konuşacak cesareti bile yoktu. Böyle birine söyleyecek neyim olabilirdi ki? Mervan, ne kadar delicesine bir cesarete sahipse; Zeynep de bir o kadar korkaktı. Bu ikisinin abi kardeş olduğuna inanmak için bin şahit lazımdı.


Yine yapmıştı işte. Bakışlarıyla tüm bedenimi tutuk bir zincire kenetlediği yetmezmiş gibi otoriter tavırlarıyla ailemi etkisi altına almaya çalışıyordu. El altından yaptığı imalarla bana durmadan kendi yasak dünyasının kapılarını açıyor; bense hırsla o kapıları bir bir yüzünü çarpıyordum. Yorulmuştum onun bu vurkaç yapan silik, köhne darbelerinden. Artık işi sözde koymuyor, yanımdan gelip geçerken bile olası kaçınılmaz bir yakınlığa beni mecbur bırakıyordu.


Biraz uzaklaşmak için lavaboya gittim. Çıktığımda olabildiğince oyalanmaya çalıştım. Aşağıda ne kadar az zaman geçirirsem kendimi iyi hissetmem de o kadar kolay olacaktı. Duvarda ilgimi çeken bir tabloyu incelerken yine o sarhoş edici parfümü burnumu Mervanlı bir kabusa sürükleyip kıvrandırdı. Hemen arkamdaydı. Beni hayran hayran incelediğinden neredeyse emindim. Sanki kör bir bıçakla tüm derimi yüzüyormuşçasına acı içinde kıvranıyordum. Kaçıp gitmek istiyordum bu viraneden ve ne yazık ki bu o kadar kolay olamayacaktı. Nefes alışlarını ensemde hissedince olabildiğince hızlı bir şekilde bedenimi ondan kurtardım.


Kahretsin... Kolumdan yakalayıp duvara sert sayılabilecek bir hamleyle yasladı. Cürreti karşısında dilim tutulmuştu. O siyah, efsunlu gözlerine tüm nefretimi kusar gibi baktım. Artık kendimi durduramıyor, sert kollarının arasında delicesine kıvranıyordum. "Bırak beni!" Sesim tahmin ettiğimden çok daha güçlü çıkmıştı. Her an birinin koridorda bizi yakalaması an meselesiydi. Nasıl cesaret edebiliyordu buna? Bu evde, iki aile de bir nefes kadar uzağımızdayken... Nasıl bu çirkin hareketlerine devam edebiliyordu? Elleriyle dudaklarımı birbirine kenetleyip kapattı. Artık bağırmak şöyle dursun, nefes almaya bile güç yetiremiyordum. İncecik kalan sesim, bu itiş kakışa yalvarır gibi engel olmaya çalışıyordu.


"Sadece konuşmak istiyorum!'' dedi beni soluksuz bırakırken. Onunla konuşacak neyim olabilirdi benim? Göğsüne indirdiğim yumruklar ve isyankâr bakışlarım onu engellemeye yetmiyordu. Zayıftım işte. Güçsüzdüm karşısında. Deli cesareti en çok kendini mahvedecekti oysa. Alnında biriken boncuk boncuk terlere aldırmadan, "Sadece konuşacağız!" diye diretti. Sakinleşmeye niyetim olmadığını anlayınca duvardan sökercesine çekti incecik, zayıf bedenimi. Tam da bu esnada anlık bir boşluğunu yakalayıp ağzımı o kahrolası ellerinden kurtardım. Yüzüne okkalı bir tokat atıp kendimi birkaç adım ondan uzaklaştırdım.


Eli dudaklarımdan ayrılmış ve titrek bir halde yüzüne usulca kondurulmuştu. Heyecandan göğüs kafesimi kıracak kadar güçlü nefesler alıp veriyordum ve ciğerlerim artık bu tempoya dayanamayıp yırtılacakmış gibi bedenime baskı yapıyordu. "Eğer!" dedim boğularak. "Eğer bir kez daha bana dokunursan..." Gözleri utanmaksızın tehditvâri bir şekilde gözlerime sevimsiz tokatlar atıyordu ve ben içinde bulunduğum öfke girdabında ağlamamak için kendimle tek kişilik bir savaş yürütüyordum. "Ne olur?" dedi küstah bakışlarını üzerimde gezdirirken. "Ecelin olur mahvederim seni!'' Tehditlerim onu zerre kadar korkutmuyordu.


Gözlerini küçümser bir halde tehditin muhafızlığını yapan kalın, biçimli dudaklarımda gezdirdi. Dudaklarını kıvırışı ve alaylı elmacık kemikleri beni delirtmeye yetmişti. "Herkes senin nasıl aşağılık bir adam olduğunu anlar!" Başını küstah bir şekilde yalanlarcasına salladı. "Git söyle!" Alaylı, anlık bir tebessümle meydan okurken, tek kaşını kibirle kaldırdı. Bana, açtığım o mesafeyi daraltarak bir kez daha yaklaştı. Çok korkuyordum. Deli gibi titriyordum; ama bunu ona asla belli etmemem gerektiğinin de farkındaydım.


Ellerini açıp, avuçlarını duvara sertçe yerleştirdi. Başımı avuçlarının birkaç santim gerisinde adeta kıskaca almıştı. Boyu benden daha uzun olduğu için alevli bakışları ancak eğildiğinde gözlerimi yıkarcasına yakabiliyordu. Artık soluğunda boğulacak kadar yakındım. Kalbimin atışları ve kıpkırmızı olan yüzüm içinde bulunduğum çaresiz duruma, berduş öfkeme rağmen şahitlik etmekten geri durmuyordu. "Hadi söyle! Hemen şimdi!" Nasıl cesaret edebiliyordu buna? Şerefini ve ailesini hiç düşünmüyor muydu bu adam? Yoksa parasının ve gücünün bu zorbalığı bile örteceğine inanıyor olması mıydı onu bu kadar cesur ve küstah kılan?


O gözlerimi hayran hayran süzerken, en büyük korkum olacağını bildiğim sözleri de dudaklarından tek tek döküldü. "Bu itiraf seni kurtarmaz; sadece bana getirir!" Onu itip hızla merdivenleri inmeye başladım. Arkamda küçük bir sendelemeden başka bir hareket bırakmadığımın farkındaydım. Zihnim allak bullaktı. Bu şekilde asla salona dönemezdim. Sakinleşmeye ve kendimi toparlamaya ihtiyacım vardı. Sütlü kahve tonlarındaki kilimin ayağıma dolaşması tüm dengemi kaybetmeme neden oldu. Kolum çok hızlı bir şekilde mermere çarpmıştı ve ben neyseki demirlerden tutunarak düşmemeyi başarmıştım.


Biraz önceki hadise gözlerimin önünde bir sinema perdesi gibi duruyor, baktığım her yerde bu korkunç görüntüler belirip zihnimi darmadağın ediyordu. Hıçkırıklarımı daha fazla tutamadım ve gözyaşlarım yanaklarıma dökülürken kapıyı hızla kapatıp kendimi tuvalete kitledim. Artık doya doya ağlayabilirdim ve hiç kimse burda beni rahatsız edemezdi. Gözyaşlarım sade sayılabilecek makyajımın akmasına ve düğün telaşından yorgun düşmüş gözlerimin daha da yıpranmasına sebep olmuştu. Sözleri çığlık çığlık kulaklarımda yankılanıyordu ve ben ne kadar uğraşırsam uğraşayım o küstah sözlerini zihnimden atamıyordum.


"Bu itiraf seni kurtarmaz! Sadece bana getirir. Bu itiraf seni kurtarmaz! Sadece bana getirir! Bu itiraf seni kurtarmaz!Sadece bana getirir!" Duymak istemiyordum tüm bu sözleri artık. Ve unutmak istiyordum o koyu, hareli gözleri. Beni daha fazla tehdit etmesine dayanamazdım. Buna bir son vermeliydim. Başımı, hıçkırıklarımı boğmak için dizlerime gömdüm.


Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Bir çift ayak sesi yüreğimin delicesine çarpmasına sebep oldu. Yaralı bir kuş gibi çırpınan kalbim, biraz önceki saçmalığın etkisiyle en ufak bir harekete veya sese bile titreyip ürkecek hâle gelmişti. O olabilir miydi? Ya gelirse! Daha kötü şeyler yaparsa! Kapıya yaslandım. Yaşlar yüzümü yeniden istila etmişti. Alnımı kapıya yapıştırdım ve ellerimle ahşap kapıyı medet umar gibi okşadım. Eğer bir kez daha beni rahatsız etmeye yeltenirse ne yapacaktım? Bu gidişat böyle devam edemezdi. Dur demeliydim.


Kararımı verdim. Olan biteni aileme çekinmeden anlatacaktım. Beni daha fazla rahatsız etmesine izin veremezdim. Düğün... Ablam çok istiyordu bu evliliği. Benim yüzümden düğünü iptal edilirse, bu utanca ve hayal kırıklığına nasıl dayanırdı? Beni suçlar mıydı? Ya eniştem... Kardeşinin suçlarının bedelini ablama ödetir miydi? Sırtımı kapıya yaslayıp, ellerimi fayas zemine öfkeyle indirdim. Avuçlarımın karıncalanmasına aldırmadan defalarca fayansa sert şaplaklar attım.


Adımlar şimdi çok daha yakından geliyordu. "Nazar!!" Kapı kolu, aşağı yukarı birkaç defa sallandı. "Burda mısın?" Ablamın sesini duyunca biraz olsun rahatlamıştım. Belli ki gecikmem annemi telaşlandırmıştı. Ablamı, bana bakması için gönderdiğine göre yokluğum hissediliyordu salonda. Hıçkırıklarıma engel olamayarak, "Ablaa!" diye küçük bir çığlık kopardım. Sesim, yıpranan boğazımın da etkisiyle çok zayıf ve acınası çıkmıştı. Beni duyunca endişeli bir şekilde kapıya vurmaya başladı. "Lavaboda mısın? Aç kapıyı, neden kitledin ki?" Soruları bir kumru gibi ıssızlığı haykıran bedenime ağır geliyordu.


Kilidi çevirip kapıyı araladım ve kimseye görünmeden onu içeri aldım. Karışık saçlarıma ve dağılmış makyajıma hayretler içinde bakıyordu. "Ne oldu sana?" Kapıya yaslanarak dizlerimin üzerine çöktüm ve gözyaşlarımın esaretine teslim oldum. Eğilip şefkâtle yüzüme dokundu. "Neyin var söyle hadi!" Dudaklarımdan tek bir kelime dahi çıkarmaya gücüm kalmamıştı. "Gidelim ne olur! Hiç iyi değilim. Gidelim!" Sözlerim onu şaşırtmıştı. "Tamam! Gideceğiz! Kahveler içilsin, erkekler kalkmaya başlar." Ellerimi kalbimin üzerinde buluşturup en aciz hissettiğim bu anın cesaretimi baltalamasına izin verdim. Ablam, olan biteni öğrenmek için çırpınıyordu; fakat benim ona bir şey söylemeye ne gücüm kalmıştı ne de cesaretim.


Yüzümü çantasından çıkardığı makyaj temizleyicisiyle sildi ve en azından haraplığımı gizleyecek kadar malzeme kullanıp beni zavallı görünüşümden bir çırpıda kurtardı. Saçlarımı suyla düzeltip hemen salona geçtik. Adımlarım hiç olmadığı kadar yavaştı ve ellerim korkuyla titrerken olabildiğince güçlü görünmeye çalışıyordum. Başımı kaldırmaya cesaret edemiyordum. Ordaydı işte! Baş köşede, babasının hemen yanında dimdik duruyordu. En azından çekilip gideceğini ummuştum. O ise cesaretini ve küstahlığını bir kez daha bana kanıtlamanın hevesiyle yanıp tutuşuyordu belli ki.


Halası yanıma gelip, "Neyin var güzel kızım!" diyerek şefkât gösterdi. Bense titreyen dudaklarımla ve kaçırmaktan yorulduğum gözlerimle öylece dikilip ona cevap bile veremiyordum. Mervan'ın gözleri yine sinsi bir şekilde üzerime düşmüştü. Hâlâ utanmadan beni dikizleyebiliyordu. "Koluna ne oldu? Yaralanmışsın!" dedi endişeyle. Belli ki halası beni bu gün rahat bırakmaya hiç niyetli değildi. "Çarptım!" dedim kayıtsızca. Utangaç ve ürkek duruşum , salondaki herkesin meraklı bakışlarını bende buluşturdu.


Şuan ki hâlime kimse anlam veremiyordu. Bir kişi dışında! Mervan... O eserine gururla bakmayı sürdürüyor, adeta şuan ki duruşumdan zevk alıyordu. Hiç mi korkmuyordu bu adam? Bu gece bir yüreklilik yapsam ve olanları anlatsam, çıkacak rezilliği nasıl örtpas edecekti? Namus haysiyetine önem verdiğini bildiğim bu insanlar, açık saçık bu sataşmayı müsamahayla karşılamayacaklardı şüphesiz. O zaman neydi bu rahatlığın sırrı? Bana mı güveniyordu? Yapamayacağımı mı düşünüyordu yoksa? O kadar korkak bir kız mıydım onun gözünde?


Hala Hanım, beni yavaşça koltuğa yasladı ve adının Dilan olduğunu öğrendiğim genç kıza pansuman için malzeme getirmesini emretti. O küçük sıyrık, benim gözümde sinek ısırığından farklı değildi oysa. Alışkındım yara bereye. Babamdan idmanlıydım ne de olsa! Çektiğim onca acının ve aldığım o şiddetli darbelerin yanında bu sıyrık neydi ki? Hepsi geçmişti; bu da geçerdi. Ruhumdaki kanayan yaralara çalım atarak aheste aheste silinip giderdi tenimdeki her zulüm mührü. Ben de silinişini ve benden gidişini alayla izlerdim. Ağlayarak feryat edecek hâlim yoktu ya! Hangi birine ağlayacaktı hüzünlü gözlerim?


Elbette darbe alan bir tek ben değildim. Parmaklarımın izi harita gibi Mervan'ın yüzünde gururuma göz kırpıyordu. Bakışlarım, dizlerime kitlenmişti ve ben içimdeki bu yersiz utangaçlıkla sessiz sedasız cebelleşip duruyordum. Kolumdaki yarayı incitmeksizin temizleyip sardı. Oldukça derin ve acı verici olduğu halde yaşadığım olayın şokundan onu hissetmemiştim. Kanlar kolumda ve elbisemde kırmızı lekeler bırakmıştı ve benim bunu temizleyecek vaktim bile olmamıştı ne yazık ki.


"Bize müsaade! Kalkalım artık!" Babamın sesi, içimdeki kavgayı bir nebze de olsa durdurmuştu. Ondan, uzun zaman sonra ilk defa beni memnun edebilecek bir söz duymuştum çünkü. Kadir Bey, "Otursaydınız! Henüz çok erken!" dedi gözlerini üzerimizde gezdirirken. Babamsa kalkmak için yaptığı bu hamleye oldukça sadık kaldı ve "Yeterli. Her şey için teşekkür ederiz!" diye ekledi. Bu red beni hiç olmadığı kadar rahatlatmıştı.


"İstersen kal Nazar! Pek iyi görünmüyorsun! Yollarda daha fazla yıpranmanı istemem!" Hala Hanım'ın bu beklenmedik daveti karşısında bedenimin yeniden kasıldığını hissettim. Ağzımı açıp cevap vermeye yeltenmiştim ki, salonun diğer ucundaki tok bir ses tüm dikkatimi kendine yöneltti. "Evde oda çok. Dilerse birini hemen hazırlatabiliriz!''


Mervan, yine beni kapana kıstırmak için kendine fırsatlar yaratıyordu. Bu sözler, babasında tatminsiz bakışlara, Gülnaz da ise huzursuz kıpırdanmalara neden olmuştu. Ona dönüp tüm aymazlığımla, "Gerek yok! Ailemle giderim ben!" dedim. Yavaş yavaş kalkıp kapıya yöneldik. Veda bile etmeden kendimi dışarı attım. Bendeki bu değişiklik, hiçbirinin gözünden kaçmamıştı. Zaten en başından beri bu aileye mesafeliydim. Onların yanındayken bu huzursuzluk duygusu beni bırakmıyor; içten içe ruhumu sıkıp rahatsız ediyordu. Muhtemelen kendilerine olan soğuk tavırlarımın farkındaydılar. İlişkimizi minumum seviyede tutmalarından bu durumu içerlemediklerini anlayabiliyordum.


Hala Hanım, "Bir şeye ihtiyacın olursa beni arayabilirsin!" dedi. Ona zoraki ve zayıf bir şekilde gülümseyip , teşekkür ettim. Sanırım ailede samimiyetine inandığım tek insan da oydu. Bu kadında, diğerlerinde olmayan bir görgü ve samimiyet vardı ve daha ilk bakışta farkediliyordu asaleti.


Bize hazırlanan araca binip otele doğru yol aldık. Vardığımızda bir duş alıp kendimi alelacele yatağa attım. Ellerim dudaklarımı yokladı. Dudaklarımı avuçladığı o korkunç anları unutamıyordum. Bana dokunması içimdeki tüm kanın beynime hücum etmesine sebep olmuştu sanki. Yatağımda dönüp durdum. Tüm gece gördüğüm kabuslar yüzünden uyuyamıyordum. Zihnim o korkunç sahneleri gözümlerimin önüne getirdikçe korkuyla sıçramaktan kurtulamadım.


Yarın ki düğün merasimiyle Diyarbakır maceramızı noktalayacaktık; uzunca bir süre görüşmeyeceğimizi bilmek beni delicesine memnun ederken, her şeyin biteceğini düşünüp kendimi rahatlatmaya çalıştım. Sadece iyi şeyler düşünerek beynimi morfinle uyutuyor gibiydim. Ama zaten yarından sonra hiçbir şeyin bir önemi kalmayacaktı. Hayatımıza bir anda dahil olan o Hanzâde ailesi , aynı hızla çıkıp gidecekti. Belki annemler görüşmeye belli aralıklar devam edebilirdi; ama üniversite hazırlığında olan ben, bunun için hiçbir zorunluluk taşımıyordum.


Ertesi gün tam kadro düğün için hazırdık. Annem sade bir elbise giydi. Ablam, oldukça gösterişli ve pahalı bir gelinlik seçmişti; abimse lacivert takım elbisesinin içinde son derece yakışıklı görünüyordu. Küçük Ayşe; beyaz, sevimli bir gelinlik tercih etti. Elbette hanımefendinin makyaj görevini de üstlenmekte gecikmemiştim. Meleğim o güzel, minik gelinliğin içinde ne kadar da güzel görünüyordu.


Herkes hazırdı. Bize ayrılan odada giyinip süslenmeye koyuldum. Uzun, askılı, bordo bir elbise giymiştim. Göğsün hemen altından genişleyip, aşağı doğru iniyor ve geride beni hemen arkamdan takip eden sevimli bir kumaş bırakıyordu. Oldukça sade olan görüntüsü, diz kapaklarımın hemen üzerine kadar gelen küçük bir yırtmaçla hareketlendirilmişti. Gözlerimi öne çıkaran oldukça çekici bir makyaj yapmıştım ve bembeyaz tenim o bordo elbisenin içinde, beyaz bir gül tomurcuğunu andırıyordu. Sarı saçlarımı maşayla dalgalandırdım ve sol tarafına beyaz, swarovski taşlardan oluşan, gül şeklinde bir toka iliştirdim.


Odamdaki boydan aynanın karşısında ne kadar kendimi seyrettiğimi hiç bilmiyorum. O kadar güzel görünüyordum ki yansımama nerdeyse âşık olacaktım. Ellerimi sevgiyle yüzümde gezdirdim. O tatlı küçük hanımı öpücüklere boğmak istiyordum. Ah Mehmet! Keşke beni böyle görebilse! Hayatımın her anında içimde bir yerlerde benimleydi sanki. Onu düşünmemek benim için imkansız bir hâl almıştı. O benim hevesle kabullendiğim tek kalp ağrımdı. Başkası mümkün olamazdı zaten!


Bizi almak için gelen arabaya bindik ve düğün mekanına alel acele gittik. Oldukça lüks bir salon tutmuşlardı. İnsanlar abartılı detayları olan rengarenk elbiseler giymiş, neşeli hâlleriyle ortalıkta dolaşıp duruyorlardı. Salondaki ışıklar gözlerimizi kamaştıracak kadar ahenkli ve güzeldi. Oldukça büyük olan pist, krem rengi detaylarla hareketlendirilmişti ; aynı renk tüller ve canlı çiçekler de daha girişte herkesin ilgi odağı hâline geliyordu. Büyükçe bir orkestra kuzey tarafta misafirleri rahatsız etmeyecek şekilde yerleştirilmiş ve her şey büyük bir ilgiyle tek tek düşünülüp ailenin itibarına layık bir hâle getirilmişti. O büyük parlak avizelerin altında, başım şimdiden dönmeye başlamıştı.


Bizi selamlayıp, oturmamız için bir masa gösterdiler. Yavaş ve asil adımlarla masaya yöneldim. Salona girdiğim an tüm bakışlar üzerime düşmeye başlamıştı. İnsanlar kaşıyla gözüyle beni gösterip, "Kim bu?'' diye birbirlerine soruyor, gözlerini üzerimden bir an olsun ayıramıyordu. Bu ilgi beni hem şaşırtmış hem de çok heyecanlandırmıştı. Daha 17'sinde gencecik bir kızdım ve sadece ablamın düğününde güzel görünmek istemiştim. Bıktıran bakışlar, kısa süre içerisinde beni sıkmış ve ortamdan uzaklaşmanın yollarını aramaya sevketmişti.


Anneme hava almak istediğimi söyleyip terasa doğru yürümeye başladım. Gitmemi istememişti; ama beni durduramayacağını bildiğinden sadece çabuk gelmemi tavsiye etmekle yetindi. Usulca terasa yöneldim. Zihnim hâlâ aşamadığım o korkunç gecenin etkisindeydi. Unutmak istiyordum; fakat belleğim isyankâr bir tavırla bana engel olmaktan gocunmuyordu. Biraz terasta nefeslenmek bana iyi gelecekti.


Bu gece gökyüzü yıldızlar içinde eşsiz bir kandil gibiydi. Derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Birkaç saat içinde bitecekti ve biz bu şatafat düşkünü insanların arasından ayrılıp sade ve güvenli evimize dönecektik. Arkamda bir çift adım sesi duydum. Dönüp bakmaya cesaretim yoktu. Sesleri umursamayıp, kaygısızca rahatlamaya çalıştım. O olamazdı. Olmamalıydı. Dünkü cevabımdan sonra bu kadarına cesaret edeceğini düşünmüyordum.


"Çok güzel görünüyorsun?" İstemdışı sesin geldiği tarafa baktım. Ne yazık ki gelen Mervan'dan başkası değildi. Şom ağzım yine boş durmamış, kabusumu hiç vakit kaybetmeden bana getirmişti. Hiçbir şey söylemeden kapıya doğru yönelip terası terketmek istedim. Çevik bir hamleyle önüme geçip beni engelledi. Onu görmezden gelerek sağa doğru tekrar bir hamle yaptım; hayâsızca önüme geçip beni bir kez daha durdurdu. Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu ve bu duruma susmak zorunda olmak beni içten içe deli ediyordu.


Güçlü görünmeye çalışarak, "Yine mi siz?" diye çıkıştım. Yüzünde keyifli bir tebessüm peydah olmuştu. Elmacık kemikleri, bu yapmacık tebessümle ortama ve bana göz kırparken gözlerim ona kinle ateş saçmaya devam ediyordu. Hafif sallanır bir edayla yanıma süzüldü. Dudaklarının alaycı kıvrımları çoktan işbaşına geçmiş, beni delirtmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.


"Hava almak da mı kabahat oldu?" dedi gökyüzünü hırslı bakışlarıyla tararken. Elbette ona cevap vermekte gecikmeyecektim. "Siz hava almaya devam edin; zira benim için buranın havası çoktan kaçtı." Kapıya doğru birkaç adım attım. "Sizi cesaretli sanırdım; beni hayal kırıklığına uğrattınız doğrusu." Bu küçümseyici sözler yönümü yeniden ona çevirmişti.


Bu adam beni nerden vuracağını çok iyi biliyordu. "Ortama girdiğim an her yerden kaçıp gidiyorsunuz. Konuşmaya hatta selam vermeye bile cesaretiniz yok!" Savaşın ateşini yakmış ve beni üstten üstten aşağılar tarzda süzmeye başlamıştı. Biraz yaklaşıp aynı aşağılayıcı bakışlarla karşılık verdim. Bu karanlığa rağmen gözlerimdeki kini görmesini istiyordum. En sert ve bitirici hâlimle gereken cevabı vermekten gocunmayacaktım.


"Ben Allah'tan başka kimseden korkmam!" Tebessüme kapı aralayan dudakları yeniden kıvrıldı. Tam da bu anda onu yerden yere vuracak ve kendime yakıştırdığım en güçlü hâlimle hakettiği karşılığı verecektim. Dudaklarımı birbirine bastırıp, aşağılar bir tarzda kıvırdım. "Şu saçmalığa bir son verin bence. Artık komik olmaya başladınız! Sizden hiç ama hiç hoşlanmıyorum; sizinle aynı ortamda bulunmak bile benim için bir eziyetten farksız!" Yanıma biraz daha yaklaşarak, üzerimde bakışlarıyla psikolojik baskı kurmaya çalışıyordu.


"Bana hiç öyle gelmiyor, size yakın olduğumda bir serçe gibi titrediğinizi hissedebiliyorum." Alaycı bir gülüşle karşılık verdim. "Belki de sinirden titriyorumdur, sizi görmeye tahammül edemediğim için! Ne dersiniz?" Yüzünün kızardığını görebiliyordum. Öfkeden dudakları titriyordu. Reddedildiğinin o da farkındaydı ve bana karşı sadece uzatmaları oynuyordu. Konuşmayı daha fazla uzatmadan hırsla içeri girdim. Arkamdan gelemeyecek kadar hiddetliydi.


Masama geçip biraz önce olanları unutmaya çalıştım. Herkes normal görünüyordu. Bir kişi dışında... Annem... Gözlerinde korkuyla karışık endişe pırıltıları peydah olmuştu. Gözlerini üzerime kitleyip, bir cevap ister gibi beni süzüyordu. Olanları görmüş olabilir miydi? Olmamalıydı. Masa ile teras arası oldukça fazlaydı. Eğer bana bakmak için kalkmadıysa olan biteni görmüş olamazdı. Gözlerimi ondan kaçırdım. Sadece bu hareketim bile sakladığım bir şeyler olduğunu anlaması için yeterdi. Beni çok iyi tanıyordu ve ben titreyen dudaklarımla, gergin tavırlarımla bu gizi ona basbas bağırmaktan kurtulamıyordum.


Anneme, Mervan'ın rahatsız edici davranışlarını söylemeli miydim? Söylesem bile ne yapabilirdi ki? Üzülmekten başka elinden ne gelirdi? Peki ya babam? Bu aileyi benim için... Kendi deyimiyle başbelası bir s*rtük için karşısına alır mıydı? Namus... Sevginin harekete geçiremediği sahiplenmeyi bu birkaç harf şaha kaldırır mıydı?


Her şey onun yüzünden olmuştu. Böyle özel bir günde bile onun isli heveslerinin kuyusunda kıvranıyordum. Ne kadar da çok nefret ediyordum ondan! Hastalıklı ruhu, bir gölge gibi peşimdeydi sanki. Tüm yıpratmalarıma rağmen gücünden ve gururundan taviz vermeyerek bana çalım atıyordu. Sakinleşmeliydim! Böyle özel bir günü mahvetmesine izin veremezdim. Nefes egzersizleri işe yaramıştı. Kızgınlığım kısa süre içinde geçti ve tekrar düğüne odaklanmayı başardım.


Hanzâde ailesi, onur konuklarını gururla karşılarken, masamızda düğünün başlamasını bekliyorduk. Diyarbakır'ın şehrimize uzak olması hatrı sayılır hiçbir akrabamızı düğüne yönlendirememişti. Sadece aile fertleriyle ablamı bu büyük salonda destekliyor ve en özel anlarına şahitlik ediyorduk. Işıklar hassas gözlerimi rahatsız etmeye başladı. Şakaklarımın ağrısı ortamı benim için daha da katlanılmaz bir hâle getirmişti. Kapalı gözlerimi yeniden araladığımda ışıkların loş bir hâl aldığını gördüm. Bu çok daha iyi gelmişti. Yapılan anons dikkatimizi hep birden kapıya yöneltti.


Birkaç dakika sonra ablam ve Haşim eniştem romantik bir düğün müziği eşliğinde salona girdi. Ellerimiz kızarıncaya kadar onları alkışladık. Birbirlerini büyük bir hayranlıkla seyredip, salonun ortasında tüm misafirleri unutmuş aşkla dans ediyorlardı. Bir an gözümün önüne Mehmet geldi. Acaba bir gün biz de böyle bir düğünle evlenip birbirimize kavuşabilir miydik? Gelinliğimi hayal edebiliyordum ve onun damatlık içindeki zarif duruşunu. Her şey ne kadar güzel olurdu kim bilir? Belki de evlilik sandığım kadar kötü bir şey değildi. Ablama her baktığımda mutluluktan nasıl parladığını görebiliyordum. Gözleri aşktan ışıl ışıl olmuştu sanki.


Ben onları keyifle seyrederken; kuzenim Ömer, önümde diz çöküp oldukça sempatik tavırlarla beni dansa kaldırdı. Aslında dans etmek şuan zerre kadar arzu ettiğim bir şey değildi. Sakince oturup, bir vukuat olmadan merasimi bitirmek istiyordum. Ama Ömer, bıkkınlığımı umursamayacak kadar heyecanlıydı; bir o kadar da kararlı. Kardeşlerimden farksız olan bu temiz kalpli çocuğu kırmak istemedim ve davetini kabul edip piste geçtim. Ahenkle mutlu bir şekilde dansımıza başladık.


Modern danslar beni her zaman etkilerdi. Özellikle de bu gece her şey çok daha özel olmalıydı. Birbirimize gülümseyip, yavaş tempoda dansa koyulduk. Bana okuldaki komik arkadaşlarından bahsediyordu. Biraz önceki gerilim yerini neşeli kıkırdanmalara bırakmıştı çoktan. Deli çocuk... Her zaman bana neyin iyi geleceğini çok iyi bilirdi. Espiriler ve rahat tavırlar, onun gizli silahı gibiydi. Hemen sevdiriverirdi kendini. Şeytan tüyü var derler ya; işte! Tam da öyle bir havası vardı Ömer'in.


Ortamın enerjisi yavaş yavaş sarmaya başlamıştı beni. Hatta hâlimden memnun bile sayılırdım. Dansın ritmi ve Ömer'in neşesi beni kucaklarken, Mervan'ın büyük bir hırsla yanımızdan geçtiğini farkettim. Kendimi çok huzursuz hissediyordum. İçimden keşke şu müzik bitse de yerimize otursak diye geçirmekten kendimi alamadım. Sanki dualarım kabul olmuştu. Müzik, hiç beklemediğimiz bir anda durdu. Ömer, olan biteni anlamak için ters ters orkestraya baktı; fakat adamlar, "Bilmem!" tarzında bir hareket yapıp durumu dikkate almadılar. İnsanlar romantik müziğin kapanmasıyla birlikte olanlara anlam veremeyip birer ikişer dağılmaya başlamıştı.


Pistin boşalmasıyla birlikte yerime oturmak için masama yöneldim; fakat izbandut kılıklı 2 adam benden habersizmiş gibi davranarak önümü çoktan kapatmıştı. İnsanların dağıldığı ve salonun karmaşaya teslim olduğu bir zamandı; bu yüzden üzerimdeki baskıyı kimse farketmiyordu. Başımı çevirdiğimde Mervan'ın keskin yüz hatlarına tosladım. Gözleriyle bana meydan okuyan bir bakış attı. Ne yapmaya çalıştığını kestiremiyordum. Biraz önceki gibi ıssız bir terasta değildik ve bu kadar insanın karşısında rahatsız olabileceğim en ufak bir harekette bulunması, onun tüm itibarını kaybetmesine sebep olabilirdi.


Birkaç adım geri giderek orkestraya eliyle çal tarzında bir işaret yaptı. Bu hareketten sonra kulakları sağır edercesine güçlü bir zeybek havası salonda yankılanmaya başlamıştı. Eliyle yere okşar gibi dokundu ve kollarını iki yana açıp coşku ve hırsla dans etmeye başladı. Herkes tüm dikkatini vererek hayretle onu izliyordu. Bu hiç de beklendik bir durum değildi. Kimse bu değişime anlam verememişti. Bense bu son hareketiyle ne yapmaya çalıştığını çok iyi anlamıştım. Benden kendisinden korkmadığımı kanıtlamamı istiyordu. Eğer çekinip masama oturursam bu cesaret düellosunu kaybedecektim; dansına eşlik ettiğimdeyse kendimi yüreklilik konusunda kanıtlamış olacaktım.


Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadan sabırla vereceğim kararı bekledi. Bir yandan ritmik adımlar ve kol hareketleriyle dansına devam ederken, diğer yandan avını kıstırmış bir şahin gibi etrafımda dönüp beni şaşırtmaya çalışıyordu. Kararımı çoktan vermiştim; bu psikolojik savaşı ne pahasına olursa olsun kaybetmeyecektim. Kollarımı iki yana açıp, kadınlık zerafetimi terketmeden oyununa katıldım. Kendisinden beklemediğim kadar usta bir şekilde zeybek oynuyordu. Bu dansı öyle sert, kendinden emin adımlarla yürütüyordu ki çevresindeki hiçbir erkek, o mühürlü bakışların karşısına geçip dans etmeye cesaret edemiyordu.


Endişelerimi belli etmemeye çalışarak hareketlerimi keskinleştirdim. Aynı hırs ve cesaretle etrafında dönerek, ona meydan okuyordum. Fakat ne yazık ki yüzünde, en ufak bir tereddüt ve hayal kırıklığı görünmüyordu. Bana biraz daha yaklaşıp aramızdaki mesafeyi daralttı. Benim bu yakınlıktan çekinip dansı terketmemi bekliyordu. Evet haklıydı da... Bu yakınlık beni gerçekten rahatsız etmişti; fakat yenilgiyi kabul edemeyecek kadar da gururluydum. Aynı şekilde karşılık vererek üzerine doğru ahenkli, zarif adımlar attım. Bu sefer gerisin geriye gitme sırası ona gelmişti. Ani ve hızlı geçişlerle eğilip, doğrulup zemine vuruyor; adeta beni şaşırtmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Bense lisede aldığım folklör dersleri sayesinde bu numaraların ahengimi bozmasına asla müsaade etmeden, dansımı özgüvenle sürdürüyordum.


Bu oyunun efelerle anılan bir Ege dansı olduğunu hatırladım. Sanırım bana Beyliğini ve gücünü hissettirmek için böyle bir dansı seçmişti; yoksa zeybeğin Diyarbakır'da pek de popüler olduğu söylenemezdi doğrusu. Elbette ben de onun rüzgarına kasırgayla karşılık verecek ve bu düelloyu sonuna kadar götürecektim. Diz çöküp etrafında dönmem için bana hiç hesapta olmayan bir rol verdi. Ona uyup ritmimi bozmadan etrafında ağır başlılıkla iki tur attım. Ayağa kalkıp beylik formundaki kıvrak hareketlerine bir süre daha devam etti. Dansın sonuna geldiğimizin o da farkındaydı. Keskin bir hareketle eğilip yeniden okşar gibi zemine dokundu ve elini göğsüne hafifçe vurup müziği sonlandıracak son işaretini yaptı. Alkış sesleri kulakları yırtarcasına salonda yükselmeye başlamıştı. Ayağa kalkıp beni başıyla selamladı. Arkamı dönüp umursamazca masama oturdum.


Hayatımın en zorlu 5 dakikasını geçirmiştim ve kendimi hiç olmadığım kadar kötü hissediyordum. Evli bir adamla, bir inat uğruna yanlış anlaşılmaya müsait bir şekilde dans etmiştim. İçimde amansız bir pişmanlık çoktan peydah olmaya başlamıştı. Toyluğumdan faydalanıp beni hırsıma ve öfkeme yenik düşürmüştü. Arkamızdan edilecek dedikoduları düşünmek dahi istemiyordum. Kim bilir, eve gidince ne azarlar işitecektim. Bu düşünceler bir böcek gibi beynimi kemirirken babama bakmaya bile cesaret edemedim. Evet, ona gereken dersi vermiştim; ama annemin delici bakışlarına bakılacak olursa o da evde bana iyi bir ders vermekten geri durmayacaktı.


Gecenin geri kalanının sorunsuz geçmesi için dua etmeye başladım. Neyse ki ablamı uğurlayıp yola çıkana kadar bir sorun daha çıkmadı. Artık evimize dönüyorduk ve ben bu gece o küstah adamı son kez görmüş olduğumdan nerdeyse emindim. 8 ay sonra başka bir şehre gidecek ve yeni şehrimde tüm bunlardan uzak bir üniversite hayatına başlayacaktım. Hayatımda temiz bir sayfa açmamın zamanı çoktan gelmişti. Çocukluk travmalarımdan uzak yeni bir hayat...


***


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️arkadaşlar bu kitap olacak bir hikaye. Matbaada sıra bekliyor. Bu sebeple kaldırılma durumu var. Bölümleri onar yirmişer bölüm atacağım. Lütfen biriktirmeden okuyun. Final oldu. Hoşçakalın. Sevgilerimle.

Loading...
0%