Yeni Üyelik
51.
Bölüm

51. Bölüm: Ilk Darbe

@syildiz_koc


"Çünkü sevmek yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi."


OĞUZ ATAY


Her gecenin bir sabahı, her ayazın bir baharı vardı. Günler aylarla, aylar yıllarla kovalamaca oynarken hikayemin kaç fasıl atladığını sayamıyordum. İçimde tökezleyen tuhaf hisler, vicdanımla kıyasıya bir kavga içerisindeydi. Şarkının da söylediği gibi bir yanım vicdanımın küllerini yaprak misali döküp savuruyor, bir yanımsa yavrularımın varlığıyla bahar havası estiriyordu. Mervan'ın sözlerini düşünüyordum günlerdir. Benim kendisine âşık olduğumu söylüyordu.


Pişmandım... Karşısında öylece susup kalmamalı, iki çift hatırı sayılır laf da ben söylemeliydim. Bağırıp çağırmalıydım mesela. Göğsüne sert yumruklar indirmeli, örseleyip aşağılık bir gangsterden başka bir şey olmadığını haykırmalıydım. Hemen ardından sayıp dökmeler başlardı dilimden. Aileme, bana, Gülnaz'a yaptıklarını onlarca kez yaptığım gibi başına kakar; farklı hikayelerin çalınmış, devşirme karakterleri olduğumuzu vurgulardım. Yapamamıştım... İçimde bir sızı engel olmuştu tüm bunlara. Ağzımdaki tükürük kurumuştu sanki. Yutkunamamıştım. Masallardaki kötü cadılar mı çalmıştı sesimi, bilmiyorum. Nazar Ateş, kendi olamayıp susmuştu işte! Başka bir açıklama gelmiyordu aklıma.


Ona meftun olma düşüncesini kaldıramıyordum. Pamuk prensesin katiline, şirinleri Gargamel'e, atan bir kalbin kurşuna sevdalanması gibi bir şeydi bu. Aşkı ne ona ne de kendime bir türlü becerip giydiremiyordum. Düşüncelerimin arasında boğulur gibi olunca terasa çıkma ihtiyacı hissettim. Dilan'ın getirdiği muzlu süt biraz daha iyi hissetmemi sağlamıştı. Yaptıklarımı düşünüyordum ve yapmaya çalıştıklarımı. Hata edip etmediğimi bilmiyordum. Ben karanlığı zayıf bir mum ışığıyla aydınlatmaya çalışmıştım. Zafere yol aldığımı düşünürken mızrak yine dönüp dolaşıp beni bulmuştu. Mervan'a güvenemiyordum. Sözlerinin gerçekliği tam anlamıyla bir muammaydı. Bana kalan tek şey ise o küçük çipti.


İki gün önce ilaçlarını götürme bahanesiyle Baran'ın odasına gitmiştim. Bereket versin uyuyordu. İşte o zaman elimdeki çipi bilgisayarında inceleme fırsatı bulmuştum. O gün haklılığım bir kez daha gün yüzüne çıkmıştı. Mervan, bu çipi boşuna saklamıyordu. İçerisinde yeraltı dünyasıyla ilgili çok gizli belgeler vardı. Kuryeler, satıcılar, avcılar, pazar, koruyucular, kara para aklayıcılar ve daha neler neler... Belgelerden çok daha fazlası bu küçük gerecin içerisine nüfuz etmişti. Suç, cinayet ve işkence görüntüleri, bunları işleyen insanlarla birlikte kayda alınmış; kurbanların unvanları ve kişisel bilgileri dosyalara işlenmiştir. Bu kayıtların neden tutulduğunu, ne kadarının Mervan'la ilgili olduğunu bilmiyordum. Bildiğim tek şey avucumun içinde mahşeri çağıran hacmi küçük, marifeti büyük bir delil taşıdığımdı.


Şimdiden yazılanları okuyup pek çok bilgiye ulaşmıştım; fakat bildiklerimin başıma nasıl bir bela açacağını düşündükçe de huzursuz olmaktan kurtulamıyordum. Baran, uyanmadan ilaçlarını bırakıp odasından çıktım. Bana hazırlanan yemeklerden atıştırıp odama yöneldim. Artık sorumluluklarım eskiye nazaran çok daha fazlaydı. Aras ve Asya'nın gelişimi ile ilgileniyor; ateşlerini ve altlarını sürekli kontrol edip annelik görevlerimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyordum. İlk başta bu işleri kıvırmakta zorlansam da Makbule Hanım'ın yardımıyla başarılı olabilmiştim.


Uyuduklarında uyanacakları saati heyecanla bekliyor; gece bile başuçlarından ayrılmak istemiyordum. Pek çok duygu hissetmiştim bu hayatta; fakat hiçbiri annelik kadar yakışmamıştı kalbime. Bir başkalık vardı hislerimde. Öyle özel, öyle içtendi ki yaşadığım ne koklamaya doyabiliyordum ne de sevmelere. Tek bir tebessümleri benim için koca bir ömre bedeldi. Ben hiçbir şeyi böylesine masum sevmemiştim.


Çocuklarım konusunda esas canımı sıkan şey Mervan'ın tuhaf davranışlarıydı. Beni onlarla bir an olsun yalnız bırakmak istemiyordu. Artık iyiden iyiye odama yerleşmişti. Gözleri her an üzerimde adeta yapacağım en ufak bir yanlışı kollar olmuştu. Banyoya bile benimle geliyor; yalnız kalmak istediğimi söylediğimde ise sık sık beni kontrol etme ihtiyacı hissediyordu. Doğru düzgün işine dahi gitmez olmuştu. Onun aşırı derecede üzerime düşmesinden hiç hoşlanmıyordum. Kendi gölgesi yetmezmiş gibi şimdi de Dilan'ı peşime salmıştı. Kilitlemek zorunda kaldığım kapılar her gün biraz daha tepkisine sebep oluyordu. Ne vardı bu kadar üzerime düşecek ben de bilmiyordum. Belli ki yeniden başını belaya sokmamı istemiyordu.


Beni öyle strese sokmuştu ki bazen gün içinde yaptığım basit şeyleri bile atlayıp unutur olmuştum. Sadece yavrularımla zaman geçirmek istiyordum. Başkalarıyla görüşmek ve konuşmak arzu ettiğim bir şey değildi. Yalnız kalmak ve kendi hâlime bırakılmak bu kadar zor muydu? Bendeki bu donuk hâller de gözlerinden kaçmamıştı ne yazık ki. Düşüncelerimden sıyrılıp işime odaklanmak istedim. Bu çok sık olmaya başlamıştı. İç dünyamdan çıkıp bir türlü diğerlerinin arasına karışamıyordum.


Terastan ayrılıp odama geçtim. Bugün banyo günüydü. Hazırladığım bebek banyosuna giysilerini çıkarıp önce Asya'yı yatırdım ve incitmeden yıkamaya başladım. O küçük bornozunun içinde debelenirken sıra Aras'a gelmişti. Lifi üzerinde gezdirdiğim esnada kapı usulca açıldı. Mervan'ı görünce içimin huzursuzlanmasına engel olamadım. 1-2 dakika bizi izledikten sonra kolları sıvayıp yıkamama yardım etmeye girişti. Aras, Asya'ya kıyasla daha hareketli olduğundan genellikle onu Dilan'la birlikte yıkardım. Bugün ne yazık ki Dilan'ın yerini Mervan almıştı.


Suyu üzerimize sıçrattıkça kıkırdamadan edemiyorduk. "Yaramazlığı da aynı annesi. Ayaklarıyla köpükleri tekmelediği yetmezmiş gibi ağzına gelen suları da suratınıza tükürüyor." Beni gıcık etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Elbette attığı taşları karşılamakta zorlanmayacaktım.


"Bence babasına daha çok benziyor. Sen yokken burnumdan getirme görevini o devralmış, baksana!" Sözüm Mervan'ı epey güldürmüştü. Dakikalar içinde bebekleri giydirip hazırladık. Mis gibi bir koku odaya yayılmıştı. Mervan, ateşlerini ölçüp elindeki raporlarla sağlık durumlarından bahsetti. Sağlıklı olmaları benim için paha biçilemez bir değere sahipti. Mervan'ın bu ilgisinden belli etmesem de epey hoşlanmıştım.


Biz çocukların sağlığı ve geleceği hakkında konuşurken kapı çalındı ve Dilan alışılageldik şaşkın haliyle içeri girdi. Dilan'dan Kadir Bey'in Aras'ı görmek istediğini öğrendiğimde içimde kopan fırtınayı olabildiğince gizlemeye çalıştım. Dakikalar sonra aşağıdaydık. Tüm aile fertleri yerini almış salonda sessizce Kadir Bey'e kaçamak bakışlar atıyordu. Mervan'ın göz işareti ile yavaş yavaş Kadir Bey'e ve onun kudretli koltuğuna yöneldim. Kucağımda uyku mahmurluğu içindeki oğluma bakıyor; onu kurtarıcı Mesih'i krala takdim eder gibi Kadir Bey'e sunuyordum. Kadir Bey'in nefret dolu bakışları gözlerime kilitlenmiş; adeta beni sessiz sedasız boğuyordu. Belli ki o da biliyordu yaptıklarımı. Bu tehditkâr ifadenin başka bir açıklaması olamazdı. Patlamaya hazır bir bomba gibi olduğunu sezebiliyordum. Kılıçları çekeli çok olmuştu. Ben bu eve ve kurallarına uymayacağımı söylemiştim; o da eğemediği dalı hiç acımadan kırabileceğini. Karşı karşıyaydık artık. Öyle ki çocuklarımın varlığı bile beni onun şerrinden korumaya yetmeyecekti.


Bebeği istemeye istemeye ona uzattım. Aras'ı göğsüne bastırıp yüzünü okşadı. Elleri bir süre oğlumun siyah saçlarında dolaştı. Yüzünde merhamet ve sevgi ibaresine rastlayamıyordum. Bu kirli, mavi gözler ne zaman sevgiyle bakmıştı ki? Göz ucuyla Mervan'ı süzdüm. En az benim kadar huzursuz görünüyordu. Kadir Bey, bakışlarını Aras'tan ayırıp bize çevirdi.


"Ona özel davranın. Ağaç yaşken eğilir; şimdiden bir Bey olduğunun idrakine varsın!" Huzursuzca kıpırdandım.


"Siz neden bahsediyorsunuz? Bey de ne demek? Aras sadece bir bebek. Akranlarından farklı hiçbir özelliği yok!" Bakışlarım önce Mervan'ı ardından da koltuğunda büyük bir çınar gibi dimdik duran Kadir Bey'i yokladı. Üzerindeki siyah takım elbisesi, düzenli, beyaz, dağınık saçlarıyla bana endişe duymama sebep olacak şekilde korkutucu bakıyordu. Sert bakışları saniyeler içinde benden ayrılıp Mervan'ı buldu. Bunun bir ikaz olduğunu anlamıştım. Mervan rahatsızlığını belli eder tarzda kısa, siyah sakallarını sıvazladı. Bu boş muhabbetlerden hoşlanmadığı her hâlinden belli oluyordu.


"Oğlumu nasıl yetiştirmem gerektiğini biliyorum Kadir Bey; nasıl yetiştirmemem gerektiğini de." Bu sözden nasıl bir mana çıkarmam gerektiğini bilmiyordum. O kadar kapalı konuşmuştu ki neresinden tutarsam tutayım farklı bir yöne çevirebilirdim. "Çalışma odama gel!"


Kadir Bey, son sözünü söyleyip odasına yönelmişti. Mervan, onu takip ederken ben de Dilan'dan oğlumu alıp odama yöneldim. Neler konuşacakları kafamda tam bir muammaydı. Belki de Mervan'a dik başlılığımdan duyduğu rahatsızlığı anlatacaktı. Ne konuştuklarını bir şekilde öğrenmeliydim. Dilan'ı odama çağırıp Aras'la ilgilenmesi istedim ve yangından mal kaçırır gibi büyük bir endişeyle Kadir Bey'in çalışma odasına yaklaştım. İçerden kıran kırana dövüştüklerini düşünmeme sebep olacak kadar yıkıcı, yüksek sesler geliyordu. Yaptığımın yanlış olduğunu bildiğim halde kulaklarımı kapıya dayayıp konuşulanları dinlemekten kendimi alamadım.


"Sen ne yaptığını bilmiyorsun Mervan. Ateşle oynuyorsun!" Mervan'ın sesi de en az Kadir Bey kadar gergindi. "Ben ne yaptığımı gayet iyi biliyorum. Nazar benim karım çocuklarımın da annesi. Onu gerekirse tüm çakallardan tek başıma korurum."


Kadir Bey, yumruğunu masaya sertçe indirdi. Çıkan ses, anahtar deliğinden biraz olsun irkilip uzaklaşmama sebep olmuştu.


"Demek karın... Hangi kadın kocasının arkasından iş çevirir Mervan? Hangi kadın kocasını hapse attırmaya çalışır? Kadın dediğin erkeğini korur kollar; onun ayağını kaydırmaya çalışmaz. Sen kim için herkesi karşına alıyorsun, bir düşün! Değer mi; söyle! Değer mi onun için?"


"Kadir Bey!" Ortamdan yükselen sesler daha da endişelenmeme sebep olmuştu. Baran'la olan ilişkisini daha yeni düzeltmişken benim yüzümden babasıyla tartışmasını istemiyordum. Oluşan huzursuzluk ortamı hepimizi yıpratıyordu.


"Sus! Ne kadar haklı olduğumu biliyorsun. Söyleyecek tek bir sözün, tek bir haklı gerekçen kalmadı. O kızın bu eve gelin gelmesini asla istemedim. Beni karşına alıp başına buyruk davrandın. Burada yaptığı tüm saçmalıkları görmezden geldim. Ama artık yeter! Bu ailenin felaketine uğraşan bir kadını daha fazla görmezden gelmeyeceğim."


"Ne yapacaksın Beyim? Ha! Öldürecek misin onu?" Kadir Bey duraksamıştı; fakat sorduğu soru onun öfkesini bir nebze bile azaltmamıştı. "Bu evden defolup gidecek. Geldiği gibi tek başına, yalınayak dönecek babasının evine." Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Neler söylüyordu bu adam? Yeni doğmuş iki bebeği annesinden ayırmak hangi vicdana sığardı?


"Sen ne dediğini bilmiyorsun!" Mervan'ın yüreğinden kopan fırtınaları hissedebiliyordum. Benden vazgeçmek onun için ölümden beterdi. Peki ya babası? "Nazar'ı benden kimse alamaz; şunu anla artık! Karım ve çocuklarım bu evde benim yanımda kalacak." Kadir Bey, sert bir şekilde masaya yumruk attı. "O kadın seni sevmiyor, sevmeyecek. Onu bu zoraki evlilikle daha ne kadar yanında tutabileceksin? Er ya da geç kaçacak zindanından; o zaman ne yapacaksın? Başımıza bela olmadan bırak gitsin!"


"Nazar'ı bir yere göndermeyeceğimi çok iyi biliyorsun!" Sesinde aksi bir durumu hissettirecek kadar belirgin bir korku ve efkâr vardı. "Neden? Onu düşmanlarının harcamasından mı korkuyorsun?" dedi Kadir Bey tok adım sesleri eşliğinde. Cevabını bildiği o can yakıcı soruyu sormaktan asla vazgeçmeyecekti.


"Kimsenin onun saçının teline bile dokunmasına izin vermem." Kadir Bey, iğreti bir şekilde genzinden güldü. "O bu ölümü çoktan hak etti." Ellerimi kalbimin üzerinde birleştirdim. Anlaşılan Kadir Bey, beni bitirmeye kararlıydı. "Buna sen karar veremezsin. O benim iki evladımın annesi. Kadınımı o çakallara yedirmem."


Kadir Bey, "Babana karşı mı geliyorsun?" diye gürlediğinde korkunç bir tokadın Mervan'ın suratına inmemesi için dua etmeye başladım. Ne yazık ki Mervan, tereddüt dahi etmeden, "Evet!" diye haykırdı. Kısa bir sessizlik hüküm sürdü aramızda ve ardından yine Kadir Bey'in ihtiyarlığın düştüğü keskin sesi odadan dalga dalga yayıldı. "Unutma, bu evde hâlâ Bey olan benim."


"Benim ölümü çiğnemeden bunu yapamazsın!"


Kadir Bey, hiç düşünmeden silahını çekti. Silahın Mervan'a doğrultulduğunu anahtar deliğinden gördüğümde soluğu içerde almıştım.


"Hayır!" Kadir Bey'in nefret dolu bakışları önce bana sonra da yeniden Mervan'a odaklandı. Mervan'ın önüne geçip silahın karşısında yerimi aldım.


"Kimsenin beni korumasına ihtiyacım yok! Karşınızdayım işte! Her şeyi ben yaptım. İşlediğiniz tüm suçları biliyorum. Ve evet, karanlık işlerinizi açık etmek için kanımın son damlasına kadar mücadele edeceğim." Başım dik bir şekilde ona doğru iki küçük adım attım. "Beni öldürmek mi istiyorsunuz; öldürün o zaman. Er ya da geç hak yerini bulacak. Yaptığınız kötülüklerin bedelini ödeyeceksiniz."


Kadir Bey'in öfkeden gözleri seğirmeye başlamıştı. Ellerinin zangır zangır titrediğine hayretle şahit oluyordum. "Kes sesini!" diye bağırdığında Mervan, önüme geçip bana kontak bir bakış attı. İçten içe kişiliğime hayranlık duysa da cesaretime ve sözlerime kızdığını gözlerinin ardındaki cehennemde görebiliyordum. Mervan'ın karşı koyuşu Kadir Bey'i bir süre için de olsa durdurmuştu. Hezimeti kabul ederek silahını indirdi. Oğlunu kaybetmeyi asla göze alamazdı. Mervan, onun için çok önemliydi. Krallığının son varisi bana rağmen hâlâ değerinden bir şey kaybetmemişti. Mervan, bu imparatorluğu ayakta tutacak yegâne adamdı. Kısa bir sessizliğin ardından Battal'ın tanıdık siması soluk nefeslerine karıştı. "Beyim!" Battal, varlığımdan rahatsızlık duyduğunu hissettirir tarzda yüzünü çevirdi. Mervan, öfkesini gizlemeksizin, "Git Nazar!" diye bağırdı. Onu asla dinlemeyecektim.


"Beyim çok önemli. Kaybedecek 1 dakikamız bile yok!" Kadir Bey, "Ne oldu, söyle çabuk!" diye gürledi. Battal, şakaklarından damlayan terleri sol eliyle bir çırpıda silip burun kemerini sıktı. "Sevkiyat başarısız oldu. Hiç ummadığımız bir anda baskın yedik. Biri ihbar etmiş. Eve geliyorlar. Arama yapacaklarmış Beyim."


Mervan, "Kahretsin!" diye bağırdı. "Senin başının altından çıktı değil mi? Sen yaptın!" Kadir Bey'in ithamını zerre kadar ürküp utanmadan başımla onayladım. Ben zaferi sırtlamış bir savaşçı gibi dimdik dururken Mervan, kolundan tutup beni paralayan delici bakışlar attı. Ne kadar kızdığını, nasıl çileden çıktığını tahmin edebiliyordum. "Ne yaptın sen Nazar? Ne yaptın?"


Küstah gözlerim suskundu. Doğru olanı yapmıştım. Verebileceğim başka bir cevabım da yoktu. Kadir Bey ise sinirden bilmem kaçıncı küfrünü ediyordu. Mervan, kısa bir süre beni sıkıştırdıktan sonra silkelenip Battal'a döndü.


"Ne yapacağını biliyorsun. Ne varsa topla, tozu bile kalmasın. Kadınları şehir dışındaki bağ evine götür." Battal, "Emredersiniz Beyim." dedikten sonra zıpkın gibi yerinden fırladı.


Kolumu Mervan'dan kurtarıp, dışarı çıkmaya çalıştım. "Hiçbir yere gidemezsin!" deyip beni sürüklercesine hole götürdü. "Seni kendinden bile korumak zorundayım artık Nazar. Beni anlamamak gibi bir lüksün yok." Tırabzanlara tutunup sesimin son perdesine kadar bağırdım. "Kimsenin korumasına ihtiyacım yok benim. Kendi başımın çaresine bakabilirim." Beni belimden yakalayıp omuzlarına aldı. "Bu kadar saçmalık yeter. Suçun bini aştı. Benimle geleceksin; direnme artık!"


Yumruklarımı omuzlarına indirip kanımın son damlasına kadar direndim; ama nafile! Ondan kurtuluşum imkânsız gibiydi. Mervan, beni delicesine bir hızla en aşağıya indirirken ev halkının Battal'ı sorguladığını, evden gitmemek için direndiğini görebiliyordum. Evdeki hareketlenme içimdeki huzursuzluğu ikiye katlamıştı. Tüm çırpınmalarıma ve haykırışlarıma rağmen beni en alt kata kadar hoyratça indirdi. Ona direniyor, bağırıp çağırarak yardım istiyordum. Ne yazık ki hiçbir çabam sonuç vermeyecekti. Haykırışlarımı kimse duymayacaktı.


Son basamakları da indikten sonra beni duyarsızca kilere doğru sürükledi. Etraf lüzumsuz malzemelerle doluydu. Kenarda bir yığın odun, eski bir vitrin ve birkaç mermi kovanı bulunuyordu. Kilerdeki kahverengi halıyı kaldırdığında evin altında gizli bir sığınak olduğunu fark ettim. Bana orayı işaret edip kare şeklindeki kapaktan aşağı inmemi istedi. "Hayır!" diye bağırdım. "Her şeyi anlatacağım. Artık hain oyunlarınız bitti." Bu konuda gözümü kararttığımı anlamıştı. Artık daha da zorbalaşmaktan çekinmeyecekti. Aramızdaki mesafeyi açıp çıkışa doğru yönelmek istedim. Beni kolumdan yakalayıp bedenine hapsetti.


"Gel buraya Nazar! Senin deliliklerini toparlamaya çalışıyorum. Direnme artık!" Tırnaklarımı beni kavramaya çalışan koluna geçirdim. O ah diye inlerken soluğu çıkış kapısında almıştım. Boğazımı yırtarcasına haykırıp, yardım istedim. Evi boşalttıkları halde hâlâ birilerinin sesimi duymasını umuyordum. Belimden kavrayıp yeniden küçük bir çocuk gibi kucakladı. Ellerimin ve zayıf bacaklarımın indirdiği darbelere rağmen beni zapt etmeye çalışmaktan vazgeçmiyordu.


"Dur Nazar, işimi daha da zorlaştırma." Üzerime çıkıp bacaklarımı bacaklarıyla kıskaca aldı. Dakikalar içinde ellerimi halat gibi kalın bir iple bağlamıştı. Ben yerde debelenirken ayaklarımı da iplerin esaretine bıraktı. Canımı acıtmamaya çalıştığının farkındaydım; ama beni durdurmasına asla izin veremezdim. Ağzımı bantlarken sayıkladı.


"Bunu yapmak istemezdim Nazar. Eğer hapse girersem seni öldürürler. Ne seni ne de yavrularımızı tehlikeye atamam. Seni sana rağmen koruyacağım. Anla beni, başka çarem yok!" Haykırışlarla sesimi duyurmaya çalışmaktan vazgeçemiyordum. Kapının girişindeki loş ışığın ardında kocaman bir gölge belirdi. Ben gözlerimi korkuyla açarken Mervan'ın odak noktası da değişmişti.


"Onu bu şekilde zapt edemezsiniz efendim. Polisler gelmek üzere. Çırpınıp inleyerek dikkatlerini çekebilir. İşi şansa bırakamayız." Bu Battal'ın sesiydi. Mervan'ın yüzüne baktığımda verdiği cin fikri onayladığını gördüm. Mervan, başına eğip ne kast ettiğini anlamış gibi soludu ve bakışlarını keskin bir ok gibi gözlerime mıhladı. Bunu yapmak istemediğini biliyordum; fakat o Mervan Hanzade'ydi ve tahtını yıkmama bana olan aşkına rağmen asla izin vermeyecekti. Bu karanlık odayı aydınlatan tek ışık koridordaki loş ampuldü. Biraz sonra onunda karalara boyanmış umutlarımla birlikte söneceğini biliyordum. Battal, gözlerimin önünde elindeki şırıngayı diz çökmüş bir vaziyette bulunan Mervan'a uzattı. Şırınganın iğnesini boğazıma geçirdiğinde çaresizce gözlerine baktım. Bu hâle geldiğimiz için acı çekiyordu. Yüzü saniyeler içinde bakışlarımda silikleşti. Zihnim onun sevdaya boyanmış günahkâr gözlerinden sıyrılıp uykuya hapsoldu.


Gözlerimi açtığımda odamdaki loş, zayıf ışık gözbebeklerimi buz kırağı değmiş gibi sızlattı. Son olanlar zihnimde uçuşmaya başlamıştı. Bakışlarım pencereden dışarıyı seyreden Mervan'a odaklandığında her şeyin bittiğini anlayıp kahroldum. Uyandığımı fark etmiş olmalıydı; buna rağmen ısrarla yüzünü benden köşe bucak saklıyor; bitmiş tükenmiş onlarca sözü dilinde ve yüreğinde hapsediyordu. Doğrulup yataktan kalktım. Demek polisler gitmişti. Bir süre bocaladım. Ona ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Yaşadıklarımız bir kâbusu andırıyordu. Yüzünü bana dönüp usulca yanıma yaklaştı. Ben yatağın üzerinde bacaklarımı karnıma çekmiş otururken cevap isteyen gözlerle ruhumu tarıyordu. Başını eğip ciğerlerindeki nefesi esefle bıraktı.


"Yıldızlar kayınca hep dilek tut derlerdi bize. Çocuksu saflık işte! Ah be Çakır gözlüm, nereden bilirdim dileklerimin de kayan yıldızların peşinden gideceğini." Yüzünü dizlerime gömdü. İçimde zapt etmeye çalıştığım yıkıcı bir ağlama hissiyatı vardı ve yutkundukça kursağından beynime hücum ediyordu. "Seni tanıdığım gün benim içimdeki tüm dilek yıldızları kayıp yok oldu." dedim feryadımı anlayacağını umarak. Elleri yüzüme ilişti. "Benimse öldüğünü sandığım tüm duygularım filizlendi." Onu öylece bırakıp aynanın yanındaki beşiklere yöneldim. Mervan'ın hüzünlü gözlerini daha fazla görmek istemiyordum. Bakışlarım bir süre daha boş beşiklerde dolaştı durdu. Öfke ve hayal kırıklığı saniyeler içinde tüm bedenimi esir almıştı. "Nerede yavrularım? Aras ve Asya nerede?"


"Onlar güvende! Bir geceliğine bağ evinde kalacaklar. Dilan yanlarında merak etme!" Üzerine doğru yürüyüp nefret dolu solumalarım eşliğinde onu ittim. "El kadar bebekleri nasıl annelerinden ayırırsın? Bana ihtiyaçları var!" Beni delirten bir sakinlikle, "İhtiyaçları olabilecek her şey temin edildi. Endişelenmen yersiz! Sadece bir gece... Yarın yine burada olacaklar. Yanımızda..." Yüzüm nefretle kasıldı. Üzerine doğru yürüyüp, "Yine aynı şeyi yapıyorsun." diye bağırdım. Yorgunluğun rengine bezenmiş gözleri gözlerime uzandı. "Ne yapıyorum?" Anlamazdan gelmesi öfkemi iyice zapt edilemez bir hâle getirmişti.


"Başına buyruk, saçma sapan kararlar alıyorsun. Hiç mi düşünmüyorsun onları? Şu an acıkmış olabilirler, beni yanlarında bulamadıkları için ağlıyor olabilirler. Tüm bunlar senin için hiçbir şey ifade etmiyor mu?" Bana sırtını dönüp komodine uzandı. Tekrar cüssesini döndüğünde elinde beyaz iki tane hap olduğunu fark ettim. Hapları bir bardak suyla birlikte bana uzattı. "Hadi iç! Bunlara ihtiyacın var."


"Sana bir soru sordum." diye yineledim. "İyi olduklarını söyledim. İlaçları al!" İçimdeki volkanı patlatır gibi "Hayır!" diye bağırdım.


"Nazar, inat etme!" Ses tonundaki hüzün ve yorgunluk dikkatimden kaçmamıştı. Onu ve kederli tavırlarını gören çaresizlik içinde kıvrandığını düşünürdü herhalde. Hayır, giydiremiyordum bu zavallı duruşu kibirli tavırlarına. Mervan'ı yıkılmış hayal etmek öyle zordu ki. "Nazar, bu hapları içmen gerekiyor." dedi medet kırıntısı umar gibi. Ses tonumu daha da sertleştirip, "Sana istemiyorum dedim." diye haykırdım.


"Bu ilaçlar beni uyuşturuyor. Bazen ne yaptığımı ne yediğimi ve koca bir günü nasıl geçirdiğimi bile hatırlamıyorum. Beni kontrol altına almaya çalışmaktan vazgeç! Bu şekilde bana ne kadar zarar verdiğini görmüyor musun?" Hiçbir şey söylemeden ilaçları avcuma bıraktı ve parmaklarıyla küçük bir baskı yapıp avcumu yumdu.


"İç!" Üst ön dişlerimi alt dudağıma geçirip elimin tersiyle ilaçları sertçe duvara savurdum. Kızmasını bekliyordum; oysa tuhaf bir şekilde sakinliğini koruyordu. Yatağa oturup bir süre komodinin üzerindeki kar küresini inceledi. Yaşananlardan duyduğu huzursuzluğu tahmin edebiliyordum. Beni engellemekte zorlanıyordu. Yüzündeki bitap ifade benim aksine mücadeleden ne kadar yorulduğunun tablosu gibiydi.


"Çipi ne yaptın?" Beklenmedik sorusu afallamama sebep olmuştu. Keskin gözlerini abajur ve kar küresinden ayırıp maviliğime sabitledi. "Çip nerede Nazar?" Bocaladığımı gizlemek için kaşlarımı kaldırdım.


"Ne çipinden bahsediyorsun?" Ayağa kalkıp karşıma dikildi. "Neyden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun. Kasadan aldığın o araçtan haberim var. Onu hemen şimdi bana geri vereceksin!" Arkamı dönüp banyoya yöneldim. Beni köşeye sıkıştırdığı bu anlarda yanından uzaklaşmak yapılabilecek en yerinde davranıştı. Kolumdan tutup beni canımı acıtmayacak şekilde duvara yasladı. Artık kıskıvrak sardığı bedeni ile tüm hareket kabiliyetimi tekeline almıştı.


"Onu bana vermek zorundasın; içinde başımızı belaya sokacak çok önemli bilgiler var. Eğer o çip yanlış ellere geçerse hepimizin felaket olur." Sahte bir tebessüm eşliğinde yapay tavırlarla elimi geniş omzunda gezdirdim.


"Ne olur? Hapse mi girersin?" Başını yalanlar gibi acıklı bir şekilde salladı. "Beni mahvetme hevesi ile hem kendinin hem de çocuklarımızın sonunu getireceksin. Anla artık; biz birbirimize mecburuz!"


Sesimi son perdesine kadar kullanıp, "Ben sana mecbur değilim!" diye haykırdım ve ardından küstah bir tebessüm eşliğinde ekledim. "Bilakis parmaklıklar ardındaki zavallı halini görmek için sabırsızlanıyorum."


"Şu saçmalığa bir son ver! Ne pahasına olursa olsun çipi senden geri alacağım. Hayatımızı altüst etmene asla izin vermem." Gözlerimi kısıp siyahlığının derinliklerine alaycı bir isyan kopardım.


"Vermezsem ne yaparsın? Öldürür müsün beni; yoksa o depodaki zavallı adama yaptığın gibi işkence mi edersin? İncitip, kanatır mısın Nazar'ını?" Kirpik uçlarında sallanan yaralı çocuk küstah gururunu ağız dolusu haykırdı. "Harcıyorsun bizi! Bir hiç uğruna mahvediyorsun yuvamızı. Yaşayabileceğimiz tüm güzellikleri elinin tersiyle itiyorsun."


Beni duvara sıkıştırıp yüzümü avuçlarının arasına aldı. Yüzü yüzüme bir nefes kadar yaklaştı. Bunu her yaptığında kalbimin durma noktasına geldiğini, soluğumun kesildiğini hissediyordum. Parmak uçları elmacık kemiklerimde küçük dairesel hareketlerle gezindi. Gözleri yüzümde dudaklarımda dolaştıkça dilimin yankısı olan mahkumiyetini yabancı bir öfkeyle karşıladım. Hâlâ beyninde kurduğu aşk hikâyesinin aramızda var olduğunu sanıyordu. Ne yanılgı! Bu Kara şövalyeyle prensesin aşk masalı değildi, bilakis prensesin tüm zorbalıklardan aldığı intikamın masalıydı.


"Seni seviyorum. Çok seviyorum; unutamayacak kadar çok... Yapma bunu! Yavrularımız var. Dünyalar tatlısı iki çocuk. Çok güzeller... Senin gibi... Benim gibi... Bu mutlu yuvayı onlardan esirgeyemezsin." Sesi tutkulu bir fısıltıyı andırıyordu ve ben alışkındım onun tınısında kaybolmaya.


"Yazık değil mi bize? Harap olan sevdamıza, yuvamıza yazık değil mi?" Avuçlarımı açıp ellerimi göğsüne sabitledim. Onu bu şekilde iterek kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Ne zordu yüreğine direnebilmek. Sağ elimi kavrayıp kalbinin üzerine bastırdı. Gözlerimi kapattım; artık kalbi avuçlarımda atıyordu.


"Dinle onu! Adından, sevdandan başka bir şey duyarsan hiç durma harca beni."


"Suçlusun!" dedim inler gibi. "Günahlarının bedelini ödemek zorundasın. Beni ölümle tehdit etme. Öleceğini bilsem de vazgeçmem! Senin yerin benim kalbim değil ve sen..." Avcumu kalbinden uzaklaştırıp dudaklarına götürdü. Öpücüğün avucumda bıraktığı nem kalbimin ürpermesine sebep olmuştu.


"Beni oraya gitmek öldürmez Nazar Ateş, ihanetin öldürür." Ettiğim sözlerin büyüklüğünden korkuyordum. Sahi orada öleceğini bilsem yine de vazgeçmez miydim? Dilim suçlarını ispiyonlamaktan hicap duymaz mıydı?


"Beni parmaklıklar ardında görünce üzülmeyecek misin?" dedi kirpik uçlarından yüzümü incelerken. "Üzülmeyeceğim!" dedim kararlılıkla. Başımı dimdik kaldırmış, cesaretimi ve gücümü elmas bir kutuda ona sunuyordum.


"Ben güneşe, yağmura hasretken; sensizlikle kavrulurken beni özlemeyecek misin?" diye yıkıcı bir soru daha yöneltti. "Özlemeyeceğim!" Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Milim farkla sıcaklığından kurtulabiliyordum. Ellerini sol yanıma iliştirdi. Kalbimin çarpıntısını artık gizleyemiyordum; ruhumsa yine sevdasının iplerine tutunmuştu. "Neden kalbin böyle deli gibi atıyor." diye fısıldadı. Sesi oldukça kısık ve tutkuluydu. Elleri alnımdaki bebeksi saçlarda gezindi. "Neden tenin alev alev yanıyor?"


"Sus!"


"Sesin neden titriyor?" Gözlerimi yumdum. Şu an onu susturmak için her şeyi yapabilirdim. "Neden doğruları yaparken bu kadar kanıyorsun? Yoksa asi prenses gönlünü kara şövalyeye mi kaptırdı?" Sözleri saniyeler içinde hırçınlaşmama sebep oldu. Bedenimi ondan kurtarıp umutvâr sözlerine sırtımı döndüm. Seni sevmiyorum. Düşündüğüm ve özlediğim tek bir kişi var; o da Mehmet! "Asla! Sana bunun olamayacağını defalarca söyledim." Derin bir nefes alıp yüzümü döndüğümde kendimi bir nebze de olsa güçlü hissediyordum.


"Sana oyun oynadım. Tüm o tebessümler, dokunuşlar, sözler koca bir yalandı. Bir düzmece... Anladın mı, düzmece!" O her bir hareketimi soluksuz izlerken etrafında yavaş adımlarla dolaşmaya başladım. Bu adımlarımla bana sırtını dönmüş ve derin düşüncelere dalmıştı. Göz göze olmadığımız için yalanlarımı sıralamak artık daha kolaydı.


"Aptalın tekisin. Koca bir aptal..." Yakasından tutup duvara ittim. Elimde bir kum torbası olmaya dünden razıydı. Neredeyse attığım her darbeden keyif aldığını düşünecektim. İşin doğrusu bunu düşünmem için elinden geleni yapıyordu.


"Seni sevdiğime, istediğime inanacak kadar zavallısın. Ne zannediyordun? Boyuna posuna, kaşına gözüne aldanıp sana tutulacağımı mı? Paranla ve iktidarınla beni kandırabileceğini mi sanıyordun yoksa? Düşeceksin. Kral bitti artık! Seni adaletin kılıcından ne Beylik kurtaracak ne de paran!" Yanıma birkaç adım atıp yıkıcı bakışlarını esirgemeden konuştu.


"Beni karşına alarak kendi ayağına kurşun sıkıyorsun. Ben yoksam sen de yoksun!" Alayla, "Sahi mi?" diye üstü kapalı meydan okudum.


"Planladıklarını yapmana izin vermeyeceğim." dedikten sonra beni odada yapayalnız bırakıp hızla kapıya yöneldi. Mervan'ın haklılık payı olduğu gerçeğini kabullenemiyordum. Hayatımı mahveden bu zalim adama muhtaçtım. Kendimi, ailemi ve çocuklarımı tehlikeye atmadan bu durumdan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım. Aydınlık, bu kadar uzakta olmamalıydı.


Loading...
0%