Yeni Üyelik
52.
Bölüm

52. Bölüm: Öl O Zaman

@syildiz_koc

Medya: Kahraman Deniz (Son Durağın)


"Ve tıpkı o eski, acıklı hikâyelerdeki, yalınayak karlı yollara düşmüş,


Yetim bir çocuk gibi bu yürek!"


NAZIM HİKMET RAN


Gözlerimi yine bebek çığlıkları ile açtım. Asya ve Aras bugünlerde oldukça huzursuzdu. Gece onların düşmanı gibiydi. Vakitlice yatırsam da olur olmaz zamanlarda uyanır, uyanınca da ağlayarak geceyi uykusuz geçirmem için çırpınıp dururlardı. Hemen doğrulup beşiklerine yaklaştım. Sesler diğerlerini uyandırmadan bu işin bir çaresine bakmalıydım. Makbule Hanım, kan ter içinde odaya daldı. Yüzündeki uyku mahmurluğu ve telaş istem dışı gülümsememe sebep olmuştu.


"Yine uyumadılar değil mi?" Histerik bir tebessümle olumsuz anlamda başımı salladım. "Hay Allah! Yine uykusuz kaldın sen de."


"Bir şey olmaz! Olacak o kadar. Onlar iyi olsun da ben uykusuz kalmaya razıyım." Sözlerim yeniden yüzünde güller açtırmıştı.


"41 kere maşallah. Annelik sana ne de güzel yakıştı." Birkaç kıkırdama ile karşılık verip Asya'ya yöneldim. Dudaklarını yalamalarına bakılırsa oldukça acıkmış bir hâli vardı. Hiç beklemeden karnını doyurup altını değiştirdim. Beşiğine bıraktığımda biraz olsun sakinleşmiş görünüyordu. Başucuna deniz kabukları ile yaptığım oyuncağı koydum. Kendi kendine dönüp uyumasına yardım ediyordu. Asya'da tıpkı babası gibi deniz kabuklarından çok hoşlanıyordu. Ne zaman ortaya çıkarsam sakinleştiğini hayretle görüyordum.


Deniz kabukları... Mervan onlara denizin kalbi diyordu. Bir filmden etkilenip öyle düşündüğünü sanmıştım; fakat ona sorduğumda bunun hiç de öyle olmadığını anladım. O öfkelenen her şeyin dışarı bir enerji çıkardığını düşünüyordu. Mervan da benim gibi çocukken mistik düşüncelere sahipti. Ona göre okyanusta kimsenin görmediği kocaman bir kalp vardı ve bu kalp içindeki canlılar ve yeryüzündeki insanlar birbirlerine ne zaman kötülük etse büyür ve öfkeyle parçalanırdı. Yüzeyindeki parçalar da suyla birlikte insanlara gelir ve o yapıyı kulaklarına her yaklaştırdıklarında denizin öfkesini fısıldardı. Bu masalsı düşünceleri öğrendiğimde içten içe çocukken tek saçmalayanın ben olmadığımı düşünüp kıkırdamıştım. Mervan'ın o masumiyeti keşke hiç bitmeseydi. Artık masumiyet ve Mervan kelimelerini yan yana getirebilir miydik?


Aras'ı emzirme işini tamamlayıp beşiklerini sallamaya giriştim. Sağ olsun Makbule Hanım, bana her konuda olduğu gibi bu konuda da yardımcı oluyordu. Bize olan desteği için bir teşekkür cümlesi bulmak güçtü. Odadan çıkınca ruhumu sıkan düşünceler yine tüm benliğime hücum etti. Mervan'ı düşünüyordum. Günlerdir doğru düzgün eve gelmiyordu. Ne işler çevirdiği tamamen muammaydı. Ne bu ıssız ev ne de çocuklarımın varlığı içimdeki huzursuzluğu gidermeye yetmiyordu. Bu haram paranın kaynağını biliyor olmak yediğim her bir lokmayı zehir etmeye yetiyordu. Ne zordu böyle yaşamak!


Gözlerim yavrularımın masum yüzünde gezindi. Babalarının karanlık işlerinden habersiz melekler gibi uyuyorlardı. Huzursuzlanmalarının sebebini anlamıştım. Mervan'ın yokluğu... Onu seviyorlardı. Yanımızda olduğunda yüzlerindeki o masum tebessüm hiç dinmiyordu. İtiraf etmeliyim ki Mervan'ın iyi bir baba olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti. Hem yavrularımızın sağlığıyla hem de beslenmesi ile ilgilenir şefkat dolu dokunuşlarını ne Aras'tan ne de Asya'dan esirgemezdi. Küçük buselerinin hedefi olan bebeklerimiz masum bir şekilde, cıvıldar tarzda sesler çıkarıp kendi dilleriyle karşılık verirdi. İşte tam da bu anlarda evde geçirdiğim ilk günlerime kıyasla mutlu olduğumu hissederdim.


Beklentilerimin aksine Mervan, erkek çocuk hevesi ile yanıp tutuşmuyordu. Aras'ı çok sevdiğini biliyordum; fakat Asya'nın üzerine de ayrı bir sevgiyle titriyordu. Ona olan yaklaşım tarzındaki kırıklık her seferinde içimi burkuyordu. Bunu her yaptığında babamın bana olan sevgisizliği düşerdi zihnime. Asya'nın talihi bu konuda da bana benzemiyordu. Mervan'ın onu nasıl sevdiğini gözlerindeki pırıltılardan anlayabiliyordum.


Onu kucağına alır kulağına güzel türküler söylerdi. Asya'nın kendisine uzattığı ellerini öpmeye kıyamaz; sadece parmak uçlarına küçük buseler bırakırdı. Ona gül tomurcuğum derdi. Ne okşayışları ne de bakımı konusundaki titizliği gözümden kaçmazdı. O bitmek bilmeyen Beylik kisvesinden sadece çocuklarının yanında sıyrıldığını bilirdim. Karanlık dünyasındaki tüm kanı ve kiri dışarıda bırakır karşımıza o sevda yüklü adam olarak gelirdi. Sabahı düşüncelerimin dipsiz kuyularında boğarak beklemiştim. Ve kahvaltıya indiğimde ilk gördüğüm kişi Mervan olmuştu. Bir süre kararsızlık içinde bocaladım. Sessizliği ilk bozan yine o olacaktı.


"Uykusuz görünüyorsun!"


"Evet, gece yine uyandılar."


Sabah kahvesinden bir yudum alıp gösterişli koltuğuna yerleşti. "Dilersen bir bakıcı tutabiliriz. Hem sen de biraz olsun rahatlarsın." Bu düşüncesinden hiç hoşlanmamıştım. Çocuklarımı bir başkasına emanet etme fikri bile huzursuzlanmama yetmişti.


"Gerek yok! Ben ilgilenirim. Kimseye güvenmiyorum." Derdimden anlamış gibi başını salladı.


"Pekâla öyle olsun." Kabul etmesine şaşırmıyordum. Bebeklerle ilgilenmem onun için de paha biçilmez bir fırsattı. Bu sayede işlerine karışmıyor; olur olmaz davranışlarımla suyunu bulandırmıyordum. O da istediği gibi at koşturabiliyordu.


Telefon sesi son yudumunu almasına engel olmak ister gibi çaldı. Ayaklanıp kış bahçesine yöneldiğinde peşinden gelmekte bir an bile tereddüt etmedim. Konuşması varlığımı hissettiği an bozuldu. Cümlesini tamamlayıp veda bile etmeden telefonu kapattı. Artık hırslı gözlerinin hedefindeki bendim.


"Beni mi takip ediyorsun?" Kollarımı bağlayıp göğsümde birleştirdim. "Evet!" Kollarımdan tutup öfke dolu bir yüzle kendine çekti. Şakaklarında esen gazap yelleri ellerimin buz kesmesine sebep olmuştu. Sola doğru yasladığı bakımlı saçları gazabının hoyratlığına uyar gibi titredi.


"Sana işlerime karışmayacaksın dedim. Başını bir daha belaya sokmayacaksın dedim; hâlâ neyin peşindesin Nazar? Almadın mı dersini?"

Elini kollarımdan sökercesine ayırıp hızla savurdum. Gözleri anlık bir duraksamanın ardından birbirine bastırmaktan morarttığım dudaklarımda gezindi. Ürkütücüydü!


"Bu karanlık takasları yapmana izin vermeyeceğim. Artık belalarını hayatımıza sokamayacaksın."

Ellerini iki yana açıp başını alaylı bir şekilde salladı. Tek kaşını kaldırıp, "Beni durdurabileceğini mi sanıyorsun? Ayağını denk al küçük kız; yanlış kuyuya taş atıyorsun!" diyerek küstah küstah sırıttı. Arkasını dönüp gitmeye yeltendiğinde peşine düşmekte gecikmedim. Beni duyacağını umarak bağırıyor; fakat hiçbir sözüme cevap alamıyordum.


"Dur artık Mervan, yeter!" Beni umursamadan aracının kapısını açtı. Onu durdurup kapıyı hırsla ittim. "Hiçbir yere gitmeyeceksin. Yine o aptal sevkiyatlardan biri değil mi?" Tekerleğe sert bir tekme savurup bir canavar gibi kükredi.


"Yeter artık Nazar! Düş yakamdan; rahat bırak beni!" Onu aracına sıkıştırıp yakasını kavradım. Cüretkarlığım karşısında ne kadar delirdiğini görebiliyordum. Her geçen saniye hırslı solumalarına bir yenisini ekliyordu ve titreyen dudaklarıyla bana meydan okumaktan bir an bile vazgeçmiyordu.


"Sana bir yere gitmeyeceksin dedim. Bırakacaksın bu işleri. Kendi sonunu hazırladığını görmüyor musun? Canın, hayatın, şerefin bu kadar değersiz mi, söyle!" Gözlerindeki bitiklik sözlerimi doğrular cinstendi.


"Ben bu karanlık aleme aitim. Artık istesem de bırakamam. Sen hiçbir şeyi değiştiremezsin." Onu öfkeyle kaportaya doğru eğdim. Ellerim yakasını sımsıkı bir şekilde kavrarken, "Bırakacaksın!" diye bağırdım.


"Beni bu hayata mecbur ettin. Kendine, ailene mahkûm ettin. Dünyamı daha fazla kirletmene izin vermeyeceğim." Ellerimi yakalarından çözüp kapıyı açtı. Adamları da en az Mervan kadar şaşkındı. Aracına yerleştiğinde kemerini takmasına bile izin vermeyip tam karşısında yerimi aldım. Artık buradan çıkmak için cesedimi çiğnemesi gerekecekti.


"Gitmeyeceksin!" Haykırışımı umursamayıp aracı çalıştırdı. Tekerlekler yavaş yavaş mesafeyi daralttığında beni ezeceğini düşünüp şaşkın şaşkın baktım. Korkup çekileceğimi sanmıştı ve elbette yine yanılmıştı. Kornaya asılıp çıkmam için beni uyardı. Onu dinlemediğim gibi yerdeki levyeyi alıp üzerine doğru birkaç adım attım.


"Çık dışarı!" Arabanın içinde keskin bakışlarıyla beni tarıyordu. Yumruğunu dudaklarına mıhlamış adeta yeminliymişçesine susuyordu.


"Çık dışarı Mervan!" Hiçbir hareketlenme göremeyince levyeyi ön cama sert bir şekilde indirdim. Cam saniyeler içinde tuzla buz olmuştu. Bu beklenmedik hamlem ve ortalığı yırtan çınlama sesi onu kollarını kullanarak yüzünü korumaya itmişti. "Nazar!!" Araçtan hırsla çıkıp soluğu yanımda aldı.


Korkumu ona belli etmemek için her şeyi yapıyordum. İşaret parmağıyla çıkışı gösterip, "Hemen eve git! Beni daha fazla delirtme." diye bağırdı. Sersem adam! Beni sindireceğini mi sanıyorsun? Beni tanı! Nazar Ateş'im ben! Sana asla yenilmem. Küllerimden doğar, yine de başına bela olmaktan çekinmem! Ben de en az senin kadar belanın cehenneminde yürüyorum!


"Hiçbir yere gitmiyorum!" diyerek karşı koydum. Bana emirler yağdırmasından nefret ederdim ve o da bunu çok iyi bilirdi. Beni kendi halime bırakıp adamının garajdan çıkardığı beyaz araca yöneldi. Artık onu durdurmam imkânsızdı.


"Öleceksin diyorum; anlamıyor musun? Öleceksin. Bir hiç uğruna harcıyorsun hayatını." Beni dinlemeyip aracına yerleşti. 2 metre kadar gerisinde kalmıştım. Bulunduğum yerde görebildiğim tek şey direksiyonun çevrilme hareketleri ve her zaman görmeye alışık olduğum bakımlı saçlarıydı. Sırtı bana dönüktü ve gözleri bu şekilde benden biraz olsun kurtulabiliyordu. O gaza asılıp çıkışa doğru yol alırken, "Öl o zaman!" diye haykırdım. Dizüstü yere kapanıp benden anbean uzaklaşmasını izledim.


"Öl... Öl de kurtulayım senden!" Hıçkırıklar dudaklarımdan firar ederken inleyiş halindeki sesime ben bile acımıştım. Aracın sol dikiz aynasında yüzünü biraz olsun görebiliyordum. Yüzü kireç gibi beyaz, gözleri ise mahzun ve kederliydi. Duyguları umurumda değildi. Son sözlerimi sonuna kadar hak ettiğini biliyordum; ama yine de olanlara üzülmekten kurtulamıyordum.


Egzoz büyük bir hızla havaya karışıp nefesimi daralttı. Yere diz çökmüş öylece duruyordum. Göz pınarlarımdan dökülen yaşlar ise şu an bile kederime maniler diziyordu. Adım sesi acılarımla ördüğüm perdeleri bir bir kaldırdı. Sesler Raziye Hanım'ın topuk seslerine benzemiyordu. Bu adımlar çok daha tok, çok daha otoriterdi. Bakışlarım zemine kaydığında gölgemin hemen yanında heybetli bir başka gölgenin belirdiğini fark ettim.


"Demek uslanmayacaksın!" Ayağa kalkıp sözün sahibini yokladım. Kadir Bey... Beni yine diliyle un ufak etmekten gocunmayacaktı.

"Her şeyi siz yaptınız. Onu bu hale getiren, soğukkanlı bir katile dönüştüren sizsiniz."


"Onu benim yollarımdan ayırmaya çalışan da sensin. Oğlumu cazibenle ağına düşürdün; şimdi de onu benden, doğrularımdan ayırmaya çalışıyorsun." Dolu dolu olmuş gözlerimi yazık eder gibi kıstım.


"Esas canavar sizsiniz. Para ve iktidar hırslarınız yüzünden Mervan'ı bir kalemde harcadınız. Onu tehlikeli adamların karşısına sürmekten hiç mi utanmıyorsunuz? Oğlunuzu kaybetme düşüncesi sizi hiç korkutmuyor mu?"


Yüzünde hayasız bir tebessüm peyda oldu. "Onu ben yetiştirdim. Ulu bir aslan gibi... Mervan'a hiçbir şey olmaz."


"Size acıyorum. Yaşadığınız hayatın bir gün son bulacağını hiç düşünmüyor musunuz? Ne götüreceksiniz yanınızda? Bir avuç kan ve gözyaşından başka ne bulacaksınız karşınızda?" Bana acıyan gözlerle bakıp sırtını döndü.


"Eğer cehenneme giderken yanımda seni de götürmemi istemiyorsan, davranışlarına dikkat et. Mervan'ın gölgesi seni her zaman koruyamaz. Çünkü avcuma düştüğünde adalet haykırışlarını kimse duymayacak! Yarattığım aslanı senin sevdan bile durduramaz; çünkü iktidarı tadan hiçbir aslan hükmettiği ormandan vazgeçmez. İktidar hem baldır hem de zehir. Hem hayattır hem de ölüm... Bunu şu zavallı hayatınla sen anlayamazsın." Birkaç adım attığında onu durduracak son sözlerimi kibrine haykırdım.


"Kadir Bey... Canavarlar kana susadıklarında ilk sahibine saldırır; çünkü en büyük suçlar diyeti ödetilmek üzere günahkârları bekler."


Loading...
0%