Yeni Üyelik
55.
Bölüm

55. Bölüm: Ölümün Fısıltısı

@syildiz_koc


Medya: Bir çocuk sevdim (Beğenip yorum yapmayı unutmayalım. 🥀🤗)


Umut... Ne zordu bu duyguyu koruyabilmek. Hiç bitmeyeceğini bildiğim bir muharebenin tam ortasında kalmıştım. Artık çatışmaya gücüm yoktu; kaçmaya ise iradem. Evde yalnızlık dolu günler geçiriyordum. Yedi yaşındaydım. Bu sene okula başlayacak, diğer çocuklar gibi arkadaş edinip, eğitim alacaktım. Oldukça mutlu sayılırdım aslında. Bu evden uzaklaşmak ve çevremi keşfetmek istiyordum. Hayat yaşadığım şu dünyadan oldukça farklıydı. Ben bir kafesin içindeydim ve dünya asla buradaki gibi tekdüze olamazdı. Babam özel bir kolej için kayıt yaptırmıştı. Oldukça pahalı ve kaliteli bir yer olduğunu konuşmalarından anlamıştım. Çok belli etmesem de içten içe heyecanlanıyordum. Bu düşüncesinden cayması ihtimali beni deli gibi korkutuyordu.


O gün annem, bana ve kardeşlerime bir şeyler almak için dışarı çıkmıştı. Benim onlara katılmam yasaktı. Babam, seçkin insanlarla görüşmemi, alt sınıf insanların ortamlarından uzak durmamı istiyordu. Ona karşı geldiğimde neler olacağını çok iyi bildiğimden susup kabul etmekten başka bir şey yapamıyordum.


Ev oldukça tenhaydı. Tek tek odalara girip çıkmaya başladım. Orada neler göreceğimi, neler bulacağımı çok merak ediyordum. Benim odam oldukça sade ve renksizdi. İçindeyken bazen çok sıkılıp bunaldığımı hissederdim. Diğerlerinin odasına girmem yasaktı. Babam, onlarla çok fazla kaynaşmamı istemez, mesafeli olmamı emrederdi. Ona göre ben Beydim; büyüyünce ailenin başına geçecek ve onları yönetecektim. Yönetenler ve yönetilenler arasında bir mesafe olmalıydı; aksi taktirde ayaklar baş, kediler aslan olmaya yeltenirdi. Herkesten farklı ve özel olmalıydım. Ben büyüktüm ve damarlarımda kimsenin ulaşamayacağı o asil kanı taşıyordum. Sahip olduklarım davranışlarımı düzenlememi ve hayatımdaki bazı değerleri kurumamı gerektiriyordu.


Kolejde okumamı seçkin insanların arasında yaşamayı öğrenmem için istemişti. Ona göre ben eşsiz olmalıydım. Gerektiğinde insanları ezip geçmeli hatta menfaatlerim için kullanabilmeliydim. Benim haksız olmam söz konusu değildi. Beyler her zaman haklıydı. Başkalarının onlardan hak talep etme yetkisi olamazdı. Var olan herkesin üzerinde sınırsız yetkiye sahiptim. Yani en azından öyle sanıyordum.


Bir şeyi beğendiğimde onu bana ikiletmeden alırdı. Hatırlıyorum da bir keresinde oldukça lüks bir mağazaya gitmiştik. Orada bir mont beğenmiştim. Siyah, oldukça kaliteli ve pahalı bir şeydi. Bana hangisini istediğimi sorduğunda çocuğun elindeki o montu gösterdim. Bizden cevap bekleyen görevliye montun aynısından istediğini söyledi. Ne yazık ki sezon sonuydu ve sadece o ürün kalmıştı. Babamın montu almaktan vazgeçeceğini düşünmüştüm. Ne yanılgıydı oysa! Kadir Bey vazgeçmezdi; beyliğine böylesi yakışmazdı elbette.


Görevliyi zorba bir hareketle yakasından kendine doğru çekti. Bakışları her zamanki gibi ürkütücüydü. Montu agresif tavırlarını belli ederek kaba bir şekilde istediğini söyledi. Diğerinin on katını ödemek zorunda kalsa bile asla almaktan vazgeçmeyecekti. Monta dair bir hevesim kalmasa da olacakları takip etmekten kurtulamıyordum. Görevli delikanlı, babamın tehlikeli bir tip olduğunu anlamış olacak ki şebek gibi titreyerek montun sahibine yöneldi. Babamın sitemkâr, kibirli bakışları arasında ürünün siparişte olduğunu ve parasının ödendiğini müşterisine bildirdi. İnsanlar neye uğradığını şaşırmış bir şekilde önce görevliye ardından bize baktılar. Görevli yanlışlık için özür dilerken babamın işareti ile montu kucaklamış bir şekilde dikilen çocuğa yöneldim. İçimde yutmaya çalıştığım bir utanç vardı. Yanlış bir şey yapmıştım. Bana ait olmayan bir şeyi gücümü ve paramı kullanarak almıştım. Babama göre her şey olması gerektiği şekilde olmuştu. Bu mağazada bile biz eşit değildik. Ben Beydim o ise sıradan bir çocuktu. Benim isteklerim ve iradem karşısında boyun eğmesi gerekiyordu.


Yanına varıp elindeki monta uzandım. Vermemek için sımsıkı kavramıştı. Çekiştirdiğim halde bırakmayınca bakışlarımı babama yönelttim. Gözbebekleri tehditkârdı. Çocuğu üzmek istemediğim halde babama duyduğum korku beni montu almaya itiyordu. Daha sert bir şekilde çekip montu zavallı çocuğun elinden zorla aldım. İkimizin de gözleri dolu dolu olmuştu. Babamsa bu güç gösterisinden oldukça memnun görünüyordu.


Olayları en başından beri takip eden babası, çocuğa doğru eğilip başını okşadı. "Daha güzelini alırız aslanım; üzülme sen. Sahibi varmış işte! Olur böyle şeyler." Onlar kucaklaşırken elimde montumla babamın yanına yaklaştım. Gözlerim hâlâ üzerlerindeydi. Keşke dedim içimden. Keşke mont onda kalsaydı da babası tarafından kucaklanan ben olsaydım. O sevgi dolu dokunuşu yüzlerce monta değişmezdim.


O gün dün gibi aklımdaydı. Bana açıklanan duygular ve düşünceler ne kadar doğruydu bilmiyordum. Bunun aksi olan örnekleri o yaşlarda neredeyse hiç tecrübe etmemiştim.


Geçmişimden sıyrılıp annem, alışverişten dönene kadar odalar arasında dolaşmaya devam ettim. Haşim abimin, Baran'ın ve Korkut abimin odalarının da benden bir farkı yok gibiydi. Babam onlara da otoriter olmak konusunda baskı yapıyordu. Ama maalesef bu konuda yine aslan payını bana ayırmıştı. O odalarda ilgi çekici bir şey olmadığını anlayıp kız kardeşlerimin odasına yöneldim. Zeynep, bebek olduğu için odasında pek dikkate değer bir şey bulamamıştım; fakat Zehra ablam bu konuda hepimizden şanslıydı. Odasına girdiğimde başka bir âleme giriyormuşum gibi etkilendim.


Bizim aksimize pembe bir odaya sahipti. Rafları oyuncaklarla doluydu. Rengarenk masal kitapları, oyuncaklardan sonra ilgimi çeken yegâne şey olmuştu. Parmak uçlarımla hepsine teker teker dokundum. Rastgele birini alıp göz gezdirdim. Uyuyan güzel masalı... Kapağındaki kız çok hoşuma gitmişti. Henüz okuma yazmam yoktu; bu yüzden neler yazdığını anlayamıyordum. Fakat içindeki resimler görür görmez ilgimi çekmişti. Uzun sarı saçları, masmavi gözleri, uzun kirpikleri; üzerindeki beyaz elbise, başındaki taç... Her şey ile bir rüya gibiydi. O resimlere bakmaya doyamıyordum. Aşağıdan tıkırtılar geldiğini duyunca kitabı gömleğimin altına saklayıp odama koştum. Onu benim elimde görmemeleri için saklayacak iyi bir yer arıyordum. Sonunda yatağın altına iliştirmeye karar verdim. Kitabı burada asla bulamazlardı.


Kalbim deli gibi çarpıyordu. Babamın bu kitabı okumama asla izin vermeyeceğini biliyordum. Ama onunla ilgilenmekten kendimi alamıyordum. Üzerimi düzeltip aşağıya indim. Elbette inerken takım elbisemin ceketini giymeyi de ihmal etmemiştim. Babam tam bir takım elbise müptelasıydı. Evin içinde normal çocuklar gibi tişört giymeme izin vermez; asil durmam için siyah takım elbise giymemi isterdi. Dolabımda bunun gibi onlarca siyah takım vardı. Ben de her gün birini giyer, saçlarımı özel spreylerle şekillendirip baloya gider gibi hazır bulunurdum. Ayakkabılarım her zaman parlak olurdu. Ev ortamında bu kadar şık olmanın nasıl bir gereği olduğunu çocuk aklımla bir türlü anlayamıyordum. Az biraz kravatımı gevşetsem babamın gazap rüzgârlarını ensem de hissederdim. "Şekline dikkat et. Bey olduğunu unutma sakın!" Ah şu Beylik safsatasını kim başıma bela etti bilmem ki!


Bir an o ayakkabı boyayan çocuğu düşündüm. Ayağında benimkilerle kıyas edilemeyecek kadar eski ve kötü ayakkabılar vardı. Bir paltosu ve şık kıyafetleri yoktu. Bakımsız haline bakılırsa onunla ilgilenen annesi ya da hizmetkârları da yoktu. Ama mutluydu işte! Ben yaşıma uymayan Bey rolleri keserken o en azından çalışmadığı zamanlarda oyun oynayıp eğlenebiliyordu. Beylik, zenginlik, makam, mevki mutlu olmak için yetmiyordu. Beden cenneti yaşarken ruh sevginin açlığından kıvranıyordu. Benim hayatımda böyleydi. Her şeye sahip fakat mutlu olmayı bilmeyen, şefkatli dokunuşlara hasret bir çocuktum. Bunlara sahip olabilsem her şey çok farklı olabilirdi.


Merdivenleri inip annemin ve kardeşlerimin bulunduğu salona geçtim. Annem, tek tek hediyelerini kardeşlerime verdi. Paketi açan kardeşlerimin sevinci gözlerinden okunuyordu. Hepsi oldukça mutlu görünüyordu. Bendeki tek duygu ise hayal kırıklığıydı. Benim için de bir şeyler alacağını ummuştum. Hiçbirine ihtiyacım olmasa da kendimi onun nazarında önemli hissedecektim. Bir şey istediğimde kâhyaya söylemem yeterliydi. Bir an düşünmez, en iyisini bulup hürmetle önüme koyardı. Fakat ben annemin bana bir şeyler almasını istiyordum. Beni düşünmesini, benim için kendi elleriyle bir şeyler seçip beğenmesini arzuluyordum. O zaman biraz olsun hatırlanacak ve değer gördüğümü düşünüp mutlu olacaktım.


Başım önümde üzgün bir şekilde odama yönelirken babamın gür sesi adımlarımı duraklattı. "Sana Mervan için de bir şeyler almanı söylemiştim. Oğlun için... Nerede almanı istediğim okul gereçleri?" Annem bocaladı. Bir süre kekeleyip şaşkın şaşkın etrafa bakındı. Ardından Zehra ablamın elindeki büyük koliyi alıp bana uzattı. Üstü pembe kaplarla bezenmiş, süslü bir paketti. O kucağımı dolduran paketin karşısında oldukça afallamıştım. Şekli abilerime alınanlardan oldukça farklıydı. İçinde ne olduğunun bir önemi yoktu, annem almıştı onu. Bundan daha kıymetli ne olabilirdi ki?


Babam annemi sert sert sürerken koliyi kucağıma alıp şaşkın şaşkın onlara baktım. İçimde mutlulukla karışık tuhaf bir heyecan vardı. Babam tatmin olmamış bir şekilde dudaklarını burktu.

"Ne var bunun içinde?"

"Okul gereçleri!" Babam, bir şey söylemeden koltuğuna yerleşti. Ben de elimdeki paketle odama aktım. Anneme sarılmak istemiştim; ama daha önceki girişimlerimi engellediğinden buna yeltenmeye bile cesaret edememiştim. Koliyi yatağımın üzerine bırakıp içini açmaya çalıştım. Oldukça iyi paketlenmişti ve neyse ki epey uğraştıktan sonra paketi açmayı başarmıştım. İçinden bir Babie bebek evi çıkmıştı. Dört oda ve bir bahçeye sahipti. Dışarda bizimkini andıran bir de havuzu vardı. Odaların duvarları açık olduğundan içerisini rahatlıkla görebiliyordum.


Beyaz elbiseli, güzel bir oyuncak bebek pudra rengi bir aynanın karşısına oturmuş, gülümsüyordu. Hayran kalmıştım ona. Ne kadarda zarif ve güzel görünüyordu. Sandalyeyi çekip tam karşısına oturdum. Bıkmadan ve yerimden ayrılmadan onu saatlerce izledim. Sanki her an kalkıp ayaklanacak, kendisine hazırlanan o odanın içinde dolaşıp mahzun, sevgi dolu bir hayat yaşayacaktı. İçimde ona dokunup saçlarını okşama arzusu hissediyordum. Sanki bana gülümsüyor, annemden çekip aldığı sevgiyi dolu dolu sunuyordu. O tebessümün içimdeki tüm duyguları harekete geçirdiğini hissettim. Aldığım ilk hediye yüreğime işlenen tarifsiz duyguların habercisiydi. Okula başladığımda da durum bundan farklı değildi. Zil çalar çalmaz şoförle eve geliyor, kimseye selam bile vermeden odama çıkıp sakladığım yerden oyuncağımı çıkarıyor ve uzun uzun onu izliyordum.


O güzel prenses, rüyalarıma bile girer olmuştu. Yatağımda uyurken diğer ucunda onun varlığını hissediyordum. Bana hiç ait olmadığım bir dünyanın kapılarını açmıştı. İçimi kaplayan bu tuhaf duygular, bana tarifsiz bir mutluluk bahşetmişti. Zehra ablamdan aldığım o masal kitabı ve bebekli oyuncağım, hayatımın yegâne manası oluvermişti.


Herkes uyuduktan sonra el fenerini alıp dolaba girer önce tüm resimleri saatlerce inceler ardından da hecele heceleye kitabı büyük bir zevkle okurdum. Çabuk büyümek istiyordum. Büyümek ve hayatımın aşkı olacak o prensese kavuşmak... Bu inanç ninemin yokluğuyla baş etmek konusunda da bana inanılmaz bir güç vermişti. Artık eskisi kadar karamsar ve mutsuz değildim. Çünkü kendimi yalnız hissetmiyordum.


Ne yazık ki sevinmek konusunda oldukça aceleci davranmıştım. Çok sevdiğim, büyük bir mutlulukla gittiğim okul hayatım, saçma sapan bir sebepten ötürü sonlandırılmıştı. Babam, benim okuldaki diğer çocuklardan çok daha özel olduğuma inanmış ve hiç ummadığım bir anda koleji bırakmama karar vermişti. Ve her zamanki gibi yine onun dediği olmuştu.


Karar verdiği günün sabahında hiçbir şey olmamış gibi okula gitmek için hazırlandım. İçimde yaşatmaya çalıştığım bir iyimserlik duygusu, onun bencil kararlarının karşısında el pençe divan durmuş insaf etmesini bekliyordu. Dün sinirle ettiği o lafları unutacak ve hiçbir şey olmamış gibi eğitimime izin verecekti. Vermemişti. Garajda adamlarıyla görüştüğü esnada yanına gittim. Kısa bir duraksamadan sonra beni fark etti. Adamı öylece bırakıp bana yöneldi.


"Neden böyle giyindin?" Gözlerindeki umut kırıntılarını hüzün dolu bir yüzle seyrettim. "Okula gideceğim!"


"Saçmalama! Okul falan yok. Benim tuttuğum hocalarla evde eğitim alacaksın. Daha fazla o saçmalıkları öğrenmene izin veremem." Başımı nefretle salladım. "Gitmek istiyorum."


"Hiçbir yere gitmeyeceksin. Ne öğreneceksen burada, gözümün önünde öğreneceksin." Nemle hemhal olan gözlerimi umursamadan hıçkırdım. "Gideceğim... Orada arkadaşlarım var. Ben..."


"Kes sesini! Senin babanım ve ben ne istersem o olur."dedi en acımasız haliyle. "İstemiyorum; gideceğim." diye bağırdım. "Bana karşı mı geliyorsun?"


"Evet!" Suratıma okkalı bir tokat patlattı. İncinen gururuma inat "Gideceğim!" diye bağırdım. Tokatla terbiye edemeyeceğini anlamış olacak ki kolumdan çekiştirerek duvara doğru itti. Kürek kemiklerimin sırt derime baskı yapmasıyla ah diye inledim. Bakışlarım ellerini bulduğunda saniyeler sonra suratıma çöreklenecek olan tazyikli sudan habersizdim. Buz gibi soğuk suyun bedenime yaptığı korkunç baskıyla neye uğradığımı şaşırmıştım. Küçük bir çığlık dudaklarımı yokladı. Bedenim duvara yapışmış, babamdan merhamet dileniyordu. Dakikalarca uğradığım bu duygusal şiddet onurumun onun karşısında diz çökmesine sebep olmuştu. Kulaklarım uğulduyor, genzime kaçan sular tuhaf bir yangı hissetmeme sebep oluyordu. Bir süre öksürük tufanına tutulduktan sonra suyun şaplaklarının bir anda kesildiğini hissettim. Başımı kaldırıp yüzüne bakamadım. Buna cesaretim yoktu. Karşısında alaşağı edilip perişan olmuştum.


"Ayağını denk al! Bir dahaki sefere bu kadar anlayışlı davranman. İstemesen de Bey olmayı, işi kuralına göre oynamayı öğreneceksin."


Adım seslerinin çıkardığı yankılar kulaklarıma ilişemez olunca başımı dizlerime gömüp bekledim. Okul kıyafetlerim sırılsıklam olmuştu. Kollarımı göğsüme bastırıp ısınmaya çalıştım. Dizlerimin tüm mecali tükenmiş gibiydi; öyle ki beni bu su birikintisinden kurtaracak o zayıf hamleleri bile yapamıyordum.


Çantamı açıp sırılsıklam olmuş defterlerime baktım. Özenerek yazdığım tüm yazılar bulamaç haline gelmiş; siyah kalem izleri birbirine karışmıştı. Ne kadar oturup ağladığımı bilmiyorum. Uzun bir süre ellerimle ağzımı sımsıkı yummuş; ağlayışlarımı boğmaya çalışmıştım. Babamın gelmesini istemiyordum. Bu gözyaşları onu yıldırmazdı. Olsa olsa daha da öfkelendirir; cellat gibi kan solumasına sebep olurdu. Dostum Ömer ve kâhyanın gelişi ile yaşadığım ölüm debdebesinden sıyrılmaya çalıştım. Kâhya vah vah edip hassas bir şekilde beni kucakladı. Biraz olsun sıcak bir tene değmenin iç açıcı huzurunu yaşadım.


Ömer, dudaklarını büzüp üzgün bakışlarla elimi tuttu. Ellerimin buz kestiğini ancak ona dokunduğumda anlayabilmiştim. Beni odama götürüp üzerimi değiştirdiler. Gözlerimi yumup uyumak istiyordum. Beni sırılsıklam gören annemin umursamaz tavrını aklımdan silip mutlu olduğum o prenses masallarını hayal etmeye çalıştım. Ancak o iklimde kendimi buluyor; huzur ve mutluluğun sandalında bata çıka ilerliyordum. Gözlerimi aradığımda Ömer'in çocuksu gözleriyle karşılaştım. Elini omzuma uzatıp dostça dokundu. Onun hep yanımda olacağını biliyordum. Asla beni yapayalnız bırakmazdı. Dostluğumuz ebediyete kadar sürecekti. Ben Bey, o hizmetkar olsa da sürecekti.


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız.

Loading...
0%