Yeni Üyelik
58.
Bölüm

58. Bölüm: Artık Seni Hissedebiliyorum

@syildiz_koc


Medya: Mark eliyahu (Daydream)


ARTIK HİSSEDİYORUM SENİ


"Ülkenin farklı şehirleriydik. Ben sürgün yeri, sen başkent.


İlk isyan hep sende başlardı cezasını çekmek hep bana kalırdı."


CAN YÜCEL


Mervan'a ait olan o gizemli sayfalar bittiğinde kendimi yarım kalmış hissettim. Okuduklarım beni dehşete düşürdü. Kadir Bey'in kötü bir adam olduğunu biliyordum; fakat bu çok fazlaydı. Yazılanlar öyle korkunçtu ki gözümün önünde canlandıkça her geçen saniye yüzüm rengini kaybediyordu.


Mervan... Ne çok acıyla baş etmiş; babasına ne kadar da çok direnmişti. Geldiğimiz son noktayı düşündüm. Dudaklarımdan kovmaya çalıştığım o serzeniş kalbimin derinliklerine kadar işlemişti. Tazyikli su ile psikolojik işkence etmek... Tabuta kilitlemek... Kilere hapsetmek... Köpeklerle korkutmak... İnsan güçlü kılma adına bu zulümleri nasıl evladına reva görür, aklım almıyordu doğrusu. Kadir Bey'in vicdanı taş kesmiş olmalıydı. Bu saçmalıkların başka bir açıklaması olamazdı.


Düşündüm. Eğer tüm bunlar olmasaydı; Mervan sağlıklı, vicdanlı bir babanın oğlu olabilseydi her şey çok farklı olacaktı. Çocukluğuna baktığımda duygu yüklü, hassas bir erkek çocuğu görmüştüm. Kadir Bey ve yaşadıkları onu evirip bugünkü haline getirmişti. Bunların hiçbirini bana anlatmazdı. Kilitli bir sandık gibiydi. Ne yapsam duygularına erişemiyordum. En çok da sonrasında olanlar merakını cezbetmişti. Evet, korkunç bir çocukluğun ardından babasından kaçıp kurtulmuştu ve o zamanlar hâlâ masum, suç düşmanı bir delikanlıydı. Kirlenmemiş, tertemiz bir ruhu vardı. Ya sonra? Ne olmuştu da başladığı yere geri dönüp korkunç bir katile dönüşmüştü? Onu İzmir'den Diyarbakır'a savuran bu rüzgâr da neyin nesiydi? Cevaplara ulaşmak için odayı talan edip her yeri aramıştım; fakat hikâyenin devamına dair hiçbir şey bulamamıştım. Kafamı kurcalayan gerçekleri öğrenmek için çok şeyden vazgeçebileceğim tuhaf bir hikayesi vardı Mervan'ın. Ve ben er ya da geç bunu öğrenecektim.


Esefle iç çektim. Eğer Kadir Bey iyi bir baba olsaydı ben de böyle bir hayata mahkûm olmayacaktım. Kadınlara saygılı yetiştirilmeyen her erkek, günü geldiğinde bir başka kadının hayatını karartıyordu. Çocukluktan itibaren verilen, "Sen erkeksin, her şeyi yapabilirsin; onlar kadın, saçı uzun aklı kısa. Senin tahakkümüne mecbur!" anlayışı bugünkü toplumun vicdan kalesini dinamitleyen yıkıcı fikirlerdi. Kızlarımızı da erkeklerimizi de cinsiyet eşdeğerliği konusunda anlayışlı yetiştirebilseydik şiddetin her türlüsü ortadan kalkmış olurdu.


Neden iki cinsin birbirlerine üstünlük kurmaya çalıştığını anlamıyordum. Tahakküm yerine birbirlerini tamamlayıp bir abi, bir eş, bir dost olarak da uyumlu yaşayamazlar mıydı? Ezmek yerine destek olmak, dövmek yerine sevmek, aşağılamak yerine övüp yüceltmek bu kadar zor muydu? Her iki cins de birbirinin haklarına saygılı olsa dünya kim bilir ne kadar güzel olurdu. Şiddet asla hiçbir şeye çözüm olamazdı. Empati kurmak ve güzel bir dille derdimizi anlatabilmek bu anlamda çok önemliydi. Tüm bunları geleneksel kalıplardan çıkarıp ortaya koyabilmek için eğitim gerekliydi. Hem örgün hem de yaygın olarak hepimiz üzerimize düşeni yapsak belki de her şey yoluna girerdi.


Düşüncelerimden sıyrılıp yeniden gardıroba yöneldim. Şimdi o elinden düşürmediği 5 kurşunun ne anlama geldiğini biliyordum. O kurşunlar babasına yenilmişliğinin nişanıydı. Bu hayatı kabul edişinin mührü ve umutsuzluğunun kalesiydi. Mervan'ı ve kendi yazdıklarımı düşündüm. Ben de onun gibi tüm bunları niye yazdığımı hâlâ bilmiyordum.


Ömrüm boyunca çok fazla yok sayılmıştım. Her isyan edip haykırmak istediğimde ağzımı kapayan hoyrat bir çift el nefesimi kesmişti. Bağıra çağıra sustuğum tüm gerçeklerin bir şekilde belleğimden kağıtlara düşmesi gerekiyordu. Bir Nazar vardı. Harcanan, itilip kakılan sonu belirsiz sevdaların darmadağın ettiği, hüsranla bezenmiş bir kadın vardı. Yaşadım, ağladım ve bazen bana yapılan tüm zorbalıklara isyan ettim. Ömrümü işlediğim bu defter bir gün birinin eline geçer mi bilmiyorum; ama geçtiğinde ne zorlu bir muharebenin eteğinde çırpındığımı anlayacağını umuyorum.


Aşağıdan gelen sesler Aras ve Asya'yı huzursuz etmişti. Ağlayan kızımı kucağıma alıp yeniden uyutmaya çalıştım. Acıkmıştı. Alışmıştım anneliğe. Ne uykusuz geceler ne de ağlayıp mızmızlanmalar zerre kadar zor gelmiyordu artık. Kendimden çok onları düşünüyordum. Yüzünü masum dokunuşlarla sıvazlayıp kızımı emzirmeye koyuldum. Mavi gözleri mahmurlaşmış, dudakları belli belirsiz bir tebessümle aralanmıştı. Alnından öpüp doyurmaya başladım. Bir yandan dudaklarını büzerek emiyor, bir yandan da gözleriyle gözlerimi okşuyordu. Yüzündeki o masum, güzel ifadeye hayranlık duymamak imkânsızdı. Her an üzerine titriyor, saç tellerine zarar gelmesine bile tahammül edemiyordum. Babalarının günahının onlara bir bedel ödetmesinden ölesiye korkuyordum.


Asya'yı alıp Korkut abinin odasına gittim. Eskiye nazaran çok daha iyi görünüyordu. Tüm tedavilerin ve ilaçların faydası yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Artık anlaşılmaz derecede de olsa basit isteklerini kekeleyerek söylüyor; ellerini titrek hareketlerle sandalyesinde dolaştırabiliyordu. Bizi görünce oldukça tebessüm dolu bir tavır takındı. Yanında kendimi iyi hissediyordum. Doğru düzgün konuşamasak da iyi bir kalbi olduğundan emindim.


Yemeğini yedirip ilaçlarını verdim. O doktoruyla egzersiz yaparken çoğalan seslerden rahatsız olup hole çıkma ihtiyacı hissettim. Mervan'dan hâlâ bir haber yoktu. Onun için endişeleniyordum. Güçlü durmak, duygularımı her uyandığında yutkunmaya çalışmak beni yormuştu.


Bebekleri Korkut abinin yanına bırakıp merdivenlerin girişinden aşağıya göz gezdirdim. Kadir Bey, ortağı Mümtaz Bey ve oğlu Derman'ı çağırmış, bir şeyler konuşuyordu. Azat'ın burada olması ihtimali beynimde şimşekler çaktırmıştı. Bir süre konuşulanlara kulak vermeye çalıştım. Ondan bir haber almak istiyordum. Mervan'ın ölümünü asla arzu edemezdim.


Keşke dedim içimden. Keşke o gün babasından ve zulmünden kaçan Mervan olsaydı karşımda. Kötü bir adama dönüşmemek için her şeyden vazgeçen Mervan... Belli ki onda da bir şeyler kırılmıştı. Yaşadıkları her neyse bugünkü Mervan'ı inşa etmişti.


Holden konuşulanları dinlemeye çalışırken aniden bir elin kolumu kavradığını hissettim. Küçük bir çığlık dudaklarımdan firar etti. Beni belimden kavrayıp sürüklercesine Mervan'ın odasına götürdü. Ağzımı kapamış tüm yardım çığlıklarımı bu şekilde baltalamıştı. Mervan'ın odasında siyahın matemine çalınmış ruhum Azat'ın elleri ile bir başka kafese tıkılmıştı. Onu itip, "Ne işin var burada?" diye bağırdım. Aramızdaki mesafeyi koruyarak, "Şşş!" diye fısıldadı.


"Sana ne işin var diye sordum." Yinelemelerimden sıkılmış bir şekilde üzerime yürüdü. Belki de Mervan'ın yokluğunu fırsat olarak görmüştü ve kirli hesaplaşmasına üçüncü bir kişiyi dahil etmek için oldukça heveskârdı. "Sana eşsiz bir fırsatı kadife sandıklarda sundum. Mervan'ın elinden kurtulma ve onu mahvetme şansına geri tepemeyecek kadar akıllı bir kadın olduğunu biliyorum." Ona iğrenerek baktım. "Sen bir aptalsın! Sana güveneceğimi sanan zavallı bir aptal! O çipi asla sana vermem. Seninle ortak olup hayatımı, çocuklarımı tehlikeye atmam. Çek pençelerini üzerimizden. "


Yazıklar gibi tuhaf sesler çıkarıp başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır... Prensesler bu kadar zayıf olamaz. Beni karşına alıyorsun dikkat et! Göründüğümden çok daha tehlikeli bir adamımdır. Yeminlerime tapar, beni düşman edinenlere bedel ödetmekten asla vazgeçmem. İntikam almayı ne kadar çok sevdiğimi tahmin dahi edemezsin!" Kapıyı açıp, "Aşağılık itirafların bittiyse defolup gidebilirsin. Varlığınla çocuklarımın soluduğu havayı kirletiyorsun! " diyerek ona aşağıladım. Bana doğumda büyük bir iyilik etmesine karşın ondan nefret etmekten kurtulamıyorum. Adım sesleri fark edilir bir telaşa kapılmama sebep olmuştu. Kapıyı yüzüne kapayıp kendimi sakin görünmeye çalışarak hole attım. Dilan, bana bakmak için odaya geliyordu. Azat'la yakalanmam başıma korkunç belalar getirebilirdi. Beni böyle hazır ol da görünce oldukça şaşırmıştı.


"Ben de size bakıyordum Gelin Hanım. Uzun süre aşağıya inmeyince Raziye Hanım meraklandı." Zoraki tebessüm edip, "İyiyim. Biraz acıktım sadece. " diye karşılık verdim. Başını endişeli hâlimi sorgular gibi salladı. "Yalnız kalmayın hanımım. Zor günlerden geçiyorsunuz. Yanımızda kalırsanız kendinizi daha iyi hissedersiniz." Zoraki tebessüm edip, "Haklısın!" diye karşılık verdim. "Bu aralar zor günlerden geçiyoruz." Beni baştan aşağı süzdü. Ters giden bir şeyler olduğunu anlamış gibiydi. Bakışlarını uzattığını fark edince mahcup bir edayla, "Ben size hemen bir şeyler hazırlarım." dedi. Başımı onaylar gibi salladım ve merdivenlerden tamamen uzaklaşana dek gidişini izledim.


Onu gönderir göndermez soluğu yeniden Mervan'ın odasında almıştım. Azat, bıraktığım gibi yerinde öylece duruyordu. Hareketlerindeki tedirginlik ve soluk soluğa olması dikkatimden kaçmamıştı. Onu yakasından tutup kapıya yapıştırdım. Omuzlarından sarsarak iteklemem, ahşap kapıda boğuk bir ses bırakmıştı. "Defol git! Beni daha fazla saçmalıklarınla oyalama. Seni bir böcek gibi ezmek istemiyorum." Yakasını bezgin fakat alaylı bir ifadeyle düzeltip yamuk bir gülümseme ile çıkışa yöneldi. "Çok yanlış bir tercih yaptın güzelim. Yanlış adamın yanında yer aldın. Pişman olacaksın. Pişman edeceğim!" Kendinden bu kadar emin konuşması canımı sıkmıştı. "Defol git!" diyerek kapıyı gösterdim. Ne işler çeviriyordu bu adam? Ne demek oluyordu tüm bunlar? Hafif sallanır tarzdaki iğreti, ukala yürüyüşünü bozmadan yan bir bakış atıp hole yöneldi. Hareketleri ve gereksiz özgüveni sinirimi bozmuştu. Bir işler çevirdiğinden şüpheleniyordum. Ama görünürde bir şey yoktu. Odaya bir göz atıp aşağıya indim.


Makbule Hanım ve Dilan'ın yanında biraz olsun kederimi unutacağımı umuyordum. Varlıkları huzur vericiydi. Bana destek olduklarını biliyordum; fakat söyledikleri hiçbir söz, edecekleri hiçbir nasihat beni teskin etmeye yetmiyordu. Mervan'dan bir haber yoktu. Belirsizlik ve korkulardan bir türlü kurtulamıyordum. Üzüntü sütümün azalmasına sebep olmuştu. Güçsüz düşmemeli ve çocuklarım için iyi olmalıydım. O zamanlar yaşadıklarımın çok kötü olduğunu sanıyordum. Kötü olmaya kötüydüler; fakat sonraki yaşadıklarımı düşününce bugünü verilen bir nimet sayabileceğimi ummazdım. Bir şeyler atıştırıp salona yöneldim. Bakışlarım istemsizce Raziye Hanım'a takıldı. Oldukça solgun görünüyordu. İki gündür doğru düzgün bir şey yemediğini, bir hayli hüzünlü ve endişeli olduğunu görüyordum. Mervan'ın kaybolması onu oldukça etkilemişti. Aralarındaki kara bulutların dağılması hepimiz için sevindiriciydi; fakat yeni bir yıkım ve acıya katlanabilecek durumda değildik. Odama gitmek istedim. Gidemiyordum. Ayaklarım zihnime çalım atar gibi beni Mervan'ın odasına götürüyordu.


Onun yazdıklarına dokunmak, eşyalarının arasında gizemli dünyasını keşfetmek istiyordum. Kapıyı aralayıp kendimi içeri bıraktım. Tek tek odasındaki detayları inceleyip yatağına uzandım. Huzursuzdum. Sanki hâlâ Azat'ın kokusunu alıyordum. Sanki buradaydı. Uykusuzluk göz kapaklarımı usulca kapattı. İyi şeyler düşünmeye çalışarak dinlenmeye çalıştım. Belki saatler geçti, belki dakikalar. Bilmiyorum. Gözlerimi araladığında Mervan'ın kemikli yüzü, siyah gözleri beni kirpik uçlarıma kadar titretti. Elleri yeniden yüzümde, saç diplerimde dolaştı. Bu bir hayal miydi? Birkaç kez gözlerimi kapatıp açtım. Hâlâ karşımdaydı. "Mervan!" İrkilmem onu gülümsetmişti. Beyaz, güzel dişlerinin içimde tuhaf bir huzur oluşturduğu gerçeği ile yüzleştim. "Günaydın prensesim! Bakıyorum da yokluğumda odama sığınıp beni beklemişsin." Gözlerimi kaçırıp tedirgin bakışlarla odayı süzdüm. "Çocuklar orada uyutmadı ben de... "


"Şşş!" Beni kollarının arasına alıp sımsıkı sarıldı. "Bir şey söyleme!" Dudaklarının tenimde bıraktığı küçük buselerle afalladım. Sadece iki gün olmuştu; fakat yıllarca görmüyormuşçasına hasret doluydu. Başımı göğsüne bastırdı. Yüzümü avuçlarının arasına almış ve bir nefes kadarlık mesafeyi bile bana çok görmüştü. "Seni bir daha göremeyeceğim diye çok korktum. Aşkparem... "


Sesi bir fısıltı hâlinde yüreğime kırlangıçların hüznünü taşıdı. Parmak uçları çenemde dolaşırken beni öpmeye yeltendi. Tereddütle de olsa ona engel oldum. "Sana giderken öl dedim ve hâlâ yaşıyorsun!" Kızmasını beklediğin halde triplerimden oldukça hoşlanmıştı. Kaşının birini kaldırıp, dudaklarını çocuksu bir ifade ile büzerek gülümsedi.


"Sana ben ölmem demiştim. Ölümü ensesinden tokatlayıp geldim. Azrail sıfır, Mervan bir... Ne dersin?" İstem dışı gülümsedim. Elbette sözlerine onu tehdit ederek karşılık vermekte gecikmeyecektim.


"Yine başıma bela olmaktan vazgeçmeyeceksin anlaşılan. Senden kurtuluşum yok benim!" Parmakları ile dudaklarımı kapadı. "Senin gözlerinle dudakların savaşmaktan ne zaman vazgeçecek? Yine başka başka şeyler söylüyorlar. En iyisi dudaklarını kapatıp gözlerindeki mavi okyanusta kaybolmak." Elini indirip kızgın kızgın soludum.


"O serserilerin Allah belasını versin! Bir beceremediler hakkından gelmeyi." Ben ondan kurtulup terası adımlarken kahkahaları hâlâ odada yankılanıyordu. Mervan'dan uzaklaşmak bana biraz olsun iyi gelecekti. Elbette peşimden gelmekte gecikmemişti. Oturduğum sandalyenin yanına yerleşip yüzümü tutkuyla izlemeye koyuldu. Onu umursamamaya çalıştım. Burası biraz önceki yataktan çok daha az tehlikeliydi. "Herkes seni çok merak etti." dedim gözlerine bakmaksızın. "Bu herkesin içinde sen de var mısın?" diye fısıldadı göz teması kurmaya çalışırken. Bakışlarım hâlâ gökyüzündeydi. Kendimi siyah kuyularından olabildiğince korumaya çalışıyordum. Omuzumdan öperken gözlerimi sımsıkı yumdum. "Ne olursa olsun yine ayaklarım beni sana getirecek. Kurtlar sofrasında asla seni bir başına bırakmam!"


Dudaklarımı bükerek alayla sırıttım. Bir kaşımı kaldırmam yüzünde manasız bir sevince sebep olmuştu. "Kendi başımın çaresine bakabilirim. Kurtarıcı Mesih gibi peşimde dolaşmaktan vazgeç! Sana ihtiyacım yok!"


Yorgunluğunu atmak ister gibi arkasına yaslandı. "Keşke söylediğin kadar güçlü olsaydın." Bu şapşal kendini ne zannediyordu? Ben zayıftım o da güçlü; öyle mi? Hıh! Ona cevap vermedim. Yine kılıçları çekmiştik. Zaten aramızın uzun süre iyi olduğunu gören olmazdı. Yaptığım huysuzluklar, sataşmalarım saniye ıskalamaksızın kırbaç gibi beynine iniyordu. Ona da sabredip iç çekmek kalıyordu. Hak ediyordu tüm yaptıklarımı ve ben henüz intikamımı almaya başlamamıştım bile. Hadi oradan, intikam almak ve sen! Daha neler! Benimle kavga eden iç sesimi asla dinlemeyecektim. Biz sessizlikle dövüşürken birkaç adım sesi dizeceğimiz tüm diyalogları bozdu. Başımı çevirdiğimde Gülnaz'ın hayret dolu bakışlarıyla karşılaştım.


"Mervan!" Hasret ve şaşkınlıkla attığı bu çığlık Mervan'ı saniye ıskalamaksızın ayağa kaldırmıştı. Ve tabi beni de... Aralarında yaşanan onca olumsuzluğu unutup kaşla göz arasında ona sarıldı. Mervan da neye uğradığını şaşırmıştı. Başını Mervan'ın göğsüne gömüp gözlerini sımsıkı yumdu. Aynı büyüleyici ruhun Mervan'da olduğunu söylemek güçtü. Alnında boncuk boncuk terler oluşmuş yüzü huzursuzluğun rengine boyanmıştı. Onlara sırtımı dönüp ne yapacağımı şaşırmış bir halde bir süre bocaladım. Dicle'nin sesini duyunca bakışlarım yeniden o manzarayı buldu. Fakat bu sefer Mervan, Gülnaz'ın kollarından kurtulmuştu. Dicle ve Melek babalarıyla kucaklaşırken burada bir yerim olmadığını düşünüp yanlarından uzaklaştım. Kucağımda Asya ile onlara sırtımı dönüp kendi odama geçtim.


Ben odada öylece otururken ev halkı hâlâ Mervan'la konuşmaya, olanlar hakkında bilgi almaya çalışıyordu. Mervan ilgisiz bir şekilde onları kısaca cevaplayıp bir iş kazası geçirdiğinden söz etti. Nasıl bir iş kazası olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildi elbette. Raziye Hanım'ın gür sesi benim odama kadar gelmişti. Sesinin çatlamasına aldırmadan hizmetlilere yemeği hazırlamalarını emretti. Ah şu hanımlık taslama hevesleri yok mu? Diğerleri paldır küldür aşağıya inmiş ve ortalık biraz olsun sakinleşmişti. Kapı çarpmasına bakılacak olursa Mervan bir süre daha odasında dinlemeyi tercih edecekti. Bebeklerimi yatağa yatırıp sevmeye başladım. Neşeli gülücükleri içimin pır pır etmesine sebep olmuştu. Asya'yı burnundan öperken minik ellerinin saçlarımı kavradığını hissettim. Yüzüm acıyla kasıldı. Saniyeler için saçlarımı ellerinden kurtardım. Bu da yeni huyuydu. Ne zaman kendinden uzaklaşmaya kalksam aynı şeyleri yapıp durur, saçlarımı adeta çekiştire çekiştire yolardı.


"Seni küçük yaramaz! Demek annenin saçlarıyla oynamak istiyorsun." Ayaklarını yatağa yavaş tempoda indirip gülümsemeye başladı. Onun bu hâli kıkırdamalarıma sebep olmuştu. Deniz kabuklarıyla yaptığım oyuncağı üzerinde gezdirip hafifçe sallamaya başladım. Bundan Aras da en az Asya kadar keyif almıştı. Bu küçük bebeksi seslerin başka bir açıklaması olmazdı.


Mehmet' i severken en büyük aşkı yavrularımla yaşayacağımı bilmiyordum. Onlara dokunmak ve sevmek başıma gelen en büyük şans ve mutluluktu. Onlara duyduğum sevginin yerini hiçbir şey alamıyordu. Biz böyle cıvıldarken kapı sert bir şekilde açıldı. İrkilip oraya yöneldiğimde ilk gördüğüm kırmızıya çalan, öfkeli bir yüz olmuştu. Mervan'ın gözlerindeki karanlık daha odaya girmeden içimi ürpertmişti. Ellerinin titremesi, gözlerinin vahşi bir aslan gibi soğuk soğuk bakması manasız korkumu daha da perçinlemişti. Yavaş ve ürkütücü adımlarla bana yaklaştı. Yüzünün seğirmesi ve kıvrımlarının savaşır gibi gergin olması şimdi çok daha dikkatime değer olmuştu. Ellerini yumruk yapıp tam karşımda yerini aldı.


"Bebekleri beşiğine koy!" Afallamış bir halde, "Ne!!" diye küçük bir çığlık attım. "Dediğimi yap!" Bir şeyler olduğunu sezmiştim. Bu davranışlar hayra alamet değildi. Biraz önceki o aşk dolu adama neler olmuştu böyle? Hayır, ortalıkta taş falan da yoktu ki başına düşüp Mervan'ı çıldırtsın. "Hemen!" diye bağırdığında kodaman bakışları arasında hızlandım. Önce Aras'ı ardından da Asya'yı incitmeden yatağına yatırdım. Artık karşı karşıyaydık ve aramızda yalnızca iki adımlık bir mesafe vardı. Üzerimde vişne çürüğü kırmızısı, dizlere kadar inen, dökümlü bir elbise vardı. Saçlarımı sağ yanımda toplamış, başıma da kırmızı güllerle kaplı, taç şeklinde minik bir toka iliştirmiştim.


Beni ilk defa görüyormuşçasına baştan aşağıya süzdü. Ayak topuklarımdan parmak uçlarıma kadar her bir dokuyu milim milim ezberlediğini söyleyebilirdim. Yanıma iki adım daha yaklaştı. Kesik kesik solumaları alnımdaki bebeksi tüyleri harekete geçirecek kadar kuvvetliydi. Korkuyordum. Bu deli, hırslı tavırlar yürek hırpalayıcı görünüyordu. Şaşkın ve kırgın bakışlarımın arasında elini bana uzatıp boynuma değdirdi. Yüzümü acı çekiyormuş gibi burkmuştum. Elimle elini itip bu tuhaf davranışından rahatsız olduğumu belli ettim. Buna karşılık sağ eliyle çenemi tutarken sol eliyle tekrar gerdanımı ovup kontrol etti.


Ne aradığını ve ne görmeyi umduğunu bilmiyordum. Ellerimi göğsümde buluşturup ürkek bir şekilde yüzüne baktım. Gözleri mağrur, keskin hâlinden hiçbir şey kaybetmemişti. İki eliyle yanaklarımdan kavrayıp dudaklarıma bakmaya başladı. Rujumu baş parmağıyla dağıtıp nefret dolu bakışlarımın arasında üzerindeki ölü derilere kadar her bir zerresini inceledi. Elini sertçe indirip onu ittim.


"Bırak beni! Saçmalıyorsun. Tüm bunlar da ne demek oluyor?" Elimin tersiyle dağılan rujumu biraz olsun silebilmiştim. Yumruğunu daha da sert bir şekilde sıktı. Titremeler dudaklarından tüm yüzüne yayılmıştı. "Soyun!"


"Ne?" Yanıma geldi ve elbisenin fermuarını zorladı. "Bırak beni! Deli misin sen? Ne yapıyorsun?" Tüm karşı koyuşlarıma rağmen beni yatağa itti. Bacakları tarafından kıskaca alınan bedenim taş kesilmişti. Çırpınışlarımı zapt edip sırtımı ve kollarımı kontrol etti. Elleri o yumuşak dokuda dolaşırken içimde yaşatmaya çalıştığım tüm nefret yüreğimi darmadağın etmişti. Parmak uçlarını ve tırnaklarını göğsümde hissettiğimde bacağına sert bir tekme savurdum.


"Psikopat mısın, bıraaak!"

İndirdiğim hoyrat darbe, onu sendeletmeye bile yetmeyecekti. Dudaklarını acıyla birbirine bastırıp nemli gözlerle yeniden bana yöneldi. Gözlerim hayal kırıklıklarıyla beslediğim yaşların hücumuna uğrarken elleri hâlâ sırtımda ve boynumda, dolaşıp beni kahrediyordu. Bu dokunuşlarda arzu değil öfke vardı. Onu itip suratına okkalı bir tokat patlattım. Sarsılmıştı. Bu tokadı sonuna kadar hak ettiğini ikimiz de biliyorduk.


Bakışlarımı ondan kaçırmadan kızarışını izledim bir süre. Yüzüm acımasız, zorba hareketlerine isyan eder gibi sırılsıklam olmuştu.


"Neden yapıyorsun bunu? Neden? Beni kendinden daha ne kadar nefret ettireceksin?" Fermuarımı çekmeksizin komodinin ayaklarının dibine diz çöktüm. Elbisenin yakası omuzlarımdan düşmüş ve göğsümün bir kısmını açıkta bırakmıştı. Yüzümü dizlerime gömüp içli içli ağladım. Odanın içinde dolaşmadık köşe bırakmıyor, sinirden ne yapacağını bilemiyordu. Bir şey onu çok sarsmıştı. Hırsının bu kadar zapt edilemeyecek bir hale gelmesinin esas sebebi neydi?


"Gülnaaaaz!"

Nemli gözlerimi ona dikip hıçkırıklarımı boğmaya çalıştım. "Buraya gel!" Neden onu çağırıyordu? Ne dolaplar dönüyordu bu evde? Kapı çalınmadan açıldı ve Gülnaz'ın zayıf, esmer yüzü gözlerimin kadrajını doldurdu. İçeri tedirgin bir şekilde girip bize tuhaf bakışlar attı önce. Yüzünde belirgin bir duyarsızlık vardı. Kavgalarımıza o da ev halkı gibi alışkındı. Bu durumu yadırgamasa da belli ki kabağın kendi başına patlamasından korkuyordu.


Mervan siyahlar içindeki Gülnaz'ı sarsarak odasına götürdü. Ne olup bittiğini anlayabilmek için peşlerinden Mervan'ın odasına gittim. Mervan, onu kolundan tutup yatağa doğru itti.


"O aşağılık buradaydı değil mi? Seni uyardığım halde o kalleş kardeşini evime, ailemin, karımın yanına getirdin." Gülnaz, öfkeyle soludu. "Saçmalıyorsun! Benim kimseyi getirdiğim falan yok." Onu kolundan tutup sarsmaya başladı.


"Neyin peşindesin? Yuvamı büyü ve muska saçmalıklarınla yıkmaya çalıştığın yetmedi; şimdi de o şerefsiz kardeşini mi peşimize taktın?" Gülnaz, kolunu çekerek bedenini onun tehlikeli pençelerinden kurtardı. Daha şimdiden Mervan'ın gelişiyle kaosu beklediğimi anlamıştım. Belli ki iyi olmasına sevinmekte acele etmiştim.


Gülnaz, kendinden emin bir tebessümle ona karşılık verdi. "Ben hiçbir şey yapmadım Mervan! Buraya babanın izniyle geldiler." Mervan başını reddeder gibi salladı. İçten içe babasına ne çok kızdığını anlayabiliyordum. Mervan gibi egoist adamlar asla sözlerinin çiğnenmesini istemezdi. Ve bunu kim yaparsa yapsın bedel ödemekten kurtulamazdı.


Gülnaz, bu sessizlikten güç almış bir şekilde serzenişlerine devam etti. "Sana daha önce de söyledim. Azat benim kardeşim. Bu eve beni ve kızlarımı görmeye gelmek onun en doğal hakkı. Aranızda yaşanan sorunların bedelini bana ödetmeye hakkın yok." Bu sözleri duymamış olmayı dilerdim. Artık Mervan'ı kimse tutamazdı. Onu yüzünden kavrayıp bakışlarını yatağa sabitledi. "O aşağılık kardeşin bu yatakta yatmış. Benim yatağımda..."


Cebinden çıkardığı parlak cismi Gülnaz'ın önüne attı. Ancak Gülnaz eline aldığında onun bir künye olduğunu anlayabilmiştim. "Oku hadi! Üzerinde ne yazıyor? Kimin adı yazıyor söyle!" Gülnaz dolu dolu olan gözleriyle ne yapacağını şaşırmıştı. Mervan yastığını eline alıp üzerindeki kumral saç tellerini bize gösterdi.


"Bu teller kimin Gülnaz?" Gülnaz, elleriyle ağzını kapadı. Gördüklerime inanamıyordum. Mervan, yatak örtüsünü bir ucundan çekiştirip yerle bir etti. Bir yandan da deli gibi bağırıyor, nefretini boşaltacak yer arıyordu. "Bu yatakta onun kokusu var." Birkaç adım atıp yere gelişi güzel bırakılmış bornozu eline alıp tükürür gibi Gülnaz'a fırlattı. Bornoz, hınçla Gülnaz'ın yüzüne tokat misali savruldu.


"Bu bornozda... Yastığımda... Her yerde onun kokusu var. Her yere kendine ait bir şeyler bırakmış. Ve Allah kahretsin ki aynı kokuyu karımın üzerinde de buluyorum. O kumral saçların yanında Nazar'ın sarı saç tellerini de görüyorum. Neden?"


Düşüp bayılmamak için komodine tutundum. Mervan'ın hırslı bakışlarının arasından süzülen yaşlar içimde tarifsiz bir galeyan oluşturmuştu. Gülnaz titreyen dudaklarıyla, seğiren yüz mimikleriyle öylece kalakalmıştı. Mervan, ani bir kararla beni yığıldığım yerden kaldırdı ve şiddetli sayılacak bir tarzda sarstı.


"Konuş! Sana bir zarar verdi mi? Dokundu mu söyle! Söyle! Benim dokunmaya bile kıyamadığım o tene değdi mi elleri? O saçlara ilişti mi dudakları? Söyle Nazar! Nasıl dokunabilir sana? Nasıl cüret edebilir?"


"Hayır!" diye ortalığı yıkan bir haykırış bıraktım. "Hayır asla! Kovdum onu! Kovdum. Ben yanlış bir şey yapmadım." Sesimi biraz daha kısıp hıçkırıklarım arasından, "Ben bir şey yapmadım!" diye sayıkladım. Yanıma yaklaşıp ıslak yüzüme yapışan saç tellerimi parmaklarının arasında sıktı. Gözlerini kapatmış hırs ve nefretle kesik kesik soluyordu. Yüzünden akan o kanlı gözyaşları fark edilmeyecek gibi değildi.


"Biliyorum. Allah kahretsin, biliyorum. Ama..." Boğazına düğümlenen sözlerin devamını ne yazık ki asla duyamayacaktım. Allah'ım ben nasıl bir şeyle imtihan ediliyordum? Azat nasıl bir kötülük yapmıştı bana böyle? Nasıl aklayacaktım kendimi? Dediğini yapmıştı. Benden korkunç bir intikam almıştı. Azat şeytanın ta kendisiydi. O kısacık zamanda bile bize korkunç bir tuzak kurabilmişti. Öyle tiksindirici bir şüphe tohumu ekmişti ki bin yıl geçse de kendimi aklayamayacak, attığı çamurun izini belki bir ömür ruhumda hissedecektim.


Mervan, bizden birkaç adım uzaklaştı. Gülnaz ile ben için için ağlarken alnını cama yaslayıp bir süre kesik kesik soludu. Gözlerindeki nemi gizlemeye çalıştığını biliyordum. O da en az benim kadar acı çekiyordu. Azat'ın böyle bir iğrençliği yapacağını nereden bilebilirdim?


Bir süre sessiz kaldık ve sessizliği bölen yine Mervan'ın sözleri olacaktı. Yüzünü Gülnaz'a dönüp tiksinir gibi baktı. Nefretinin her bir zerresi gözlerindeki siyah harelere bir sedef gibi işlenmişti.


"O kardeşin olacak alçak bir daha karıma yaklaşmaya kalkarsa onu gözümü kırpmadan öldürürüm. Anladın mı? Bir an bile düşünmem!"


***


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayın. ☺️🥀

Loading...
0%