@syildiz_koc
|
Medya: Ayna (Gemiler sapasağlam) DEHŞETİN PERDESİ "Aşk kelime değil bir cümledir. Kurmak içinse özneyle yüklem değil, iki yürek gerekir." CAN YÜCEL
Öyle dakikalar vardı ki ne yapsak unutamazdık ve öyle yaşanmışlıklar vardı ki zihnimizi paralar yine de sökülüp benliğimizden kolay kolay gitmezdi. Zaman geriye alınmıyordu. Ne yapsak geçmişi unutup yeni bir sayfa açamıyorduk. Bir şeyler kırılıp döküleli çok olmuştu ve enkazın altında kalansa hepimizdik. Ah sözler! Ne vardı en öfkeli olduğumuz anlarda dilimizden çözülüp gitmeseydi. Birkaç dakika sonra tüm yaptıklarımızı ve söylediklerimizi geri alabilseydik. Esiri olduğumuz tüm nidaların ve isyanların birer kuklası olmasaydık. Ne olurdu? Mervan, o gün içimde tarifsiz bir yara açmıştı. Güvensizliğini üzerimde hiç bu kadar çok hissetmemiştim. Evet, ondan kaçmaya çalışmış, her fırsatta nefretimi avaz avaz kusmuştum. Onu sevmediğimi, bir an bile olsa istemediğimi Mervan'a defalarca haykırmıştım. Üstelik bunu yaptığım için kendime bir an bile kızmamıştım. Ama bu durum başkaydı. Ben ihanet edecek biri değildim. Ben kendi arzum dışında gelişen bu nikaha bile saygı duyarken bebeklerime karşı yüzümü kızartacak hiçbir şeyi asla yapamazdım. Annelik böyle bir şeydi. Kendimizi düşünmeyi çoğu zaman bırakır onların mutluluğunu öncelerdik. Bizim yüzümüzden akıtabilecekleri gözyaşlarının düşüncesine bile tahammül edemezdik. En çok da onlar için bu inden kurtulmak istiyordum. İyi bir anne olabilmem için Mervan'ın gölgesinin onlardan uzak olması gerekiyordu. Babalarının getirdiği haram parayla büyümemeli, onun suçlarının gölgesinde tehlikeli, ikircikli bir hayat yaşamamalıydılar. Güneşin minik Aras'ı okşadığı bu dakikalar, içimde çocuksu bir sevinci perçinlemişti. İyileşiyordum galiba. Yaşadığım o travmatik anlardan sonra yeniden hayat buluyordu bedenim. O gün Mervan, beni Gülnaz'la odada yalnız bırakmış ve hiç vakit kaybetmeden soluğu Kadir Bey'in karşısında almıştı. Kavgalarının sesi tüm evde yankılanırken, içli gözyaşlarıma bebeklerimin haykırışları karışmıştı. Bu aileye gelin olduğumdan beri aralarındaki gerilim hiç bitmemişti. Bu gidişle bitecek gibi de durmuyordu. Mervan, son noktayı koyup babasını evi terk etmekle tehdit etti. Bu evde zoraki yaşadığını düşününce bunun hiç de olasılıksız olmadığına kanaat getirdim. Gülnaz, bu sözü duyduğunda şeytan çarpmış gibi titremeye başlamıştı. Bir enkazı andıran evliliğinin tamamen bitmesinden endişe duyduğunu biliyordum. Her şeye rağmen Mervan'ın karısı sıfatıyla Hanzade gelini olarak yaşamak istiyordu. Mervan'ın kendisini boşamasından ölesiye korkuyordu. Dişi kuş yuvanın bir kişinin çabasıyla ayakta duramayacağını ne zaman görecekti? Benim için durum belirsizliğini hâlâ koruyordu. Zavallı ömrümün neyin beklediğini bilmiyordum. Makus talihim uzun zaman sonra bir nebze de olsa hürriyeti tadabilecek miydi; yoksa daha beter bir tutsaklıkla çalınmayı mı bekliyordu? O korkunç günlerin kabusundan bebeklerimin güzelliğine sarıldım. Beyaz, masum yüzü buruşurken ışınların etkisiyle gözleri kısıldı. Alt kirpikleri ile oluşan doğal sürmesi bu kısılma ile siyah gözlerini biraz daha ortaya çıkarmıştı. Rüzgârın kuruttuğu küçük dudakları minik dilinin ıslak darbeleri ile nemlenip ballandı. Kucağımda su damlası şeklindeki kolyemle oynamakta olan Asya'yı çimlerin üzerine bıraktım. Elbette yine saçlarımdan bir tutamı avuçlamış çekiştirerek istemeye istemeye benden uzaklaşmıştı. Annesinden 1 dakika bile ayrılmaya tahammül edemiyordu. Ne zaman onu bırakmaya kalksam saçlarımı ya da elbisemin kumaşını kavrıyor; canımı acıtmak pahasına çekiştirip duruyordu. Mavi gözlerinin içimi erittiğini hissettim. Ruhumda estirdiği sevgi meltemi tadına doyulmaz bir kıvanç oluşturmuştu. Bebeksi masum yüzü tüm acılarıma merhem olmuştu. İyi olacaktım. Varlıkları huzur vericiydi. Onlardan daha çok ne şifa verirdi ki bana? Dilan'ın sesi ortamın büyüsünü bozup irkilmeme sebep oldu. Gözlerimi güneş ışınlarının da etkisiyle kısıp onun iri siyah gözlerine diktim. Siyah ince kaşları yay gibi gerildi. Suratındaki mimiklerin bocalayışını ele verdiğini tebessümle takip ettim. Başına bağladığı küçük yemeniyi eliyle düzeltip parmaklarıyla sımsıkı kavradığı tepsiyi önüme koydu. "Bir şeyler yemek istersiniz diye düşünmüştüm." Başımı onay verir gibi sallayıp oturmasını söyledim. Bakışlarım gayriihtiyari tepsinin içindekilere odaklandı. Soğuk bir şerbet, en pahalı kuruyemişler ve meyveli bir kek parlak kapların içinde gelişigüzel yerini almıştı. Ben Asya'nın parmakları ile oynarken aşinası olduğum bir mahcubiyetle beni süzdü. Beyaz, düz kesim bir elbise giymiş, başıma beyaz tomurcuk güllerinden oluşan dişli bir toka iliştirmiştim. Benzer bir bant Asya'nın alnında da yerini almıştı. Sabah güneşinin bahçeyi şenlendirdiği şu dakikalarda oldukça mutlu görünüyorduk. "Beyim bu kuru yemişlerden yemeğinizi emretti. Güçten düşmenizi istemiyor." Yüzümü somurtup bakışlarımı devirdim. "Beyinin ne istediği umurumda değil. Ben kendime bakabilirim. Sağlığım için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verebilirim. Söyle ona beni yönetmeye çalışmaktan vazgeçsin." Sözlerim yüzünün düşmesine sebep oldu. "Aman Gelin Hanım, huzursuzluk çıkmasın. Sonra kabak yine bizim başımıza patlıyor. Mervan Bey, bizi çok sıkıştırıyor. Annem sürekli diken üstünde olmaktan panik atak olacak diye korkuyorum." Ciğerlerimdeki nefesi bir solukta bırakıp omzuna dostça dokundum. "Merak etme. Sizi zora sokacak herhangi bir şey yapmam." Bir süre duraksayıp, "Beni yalnız bırakmamanızı istiyor değil mi?" diye sordum. Gözleri faltaşı gibi açıldı ve bakışları gözbebeklerimden olabildiğince kaçmaya çalıştı. "Neden istiyor bunu? Neden çocuklarımla yalnız kalmamı istemiyor?" diyerek onu cevapsız bırakacak bir soru daha yönelttim. "B-bilmiyorum!" diye kekeledi. Bocalamaları dikkatimden kaçacak gibi değildi. Elini tuttum. "Bana her şeyi anlatabilirsin Dilan. Beni hanımın değil ablan olarak gör. Mervan'a, seni zora sokacak hiçbir şey anlatmam." Dolu dolu olmuş gözleri bana yıkıcı bir gizin ön sinyallerini veriyordu. Ön dişlerini, titremesini zapt edemediği alt dudağına bastırıp, "Bilmiyorum Gelin Hanım!" diye afalladı. "Beyim bilir. Benim bir şeyden haberim yok." Alel acele ayağa kalktı. Bu hali daha da işkillenmeme sebep olmuştu. "İşlerim var; akşam Baran Bey'in kız arkadaşı gelecek. Hazırlık yapmam lazım." Bir şey söylememe bile fırsat vermeden takunyalarını giyip sarsak adımlarla yanımdan uzaklaştı. Ardından öylece baka kalmıştım. Bu telaş da neyin nesiydi.? Neyden korkuyordu bu kız? Vebalıdan kaçar gibi bir anda niye uzaklaşmıştı ki? Bahçe kapısına kadar gözlerimle onu takip ettim. Tam kapıya adım atacakken Mervan'la yüz yüze geldi ve bakışlarını çevirip geçmesi için yol verdi. Onun bu tuhaf hali Mervan'ın da gözünden kaçmamıştı. Dudaklarını anlamsızca kıvırıp anbean bana doğru çimleri adımladı. Attığı her adım bedenimi isyana sürüklüyordu. İstemsizce ılık ılık terliyor, kesik solumalarımla ve kızaran yanaklarımla ona reddedemeyeceği bir koz veriyordum. Sırf bir şeylerle meşgulmüş gibi görünmek için Aras'ı göğsüme bastırıp ipeksi, siyah saçlarını okşamaya başladım. Sırtım ona dönük olduğu halde gölgesinden vicdan azabı gibi başımda dikildiğini fark ediyordum. Bir dizini bükerek hemen bir nefes kadar yakınıma diz çöktü. Elleri öfkeli, gergin yüzüme meydan okur gibi dalgalı saçlarımda gezindi. Saçlarımı sol omuzumun üzerinde toplayıp her bir telini arzularından kurtardım. Hırslı tavrımı umursamayıp kokumu içine çeker gibi omuzumdan öptü. Hemen çocuklarımı alıp oradan uzaklaşmak istedim; ama beni bırakmayacağını düşünüp bu fikirden vazgeçtim. Bir korkak gibi kaçmayacak onunla yüzleşip yüzümü ağartacaktım. "Küs müyüz?" Yüzümü saklamaktan vazgeçip ters bakışlarımı gözlerine çiviledim. Yüzünde ve gözlerinde fark edilir bir hüzün vardı. "Dokunma bana!" "Nazar! Beni anlamaya çalış. İki gün boyunca ölüm kalım savaşı verdim. Beni o mezarın içinde ayakta tutan, yaşama gücü veren sendin. Senin aşkın... Çocuklarımız... Tam her şey düzeldi iyi olacak dediğim esnada beni delirten o şeyleri gördüm. O adamın saç telleri, künyesi, kokusu yatağımdaydı. Ve Allah kahretsin ki sen de o yatakta uyumuştun. O yatakta ikinizin kokusunu ve saç tellerini bulmak lavların içinde yüzmek gibiydi. Ben..." "Yeter sus!" diye bağırdım. Bakışlarını gözlerimden kaçırdı. Kızgınlığımı yüzüne haykırmak istiyordum. "Benim böyle bir şey yapmayacağımı düşünmeliydin. Güvenmeliydin. Ama sen ne yaptın?" Sustu. Başını mahcubiyetle eğdi. Gözlerindeki hüzne aldırmadan öldürücü darbemi indirdim. "Bedenimde ona dair bir iz aradın. Çok merak ediyorum bulsaydın ne olacaktı? Ne yapacaktın bana? Söylesene öldürecek miydin? Dövecek miydin?" "Kıyamazdım. Saçının teline bile kıyamazdım." Ayağa kalkıp ondan uzaklaştım. Güz varlığını iyiden iyiye hissettirir olmuştu. Esen melteme, ormanın temiz havasına rağmen nefes alamıyordum. Kolumu yumuşak sayılabilecek bir tarzda tuttu. "O adamın ne kadar karanlık biri olduğunu bilmiyorsun. Tek amacı yuvamızı yıkmak. Hayatımızı mahvetmek... Neden anlamıyorsun? Bunu yapmasına izin vermeyeceğim. Amacına ulaşamayacak." Yüzümü ona çevirdim. Gözlerinin derinliklerindeki umudu sırtından hançerleyen o sözleri dudaklarımdan attım. "Bizim bir yuvamız yok Mervan! Hiçbir zaman da olmadı. Bu yaşadığımız evlilik değil esaret... Sürekli birbirimizi hırpalayıp duruyoruz. İçimizden oluk oluk ihanet akarken ikimiz için bir ömrü nasıl hayal edersin?" Adım adım seraya yaklaştı. Mevsim çoktan geçmişti ve çiçekler hızla solup yok oluyordu. Pembeler içindeki seraya göz gezdirdim. Tüm çabalarıma rağmen solmaktan kurtaramadığım çiçeklerle doluydu. Bazı tohumları yeşillenmeyeceğini bile bile ekmiştim. Çünkü biliyordum bunlar tropik iklimin bitkileriydi. İhtiyaçları olan ısı ve toprak burada mevcut olmasa da bir şekilde kök salıp hayata tutunacaklarına inanıyordum. Olmamıştı. Tüm çabalarım boşa çıkmıştı. Mervan'ın beni buraya mahkûm etmesini hatırlatıyordu karanlık talihleri. İkimiz de bazı şeylerin olmayacağını bile bile bir umuda tutunmuştuk. Şimdiyse çabalarımızın boşa çıktığını kabul etmek ağır geliyordu. Hüsranı kabullenemiyorduk. Küçük bir saksıyı avuçlarının arasına aldı. Yapraklarına ölümün işlendiği çiçeği parmak uçlarıyla okşadı. "İkimiz için bambaşka bir dünya kurmak istiyorum. Biraz sabırlı olamaz mısın? Çok yakında güneş ikimiz için doğacak." Onunla daha fazla polemiğe girmek istemiyordum. Arkama geçip bakışlarını bir süre üzerlerinde gezdirdi. Yüzümü ona dönmeden omzumun üzerinden başımı çevirdim. "Defol Mervan. Sözlerinle sadece nefretimi körüklüyorsun. Senden bir insanlık ummuyorum. Bu umudu yitireli çok oldu. Sadece git!" Derin bir iç çekip bana uzanmaya çalıştı. Sözlerimin keskinliğinden çekinip bundan fazlasına cüret etmeyeceğini umuyordum. Keza öyle de oldu. Düşüncelerimi duymuş gibi bana sırtını dönüp çitlerle çevrili seradan adım adım uzaklaştı. "Akşam misafirimiz gelecek, hazır ol." Başımı ondan tarafa çevirip sözlerini tamamlamasını bekledim. "Seni o kız konusunda uyarmama gerek yok sanırım. Başımızı ağrıtacak bir şey yapmayacağını umuyorum. Sıradan bir kızı elindeki çipi kullanarak yeraltı aleminin kurtlarına yem edemeyecek kadar merhametli olduğunu biliyorum. Sen bu kadar kötü olamazsın." Dudaklarımı öfke ile birbirine bastırdım. "Tehditlerini kendine sakla ve bana ne yapıp yapmayacağımı söylemekten vazgeç." Dudaklarını sinsi bir tebessümle kıvırıp, "Öyle olsun!" diye kestirip attı. Sırtını dönüp uzaklaşmaya başladığında içimin bir nebze de olsa rahatladığını hissettim. Bana bu vaatleri verirken kafasında bir şeyler olduğunu sezebiliyordum. Hislerim kolay kolay beni yanıltmazdı. Ne yapıp edip karanlık emellerini ortaya çıkarmalıydım. Aras ve Asya'yı hazırladığım arabaya yerleştirip eve doğru yürümeye başladım. Anlık bir duraksama bacaklarımı yokladı. Yanımda getirdiğim okuma kitabım serada kalmıştı. Arabayı kenara çekip yeniden saksıların arasındaki ahşap masaya yöneldim. O an beni şaşırtan tuhaf bir cisim dikkatimi çekti. Masanın kenarındaki büyük saksının dibinde kırmızı bir kutu bulunuyordu. Kutuyu elime alıp incelemeye başladım. Dikdörtgen şeklinde, kadife kumaştan yapılma zarif bir şeydi. Kadifenin üzerindeki gümüş gül detayları ve gül şeklindeki anahtarı gözlerimin hevesine eşlik etti. Soluğumu tutup anahtarı çevirdim ve kutunun içine göz gezdirdim. Sarı bir kâğıt meraklı bakışlarımı esir almıştı. Kutuyu göğsüme bastırıp kâğıdı okumaya başladım. "Ki ben Mona Rosa bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında. Hayatla doldurur bu boş yelkeni o masum bakışlar su kenarında. Ki ben Mona Rosa bu durum seni." [ Sezai Karakoç] Okuduklarım beynimde şimşekler çaktırmıştı. Kutu kucağımdan yuvarlanıp paldır küldür yere düştü. Ellerimi göğsümde birleştirdim. Dudaklarım tek bir ismi sayıklıyordu artık. Mehmet... Düşmemek için masanın yanındaki ahşap sandalyelere tutundum. Gözlerimin önü kararmıştı. Aras ve Asya çığlıklar içinde bağırırken kulaklarımın uğuldadığını hissettim. İçimde firar etmeye çalışan çığlıkları bastırmak için ellerimi bir perde perde açıp dudaklarımı kapattım. Göz pınarlarımdan dökülen damlalar dudaklarıma yapışmış bir halde duran ellerimin üzerinde yuvarlandı. "Mehmet neredesin?" Gözlerimi sımsıkı yumduğumda, "Mehmet neredesin?" diye art arda sayıkladım. "Mehmet, Mehmet, Mehmet..." Bir elin beni omuzlarımdan sarstığını fark ettiğim an içinde bulunduğum düş aleminden sıyrıldım. "Hanımım iyi misiniz?" Makbule Hanım iri iri açılmış gözlerime acır gibi bakıp, "Su ver hemen!" diye bağırdı. Yanaklarıma hücum eden gözyaşlarımı parmak uçlarımla silip uzatılan bardağı titreyen ellerimin arasına aldım ve suyu bir dikişte bitirdim. Dilan, alelacele çocukları alıp bahçeden uzaklaştı. Koşar gibi gitmesini içerlemiştim; fakat üzerinde durmadım. Kalbim kelebeklerin istilasına uğramışken tek derdim Dilan olamazdı. O buradaydı, yakınımda. Belki bir nefeslik mesafe vardı aramızda ama onu görmemi istemiyordu. Neden gizleniyordu benden? Bu kaçma kovalamaca da neyin nesiydi? Kitabımı elime alıp sakinleşmeye ve Makbule Hanım'a belli etmeden toparlanmaya çalıştım. "İyi misin kızım! Kötü bir şey mi oldu? Söyle hadi çekinme!" Başımı yok bir şey der gibi salladım. "Ben iyiyim! Merak etme çok iyiyim. Çok..." Şüpheli bakışlarımı bir süre daha 32 diş sırıtan yüzümde gezdirdi. Kutuyu yerden alıp anlamsız bir ifadeyle bana uzattı. Elleri çiçekli entarisine ve oradan da beline ilişti. "Odanıza götüreyim sizi, biraz dinlenin!" dedi. Koluma girip bir sarhoş misali sallanan ince belimi tuttu ve budanarak şekillendirilmiş ağaçların arasından geçirdi. Hâlâ düşünceler beynimi istila ediyor gibiydi. Mehmet'i aklımdan çıkaramıyordum. Ölmediğini biliyordum. Onun beni bu dünyada yapayalnız bırakmayacağından emindim. O zaman neden kendini öldü göstermişti? Neden ailesinin böyle perişan olmasına izin vermişti. Meryem'i ve Sıdıka Hanım'ı ne kadar sevdiğini biliyordum. Onları acılar içinde bırakarak nasıl hayatına devam ederdi? Gerçekleri öğrenmek istiyordum. Artık bu şüpheyle yaşayamazdım. Etrafıma daha dikkatli bakmalı ve onunla yüzleşmeliydim. Mehmet yaşıyordu! Beni bırakmamıştı. Benden vazgeçmemişti. Vazgeçmemişti... Suratımdaki o ebleh ifadeyle önce bahçeye ardından da büyük, gri salonu geçtim. Odadaki o gri, oymalı klasik koltuklar bile gözüme bir başka güzel görünüyordu. Bebekleri Dilan'a bırakıp odama koştum. Raziye Hanım ve Gülnaz'ın meraklı bakışları umurumda bile değildi. Sadece Mehmet'i düşünmek istiyordum. Tüm olanları bir bir zihnimden geçirmeli ve hikâyedeki çatlakları bulup akıl yürütmeliydim. Mehmet, bunu neden yapmış olabilirdi? İntikam ... Onun karakterine uygun bulduğum bir şey değildi; ama olanlar onu bile değiştirebilirdi. Belki de beni Mervan'dan kurtarmak için bir plan yapmıştı ve planı gereği kendini bir süre gizlemesi gerekiyordu. Bu durum beni hem mutlu etmişti hem de tuhaf bir şekilde korkulara itmişti. Mervan'ın sadist bir ruhu vardı. Eğer Mehmet korkunç bir oyunun içindeyse ona karşı akıllı olmak zorundaydı. Mervan, birinin beni kendisinden alacağına inanmak istemiyordu. Bunu engellemek için herkesi karşısına alır; gerekirse bozuk para gibi harcamaktan çekinmezdi. Kendimi beyazlar içindeki yatağıma bıraktım. Düşüncelerimin hem dağılmasını istiyor hem de kurtulacağım hevesiyle deli gibi onu düşünüyordum. Öldüğünü sandığım o korkunç zamanlarda çaresizlik beni iliklerime kadar üşütmüştü. Şimdi yaşadıklarımın gerçek olduğunu bilmek yüreğimi bambaşka iklimlere taşıyordu. Kitabı kalbimin üzerine bastırıp yaşadığım şeyin gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu sorguladım. Okuduklarıma hâlâ inanamıyordum. Hemen sakinleşmeli kimseye gördüklerimi belli etmemeliydim. Ya Mehmet yazmadıysa. Mervan... Güllü sandık kutusunu Mervan koymuş olabilir miydi? O notları Mervan yazmış olabilir miydi? Mervan'ı tanırdım. Beni şaşırtıp etkilemek için yapmayacağı şey yoktu. Belki de bana oyun oynuyordu. Geçmişe dair bir şeyler öğrendiyse beni sınamaktan asla çekinmezdi. Gerçekleri öğrenmek zorundaydım. Elimdeki kitabın sayfalarına göz gezdirdim. Kurutulmuş beyaz bir gül, sayfa arasına iliştirilmişti. Gözlerimi kapayıp onu dudaklarıma bastırdım. Tüm olanlar bir serabı andırıyordu. Kitabın sayfalarını hızlı bir şekilde yokladığımda son sayfadaki not dikkatimi çekti. İyi bir el yazısı ile yazılmıştı ve her haliyle estetik bir duruş ortaya koymaktan çekinmiyordu. "Yağmurlardan sonra büyümüş başak, Meyveler sabırla olgunlaşırmış, Bir gün gözlerim ta içine bak, Anlarsın ölüler niçin yaşarmış. Yağmurlardan sonra büyürmüş başak." Yine Mona Rosa. Bu şiirin bizim için anlamı büyüktü. Kitabı okurken yazıyı görmemiştim; belli ki sonradan eklenmişti. Tüm bunların nereden çıktığını öğrenmem gerekiyordu. Aksi taktirde meraktan aklımı kaybedebilirdim. Toparlanıp banyoya girdim. Su biraz olsun heyecanımı durdurmama yardımcı olmuştu. Dalgın dalgın saçlarımı kuruttum. Gardırobumu açıp beyaz bir elbise seçtim. Uzun kollu sade, dökümlü elbisenin içinde oldukça iyi durmuştum. Saçlarıma dalgalar atıp daha hacimli görünmesini sağladım. Aynalığıma yönelip yüzüme soft bir makyaj yaptım. Alnıma bıraktığım ince, parlak aksesuarla hazırlıklarımı tamamlamıştım. Artık salona inmek için hazırdım. Odamdan çıkıp hole yöneldim. Gözlerim Mervan'ı arıyordu. Bugün onu çok fazla görememiştim. Bu durum ister istemez içimin huzursuzlanmasına sebep olmuştu. Ne işler çevirdiğini öğrenmek zorundaydım. Bugünkü konuşmalarımız hiç hayra alamet değildi. Çalışma odasına göz gezdirdiğimde kapısının aralık olması içimdeki tüm merakı yüzüme yansıtmıştı. Birkaç adımda kapı eşiğine ulaştım. Dilan çiçekli entarisini bacak arasında toplamış, saçlarının yarısını örten yemenisini gerisin geriye iterek yerleri süpürüyordu. Süpürgenin sesi adım sesimi bastırdığından varlığımı Dilan'ın ruhu bile duymamıştı. Odayı tekrar kurcalamayı düşünsem de bunu Dilan'ın bakışları arasında yapamayacağını biliyordum. Mervan, beni odaya almaması konusunda onu uyarmıştı. Evdeki hizmetliler aldıkları emre uyup sürekli beni göz hapsinde tutuyordu. Telefon kullanmaları yasaktı. Suçlarım ortaya çıkınca dışarı ile iletişim kurmamam için yeni kontrol yasakları getirilmiştir. Ev telefonu ise sınırlandırılmıştır. Onunla sadece belli numaralar aranıyordu. Tüm bu yasakların içinde boğuluyor gibiydim. Dilan'ın işi bittiğinde kapıyı kilitleyeceğinden en ufak bir şüphem yoktu. Ne yapacaksam hızlı olmalı, planımı iz bırakmaksızın eksiksiz yerine getirmeliydim. Sahanlıktaki mırıltılı sesler dikkatimi çekti. Mervan ve Battal, kısık sesle bir şeyler konuşuyordu. Konuşmalarına çalışma odasında devam edebileceklerini düşünüp hızla odama gittim. Aras ve Asya'nın mobilyasına koyduğum bebek telsizini alıp Mervan'ın çalışma odasına yöneldim. Dilan, ter atarak Mervan'ın çekmecelerini siliyordu. Göstermelik holdinglerine ait dosyaları yerleştirirken neredeyse çekmecenin içine tamamen girmişti. Parmak uçlarımda yürüyüp siyah deri mobilyalarının yanına ulaştım. Neyse ki kül rengi, yünlü halı adım seslerimi bastırmıştı. Odanın sol köşesi iki küçük berjer ve iki büyük koltuk tarafından işgal edilmişti. Berjer ve koltuk arasında sık dallara ve yapraklara sahip büyük bir saksı bitkisi bulunuyordu. Zamanımın kısıtlı olduğunu düşünüp elimdeki bebek telsizini bitkinin ince dallarının arasına gizledim. Onların yaklaşmasına müsaade etmeden telsizin düğmesine basıp aleti çalıştırdım. Onu burada kimsenin fark etmeyeceğini umuyordum. "Nazar!" Terleyen ellerimi elbisenin eteklerine silerken Mervan'ın kuşkulu sesiyle irkildim. Beynimde şimşekler çakmıştı. Acaba beni ne kadar zamandır izliyordu? Derin bir nefes alıp yüzümü ona döndüm. Zoraki bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Sakin ol! Sakın tedirginliğini belli etme. Görmemiştir. Alnımda ve şakaklarımda oluşan terleri fark etmediğini umuyordum. Mervan'ın yanına doğru süzüldüm. Beni odasında görünce bakışlarını kaçırdı. Her halinden öfkesini hissedebiliyordum. Belki de kurduğum tuzakları öğrenmiş, bana içten içe nefret kusmayı görev edinmişti. Ya öğrendiyse, korkuyorum. Sahip olduğum her şeye zarar verebilir. O çok tehlikeli biri. Çocuklarımı ondan korumak için bir şeyler yapmaya mecburum. Battal, Mervan'la yüz yüze geldiğimizde birkaç adım geriye gidip bizi yalnız bıraktı. Mervan kendisinden emir bekleyen Dilan'ı baş işareti ile odadan gönderdi. Gözlerimi kaçırıp yerdeki kül rengi halıyı izlemeye başladım. Saniyeler sonra beni soru yağmuruna tutacağını biliyordum. Onu kandırmak için hemen iyi bir yalan bulmalıydım. "Aşkparem! Çalışma odama yaptığın bu güzel ziyareti neye borçluyuz?" "B-Ben Şey..." diye kekeledim. "Yine neyin peşindesin?" diyerek beni köşeye sıkıştıran o yıkıcı soruyu sordu. "Şey..." Kekelememeliydin, ona reddedemeyeceği fırsatlar sunuyorsun. Kendine gel Nazar! İç sesimi dinleyip normal davranmaya çalıştım. Yalnızlıktan kendi kendime konuşmak gibi tuhaf huylar edinmiştim. Sürekli kaçma planları yapıp, derin derin düşünen birine göre pek de anormal bir durum sayılmazdı. "Sana bu oda yasaklanmıştı hatırlarsan. En son bilgisayarımdan bazı belgeleri çalmıştın ve kendini saklanmaya çalışırken de feci bir şekilde yaralanmıştı." Kollarını birbirine düğümleyip, "Düşünüyorum!" dedi. Dudaklarının iması ve alnının çizgi çizgi olup gerilmesi kursağımın tıkanmasına sebep olmuştu. "Yine başımıza nasıl bir çorap öreceksin, gerçekten çok merak ediyorum." Endişelerimi yutup suçlu psikolojisiyle öfkeli bir tavra büründüm. "Haklısın. Hata etmişim, seni gün içinde ziyaret etmemeliydim." Ah Nazar ne yapıyorsun sen? Ziyaret de nerden çıktı? Kendi kendimi farkında olmadan ele vermiştim. Onu ziyaret etmeyeceğimi çok iyi bilirdi. Bu palavralarıma inanmasını hiç beklemiyordum. Kapıdan çıkmaya çalıştığımda iki eşik arasına kolunu koyup geçiş yolumu kapattı. "Gidebilirsin demedim prenses. Giriş sebebin için daha iyi bir açıklama yapmanı bekliyorum." Kızgın kızgın soluyarak gözlerinin derinliklerine baktım. Özgüvenli duruşumun, sarf edeceğim tok sözlerimin onu ikna edeceğini sanmıyordum. Ama yine de denemeliydim. "Sadece konuşmaya geldim." Dudaklarını beni delirtecek kadar küstahça büküp başını alayla yana yatırdı. "Ne hakkında?" Normal davranmaya çalışarak "Sabah ki söylediklerin..." dedim. Gözlerini kısıp sözlerimin doğruluğunu ölçer gibi baktı. Dilimi dudaklarımda gezdirip anlık da olsa zaman kazanmaya çalıştım. "Ben sözlerinde haklı olduğunu düşünüyorum. Evet, Azat çok tehlikeli biri. Ailemize zarar verebilir. Onu olabildiğince hayatımızdan uzak tutmalıyız. Ve..." "Ve..." diye yineledi. Saçmaladığımın farkındaydım. Ne söylersem söyleyeyim bana güvenmeyeceğinin de... Ama bunu denemek zorundaydım. "Sana kızmakla hata ettiğimi düşünüyorum. Sorumluluk sahibi biri gibi davrandın." İç sesim resmen beni sözleriyle tokatlıyordu. Saçmalama Nazar. Adam bedeninde Azat'ın izlerini aradı. Resmen taciz etti. Bu psikolojik şiddetin nasıl haklı olduğunu söylersin, nasıl susarsın? Duygularımı susturup aptal oyunuma devam ettim. "Ben birbirimize güvenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Hâlâ geç kalmış sayılmayız." Dudaklarımın her bir hareketini mühürlü gözleriyle takip etmiş, bakışlarını tenimden bir an olsun ayırmamıştı. Parmak uçları elmacık kemiklerimde dolaştı. Yüzündeki huzur ve sükûneti hissedebiliyordum. Eğilip burnumun ucuna küçük bir buse kondurdu. Ben suratına tokat patlatmak için çıldırırken o duyduklarının verdiği memnuniyetle gülümsüyordu. "Haklısın bir tanem. O gün seni incittiğim için çok üzgünüm. Beni anlamaya çalış. Seni asla üzmek istemiyorum. Kötü olan her şeyi unutalım. Tüm bunlar geride kaldı." Tabi ki geride kalacak kocacığım! Seninle işim bittiğinde olanlarla birlikte pek çok şey senin için geride kalacak! Başımı onaylar gibi sallayarak gülümsemeye çalıştım. Bana sımsıkı sarıldı. Avuçlarının belime sabitlendiğini hissediyordum. Kollarımı boynuna doladım ve beni göğsüne bastırmasına izin verdim. Kalbinin göğüs kafesini dövecekmiş gibi hızlı attığını, teninin alev alev yandığını hissedebiliyordum. Bir süre yaşanan her şey geride kalmış gibi öylece kaldık. Mervan'ın aptal bir adam olmadığının farkındaydım. Haklı olduğum halde bu kadar çabuk dönmem imkân dahilinde bir durum değildi. Ben onu ve planlarını ifşa etmeye uğraşırken bazı şeyleri hasır altına itmiştim o da suçlarını ört pas eden bu hamlemi inanmış gibi yaparak görmezden gelmişti. Danışıklı dövüş yapmıştık kısaca. İkimizin de böylesi işine gelmişti çünkü. Bir süre sonra alnımdan öpüp bedenimi kendinden kurtardı. Arkamı dönüp uzaklaşmak istediğimde ayaklarım yere sabitlendi. Kafamı karıştıran o soruyu sorup sormama konusunda epey bocaladım. Yeniden yanına gelip bakışlarımı gözlerine diktiğimde mimikleri manasızca kasıldı. "Mona Rosa şiiri... Onu daha önce duymuş muydun?" Başını imalı bir şekilde salladı. "Evet... Sanırım duymuştum. Muhtemelen şiir kitaplarımın birinde gördüm. Neden sordun?" Dudaklarım gülümser gibi kıvrıldı. "Yok bir şey. Sadece merak ettim." Kafasında bıraktığım soru işaretini umursamadan odadan usulca uzaklaştım. Odamın kapısının önüne geldiğimde Battal'la göz göze geldik. Birbirimizden hiç mi hiç hoşlanmıyorduk. Benim Mervan için tehlikeli olduğumun farkındaydı. Onu korumak için tetikte beklediğini biliyordum. Mervan'a duyduğu aşırı sadakat beni harcayacak kadar güçlüydü. Bakışlarını çevirip bir şey söylemeden yanımdan geçti ve çalışma odasının kapısını hızla kapattı. Hemen odama geçip diğer telsizi elime aldım. Ne konuşacaklarını çok merak ediyordum. Birkaç düğmeye bastıktan sonra cızırtılı sesleri kulaklarıma ilişti. Benim sesimi duymamaları için küçük bir ayar yapmam gerekmişti. Mervan, telefonla Dilan'ı arayıp sade bir kahve istedi. Ardından Battal'a oturmasını söyledi. Büyük koltuğuna kuruluşunu, hükmeder gibi oturuşunu bu odada bile hayal edebiliyordum. Aralarındaki sessizlik canımı sıkmıştı. Sakladığım bebek telsizini fark etmeden bir şeyler öğrenebilmeyi umuyordum. Dakikalarca bekledikten sonra kapının tıklamasıyla kahve servisinin yapıldığını anladım. Dilan odadan çıktıktan sonra ilk duyduğum Battal'ın sesi oldu. "Sizi oldukça endişeli görüyorum Beyim. Bilmediğim bir şey mi oldu?" Mervan, huzursuzca boğazını ayıkladı. "Şu Azat denilen p*ç iyice canımı sıkmaya başladı." Ciğerlerindeki nefesi hızla bıraktığını ve kesik kesik soluduğunu duyabiliyordum. "Bu pisliği hayatımızdan dezenfekte etmenin zamanı gelmedi mi sence?" "Efendim, siz de biliyorsunuz ki babanız Mümtaz Bey'le büyük işler yapıyor. Yapacağımız basit bir hareket büyük bir yangın çıkarabilir." Bir süre sessiz kaldılar. Ben ise merakla sözün gideceği yeri bekliyordum. "Biliyorum. O yüzden iyi düşünmeli ve doğru hamle yapmalıyız. Karda yürümeli ama asla izimizi belli etmemeliyiz." Battal, "Aklınız da bir şey mi var?" diye sordu merakını gizlemeksizin. Mervan'ın imalı gülüşü içimi ürpertmişti. Sorunun arasını açmadan büyük bir özgüvenle devam etti. "Belki de Azat Mirzanoğlu bugün eceline hiç olmadığı kadar yaklaşmıştır, ne dersin?" "Anlamadım Efendim." "Anlayacaksın!" dedikten sonra bir süre sessiz kaldı ve ardında ürperti dolu alaycı bir ses tonuyla sözlerine devam etti. "Genç adam eğlenmek için kulübe gidecekken hızla yol alan aracının frenleri tutmaz ve frenleri patlayan araç büyük bir kazaya sebep olur. Mirzanoğullarının genç varisi Azat Mirzanoğlu ardında gözü yaşlı pek çok kişiyi bırakıp hayata veda eder." Küçük bir kahkahanın ardından, "Ne elim bir son değil mi" diye ekledi. Telsizde duyduğum küçük kıkırdama Mervan'ın bol frekanslı kahkahalarından oldukça farklıydı. "Öyle Efendim. Bunun için aralarına sızdırdığımız adamları kullanabiliriz. Bunu seve seve yapacaklardır." Battal'ın ses tonundaki yumuşama ve onay dikkatimden kaçmamıştı. Ben ılık ılık terlerken Battal çoktan izin alıp odadan çıkmıştı. Telsizi kapatıp ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde lavaboya gittim. Başımı aynaya yaslayıp, kan ter içinde duyduklarımı düşünüyordum. Kafam allak bullak olmuştu. Mervan, korkunç bir oyun oynuyordu. Azat'ı ortadan kaldırmayı isteyecek kadar gözü dönmüştü. Ne yapacaktım ben? Her şeyi bilip nasıl hiçbir şey bilmiyormuş gibi rol yapabilirdim? Sırtımı kapıya yaşayıp dizüstü çöktüm. Azat'tan nefret ediyordum. Ama göz göre göre bir insanın öldürülmesine seyirci kalamazdım. Üstelik yapacağı başkalarının da hayatına mâl olabilirdi. Bir başka araca çarpması halinde bir ailenin yok olmasına sebep olabilirdi. Hâl böyleyken nasıl umursamazca davranabilirdim ki? Mervan'ı engellemek zorundaydım. Ayağa kalkıp odadan çıktım. Gülnaz'a her şeyi anlatmalıydım. Azat onun kardeşiydi ve kardeşi için kurulan bu tuzağı bilmeye hakkı vardı. Eğer birlikte hareket edersek Mervan'a engel olabilirdik. Evde bir kaos oluşturmadan, aileleri birbirine düşürmeden Azat'ı arabasının frenleri konusunda uyarabilirdik. Aceleyle hole geçip etrafı kolaçan ettim. Merdivenin girişinden salona göz gezdirdim. Dicle ve Melek koşuşturup oynarken yanlarında görünmüyordu. Mervan muhtemelen odasında hazırlanıyordu ve Gülnaz'la konuşmak için bu eşsiz fırsatı değerlendirmek zorundaydım. Gülnaz'ın kapısının önüne gelmiştim. Fakat hâlâ ona ne söylemem gerektiğini kestiremiyordum. Nasıl anlatılırdı ki bu? Kocan kardeşini öldürecek nasıl denirdi? Bana inanır mıydı? Sözlerimi dikkate alır mıydı? Söylemek zorundasın Nazar. Başka çaren yok! Kapıyı tıklatıp gel komutundan sonra kararsız adımlarla içeri süzüldüm. Beni gördüğüne epey şaşırmıştı. Bakışlarında eski nefret dolu ifadeyi görmesem de iyi niyetine tamamen teslim olamıyordum. Adım adım yanına yaklaşıp, "Seninle konuşmam gerekiyor Gülnaz." diye fısıldadım. Yüzünü şaşkın bir şekilde burktu. Gözlerindeki endişeyi iliklerime kadar hissettim. "Ne için?" "Azat! O..." Sözlerime başlayacağım esnada güçlü bir ses tüm kelimeleri boğazıma tıkadı. "Demek buradaydın!" Mervan... Şu an en olmaması gereken yerdeydi... Bölüm bitti. Değerli yorumlarınızı ve yıldızlarınızı esirgemeyin. Sınavlarınızda başarılar dilerim. 🤗🥀 |
0% |