@syildiz_koc
|
Günümüz Genç adam, evinin bahçesinde yorgun gözlerle yanıp sönen ateş böceklerini izliyordu. Elindeki içki bardağından bir yudum aldı. Aylardır aynı yerde, aynı hayalin hasretiyle kavruluyor; içindeki bu aşkı ancak aldığı alkolle dizginleyebiliyordu. Gelecekten yana hiçbir umudu kalmamıştı; acı-tatlı hatıraları tüm benliğini sarmış, onu içten içe çürütüyordu sanki. Bardağından büyük bir yudum daha aldı. Artık zihni alkolün de etkisiyle bulanmaya başlamıştı. Bu sarhoş hâliyle özlemini çektiği o çakır gözlere, şimdi bir nebze de olsa yakındı; yoksa yalnızlıklarla kaplı bu boş dünyaya nasıl katlanırdı ki? Evinin gösterişli bahçesinde kendi ruhunun ızdıraplarını dinlerken, karısı da cam kapının ardında sarhoşluğun son demlerine demir atmış kocasını gözlüyordu. Onun bu dokunaklı hâline daha fazla dayanamadı ve ürkek adımlarla yanına gitti. Eskiden de kendisine karşı ilgisizdi Mervan. Bu alışık olmadığı bir durum değildi. Umursamazlık had safhaya ulaşmışken, tüm dünyayı boş vermiş bir halde günlerini tüketip duruyordu. Genç adam, gecenin bu saatinde karşısında karısını Azrail gibi dikilmiş görünce bıkkın bir şekilde iç çekti. Bu saatte burda olması hiç hayra alamet değildi. Çoktan yatmış olması gerekiyordu. Belli ki bu gece âdeti olmayarak gardiyanlığa heves etmişti Gülnaz Hanım. Bardağını tekrar ağzına götürdü; fakat içinde bir damla bile içki kalmamıştı. Genç kadın, ona acıyarak baktı. Bu sarhoş ve zavallı hâliyle âşık olduğu o güçlü adamdan o kadar uzaktı ki! Mervan, sallanarak önündeki sehbaya eğildi ve kesme, kare detayları olan cam şişeden bir bardak viski daha koydu. Doğrulup tam ağzına götürecekti ki karısı hızla elini tutup içmesine engel oldu. "Bu gecelik bu kadar yetmez mi?" Ona karşılık vermeden bardağı sert bir şekilde çekip ağzına götürdü ve bir dikişte hepsini bitirdi. Boş bardağı avcunun içinde sıkıp tepkili bir şekilde sırtını o büyük, gösterişli, tekli koltuğa yasladı. Başını geriye bırakıp tüm ciğerlerini derin bir nefesle doldurdu ve kaygısız tavırlarını gizlemeye gerek duymaksızın eski bir türküyü mırıldanmaya başladı. Karısı hâlâ karşısına dikilmiş, ısrarla bir açıklama bekliyordu. "Niye yatmadın hâlâ?" "Seni merak ediyorum!" Bıkkın bir şekilde parmaklarını uzamış, kirli sakallarında gezdirdi. "Merak! İyi ya gördün. Şimdi doğruca yatağına git ve beni yalnız bırak." Gülnaz, onu bu şekilde kendi hâline bırakmaya hiç niyetli değildi. Gözlerini, mahsunca genç adamın yüzüne kitledi. "Mervan! Senin için endişeleniyorum anlamıyor musun?" "Ne için endişeleniyorsun? Ha! Sana söylüyorum Gülnaz, endişelenecek ne hâlim var benim? Git yat dedim." Genç kadın, incinmişliklerini saklamaktan çok yorulmuştu. Birinin bu sarhoş, acılı adama dur demesi gerekiyordu. Bu sefer olan biteni sinip, görmezden gelmemeye kararlıydı. Kırgın, dolu dolu gözlerle eşine baktı. "Bir buçuk senedir her gün burda sabahlara kadar oturup içki içiyorsun. Doğru düzgün yemek bile yemiyorsun, uyumuyorsun. Hiçbir şeye tahammülün yok! Her şeye kızıp bağırmaya başladın. Seni kızdırmamak için çocuklar bile evin içinde parmak uçlarıyla yürür oldular. Bizimle hiç ilgilenmiyorsun; yanımıza gelip bir ihtiyacımız olup olmadığını bile sormuyorsun. Ne olur topla kendini artık Mervan! Sana ihtiyacımız var." Mervan, sert bir şekilde ayağa kalktı. Bu kalkış Gülnaz'ı oldukça ürkütmüştü. Kendisine bağırıp çağırmasından ve hatta şiddet uygulamasından korkuyordu. Elini havaya kaldırıp delici bakışlarını Gülnaz'a dikti. Gülnaz, bu hareketten çekinerek istemdışı yüzünü kapattı. Mervan, havadaki eliyle evi işaret ederek, "Şu eve bir bak! Koskoca bir hanedanlık gibi. Mutfak hınca hınç yiyeceklerle dolu, cüzdanında istemediğin kadar para var, mücevherlerini hiç söylemiyorum bile. Ama sen tüm bu varlıkları unutmuş; benim yokluğumun ve ilgisizliğimin derdine düşmüşsün." Gülnaz, kendisini anlamayacağını bile bile son kez umut dilenmekten kurtulamadı. "Anlamıyor musun? Hastalanmandan korkuyorum ve kendine..." Mervan, sözlerini bitirmesine müsaade etmedi ve sadist bir tavırla sus işareti yaptı. "Ben iyiyim. İlle de bir iyilik yapmak istiyorsan, beni yalnız bırak!" Genç kadın, tüm sözlerin faydasız olduğunu anlamıştı; sessiz sedasız uzaklaşmaya karar verdi. Paramparça olmuş eşine son bir bakış attı; bu sarhoş hâliyle ayakta duracak kadar bile mecali kalmamıştı. Mervan, artık onun varlığını zerre kadar önemsemiyordu. Genç adam, yemyeşil bahçeye esefle göz gezdirdi ve içinden derin of çekti. Sırtını tekli koltuğuna yaslayıp biraz olsun sakinleşmeyi başarmıştı ki içerden gelen sesler tüm sükûnetini yeniden bozdu. Tanıdık bir ses, ''Bey bahçede mi?'' diye sordu. "Evet." "Ona söyleyeceklerim var." "Bekle biraz." Takım elbiseli genç delikanlı, hemen hürmetkâr bir tavırla yanına geldi. "Battal geldi efendim, sizinle konuşmak istediği bir mesele varmış." Mervan kinayeli bir ses tonuyla, "Bu saatte mi?" diye sordu. Delikanlı aynı hürmetkâr tavırla devam etti. "Evet efendim, dilerseniz yarın gelmesini söyleyeyim." "Hayır, bırak gelsin!" "Peki efendim." Genç adam, ayağa kalktı. Havuza yönelip bakışlarını sudaki aksinde gezdirdi. Dağılmış saçları ve uzamış sakallarıyla bu harap görüntüsünden kurtulamıyordu. Delikanlı çıkınca birkaç saniye sonra Battal, kış bahçesine girdi. Mervan, gecenin bu saatine rağmen onu gördüğüne sevinmişti. Rahatlamak için koltuğuna yeniden yerleşti. "Gel bakalım Battal, gel!" Battal ona doğru bir adım attı. Yüzü endişeden bembeyaz olmuş, elleriyse gerginlikten titremeye başlamıştı. "İyi geceler efendim." "Benimle konuşmak istediğin önemli bir mesele varmış.'' Battal, başını onaylar gibi sallayıp, Mervan'a endişeli bir bakış attı. "Evet efendim; fakat burası bu konuşma için hiç de uygun bir yer değil." "Sorun o kadar büyük mü?" "Evet efendim! Emrederseniz, sizinle çiftliğe gidelim. Orası bu konuşma için çok daha müsait." Mervan, iyiden iyiye endişelenmeye başlamıştı. "Demek o kadar önemli! Gidelim!" Bardağını bırakıp, doğrulmaya çalıştı. Battal, Mervan'ın sarhoş tavırlarına üzülerek baktı. Anlatacağı mühim konuları idrak edebilmesi ve doğru kararlar alabilmesi için zihninin ayık olması şarttı. Ona dönüp, "Öncesinde bir kahve içseniz!" diyerek bir teklifte bulundu. Mervan, ses tonundaki endişeyi farketmişti. "Ben iyiyim Battal! Aklım gayet başımda. Merak etme, artık istesem de zil zurna sarhoş olamıyorum. Sanki içkiler bile yüz çevirdi bana." "Siz bilirsiniz efendim." Birlikte evden çıkıp hızla arabaya yöneldiler. Battal, direksiyona geçip yola koyuldu. Mervan ise yan koltukta baş ağrılarıyla cebelleşiyordu. Karanlığın içinden süzülüp, ahşap çiftlik evine girdiler. Battal, kapıyı hızla kilitleyip lambaları yaktı. Artık evdeki zifiri karanlığın yerini loş bir ışık almıştı. O ortamı hazırlamaya çalışırken, Mervan sonunda dayanamadı. "Söyle bakalım, seni böyle telaşlandıran bu önemli haber de neyin nesi?" Battal, derin bir nefes çekip bakışlarını yere indirdi. Konuyu nasıl gireceğini bir türlü kestiremiyordu. "Efendim!" Mervan'ın sabrı artık taşma noktasına gelmişti. "Delirtme beni Battal! Söyle ne diyeceksen!" "Nazar Hanım efendim..." Bu ismi duymak Mervan'da soğuk bir duş etkisi yaratmıştı. Hınçla Battal'ın yakasına yapıştı ve "Ne olmuş Nazar'a? Söyle!" diye bağırdı. Battal, efendisinin bıraktığı sarsıntıya aldırmadan, "Ağır yaralı bir şekilde hastanedeymiş. Bir inşaattan atlayıp intihar etmiş." diyerek içindeki tüm zehri akıttı. Elleri, adamının yakasından gayriihtiyarı düşmüştü. Artık nefes almakta bile zorlanıyor, bakışlarıyla ölümü ıslıklıyordu. Dizlerinin bağı çözüldü. Yüzünde biriken ecel terleri, usulca şakaklarından damladı. Dolu dolu olmuş gözleriyle, "Sen neler söylüyorsun böyle?" diye sayıklamaktan kurtulamadı. Duydukları karşısında adeta beyninden vurulmuşa dönmüştü. Diz çöküp biraz sakinleşmeye çalıştı. Dudakları sıtmaya tutulmuş gibi titrerken güçlükle konuştu. "Bana bunun bir yalan olduğunu söyle. Ölmedi de, konuş!" Battal, biraz daha sakin olmaya çalışarak, "Yaşıyor efendim; ama hayatî tehlikesi devam ediyormuş." Mervan efkârla soluyup, acının kıvrımlarıyla bezenmiş alnını sıvazladı. Ne kadar gizlemeye çalışsa da Battal, gözlerindeki tükenmişliği görebiliyordu. Nasıl görmesin? Çocuklukları birlikte geçmişti. Dostunun yüzündeki her ifadeyi çözüp, kalbinden geçenleri okuyabilecek kadar iyi tanıyodu onu Battal. Birbirlerine hep sadakâtle bağlı olmuş; asla ihanet etmemişlerdi. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir patron-eleman ilişkisine benziyordu yakınlıkları; fakat görünenin aksine dostluklarının taşıyamayacağı hiçbir sır yoktu. Aralarındaki bağın farkında olan Battal, yanına yaklaşıp eliyle Mervan'ın omzuna dostça dokundu. Arkadaşının yüreğinin alevler içinde yandığını, ruhunun karanlık dehlizlerde kaybolduğunu biliyordu. "Ne yapacağız şimdi?" Cevap çok basitti aslında; fakat Battal bunu söylemeye bir türlü cesaret edemiyordu. Mervan, gözlerinden boşalan yaşlara inat, genzini dağlayan hasreti bir solukta yutkundu. Adamının yanında güçsüz görünmek istemiyordu. "Efendim! Yarım bıraktığımız işi tamamlamalıyız. Onu öldürmeliyiz." "Ne diyorsun sen?" "Öldürün onu efendim! O sizin sahip olduğunuz her şeyi yakıp yıkmadan öldürün!" Mervan, karanlık gözlerini nefretle üzerinde gezdirdi. Elleri düşmanca Battal'a sabitlendi. "Ne saçmalıyorsun sen? Bunu benden nasıl istersin?" Battal, kararlılığından ödün vermeden, "Mecburuz. Anlamıyorsunuz! Kız inşaatta birini öldürmüş; polisler odasına sinek girmesine bile izin vermiyor. Kapımıza dayanmaları an meselesi!" Mervan, yalanlarcasına başını salladı. Tüm bu olanlar yeterince acıtırken, bir de onu öldürme düşüncesine dayanamıyordu. "Sen ne dediğini bilmiyorsun? Nazar, bir karıncayı bile incitmez. Ne kadar merhametli olduğunu sen de biliyorsun. Onun merhametsiz olduğu tek bir kişi var; o da benim." Battal usulca yanına diz çöktü ve kırgın kırgın genç adamın yüzüne baktı. "Sözlerime güvendiğinizi sanıyordum. İnanın bana! Kızı oraya gönderirken başımıza bela olmaması için çevresini onu takip eden gölgelerle doldurdum. Kapısından kuş uçsa biliriz." " Haberin kaynağı kim? Bir aldatmaca olmasın!" "Hayır, İstanbul polis teşkilatında görevli bir memurdan aldım haberleri. Kız, dün gece koşarak bir inşaata girmiş. Kendisini dışarı atmaya çalışan yaşlı bir bekçiyi, elektrikli kablolara itmiş. Adam ne yazık ki fecî şekilde can vermiş." Mervan, öfkeyle ayağa kalkıp oda içerisinde hırsla dolanmaya başladı. "Ne işi varmış o inşaatta; hem de gecenin o saatinde? Neden evinde değil?" "Sebebi bilinmiyor efendim!" Mervan, Battal'ın kararsızlığını hemen farketmişti. "Benden sakladığın bir şey mi var?" Battal, yaptığı işi eline yüzüne bulaştırmış olmanın verdiği mahcubiyetle başını eğdi. "Nazar Hanım, evinde olamaz Beyim; çünkü ev çoktan yanmış. Kundaklama olduğu düşünülüyor." Mervan, bir adım daha attığında sendeleyerek duvara yaslandı. Artık adım atacak takati bile kalmamıştı. "Sen ne yangınından bahsediyorsun. Bu nasıl olabilir? Yalnız bir kadının evini kim, niye kundaklar?" "Bunu kimse bilmiyor efendim. Adamlarımız itfaiyenin sesini duyunca yangını farkedebilmişler. Dikkat çekmemek için evin çok yakınında duramıyorlardı." Mervan, kan soluyarak delicesi haykırdı. "Aptallar! Becerip bir kadına sahip çıkamadılar!" "Haklısınız Beyim; ama şimdi daha büyük bir sorunumuz var. Kız şuan hastanede ağır yaralı bir şekilde yatıyor; fakat yaşama şansı oldukça yüksek. Polisler bu işin peşine düşerse işin ucu bize kadar gelebilir. Kızın gerçek kimliği, ailesi, İstanbul'a nasıl geldiği, yaşadığı bu hayatı kime borçlu olduğu... Bunların hiçbiri ortaya çıkmamalı. '' "Onu öldürmemi istiyorsun!" "Ne olur anlayın beni! Sizin için endişe ediyorum. Çok tehlikeli bir oyun oynadık; bu oyunun ortaya çıkması hâlinde hayatınız altüst olur. Ailenizi, itibarınızı, tüm mal varlığınızı kaybedebilirsiniz. Babanızın hiçbir şeyden haberi yok; eğer Büyük Bey yaptıklarınızı öğrenirse sizi reddeder." Mervan, alaylı bir bakış attı; aslında o da en az Battal kadar endişeliydi olanlardan. "Sadece evlatlıktan reddedeceğimi mi sanıyorsun?" Battal, ona sadakâtle bakıp, "Diğer ihtimalleri düşünmek dahi istemiyorum efendim." diye sayıkladı. Mervan, imalı bir şekilde gülümsedi. Acıklı hâlini ne yapsa inkâr edemiyordu. "Bir kadın için hapislere düşen, kaçak hayatı yaşamayı göze alan bir oğul sahibi olmaktansa o oğlun ipini çekip evlat katili olmayı tercih edecek. Babam asla itibarına gölge düşmesine izin vermez." "Hayır efendim, buna müsaade etmeyeceğiz. Bana biraz zaman verin; hemen birini tutup o kızı ortadan kaldırayım. O zaman korkulacak bir şey kalmaz. Zaten kimlik sahte! Esas kimliğine asla ulaşamazlar. Evde kızın yaşayışına dair hiçbir delil kalmadı; hepsi yangınla birlikte yanıp kül oldu. Kızdan başka kimse sizi tanımıyor. Adamları konuştursalar bile bize ulaşamazlar." Mervan, içindeki yangına engel olamıyordu. Medet umar gibi gözlerine baktı. Kendisine başka bir çıkış yolu sunmasını istiyordu; bu fazla ağırdı deli sevdalı yüreği için. "Ona kıyamayacağımı biliyorsun!" Battal, iknâ etmenin kolay olmayacağını daha en başından beri biliyordu zaten; ama tek bir hatayı daha kaldırabilecek durumda değillerdi. "Kendinizi, ailenizi düşünün. Çocuklarınızın, eşinizin size ihtiyacı var." Mervan, içinde bulunduğu çaresiz duruma dayanamıyor; sevdiği kadını öldürme fikri ona ölümden beter geliyordu. Alnını duvara yasladı, ellerini bir yelpaze gibi açmış sanki o beton yığının sinesine sığınmıştı. Gözyaşlarını Battal'a gösterden ruhundaki ızdırapları dindirmeye çalışıyor, o loş ışıkta bile mahvoluşunu gizleyemiyordu. Battal, onun bu çırpınışlarının uzun zamandır farkındaydı zaten. Günahında da sevabında da dostuna ortak olmuş, en tehlikeli işlerde bile ona göğsünü siper etmişti. Ama hayır! Bu sefer durum farklıydı; artık duygusallığı bir kenara bırakmalı ve gereken neyse onu yapmalıydı. "Beni dinleyin efendim! Bırakın artık bu sevdayı. Ondan size hayır yok, ne zaman anlayacaksınız?" Mervan, onu duyamayacak kadar öfkeliydi. Ne yaparsa yapsın bu öldürme fikrini bir türlü kabullenemiyordu. Dişlerini sıkarak, "Hayır! Hayır... Yapamam anlamıyor musun? Yapamam... Onu seviyorum, deli gibi anladın mı? Deli gibi... Onsuz yaşayamam; onun olmadığı bir hayata tahammül edemem." diye bağırdı. Mervan, iyice kontrolden çıkmıştı; duvarları yumrukluyor, eline ne geçerse paramparça ediyordu. Battal ise dostunun bu hâlini kederle seyretmekten başka bir şey yapamıyordu. Bu sevmek olamazdı; bu olsa olsa ölmekti. Göz göre göre yavaş yavaş ölmek... Oysa eskiden her şey ne kadar da farklıydı. Diyarbakır'ın en gözde delikanlılarından biriydi Mervan. Tüm aileler kızlarını ona vermek ve böyle bir delikanlıyla akraba olmak için divane olurdu. Uzun kirpikleri, simsiyah gözleri, boyu posu tüm kızların yüreğine bir hançer gibi saplanır; geçtiği yollar ümit bezirganları tarafından tutulurdu. İyi bir tahsil görmüş ve attığı yerinde adımlarla ailenin servetine servet katmıştı. Sahip olduğu tüm nimetler sayısız kadını kendine köle yapmaya yeter de artardı bile. Ama o tüm bunları unutarak, bir sevdanın peşine düşmüş; bu imparatorluğu elinin tersiyle itiyordu. Tüm düşüncelerden sıyrılıp, Mervan'ı gerekeni yapmak konusunda ikna etmeliydi. Beyinin üzerine yürüdü; onu omuzlarından sarsıp duvara yapıştırdı. Aralarındaki bu efendi-köle ilişkisinden bir çırpıda kurtulmuştu. Mervan, nemli ve şaşkın gözlerle ona baktı. Vücudu kaskatı kesilmişti sanki. Şuan ki hâllerinden duyduğu rahatsızlığı yutup, sakinleşmeye çalıştı. Nazar'ı düşünüyordu. Şimdi kim bilir ne hâldeydi? Kendisine ihtiyacı olduğu hâlde yanında olamayışı yüreğini en derinden kahrediyordu. Battal, öfkeyle soludu. "Toparlanın artık, yeter!" ''?!!'' "Kendini mahvedeceksin diyorum; anlamıyor musun? Mahvedeceksin! Felaketin olan bu aşktan kurtul artık! Hayatını karartmana müsaade edeceğimi mi sanıyorsun?" "Onun ölmesine dayanamam!" Mervan, bir inilti gibi çıkan sesine aldırmadan başını dizlerinin arasına gömdü. Ayakta duracak mecali, Battal'ın yüzüne bakacak cesareti kalmamıştı. Utanıyordu. Böylesine deli sevdiği için hiç olmadığı kadar utanıyordu. "Vazgeç artık! Yanında değil, sana kadınlık yapmıyor, seni sevmiyor; hâlâ başkasına âşık! Yanındayken bile seni sevmedi; bir kez bile gözlerine aşkla bakmadı. Bir kez olsun yüzüne gülmedi. Değer mi ha, değer mi onun için?" Mervan, onu duymak istemiyordu bir türlü ve ne kadar uğraşsa da anlamayı reddediyordu tüm bu sözleri. "Beni hiçbir zaman anlamadın; birini gerçekten sevmedin çünkü. Bu aşkın yüreğimi nasıl dağladığını görmüyor musun? Yapamıyorum... Yokluğu ölmekten beter! Her an onun kokusunu, tenini arıyorum. Sahip olduğum hiçbir şey beni tatmin etmiyor." "Onu görmüyorsunuz bile. Dokunamıyorsunuz... O evde adını anmanıza bile izin yok!" "Evet, göremiyorum, dokunamıyorum. Sesine, kokusuna, ona ait olan her şeye hasretim. Ama biliyorum yaşıyor; onunla aynı gökyüzüne bakıyorum, aynı havayı soluyorum. Bir yerlerde yaşadığını, bensiz de olsa hayatına devam ettiğini biliyorum. Anlamıyor musun? O taze, genç bedenin mezar olmasına; toprak altında etlerinin parazitlerce yenilmesi ihtimaline dayanamıyorum.'' Battal, öfkesini dizginlemeye çalışarak, kısık bir sesle sözlerine devam etti. "Yaşlı bekçiyi ittiğini gören bir görgü tanığı var. İyileşse bile kurtuluşu yok; hapse girecek! Girdiği gibi sizi de o mahzene sürükleyecek." Mervan, acıklı ve alay dolu bir bakış attı. Kendisini iknâ etmek için yaptığı hiçbir şeyi umursamıyordu. "O adamı satın almak senin için zor olmasa gerek!" Battal, iğreti bir gülümseyişle devam etti. "Elbette, neden olmasın(!) Verdiğimiz sahte kimliğin ortaya çıkması an meselesi. Gerçek kimliği anlaşılınca da her şey çorap söküğü gibi gelecek. Kız, her şeyden haberdâr. Bunları polise anlatırsa işte o zaman kaçacak delik arayacağız. Siz ve aileniz darmadağın bir hâlde kaçak göçek yaşarken; belki de o çoktan yeni bir adamla mutlu bir hayata başlamış olur." Bu sözler, Mervan'ın sabrını taşıran son damla olmuştu. Öfke içinde Battal'ın yüzüne okkalı bir yumruk savurdu. Onun sadece kendisinin iyiliğini istediğini biliyordu; ama bu yürek yakıcı sözlerine tahammül edemiyordu. Yüzü al kanlara bulanmış dostuna, kinle baktı. Battal'ın yüzünde en ufak bir nefret ve öfke kırıntısı görünmüyordu. Mervan'a dönüp aynı kararlı tavrıyla devam etti. artık Battal da hıncını ortaya koymaktan çekinmiyordu. "Bir daha vur, hiç durma! Ama şunu bil ki beni anlayıp, doğru olanı yapana kadar gerçekleri söylemekten asla vazgeçmeyeceğim." Mervan, duvara yaslanarak usul usul yere oturdu. Başını bir süre dizlerine gömüp, bir çıkış yolu bulmak için kara kara düşünmeye başladı. Bu sessizlik Battal'ı umutlandırmaya yetmişti. Yanına gelip aynı pozisyonda oturdu ve sabırla Mervan'ın cevap vermesini bekledi. Battal'a hak veriyordu; ama yüreğine bir türlü söz geçiremiyordu. Olanları düşündü ve ne kadar çıkışsız olduğunu. Yapmak zorundaydı. Yüreği yana yana da olsa bu işi bitirmek zorundaydı genç adam. Dakikalar sonra başını tekrar kaldırdı ve gözlerini duvara dikerek ıssız bir şekilde cevap verdi. "Tamam!" "?!!" "Gerçeklerle güreşmekten yoruldum. Bu dünyada aşkı olamadığım kadını, Azraili olup ölüme ben göndereceğim. Onu herkese ve her şeye rağmen yüreğine kazıyan benim, hem yüreğimden hem de bu hayattan silmek de bana düşer." Battal, duyduklarına inanamıyordu. Şaşkınlığından kurtulup ona yöneldi. "Ama bu çok tehlikeli. Hastane polis kaynıyor. Yakalanmamanız içten bile değil." "Ölümü elimden olacak; ona bir başkasının kıymasına dayanamam!" Battal, Mervan'ın aldığı karardan vazgeçmesini istemiyordu. "Peki efendim! Gerekirse sizi korumak için o hastaneyi bütün teşkilatın başına yıkarım." Ayağa kalktıklarında, çevreyi kolaçan edip evden çıktılar. Arabalarına doğru giderken Gülnaz'ın tüm olan biteni dinlediğinin farkında bile değillerdi. Genç kadın, duydukları karşısında adeta şoka girmişti. Meğer kendinden habersiz ne çok oyun dönmüştü o evde. Düşünceli düşünceli ormanın içine doğru süzüldü. Arabasına binip şoföre "Sür!" emrini verdi. *** Boğazın serin rüzgarları tüm İstanbul'a bir yelpaze gibi esiyordu. İhtişamlı boğazdan vapurlar, gemiler geçiyor; genç adamsa aldığı bu zor kararın sorumluluğu altında eziliyordu. Martıların bile suskunluk orucu tuttuğu bu gece, birkaç dakika sonra hastaneye gidip en sevdiği varlığı bu dünyadan silip atacaktı. Dokunup incitmeksizin saatlerce izlediği o masum yüzü unutamıyordu. Ne kadar da güzel ışıltılı gözleri vardı. Gülünce derinlikli gözleri, âşıkları çürüten karanlık birer mavi dehlize dönüşürdü. Hüzünlüyken yukarı bakar; sanki gökyüzündeki her bir yıldıza türlü müjdeler fısıldardı. Ağlamak... Ne kadar da anlamlı bir hale gelmişti onunla. Manalı gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülürken dudakları fısıltı hâlinde mırıl mırıl hüzünlü türküler söylerdi. Tüm bunların boş bir inat uğruna bu dünyadan silinip gitmesi ne kadar da acıydı oysa. Saat tam 12'yi vurduğunda hastaneye gidip yarım bıraktığı bu işi tamamlayacaktı. Derin bir iç çekti; içindeki keder yüreğine sığmıyor, tüm tenini tutuşturup yakıyordu. Battal, Mervan'ın gözlerindeki telaşı ve kararsızlığı farketmiş, üstü kapalı onu yüreklendirmeye karar vermişti. "Efendim, bir şeyler içmek ister misiniz?" Mervan, oldukça dalgın bir hâldeydi. Efkarlı yüzünü onun dostunun endişeli gözlerinde gezdirdi. "Evet!" "Su, meşrubat, çay..." Genç adam dudaklarını alayla kıvırdı. "Ne içmek istediğini biliyorsun." "Şuan bu hiç iyi olmaz. Zihniniz olabildiğince berrak olmalı." Mervan, alaylı bir bakış attı. "Bazen dostum ya da adamım değil de bakıcım olduğunu düşünüyorum." dediğinde Battal, samimiyetle gülümsemekten kendini alamadı. "Size olan görevimi yerine getirmekten memnunum efendim." Mervan, konuyu dağıtmak istemiyordu, bu yüzden ciddi bir tavır takınarak esas meseleye döndü. "Oraya nasıl gireceğiz?" "Hastane de bir adamımız var; işaret verdiğimizde yangın alarmını çalıştıracak. Ortalık karışınca sizle birlikte kızın kaldığı yoğun bakım ünitesine gideceğiz. Maskelerle kimse bizi tanımayacak. İşi halledince de arka kapıdan kimseye görünmeden çıkacağız." Plan oldukça güvenilir görünüyordu; ama Mervan hâlâ yeteri kadar tatmin olmamıştı. Kaygısını belli etmemeye çalışarak, "Peki ya güvenlik kameraları... Onlar bizim için tehlike teşkil etmez mi?" diye sordu. Battal , iddialı bir edayla sözlerine devam etti. "Onu da düşündüm. Yangın alarmı ötmeye başladıktan sonra adamımız sisteme girip o günkü tüm kayıtları silecek. O bu işlerle uğraşırken biz çoktan kendimizi dışarı atmış olacağız. Her şey hazır, yapmanız gereken tek şey kızın fişini çekmek. Ben yanınızda olacağım." Mervan, rüzgarda savrulan kuru yapraklar gibi bir köşeye sinmiş; duygusuz ve yorgun bir şekilde zamanın dolmasını bekliyordu. Vakit dolunca Battal ile birlikte arabalarına binip hastanenin önüne gittiler.Hastane bu gece oldukça tenhaydı. Genç kadın, başarılı bir ameliyat geçirdiği halde doktorlar ağız birliği yapmış gibi ameliyattan sonra ilk 24 saatin dolması kuralını hatırlattı. Oktay ve polis arkadaşı yoğun bakım ünitesinin önünde yorgun bir şekilde nöbet tutuyordu. Oda sürekli hemşireler ve doktorlar tarafından ziyaret edilirken; Nazar, kendisi için planlanan tüm kötü emellerden habersiz ölümle cebelleşiyordu. Saatlerce oturmak Oktay'ı hem yormuş hem de sıkmıştı. Yanındaki çaylak polis arkadaşına burda beklemesini söyleyip, ihtiyaç için mola verdi. Yalnız kalan genç memur, bir terslik olacağını sezmiş gibi önünden her geçeni şüpheli gözlerle süzüyor; sıkılganlıkla elini kolunu koyacak yer bulamıyordu. Mervan ise zaman geçtikçe daha çok gerilmeye başlamıştı. Her şeyin bir an önce olup bitmesini istiyordu artık. Geçen her dakika kararına balyoz olup iniyor, vazgeçmek ve saldırmak arasında gidip gelmekten kurtulamıyordu. "Daha ne kadar bekleyeceğiz? " Battal sakin ve soğukkanlı bir şekilde onu yanıtlamakta gecikmedi. "Merak etmeyin, birazdan gireriz! Sakin olmaya çalışın lütfen!" Birkaç saniye sonra telefon çaldı. Battal, şaşılacak derecede sabırlı bir üslupla konuşuyordu. Lafı çok uzatmadan, "Tamam, geliyoruz.'' diyerek telefonu kapattı. Mervan'ın kalbi deli gibi çarpıyordu. Hayatının en büyük pişmanlığını yaşamaya gittiğinin o da farkındaydı ve ne yazık ki geri adım atmayı şu aşamadayken kendine asla yediremiyordu. Onu bir ömür bitirmek zorundaydı; başka türlü bu aşka direnemezdi. İçin için yanarak çift kişilik ecellerini adımlıyordu ve bunun farkında olmak içindeki fırtınanın daha artmasına sebep olmuştu. Ruhundaki basiretsiz tüm duyguları öldürmek, belki de onun yitikliğiyle mümkün olacaktı. Battal, "Vakit geldi! Çok dikkatli olmalıyız. Arkada görgü tanığı bırakmamamız gerekiyor!" diyerek onu hareketlendirmeye çalıştı. Mervan, yıkılmaya yüz tutmuş koca bir dağ gibiydi. Ömrünün son soluğunu, kalbinin dermansız ritmini duymamaya çalışıyordu. Ön camdan kendine baktı. Yıllar sonra giydiği bu doktor giysileri, şimdi hayat kurtarmak için değil; hayat söndürmek için bedeniyle buluşmuştu. Bu durum, ona kaderin tokatlamaktaki mahirliğini bir kez daha hatırlattı. Ettiği Hipokrat yemini, şimdi zehir olmuş; beynini ezip paralıyordu. Hayat kurtarmak... Artık ne de zavallı bir söylem olmuştu onun dilinde. O içinde koca bir muharebeyi yaşarken, köstebek ortalığı karıştıracak son hamleyi yapmak için hazırlanmaya girişmişti bile. İnsanlar arasında dikkat çekmemeye çalışarak usul adımlarla odaya girdi. Başını kaldırır kaldırmaz alıcıyı gördü. Elini çabuk tutmak zorundaydı. Hemen sandalyeyi altına çekti ve masanın üzerindeki belgelerden birkaçını alıp çakmakla yaktı. Tutuşmuş kâğıtlarla sandalyenin üzerine çıktığında artık hengame için her şey hazırdı. Çıkan dumanın alıcıya ulaşmasıyla tüm hastaneden gürültülü bir alarm sesi yükselmeye başladı. Sesi duyan sağlık görevlileri, panik olmamaya çalışarak durumu olabildiğince idare etmenin yollarını aradı. Ne yazık ki bu boş bir çabadan öteye gidemeyecekti. Zira sesi duyan insanlar, çoktan koridorlarda koşuşturmaya başlamış, etrafı velveleye esir bırakmakta gecikmemişti. Koridorlar, hastaların yardım çığlıklarıyla adeta inliyordu. Personel de dahil olmak üzere hastanedeki bir çok insan, can havliyle merdivenlerden iniyor; kaygan fayans zeminde düşe kalka çıkışı bulmaya çalışıyordu. Güvenlik görevlileri de bu beklenmedik durum karşısında bihayli şaşkındı. Sürekli komutlar vererek insanları sakinleştirmeye çalışıyorlardı; fakat kimsenin korkudan onları görecek hâli kalmamıştı. Mervan ve Battal, bu karmaşadan yararlanıp hastaneye girmeyi başardılar. Görevlilerin bu girişimi ruhu bile duymamıştı. Mervan büyük gözlükleriyle, beyaz saçlı peruğuyla ve yüzündeki ameliyat maskesiyle kendini mükemmel bir şekilde kamufle etmişti. Battal ise, sarışın bir peruk takmış o da tıpkı Mervan gibi kalın camlı, büyük gözlüklerle ve maskeyle yüzünü gizlemişti. Giydikleri doktor giysileri amaçladıkları kötülüklere rağmen onları oldukça karizmatik bir havaya büründürüyordu. Attıkları her adım ölümü hissettiriyor, geçtikleri kapılar onları çirkin amaçlarına bir arşın daha yaklaştırıyordu. Çevrelerindeki kalabalık, karmaşadan bu iki adamın farkına bile varamadı. Yanlarından geçen insanların sabırsız omuz darbeleri bu iki adamı sendeletmeye bile yetmeyecekti. Onlar merdivenlerden hızla yoğun bakım ünitesine doğru yönelirken, odanın kapısında bekleyen polis memuru da kararsız bir şekilde koridorda dolanıp duruyordu. Etrafında insan kalmayınca o da olan biteni gözlemlemek amacıyla yerinden ayrıldı. Meslekî ve vicdanî açıdan ne kadar büyük bir hata yaptığının farkında bile değildi. O kadar genç ve çaylaktı ki, sorumsuzluğunu nelere malolabileceğini bir türlü kestiremiyordu. Elbette bu hata en çok Mervan ve Battal'ın işine gelmişti. Onun acemiliği sayesinde arkalarında bir ceset daha bırakmaktan kurtulmuş, karanlık emellerine attıkları her adımla biraz daha yaklaşıyorlardı. Hızla yoğun bakım ünitesine girdiler. Mervan, heyecanını kontrol etmekte zorlanıyordu. Battal'ın hâli ise ondan pek de farklı değildi. Genç adam, odaya girer girmez nefes alıp vermesini zorlaştıran maskeyi hızla indirdi; boynundaki stetoskopu yere fırlattı. O kapıyı kitlerken Battal'da kapının hemen yanındaki cam pencerenin şeritli açılır kapanır perdesini indirdi. Artık yalnızdılar. Battal, gözleriyle her şeyden habersiz bir şekilde yatan Nazar'ı işaret etti. Mervan, heyecan içinde sevdiği kadına doğru, usul usul yaklaşmaya başladı. Kalp atışlarına hakim olamıyordu bir türlü. Ciğerleri sık ve derin nefes almaktan sanki yorgun düşmüş, göğüs kafesine sığmaz olmuştu. Mahcup bir çocuk edasıyla suçlu suçlu yatağın yanına ilişti. Şakaklarından damlayan terlere inat, gözlerini ondan alamıyordu. Biraz önce kendisini cesaretlendirmek için söylediği tüm sözler anlamını yitirmişti sanki. O güzel yüze son kez doya doya baktı. Bütün gücü ellerinden alınmış gibiydi. Parmak uçlarını genç kadının morluklar ve çürükler içindeki yüzünde gezdirdi. Bu halde bile ne kadar güzel göründüğünü düşünmekten kendini alamıyordu. Yüreğinde biriktirdiği tüm gözyaşları artık gözpınarlarında zaptedilemez olmuş, yanaklarına doğru hücum ediyordu. Sessiz iç çekişlerle yüzünü sevdiğinin yüzüne yaklaştırdı. Derin bir nefes çekip tek aşkının gül kokusunu ciğerlerine doldurdu. Alnına, yanaklarına, o zarif küçük burnuna küçük buseler kondurdu. Bu dokunuşların bir veda tesellisi olduğunu düşündükçe beynine ve kalbine cam kırıkları saplanıyordu sanki. Battal, dışarıyı perde aralığından gözetlemeye çalışırken, Mervan'ın kızın büyüsüne kapılıp kendini kaybettiğini üzülerek görebiliyordu. Onu kendine getirmek için, "Acele edin efendim!'' diye seslendi. Sesinin duyulmasından endişe duysa da ona amacını hatırlatmaktan vazgeçmeyecekti. Mervan, tüm gücünü yitirmişcesine kaskatı kesilmiş, onu duyamayacak kadar da kendinden geçmişti. Battal, sesini biraz daha yükselterek, "Efendim!" diye bağırdı. Mervan, terleyen şakaklarına ve titreyen dudaklarına aldırmadan çantasından keskin, sivri bir bıçak çıkardı. Ellerini bıçağın sapında buluşturup havaya kaldırdı ve genç kadının kalbini hedef aldı. Gözlerini kapatıp bıçağı saplamak için bir hamle yaptı. Hayır! Yapamıyordu. Tüm yaşanılanlara rağmen onu ölüme göndermeyi kaldıramıyordu. Bıçağı hınçla yere fırlattı. Ayağa kalktı ve ona sırtını dönüp sakinleşmeye çalıştı. Gözlerinin önüne gelen onlarca kareyi ve hatıralar zincirini unutmak zorundaydı. Battal, onun bu işi yapacağına olan inancını çoktan kaybetmişti. Mervan'a dönüp, "Efendim, vaktimiz daralıyor!" diyerek serzenişte bulundu. Mervan, kesik kesik nefes alıyor; gözlerine hücum eden yaşlara ve tüm bedeninin sarsıcı bir şekilde titremesine engel olamıyordu. Yeniden ayağa kalktı ve kara bir tülü andıran mühürlü gözlerini o masum, yaralı yüzde gezdirdi. Genç kadının ağzındaki oksijen maskesini çıkardığında hırıltılı bir nefes sesi tüm odayı doldurmakta gecikmedi. Nazar, dudaklarını aralayıp kesik kesik solumaya çalıştı. Ünitede bu yitik nefes sesinden başka hiçbir ses duyulmuyordu. Mervan, onun bu hâline kederle baktı. Kıyamıyordu... Bu işe bir kere girişmişti artık ve başladığı işi bitirmek zorundaydı. Yanındaki yastığı alıp avuçları arasında sıkmaya başladı. Bu zalim işi yaparken onun yüzüne bakmaya dayanamayacağını biliyordu. Yüzünü ondan çevirip, tekrar gözlerini kapadı. Yastığı burnuna değdirecek kadar yaklaştırdığı halde bir türlü yüzüne bastırıp onu boğamıyordu. Dişlerini sıkıyor; bir an bile olsa onu bir yabancı kabul edip gönlünden atmak istiyordu; fakat ne yazık ki içinde bulunduğu duygusal çöküntü buna asla müsaade etmeyecekti. Hırsla yastığı duvara fırlattı. Bacaklarını karnına yaslayıp kendini yere bıraktı. Başını gözyaşları içinde dizlerine gömdü. Battal, onun bu işten vazgeçtiğini anlamıştı; ama bu kararı sineye çekmeye hiç niyeti yoktu. Yatağa doğru usulca yürüdü. Yerdeki yastığı alıp, kızın başucuna geldi. Artık bu görevi üstlenmiş, gerekeni yapmaya hesapsızca talip olmuştu. Nazar'ın yüzüne yastığı sert bir şekilde bastırmaya başladı. Odayı saran ölüm çığlığı şimdi daha da artmıştı. Mervan, bu sesleri duymamak için kulaklarını çaresizce kapattı. Onu kaybetmeye dayanamıyordu. Göz göre göre yitip gitmesine nasıl müsaade edebilmişti? Kısa bir süre sonra, hırıltılı seslerin yerini monitörden gelen zayıf ritim sesleri aldı. Mervan, başını hemen solundaki monitöre çevirdiğinde nabzın git gide düştüğünü ekrandan net bir şekilde görebiliyordu. Birkaç saniye sonra ritim sesleri tamamen durmuş; uzun ve tiz bir ses odanın her yanında yankılanır olmuştu. Çaresizliğe bulanmış yüreğini daha fazla zapt edemeyerek ayağa kalktı. Battal'ın kolunu hızla çekip yastığı Nazar'ın yüzünden kaldırdı.Tenine düşen ölüm soğukluğunu hissedebiliyordu. O hassas, masum yüz bembeyaz olmuş; cansızlığın ve yitikliğin sisine boğulmuştu. Mervan, yüzündeki öfkeyi gizlemeden hiddetle elini Battal'ın boğazına kenetledi. Şimdi nemli gözleri, aşkını kendisinden acımasızca çalan ruha kitlenmişti. Vargücüyle dostunun boğazını sıkıyor; tüm hırsını Battal'dan çıkarmak için debelenip duruyordu. Onlar cebelleşirken kapı hızla açıldı. Siyah takım elbiseli bir adam, endişeyle başını içeri uzattı. "Gitmemiz lazım efendim, yangının olmadığını anladılar. Buraya geliyorlar." Battal, boğazını sıkan eli aceleyle indirdi. Bu hesaplaşmanın ne yeriydi ne de zamanı. Kaçmak zorundaydılar; arkalarındaki günahı geride bırakmak, bu şartlar altında yapılabilecek en doğru şeydi belki de. Mahvoluşun son demlerini yaşayan Mervan'ı sürüklercesine odadan çıkardılar. Üçü birlikte hızla merdivenleri inip arka taraftaki çıkış kapısına doğru koşmaya başladı. Bahçe kapısından süzülüp arabaya ulaştıklarında vicdanındaki ağırlıkla sarsılan tek kişi Mervan'dı. Siyah, büyük araç, dakikalar içinde gözden kayboldu. Bilgisayar başındaki köstebek ise onları ekrandan büyük bir dikkatle takip etmekten geri durmuyordu. Uzaklaştıklarından emin olunca bilgisayara şifreyi girip kayıtları incelemeye koyuldu. Bir tıkla son bir saate ait tüm kayıtları sildi ve bilgisayarı açık bırakıp hızla odadan uzaklaştı. Hiçbir delil bırakmadığından emindi; fakat içi hiç de umduğu kadar rahat değildi. Hayatı boyunca taşıyacağını bildiği vicdanî bir yükle yeniden işinin başına geçti. Kendisini kötü bir şey yapmadığına ikna etmeye çalışıyordu; fakat dilinden çıkana kalbi bir türlü inanmak istemiyordu. *** Niyazi, telefonun çalmasıyla daldığı uykudan uyandı. Başını kaldırıp, odasını boş gözlerle süzdü. Tüm gece uykusuz kalmıştı ve yorgunluk okuduğu satırların da etkisiyle bedenini uykuya teslim etmişti. Ellerini yüzünde gezdirdi. Derin bir "of!" çekip yığıldığı yerden toparlanmaya çalıştı. Koltukta geçirdiği saatler, korkunç bel ve sırt ağrılarına sebep olmuştu. Deftere, mahmur gözlerle baktı. O kadının beyaz yüzü, sırma saçları geldi gözlerinin önüne. İzni olmaksızın ona ait olan bu defteri gizli gizli okuyor olması, kendisini içten içe mahcup ediyordu. Onun gizemli hayatını çözebilmek için defterini okumaya mecburdu. Başka türlü sırlarına ulaşamazdı ve o zaman bu kördüğümü çözmek de ancak bir hayal olurdu. Kendini toparlayıp, defteri çantasına koydu. Yüzünü lavaboda yıkayıp, kimseye gözükmeksizin merdivenleri hızla indi. Yaklaşık 10 dakika sonra evine ulaşmıştı. Ayaküstü bir şeyler atıştırıp yeniden defterin başına geçti. Bu hikâyenin nereye gideceğini çok merak ediyordu. İçgüdüleri onu yanıltmamıştı. Nazlı Kaya adıyla bildiği genç kadının, aslında bir başkası olduğunu meslekî öngörüleriyle hissetmiş ve bu defterle belgelemişti. Şimdi iş, hikâyedeki ipuçlarını takip edip gerçek kimliğine ve hayatına erişmeye gelmişti. Yeniden bakışları deftere odaklandı. Parmakuçlarını sayfalarda gezdirip, kaldığı yerden okumaya devam etti. Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️ |
0% |