Yeni Üyelik
60.
Bölüm

60. Bölüm: Vicdanımdaki Yankı

@syildiz_koc


Medya: Janaga& Sevak


VİCDANIMDAKİ YANKI


"Toprak gibi olmalısın! Ezildikçe sertleşmelisin!


Seni ezenler sana muhtaç kalmalı! Hayatı sende bulmalı!"


CAN YÜCEL


                                                           


Başımı çevirdiğimde Mervan'ın koyu, hareli gözlerine tosladım. Hazırlanmıştı. Üzerine siyah bir takım elbise giymiş; ipek, beyaz gömleğini lacivert ipek bir kravatla taçlandırmıştı. Saçlarının hacimli, parlak duruşu da karizmasını tamamlayan bir unsur gibiydi. Gülnaz'la birlikte gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi ona bakıyorduk. İlgimizden hoşlanmış bir tavırla beyaz, bebeksi dişlerini göstererek gülümsedi.


Baran'ın kız arkadaşıyla yiyeceğimiz bu akşam yemeğine bu kadar özenmesi akıl alır gibi değildi. Gören görücüye çıkacak olanın Baran değil de Mervan olduğunu sanırdım. İçimden, "Umarım kız karakterli biridir." diye geçirmeden edemedim. Aksi takdirde Mervan'ı gördükten sonra Baran'ı beğenmesi oldukça imkânsız bir hâl alacaktı.


Gözlerimi kızgınlıkla devirirken keşke dedim içimden. Keşke yüzündeki ve endamındaki güzellik karakterine de yansıyabilmiş olsaydı. Allah'ın güzellik, para ve nam konusunda 'yürü ya kulum!' dediği bu adam, iyi bir ahlak konusunda da payını düşeni alsa ve çirkefe bulanmasaydı.


Güzelliğe tapan insanları düşündüm. Böyle etkileyici ve zengin bir adama sahip olmak için birçoğu canını bile verirdi sanırım. Oysa ne güzelliği ne aşkı ne de parası beni mutlu etmeye yetmiyordu. Tüm bunlar kalbimdeki boşluğu dolduramıyordu. O kızları kolundan tutup yaşadığım hayatı göstermek istedim. Bakın bana, bakın da görün! Neyiniz var sizin? Şuyu da olsun buyu da olsun derken güzel bir kalbi olsun sözünü neden dilinize değdirmiyorsunuz? Şu unvanı alacağım buna sahip olacağım derken neden mutlu olacağım diye kayıtlamıyorsunuz? Tüm bunların mutluluk getireceğini nereden biliyorsunuz?


"Aşkparem..." Mervan'ın sesi irkilmeme sebep oldu.

"Yine dalıp gittin. Belli ki tahmin ettiğimden de çekici görünüyorum. Bu afallayışın başka bir sebebi olmasa gerek!" Yalancıktan bir tebessümle onu onayladım. Yalanı y'sini bile beceremeyen ben, sayesinde oscarlık bir oyuncu olup çıkmıştım. Bu adamın eline düştüğümden beri düzenbazlık ve hileyi başucu kitabım gibi yanımdan ayırmıyordum. "Ben konuşmanızı böldüm sanırım!" diyerek baş döndürücü bakışlarını Gülnaz'a çevirdi. Gözlerim Gülnaz'a toslar taslamaz Mervan'ın büyüsünden biraz olsun çıkabilmişti. Mervan'a dönüp, "Önemli bir şey değildi; sadece makyajımın kıyafetime uyup uymadığını sormak istemiştim." dedim.


Dudakları yapay bir çocuksulukla cık cık tarzında hareketlendi.

"Her zaman nefes kesici olduğunu biliyorsun. Bunu birinin onaylamasına gerek yok; değil mi Gülnaz?" Gülnaz, ters bir bakış atıp yüzünü çevirdi. Mervan ise belimi kavrayıp bana merdivenlere kadar eşlik etti. Bu sevimsiz davranışları sinirlerimi bozmuştu. Aralarının hiç iyi olmadığını biliyordum.


Kayıplara karıştıktan iki gün sonra eve geldiğinde Azat'ın karanlık planını öğrenmiş, yaptığı psikolojik işkenceyle önce benim canımı okumuş, ardından da Gülnaz'a salça olmuştu. Zaten berbat bir durumda olan evlilikleri bu son olanlarla iyice darmadağın bir hâle gelmişti. Mervan'a keskin tavırlarından ötürü kızsam da Azat'a olan nefretimin yanında öfkem kocaman bir hiçti.


Azat doğumda bana büyük bir iyilik yapmıştı. Karşılığında ise Mervan'ı bitirmemi istemişti. Ona güvenme teklifini reddettiğimde korkunç bir iftira ile yüz yüze gelmiştim. Mervan'ın ihanete uğradığını düşünmesi için aşağılık bir plan yapmıştı. Odaya kendinden izler bırakarak benim ölüm fermanımı imzaladığını ne yazık ki çok sonradan öğrenecektim. Mervan'ı yüreğinden vurmak için beni harcamıştı. Onun iftirasına inanıp beni oracıkta öldüreceğini düşünmüştü belli ki. Elini kanıma bulayacak ve öfkeyle yaptığı bu davranışın pişmanlığını ömrü boyunca yaşayacaktı. Belki de gerçekleri itiraf edip beni öldükten sonra temize çıkaracaktı; kim bilir? Azat, böylece bir taşla iki kuş vurmuş ve Mervan'dan da intikamını almış olacaktı. Şeytani planı yüreğimi ürpertmişti. Bir insan nasıl bu kadar kötü olabilirdi?


O yüzleşme anlarını hatırladığımda Mervan'ın belimi saran ellerinden ve bencil karakterinden daha fazla nefret ediyordum. İçten içe Azat'ın cezasını bulmasını istesem de yapamazdım. Bir insanın hayatının elinden kaymasına izin veremezdim. Bu barbarlığı yaptığımda Azat ve Mervan'dan hiçbir farkımın kalmayacağını biliyordum.


Gri koltuklarımıza yerleşip misafirimizi beklemeye koyulduk. En büyük arzum ziyaretin erken bitmesi yönündeydi. Aksi taktirde Gülnaz'ı Azat'a kurulan kumpastan haberdar edemeyecektim. Mervan, bakışlarını bir an olsun benden ayırmazken onunla göz göze gelmemek için gözlerimi duvara mıhlamıştım.


Duvarlar eşsiz tablolarla bezenmişti. Doğa manzaraları tutsaklığı iliklerine kadar yaşayan beni bile alıp eşsiz sahillere, yağmur ormanlarına taşımıştı. Denizin turkuaz tonlarını, beyaz köpüklerini, Karadeniz'in ladin ormanlarını görünce dudaklarımdan bir hıçkırık firar etti. Yanında ağlamak istemiyordum. Bu yüzden gözpınarlarımı olabildiğince zapt etmeye çalıştım. Gözlerimi gizlememin ne kadar yersiz olduğunun bilincindeydim oysa. Vatanımın içinde vatan hasreti çekiyordum ben. Başka bir evrendeydim sanki. Sevdiğim her şeyden uzakta altından yapılmış bir köşkün içinde küllerimin arasında yaşamaya çalışıyordum. Hâlimi fark eden Mervan'ın eli önce gözyaşlarımla ıslanan elmacık kemiklerimde, ardından saçlarımın dalgalarında dolaştı.


"Bu kadar hüzünlü şeyler çizdiğimi bilmiyordum." Kaşımı anlamsızca kaldırdım. "Sen mi yaptın?" Omzuma bir öpücük kondurup, "Evet..." diye karşılık verdi. Elimi tutup koltuktan kaldırdı ve beni tabloların tam karşısına sabitledi. Sırtımı göğsüne yaslamış, başını ise boynumdan arta kalan boşluğa iliştirmişti. Fısıltısı ve soluk alıp verişleri kulaklarımda hafif bir meltem estirse de yine vurgunu göğüs kafesini döven kalp atışları yapıyordu.


Tablolara baktığımda denizin hepsinde yer bulduğunu fark ettim. Denize böylesine aşık bir adamın başka ne çizmesi beklenirdi ki? Ve can alabilen birinin böylesi bir sanatı bu kadar çarpıcı bir şekilde yansıtacağı kimin aklına gelirdi?


"Beğendin mi Prenses?" Başımı titretir gibi sallayarak onayladım. Nemli gözlerim ne yaparsam yapayım içimde kopan fırtınaları ele veriyordu. İki parmağı ile çenemi zarifçe kendine çekti. Gözleri her zaman olduğu gibi önce gözlerimde sonra da pembe, kalp şeklindeki dudaklarımda oyalandı. Her an beni öpebileceği ihtimaliyle sersemleşip olabildiğince mesafeli durmaya çalıştım.


"Bugün hem çok dalgın hem de çok hüzünlüsün. Eğer bir sorun varsa bunu benimle paylaşabilirsin." İçimden acıklı bir kahkaha attım. Benim tüm dertlerimi sebebi oydu. O ve günahları... Hayatımı istila eden bu korkunç adam bir nefes kadar yakınımdayken, her gün yatağım da benimle uyurken nasıl iyi olabilirdim? Bu da soru muydu şimdi?


Cevap bekleyen mühürlü bakışları hâlâ üzerimdeydi. "Biraz yorgun ve uykusuzum." diye cevap verdim. "İkimiz için planlarım var. Sadece biraz sabırlı ol." dediğinde göz devirmemek için kendimi zor tuttum. Merdivenlerden gelen ayak sesleri dikkatimi çevirdi. Bakışlarımız Baran'ı bulduğunda enerjisi ortamdaki tüm gergin havayı dağıtmıştı. Beyaz gömleği ve siyah jean pantolon ile oldukça iyi görünüyordu. Bugün gotik tarzını biraz olsun bırakmış; daha olgun ve ciddi bir kimliğe bürünmüştü.


"Nasıl görünüyorum?" Mervan, olumlu bir ifadeyle göz kırpıp baş parmağıyla onayladı. Baran'ın bakışları yalancıktan bir kıskançlıkla Mervan'ın üzerinde dolaştı. "Sen de oldukça şık görünüyorsun. Damat gibi olmuşsun. Kız arkadaşımı şeytani karizmandan korumam gerekecek." Mervan'ın kahkahaları bakışlarımın yerini değiştirdi. Sadist kocam parmaklarımı parmaklarına geçirerek, "Ben hayatımın aşkını bulalı çok oldu." dedi.


Raziye Hanım ve Gülnaz merdivenin başında belirdiğinde ellerimi ondan kurtarmaya çalıştım; fakat Mervan buna izin verecek gibi durmuyordu. Raziye Hanım'ın gerginliği yüzünden okunuyordu. Bu kız arkadaş mevzusundan hoşlanmadığı her halinden belliydi. Kadir Bey'in gelmesiyle birlikte tüm takım yemeye hazır bulunuyorduk. Zil çaldı. Dilan yalpalayarak heyecanla girişe koştu. Onun eli ayağı da oldukça birbirine dolaşmış görünüyordu. Ellerinin titrediğini, kalbinin çılgınlar gibi gümbürdediğini nerdeyse bu mesafeden bile duyacaktım. Kapı açıldığında hepimiz tam kadro ayaktaydık.


Ben yaşlarında sevimli bir kız, güleç bir yüzle bu kasvetli eve ilk adımını attı. Daha görür görmez ona ısınmıştım. Omuzlarına düşen ince telli koyu kumral saçları, küçük ela gözleriyle sade ama samimi bir duruşu vardı. Üzerine dizine kadar uzanan vizon rengi bir elbise giymiş topuklu ayakkabılarıyla ve küçük çantasıyla kombinini tamamlamıştı. Soft makyajı ise küçük yüzünde çekici bir duruşa kapı aralanmıştı.


"İyi akşamlar!" diyerek bize selam verdi. Hepimiz donup kalmıştık.


Kadir bey, büyük koltuğuna oturmuş, başını çevirip kızın yüzüne bile bakmamıştı. Gülnaz ve Raziye Hanım her zamanki gibi donuk, Mervan'sa kararsızdı. Belli ki Beyliğini bırakıp ev sahibi rolüne giremiyordu. Aile bu donuk hâliyle müzelerdeki balmumu heykelleri andırıyordu.


"Baran, hoş geldin tatlım." diyerek genç kızı kucakladı. Kız bozulsa da belli etmemeye çalışıyordu. Baran kaş göz işaretleri yaparak genç kızı bizle tanıştırmaya başladı. Ona selam verip tanıştığımıza memnun olduğumu söyledim. Gülnaz'la tanıştığında gözleri belirgin şekilde açıldı. İçinde bulunduğumuz üç kişilik evliliği ne kadar yadırgadığını biliyordum. İşin doğrusu bu duruma ben bile alışamamıştım. Yaşadığımız şey çok saçma ve onur kırıcı geliyordu. Ne yazık ki düşüncelerim kimsenin umurunda değildi.


Salona geçtiğimizde genç kız, Kadir Bey'i çekimser edalarla süzdü. Ne yapacağı konusunda oldukça kararsız görünüyordu. Kadir Bey, oturduğu yerden genç kıza kirli mavi gözlerini ayırmadan elini uzattığında isteksizce sıkmasına izin verdi. Belki de öpüp alnına koymasını beklemişti; bilmiyorum ama bakışlarında gördüğüm sinsilik yolunda olmayan bir şeyler olduğunu ayan beyan ortaya koyuyordu. Baran durumu kurtarmak ister gibi kız arkadaşını babasına takdim etti.


"Kız arkadaşım Eylül ve babam..." Anlık bir bocalamadan sonra yutkunarak, "Kadir Bey!" diye ekledi. Kadir Bey'in yüz çevirişleri canımı sıkmıştı. Mervan ise olanlara hiç şaşırmamış bir halde tepkisizdi. Kimseden ses çıkmıyordu. Tuhaf bir aile olduklarını daha ilk tanışmamızda anlamıştım. Ama kimseye söyleyecek bir sözüm yoktu. Burada kalıcı bile değildim; bu sebepten olsa gerek artık kimseyi değiştirmeye uğraşmıyordum.


Eve bir misafir geldiğinde kadınlar konuşmaz, kendilerine bir şey sorulmadıkça da cevap vermezdi. Mervan, Mirzanoğlu ailesi ile buluştuğumuz o korkunç günden sonra bir daha kadın-erkek karışık bir toplantıya katılmama izin vermemişti. Aile yemekleri hariç erkeklerle aynı odada bulunmazdık. Akrabaları geldiğinde de beni köşe bucak insanlardan kaçırıyor, kimseyle konuşmama izin vermiyordu. Sanki Allah beni onun için yaratmıştı. Onu mutlu etmek için tasarlanmış zavallı bir maskot gibiydim. Mervan, bu durumun bir gereği olarak beni sadece kendine saklamalı ailem de dahil olmak üzere kimseyle gereğinden fazla paylaşmamalıydı.


Eylül'e okuduğu bölümle ilgili bazı sorular sorup sohbet etmeye çalıştım. Bu yaklaşımın onu biraz olsun rahatlattığını görebiliyordum. Baran sıkıcı ambiyansın yok olacağını düşünüp yemek için masaya geçmeyi teklif etti. Bu hepimiz için arzulanan bir düşünceydi. Parmak boğumlarımızla oynayıp boş boş kıpırdanmaktansa en azından gözümüzü meşgul edecek bir yol bulmuştuk.


Eylül utana sıkıla küçük lokmalarla bir şeyler yemeye çalışırken Kadir Bey hesapsız bir soruyla sorgulamalarına başladı.


"Akşam vakti genç bir adamın evine misafir olduğuna göre ailenle birlikte yaşamıyorsun. Yanılıyor muyum?" Küçük bir gıcık Eylül'ün boğazını yokladı. Sözün altındaki imalar oldukça rahatsız ediciydi.


"Ailem İzmir'de efendim. Karşıyaka'da yaşıyorlar. Buraya sadece okumak için geldim." Kadir Bey, memnuniyetsizce kıpırdandı.


"Ne işle meşguller?" Eylül dudaklarını kıvırıp zoraki tebessüm etmeye çalıştı. "Babam avukat, annem ise muhasebeci. Aynı şirkette çalışıyorlar." Kadir Bey'in bakışlarında olumluya dönük hiçbir değişmenin olmadığını görebiliyordum. Onu bir servet avcısı kabul ettiğinden de oldukça emindim. Para için Baran'a yaklaştığını düşünecek kadar art niyetli olabilir miydi? Kadir Bey otoriter bir edayla peçeteyi dudaklarında gezdirdi.


"Okul bittiğinde kafanda belli planlar vardır herhalde." Baran bakışlarımız arasında Eylül'ün elini tutup babasına yöneldi. Belli ki geleceklerine dair pek çok kararı çoktan planlamışlardı.


"Biz okul bittikten sonra evlenip İzmir'de yaşamayı düşünüyoruz. Orada sahil kenarında küçük bir işletme kuracağız. Bir restoran... Belki bir kafe... Orayı İzmir'in en gözde mekânı haline getirmeyi düşünüyoruz."


Kalbimin gürültüsü masada yankılanacak diye deli gibi korkuyordum. Sonunda o kırılma anına gelmiştik. Kadir Bey korkunç bakışlarla genç çifti süzerken, Mervan'ın yüzünde umut dolu bir tebessüm gördüm. Mervan'ın kardeşinin bu kararından hoşnut olmasına şaşırmıştım. Kadir Bey, şaşkın bakışlarımız karşısında elindeki çatalı gürültülü bir şekilde tabağa bıraktı.


"Tüm bu saçmalıklar da ne demek oluyor Baran?" Öfkeli gürlemeleri irkilmemize sebep olmuştu. Baran, biraz önceki ılık duruşunu bozup aşinası olduğumuz asi kimliğine büründü. "Hayatımla ilgili kararları verebileceğim bir yaşta olduğumu sanıyordum. Yanılıyor muyum?"


"Ben bu kararların neresindeyim? Kimden izin aldın bunları planlarken?" dedi Kadir Bey sert sert soluyarak. Baran, ayağa kalkıp babasına nefretle baktı. "Tüm bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı. Daha fazla rezalet çıksın istemiyorum. " Kadir Bey, ayağa kalkıp, "Rezalet çıkmasın öyle mi?" diye sayıkladı ve hemen ardından masanın örtüsünü çekip tüm sofrayı hayret dolu bakışlarımızı umursamadan darmadağın etti. Eylül'ün gözleri öfkeyle açılmış ve hareleri yaşananların dehşetinden dolu dolu olmuştu.


"Bu evde hâlâ benim sözüm geçer!" diye bağıran Kadir Bey'i ne yazık ki Mervan'dan başkası durduramayacaktı. "Bence bu saçmalığa artık son vermelisin!" diye bağırdığında Mervan'a minnet yüklü gözlerle baktım. Otoritesine şu an hiç olmadığı kadar ihtiyacımız vardı. Mervan, babasına kin dolu bakışlar atarken Baran yutmaya çalıştığı öfkesi ile Eylül'ü de alıp dışarı çıktı. Kız arkadaşının, Kadir Bey'in yaptıklarına daha fazla şahit olmasını istemiyordu. Raziye Hanım ve Gülnaz olacaklardan korkmuş, sesini bile çıkaramaz olmuştu.


Kadir Bey, "Herkes odasına çıksın, bizi yalnız bırakın!" diye bağırdı. Tüm hırsını Mervan'dan çıkarmak istediğini biliyordum. Aralarında daha fazla ne yaşanabileceğini düşünmek bile istemiyordum. Birbirlerine öldürücü bakışlar atıyorlardı. Onu dışarı çıkarmalı ve bir kaosa daha asla müsaade etmemeliydim. "Mervan..."


"Git Nazar!" diye bağırdı ve ardından kırarcasına sıktığı dişlerinin arasından, "Benim görülecek bir hesabım var!" diye ekledi. Birkaç adım ondan uzaklaştım; fakat ikisini yalnız bırakmak gibi bir aptallığı asla yapmadım. Kadir Bey, davranışlarının sonucunu kestiremeyecek kadar öfkeli bir adamdı. Geçen seferki gibi oğluna silah çekmesinden korkuyordum. Makbule Hanım, olacakları sezmiş gibi eşarbını düzeltip kızıyla birlikte evden çıktı. Muhtemelen yine o meşhur akrabalarını ziyarete gidiyordu. Bu durumdan hoşnut olmuştum. Onların bu debdebeden zararlı çıkmasını istemiyordum. Raziye Hanım ve Gülnaz'da ilk fırsatta soluğu üst katta almıştı. Artık salonda sadece üçümüz vardık.


"Neyin peşindesin yine?" Mervan'ın nefret dolu bakışları babasının üzerinden bir an olsun ayrılmıyordu. "Nasıl Baran'ın saçmalıklarına ortak olursun? Neler kurguladığını görmüyor musun?" Mervan, hoşnutluğunu gizlemeksizin dudaklarını birbirine bastırdı.


"Planlarının nesi yanlış? Söylesene! Düşündüklerinde kötü olan ne? Yetişkin her insan gibi hayatını yönlendirmek en doğal hakkı değil mi?" Kadir Bey, seğiren gözlerine gizlemeden, "Kes sesini!" diye bağırdı. Artık öfkeden kudurma seviyesine geldiğini görebiliyordum. Elbette bu öfke girdabı Mervan'ı sinip susturmaya yetmeyecekti.


"Kadir Bey... Artık insanların hayatına hükmetmeye çalışmaktan vazgeç! Kendi çocuklarını mutsuz ettiğini görmüyor musun?" Ellerini iki yana açıp, "Beni harcadın!" diye bağırdı. "Sırf sen istediğin için sevmediğim bir kadınla evlendim. Eli kanlı bir katil, bir suçlu oldum. Beni mahvettiğin yetmedi; şimdi sıra Baran'da mı?"


"Ben doğru olanı yaptım." Mervan alaycı bir şekilde güldü. "Doğru olan neydi söylesene... Bu evde, senin elinin altında kölen gibi yaşamak mı? Emirlerine boyun eğmek mi? Ne olmuş Baran evleneceği kızı kendi seçtiyse, ne olmuş sevdiği bir şehirde, sevdiği işi yapmak istediyse? Yanlışlık bunun neresinde?" Kadir Bey, bu başkaldırışı sineye çekmeyeceğini hissettirir tarzda yumruklarını sıktı. "Bizi bir çırpıda silip atmasını nasıl doğal karşılarsın?"


"Yüreğine değebilseydin silip atmazdı. Senin tek bildiğin yönetmek, baskı altına alıp ezerek onurunu yerle bir etmek. Baran, hayatında vereceği en doğru kararı verdi. Senin gibi bir babanın oğlu olmayı reddetti. Bir zamanlar benim yaptığım gibi..." Kadir Bey'in öfke dolu solumaları artık tüm salonda hissedilir olmuştu. "İleri gidiyorsun Mervan!"


"Hayır. Bilakis doğruları söylüyorum. Kardeşimi senin pençelerinden kurtarmaya çalışıyorum." Anlık bir duraksamanın ardından Kadir Bey'in küstah kahkahaları salonda yankılandı. Korkunç şeyler söyleyeceğini hissettim. Mervan'ı manevi olarak yaralayacak korkunç şeyler... Mervan'ın çatılan kaşlarını önemsemeden, "Demek benim illet bir adam olduğumdan bu kadar eminsin. Haklısın ama bilmediğin şeyler var!" dedi ve ekledi.


"Belli ki tüm bunların ortaya çıkması gereken gün bugün. Sana kim olduğunu hatırlatmanın zamanı geldi." Mervan duyacağı şeylere hazırlıklı mıydı gerçekten? Biz bocalarken Kadir Bey, yıkıcı sözlerine devam etti.


"Yıllarca Raziye Hanım'ı annen bildikten sonra bu hezimeti kolay bile atlatmış sayılırsın. Hâlâ annenin kim olduğunu öğrenmek istiyor musun?" Mervan, nefesini tutmuş sessizce Kadir Bey'in zırvalıklarını bekliyordu. Onun ne kadar heyecanlandığını, ellerinin nasıl titrediğini görebiliyordum. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da yüzünün rengi mosmor olmuştu. Kadir Bey sırtını dönüp duvardaki fotoğrafına baktı. Orta yaşlı, sarışın halleri belli ki onu geçmişe götürmüştü.


"Bir arazi için Bismil'e bir köye gitmiştik. Önemli bir ihale için yer bakıyorduk. Oradaki ırgatlardan biri bizi mal sahibinin evine götürdü. İşte o gün beni sarsan, etkileyen tek kadını gördüm. Anneni... Henüz on dördündeydi. Açık tenli, siyah saçlı, kara gözlü bir kızdı. Beni görür görmez kaçmış, arkasına bile bakmamıştı. Ne boş bir kaçış... Kadere kim engel olabilir ki?" Mervan, gözünü bile kırpmadan babasını dinliyordu. Onun daha da delirmesinden, korkunç şeyler yapmasından çekiniyordum.


"Onu babasından istedim." dedi Kadir Bey, safran rengi tesbihini merdivenin trabzanlarında gezdirirken. "İlk başta 'Küçük.' dedi vermek istemedi ama teklif ettiğim yüksek meblağdaki başlık parasını duyunca o da pek çokları gibi yelkenleri suya indirdi."


Kadir Bey, barbarlığını yüzündeki iğrenç bir tebessümle anlatırken Mervan, öfkeden tir tir titriyordu. Adem elmasının inip kalktığını, yutkunmak için tükürüğüyle cebelleştiğini görebiliyordum. Yüreğim isyan etmek için yanıp tutuşsa da sabırla cümlelerini tamamlamasını bekledim. Kadir Bey'in dilinin açıldığını bilen olmazdı. Giz perdesi biraz olsun aralanmışken bu anı baltalamamalıydık. Derin bir nefes çekip sigarasını ağzına iliştirdi ve saniyeler içinde ucunu yaktı.


"Ailesinden ayrılmak ona çok zor gelmişti. Omuzlarımda onları bırakıp gelmemek için direniyordu. Gözyaşlarını ve çığlıklarını umursamayıp zamanla alışacağını düşündüm. Onu bu eve Raziye Hanım'a kuma olarak getirdim."


Mervan'ın gözlerindeki iki damla yaşı görünce içimdeki tüm hıçkırıkları boğmaya çalıştım. Kadir Bey, bizdeki yıkılmışlığı umursamayıp kahrolası sözlerine devam etti. "Bu hikâye sana bir şeyler hatırlattı mı?" Mervan, başını eğip gözlerini kaçırdı. Yanaklarının alevler içinde yandığını, yüzünün rehavetten kıpkırmızı kesildiğini görebiliyordum. Mervan'ın yanına keskin adımlarla yaklaşıp kolunu tuttu ve salonun kuzey tarafındaki dev dekoratif aynaya yaklaştırdı.


"Aynadaki yansımalarımızı görüyor musun?" dedi Kadir Bey bakışlarıyla Mervan'ı tararken. "Yüzlerimiz birbirine benzemese de aynı mağaraya hapsolmuş iki karanlık ruhuz! Aynı kötülük... Aynı bencillik... Aynı hırs..." Mervan'ın kulağına yaklaşarak, "Birbirimizden hiçbir farkımız yok!" diye fısıldadı. Mervan'ın burun deliklerinin hızla büyüdüğünü, kirpiklerinin ve dudaklarının tir tir titrediğini görebiliyordum. Her hâlinden ayakta duracak mecalinin bile kalmadığını anlıyordum. Tek balta darbesi ile devrilecek kuru bir ağaç gibiydi.


Mervan'ı kolundan çekiştirip gövdesini benden tarafa çevirdi. Gözlerimiz buluştuğunda onu benimle kırbaçlayacağını anlamıştım. "Onu bu eve getiren sendin. Benim Gülçehre'yi getirdiğim gibi... Zorla, satın alarak, tehdit ederek getirdin. Ve aynı barbarlıkla onu bu evde tutuyorsun. Ben Raziye Hanım'a kuma getirdim; sen Gülnaz'a. Yıllar önce o odada Gülçehre hapis hayatı yaşıyordu; şimdi ise Nazar. Roller aynı, sadece oyuncular değişti."


Gözyaşlarımı artık zapt edemiyordum. Mervan ise onun gözlerine bakmaksızın bir heykel gibi öylece dikiliyordu. Dolu dolu olmuş gözlerini yüzümden çevirdi. Bakışları zemini tararken bir an önce bu işkencenin bitmesini dilediğini biliyordum. Kadir Bey, bizi öylece bırakıp şifonyere yöneldi ve çekmeceden eski bir zarf çıkardı. Biz daha ne olduğunu bile anlamadan içinden çıkardığı fotoğrafları ayaklarımızın dibine savurdu. Mervan'la aynı anda fotoğrafları yerden aldık.


"Bu daha çocuk..." Mervan'ın bu sözü Kadir Bey de en ufak bir etki oluşturmamıştı. Mervan, yumruklarını sıkıp ani bir kararla babasının karşısına geçti. "Annem nerede? Ne yaptın ona, söyle!" Kadir Bey bir süre duraksadı. Gizlemeye çalışsa da gözlerinden kederlendiğini anlamıştım.


"O öldü... Seni dünyaya getirirken öldü." Artık Mervan'ın yüzüne bakamıyordum. Öyle çok acı çekiyordu ki... 14'ünde karanlık bir adamın çirkin heveslerine kurban verilmiş bir kız çocuğuydu Gülçehre. Henüz anneliğin ne olduğunu bilmeden oyuncak bebeğini bırakmış hayatın köhne dişlerinde öğütülmüştü. Küçük gelinlerin pek çoğuyla aynı kaderi yaşamıştı, ne yazık!


Bedensel olgunluğa erişmeden evlenen pek çok kadın anneliği kaldıramaz ve doğumda ölürdü. Kimisi ise bu ağırlığı taşıyamayan bedeniyle hastalıklarla dolu bir hayat yaşardı. İdrar kesesi zarar gördüğü için hayatı boyunca idrar kaçıranların olduğunu bile duymuştum. Anne-babalar neden geçmişin zihniyet batağına saplanıp çocuklarını düşünmezdi ki? İnsan birkaç banknot için nasıl evladına kıyardı; akıl alır gibi değil!


Mervan, diz çöküp yerdeki fotoğrafları parmaklarının arasına aldı. O küçük kadına hüzünlü gözlerle bir kez daha baktı. İlk resimde çiçekli bir köy elbisesi varken ikincisinde daha modern ve cazibeli giysiler bedenine iliştirilmişti. Bakışlarsa aynı masumiyeti, aynı hüznü kucaklıyordu.


"Ona kıydın!" dedi sayıklar gibi. Gözlerinden taşan öfkeyi gizlemeksizin, "Annemi heveslerinle öldürdün." diye haykırdı. Çok korkuyordum. Her an silahını çekip babasını vurabilirdi. Olaylar daha da korkunç bir hâl almadan uzaklaşmalıydık.


"Böyle olacağını kimse bilemezdi." Kadir Bey'in hiçbir sözü kendisini Mervan'ın nazarında aklayamayacaktı. "Korkunç birisin. Korkunçsun... Senden nefret ediyorum. Kandırdın beni. Bunca yıl Raziye Hanım'ı annem olarak tanıttın. Annem neden benden nefret ediyor diye sorguladım hep. Geceler boyu umutsuz gözyaşları döktüm."


Acısı içime işlemişti. O hareler ne yangınları gizlemişti meğer ne harap duygularla cebelleşmişti. Ne ıstırapları yüreği karalamıştı da duymamıştık.


Mervan, "Yalanmış!" diye sayıkladı. "Tüm hayatım koskoca bir yalanmış. Evlatlık olduğumu sanmıştım. O ziyafet gecesi öğrendiğim gerçekleri aslında hep düşündüğümü içten içe bildiğimi fark ettim. Sadece cümlelere dökülmüştü hepsi bu kadar. Hiçbirinize benzemiyordum. Bu aileye ait olmadığım ortadaydı. Yetiştirdiğin köpeklerinden biriydim. Öne sürüp harcadığın, kurtlara kurban verdiğini zavallı bir çocuk..."


Birkaç adım atıp babasının tam karşısında durdu. "Buna inanmak beni hiç üzmedi biliyor musun?" Delicesine bir hevesle gülümsedi. "Bilakis çok mutlu oldum. Ne de olsa öz babam değil, sevip acımaması normal diyordum. Kendi canından kanından değilim, haklı diyordum." Kadir Bey'in keskin bakışlarının tam karşısında, "Yanılmışım." diye itiraf etti. "Senin kanındanmışım meğer. Sen kendi evladını harcamışsın. Gözünü kırpmadan ölüme göndermişsin. Eli kanlı bir katili çevirmişsin." Ona sırtını dönüp, "Artık senin yanında yer almayacağım!" diye bağırdı.


"Ne?" Kadir Bey'in dudaklarından firar eden çığlık alnımın ve avuçlarımın terlemesine sebep olmuştu. "Gidiyorum! Artık oğlun değilim. Bir daha yoluna çıkmayacağım." Kadir Bey onu yakasından tutup hırsla duvara yapıştırdı. "Ne saçmalıyorsun sen?" Mervan'ın ölü toprağa atılmışçasına durgun olan gözlerinde arsız bir parıltı peydah oldu.


"Artık yalnızsın Kadir Bey... Artık Mervan'ı kölen gibi kullanamayacaksın. Senin kan ve nefretle dolu dünyandan çıkıyorum."


Kadir Bey'in lekelerle dolu, yaşlı ellerini yakasından sert bir şekilde indirdi. Babasının nefretle soluyan dudakları, açılan burun kanatları zerre kadar umurunda değildi. "Çocukları al Nazar, gidiyoruz buradan!" Kadir Bey iri iri açılmış gözleriyle "Kendine gel, ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdı. Haykırışı takım elbiseli 8-10 adamını saniyeler içinde etrafımıza toplamıştı.


"Hiçbir yere gidemezsin. Sen bu çöplüğe aitsin!" Mervan'dan yanıt gecikmeyecekti. "Artık seninle hiçbir bağım kalmadı. Çek ellerini üzerimizden." Kadir Bey'in öfkeli yüzü bir anda sinsi bir kahkahaya yarenlik etti. Mervan'a ters bakışlar atarak, "Ben olmasam sen bir hiçsin!" diye bağırdı." Etrafınızdaki adamlara baktığımda tamamının silahını üzerimize doğrulttuğunu fark ettim. Bizi pusuya düşürmüş Kadir Bey'in tek bir emrini bekliyorlardı.


Mervan, beni duvara doğru çekip arkasına aldı. Bedenini bir zırh gibi bedenime sabitlemiş, karşısındaki adamlarına kin dolu bakışlar atıyordu. "Ne saçmalıyorsunuz siz?" diye bağırdığında alnımı istem dışı iki kürek kemiğinin ortasına gömdüm. Adamları Kadir Bey'in bir emriyle taraf değiştirmiş, saniyeler içinde azılı düşmanları gibi karşısına dikilmişti. O kesik kesik solurken düşünebildiğim tek şey Aras ve Asya'ya ne olacağıydı.


Mervan silahını çekip adamlarının üzerinde gezdirdi. Ben ise omuzlarının üzerinden acıklı bakışlar atıyordum. "Çekilin önümüzden." Daha yüksek bir sesle bir kez daha bağırdı. "Çekilin lan. Buraya ölüm kusmamı mı istiyorsunuz? Haddinizi bilin! Hadi..."


Hiçbiri onu dinlemeyecekti. Bakışlarım Kadir Bey'i bulduğunda dudaklarından kovduğu sözlerle kanım dondu. "Buradan cesediniz çıkacak. Bu kalleş kadının oğlumu pençelerimden almasına izin vermeyeceğim. İhanetinin bedelini en ağır şekilde ödeyeceksin." Bana dönüp, "Sen!" diye bağırdı. Burnunun etrafında ve alnında oluşan gergin hatlar tehditlerinin ön haberciliğini yapıyordu.


"Nazar Ateş... Acılar içinde kıvranacaksın. Öyle mahvolacaksın ki beni tanıdığın güne lanet edeceksin." Mervan sakınır gibi beni ardına gizledi ve öldürücü zehrini elemle babasının karaktersiz yüzüne haykırdı. "Karıma nefret kusmaktan vazgeç!"


Mervan, etrafıma ördüğü etten kafesi daraltırken dudaklarımdan bir hıçkırık firar etti. Kendimi çoktan boş vermiştim. Esas korkum çocuklarımdı. Onlara bir zarar vermesinden delicesine korkuyordum. Köşeye sıkışmıştık. Belki de birkaç dakika sonra her şey bitmiş olacaktı. Mervan'la birlikte ölümün kanlı solumalarını hissedecek ve hayata veda edecektik.


Olabilecek şeyleri düşünmek bedenimin buz kesmesine, zihnimin karıncalanmasına sebep olmuştu. Mervan, silahını adamların üzerinden indirmeksizin benimle birlikte çıkış kapısına yöneldi. Adamlar Kadir Bey'in tek bir sözüne kitlenmiş onun dudaklarını kolluyordu. Kendimizi dışarı attığımızda art arda patlayan silah sesleri tiz bir çığlık atmama sebep oldu. Hanzade malikanesi karşımızda tüm heybetiyle dururken arkamızda olduğunu fark ettiğim Battal ve iki adamı bizi koruma çemberini almıştı. Bizi korumak için evi kurşun yağmuruna tutup karşımızdaki adamları sinmeye mecbur ettiler.


Onlar çatışırken Mervan kolumdan tutup beni garaja doğru sürüklemeye başladı. "Bebeğim!" diye art arda haykırdım. Gitmemek için direndim. Sonu ne olursa olsun onları bu karanlık evde bırakamazdım. Beni engelleyip araca bindirmeye çalıştı. Onu itip yeniden eve doğru yöneldim. Aras ve Asya'yı almadan hiçbir yere gitmek istemiyordum.


Kolumdan tutup araladığı araç kapısına doğru yönlendirmek istedi. Ona direnip bir kez daha göğsünden ittim ve eve doğru koşmaya başladım. Henüz birkaç adım atmışken arkadan gövdeme sarılıp beni sımsıkı bedenine bastırdı. Hıçkırıklar içinde feryat edip yavrularımın adını haykırıyordum. Kollarıyla bedenimi sarmış zehirli bir sarmaşık gibi ruhumu tek solukta tüketiyordu.


"Bırak beni bırak!" diye bağırdığımda yüzümü kendine çevirdi. Alınlarımızı birleştirip gözlerini gözlerimle buluşturdu. Mühürlü hareleri teselliden çok azap veriyordu. "Onları almadan hiçbir yere gitmem." diyerek sert yumruklarımı göğsüne indirdim. Yüzümü yüzüne biraz daha yaklaştırıp, "Bana bak!" diye fısıldadı. "Onları ben de en az senin kadar düşünüyorum. İnan bana şu an için yapabileceğim hiçbir şey yok. Bana ne olduğu umurumda değil. Yaşamanızı istiyorum. Ne Kadir Bey'in ne de bir başkasının size zarar vermesine dayanamam. Sizi kaybedemem."


Hıçkırıklarımı boğmaya çalışsam da yüreğim bu acıya dayanamıyordu. Bakışlarım son kez yavrularımı uyuttuğum odayı buldu. Açık renk panjurları ve çarpıcı mimarisi ile uzaktan yüreğime göz kırptı. Birkaç metre ötemde olsalar da aramıza dağlar girmişçesine uzaklarındaydım. Kadir Bey'in onları bana vermeyeceğini biliyordum. Beni gözünü kırpmadan öldüreceğini de... Bir karar vermek zorundaydım. Ne yazık! Aklım ve kalbim arasındaki uçuruma sağlam bir köprü yapmak şu an öyle zordu ki.


Saçlarımdan bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Onları sana getireceğim. Gerekirse zor kullanarak." Gözlerimi dürüstlüğünü kontrol etmek için gözlerine diktim. Ona inanmak istiyordum. Onları yine göreceğimi, hiçbir şey olmamış gibi sevgiyle dokunacağımı düşünmek yaralı yüreğimin tek merhemiydi. Artık başka türlüsüne dayanamazdım. Başımı yavaşça göğsüne bastırdı ve ruhumdaki ıstırapları dindirmeye çalıştı.


"Her şey yoluna girecek!" diye mırıldandığında hayatımın en korkunç kararını vermiştim. Hiçbir gözyaşının temizleyemeyeceği ve hiçbir haykırışın sarsamayacağı kararım büyük veballere gebeydi. Aklımın sesini dinlemiş olmanın pişmanlığını uzun zaman üzerimden atamayacaktım.


Hayatı uç uca eklenmiş yollardan oluşan darmadağın bir bulmaca olarak görüyordum. O labirentte atılan her adım koca bir gizemin düğümüne eşlik ediyordu. Bazen kan ter içinde koştuğumuz yollar kapalı bir kapıya ya da düz bir duvara varıyordu. Geri dönmek zor, kalıp direnmek ise imkânsızdı. Yanlış bir yola girerdik. Her düştüğümüz yanlış, doğru yolu bulacağınıza olan inancımızı da sarsar çabalamadan yenilgiyi, koşmadan düşüşü tadardık. Sendelemeler bedenimizde değil belki ama ruhumuzda ve inancımızda derin yaralar oluştururdu. Ben de yorgundum. Hayatın dikenlerine değip kanayan umudum ürkek bir kuş gibi sol yanıma ilişmiş, çaresizce gün yüzüne çıkacağı anı bekliyordu. Hiçbir şey söylemeden nemli gözlerimi silip aracın açılan kapısına yöneldim. O kendisini takip eden iki adamı ile evden ayrılırken can evim benden kopan iki parçanın acısıyla can çekişiyordu.


Yapay zekanın yaptığı Nazar 🤗🥀 Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız.


Loading...
0%