Yeni Üyelik
61.
Bölüm

61. Bölüm: Yüreğimdeki Hasret Gülleri

@syildiz_koc

Medya: Dönence (BARIŞ MANÇO)


Simsiyah gecenin koynundayım, yapayalnız.

Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor.

Kupkuru bir ağacın dalıyım, yapayalnız

Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor.

Çatlamış dudağımda ne bir ses, ne bir nefes

Uzaklarda bir yerler türküler söyleniyor.


YÜREĞİMDEKİ HASRET GÜLLERİ


"Keşke tanışmamıza hiç fırsat olmasaydı.


Ve seni hayatıma şeker misali karıştırmasaydım..."


CAN YÜCEL


Güz mevsimi... Sevemedim ben yılın bu aylarını. Buram buram hüzün ve ayrılık kokan bu zamanları nasıl severdim? Çiçeklerim soğuğa dayanamayıp solmuştu. Ağaçlar ise çoktan çırılçıplak kalmıştı. Kurumuş her bir yaprak zihnime ölümü hatırlatıyordu. Ölümse ayrılığa ve hasrete eşlik ediyordu. Araç durgun, ağlak halime aldırmadan tenha yollarda tozu dumana katarken bakışlarım gökyüzünü buldu. İncir kuşları...


"Akşamları gelir incir kuşları.


Konarlar bahçemin incirlerine


Kiminin rengi ak, kiminin rengi sarı.


Ah vursalar beni bir kuş yerine.


Akşamları gelir incir kuşları."[ Sezai Karakoç, Mona Rosa]


Şiir dudaklarımdan kesik kesik döküldü. Hiç görmedim ben incir kuşlarını. Araştırmadım da... Hep hayalimde canlandırdım. Bu sözler Mehmet'in dudaklarından dökülürken zihnimde canlanan o güzel varlığa sırılsıklam sarıldım. Çok güzeldi. Bambaşkaydı incir kuşları. Hayallerin de ötesindeydi benim için. Gerçeğini gördüğümde hayallerimin yıkılmasından korkuyordum. Düşlerimdeki incir kuşlarının ölmesi içimi acıtırdı.


Gözlerimin önüne Aras ve Asya geldi. Benden uzakta olmalarını düşünmeye bile dayanamıyordum. Belki de uyanmışlardı. En son 3 saat önce emzirmiştim. Uyandılarsa çoktan acıkmış olmalıydılar. Aras açlığa asla dayanamazdı. Onu çok dikkatli emzirirdim. Aceleci mizacı en küçük bir aksilik çıktığında çığlık atarak tepki göstermesine sebep olurdu. Vaktinden önce uyandığında asla iflah olmaz, tüm günü ağlayarak yanındakilere zindan ederdi.


Asya daha uysal bir bebekti. Uyandığında beni görmezse kendini güvende hissetmez ve ağlamaya başlardı. Saç tellerimi avucuna bıraktığımda onu biraz olsun susturabilirdim. Onlara dokunduğunda huzur bulacağını bilir ve saçlarımı asla teninden esirgemezdim. Yeniden uykuya dalmasını istediğim zamanlarda deniz kabukları ile yaptığım uyku oyuncağını kullanırdım. Onu görmedikçe ağlayıp uyumamakta direnirdi. Ne Dilan ne de bir başkası tüm bu detayları nerden bilecekti? Bebeklerim yokluğumu kokumdan bile anlardı.

  

Evlat hasretini iliklerime kadar hissediyordum. Ruhsuzca camdan dışarıyı izlemeye devam ettim. Sürücü koltuğundaki Mervan'ın yer yer beni gözetlediğini bilsem de onu zerre kadar umursamıyordum. İkimiz de yıkılmıştık. Onlarca çirkin sözün muhatabı olmuştuk. Gerçeklerimiz yüzümüze bir tokat gibi çarparken tek yapabildiğimiz fırtınaya sırtımızı dönüp cılız birkaç dala tutunmaktı.


Kanatları koparılıp sakat bırakılanın bir tek kendim olduğunu sanırdım. Yanılmıştım. Mervan'ın yüreği de tarifi imkânsız yaraların kıskacında tarumar oluyordu. Gözlerimi camdan ayırıp yüzünü izledim. Aracın içi yanıp sönen birkaç ışık dışında zifiri karanlıktı. Gözlerinin siyahı ise bulut bulut olmuş, ürkerek kirpiklerinin sinesine sığınmıştı. İyi değildi. İyi olmadığını gösteremeyecek kadar da gururluydu. Zayıflığı ve gözyaşını Beyliğine yakıştıramıyordu.


Dağlık yollarda farların rehberliğinde yol alıyorduk. Sonunda büyük bir kapıya yöneldik. Kapı usulca açıldığında yanan ışıklardan bir çiftlik evine geldiğimize anladım. Aracı park eder etmez kapıyı araladı ve elimden tutup dubleks açık mavi tonlardaki eve doğru götürdü. Burası geldiğimiz eve göre çok daha küçük ama samimiydi. İki büyük terası, kaleyi andıran sağlam bir kapısı vardı. Ahşap ve otantik dekor oldukça dikkat çekiciydi. Bahçeye bırakılan masaya doğru yürümeye başladım. Ahşap sandalyeye ruhsuzca yerleştim. Mervan da usulca yanıma geldi. Elini elimin üzerine koyduğunda beni teselli etmek istediğini anlamıştım. Ne yazık ki hiçbir söz, hiçbir davranış beni teselli etmeye yetmeyecekti.


"Onları geri alacağız Nazar. Kendini boşuna yıpratıyorsun. Bunun için her şeyi yaparım, biliyorsun."


"Polise gidelim." dedim son ümit kırıntılarımı bırakırken. "Polis onları geri almamızı sağlayabilir." Başını olumsuz anlamda salladı. Polisi bu işe karıştıramayız. Ayağa kalkıp hınçla, "Neden?" diye bağırdım. Dakikalardır bir patlama yaşayacağım anı bekliyordum. İçimde biriktirdiğim onca kini, beni mahveden onca haksızlığı bir çırpıda dilimden kovmalıydım. "Neden, neden, neden?" Histerik bir şekilde gülümsedim. Biraz önce duydukları yetmezmiş gibi bir de benden yara almalıydı. "Çünkü sen ve baban aşağılık biraz suçlusunuz. Çünkü polisi işe karıştırdığınızda tüm günahlarınız çorap söküğü gibi açılıp ortaya dökülecek. Çünkü..."


"Yeter Nazar!" Dudaklarımı yazık eder gibi birbirine bastırdım. Kavga etmenin ikimize de bir şey kazandırmayacağının farkındaydım. Canım yanıyordu ve öfkemi bir şeylerden çıkarmadan duramazdım. Yanıma yaklaştı. Omuzlarımdan tutup beni sakince göğsüne bastırdı. Üzüldüğünü biliyordum ama yine de ona kızmaktan kurtulamıyordum.


"Her şey düzelecek. Ne olur biraz sabırlı ol. İyi olmanı istiyorum. Bağırıp çağırarak her şeyi daha da zora sokma." Elimi çırpınıp duran kalbimin üzerine koydum. "Onlardan uzak olmaya dayanamıyorum. Kokularını almadan bir an bile yaşayamam." Parmak boğumuyla gözyaşlarımı silip, "Biliyorum!" dedi. "Ama beklemekten başka bir çaremiz yok."


"Ara Gülnaz'ı. Aniden çıktık. Bebeklerimin sesini duymak istiyorum. İyi olduklarından emin olmalıyım. Ara lütfen Mervan. Buna ihtiyacım var. Hiç değilse bu kadarını yap." Derin alın çizgilerini gizlemeden mahcup bir eda ile telefonu tuşladı. Hoparlörden gelen "Alo!" sesini duyunca ağlamamak için ağzımı parmaklarımla kapattım. "Gülnaz... Benim Nazar."


"Nazar... Neredesiniz? Silah sesleri duydum, bana iyi olduğunuzu söyle! Mervan yanında mı? Nazar..." Sabırsızca onu geçiştirip esas meseleye gelmek istiyordum.


"O burada Gülnaz ve gayet iyi. Kötü şeyler oldu. Ne olduğunu sorma, sadece Aras ve Asya'nın iyi olduğunu bilmek istiyorum. Seslerini duymaya ihtiyacım var." Sessizleşti. Bu bile yüreğimin binlerce kayanın altında derbeder olmasına sebep olmuştu.


"Çok ağlıyorlar Nazar. Silah sesleri onları epey korkuttu. Dilan, Makbule Hanım ve ben hep yanlarındayız, ama yokluğunu hissettiklerini biliyorum." Gözlerimden firar eden ılık yaşlar dudaklarımı nemlendirdi ve usulca çenemden düşüp çimlerin toprağına karıştı. "Biliyorum." dedim çaresizce. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışıyor, güç gösterisine meraklı mizacım duvarlarımın acıyla sarsılasına engel oluyordu.


"Çekmece de kenarları işlenmiş, oyalı bir yemeni var. Onu çıkarıp Asya'nın gözlerini ört. Kokumu tanıyıp susacaktır. Yatağının başına bıraktığım deniz kabuklu oyuncağı biraz sallayıp dikkatini dağıt. O oyuncağı çok sever. Yanında olduğumu düşünüp uyuyacaktır. Bunu hep yapar."


Dakikalar sonra oyuncağın çıkardığı sesi duyup gözyaşları içinde tebessüm ettim. Sanki kızım gülüşümdeki masumiyeti görecek ve sıcaklığımı hissedip susacaktı. Arzularım ve duygularım karşılığını bulduğunda Asya'nın sesi de kesilmişti. "Aras'ın karnı şişti. Muhtemelen sancısı vardır. Karnını yuvarlak hareketle okşa. Bu ona iyi gelecektir." Elimde telefon, sözlerimi uygulamasını umarak kırık bir gönülle bekliyordum.


"Haklıymışsın, işe yaradı."

Telefonu onlara yaklaştırdığında mırıltılı bebek sesleri çıkardıklarını duyup, heyecanla gülümsedim. Bu sesleri iyi tanıyordum. Bu onların huzurlu olduğunu anladığım nadir seslerden biriydi. Bir süre dinleyip kesildiğinde, "Hoşça kal!" diyerek telefonu kapattım. Yokluğumda Gülnaz'ın onlarla ilgileneceğini biliyordum. O Raziye Hanım kadar ruhsuz davranamazdı. Evlat acısını iliklerine kadar hissetmiş biri bir bebeğin gözyaşlarıyla beslenemezdi. Tüm öfkesinin ve soğukluğunun sebebi Mervan'a duyduğu karşılıksız aşktı.


İnsan sevilmedikçe sevmeyi de unutuyordu. İnsanlığıyla birlikte kadın olduğunu da unutan birine nasıl kızabilirdim? Bitkiler bile güzel sözler duydukça bir başka açıyor, kuşlar bir başka cıvıldıyordu. Eğer dünyayı güzelleştirecek bir şey varsa o da sevgiydi. Savaş ve kanın oluk oluk aktığı bu viranı ancak sevgi iyileştirirdi.


Mervan'a baktığımda onun da biraz önceki anın büyüsüne kapıldığını fark ettim. Benim yavrularımızı bu kadar iyi tanımamdan etkilenmiş olmalıydı. Bu öyle normaldi ki. Tüm anneler bebekleriyle eşsiz bir bağ kurar, onların yüreğine benzersiz bir sevda işlerdi. Bu bağı yavru kedilerde, civcivler de bile görebilirdik. Bu acılarla donup katılaşmış yüreğimizi ısıtan en değerli hislerden biriydi.


Yerimden kalkıp kapıya yöneldim ve eve doğru yürümeye başladım. Güçlü olmak zorundaydım. O günü tekrar zihnimdeki hayali elekten geçirdiğimde atladığım detaylar beynime asit misali yağdı. Bebek telsizinden duyduğum sesler yeniden bedenimin alev alev yanmasına sebep olmuştu.


Mervan, Azat'ı öldürmeyi planlıyordu. Onu hayatımızdan def etmek için sessiz sedasız ortadan kaldıracaktı. Bu planları Gülnaz'a bir şekilde haber vermeliydim. Aksi taktirde olanlara sustuğum için ben de en az Mervan kadar suçlu bir duruma düşecektim. Elimden tutup beni kapının girişine doğru sürükledi. Buraya daha önce gelmemiştim. Bej renklerinin hâkim olduğu klasik koltuklar, büyük 12 kişilik yemek masası ilk gözüme çarpan detaylardı. Oturup bana uzattığı bardaktan birkaç yudum su içtim. Artık biraz olsun sakinleşmiştim.


"Gülnaz'ı buraya getirir misin?" İsteğim onu şaşırtmıştı. "Ne!"


"Onu buraya getir. Gelirken Aras ve Asya'yı da getirebilir. Hem ben, Melek ve Dicle'yi de özledim. Biraz onlarla vakit geçirirsem kendimi daha iyi hissedeceğimi düşünüyorum. Bir veda bile edemedik!" Dudaklarını belli belirsiz kıvırıp bakışlarını manidar manidar yüzümde gezdirdi.


"Gülnaz'la bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum. Sizi daha birkaç ay önce kıran kırana dövüşürken gördüm. Bir anda bu yakınlık hayret uyandırıcı doğrusu." Bakışlarımı kaçırmamaya çalışarak, "Düşmanlığı gerektiren bir durum yok. Makbule Hanım'ın da dediği gibi, "Biz kocaman bir aileyiz(!)" diye geveledim. Sözüm yüzünde belirgin bir tebessüm oluşturdu. Saçmalıklarıma inanmasa da okların kendisinden başka yöne çevrilmesi işine gelmişti. En azından artık ona bağırmıyordum.


"Tamam. Getirmeye çalışırım." Dedi yüzüne çöreklenen sakinliği gizlemeksizin. "Yeter ki sen iyi ol!"


Saat geç olmuştu ve gözüme bir damla uyku bile girmiyordu. Bulunduğum yere sızıp kalmışım. Sabah gözlerimi aradığımda, ilk gördüğüm yastığımın diğer ucuna yerleşen başı ve siyah saçları oldu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek kalkıp hemen kahvaltıyı hazırladım. Kahvaltısını edip bir an önce Gülnaz'ı getirmesini istiyordum. İşkillense de ona hiçbir şey belli etmemek için alkış tutulası bir oyunculuk performansı sergiledim. Tabağını dürterken ki şüpheli bakışlarından anladığım kadarıyla Gülnaz'la bu kadar çok görüşmek istememi yadırgamıştı. Neyse ki bunun üzerine gelmek yerine isteğimi yerine getirmeyi tercih etti. Daha fazla tepkimi çekip beni üzmek istemediğini biliyordum. Elbette bu durumu sonuna kadar kullanmaktan geri durmayacaktım.


Esasen Gülnaz ile olan ilişkim belirgin bir şekilde düzelmişti. Doğumda bana yardım etmesi, bu ilişkiye ilk faydayı sağlasa da esas vurgunu haftalar önce yaşamıştık. Aras ve Asya'yı uyutup salona inmiş, Dicle ile vakit geçirmek istemiştim. Biz Dicle ile oyun oynarken Melek sehpanın üzerindeki yapay çiçeklerle uğraşıyordu. Umulmadık bir anda Gülnaz'ın tiz çığlığı dikkatimi dağıttı. Bakışlarım Melek'i bulduğunda yüzünün mosmor olduğunu, gözlerinin irice açılıp boğazından hırıltılı sesler çıkardığını fark ettim. Neye uğradığımızı şaşırmıştık.


Gülnaz koşup çocuğun ağzını parmaklarıyla karıştırmaya başladı. Ne yazık ki bu girişimi Melek'in solunumunu zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Sırtına hafifçe vursa da çocuk bir türlü normale dönmemişti. O feryat ederken çocuğun arkasında yerimi aldım ve sağ elimi yumruk yapıp Melek'in göğüs kemiklerinin olduğu bölgeye sabitledim. Yukarı kaldırırcasına baskı yaptığımda Gülnaz'ın da içinin acıdığını hissettim. Neyse ki hareketi üçüncü yapışım da büyük bir öksürük tufanının ardından yuttuğu çakıl taşı boğazından söküldü. Makbule Hanım ve ben derin bir oh çekerken Gülnaz yüreğindeki anne şefkatini iliklerine kadar hissedip kızını sımsıkı bağrına bastı.


O boğucu anlarda ilk defa bana minnet dolu gözlerle bakmıştı. Tıpkı beni doğuma yetiştirdiğinde ona baktığım gibi... O günden sonra çocuklarına yaklaşmama hiç kızmadı. Beni üzecek herhangi bir söz veya davranışa muhatap olmadım. Mervan'a karşı umutsuz olduğunu biliyordum. Onu hiçbir zaman kazanamadığının farkındaydı. Varlığımın bu durumu değiştiremeyeceğinin de... Karşı karşıya gelmek ikimize de bir kazanç sağlayamayacaktı. Beni ortadan kaldırmaya çalışırken korkunç bir insana dönüşmüştü ve o da bu durumdan en az benim kadar rahatsızdı.


Camdan yaprakların yeşilini seyre dalıp onun geleceği anı kolluyordum. Kurumuş yapraklar bana ölümü hatırlatsa da direncimi yitirmeyip doğru olanı yapacağıma dair yemin etmiştim. Gülnaz'la bir şeyleri engellemek ve bir günahın önüne irademizle set çekmek zorundaydık. Gelmeme ihtimalini düşünmek dahi istemiyordum. Azat'ın hayatı ona bağlıydı.


Ahşap detaylarla dolu odanın içerisinde dolaşıp sabırsız adımlarla onu beklemeye koyuldum. Kalbim buzdan kırçlarla kirpi gibi semsert olmuş, içimdeki mazi gerdanımdan koynuma bir yılan gibi dolanıp umutsuzluğumla zehrini kanıma karıştırmıştı. Kapının çalmasıyla küçük bir ürperme yaşamıştım. Parmak boğumlarımı çıtlatıp gerginliği üzerinden atmaya çalıştım.


İyi olmak zorundaydım. Mervan'ın küçük oyunumdan asla haberi olmamalıydı. Kapıyı açıp bana tuhaf bakışlar atan Gülnaz'ı içeri aldım. Her halinden işkillendiği belliydi. Melek ve Dicle boynuma atılıp benimle kucaklaşırken bir süre manasız bakışlarını üzerimde gezdirdi. Hemen arkasında Dilan'ın alışılageldik sempatik tavırlarını ve muzırca gülümseyen çehresini gördüm. Varlığını hisseder hissetmez içimi kadife bir huzur kaplamıştı.


"Sizi bir daha göremeyeceğim diye ne çok korktum bir bilseniz!" diyerek bana sarıldığında titreyen alt dudağımı zorlukla zapt edip nemden bulanıklaşan görüş açımı umursamamaya çalıştım. Onları içeri davet edip kapıyı kapattım. Bir süre ufak muhabbetler edip gerçek niyetimi saklasam da Gülnaz basit bir kadın günü yapmadığımızın farkındaydı.


Mervan'ın Dilan'ı sıkıştıracağını ve konuştuklarımıza dair ağzından laf almaya çalışacağını biliyordum. Bu yüzden boşboğazlığı dillere destan olan yardımcımıza asla açık vermeyi düşünmüyordum. Bana uzun uzun Aras'ı ve Asya'yı getirmek istediğini ama Kadir Bey'in buna müsaade etmediğini anlatmış; her iki lafının birinde beni teselli edip her şeyin düzeleceğini söylemişti. Onu başımla bıkkınlığımı hissettirmeyecek kadar samimi olmaya çalışarak onayladım ve karşısında her zamanki gibi dimdik durmaya çalıştım. Şu an hayati bir durum söz konusuydu ve bu tesellilere ne yazık ki vaktim yoktu.


Dicle, küçük birkaç kelimeyle ve belirgin öflemelerle muhabbetimizden sıkıldığını belli etti. Aradığım işareti bulduğumu düşünüp onlara çiftlikteki kazlardan ve atlardan bahsettim. Henüz hiçbirini görmesem de Dicle'nin onları merak edip bakmak isteyeceğini biliyordum. Dediğim gibi de olmuştu. Küçük kız aceleci bir şekilde hayvanları görmek istemiş, bunun için bize dakikalarca yalvarmıştı. Sonunda Dilan'a, Dicle ve Melek'i dışarı çıkarmasını söyleyip Gülnaz'la birlikte mutfağa yöneldim. Dışarı çıktıklarından emin olunca kapıyı kapatıp onu kenara çektim.


Konuya nereden başlayacağımı durumu nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek şey zamanımın gitgide daraldığıydı. Derin bir nefes alıp, "Dinle beni!" diye fısıldadım. Gözlerinden dakikalardır bu anı beklediğini anlamıştım. Ben geveleyip dururken, "Niye çağırdın beni buraya? Yine neyin peşindesin?" diye soludu. "Bağırma!" dedim kolunu çekiştirirken. "Önemli olmasa çağırmazdım. Azat... Onun hayatı tehlikede."


"Ne!" diye küçük bir çığlık kopardı. İşaret parmağımla sus işareti yapıp camdan Dilan ve çocukları kolaçan ettim. Ardından yeniden ona dönüp "Evet!" diye onayladım ve ekledim. "Mervan son yaptıklarından sonra ona daha da diş biledi. Battal'la konuşurlarken duydum. Arabasının frenlerini bozacaklar. Kaza süsü verip ortadan kaldırmayı düşünüyorlar. İçlerine sızdırdıkları adam belki de çoktan dediklerini yapmıştır. Azat'ı bu konuda uyarman gerekiyor."


Sözlerim bittiğinde Gülnaz'ın bembeyaz kesildiğini, ellerinin titrediğini görebiliyordum. Kupkuru olan dudaklarından, "Hayır!" diye bir feryat döküldü. Benden uzaklaşıp mor renklerin hâkim olduğu mutfak tezgahına yaslandı. "Bunu yaptığına inanmak istemiyorum. Hayır... Hayır!" Elimi omzuna atıp sakinleştirmeye çalıştım.


"Gülnaz buna inanmak istemediğini bi..."


"Nasıl Azat'ı öldürmeyi düşünür? O benim kardeşim. O..." diye bağırıp sözümü kesti. Ona "Şşşşş!" diye fısıldadım. Sesini duyurup diğerlerini başımıza toplamasını istemiyordum. Bu yüzden olabildiğine sakin ve güçlü kalmalıydı. "Biliyorum Gülnaz. Buna inanmak güç ama... Anlamak zorundasın."


O gözyaşlarına boğulurken dolaptan çıkardığım soğuk suyu titrek ellerine uzatıp içirdim. "Bunu Dicle ve Melek'e nasıl yapar?" diye iç çekti. Bileğini tutup parmak uçlarımla ovarak sakinleştirmeye çalıştım. Toparlanmak zorundaydı. Zaman aleyhimize işliyordu.


"Gülnaz... Bir şeyler yapmalıyız. Kaza olmadan, amaçlarına ulaşamadan engellemeliyiz. Ara Azat'ı. Bu tuzağa düşmesine engel ol!" Elindeki bardağı yere düşürdü. Çınlama sesi ikimizin de irkilmesine sebep oldu. Ayağa kalkıp telefonun tuşlarına bastı. 1 dakika sonra, "Alo!" sesi kulaklarımıza ilişti. "Azat... Neredesin?"


"Trafikteyim. Şirkete gidiyorum." Gülnaz, sağ elini dudaklarına bastırarak hıçkırıklarını boğmaya çalıştı. Sesi her geçen saniye biraz daha çatlıyor, bakışları her an bayılacakmış gibi cansızlaşıyordu. "Azat, kurtul o arabadan. Frenlerini bozdular. Seni öldürmeye çalışıyorlar."


"Ne?" Ayağa kalkıp koluyla ıslak, yorgun yüzünü sildi. Bu hamlesiyle birlikte koyu tonlardaki farının ve rimelin bir kısmı da dağılıp yüzüne yayılmıştı. "Azat, duyuyor musun beni?" Kısa bir sessizliğin ardından hoparlörden, "Frenler tutmuyor!!" isyanı önce kulaklarımda sonra da keskin bir bıçakla lime lime edilmiş zihnimde yankılandı. Gülnaz, "Azat... Azat..." diye bağırırken telefondaki ses iyice bozulmuş, cümleler anlaşılmayacak kesik kesik gelmeye başlamıştı. Dakikalar sonra tiz bir fren sesi ve ardından şiddetli bir gürültü telefonun hoparlöründen yüreğimize esti.


"Azaaaaaat!!" Gülnaz haykırarak ağlarken hemen yanı başına diz çöktüm. Başımı ellerinin arasına alıp kıvranan vicdanımla yüzleşerek hıçkırdım. Engelleyememiştik. Yaptığı tüm hainliklere rağmen bir insandı ve zalim kocamın nefretine kurban gitmişti.

Hiç görmedim ben incir kuşlarını. Araştırmadım da... Hep hayalimde canlandırdım. Bu sözler Mehmet'in dudaklarından dökülürken zihnimde canlanan o güzel varlığa sırılsıklam sarıldım. Çok güzeldi. Bambaşkaydı incir kuşları. Hayallerin de ötesindeydi benim için. Gerçeğini gördüğümde hayallerimin yıkılmasından korkuyordum. Düşlerimdeki incir kuşlarının ölmesi içimi acıtırdı.

Loading...
0%