Yeni Üyelik
62.
Bölüm

62. Bölüm: Zehir Zemberek

@syildiz_koc


Medya: feel of jailer (hoş bir müzik dinlemenizi tavsiye ederim.)☺️🥀


Epey uzun bir bölüm oldu. Pek çok kurgu var kafamda ama nedendir bilinmez Hüsran serisinin yeri hep ayrı. Benim için anayasanın ilk üç maddesi gibi vazgeçilmez oldu karakterler. Yeniden basılır mı bilmiyorum. Eğer basmaya karar verirsem sizlere layık başarılı bir yayınevi tercihinde bulunmak isterim. Hikayemizdeki sırlar her geçen bölümde biraz daha ortaya çıkacak. Özellikle son iki kitabı dikkatli okumanızı öneririm. Her kitap için farklı kapaklar ve tanıtım filmleri yapmayı düşünüyorum. İlki tamamlamak üzere. Duyurular için Instagram'dan beni takip edebilirsiniz. (seyma_yldz_koc) 🤗🌹


Gülnaz ilk şoku atlattıktan sonra soluğu hastanede almıştı. Kardeşini yitirme korkusu onu neredeyse delirme seviyesine getirmiş, öfkeden ve üzüntüden sığınacak yer aratmıştı. Gülnaz'la birlikte hastaneye gitmek istemiştim; fakat Mervan'ın adamlarına tosladığımdan bu arzumu yutmak zorunda kaldım. Daha fazla dikkat çekmemek en iyisiydi.


Hanzadelerin evine gitmek istediğimi çocuklarımı almadan buraya dönmeyeceğimi söylemiş, bağırıp çağırarak her türlü rezilliği göze almıştım; fakat yaptığım hiçbir şey buradan kurtulmamı sağlamaya yetmemişti. Durumu kabullenip eve döndüm. Mervan'dan hesap sormak istiyordum. O an en büyük arzum ona eli kanlı bir canavar olduğunu hatırlatıp kahrederek ortalığı yıkıp savurmaktı.


Bir canavarı hayatımda ağırlamanın bedelinin bu kadar hüsran yüklü olacağını tahmin edemezdim ve ne yazık ki Mervan'ın bana vereceği zararların yanında bu çok daha hafif kalıyordu. O zamanlar esas fırtınadan habersiz soğuk bir meltemin iç gıcıklayıcı fısıltısıyla ürküyor, daha ağır bir şeyin travmasını aklıma dahi getirmiyordum. Ne boş bir yanılgı! Sahiden hazır mıydım yaşayacaklarıma?


Gözümün önünden bir film şeridi gibi geçen hayat hikâyemi öz benliğimden yutkunmaya çalışıp karanlığı yaran o siyah aracı göreceğim anın heyecanı tırnaklarını yüzüme çoktan geçirmişti. O gün Gülnaz'la görüştüğümüz geceden bir gün sonrasıydı ve cam kenarında Mervan'ın dönüşünü bekliyordum. Kapı açıldığında bir umutla Mervan'ı karşıladım. Gözlerim kucağını ve ardını taradı. Yine hüsran... Yoktular. Hayatımın anlamı olan o iki melek yanında yoktu ve ben her geçen saniye daha da paramparça oluyordum.


Mervan, zihnimi okumuş gibi yüzünü çevirdi. Gözlerinde çaresizliğin yanı sıra bilindik bir öfke vardı. Onu tanıyordum. Bu bakışlar hayra alamet olamayacak kadar tehditkârdı. Gülnaz, kendisine anlattıklarımı Mervan'a bildirmiş olabilir miydi?


Düşüncelerimi okumuş gibi içeri girdi. Bana sert bakışlar attıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi sessizce yemek masasına oturdu. Dilan'ın bizim için hazırladığı yemekleri suskunluğumu koruyarak servis ettim. Bizim için karnıyarık, pilav, çorba ve salata yapmıştı. Mervan da ben de yemek yapmayı severdik fakat çocuklarımızı düşünmekten böyle bir girişim aklımıza bile gelmemişti.


Çatalını bıçağını alıp nazik sayılacak hareketlerle yemeğini yemeye koyuldu. Bakışları beni masaya davet edip yemem yönünde sessiz telkinlerde bulunuyordu ve ben tek bir lokmayı dahi midemde misafir edecek durumda değildim. Her şeyi bildiğini hissediyordum. Gülnaz bir şey söylemese bile onu çağırmamdan, Gülnaz'ın çocukları bırakıp evden çıkmasından ve herkesten önce hastaneye gitmesinden işkillenmiş ve parçaları birleştirip her şeyi anlamış olmalıydı. Sessizce patlama yaşayacağı o korkunç anı beklemekten başka çarem yoktu.


"Neden yemeğini yemiyorsun?" dedi çorbasına daldırdı kaşığı yudumlarken. Bakışlarımı kaçırmamaya çalışarak, "Canım istemiyor. Aklım çocuklarımda." diye cevap verdim. "Kendine iyi bakmalısın. Çocuklarımız geldiğinde güçsüz bir anne olursan onlara bakamazsın değil mi?" Haklı dedi iç sesim. Bir aptal gibi davranıp kendi ayağıma kurşun sıkma. Otur ve adam gibi yemeğini! Ne olacaksa olacak; korkunun ecele faydası yok!


Çorbamı yudumlamaya çalışarak şu uğursuz günleri geçirmek için güç depoladım. "Azat kaza geçirmiş." Cümlesini sarfederken delici bakışlarını bir an bile üzerimden ayırmamıştı. Ani bir öksürük tufanı gırtlağımı yokladı. Salak... Çek tüm dikkati üzerine. Becerip bir adamı idare edemiyorsun! Suyu yudumlayarak yutkunurken ayağa kalktı. Kesme geometrik desenli bir şişeyi çıkardı. Bu şişeyi daha önce de görmüştüm. Ziyafet gecesi Gülnaz ve diğerlerine böyle bir içecek ikram etmiş; sadistçe bir mutlulukla acılar içinde kıvranışlarını izlemişti. Bir kadeh çıkarıp usulca yarısına kadar o kırmızı içeceği doldurdu. Ve ardından ekledi.


"Üzüldüm. Böyle bir pisliğin ölmemesi büyük bir haksızlık olmuş. Dünya tiksinç bir yaratıktan daha kurtulacaktı." Kadehi bana uzattı. Gözlerinin siyah kavislerine bakıp bir cevap kırıntısı aradım. Neyi amaçladığını bilmiyordum. Yoksa aynı işkenceyi bana da mı yapacaktı? Gözlerinin önünde kıvranışımı mı izleyecekti?


Avuçlarımın arasına aldığım kadehi tedirgin bir şekilde sıktım. Gözlerini benden ayırmadan, "Tüm hainler ölmeli. Hayatta her şeyin bir bedeli var." diye saçmaladı. Beni gözden çıkarmıştı. Bu sözlerin ve içeceğin başka bir açıklaması olamazdı. Belimi sarıp beni adım adım mutfaktan uzaklaştırdı. Gerisin geriye giderken, cüssesinin tenimde bıraktığı heyecanı ve korkuyu inkâr edemezdim. Onun tarafından yıkanıp mezara gömülmeyi bekleyen ruhsuz bir ölü gibiydim. Her şeyin farkında ama hareketsiz; düşünüyor hissediyor ama cevap veremiyor. Sahi, sonumuzun böyle olamayacağının bir garantisi var mıydı?


Yönlendirmeleri ve dans eder gibi attığı tuhaf adımları bittiğinde salonun ortasında elimde kadehle öylece dikiliyordum. "Neden içmiyorsun Aşkparem? En azından nezaket icabı bir yudum alacağını düşünüyordum." Sinsi bir gülümseme dudaklarında eserken, "Sonuçta bunu ben hazırladım. Kocan..." diye cümlesini tamamladı.


Kendisinden korkup korkmadığımı mı anlamaya çalışıyordu? Belki de bu bir testti. Tüm cesaretimi toplayıp gözlerimi mühürlü gözlerinden ayırmadan kadehi bir dikişte bitirdim ve ardından meydan okur gibi kadehi ters çevirerek tamamını bitirdiğimi gösterdim. Siyah irisinde tüm bu hamlelerimi bir sinema perdesine bakar gibi izlemiş ve gözümü dahi kırpmamıştım. İkimiz de cesaret düelloları yapmaya bayılırdık. Kendimizi kanıtlamak için hiçbir fırsatı kaçırmaz, kalabalığın içinde bağıran boksörler gibi birbirimize cakas atıp gücümüzü gösterirdik.


"Neden yaptın bunu?" dediğinde o anın geldiğini çoktan anlamıştım. "Azat pi*inin ölmesine neden izin vermedin?" Anlık bir duraksamanın ardından, "Bunu yapmak zorundaydım." dedim. Özellikle sesimin özgüvenli çıkmasını istemiştim. "Bir insanı öldürmene müsaade edemezdim"


Omuzunun üzerinden kindar bir bakış attı. "Beni daha kaç kez sırtımdan vuracaksın Nazar?" Yanıma yaklaşıp kollarımdan tuttu. Canımı acıtmayacak kadar sarsıp tüm zehrini dudaklarından yüzüme akıttı. "Bizim için uğraşıyorum. Bu yuvayı korumak için... Onun bize yapmaya çalıştığı kötülükleri bildiğin halde nasıl beni engellersin?"


"Kendime duyduğum saygıyı kaybetmemek için buna mecburdum." Ellerini elmacık kemiklerime sabitledi. Fakat dokunuşları sert ve tehditkârdı. Gözlerini bir an bile kırpmıyordu.


"Seni üzmek istemiyorum. Zarar vermek istemiyorum. Neden beni kötü biri olmaya zorluyorsun? Neden?"


Kendini zayıf hissettiğini fark etmiştim. Yanaklarıma sabitlediği elini tutunduğu yerden ayırmaksızın okşadım. "Böyle olmak zorunda değilsin. Kalbinin derinliklerinde iyilik olduğunu biliyorum." Kimse bir canavar olarak doğmazdı ve er ya da geç Mervan da aslına dönecekti. Onun saklı kalmış gerçeklerine erişmeli ve yarasını iyileştirmeliydim. O zaman yaptığı her şeyden vazgeçip o suçluları ihbar edebilirdi. Aradığım fırsatın yanı başımda olduğunu düşünüp beni kavuran o soruyu yönelttim. "Neden bu hayatı seçtin?" Bir süre duraksadı ve bakışlarını benden kaçırdı. "Bunları konuşmayalım." İçimdeki öfkeyi gizleyip "Babanın sana neler yaptığını biliyorum." dedim.


Ayağa kalkıp yanıma geldi. "Demek özel eşyalarımı karıştırdın." Başımı hisli bakışlarımdan ödün vermeden titretir gibi salladım. "Bunu özellikle yapmadım. Tesadüfen oldu."


Sessiz kaldı ve ani bir kararla yanımdan kalkıp odadan çıktı. Elbette peşine düşmekte gecikmeyecektim. Adımlarımız bizi doğrudan Mervan'a ait olduğunu bildiğim o spor odasına yöneltti. Kendimi bir anda ağır spor aletlerinin olduğu simsiyah, sade bir salonda buldum. Beni umursamadan cama yöneldi. Elimi omzuna attım. Bu dokunuşun onu sakinleştireceğini umuyordum. Biraz önce ki öfkeme rağmen sakin olmalı tüm olan biteni öğrenip onu doğruları yapmak konusunda onu ikna etmeliydim.


"Yaşadıkların için üzgünüm." dedim babacan bir tavırla. Devamını getirmek istediğimde sözüm onun öfkeli haykırışıyla bölündü. "Bana acıma!"


"Sana acımıyorum." dedim teskin olacağını umarak. "Böyle bir ailede dünyaya gelmek senin suçun değildi. Bir çocuk olarak sana yapılan hiçbir şeyi hak etmedin. Ben... "


"Yeter sus!" Sözümü kesip bana bağırması oldukça canımı sıkmıştı. İçinde gizlemeye çalıştığı ne varsa sayıp dökmem belli ki yaralarının kabuğunu tekrar yerinden oynatmıştı. "Bana acımamanı söyledim. Merhametine ihtiyacım yok!" Elimi yanaklarına uzatıp sakinleştirmeye çalıştım. Dokunuşlarım ona her zaman iyi gelirdi.


"Göstermeye çalıştığın kadar kötü bir kalbin yok. Üzerine yapıştırdığın nefret kabuğunu kırmak zorundasın. Kendi kendine zulmediyorsun." Beni kollarımdan tutup sarstı. Öfkesinden bir toz zerresi bile eksilmemişti. "Demek ben kötü biri değilim; öyle mi? Demek iyi bir kalbim var! Gel o zaman; o eşsiz, iyi kalbi sana göstereyim." Cevap vermeme bile fırsat vermeden kolumdan sürükleyerek odanın diğer ucundaki siyah perdeye doğru götürdü. Tam karşısında öylece şaşkın şaşkın bakıyordum. Öfkeli bakışlarını ve kasılan yüzünü benden esirgemeden küstah bir hareketle siyah perdeyi alaşağı etti. Kornişten gelen çıtırdama sesi korkup bir adım geri çekilmeme sebep olmuştu. Karşımda onlarca resim vardı ve tuhaf bir şekilde üzeri x işareti yapılarak boyanmıştı.


"Bu adamlar kim biliyor musun?" Cevabını duymak istemediğimi belli edecek tarzda yüzümü çevirdim. Bana yaklaşıp bakışlarımı aynı rahatsız edici tablonun odağına sabitledi. Aynı hırs dolu yüz hatları, içindeki ürkek çocuğu anbean yaralıyordu. "Bu adamların kim olduğunu öğrenmek ister misin prenses?" Başımı tedirgin bir ifade ile olumsuz anlamda salladım. "Hayır, öğrenmek istemiyorum."


"Ama ben öğretmek istiyorum. Bunlar benim sana aylardır haykıramadığım gerçeklerim."


Bileğimden sertçe kavrayıp orta yaşlı, yanağında mermi izi olan bir adamın resmine yaklaştırdı. "Bunu tanıyor musun? Leş Ziya derler bu adama. Çocuk yaştaki kızları önce sahte evrak ve imzalarla borçlandırır, sonra da erkeklere peşkeş çekip paralarını yerdi. Pisliğin üstünde uçan sineklerden daha değersiz, iğrenç bir adamdı. Bana yaptığı ilk yamukta ipini çektim. Ağzına yerleştirdiğim el bombası ile paramparça oldu."


Bileğimden çekip sarsarak bir başka resmin önüne getirdi. Henüz duyduklarımın şaşkınlığını atamadan duyacağım yeni sözlerin sarsıntısı ile yüzleştim. Artık bakışlarında merhametin zerresini bile bulamıyordum.


"Peki ya bu? Kim olduğuna dair bir fikrin var mı?" Histerik bir şekilde gülüp kendi sorusunu küstah bir şekilde kendi cevapladı. "Bu bıyıklı, mavi gözlü adam sokakta başıboş gezen çocukları toplar, gözlerini asitle kör edip dilendirirdi. İt soyu... İlk dayılığında canını okudum. Kendini bataklıkta kurbağalarla fantezi yaparken buldu. O aşağılık, gangster bozuntusu pisliğin içinde çırpınarak can verdi."


Ellerimle yüzümü kapatıp titrek bir sesle, "Yeter!" diye bağırdım. Ses tonundaki kin ve nefretin dozajını arttırıp haykırışı andıran küstah sözlerine bir yenisini daha ekledi. Bağırarak anlattığı gerçekleri sindiremiyordum. Beni itip kakar gibi çevirip bir başka resme yönlendirdi.


"Zurna Hayri... Asıl adı Keş Hayri'ydi. Yetiştirdiği torbacı ordusuyla lise önlerini mesken tutar, ağzı süt kokan bebelere şeker gibi eroin satardı. O bacaksızların her gün birinin cesedini toplardık. Gittiğim bir mekânda adamlarım kafasını zurna ile bir böcek gibi ezdi. Keş Hayri oldu Zurnacı Hayri!"


Bileğimi ondan kurtarıp tüm o korkunç resimlere sırtımı döndüm. "Yeter sus! Suuuuus!" Ellerimle yüzümü kapatmış için için ağlıyordum. Esrarlı, karanlık bakışları yüzümün her bir zerresinde gezindi. "Tırtıl Kemal, Kargacık Osman, İpsiz Tamer... Bunların hepsi benim yeraltına gömdüğüm adamlar."


Yanıma gelip beni sol yanımdaki spor masasına doğru eğdi. Göğsü göğsüme sabitlenmiş, elleriyse belimde arsız daireler çiziyordu. "Ne oldu prenses? Benim karanlığım ve nefretim senin o pembe masal dünyana ağır mı geldi? Üzüldün mü yaptıklarımı duyunca? Kaldıramadın mı o kanlı geçmişimi?" Susuyordum. Evet... Söyleyemesem de çok ağır gelmişti anlattıkları bana. Dünyanın kötülüğüne ilk defa bu kadar yakından şahit olmuştum. Söylediği her şey bir şamar gibi inmişti vicdanıma. Geçmişin onun dudaklarından dökülmesi çok ama çok zalimce gelmişti. Ne yazık!


Beni yığıldığım masada bırakıp yüzünü gerçeklerine döndü. "Bu pislikleri öldürdüğüm için bir kez bile pişman olmadım. Bu insanları ne kodes paklardı ne de mahkeme. Hak ettikleri yer cehennemdi. Ben de onlara ait oldukları yere gönderdim." Son sözleri damarlarımdan akan tüm kanı beynime sıçrattı. Onu hırsla itip o resimlerin bulunduğu duvara yapıştırdım.


"Sen Tanrı değilsin. Can almak senin haddin değil. Değil... Hakkın yoktu kimseye kıymaya. Bu ülkede kanun var, nizam var. Adaleti sen değil onlar sağlar." Histerik bir şekilde kahkaha attı. Dudaklarının kıvrılışı, bakışlarının alayı beni içten içe delirtmişti. "Kanun sadece zayıflar için var; güçlüler için değil prenses!"


"Seninle daha fazla bu saçmalıkları tartışmayacağım. Vicdanını bu düşüncelerle daha ne zamana kadar susturabileceksin? Sen de onlar gibisin. Hiçbir farkın yok! Bir katil, bir suçlu, bir kaçakçı... Ve bir gün sen de... "


Dudaklarım titredi. Boğazıma oturan yumruk sözlerimin devamını getirmeme engel oluyordu. Beynimde itişip kakışan onlarca hakikati aceleyle yutkunmak zorunda kaldım. "Bende..." Profesyonel umursamaz, gangster rolünü bir aktör edasıyla oynamaktan vazgeçmiyordu. Sırtını duvara yaslayıp kollarını birbirine bağladı. Dolu dolu olmuş gözlerime rağmen yüzüne alaycı bir tebessümü etiketlemişti. Sinsi, yıkıcı, yaralı bir tebessüm...


"Söyle prenses, çekinme." Yanıma gelip elini serkeşçe havaya kaldırıp yalancıktan bir tebessümle beni yüreklendirmeye çalıştı. Ortama bıraktığı gülücükleri dudaklarından bir an olsun ayrılmıyordu. Parmaklarının ucunu kullanarak değersiz bir eşya gibi hafifçe birkaç kez itekledi ve salınan, gururlu edalarıyla etrafımda bir- iki tur döndü.


"Hadi amaaa! Bu kadar zayıf olamazsın, değil mi? Benim vahşi, yaralı kedim sözlerini asla esirgemezdi. Hâlâ seni bekliyorum. Bir gün ben de..." Küçük bir kıkırdamanın ardından yıkıcı cümlesini tamamladı. "Öldürdüğüm o adamlar gibi pisliklerimle birlikte yok olup gideceğim; değil mi?"


"Kan ve gözyaşı ile sulanmış her fidan hüsranlı bir bedelle filizlenir!" Sözlerimin tesirini görmek için yüzüne baktım. Hüzünle kırış kırış olmuş alnı, yaralı bakışları içime işlemişti. Sırtımı spor aletlerinden birinin kalınca bulduğum ayağına yaslayıp diz çöktüm. Bacaklarımı dizlerime kadar çekip içimdeki poyrazları durdurmaya çalıştım. Hemen yanıma gelip aynı pozisyonda oturdu. Sanırım en bariz ortak noktalarımızdan biri de buydu. Sert kasırgalar estirip sonra da ıssız bir liman gibi demir atıp beklemek...


"İmkânın vardı. İyi bir doktor olup hayat kurtarabilirdin. Hangi işi yaparsan yap bu ülkeye hizmet edip yüzünü ağartabilirdin. Sokaklarda dolaşan zavallı bir suçlu olmak en kolayıydı. Neden bu ülkenin yarını olmayı değil katili olmayı seçtin? Zekanı ve aklını güzel şeyler için kullanabilirdin! Neden? Güç bilekte değil yürektedir. Sen yüreğini resmini çizdiğin kurtlara parçalatıp bir hain olmayı seçtin. Ne yaşamış olursan ol yaptıklarını haklı ve mazur gösteremezsin. Yetimhanelerde sevgisiz büyüyen onlarca çocuk temiz bir yarın kurabildiyse sen de kendine güzel bir yarın inşa edebilirdin. Yanlış yaptın Mervan Hanzade! Sen kötülüğü seçtin. Baban sana bir yol açtı. O yolda ilerleyen sendin." İki büklüm eğilip dudaklarını dizlerine gömdü. Sanki o sussa da dudakları aleyhine şahitlik yapmaktan geri durmayacak haince günahlarını ispiyonlayacaktı.


Sakinliğinden faydalanıp kanalizasyon çukuruna dönen hayatını pislikten süzüp ırmağa karıştıracak o teklifi sundum. "Teslim ol! Suçlarını itiraf et. O suçluları polise delilleriyle ihbar edebilirsin. O insanların hak ettikleri cezayı bulmalarını sağlayabilirsin. Pişmanlık yasası var; ceza indirimi var. Bir yolu bulunur."


Acıklı bir tebessümle dudaklarını burktu. Sol yanağında oluşan o sevimli gamze ve masum ifadesi katran karası gönlümü yıkayıp ak pak etmişti. Ona kıyamıyor muydum gerçekten? Kalbimdeki yeri neydi?


"Bunu seninle daha önce de konuştuk. Çok büyük suçlar işledim. Tüm ömrümü orada tüketemem. Beni hapiste asla yaşatmazlar. Düşmanlarım var. Birini kiralayıp bitirirler işimi. Onlar bitirmese de ben bitiririm herhalde. O karanlık dört duvar bana ağır gelir şu saatten sonra. Nefes alamam oralarda, yaşayamam." Onun medet umar gibi süzdüm. Bakışları öldürdüğü adamların fotoğraflarına mıhlanmıştı ve bu haliyle bir çılgını andırıyordu.


"Seni korumak için gereken önlemleri alacaklardır." Yanağımdan tutup huşu ile başımı göğsüne yasladı. "Eskiden bir yarasa gibiydim. Gözlerim ışığı kaldıramaz, karanlığı özlerdi. Sevmek içimde hiç yeşermemiş ölü bir duyguydu. Aşkını hissetmeye başladığımda içimde tüm benliğimi sarsan depremler oldu. Ben bir bataklıkta yaşıyordum ve böyle olmaya alışmıştım. Sen o bataklıkta aşkınla güller açtırdın. Nefretine inat, o çukurdaki tüm pisliğe inat sevda çiçeğin yaşamaya devam ediyor. Gözlerim güneşe alıştı, karanlığa dönemem bir daha. "


"Seni sırtından vuracağım, benden nasıl aşk umarsın?" Sağ elinin baş parmağıyla dudaklarımı yokladı. Parma uçları içimin titremesine, kulaklarıma kadar kızarmama sebep olmuştu.


"Dipsiz bir uçurumda tutunduğum cam parçası gibisin. Tutundukça ellerimden dağılıp gidiyorsun ve ben sen giderken umutsuzca yine seninle kanayıp ölüyorum. Ne vardı gerçeğimize dilim gibi yüreğim de değseydi." Sustum. Bağırıp çağırarak susturamadığı beni sevdasıyla susturmayı iyi öğrenmişti. Tüm kötülüklerine rağmen kıyamıyordum ona. Yaralı çocukluğu siyah, pırıltılı gözlerinin ardında sürekli ağlarken bunu nasıl yapabilirdim?


Peki ya vicdan? Sırf kocam diye suçlarını nasıl görmezden gelirdim? Gördüğüm kabuslar yüzünden uyuyamıyordum. Rüyalarımda silahlar patlıyor, masum çocukların, beli bükülmüş ihtiyarların kanlı bedenleri ayaklarımın dibine düşüyordu. Bu kanlı piyesin dilsiz seyircisi olmak midemi bulandırıyordu. Günahlar er ya da geç bedellerini öderdi ve ne olursa olsun kimse bedel ödemekten kurtulamazdı. Bu gerçeği tüm çıplaklığıyla görürken nasıl gardırobumdaki ipek elbiseleri giyerdim? Nasıl kuş sütü ile tamamlanan sofralara otururdum. Korkuyordum. Bedeli en sevdiklerimle birlikte ödemekten çok korkuyordum.


"Neden geri döndün? Neden bu hayatı kabullendin? Sen masumdun. Babanın sana çizmeye çalıştığı kaderi yaşamamak için direnmiştin. Bu kabullenişinin sebebi neydi?"


Dudaklarını ısırdı. Sinirden gerilen kaşları ve titrek mimikleri kopacağına inandığım yeni bir kıyametin habercisi gibiydi. Bıktığını bildiğim halde defalarca bu sorunun cevabını dudaklarında aramıştım ve hâlâ bir cevap alamamıştım. Ellerini başının iki yanına hayat üçgeni oluşturur gibi sabitledi. Oyun oynarken yaralanmış bir oğlan çocuğu gibi masanın altına sinip dolu dolu gözlerle titreyip, kesik kesik soludu.


Bir kriz geçirdiğini düşünmeye başlamıştım. Onu dokunmak için uzandığımdan kaçacağını sanmıştım. Beklediğimin aksine yüzünü göğsüme bastırıp şefkatime teslim oldu. Geçmişin azabından bana sığınan küçük bir oğlan çocuğu gibiydi. Tir tir titrerken baş parmağını dudağına götürüp ısırdığını fark ettim. Demek canı bu kadar çok yanıyordu. Bedensel bir acının ruhundaki ıstırabı bastıracağını düşünecek kadar çok...


"Bana bir daha asla bu soruyu sorma! Bırak pislik bataklığın dibinde kalsın. Daha fazla birbirimize acı vermeyelim. Bunu içimdeki bitik bir yara, bir delilik say. Karşıma çıkarma artık! Bir şey bilmeni isteseydim söylerdim; ama istemiyorum. Benimle mezara gideceğini bilsem de öğrenmemelisin. "


Sorunun cevabını öğreneceğime dair umutlarım her geçen saniye daha da çözülüyordu. Başını bir kardelen gibi ayazdan kaldıran bu delikanlının bataklığa düşüşü zihnimde hep bir giz olarak kalacaktı. Şimdilik çaresizce bu sessizliği onunla birlikte yaşamalıydım. Yarayı kanatmak kimseye iyi gelmeyecekti.


Dakikalarca sustuk. Konuşmanın bittiğini düşünüyordum. Dizlerim karıncalanmaya, kaslarım ağrımaya başlamıştı. Benimle huzur bulduğunu biliyordum. Onun gibi olamıyordum. Bana ne yaparsa yapsın acılarıyla tutuşan yüreğini, gözyaşlarını görmezden gelemiyordum. Tutarsızdı. Bir an hüzünlenirken bir an da fırtına deryası olabiliyordu. O çocuklara hediyeler dağıttığı günlerde bambaşka bir Mervan'ken nefreti şahlandığında düşmanlarına ateş püsküren bir katile dönüşebiliyordu. Böyle birine nasıl güvenip bir yuva kurulurdu ki?


"Onu çok sevmiş miydin?" Başını göğsümden kaldırıp gözlerime baktı. Hayretle büyüyen göz bebeklerim sert mimiklerine çığlıklar atıyordu. "Onu çok sevmiş miydin?" diye yineledi. "Sen neden bahsediyorsun?" Ayağa kalkıp benden uzaklaştı. Sırtı bana dönükken söylediği sözler kanımın donmasına sebep oldu. Neler söylüyordu bu adam?


"Mehmet Akgül. 24 yaşında. Rize Pazarcık doğumlu. Yaklaşık bir buçuk sene önce askerde pusuya düşüp şehit oldu. Meryem isimli bir kız kardeşi, Sıdıka adında bir de annesi var. Üç yaşındayken selde babasını kaybetti ve..."


"Yeter!" diye bağırdım. Ayağa kalktım. Hayır ondan kaçmayacaktım. "Bir sevgilin olduğunu bilmediğimi mi sanıyordun?" diye hiç hesapta olmayan bir soru yöneltti. Düşmemek için duvara tutundum. Duyduklarım başımdan aşağıya kaynar sular dökülmesine sebep olmuştu.


"Biliyordun... Biliyordun..." Sayıklayışlarım umurunda değildi. "Evlilik planları yapıyordunuz. Hayatına bir bomba gibi düştüm ve her şeyi mahvettim değil mi?" Dolu dolu olmuş gözlerimle anın yıkıcılığına teslim oldum.


"Nasıl bir adamsın sen Mervan Hanzade? Bunca zaman bu gerçekle nasıl yaşadın? Neden yaptın bunu? Neden?" Adım adım yanıma yaklaştı ve sağ elimdeki kadehi alıp minibara yöneldi. İçine doldurdu içkiyi bir yudumda kafasına dikti. Bunun olacağını biliyordum. Sarhoşken daha da zıvanadan çıkıyordu ve ben şu an saçmalıklarını taşıyacak durumda değildim.


"Neden Mervan?" diye bağırdım. Gözlerini gözlerimden ayırmadan kadehi avuçlarının içinde sıktı. Bardağın ince ayağı kırılıp avuçlarının arasından parke zemine düştü. Onu umursamadan aynı küstahlıkla, "Seni sevdiğim için yaptım." diye itiraf etti.


Başımın döndüğünü, gerçeklerin azabıyla paramparça olduğumu hissettim. Mervan, en başından beri her şeyin farkındaydı. Bir başkasını sevdiğimi biliyordu. Bunca zaman gerçekleri bilerek bana dokunmuştu. Aynı yastığa baş koyduğumuzda, ona her sırtımı döndüğümde Mehmet'i düşündüğümün farkındaydı. Kabuslar gördüğümde onun hasretiyle ağladığımı biliyordu. Nasıl tahammül edebiliyordu buna? Nasıl kaldırabiliyordu?


O ikinci kadehi kafasına dikerken, "Nasıl yaparsın bunu? Her şeyi bildiğin halde nasıl görmezden gelirsin?" diye hesap sordum. Dudaklarını nemlendiren içki kalıntılarını umursamaz bir edayla yaladı. "Sensizliğe dayanamıyordum. Bir başkasıyla olmanı kaldıramazdım. Sonucu ne olursa olsun bu evlilik olacaktı. Zamanla unutacaktın. Beni de sevecektin. Birbirimize sarılıp mutlu olacaktık."


Kare şeklindeki bir başka bardağa içki doldurup bir dikişte bitirdi ve hemen sonra bardağını hırsla duvara savurdu. Bardak paramparça olurken delirmiş gibi gülümsedi. "Olmadı..." Savrulan parçalar ellerimle kulaklarımı kapatıp diz çökmeme sebep olmuştu. "Olmadı..." diyerek acıklı kahkahalar attı. Şu anki hâliyle bir tımarhane kaçkınından farksızdı.


"Olmadı... Olmadı... Unutamadın. Ondan kalan oyuncak bebeğe bile sımsıkı sarıldın." Şaşırmış gibi mimiklerini kastı. "Bana hiç sarılmadın. O bebek kadar bile sevmedin." dedi. Bebeği Mehmet'in hatırası olduğunu bile bile tamir etmişti. Rize'deyken onun için ağladığımı, söylediğim tüm türküleri ona adadığımı biliyordu. Sırtını duvara yaslayıp gerisin geriye bıraktığı elleriyle duvara okşadı.


"Beni neden sevmedin? Yoruldum onun hayaletiyle savaşmaktan. Her yerde... Köşe bucak kovalıyor sanki. Peşimizde... Adım adım peşimizde... Bir ölüyü nasıl öldürürüm? Senden, hayalinden, hayatımızdan nasıl silip atabilirim? Yatağımızın diğer yanını ona ayırmandan bıktım usandım artık!"


Gözlerinin içindeki yaralı adama bakarken, "Onu her yerden silsen de yüreğimden silemezsin!" dedim. Duvarın dibine diz çöküp başını ellerinin arasına aldı. Bir süre sessiz kaldı. Gözlerindeki acıyı görüyordum. Bitap haline üzülmemek elimde değildi. "Benden daha mı güzel buluyordun?"


Saçma sorusuna cevap vermedim. Güzellik konusunda Mervan'a denk kimseyi görmemiştim. İkisini kıyas etmek bile saçmaydı. Mehmet eşsiz bir kalbe sahipti. Yürekli bir adamdı. Asla bir karıncayı bile incitmezdi. Onu cismani bir güzelliğe hapsedemeyecek kadar çok seviyordum. Yaşlanıp tüm dişleri dökülse de derisi buruş buruş olsa da o hep gözümde en kıymetliydi.


"Kendini onunla nasıl kıyaslarsın?" Başımı reddeder gibi salladım. Ses tonum bir kelebeğin kanatları kadar yumuşak, ruhumdaki sızı ise denizlerdeki sahipsiz çakıl taşları kadar keskindi. "O karşıma çıkabilecek en özel erkekti. Ruhumda kırılan dökülen ne varsa sevdasıyla onarıp yeniden inşa etti. Bana aşktan söz ediyorsun. Sensizliğe dayanamıyorum diyorsun. Seven sevdiğini üzer mi? Acı verir mi? Bana yaptıklarını ne çabuk unuttun." Başını kaldırıp gözlerime baktı. Babasının söylediklerini hatırlamış olmalıydı. Onu umursamadan devam ettim.


"Beni tehditlerle evine hapsettin. Psikolojik şiddet uyguladın. Ailene karşı başımı eğdin. Beni kendine mecbur ettin. Öyle derin yaralar açtın ki ruhunda ne yapsam iyileşemiyorum. Giydiğim kıyafetlere, kullandığım eşyalara, okuduğum kitaplara bile sen karar verdin. Bu yaptıklarınla kişiliğime en büyük hakareti ettiğinin farkında değil misin? Bir kadın böyle mi sevilir? Sevda böyle mi gösterilir?"


Başını sert sayılabilecek bir hamle ile geriye atıp duvara yasladı. Çıkan tok ses içimi sızlatmıştı. Bunları söylemek zorundaydım. Onca yaşanandan sonra daha çok üzüleceğini biliyordum; ama bilmeliydi. Kurduğu hayal dünyasından kurtulmak için farkında olmalıydı her şeyin. Dizlerini karnına çekti. "Haklısın..." diye mırıldandı ve histerik şapşal bir gülümseme yüzünde açtı.


"Babamın oğluyum ben. Armut dibine düşer derler ya, ben dibi de geçtim. Kadir Bey'in karanlığının üzerine depar attım da haberim bile olmadı." Burnunu çekip sol gözünden damlayan o bir damla yaşı elinin tersiyle serkeşçe sildi. Yarasına dokunmuştum. Sözlerimin hem pişmanlığını hem de haklı gururunu yaşıyordum. Bilmek zorundaydı artık! Yaptıkları normal şeyler değildi.


"Çocukken ne çok korkardım babamdan bilemezsin. Karşıma dikildiğinde tüm öcülerin onda vücut bulduğunu düşünürdüm hep. Öfkeli, kindar bakışları ılık ılık terlememe, saç diplerine kadar titrememe sebep olurdu. En çok da onun gibi olmaktan korkardım. Bir canavara dönüşmekten delicesine korkardım." Son cümlesini bastırarak ağır ağır söyledi ve ardından acıyan bakışlarla bana baktı.


"Seni mahvettim... Gülnaz'ı, yavrularımı mahvettim." Yüzünü sıvazlayıp isyan eder gibi sayıkladı. "Mutlu olabiliriz sanmıştım. Vebal... Çaldığım hayatların vebali... Harcadığım insanların vebali... Ah Nazar!" diye inledi. Ayağa kalkıp bana sırtını döndü. Alnını duvara yaslayıp avuçlarını o sert zemine sabitledi. "Ah Nazar..." Son haykırışı bocalamama sebep olmuştu. "Sana kavuşmak için ne çok şeyi harcadım bir bilsen." İçkisinden bir yudum alıp acıyla gülümsedi. Dolu dolu olan gözleri içimi acıtmıştı.


"Zeynep... Mahvettim onu. Her şey olup bitmeden önce de biliyordum birbirlerini sevdiklerini. O sevda yüklü bakışları nerede görsem tanırdım. Sana kavuşmak için aşklarını kullandım. Babama Zeynep'i Derman'la evlendirmesini söyleyen bendim. Bu kadere razı olamayacaklarını biliyordum. Onu kaçırmasını sağlayacak tüm yolları açtım ve onları kendi elimle koymuş gibi buldum. Planım mükemmel işlemişti. Her şey olması gerektiği gibiydi. Mükemmeldi. Sanki kader bile bana yardım etmiş sana kavuşmam için tüm kapıları sonuna kadar açmıştı. Ne saadet(!)"


Duyduklarım karşısında ayağa kalkıp hayretle ona baktım. Nefes alamadığımı, yutkunamadığımı hissettim. Kendi kardeşini yasak bir sevda uğruna göz göre göre harcamıştı. Ah Mervan... Ne yaptın sen? Gözün nasıl bu kadar kör olabildi?


"Ben şeytanın ta kendisiyim. Bana söyleyecek tek bir sözün bile kalmadı değil mi?" Yüzünü bana döndü. "Haklıydın." dedi. "Haklıydın... Hiçbir günah vebalinden kurtulamıyor. İstediğim her şeye sahiptim. Yaptıklarımın bedelini ödeyeceğimi hiç düşünmezdim. Yanılmışım. Allah beni senin aşkınla tokatladı. En sevdiğimle terbiye etti. Peşindeki pislikler üzerine çullanmak için fırsat kolluyor. Öyle savunmasız, öyle masumsun ki..."


Hıçkırıklar içinde ağlayıp kesik kesik soludu. "Allah kahretsin, kahretsin, kahretsin..." diyerek duvara ellerini parçalayacak sert yumruklar indirdi. Haykırışları evden metrelerce uzaktaki birinin bile duyacağı kadar yüksekti. Biraz daha sakin ve kabullenmiş bir şekilde, "Artık Kadir Bey'in gölgesi üzerimizde değil. Yalnızız..." diye itirafta bulundu. Göz pınarlarından süzülen yaşları yumruğuyla silip, "Ya tek başıma seni koruyamazsam. Ya alırlarsa elimden. Ne yaparım ben?" diye içli içli ağladı. Şu durumda bile düşündüğü bendim. Hayatını benimle öyle tıka basa doldurmuştu ki bizden gayrı hiçbir şeyin onun için bir önemi kalmamıştı.


Bir süre ayakta öylece dikildi. Ondan korkuyordum. Her an ne yapacağı belli değildi. Mervan'ın psikolojisinin bozuk olduğunun uzun zamandır farkındaydım. Her deliliğinde bir sonraki hamlesi daha da öldürücü oluyordu ve her geçen saniye beni daha da endişelendiriyordu.


"Yaşamayı hak etmiyorum. Seni hak etmiyorum!" diye sayıkladı. Donup kalmış gibiydi. "Benden nefret etmekte sonuna kadar haklısın. Sana kızmaya, gücenmeye bile hakkım yok!" Belinden çıkardığı silahı sağ eliyle kavrayıp bana uzattı. "Benden kurtulmalısın. Sana daha fazla zarar vermek istemiyorum. Buna izin verme. Ben kendime engel olamıyorum. Senden vazgeçemiyorum ama sen yapabilirsin. Tek bir parmak hareketiyle benden kurtulabilirsin." Sarhoştu. Gerçekten ne yaptığını biliyor muydu?


Silahı ellerime tutuşturup, "Hadi yap. Korkma! Hapse girmeyeceksin. Battal çocuklarımızı yarın getirecek. Aras ve Asya'yı da alıp bu ülkeden kaçacaksın. Hiç kimse saçının teline bile dokunamayacak." diyerek beni şaşkınlığa sürükleyen vaatlerde bulundu.


"Asla!" diye bağırdım. "Ben katil değilim." Elimdeki silahı alıp ayaklarının dibine attım. "Ama ben katilim!" diyerek güldüğünde aklından geçen düşünceden ölürcesine korkmuştum. Silahı başına doğrultup soğukkanlılıkla gözlerime baktı. O tetiği çekecek kadar çıldırdığını biliyordum. Bunu yapmasına izin veremezdim. Ne yaptığını bilmiyordu. Parmakları tetiğe dokunduğunda, "Hayır!" diye bağırdım. Başına hizalanan elini bileğinden kavrayıp indirdim ve ona sımsıkı sarıldım.


Sarıldığım için kendime kızamıyordum. Onu engellemiş olmasaydım namludan saniyeler önce çıkan o kurşun Mervan'ın başını bulacaktı. Doğru düşünemediği şu zamanda böyle bir saçmalık yapmasına izin veremezdim. Bunu çocuklarımıza borçluydum. Yalan söylüyorsun Nazar! Sen de ona aşıksın. Direnemiyorsun Mervan'a. Ona bir zarar gelmesine dayanamıyorsun. Hayır bu mümkün olamazdı. Ne saçmalıyordum ben. Yüzümü sindiği yerden kaldırıp gözlerine sabitledi. Bakışları biraz önceki deliliğinden tamamen sıyrılmıştı.


Ben ne olduğunu bile anlayamadan dudaklarımız buluştu. Dudaklarını dudaklarımla nemlendirdiği her dakika anın şokuyla tir tir titriyordum. Dudakları o ince derinin üzerinde sürtünerek dolaştıkça bacaklarımın yerden kesildiğini, başımın döndüğünü hissettim. Yaşadıklarımın şokuyla kitlenmiş gibiydim. Şaşkın mimiklerimle ve titreyen ellerimle onu engelleyecek hiçbir şey yapamıyordum. Kendine gel Nazar! Bunu yapmasına izin veremezsin. Kendimi tokatlarcasına düşündüğüm her şey koca bir safsataydı. Hiçbir şey beni bu andan kurtaracak kadar güçlü değildi. Gururum bile... Yeniden sımsıkı sarıldı.


"Gitmeme dayanamadın. Ölmemi istemedin. Nazar'ım... Aşkparem..." Yüzümü yüzüne daha da yaklaştırıp burun uçlarımızı birbirine değdirdi. Yumuşayan mimikleri ve tutkuyla bakan kömür gözleri içime işlemişti. Ne yapsam ürpertili donuk hâlimden kurtulamıyordum. Omzuma küçük öpücükler kondurup yüzünü boynuma bastırdı. Elleri elbisemin fermuarına ilişti. Bu dokunuşlardaki arzu kalbimin atışlarını hızlandırdı. Taştan bir heykel gibiydim. Bana ne olmuştu böyle. Değil engel olmak gözlerimi bile kırpamıyordum. Elleriyle saçlarımı okşayıp kokumu içine çekti ve incitmeksizin zavallı bedenimi kucağına aldı. Kollarında bir ceset gibi hareketsiz duruyor yaptığı hiçbir şeye sesimi dahi çıkaramıyordum. Nasıl bir şoka girdiğimi hâlâ bilmiyorum. Bana ne yapmıştı? O içecek... Şu an ki hâlimin sebebi o olabilir miydi?


Bembeyaz dökümlü elbisem yerde dolaşırken siyah gömleğinin yakası avuçlarımda elimin nemine mecbur kalmıştı. Beni yavaşça krem rengi yatağa bıraktı. Aynı yatağa teklifsizce oturup üzerime doğru yaklaştı. Neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. Dudakları boynumda hisli, buruk izler bıraktı. Parmakları saç diplerimde tutkulu bir keşfe çıkmıştı. Nefesinin tatlı melodisini kulaklarımda sevda ezgisi gibi duyar olmuştum.

     

Gözlerini kapatıp dudaklarıma yaklaştığında far görmüş tavşan gibi öylece hareketsiz duruyordum. Tuttuğum nefesime sıktığı yumruklarıyla eşlik etti. Gözleri kapalı öylece üzerimde duruyordu. Gözlerini açar açmaz ondan bir saniye bile ayrılmayan gözlerimle karşılaştı. İfadesizdim. Onlarda ne korku vardı ne hüzün ne de öfke. Elleri kıyamadığını hissettirir tarzda perçemlerimde gezindi. Yutkunduğu esnada bakışlarım gözlerinden kurtulup inip kalkan adem elmasında dolaştı. Ne yapmaya çalışıyordu? Kafasından neler geçiyordu?


Yüzümü hafifçe sarsarak "Bana kim olduğunu söyle!" diye fısıldadı. "Kimsin sen?" Saçma sorusu içimde gereksiz kıkırdamalara sebep olmuştu. Bana kim olduğumu soruyor. Hem kalpsiz hem de unutkansın Mervan Hanzade. O kendisine ait olduğumu kulağına fısıldamamı severdi. Bu yüzden... Bu yüzden olmalıydı. Bir süre daha boş boş gözlerine baktıktan sonra cevap verdim.


"Nazar Ateş, senin karınım!" Bir süre daha gözlerime hüzünlü hüzünlü bakıp benden ayrıldı ve hemen yanıma, yatağın diğer tarafına uzandı. Bakışları tavana dikilmişti ve yüzünde gizlemeye çalıştığı bir acı vardı. Kim bilir içinde ne büyük yaraları saklıyordu. Gözpınarlarından süzülen o bir damla yaş usulca yastığına damladı. Vazgeçmişti. Dokunmayacaktı bana.


Aramızdaki ilişki benim için koca bir muammaydı. Zaten çocuklarımızın nasıl olduğuna bile akıl erdirememiştim. Cinsel hayatımız bu kadar azken ve sadece ona has bir yaşanmışlık söz konusuyken onun karısı olduğuma nasıl inanırdım?


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. İnstagram hesabıma davetlisiniz.

seyma_yldz_koc

Loading...
0%