Yeni Üyelik
64.
Bölüm

64. Bölüm: Niyazi Gizem

@syildiz_koc

Medya: Başa sar (Ege Can Sal) 🥀🥀


NİYAZİ: GİZEM


Günümüz


"Aman be Oktay! O mangal öyle mi yellenir."


"Hııı! Sesimiz gelmiyor komiserim!" Niyazi gözlerini devirip alnına sertçe bastırdı. "Seni kör kuyularda fenersiz bırakayım Oktay!"


"Kabil'de lüfer mi avlayalım?"


"Evet evet o dediğinden." Niyazi yanında kendilerine gülen Demet'e göz devirdi. "Tam bir şapşik değil mi komiserim?"


Niyazi yalancıktan bir öfkeyle sarsılıp "Ne diyebilirim ki?" diye geveledi. Canı hiç istemese de arkadaşlarının zoruyla kendini piknik alanında bulmuştu. Esefle iç çekti. Ne yapsa mutlu olamıyordu. Güzel dostlar edinmişti fakat yüreğindeki o boşluk kimsenin dolduramayacak kadar büyüktü.


Leyla'nın gidişiyle bir şeyler hep eksik kalmış, yüreğinin bir parçası yapbozun kırılan dişleri gibi içinde bulunduğu hayata uyum sağlayamamıştı. Her insan gibi bir hengamenin içinde yaşamaya çalışıyordu o da. Tabi yaşadığına yaşamak denilirse.


Ne yediği yemeğin tadı vardı ne de içtiği suyun. Herkesten gizlediği buruk hikayesi her an yüreğini paralarken oynadığı başarılı memur rolünü artık kendisi de yadırgayamıyordu.


Çok kırgındı Leyla'ya. Önce babasını kaybetmişti, ardından da canı gibi sevdiği abisini. Hayatı kendisine onca darbeyi vururken tek tesellisi karısı ve doğacak kızı olmuştu.


O günü hatırladı. Yağmurlu bir akşamdı. Kızları sadece bir haftalıktı. İkisi de mutlu anne-baba rolünü kıvırmış, yuvaları için her türlü fedakarlığı yapacaklarına dair söz vermişti. Gecenin koyu karanlığını bölen şehir ışıkları her yerdeydi fakat yıldızlar gökyüzünün kasvetine sinip görünmez olmuştu.


Ansızın çalan telefon kollarındaki kadının huzursuzca kıpırdanmasına sebep oldu. Onu uyandırmamaya çalışarak komidine uzandı. Leyla'nın günlerce bebek bakmaktan uyku yüzü görmediğinin farkındaydı ve uyuyabildiği o güzel saatleri hiçbir şeyin bozmasını istemezdi.


Genç kadının başını yastığa bırakıp telefonla odadan çıktı. Arayanın yardımcıları Zehra Hanım olduğunu anladığında içindeki tüm korkular nüksetti. Zehra Hanım oldukça endişeli bir sesle annesinin kalp krizi geçirdiğini ve acil ameliyata alındığını bildirdi. Zavallı kadının ağlamalarından ve kesik solumalarından ne dediği anlaşılmıyordu.


Duyduğu haber Niyazi'yi oldukça sarsmış, başının dönmesine beyninin zonklamasına sebep olmuştu. Kollarına dokunan eli hissettiğinde omzunun üzerinden karısının siyah gözlerine baktı.


"Annem! Kalp krizi geçirmiş." Leyla bocalarken Niyazi ilk şoktan çıkıp hızla kapıya yönelmişti. Merdivenleri tepeleyerek inerken kendisini hayretle izleyen karısına son kez dönüp baktı.


"Seni arayacağım. Elif'in yanından ayrılma. Bekle beni!"


Leyla sadece başını sallamakla yetindi. Direksiyonun başında hastaneye doğru yol alırken aklı da kalbi de keskin bir hançerle ikiye bölünmüştü. Arabanın silecekleri camı her temizlediğinde gözleri annesinin gülen yüzünü, babasını kaybettikleri günkü acılı serzenişlerini önüne düşürüyordu.


Niyazi araçta geçirdiği o dakikalarda camdan gözünü hiç ayırmamış, Leyla'yı, Elif'i ve annesi Didem Hanım'ı düşünerek yolu tamamlamıştı. Hastaneye ulaştığında Didem Hanım çoktan ameliyata alınmış ona da korku ve endişe dolu bekleyişler kalmıştı. O ameliyathane önünde dakikalar asra dönmüştü sanki. Zaman geçmek nedir bilmiyordu.


Telefonuna baktı. Tek bir mesaj, tek bir arama dahi yoktu. Leyla'nın şu an kendisini deli gibi araması, çıldırmışçasına onlarca mesaj atması gerekiyordu. Gözyaşlarını yutkunup telefonda en son aradığı numarayı tuşladı. Leyla'nın numarasını... Ulaşılamıyordu. Sanki bir şeyler değişebilecekmiş gibi defalarca denedi. Sonunda bir alt katta oturan hanımı aramayı akıl edecek kadar kendine gelmişti.


Lerzan Hanım uykulu sesiyle onu kontrol etmek için çıkacağını söylemiş ve dakikalar sonra soluğu kapının önünde almıştı. Sonuç hüsrandı. Tam da şu zamanda nerede olabilirdi, kime giderdi.


Yumruğunu sert bir şekilde duvara indirdi. Bir yanda annesi bir yanda eşi... Ne yapacağını şaşırmıştı. Telefonu eline alıp defalarca karısının numarasını çevirdi. "Neredesin leyla? Nereye gittin!" Eşine güveniyordu güvenmesine ama bu habersiz çekip gitmeler hiç de hayra alamet değildi.


Son günlerde oldukça tuhaf davranıyordu zaten. Çok sık yalnız kalmaya, umutsuzca dalgın dalgın dolaşmaya başlamıştı. Hamile kaldığı günden beri bu tuhaf hâller yakalarını bırakmaz olmuştu. Nesi vardı bu kadının? Sorunu neydi o da bilmiyordu. Defalarca konuşmaya çalıştığı hâlde bir türlü ağzını bıçak açmamıştı. Çevresindeki insanlar, "Hamilelik bunalımıdır, geçer!" dese de Niyazi içindeki o tuhaf kaybetme korkusuna engel olamamıştı.


İlişkilerinin fazlaca iyi olması ona garip geliyordu. Bu hayatta kim peri masallarını yaşardı ki? Mutluluğun böyle kısa bir sürede ona yâr olmasına şaşırmadan edemiyordu.


Ameliyatın başarılı olduğunu öğrenir öğrenmez soluğu evde aldı. Ne kızından ne de Leyla'dan en ufak bir haber yoktu. Günlerce her yerde onları aramıştı. O gün ilk defa karısı hakkında ne kadar az şey bildiğinin farkına vardı.


"Kimsesizim!" demişti. Aşkın gözünü kör ettiği o günlerde eşe dosta sormak hiç aklına bile gelmemişti. Polis dostları vardı ve onu bir şekilde araştırabilirlerdi. Aşk insan aptallaştırır derler ya Niyazi bu aptallığı dibine kadar yaşamıştı.


Leyla iyi bir kız, Niyazi ise işinde gücünde çalışkan bir delikanlıydı. Birbirlerini çok seviyorlardı ve aşkın gücü her şeye yeterdi. Şu an bulunduğu günü düşündü. Elinde kalan yitiğe baktığında aslında hiçbir şeyin sandığı kadar pırıltılı olmadığını anladı. Leyla gitmişti. Kendisiyle birlikte başta kızı olmak üzere hayatının tüm güzelliklerini de alıp götürmüştü. Sanki biri şehrin ışıklarını söküp çalmıştı da ıssızlık her an ruhunu bir kanser gibi soldurup tüketmişti. Bedeni karanlık bir mağarada esaretin pençesine düşmüşçesine mecalsizdi. Umutsuzluk içinde hastaneden hastaneye, karakoldan karakola koştururken tüm yıldızların ışığını kaybedip avuçlarına düştüğünü hayal etti.


Güzel bir ilişkileri vardı. Leyla'ya hiç sahip olamadığı aileyi vermiş, mutlu etmek için elinden geleni ardına koymamıştı. Kendisine yaptığı bu kötülüğün izahını bulamıyordu. Komiserlik sınavını kazandığı günün ertesi ne olmuştu da yuvalarından vazgeçmişti. Daha bir gün önce tüm sevdikleriyle özel bir restoranda kutlama yapıp doyasıya eğlenmişken bu kaybediş de neyin nesiydi?


"İyi misiniz komiserim!" Zoraki gülümseyerek kendisine bakan Oktay'a başını salladı. Demet "Üzerine gitme!" der gibi baktığında yine bilindik şapşal tavırlarına bürünüp genç kadına takıldı.


"Demet sen kilo mu aldın? Gıdın çıkmış sanki." Demet gözlerini iri iri açıp aceleyle makyaj aynasını çıkardı. "Saçmalama Oktay. Her zaman ki gibiyim." Oktay dudaklarını büzüp cık tarzında bir ses çıkardı.


"Vallahi bu hatun sumo güreşçilerine rakip olmazsa ben de bir şey bilmiyorum." Demet siyah kıvırcık saçlarını geriye itip "Oktay!" diye dişlerini sıktı. Oktay eline aldığı şişteki etleri keyifli yerken umarsızca parmaklarını yaladı.


"Üzülme artık her şeyin kolayı çıktı. Liposuction yaparsın!" Niyazi bıyık altından gülmeyi bırakıp, "Oktay!" diyerek bir uyarı narası attı. Oktay teslim olur gibi ellerini kaldırıp mavi gözlerini şapşalımsı bir ifadeyle açtı.


"Vallahi komiserim benim bir suçum yok. Hepsi Bayan Hamburger yüzünden oldu."


"Neeeee!" Demet'in çığlığı ortamda küçük kıpırdanmalara sebep olmuştu. Niyazi gözlerini devirip başını kınar gibi salladı. Bu ikili asla akıllanmayacaktı. Yahya'nın elinde balıklarla gelmesi herkesin dudaklarını yalamasına sebep olmuştu. Demet ve Oktay sofrayı hazırlarken Niyazi de mangalı beceriksiz arkadaşlarının elinden kurtardı.


Yelpaze gibi kullandığı plastik tepsiyi kenara bırakıp mangalın sıcaklığıyla terleyen alnını mendille sildi. Biraz önce alabora olan duygularını gönül sahilinden uzaklaştırıp hâlâ şakalaşmakta olan dostlarına baktı. Neşelerine söyleyecek söz bulmak oldukça güçtü. Onun son günlerde arşa çıkmış olan sıkıntılarını gördükleri için Oktay'ın ısrarıyla bu pikniğe düzenlemiş ve yaramazlıklarıyla ortamı daha da neşeli hale getirmişlerdi.


Oktay, Demet ve Yahya kendisine eşinin yokluğunda bir aile gibi olmuştu. Ne yazık ki bugün neşesiz olan sadece kendisi değildi. Yahya'nın suskunluğu da göze batacak kadar belirgindi. Canının sıkıntısı fark edilmeyecek gibi değildi. Belli ki Nazar'a düzenlenen suikast onu hâlâ suçluluk psikolojisine itiyordu.


Bulduğu astım ilacını düşündü. Yahya göreve yeni başlayan bir memurdu. Dosyasını bu olaydan sonra epey karıştırmış, sağlık raporlarını ve reçetelerini incelediğinde astımla ilgili en ufak bir delil bulamamıştı. Suikasti düzenleyen her kimse kimliğine dair bir delil bırakmamıştı. Öyle ki ne DNA örneği ne de kolye dışında kişisel bir eşya bulamamıştı. Suikastçiye dair buldukları ise astım ilacından ibaretti.


Niyazi bunun kazara düşürülmediğini bilakis hedef şaşırtmak için bırakıldığını düşünüyordu. Bu kadar temkinli hareket eden biri böyle çaylakça bir hata yapmazdı. Yaptığı araştırmalar bilgisayarın kamera ile bağlantısını sağlayan şifrenin kırıldığını bunun başka bir uygulama yoluyla yapıldığını gösteriyordu. Bu durum şifreyi bilen hastane personeline aklar nitelikteydi, fakat şaşırtmacalara karşı yine de tetikte olmak zorundaydı.


Önüne dönüp mangalı yellemeye devam etti. Etler çoktan pişmeye başlamıştı. Artık yakmamak için daha dikkatli olması gerekiyordu. Yanına yaklaşan araç dikkatini dağıtmaya yetmişti. Mert Komiserin araçtan çıkmasıyla kısa süreli bir şaşkınlık yaşadı. Mert oldukça soğuk bir adamdı. Çalıştıkları büroda kendisine doğru düzgün selam verdiğini bile gören olmazdı. Ona bir türlü ısınamamıştı her nedense? Hakkında yapılan torpil dedikodularından olsa gerek olası tüm görüşmelerinde mesafeli durmaya çalışıyordu. Amcası Vedat bir savcıydı ve pek çok ekibin adını bile anmak istemediği sıkıntılı biriydi. Bu insanlarla yüz göz olmamak Niyazi ve arkadaşlarının ister istemez düsturu olmuştu.


"Merhaba."


"Hoş geldiniz Komiser!" Mert gıcıklanan boğazından rahatsız olup yutkunmaya çalışarak yüzünü buruşturdu. Ardı ardına şiddetli öksürükler boğazını yoklayınca Niyazi telaşla, "İyi misiniz Komiserim." diyerek ona yöneldi. Mert iyi olduğunu hissettirir tarzı eliyle işaret yaptı.


"Oktay su getir." Oktay, Niyazi'nin emri üzerine elindeki suyu koşarak Mert'e uzattı. Mert almayı reddedip cebindeki astım ilacını çıkardı ve birkaç kez sıkıp solunumunun normale dönmesini sağladı. Elindeki astım ilacını gördüğünde Niyazi'nin gözleri iri iri açıldı. Astım ilacı... Suikastin olduğu gece bulduğunun aynısıydı.


Mert Komiser kendisiyle ilgilenen Oktay'a, "Tamam, iyiyim!" diye karşı koydu. "Duman astımınıza iyi gelmiyor anlaşan."


Genç komiser son kez boğaz ayıklayıp derin bir nefes aldı. "Maalesef! Sonradan oldu. İki yıldır çekiyorum işte!" Bulduğu delillerden kimseye söz etmeyen Niyazi, yüzündeki şüpheyi olabildiğince silmeye çalışarak, "Dikkat edin. Bu sizin için tehlikeli olabilir." dedi.


Mert anlamazdan gelerek onu onayladı. "Etler yanıyor Komiserim." Niyazi yeniden mangala dönüp son anda yemeği kurtarabilmişti. Sofraya geçip afiyetle ızgaralarının tadını çıkardılar. Niyazi gözlerini Mert'ten ayırmazken Oktay çoktan tabağına gömülmüştü. Onun hunharca kebapları mideye indirdiğini göre Niyazi, "Yavaş ol, boğulacaksın. Kıtlıktan mı çıktın?" diye uyardı.


Oktay ağzındaki büyük lokmayı görmezden gelip, "Öldüm açlıktan!" diyerek homurdanır gibi konuştu. Ağzının kenarından dökülen ekmek kırıntıları umurunda bile değildi. Masadaki kıkırdamaları umursamadan doğal davranması herkes gülümsetmişti. Niyazi şakayla karışık, "Tamam be oğlum, hepsi senin. Sen tek ye de biz açlığa dayanırız." diyerek onu payladı.


"Bana hamburger diyene bak, kendi kebapların içinde boğulacak!" diyen Demet'e Oktay muzırca kaşlarını çattı. Onlar böyle didişirken Niyazi'nin aklı hâlâ Nazar ve onun sırlarla dolu hikayesindeydi.


"Kızın durumunda bir gelişme var mı?" Niyazi, Mert Komiser'in meraklı bakışlarını kontrollü mimiklerle karşıladı. "Durumu iyiye gidiyor. Yoğun bakımdan çıktı. Doktor birkaç güne toparlar dedi"


"Suikastçiden bir haber var mı?"


"Henüz yok, araştırıyoruz."


Mert sigarasını çıkarıp ucunu ateşledi ve ağzının arasında geveleyerek, "Töre davasıdır kesin. Çok gördük böylesini. Artık elimizin altındaki insanları bile öldürmeye çalışacak kadar hadlerini şaşırdılar." dedi. "Bana da öyle geliyor. Töre davası..." diyen Niyazi gizli tuttuğu bu dosyayı mesai arkadaşına açmamakla en doğrusunu yaptığını düşünüyordu.


Mert ve ekibi farklı işlerle ilgilenseler de emniyette kıskançlık dedikoduları ortalığı karıştırmıştı. Niyazi'nin başarılarının onlarda rahatsızlık uyandırdığı bilinen bir gerçekti. Hâl böyle olunca bu köstebek olaylarında parmağının olması hiç de imkânsız değildi.


Bir kızı bile koruyamadıkları fikri Niyazi ve ekibini eleştiri oklarının hedefi hâline getirmişti. Elbette bu durum diğerleri gibi Mert ve ekibini de memnun etmişti. Araştırmalar netice verene kadar kıza dair bulguları saklamak en iyisiydi. Ona Nazlı diye hitap ediyor, asla Nazar denmesini istemiyordu. Nazar'ın peşinde birilerinin olduğunu günlükte okumuştu ve bu Mervan tarafından uydurulmuş bir yalan bile olsa ne aileyi ne de Nazar'ı tehlikeye atamazdı. Bir araya gelmeleri bir süre için ne yazık ki mümkün olamayacaktı.


***


Kilidi açıp yorgun argın evine yöneldi. Güneş henüz gökyüzündeki tahtını terk etmemiş, karanlığa meydan okuyan kızıllığının arasından uykusuz gözlerine ukala naralar atıyordu. Derin bir iç çekip kapıyı ardından kilitledi. Üzerine sinen mangal kokusu yüzünü tiksintiyle buluşturmasına sebep olmuştu.


"Ulan Oktay, ulan Oktay! Şu piknik hep senin başının altından çıktı."


Söylenmeler eşliğinde tişörtünü çıkartıp sporsuz yaşamın getirdiği yıkıcı etki ile çözülen sarkık karın ve kol kaslarına baktı. "Ne adamdık be!" diyerek kendisini boy aynasında inceliyor evine gelmiş olmanın verdiği hüzünle etrafı dokunaklı dokunaklı gözlemliyordu.


Çok düşünmüştü bu evden taşınmayı. Yapamıyordu. Her yerde Leyla'nın hatırası varken buralarda yalnızlığıyla barışamıyordu. Her gitmek istediğinde, "Ya dönerse! Dönerse ve beni bulamazsa!" diye kıvranıp düşüncesinden vazgeçmişti.


Komidinin çekmecesindeki alyansına nefretle baktı. Leyla'nın günahlarını da sanki o metal parçaya yüklemiş; sevdiği kadından çıkaramadı hırsına ondan kalan bu küçük hatıraya yansıtmıştı.


Zilin çalması ile nemlenen gözlerini silip kapıya yöneldi. Kapıcısı Muhsin'in uzattığı paketi alıp masanın üzerine bıraktı. Yorgunluğu tüm merakını süpürmüş ve umursamazlığı hat safhaya ulaşmıştı. Uyanık kalabilmek için bir kahve yapıp masanın karşısına geçti. Bugün günlüğü bitirip ipuçlarını değerlendirmeyi düşünüyordu.


Elinde kahveyle kutuya yöneldi. Üzerinde Niyazi Tamerli yazıyordu. Paketi açınca içinde bir başka kutuyla karşılaştı. Bir başkasıyla daha, bir başkasıyla daha ve en sonunda küçük kare bir kutuya erişmişti. İçinde bulduğu not kaşlarını çatmasına sebep oldu.


"Bu da ne?" Yazı italik bir şekilde yazılmıştı. "Gerçeklerle yüzleşme hazır mısın komiser?" Bakışları notta bir süre oyalandı ve ardından içindeki belleğe takıldı. Boş olan bilgisayarına geçip belleği taktı. Bu bilgisayarda hiçbir veriyi tutmuyor siber saldırılara karşı koruyordu. Belleğin çalışmasıyla ekranda beliren kişi kısa süreli bir kriz geçirmesine sebep oldu. Kayıtlar beş yıl öncesine ait. Tarih abisi ölmeden bir hafta kadar öncesini gösteriyordu.


Abisinin mekandaki kameralardan haberinin olmadığı belliydi. Tedirgin ve öfkeli hali fark edilmeyecek gibi değildi. Yanına yaklaşan kadını gördüğünde öfkeyle yumruklarını masaya geçirdi.


"Bu da ne demek oluyor?" Leyla ifadesizce abisi Tuğkan'a yaklaştı. Bir süre tartıştılar. Ses yoktu fakat gerilen yüz hatlarından aralarında bir sorun olduğu belliydi. Tuğkan onu duvara yapıştırıp hırsla boğazını sıktı. Bazı tehditlerde bulunduğunu anlayabiliyordu; fakat sırtı dönük olduğu için dudaklarını okuyamıyordu. Ve kayıt son kare ile bitti. Yüzü alnından akan terlerin hışmına uğramıştı.


"Allah kahretsin neler oluyor? Leyla'nın gitmesine abim mi sebep oldu? Hayatımı o mu mahvetti?" Elindeki buharı üzerinde tüten kahve kupasını hırsla aynaya fırlattı. Artık ayna da kalbi gibi bin bir parçaya bölünmüştü.


İnstagram: seyma_yldz_koc


Loading...
0%