@syildiz_koc
|
Merhaba değerli dostlarım. Hüzünlü bir bölümün ardından yine sizlerleyim. Bu bölüm daha iç açıcı oldu. Umarım seversiniz. Bölümlere uygun resim ve gif'ler bulmaya çalışıyorum. Umarım bu durumdan hoşnutsunuzdur. Yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. 🤗🥀🥀 Medya: Cevdet Bağca (Benim Değilsin) Nazar ve Mervan'a çok yakıştırdım bu şarkıyı. Dinlemenizi tavsiye ederim. ☺️❤️🥀 İki ayrı denize giden iki ırmak gibi İki ayrı mevsimin yağmuruyuz biz Anla beni anla beni.... Ben asi Fırat Yalnız Ararat Sen Akdenizsin Ben karlı dağlar Aşılmaz yollar Benim değilsin... GÜNAHIN SIRRI "Bilinmedik bir hüzün var içimde, bir gariplik. Anladım ki... Ya ben fazlayım bu şehirde ya birileri eksik." CAN YÜCEL
Günlerce keşkelerle uyumuş keşkelerle uyanmıştım. Özel güçlerim olsun isterdim. Zamanı geriye alıp yaşananları engellemek ve olanları hiç yaşanmamış kılmak için bundan daha iyi bir çözüm bulamıyordum. Acılarımla yüzleşmek zorundaydım. Bazı şeylerle baş edebilmek için önce acının kendisiyle yüzleşmek gerekiyordu. Bunu dün gece yapmıştım. Mervan'ın yardımı olmadan duşumu almış ve gözlerim için akıttığım ilaçları da yine kendim damlatmıştım. Çok ağladığım için kısa bir süre daha bunları kullanmak zorundaydım. O gece aynanın karşısına geçip uzun uzun kendime baktım. Yüzümün her bir zerresini milim milim incelediğim halde Mervan'ın bana bu kadar meftun yapan gizemi bulamamıştım. Aynadaki yansımamın öfkeli bakışları utanmama sebep olmuştu. Kızgındı bana içimden kopanlar. "Kimsin sen?" diyordu benliğim. "Ne yaptın kendine? Bu aciz, muhtaç bir kadın olmayı nasıl yedirebiliyorsun gururuna?" Haklıydı... Bu zavallı kadın ben olamazdım. Nazar güçlüydü. Sarsılmaz bir iradesi, serkeş bir gururu vardı. Mervan'a tutunan, onu her an yanında isteyen bu zavallı, o olamayacak kadar yaralıydı. Ben ellerimle lavabonun taşını kavrayıp iç çekerken, "Kalk!" diye haykırdı. "Yeniden eski Nazar ol! Aras'ın sana ihtiyacı var. Oğlunu kurtlar sofrasında annesiz bırakamazsın." Ondan kurtulduğumda sabaha kadar düşünüp yeni kararlar almıştım. Sabah bambaşka bir Nazar olarak uyanacaktım. Oğlum için iyileşecektim. Bu hem kendime hem bebeğimle yaşayacağımız o mutlu, güzel günlere borçluydum. Her ayazın bir sonu, her karanlığın bittiği yerde yeni bir aydınlık hayat bulurdu. Ben kendi aydınlığımı yavrumun sevgi dolu, zarif parmaklarına tutarak kendi yaratacaktım. Ve iyileşecektik. Güneş, ışıklarını tenimize sunarken tüm bunları yaşamamışım gibi kan revan içindeki, ölü ruhumu diriltip güzel bir kahvaltı hazırladım. Saçlarım eskisi kadar uzun değildi. Artık sadece omuzlarıma yetişecek kadar kısalmıştı. Mervan, makas alıp saçlarımı bizzat kendi elleriyle düzeltmişti. Bu saç kesme becerisini nereden kazandığını ister istemez merak etmiştim. Bu evde Bey gibi yaşayan biri nereden bilecekti kuaförlüğü? Ne tuhaf bir adamdı. Onu tanıdıkça daha da şaşkınlıklara sürükleniyordum. Benim enerjimi geri kazandığımı görünce yüzünde fark edilir bir mutluluk peydah olmuştu. Birlikte bir şeyler atıştırıp dışarı çıktık. Bugün hava oldukça soğuktu. Kar yağmaya başlamış, ayaz her zerremizde varlığını hissettirir olmuştu. Düşen karlar birkaç dakika içinde eriyip kaybolsa da hava kışın sert geçeceğinin en bariz habercisiydi. Ekili alana geldiğimizde bir süre duraksadı. Üzerindeki siyah tişörtü ve spor ayakkabıları dışında her şey güz rengini andırıyordu. Eline aldığı zeytin çekirdeğini bana gösterdi. O tohumları ne yapacağını çok merak ediyordum. Benim meraklı bakışlarım arasında çekirdekleri eşelediği toprağa yerleştirip üzerini örtü. Etrafına taşlar dizip ekili yeri belirginleştirdi. Ellerinin çamurlu halini görünce istem dışı tebessüm etmekten kurtulamadım. "Şimdi gülüyorsun ama bunlar hep böyle çekirdek olarak kalmayacak. Er ya da geç büyük bir ağaç olacak. Çocuklarımıza kısmet olur mu bilmem ama torunlarımızı bu ağaçta sallamak istiyorum." Bakışlarımı indirdim. İkimiz için uzun bir hayat dilediğini biliyordum. Ne yazık ki ben bu kadar iyimser olamıyordum. Çok düşmanı vardı ve bizler mutlu bir hayatı hak edemeyecek kadar günahkârdık. Mervan onca suçu işliyorken ben göz yummaktan başka bir yapamıyordum. Hangi masalda kötüler mutlu sona kavuşurdu ki? Asya'nın kaybından sonra Kadir Bey'le araları yumuşasa da tamamen düzelmemişti. Neyse ki düzelmesini isteyecek kadar aklımı kaybetmemiştim. Ellerini yıkayıp yanıma geldi. Beni kazlarla ve ördeklerle dolu bir bölüme götürdü. O sesleri duymak, hayvanlarla iç içe olmak bana iyi gelmişti. O güzel gagalarıyla su içişlerini izliyor, beni mutlu etmelerine müsaade ediyordum. Yem yiyişleri, birbirlerini didiklemeleri kıkırdamalarıma sebep olmuştu. Kendimi biraz olsun rahatlamış hissediyordum. Mervan da bendeki bu değişimi fark etmişti. Haftalar sonra onun da ilk defa güldüğüne şahit olmuştum. Yanaklarında oluşan o neşeli iki çukur bir şeylerin düzelmeye başladığının habercisi gibiydi. Elimi tutup beni atların olduğu yere götürdü. Uzaktan hepsini büyük bir dikkatle inceledim. Yeleleri, renkleri öyle güzeldi ki ruhumun onlara bakarken soluklandığını hissedebiliyordum. Mervan elimi tutup beni beyaz bir ata yönlendirdi. Bileğimi bırakmaksızın avcumu atın yüzünde, yelelerinde gezdirdi. Gözlerimi kapatıp kuşların cıvıltısını ve rüzgârın uğultulu sesini dinledim. Yıllar sonra bir dosta kavuşur gibi huzurla dolmuştum. Ellerim usulca o güzel dokuyu tararken aynı huzurun o güzel varlıkta da peyda olduğunu hissettim. Yabancı olduğum halde at benden ürkmemişti. Gözlerine baktığımda içimdeki yaralı duyguları okuduğunu hissettim. Hemen yamacında iki tay bulunuyordu. Yüzlerini annelerinin dizlerine yaslanmış ara ara bana ürkek bakışlar atıyorlardı. Mervan, tehlikeli kara sulara girdiğimizi anımsar gibi yavaşça belimden kavradı ve beni o yavrulardan uzaklaştırdı. Başımı kaldırır kaldırmaz orta yaşlı, kasketli bir adamın bize doğru gelmekte olduğunu fark ettim. Rüzgâra direnen kareli yeşil gömleğini dalgalandırarak bize her geçen dakika biraz daha yaklaşıyordu. Yanındaki siyah at dikkatimi çekmişti. Bu atı daha önce de rüyamda gördüğümü anımsadım. Peçeli, siyah bir adamla kör dövüşünü andıran kaçış mücadelemin her bir zerresi tek tek zihnime düştü. Tüm bu olumsuzlukları olabildiğince düşünmemeye çalıştım. Yeniden başladığım yere dönmek gibi bir niyetim yoktu. İyileşecektim. Oğlum için, hayatım için, ideallerim için, adaleti sağlayabilmek için iyileşecektim. "Buyurun Beyim!" Mervan, kendisine uzatılan yuları aldı. Bana ata nasıl bineceğimi gösterdi. Dikkatle üzengiye tırmanıp eyere yerleştim. Elimde dizginleri var gücümle sıkıyor ama yüzümdeki ürkek ifadeyi Mervan'a asla hissettirmiyordum. Ben bindikten sonra hemen arkama binip beni sımsıkı kavradı. Yavaş yavaş çiftliğin içinde gezinmeye başladık. Atla dolaşmak çok daha keyifliydi. Onun üzerindeyken dünyanın durduğunu hissedebiliyordum. Tuhaf bir şekilde hem düşmekten çok korkuyor hem de atla aramızdaki duygu akışından hiç hissetmediğim kadar büyük bir zevk alıyordum. Mervan, çiftliğin çayır alanına geçince hızını bir tık daha arttırmıştı. Omzumun üzerinden yüzüne baktım. "Tüm numaran bu mu? Bu hızla Ayşe de at biner." Tüm bebeksi dişlerini göstererek güldü. "Daha yeni toparlandın. Seni zorlamak istemiyorum. Yıldırım çok güçlü bir attır. Deli gibi eseceği tutarsa gözünün yaşına bakmaz. Ben de bakmam!" Kaşımı kaldırıp imalı imalı gözlerine baktım. "Beni hafife alıyorsun. Dikkat et!" diyerek yalancıktan ürkütücü bakışlar attım. Şakaklarıma dolu dolu bir öpücük kondurdu. Hafif kızgın bir şekilde dudaklarımı birbirine bastırdığımda hallerimdeki yalancı öfkeyi umursamadığı gün gibi ortadaydı. Dizginlere asılıp ayaklarımla atı dürttüm. "Deh!" At talimatını alır almaz uçar gibi savruldu ve karanlık bulutlar gürültülü bir kişnemeye şahit oldu. Ufaktan ürpermiştim ama bunu ona belli edemeyecek kadar da gururluydum. Omuzlarıma düşen sarı saçlarım çoktan rüzgâra teslim olmuş, kirpiklerim ise soğuk havanın da etkisiyle sulanan gözlerime perde perde düşmüştü. Havalanmış eteğimin baldırlarıma kadar sıyrılmasını umursamadan yüzümü ona döndüm. Sakalları hafifçe yanaklarımı okşadı. At tehlikeli bir şekilde sarsıldı ve ben ne yazık ki kendimi Mervan'ın bileklerini sıkmaktan kurtaramadım. Ben bakışlarımı kaçırırken Mervan'ın küçük kahkahaları kulağıma ilişti. "İyi misin prenses?" İyiydim. Bu da soru muydu şimdi? "Evet." diye bağırdım. "Öyle olsun Aşkparem. Şimdi seyret ve gör! Bu işin kralı benim ve tahtımı sana kaptırmaya da hiç niyetim yok." Bana daha çok sokulup gövdemi sımsıkı kavradı. Dizginleri tutan ellerimi avuçlarına alıp sert bir şekilde asıldı. Ayaklarının darbesiyle mesajı alan Yıldırım delicesine şaha kalktı ve dolu dizgin koşmaya başladı. Bu şahlanış yüreğimi ağzıma getirse de duygularımı profesyonelce saklamakta zorlanmadım. "İyi misin prenses? Düelloya devam etmek konusunda ısrarcı olamazsın değil mi?" Omuzumun üzerinden yüzüne kararlı ve küçümser bir edayla baktım. Badem gözleri yüreğimde şimşekler çaktırmıştı. Kirpiklerinin gölgelediği o siyah hareleri ve küstah mimikleri istem dışı soluk alışverişimi durdurdu. "Kaşınıyorsun Hanzade. Beni daha tanımadın!" diyerek küstahça sırıttım. Ata hızını arttıracak o hamleyi yaptığımda hafifçe irkildi ve belimi çok daha fazla sıktı. Saçlarım yüzünü sarmış ve görüş açısını kapatmıştı. Bu şekilde ne kadar gideceğimizi ben de bilmiyordum. Ama vazgeçerek kendimi küçük düşürmeyi asla kabul edemezdim. İnadıma atı çekiştirip yeniden şaha kaldırdı. Öyle yükselmişti ki istem dışı korkup göğsüne sığındım. Yıldırım, dörtnala koşmaya devam ediyordu. Yaşadığım en heyecan verici anları gizlemek bu kadar güç olmak zorunda mıydı? Aramızda tuhaf bir çekim vardı. Hem ondan nefret ediyor hem de bir o kadar yakınında olmak istiyordum. Hem onu yaralamak için çıldırıyordum hem de kendi açtığım yaraları kendi ellerimle sarıp sarmalayarak bir sersem gibi iyileştirmeye çalışıyordum. Ne tuhaf, anlaşılmaz bir ilişkimiz vardı. Epey bir süre at üstünde yol aldıktan sonra atın yavaşladığını fark ettim. Küçük bir tepenin üstüne geldik. Başımızın üzerindeki ağaç hoyrat dalgalarla sallanıyor kararmaya yüz tutmuş gökyüzünün kızıldığına karışıyordu. Attan önce kendisi indi. Ardından da destek olup beni indirdi. Elimden tutup ağacın gölgesinde oturmamı sağladı. Benim iyi olmam onu da mutlu etmiş olmalıydı. Bu tebessümün ve enerjinin başka bir sebebi olamazdı. "Ben bazı kararlar aldım sevgilim." diye başladı beni şaşkınlığa düşüren sözlerine ve ekledi. "Artık hayatımızın çok daha iyi olmasını istiyorum." Sessizce sözlerinin nereye varacağını bekliyordum. Acaba daha nasıl bela olabilirdi hayatıma ben de bilmiyordum. Aldığı kararları hayata geçirirken bana fikrimi soracak mıydı acaba? Seninle çok mutlu, sen de onunla mutlu olabilirsin. Saçma düşüncemin beynini hatıralarımın attığı kurşunlarla darmadağın ettim. O kadar uzun boylu değil. Gözlerimin derinliklerine bakıp içli içli gülümsedi. Öyle umut dolu bir tebessümdü ki hayatın acılarıyla yoğrulmuş Nazar Ateş bile bir an için iyi bir şeyler olacağını düşünüp hayallere dalmıştı. "Senin mutluluğun benim için her şeyden önemli. Bu yüzden düşüncelerimi ertelememeye karar verdim." Elimi tutup mühürlü gözlerini gözlerime sabitledi. "Artık bataklığı andıran bu hayatı bırakacağım Nazar. Bir suçlu gibi yaşamak istemiyorum. Seninle yepyeni bir dünya kurmak istiyorum." Elimi dudaklarına götürüp, "Seni seviyorum." diye fısıldadı. Duyduklarım karşısında allak bullak olmuştum. Gerçekten bunu yapacak mıydı? Gözlerim dudaklarını kollayıp sözünün devamını bekledi bir süre. Ve neyse ki dermansız ama kararlı bakışlarım onu kısa sürede harekete geçirmişti. "Nazar... Gidelim buralardan. Amerika'ya gidelim. Orada yepyeni bir hayat kuralım. Korkusuzca, özgürce yaşayalım. Çok düşmanım var. Size zarar vermelerinden korkuyorum. Bir kayba daha dayanamam." Mimikleri titredi ve büyük bir ayıp işlemiş gibi bakışlarını kaçırdı. Bocalayışı dikkatimden kaçmamıştı. O gözleri ile anbean ortaya çıkan dolunayı tararken ben hevesle ağzındaki baklayı çıkarmasını bekliyordum. "Baran'ın geçirdiği motosiklet kazası basit bir dikkatsizlik değildi. Aracımızı kurşun yağmuruna tutanlar gözdağı vermek için kardeşimi öldürmeye çalıştı." Duyduklarım karşısında şoka girmiştim. Neler söylüyordu bu adam? "Bu korkunç!" Gözlerini kaçırdı. "Eğer burada kalırsak hayatımız hep tehlikede olacak." Belindeki silahı çıkarıp avuçlarına aldı. O aleti görmek bile gözlerimin iri iri açılmasına sebep olmuştu. "Bu Allah'ın belasını bırakabilmem için bu ülkeden defolup gitmemiz gerek. Oğlumuza mutlu bir hayat verebilmek için gitmeliyiz. Peşimde o karanlık adamlar varken buna mecburuz. Ben seni yavrumuzun cenazesine bile götüremedim. Onun mezarını bir ordu dolusu adamla ancak ziyaret edebildik. Böyle olmak zorunda değil. Amerika'ya gideriz. Yeniden doktorluğa başlarım. Öğretmen olmak istiyordun. Okuyup istediğin mesleğe ulaşman için her şeyi yaparım. Sosyal bir hayatımız olur. Komşularımız, dostlarımız olur. Hep istediğimiz gibi... Hep düşlediğimiz gibi..." Elleriyle yüzümü kavrayıp alnını alnımla buluşturdu. "Bana bir şans ver. Seni çok mutlu edebilirim. Gerekirse yardım alırız. Evliliğimizi en iyi hâle getirebilmek için ne gerekiyorsa yaparız." Belimden kavrayıp beni kendine çekti. Başım göğsünü bulduğunda kalp atışlarını hücrelerimin her zerresinde hissettim. "Kaliforniya'da kıyıda bir ev alırız. Zamanla her şeyin yoluna girebileceğini biliyorum. Sadece 'evet' demen yeterli. Kötü olan her şeyi unutmak istiyorum." Başımı kaldırıp gövdesini kendimden uzaklaştırdım. "Peki Gülnaz ne olacak? Dicle... Melek... Onları nasıl bırakırsın? Dicle seni çok seviyor. Onu babasız bırakmaya hakkın yok. Sana ihtiyacı var!" Bakışlarımı kaçırıp hüzünlü bir şekilde, "Ben başkalarının gözyaşları üzerine bir yuva kuramam." diye fısıldadım. Elleri ürkütmek istemediğini hissettirir tarzda omuzlarıma dokundu. "Sen yokken de bu evlilik bir yuva olamamıştı. Birbirimize uygun değiliz. Biz babaları tarafından harcanan iki zavallıyız. Yuva haline getiremediğimiz bu enkazın altında kalansa çocuklarımız oldu. Dicle annesinde kalacak. Mirzanoğlu onları koruyup gözetecektir. Eğer Gülnaz ben de kalmasını isterse bunu seve seve kabul ederim." Duraksadı; suçların farkındaydı. Bu suçlardan en büyük zararı çocuklarının göreceğini de çok iyi biliyordu; fakat haylaz bir oğlan çocuğu gibi heveslerinin peşinden koşmaktan kurtulamıyordu. Bakışlarını benden kaçırırken, "Onların da benim gibi annesiz büyümesini istemiyorum. Bu kırıklık ne kadar zaman geçerse geçsin iyileşmiyor." dedi. Ayağa kalkıp sırtımı ağaca yasladım. "Tüm bunlar içime sinmiyor. Dicle'ye ve Melek'e ihanet ettiğimi düşünüyorum. Onları babalarından koparan kadın olmak istemiyorum. Ailene dön, benim seninle bir geleceğim yok. Hiçbir şey olmamış gibi kaçak olarak hayatıma devam edemem. Kendi ülkemde, ailemle yaşamak istiyorum. Annemin ve Ayşe'nin bana ihtiyacı var. Onları babamın zulmünden kurtarıp yeni bir sayfa açmak istiyorum." Gözleri nemlenmişti. Biliyordum, ben onun bin bir umutla yaptığı kumdan kalesini bir tekme ile darmadağın etmiştim. Anlamak zorundaydı, biz birlikte mutlu olamayacak kadar farklı insanlardık. Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayali yüreğinde ağırlıyordu. Ben onun yüreğindeki asi misafir, o ise hayatımdaki yıkıcı bir işgalciydi. Tüm bunları kabul etmeliydik artık! Başka çaremiz yoktu. "Hayatında neden bana yer vermek istemiyorsun? Neden bu kadarcık mutluluğu bile bana çok görüyorsun? Elini uzatırsan bu karanlık dünyadan kurtulabilirim. Yeni bir sayfa açabilirim. Sadece güven..." Kollarımı göğsümde birleştirip başımı reddeder gibi salladım. "Unut beni! Suçlarını itiraf ve her şey bittiğinde sana âşık olabilecek bir kadınla yeni bir hayat kur. Benden sana yâr olmaz. Biz düşman limanların iki sahipsiz kayığıyız, asla aynı denize yelken açıp birlikte olamayız." "Hâlâ Mehmet denilen o adamı düşünüyorsun. Kabullenemiyorsun öldüğünü." Sustum. Mehmet konusunun yeniden gündeme gelmesi epey canımı sıkmıştı. "Bunları konuşmayalım. Sana olan öfkem hâlâ dinmiş değil. Ben..." "Hayır Nazar! Sen de beni seviyorsun. Mehmet senin bu duygulardan kaçmak için kurduğun basit bir kapan. Onu seviyordun; çünkü babana hiç ama hiç benzemiyordu. Şiddetin zerresini bile görmediğin o adama deli gibi sığındın. Beni sevmek istemiyorsun; çünkü bende babanı görüyorsun. İçindeki o küçük kız hem bana deli gibi bağlı hem de bir o kadar nefret dolu. Yaptıklarım yüzünden bana değiştirmek istemeyeceğin bir not verdin ve ne yaparsam yapayım hayatına kabul etmemek için bunu bir bahane olarak kullanacaksın. Gerçeğimizle yüzleş artık! Ben gerçek Nazar'ın peşini asla bırakmayacağım. Gerekirse kanımın son damlasına kadar savaşacağım. Mehmet'in hayatında var olamayacağını anlayacaksın!" Alaycı bir tebessümü gözlerimden akan yaşla birlikte bıraktım. "Her şey bu yüzdendi değil mi? Onu unutmamı istiyordun. Bu yüzden aylarca Rize'ye gitmedik. Ölüm haberini aldın ve kafanda yeni bir fikir kurguladın. Mehmet'i bende öldürmek... Ona dair hiçbir umudumun kalmamasını istiyordun. Beni bu yüzden Karadeniz'e götürdün. Tüm o gözyaşlarının Mehmet için döküldüğünü biliyordun ve bildiğin halde bilmezden geldin. Ben Mehmet'in öldüğünü düşünecektim ve acılarımla yüzleşecektim. Sen de beni bu acılardan kurtaran kahraman, fedakâr koca olacaktın. Beni şefkatinle iyileştirecektin ve böylece aramızda tutkulu bir aşk hikâyesi başlayacaktı." Hüzünlü tebessümü öğrendiğim gerçeklerle daha da yüreğimi acıtır olmuştu. "Haksız mıyım Nazar? Söyle bana! Sen benim karımsın. Çocuklarımın annesisin... Geçmişteki o takıntından kurtulmanı istemem yanlış mı? Acı çekmene dayanamıyordum. Beni sevmeni istedim. Evet, haklısın... Bir yuvamız olsun istedim. Çocuklarımızın mutlu bir yuvada büyümesinden daha çok istediğim hiçbir şey yok, olamaz. Ne yaptıysam bizim için yaptım. Aşkımız için!" Yorgun bir şekilde gülümsedim. "Aşkımız(!) O lösemili çocuklara da göz boyamak için mi yaklaştın?" "Hayır, asla! Bunu ara ara yapıyordum zaten! O masum çocukları karanlığıma alet etmem. Artık bu karanlıkta da duramam. Seninle yeni bir hayat kurmak istiyorum." Gözlerimi yumdum. "Onca suçu ardımda bırakıp kaçamam ben. Senden sonra da birileri masumlara zarar verecek. Bunu görmezden gelemiyorum. O çipi bulduğum ilk fırsatta polise vereceğim. Bundan kaçış yok." Cesaretimden etkilendiğini yüz hatlarından anlıyordum. Yüreğimdeki cesaret kalesi sarsılsa da hâlâ yerinde dimdik ayaktaydı. "Sadece bir kısmını ifşa edersin. Ve kalanı sana dair ne varsa bu dünyadan silip atar. Ne ailen ne oğlun ne de hayatın kalır geriye. O saatten sonra üç seçenek kalır sana: Akıl hastanesi, mezar, hapishane... Kendilerini aklayıp seni bitirmek için her şeyi yaparlar. Burada olmazsam seni koruyamam. Eğer sana bir şey olursa ben de yaşayamam. Oğlumuza zarar vermelerine dayanabilir misin?" Bunun ihtimali bile beni delirtmeye yetmişti. Asya'dan sonra Aras'ı da kaybetmeyi kaldıramazdım. Eğer söyledikleri doğruysa haklıydı. Oğlumu düşünmek zorundaydım. Ne onu ne de ailemi tehlikeye atamazdım. Onu reddettiğimde bu işleri bırakamayacaktı. Daha fazla mahvolmasına sebep olacaktı olanlar. Daha fazla kan akacak ve ben seyirci kalmaktan başka bir şey yapamayacaktım. Onca şeyi yaşamamışız gibi bana büyük bir tutkuyla sarıldı. "Söz veriyorum. Her şey yoluna girecek. Yerleştiğimizde istersen anneni ve kardeşini de alırız. Büyük bir aile oluruz." Sağ eliyle yanağımı okşayıp gözlerimin derinliklerine baktı. O harelerdeki umut kırıntıları yüreğime dokundu. "Belki bir bebeğimiz daha olur. Bir kız..." diye gülümsediğinde bir şeylerin iyi olacağına inanmak istedim. Buna dair umudum yoktu. Hislerimin beni yanıltmasını isterdim. Bir şeyler iyi olabilseydi keşke. Onu bu saçma hayatından kurtarabilmek için kabul etmeliydim. Babası tekrar ağına düşürmeden Mervan'ı kazanmalıydım. Belki de yaraları iyileştiğinde kendiliğinden itirafçı olmayı kabul ederdi. Hiçbir şey olmasa bile çipi emin ellere ulaştırabilmek için kendime bir fırsat yaratmış olurdum. Benden cevap bekleyen yüzüne ilgiyle dokundum. Parmaklarım kısa bırakılmış siyah sakallarına iliştiğinde huzurla gözlerini yumdu. "Tamam. Sana inanıyorum. Bir şans daha veriyorum." Eşine az rastlanır bir mutluluk önce yüreğini sonra ise öfkenin kıskacında çırpınan karanlık bakışlarını buldu. Hafifçe eğilip burnumun ucuna küçük bir öpücük kondurdu. "Aşkparem... Seni asla pişman etmeyeceğim." *** |
0% |