Yeni Üyelik
67.
Bölüm

67. Bölüm:ömre Bedel

@syildiz_koc

Git, beni düşünme, git

Kalbimi de götür

Zaten sende kalsın

Çok yormuşsun, çok üzmüşsün

Git, güvenimi götür

İnancımı öldür

Son umuda bir tokat da senden olsun, vur


Duy, sessiz çığlığım bu


Nadir bulunur su

Düşün ne derin mevsimlere

Renk katmışız biz

Artık biz yok mu, dur

Ölümü gör otur

Öyküme ömrünü kat

İhtiyaç budur


Medya: Olmaz (Kenan Doğulu)


Zilin çalmasıyla hazırladığın kahvaltıyı bir kenara bırakıp kapıya koştum. Biraz olsun iyileşmiş hissediyordum. Ayaklanıp bir şeyler hazırlamak hareket etmek istiyordum. Artık kabuğuna çekilme zamanı değildi. Aras'ın bana ihtiyacı vardı. Öyle çok acılarımla uğraşmıştım ki oğlumun en basit ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma gelmiştim. Bu durumun içten içe beni ne kadar rahatsız ettiğini söylemeye kelimeler bile kifayetsiz kalırdı.


Kapıyı açtığımda karşılaştığım yüzler içimde rengarenk çiçekler açtırmıştı. "Gelin Hanım..." Dilan ve Makbule Hanım yanımdaydı artık. Kucaklaşıp alelacele mutfağa geçtik. Oldukça iyi görünüyorlardı. Yeniden bir araya gelmek hepimizi mutlu etmişti. Kısa bir sohbetin ardından kahvaltı hazırlıklarını tamamladık. Bugün abimler de gelecekti. Asya'nın vefatından günler sonra haberleri olmuştu ve gecikmeli de olsa bana destek olmak için soluğu yanımda almışlardı.


Dilan çöreklere yetişmiş ve yanmaktan son anda kurtarmıştı. Makbule Hanım menemen ve kızartmayla ilgilenirken ben gül tatlısını yapmaya çoktan koyulmuştum. Bu tatlıyı yaparken içime mutluluk ve huzur doluyordu. Uğraştıkça kendimi çok daha iyi hissediyordum.


Aras'ı katı gıdaya başlattığımda yedirmek istediğim ilk şeylerden biri gül tatlısıydı. Gülpare... Çaycıdaki çay da tamam olunca tüm hazırlıklarımız bitmişti. Giydiğim pudra rengi elbiseyi düzeltip saçlarıma iliştirdiğim minik tomurcuk güllerle kendimi aynada düzelttim ve kapıya baktım. Kalbim küt küt atıyordu. Gelen abimlerden başkası değildi. Yaşadığım şaşkınlıkla ayakta kaskatı kalmıştım....


"Anne..." Annem mutlulukla boynuma sarıldı. "Nazarım..." Bu güzel sürprizle ne yapacağımı şaşırmıştım. Onları görmek, birlikte zaman geçirmek harika bir duyguydu. Karşılarında zayıf görünmek istemiyordum; bu yüzden geçmiş günlerin aksine oldukça iyi bir ruh haline bürünmeye çalıştım. Elbette annem beni çok iyi tanıyordu ve ne yaparsam yapayım duygularımı ondan gizleyemezdim.


Gözlerinin derinliklerindeki hüznü görünce yüreğime düğümlenen hıçkırıkları olabildiğince yutmaya çalıştım. Birlikte kahvaltı ettik. İki gün boyunca yaralarımın biraz olsun iyileştiğini hissedebiliyordum. Onun ölümünü zor da olsa kabullenmiştim. Aklıma her geldiğinde Aras'a sarılıyor, onun için yüreğimdeki güce tutunuyordum.


Abim ve Zeynep çiftliği oldukça sevmişti. Tüm gün Ayşe'yle birlikte atları ve kazları takip etmiş, keyifli kıkırdamalar eşliğinde oldukça heyecanlı dakikalar geçirmiştik. Ayşe'yle birlikte atları sevmeye kümese girip yumurta toplamaya çalışmıştık. Ablamla yemekler yapmış, tatlılarla dolu tabakları annemlere servis etmiştik. Abimle akşam çayı içtiğim o gün onun varlığına ne kadar ihtiyacım olduğunun bir kez daha farkına vardım. Gözleri, gülümseyişi bana huzur vermişti.


Onları buraya getirdiği için Mervan'a teşekkür borçluydum. Bizi uzaktan hüzünlü gözlerle izliyor, sevilmediğini bildiğinden çok fazla aramıza katılmıyordu. O da Zeynep'le doyasıya hasret giderdi. Aramızda geçen o konuşmalardan kimseye bahsetmemiştim. Olanları hatırlamanın hiçbirimize iyi gelmeyeceği açıktı. Yarayı deşmemeli, zaten derbeder bir halde olan kalbimi bir de sevdiklerimin acısıyla sıvamamalıydım.


Abimle Zeynep birbirlerini kavuşmuştu. Mutluydular. Bu mutluluğun gölgelenmesini asla istemezdim. Artık olanları geride bırakmak istiyordum. İyileşmek için buna ihtiyacım vardı.


Yeğenimle güzel vakit geçirmek, içimdeki evlat hasretini bir nebze de olsa dindirmişti. Oldukça neşeli bir çocuktu. Yeşil gözleri inanılmaz güzel bir enerji yayıyordu.


Dilan ve Makbule Hanım, sofrayı hazırladığında hepimiz masaya kurulduk. İçlerinin en az benim kadar yandığını bildiğim halde oynadıkları mutluluk oyununa göz yummayı tercih ettim. Beni neşelendirmek için hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Ben ise bir araya geldiğimiz bu sayılı günleri kendi gözyaşlarımla hüzne boğmak istemiyordum.


Babam gelmemişti. Mervan'la karşı karşıya gelmek istemediğini biliyordum. Abimi göndermek istemediğinden de adım gibi emindim. Elbette onu durdurmayı asla başaramayacaktı. Yemekten sonra kahve yapmak için mutfağa yöneldim. Annem ve abim benim yaptığım kahveyi çok sever, öve öve bitiremezdi. Onları iyi olduğum konusunda ikna etmeliydim. Aksi takdirde gittikleri zaman aklım hep onlarda kalacaktı.


Köpüklü sade kahvelerimizi alıp çardağa geçtik. Hava oldukça soğuk olduğu halde içerde olmak istemiyorduk. Sonbaharın yerine kışa bıraktığı şu günlerde temiz havanın tadını çıkarmak yapılacak en yerinde tercihti. Fincanı sırayla onlara uzattım. Mervan masanın bir ucunda sessizce kahvesini yudumluyordu. Zeynep'in kıpırdamalarından oldukça evhamlı olduğu belli oluyordu. Abim onunla bir süre bakıştıktan sonra masaya bir bomba gibi düşen sözlerine başladı.


"Aslında buraya sadece taziye için gelmedik."


Mervan, hoşuna gitmeyecek bir şey duyacağını sezmiş gibi kıpırdanarak bileğini masanın üzerine koydu.


"Nazar'ın bizimle Rize'ye gelmesini istiyoruz. Son olanlar onu çok yıprattı. Biraz dinlenip hava almak, ailesiyle vakit geçirmek ona da iyi gelecektir."


Mervan, abimin sözlerine duyarsızmış gibi boğaz ayıklayıp bakışlarını masanın üzerindeki kahve fincanında gezdirdi. Ve ardından oldukça doğal bir tavırla gözlerini bana dikti.


"Nazar gitmek istiyorsa, benim için sorun olmaz."


Bu sözle birlikte tüm bakışlar bana çevrilmişti. Gözlerimi tedirginlikle kaçırdım. Mervan'ın onca olan bitenden sonra bu sözleri asla söylemeyeceğini biliyordum. Bakışlarımı samimiyetini ölçmek için üzerinde gezdirdim. O gözler yıkıcıydı, mimiklerse tehdit ve gam yüklüydü.


Hüzünlü bakışlarım arasında cebinden çıkardığı beş kurşunu masanın üzerine koydu. Babasının avucuna koyduğu beş kanlı kurşun... Ben, annem, abim, Zeynep ve Ayşe... Zalim, karanlık yüzlerin bizden alacağı intikamın beş nişanı... Tedirginliğimi hissettirmemek için toparlanıp zoraki tebessüm etmeye çalıştım.


"Çok isterdim abi. Şu an bunun için uygun bir zaman olduğunu düşünmüyorum. Yaşananlar sadece benim acım değildi. Olanlardan Mervan ve ailesi de çok etkilendi. Burada kalmam çok daha iyi. Birbirimize destek olmalı; acılarımızın üstesinden birlikte gelmeliyiz."


Söylediklerim öyle inandırıcılıktan uzaktı ki o sesin bana ait olduğunu bilmesem ben bile şaşar kalırdım. Oysa söylediklerimin aksine deli gibi Karadeniz'e dönmek istiyordum. Yapamazdım. Ben yeterince tehlikedeyken bir de onları uçuruma itemezdim. Ailemden birinin saçının teline zarar gelse vicdanımda açılan hiçbir yarayı telafi edemezdim. O karanlık adamları bitirene kadar aileme yaklaşmamalıydım.


Annem hüzünlü bakışlarını yere indirdi. Buraya iki kez gelmişti ve her gidişinde yüreğini, ciğerparesini yanarak ardında bırakmıştı. Anne... Ben ne seni ne de evlatlarımı sevmelere doyamadım ki. Çaresizim, anla ne olur! Büyük bir ölüm düellosunun içindeyim, bu kanlı kumpasa sizi kurban veremem.


Onları yolcu ettiğimizde içimdeki boşluğun yeniden oluştuğunu dağılarak gördüm. Aileme yakın olmak istiyordum. Yüreğim ancak o zaman huzura eriyordu. Huzur... Bir zamanlar huzurun en özel kaynağı Mehmet'ti. Aradan uzun zaman geçmişti. Yoktu... Onun bıraktığı notlara sarılarak nasıl dayanırdım tüm bu olanlara? Neredeydi? Yaşıyor muydu? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğimi düşünmeye başlamıştım. Eğer yaşıyorsa beni neden yalnız ve çaresiz bırakıyordu? Ne vardı kafasında? Bir gün yeniden karşıma çıkabilecek miydi?


Kitabın arasında ve sandığın içinde bulduğum şiir notlarını düşündüm. Günler sonra iki nota daha ulaştım. Biri çiftliğe geldikten üç gün sonra paspasın altına bırakılmıştı; ikincisini ise Asya'nın ölüm haberini aldığım günden bir hafta sonra çardaktaki oyuğun içinde bulmuştum. Anlamsız tuhaf duygular içimi sarmıştı. Bizim için her şeyin geç olduğunu biliyordum. Mutlu olabilmem için onun iyi olması yeterliydi. Bir araya gelemesek de o hayatta olmalıydı.


Eskiden günlerimin çoğunu onu ve onunla kuracağım geleceği düşleyerek geçirdim. Şimdi hayaller dilsizdi. Yaşanmışlıklarım vardı. Bana gördüğüm o rüyada kokumun değiştiğini söylemişti. Kahkaha atmak geldi içimden. Keşke değişen tek şey kokum olsaydı. Başka bir adamın karısı olmuştum ben. Onun çocuklarını dünyaya getirmiş ve yine onun suçlarının dinamitlediği masumiyetimi kaybetmiştim. Artık kendime giydirdiğim rol aşık bir sevgiliden çok yaralı anne rolüydü. Eskisi gibi olabilmem için Mervan'dan ve bana sunduğu hayattan kurtulmam gerekiyordu. Başka türlü ruhum bu yenilmişliği sindiremez, dağıldıkça günahların mateminde un ufak olurdu.


Çiftlik evindeki ilk notu bulduğumda hayretle bahçede gezinirken hiç ummadığım bir anda hemen arkamda beni izleyen Mervan'la karşılaşmıştım. Esrarlı gözleri beni tararken avuçlarımdaki notu bir çırpıda parmaklarımdan kurtardı. Kirpik uçlarıma kadar terlediğimi hissedebiliyordum. Yüzünü kasıp titreyen alt dudağını güçlükle zapt etti. Bana kızacağını düşünüyordum ama yapmadı. Bunun yerine sağ eliyle yanağımı kavrayıp başımı göğsüne yasladı. Beni kaybetmekten korkuyordu ama bir başkasını düşündüğüm için bana kızamıyordu. Nasıl kızabilirdi ki? O beni severken konumunu düşünebilmiş miydi? Aşkına rağmen doğru olanı yapabilmiş miydi? Belki de Mehmet'in beni kendisinden alabileceğine inanmıyordu. Ondandı bu rahatlık. Ama yanılıyordu. O kaybetmeye mahkûm bir şövalyeydi.


Herkes masada kendi sessizce küçük dünyasına sığınmıştı; fakat benim aklım hâlâ notlardaydı. İkinci notta "Gül kokulu düşlerin kardelen yürekli bir adama değecek, sabret!" yazıyordu. Neyse ki onu Mervan'dan kurtarmayı başarmıştım.


Gece sona erdiğinde annemleri uğurlayıp arkalarından uzun uzun hasretle baktım. Odaya geçer geçmez Mervan da peşimden geldi. Aras'ın altını değiştirip usulca yatağına yatırdım. O mışıl mışıl uyurken gözlerini benden bir an bile ayırmayan Mervan'ı olabildiğince görmezden gelmeye çalışıyordum. Efkârlı bir nefesin ardından, "Teşekkür ederim!" diyerek iç çekti.


Teşekkürünün sebebini bilmek içimin ezilmesine sebep olmuştu. Öfkemi yuttum. Sesimi çıkarmayıp onu sessizce onayladım. Yanıma yaklaşıp ellerimi tuttu.


"Aşkparem... Her şeyi senin için yapıyorum. Kızma bana ne olur! Hem seni hem de aileni korumaya çalışıyorum. Her şey yoluna girecek güven bana! Sözlerimi unutmadım, unutmam. İkimiz için güzel bir dünya kurmaya çalışacağım."


İnanmadığım bu vaatlerini başımı hafifçe sallayarak onayladım. Üzerimdekileri değiştirip yatağa uzandım. Spor kahve bir takımla yanıma yetişmekte gecikmedi. Ona sırtımı döndüm. O ise kaçamak hallerimi umursamadan saçlarımı okşamaya devam etti.


Yarın babasıyla konuşacak ve saçma kaçak hayatımız için ilk adımları atacaktı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Oğlum ve ailem için endişe ediyordum. Onlara zarar gelmeyeceğinden emin olabilsem ölmek pahasına da olsa o çipi polise verirdim. Olmuyordu. Olmuyordu işte! Geride bıraktıklarım için nasıl bir vebale düşeceğimi kestiremiyordum. Bu düşüncelerle sabahı zor ettim.


Bendeki yorgunluğu ve durgunluğu Mervan da fark etmişti. Aras'ı kollarımın arasına alıp pencereden ona veda ettim. Gidişini uzaktan izliyor bocalamalar eşliğinde kendi yalnızlığıma gömülüyordum.


Aras'ı özel duş banyosunda güzelce yıkadım. Karnını doyurur doyurmaz onun da keyfi yerine gelmişti. Bebeğimi beşiğine yatırıp uyku oyuncağını çalıştırdım. Onu ve oyuncağını izlerken yavaş yavaş zihnimin karıncalandığını, uykunun bulut bulut üzerime çöreklendiğini hissedebiliyordum. Dakikalar sonra ani bir irkilişle gözlerimi açtım. Dışardan gelen üç el silah sesi Aras'ı korkutup yerinden sıçratmıştı. O çığlıklar atarken zorlanan kapıyı kilitleyip dehşet içinde öylece kalakalmıştım.


Geldiler. Bizi öldürmek için geldiler. Bildiklerimi yanıma koymayacaklar. Oğlum... Onu nasıl koruyacağım? Çığlıklar atarak ağlayan Aras'ı göğsüme bastırdım. Sakinleştirmek için saçlarının arasına sıcak buseler kondurdum. Kapı hınç dolu tekmelerle muhatap olurken hızla mutfağa yöneldim. İlk çekmecede duran uzun, keskin bir bıçağı alıp saldırma pozisyonuna geçtim.


Kapıdaki her kimse karşısında aciz, ağlayan bir kadın bulamayacaktı. Oğlumu ondan korumak için kanımın son damlasına kadar mücadele edecektim. Son kurşun sesi Aras'la birlikte benim de yüreğimi ağzıma getirmişti. Kurşunun ardımıza kitlenen kapının anahtarlarına sıkıldığını anladığımda oğlumu daha da kalbime bastırdım. Evin her yanı kameralarla doluydu. Mervan'ın bir nefes kadar uzağımda olduğunu bu kameralardan bilirdim. Birazdan çiftlikteki yardımcılarımız koşup gelecek ve bizi o adamların elinden kurtaracaktı.


"Sakin ol bebeğim, annen yanında! Sana kimsenin dokunmasına izin vermez. Seni koruyacağım meleğim. İyi olacaksın!" Gittikçe yaklaşan adım sesleri önce salonda ardından mutfağın girişinde duyuldu. Elimdeki bıçak kesik solumalarım arasında düşmanıma saplanacağı anı bekliyordu. İri iri açılmış gözlerim gördüğü yüz karşısında hayrete düşmüştü. Azat...


Karşımdaki tekinsiz adam, elindeki silahı yeniden beline takıp teslim olur gibi ellerini kaldırdı. Her halinden soluk soluğa olduğu belli oluyordu.


"Sakin ol Nazar! Sana zarar vermeyeceğim." Başımı nefretle sallayıp, "Kes sesini!" diye bağırdım. Bana doğru usulca bir adım atmaya çalıştı. Bunu fark ettiğimde, "Uzak dur!" diyerek bıçağımı ona doğru salladım.


"Sakın yaklaşma pislik herif!" Yalanlarla yüklü hüzünlü bir bakış attı. "Hiçbir şey bildiğin gibi değil!" dediğinde küstah bir tebessümle dudaklarımı kıvırdım.


"Alçaksın Azat... Bize oynadığın kirli oyunu çok iyi biliyorum. Beni nasıl harcadığını öğrenemeyeceğimi mi sandın?"


"Hayır, hayır!" diye sayıkladı ve Allah'ın belası bacakları boşluğumu kollar gibi bana doğru milim milim yaklaştı.


"Dinle Nazar! Sandığın gibi değil. Biliyorum, itlik ettim. Son yaptıklarım affedilir gibi değildi. Çok kızmıştım; düşünmeden davrandım. Senden çok... Çok özür dilerim."


Dişlerimin arasından, "Pislik..." diye sayıkladım. "Senden de özürlerinden de iğreniyorum. Eğer bir adım daha atarsan Mervan'ın veremediği belayı benden bulursun. Sakın bir ahmaklık etme!"


Ellerini daha da kaldırıp, "Sana zarar vermek için gelmedim. Bana güvenmemekte haklısın. Sana yaptıklarım affedilmezdi ama herkes bir şansı daha hak eder. Beni kurtardın Nazar. Şu an yaşıyorsam bunu sana borçluyum ve inan bana Azat Mirzanoğlu asla kimseye borçlu kalmak istemez."


Bıçağı indirmeden ondan bir adım daha uzaklaştım. Neyse ki dokunuşlarım Aras'ı biraz olsun susturabilmişti.


"Niye geldin buraya? Bir haydut gibi ev basmak da ne demek oluyor? Deli misin sen be adam? Evi kurşun yağmuruna tutarken bir bebek olabileceğini düşünmez misin?" Ellerini yavaşça indirdi.


"Haklısın. Dışardakileri etkisiz hale getirmek zorundaydım. Neyse ki çok değillerdi. Kocan görmeyeli tahtını sarsmış. Adamlarının azlığına bakılacak olursa eskisi kadar güçlü değil."


"Buraya zırvalamaya gelmedin herhalde!"


"Hayır, indir şu bıçağı doğru düzgün konuşalım. Sana gerçekleri anlatmaya geldim; daha doğrusu göstermeye. Artık Mervan'ın seni kandırmasına daha fazla izin veremem. Bunu sana borçluyum!"


Bıçağı ona doğru yaklaştırıp üzerine yürüdüm. Şu halimle dışardan bakıldığında o gangster bozuntularından hiçbir farkım yoktu. Fakat ben sadece oğlumu ve kendimi korumaya çalışıyordum.


"Ne saçmalıyorsun sen? Kandırmak da ne demek oluyor?"


Acır gibi bakarak ellerini indirdi. "Mervan ve Kadir Bey sana oyun oynadı. Hiçbir şey sandığın gibi değil. Kızınla ilgili gerçekleri senden saklıyorlar!" Kızımın anılması bile beynimin zonklamasına, yüreğimin alev alev yanmasına sebep olmuştu. Şaşkınlıkla elimdeki bıçağı düşürüp gerisin geriye duvara yaslandım.


"Kızım..." Gözlerimden yuvarlanan yaşlar önce göğsüme ardından başını tenime yaslamış bir halde duran Aras'a damladı. "Kızım!!" Başını titretir gibi salladı. Gözlerindeki hüzün hiç inandırıcı gelmemişti.


"Evet Nazar. İnan bana hiçbir şey sandığın gibi değil. Bu korkunç oyunu bozmak için geldim. O belgeler sahteydi. Bebeğin hastalanarak ölmedi." Yüzümü Aras'ın ipeksi boynuna yaklaştırdım.


"Asya... Bebeğim... Ne yaptılar sana ayparem? Neredesin?" Ben için için ağlarken omzuma dokunan eli beni girdiğim şoktan çıkaran tek şey oldu.


"Sana yardım etmek istiyorum. Benimle gel. Sana kızınla ilgili gerçekleri göstereceğim. Eğer geri dönmek istersen sana engel olmam. Ben Mervan değilim. Karşılığında senden hiçbir şey istemiyorum. Ne çip ne de Mervan zerre kadar umurumda değil. İnan bana!"


Aras'ı da alıp mutfaktan çıktım. O kasvetli ortamda daha fazla durmaya dayanamıyordum. Alelacele gözyaşlarımı silip derin derin soluklandım. Doğru bir karar verebilmek için sakinleşmeye ihtiyacım vardı.


"Seni bir yere götüreceğim Nazar. Bütün gerçekleri orada öğreneceksin. Sadece benimle gel. Senden hiçbir şey beklemiyorum. O kişiyle görüştüğünde her şeyi anlayacaksın."


Keskin bakışlarımı zayıf yüzünde gezdirdim. Kahverengi saçlarının diplerindeki terler bu an için ne çok çabaladığını ortaya koyuyordu.


"Bunu neden yapıyorsun?" Elini omuzuma atıp dostça dokunmak istedi. İğrenir haldeki bakışlarım bu teması fark ettiğinde yüzüm öfkeyle kasıldı. "Dokunma bana!" Gözlerini devirip, "Eğer bu konu senin için bu kadar önemsizse söyleyecek hiçbir şeyim yok." diye karşılık verdi. Arkasını dönüp gitmeye yeltendiğinde, "Dur!" diye bağırdım. "Bana ne olduğunu söyle. Sana inanmamı istiyorsan beni ikna et!"


Başını bilmiş bir şekilde sallayıp cebinden altın bir künye çıkardı. Başımın döndüğünü, nefesimin kesildiğini hissettim. "Bu onun! Asya'nın künyesi... Sende ne işi var?"


"Her şeyi öğreneceksin." Bir süre duraksadım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Hızla dolaba yöneldim. İçinden Aras'ın yolculuk çantasını ve oyuncak bebeğimi aldım. Çipi bu bebeğe saklamıştım ve kimsenin ondan haberi bile olmamıştı. Annemin bilezikleri de bir miktar parayla cüzdanımda yerini almıştı. Aceleyle onu koluma geçirdim. Aras'ı battaniyeye sarıp paltomu giydim. Artık gerçekleri öğrenmek için hazırdım.


Mervan'ın çakısını cebime koyup kendimi Azat'a ve karşılaşacağım diğer tehlikelere karşı hazırladım. Dakikalar sonra Azat'ın gri lüks aracına binip çoktan yol almaya başlamıştık.


"Beni nereye götürüyorsun!" Rahatlığı ve ketumluğu iyiden iyiye sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Artık bir cevap vermesi gerekiyordu. "Gittiğimizde göreceksin. Sözümün arkasındayım. Her şeyi öğreneceksin!"


Korkuyordum. Azat'a güvenmiyordum; fakat söz konusu Asya olunca değil Azat, şeytanın bile peşine takılıp olmadık işler yapabilirdim. Hoş ikisinin de birbirinden bir farkı yoktu ya!


Yaklaşık 10 dakika kadar yol almıştık. Mervan'ın şu an nerede olduğunu merak ediyordum. Azat'la birlikte bir araçta olduğumu öğrense ne yapardı ben de bilmiyordum. Şu an ki durumun bir açıklamasını yapabilir miydik? Dağ yollarına girdikçe korkularım daha da arttı.


"Nereye götürüyorsun beni Azat? Bu tenha yerde ne işimiz var?"


"Sakin ol! Sorun yok. Birazdan anlayacaksın."


Aras'ın küçük mırıldanmaları yavaş yavaş ağlamalara dönüşüyordu. Onu susturabilmek için sırtını okşamaya, alnına saçlarına küçük öpücükler kondurmaya başladım. Varlığımın onu biraz olsun sakinleştireceğini umuyordum.


"Tamam bebeğim. Korkma! Seni bırakmam!" Daha fazla bu duruma dayanamayıp bağırdım. "Azat durdur arabayı. Bana nereye gittiğimizi söylemek zorundasın. Eğer bir saçmalık yaparsan Mervan seni asla yaşatmaz. Sakın bir delilik yapma!"


Yaramaz gülümsemesi huzursuzluğumu ikiye katlamıştı. Çantadaki çakıyı boğazına yapıştırıp, "Derhal durdur arabayı, şakam yok. Ben senin bir kalemde harcayacağın zayıf bir kadın değilim, bunu hâlâ anlayamadın mı?" dedim. Dişlerini sıktı. Öfkelenmişti. Benden böyle bir direniş beklemiyor olmalıydı. Gözleri korkuyla büyürken, palazlanan çene kasları bende ona yumruk atma isteği uyandırıyordu.


"Bana güvenmeni söylemiştim." Hıh diyerek aşağılayan bir bakış attım. "Senin gibi aşağılık bir böceğe güvenecek kadar aklımı kaybetmedim. Eğer yanlış bir şey yaparsan, belanı benden bulursun. Hiç acımam. Bu çakıyı şah damarına indirmek bana hiç zor gelmez."


Korkuyla yutkundu. Elbette blöf yapıyordum. Ben canıma kast edilmedikçe kimseyi öldüremezdim. İplerin bende olduğunu bilmesini istiyordum. Bir aptallık yapmaması için bu gerekliydi.


"Sadece sakin ol! Sözümün arkasındayım. Her şey iyi olacak!" Sözünü bitirmeden arkamızdaki korna sesi ile neye uğradığımızı şaşırdık. Dış dikiz aynasından arkaya baktığımda Mervan'ın birkaç metre ötemizde olduğunu gördüm.


"Mervan... O burada!" Sözlerinin yüzünde belli belirsiz bir korkunun oluşmasına sebep olmuştu. Aynaya göz atıp ondan kurtulmaya çalıştı. Bunun bir işe yaramayacağını biliyordum. Mervan'ın elinden ne uçan kurtulurdu ne de kaçan.


"Kahretsin!"


Azat'ın serzenişleri iyice endişelenmeme sebep olmuştu. Aynaya tekrar yöneldiğimde Mervan'ın havaya ateş ettiğini gördüm. Azat'ı durması konusunda uyarıyordu. Öfkeden kıpkırmızı olan yüzü ister istemez ecel terleri dökmeme sebep olmuştu. Kaşla göz arasında öne geçip direksiyonu üzerimize kırdı. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Bu davranışının bize zarar vereceğini hiç düşünmüyor muydu?


Azat yolunun tamamen kapandığını fark edince delirmiş gibi küfürler etti. Ani bir frenle birlikte öne doğru savruldum. Aras bu savrulmayla irkilip ağlamaya başladı. Ben onu susturmaya çalışırken Azat öfkeyle avuçlarını direksiyona indirmeye başlamıştı. Her avuç darbesi ile birlikte bağırıyor, çıkardığı gürültü Aras'ın ağlama frekansını daha da yükseltiyordu. Onun bu saçmalıklarını dayanamayıp kapıyı açtım.


Araçtan ineceğim esnada, "Nazar çıkma!" dedi. Başına gelecekleri bilmiş gibi soğuk soğuk terliyordu. Kolumu sertçe çekip "Bırak!" diye bağırdım. Kolumda çanta Aras'la birlikte araçtan indim. Gözlerim hala Mervan'ın arabasındaydı. Azat da bocalayarak benimle birlikte inmiş ve Mervan'ın karşısında yerini almıştı.


Mervan'ın öfkeden Azat'ın ise muhtemelen korkudan yüzü seğiriyordu. "Yanıma gel Nazar!" Mervan'ın sözünü duymamış gibi her ikisinin de tam ortasında yerimi almıştım. İkisine de güvenmiyordum. Ne yağmuru görecek halim vardı ne de doluyu. Her şey ortaya çıkmak zorundaydı artık.


"Sakın yanıma gelme" dedim. "Şu saçma dövüşünüze bir son verin. Her şeyi öğrenmek istiyorum." Çok öfkeliydim. "Oyun falan yok. Bu aşağılık adamın seni kandırmasına izin verme." dedi Mervan elini bana uzatırken. Elbette Azat'tan cevap gecikmeyecekti.


"Her şeyin yalan senin. Neden ona bebeğiyle ilgili gerçekleri söylemiyorsun?"


"Kes sesini Azat!"


Mervan'ın haykırışı yankı yankı çoğalıyor, aralarındaki gerilim ise en çok Aras'ı korkutuyordu. Azat onu umursamadan bana döndü.


"Nazar, kocan olacak bu pislik..."


Bir silah sesi... Ne olduğunu bile anlayamadan korkunç bir çığlık dudaklarımdan firar etti. Bakışlarım Azat'ı bulduğunda birkaç adım geriye doğru sendeledim. Artık o tenha dağ yolunda hıçkırıklar içinde ağlayan sadece Aras değildi. Azat'ın alnının tam ortasına isabet eden mermi korkudan dizüstü çökmeme sebep olmuştu.


"Mervan... Mervan..." Sayıklayışlarım hıçkırıklarım tarafından boğuluyordu. Azat, sert bir şekilde omuz üstü yere düştü. Ölüm gözlerine sinmiş, uçup giden ruhu günahlarını da söyleyecekleriyle birlikte alıp götürmüştü. Bakışları yine ölüm ve ihanet kusuyordu. Nemli gözlerim Mervan'ı bulduğunda silahını usulca yere indirdi. Hiçbir şey olmamış gibi gözlerimin önünde uğurlu kurşunlarından birini Azat'ın açık bir halde duran avcuna bıraktı. Bakışları hâlâ yerde kanlar içinde yatan kurbanındaydı.


"Katil!" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. "Katil... Katil..."


Haykırışlarım onu biraz olsun kendine getirmiş bakışlarını Azat'tan kurtarıp bana yöneltmişti. Bana adım adım yaklaştığında ıslak yüzümü battaniyeye yaslayıp Aras'ı bağrıma bastım. Ne Azat'ın cesedini ne de Mervan'ın karanlık bakışlarını görmeye zerre kadar tahammülüm yoktu.


Omzumu kavrayan elini hissettiğimde, "Bırak!" diye bağırdım. "Katil... Katilsin sen. Katil... Katil... Öldürdün onu."


Silahı beline yerleştirip perçemlerimi iterek yüzüme dokundu. "Nazar dinle beni. Hiçbir şey bildiğin gibi değil. O adamın sözlerine inanma!" Onu duymuyordum bile. "Katil!!" Her sayıklayışım gözbebeklerindeki ihaneti perçinliyordu.


"Buna mecburdum, anla beni. Onu defalarca uyardım. Bize yaptıklarını hatırla. Yuvamızı dağıtmak için her şeyi yaptı. İkimizi de mahvetmek istiyor. İnan bana sevgilim. İnan..."


Ellerini yavaşça itip cesetten ayrılmayan bakışlarımla yüzünü görmeyi reddettim. Tir tir titriyor onu dinlemeyi de anlamayı da reddediyordum.


"Bırak, bırak dokunma bana. Katilsin sen. Aşağılık bir katilsin. Söz vermiştin. Tüm pislikleri geride bırakacağına dair söz vermiştin."


Gözlerinin biraz önceki dehşet giysisinden sıyrıldığını görebiliyordum. "Her şeyi geride bırakacağız. Sözümün arkasındayım. İnan bana!" Başımı reddeder gibi salladım. Kucağımdaki bebeğe uzandığında yerden aldığım taşı öfkeyle kafasına geçirdim. Ben titrek yüzümü ve bakışlarımı bir an olsun ondan ayırmazken sırtüstü yere yığıldı. Bebeğimi kalbime bastırıp çantayla birlikte Mervan'ın aracına yöneldim. Neyse ki telaştan anahtarları almayı unutmuştu.


Bebeği uygun olmadığını bile bile yan koltuğa bıraktım. Araç kullanmayı bilmiyordum ve ehliyet almaya da hiç vaktim olmamıştı. Fakat dikkatli bir insandım. Mervan'ı ve şoförünü pek çok kez araç kullanırken görmüştüm. Ve ben bir gördüğümü bir daha kolay kolay unutmazdım.


Anahtarı çevirip arabayı kontrol etmeye çalıştım. Birkaç kez sendelesem de aracı çalıştırmayı başarmıştım. Araçla savrulup makas atarak yolda bir süre daha gitmeyi başardım. Ana yola çıktığımda üzerime doğru gelen arabalarla hiç olmayan direksiyon kontrolüm tamamen bozuldu ve bir araçla kafa kafaya çarpışmaktan son anda kurtulup yol kenarındaki bir ağaca çarptım.


Gözlerimi açtığımda uğultulu sesler beynimin zonklamasına sebep oluyordu. Aras'ı aldıklarını duyunca kendime gelmek için çırpındım. Kapı açıldı. Bir el yavaşça omuzumdan tutup başımı çarptığım yerden kaldırdı.


"Beni duyuyor musunuz? Bana isminizi söyler misin?" Etraftaki polis telsizi sesi içimin biraz olsun rahatlamasına sebep olmuştu. "Bana adınızı söyleyin! Yakınlarınıza ulaşmak için kimlik bilgilerinize ihtiyacımız var!" Boğazımdan hırıltılı sesler çıktı. "Ku-ku-kurtarın beni..."


***


Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Elimle alnımı yokladım. Saç diplerine yakın bir yerde bir sargı bezi parmak uçlarıma ilişti.


"Oğlum... Aras..." Bir hıçkırık dudaklarımdan firar etti. "Oğlum... Bebeğim." Bir ses... "Korkma o iyi." dedi. Bakışlarım pencere kenarını tarayan o gözleri buldu. "Mervan..."


Bana esrarlı ve kontrollü bir bakış attı. Takım elbisesi ve bakımlı saçları bunca felaketi yaşayan biz değilmişiz gibi derli toplu bir şekilde öylece duruyordu. Başının yanına aldığı darbeden olsa gerek kafasındaki bandajı fark edilemeyecek gibi değildi. "Mervan..."


"Şşş! Sakin ol, buradayım."


Kurtulamamıştım. Kaçamamıştım ondan. Karanlık yüzünü güneşten kurtarıp yatağımın hemen yanına oturdu.


"Seni asla bırakmam demiştim. Hâlâ nasıl kaçabileceğine inanabiliyorsun? Birazdan taburcu işlemlerini halledip çıkacağız. Tomografi sonuçlarını bekliyoruz."


İçin için akıttığım gözyaşlarım şakaklarımda süzülüp yastığıma damladı. "Onu öldürdün! Azat'ı öldürdün." Yanıma gelip elindeki şırıngayı koluma enjekte etti. Kolumdaki yangı sesimin daha da yükselmesine sebep olmuştu.


"Şşşş! Bilmediğin şeyler var sevgilim."


Ağlamalarım daha da şiddetli bir hal aldı.


"Katil. Katil..." Ayağa kalkıp bana sırtını döndü. Aras'ı hemen yanımdaki yatağa bırakıp kapıya yöneldi. "Sonuçlara bir daha bakayım." Tüm odayı birbirine katan haykırışım yanımdaki yatakta uyuyan hastayı sıçratarak uyandırmıştı.


"Ne yaptın kızıma Mervan? Nerede kızım? Ona ne oldu, söyle! Mervaaaaan!" Arkasından avazım çıktığı kadar bağırdığımı gören hemşireler koşup odama geldi. Çırpınarak yatakta delirmiş gibi debeleniyor, yumruklarımı hırsla yatağın yanındaki mobilyalara indiriyordum. Hemşireler bir yandan beni zapt etmeye çalışırken diğer yandan Mervan'a ne olduğunu soruyordu.


Mervan telaşlı, yorgun bakışlarını esirgemeden, "Şok geçiriyor. Yakın bir zamanda bebeğimizi kaybettik." diye cevap verdi. "Hayııııır!" diye uzun tiz bir çığlık bıraktım. Koluma yapılan sakinleştirici iğne ile tüm sesler yeniden uğultu halini almıştı. Mühürlü gözleri üzerimden biraz olsun ayrılmıyordu. Görüntüsünün kararan zihnime hapsolmasıyla bir anda tüm yaşanmışlıklardan soyutlandım.


Uyandığımda hâlâ hastane odasındaydım. Hemen kalkıp doğruldum. Burası bir devlet hastanesiydi. Bu sebepten olsa gerek yoğunluk sebebiyle işlemler uzamıştı. Bu benim için eşsiz bir fırsattı.


Ablamı odanın bir köşesinde uyur vaziyette görünce dünyalar benim olmuştu. Onu uyandırıp kenara çektim. İlk başlarda bocalasa da kısa sürede toparlandı. Dakikalarca kucaklaştık. İçinde bulunduğum halin ona ne kadar acı verdiğini anlayabiliyordum. Saçlarımı okşayıp beni sakinleştirmeye çalıştı. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp üst üste defalarca öptüm.


Gerçekleri öğrenmek istiyordum. Ablam bana yalan söyleyemezdi ve ben artık bir yanılgıyı daha kaldıramazdım. Ellerini tutup içim yana yana beni mahveden o soruyu bedbaht yüzüne yönelttim.


"Abla... Yalvarırım bana doğruyu söyle. Asya'ya ne oldu? Kızıma ne oldu?" Ablam bana sırtını dönüp birkaç adım uzaklaştı.


"Kızım nerede abla? Ne olur bir şey söyle. Ölüyorum görmüyor musun?" Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Nasıl kanadığını, kederler içinde eriyip tükendiğini görebiliyordum.


"O... Nazar..." Elini tutup onu cesaretlendirdi. "Sen bana ihanet etmezsin abla. Her zaman doğruları söylersin değil mi?" Gözlerini kırpıp başını salladı. "Asya... Asya, hastalanarak ölmedi Nazar! O rapor düzmece. Her şeyi Mervan hazırladı."


Ellerimle ağzımı kapatıp içimdeki tüm çığlıkları bastırdım. Yanaklarım acıların içime akıttığı kanlı yaşlarla ıslandı. "Asya'nın ölümüne bir kurşun sebep oldu. O gün Mervan babasıyla görüşmek için gitmiş. Hiç ummadıkları bir anda adamlarından biri onları kurşun yağmuruna tutmuş. Kucağında bebeği korumaya çalışsa da kurşunların hedefi olmasını engelleyememiş. Onu kurtarmak için çok uğraşmışlar fakat ölümüne engel olamamışlar."


Derin derin nefesler alıp yere diz çöktüm. Kapının önündeki adamların duymaması için ağzımı sımsıkı kapatıp feryatlarımı yalnız içimde koparabiliyordum. Omuzlarımdan tutup beni sakinleştirmeye çalıştı.


"Bunları sana söylemek istemezdim ben..."


Artık ne onu ne de hıçkırıklarını duyacak durumda değildim. Kızımın ölümüne babası sebep olmuştu. Onu basit bir kalp hastalığı değil; babasının karanlık dünyasından gelen kurşunlar bitirmişti. Benim dokunmaya, öpmeye kıyamadığım ak bedenine kahpe kurşunlar saplanmış, bedenini al kanlara bulamıştı. Nasıl dayanacaktım buna? Ben bu gerçekle nasıl yaşayacaktım?


Asya'm... Bebeğim... Ben boğuk boğuk ağlayıp şok geçirirken ablamın sarsmasıyla biraz olsun durulabildim.


"Kendine gel! Güçlüsün sen. Her şeyin üstesinden geleceksin biliyorum. Her şey geçecek!" Bana uzattığı suyu içip derin derin nefes aldım. Sakinleşmek zorundaydım. Odaya sedye ile iki hasta geldi. Kaçmam gerekiyordu. Aras'ı ve çantayı alıp bir an önce kurtulmalıydım.


Pencereden dışarı baktım. Mervan ve Kadir Bey hastanenin bahçesinde karşı karşıya duruyordu. Kadir Bey'in eli Mervan'ın omzuna dokundu. Gözyaşları içinde onları yıkılarak izliyordum. Belli ki barışmışlardı. Sırtımı pencereye dönüp ellerimi göğsümde buluşturdum.


Mervan hiçbir şey itiraf etmeyecekti. O asla bu karanlık dünyadan ayrılmayacaktı. Kızımı onun yüzünden kaybetmiştim. Ya Aras... Ya onu da bu çöplüğe kurban verirsem? Ya Kadir Bey onu da Mervan gibi yetiştirirse... Oğlumun bir katil, bir gangster olmasana nasıl dayanırdım?


Bakışlarım mavi battaniyeye sarılı halde duran Aras'a ilişti. Mışıl mışıl uyuyordu. Masumiyeti bu karanlık dünyaya yakışmayacak kadar özeldi. Yapamazdım. Onu bu belanın içinde bırakamazdım.


"Bana yardım et abla. Onlardan kaçıp gitmem gerekiyor. Oğlumu mahvetmelerine izin veremem."


"Ne diyorsun sen?" diye bocaladı. "Ya ailemize zarar verirlerse!" Başımı kararlılıkla salladım.


"Vermezler. Onların derdi benimle." Artık kopacak tüm kıyametlere hazırlıklıydım. Başımla kapıyı işaret ettim. "Orada iki adam var. Onları oyala." Başını korkuyla salladı. "Seni görürler Nazar. Kaçamazsın ellerinden!"


Doğum yapmış bir hastanın siyah bir çarşaf giydiğini hatırladım. Doğuma girerken çıkarıp dolaba asmıştı. Hemen dolabı açıp çarşafı bedenime geçirdim. Saçlarımı toka ile toplayıp peçesini kaşlarımdan göz altlarıma kadar kapattım. Aras'ı büyük bir el çantasına battaniyesinden ayırmadan yerleştirdim. Uyku halinde olduğu için ne olup bittiğinin farkında bile değildi.


Çantayı koluma geçirip bizi takip eden iki hastanın gözlerinin önünde hazırlıklarımı tamamladım. Ablam cüzdanındaki tüm parayı avuçlarıma bırakmıştı. "Kaçabilirsen lazım olacak!"


Bakışlarım hamile bir başka kadında gezindi. Nemli gözlerle bana baktığını gördüm. Başıyla onaylayıp bana merhamet dolu bir tebessüm bıraktı. Yaşadığım felaketi anlamıştı. O da anne olacaktı. Ne hissettiğimi en iyi o bilirdi. Zavallı bir tavuk bile aç kurtlara karşı yavrusunu korumak için aslan kesilirdi! Ben oğlum için dünyaları yaksam çok mu?


Kadın hiç ummadığımız bir anda bas bas bağırıp, yardım çağırmaya başladı. "Yetişin! Ölüyorum, yetişin! Kimse yok mu?"


Yanındaki hamile olan bir başka da kadın onu bizimle birlikte tuhaf gözlerle izliyordu. Belli ki o da biraz önceki duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. 1 dakika sonra o da yanındaki kadının yırtıcı haykırışlarına eşlik etti. Ablamla birbirimize bakıp hayretle kapıya yöneldik. Kapı açılmış içeri birkaç hemşire, hastabakıcı ve bir doktor girmişti. Onların arasından sıyrılıp koridora geçtim. Adamlar siyahlar içindeki halimi fark edince tuhaf yabancı bakışlarla beni baştan aşağı süzdüler. Neyse ki yüzümü göremediklerini biliyordum ve bu bana kendimi güvende hissettiriyordu.


Ablam onları oyalamak için küt diye yere yığılıp bayılma taklidi yaptı. Adamlar bocalayarak da olsa ona yöneldiler. Ben oradan uzaklaşırken içlerinden biri şaşkın bakışlar eşliğinde, "Doktor!" diye bağırdı.


Onlara bir kez bile bakmamış bir yabancı gibi koridorun çıkışına yönelmiştim. Merdivenleri dikkat çekmemeye çalışarak iniyor, yer yer korkulu gözlerle etrafımı kolaçan ediyordum. Nefesim kesildi. Kalbim heyecanımı ele verir gibi çırpınıp duruyordu. Başımı sola çevirdiğimde çıkışı gördüm. İçimden bildiğim tüm duaları okuyarak çıkışa yöneldim.


Bakışlarım kapıyı bulduğunda gördüklerim karşısında donup kaldım. Mervan... Kendisini takip eden iki adamıyla tam karşımda duruyordu. Birkaç metre ileride olmaları elimi ayağıma dolaştırmak için yetmişti. Keşke çarşaf değil de burka giyebilmiş olsaydım. O zaman gözlerimi de görmeyecek ve bir yabancı sandıkları bu kadının sorunsuzca çekip gitmesine izin vereceklerdi.


Tedirginliğimi belli etmemeye çalışarak usulca yanlarına yaklaştım. Saniyeler bile zamana küsmüş akmak nedir bilmiyordu. Bir kez bile Mervan'a bakmadan elimdeki çantalara odaklanıp yavaş yavaş gözlerinin kadrajına girdim. Üçünün de bakışları üzerimde oyalandı.


Mervan alnını kırıştırıp kaşlarının yay gibi gerdi. Adımları durduğunda nefesimin kesildiğini, boynumda atan damarın beynime baskı yaptığını hissettim. Tanımıştı çakır gözlerimi. Bir yabancı edasıyla dolaşmam da giydiğim çarşaf gibi bir işe yaramayacaktı. Duraksamasını umursamayıp aynı sakin tavırla kapıdan çıktım. Ardımdan hâlâ bana baktığını adım gibi biliyordum ve neyse ki peşimden gelecek kadar şüphelerine güvenememişti.


Hastaneden biraz uzaklaşınca soluklanmak için peçeyi indirdim ve mecalsizce araçlardan birine yaslandım. Gözlerim çevreyi heyecanla tararken bir ses yutkunduğum tüm korkuları zihnime düşürdü. "Nazar!"


"Gülnaz!"


"Sen!" Ellerimle ağzını kapayıp, "Sus." dedim.


"Ne yapıyorsun sen Nazar? Ne bu halin?"


Bir damla yaş yanaklarımdan süzüldü. Soğuk o nemi bile kısa sürede sızlatıp, üşütmüştü.


"Kaçıyorum Gülnaz. Artık kızımın katili ile aynı yastığa baş koyamam." Yüzü elemle kasıldı. Alnındaki çizgiler belirginleşti. "Yapma Nazar, öldürür seni. İkinizin de hayatını tehlikeye atıyorsun."


Bakışlarını aralık bıraktığım mavi, eski valizin fermuarında gezdirdi. "Onun seninle olmaması lazım!" dediğinde başımı hırsla salladım. "Asla... Oğlumu o katilleri yem etmem." Elimle bileğini kavradım. "Git Gülnaz. Ondan aşk umma artık. Sana zarardan başka hiçbir şey vermeyecek. Kurtar çocuklarını!"


Başını eğdi. Biliyordum, Gülnaz'ın bunu yapacak cesareti yoktu. Bir şey söylemek için çırpınsa da dilini ezip tüm gerçeklerine sırtını döndü. Bir şeyleri değiştiremeyeceğimi anladığım o talihsiz anlarda yakayı ele vermeden onu geride bırakıp caddeden hızla uzaklaştım. Aldığım ilaçtan olsa gerek başım dönüyordu. Araçların firen ve korna sesleri kısık bir çığlıkla kulaklarımı kapamama sebep oldu. Baktığım her şey gözüme puslu ve çift görünmeye başlamıştı. Hava kararmaya yüz tuttuğundan araç farları açıktı ve bu durum perişan olan görüş açımı daha da faydasız bir hale getirmişti. Koluma yine o ilaçlardan enjekte etmiş olamazdı değil mi?


Birinin kolumu çekiştirdiğini hissettim. Başımı çevirdiğimde, genç bir adam olduğunu anladım. "Bu araca bin. O seni arayıp bulacak, biraz daha sabretmen gerekiyor. Asla Mervan ve adamlarına yakalanma."


Beni cevapsız onlarca soruyla bırakıp hızla uzaklaştı ve ardından şaşkın ördek yavrusu gibi öylece bakakaldım. Gösterdiği minibüse doğru yürürken etraftaki bakışları umursamamaya çalışıyordum. Bu şehirde pek çok çarşaflı kadın olmasına rağmen geçtiğim yollardaki herkes bana bakıyordu.


Gücümü toplayıp bana gösterdiği minibüse bindim. Nereye gittiğimin bir önemi yoktu. Çünkü tek istediğim bindiğim aracın beni Mervan'dan olabildiğince uzağa götürmesiydi. Valizi biraz daha aralayıp Aras'ı içinden çıkardım. Bana verdiği ilaç zihnimin sendelemesine ve uykumun gelmesine sebep olmuştu. Hâlâ insanları net göremiyordum. Bir süre uyumuşum. Gözlerimi açtığımda ilk işim saate bakmak oldu.


1 saat geçmişti. Kararan hava beni daha da endişelendirmeye başladı. Şoföre aracın nereye gittiğini sordum. Bana hiç duymadığım bir köy ismi söyledi. Adının Kürtçe olması Diyarbakır sınırlarında olduğu fikrini düşündürmüştü. Geride bıraktığım her tabela oğluma daha sıkı sarılmama sebep oluyordu.


"Son durak!" Çağrısını duyunca anlık uykumdan uyanıp etrafa göz gezdirdim. Hiç tanımadığım ıssız, karlı bir tepenin ardında karanlık bir yerdeydim. İnsanlar eşyalarını yüklenip birer ikişer araçtan indiler. Ben de hâlâ sağa sola bakıp gidebileceğim bir bucak arıyordum. Araçtan inip kara bata çıka yol almaya başladım. Soğuk içime işliyordu. Çarşafı giyerken paltomu çıkardığımdan incecik kumaşla titreyerek dolaşıyordum. Yarım saat kadar yoğun karla ve rüzgârla mücadele edip bulduğum bir duvar dibine sindim.


Battaniyedeki oğlumun ağlayışları kulaklarıma geldikçe için için dualar ediyordum. Onu göğsümde kalan son damla sütle emzirdim. Yaşadığım acılar ve kullandığım ilaçlar tüm sütümün çekilmesine sebep olmuştu. Biliyordum, bu süt onu doyurmayı asla yetmeyecekti.


Yeniden önümü ilikleyip onu göğsüme bastırdım. Adım atacak dermanım bile kalmamıştı. Karın hışmına uğrayan ayaklarımın bıçaklar tarafından dilim dilim edildiğini hissedebiliyordum. Bu acının başka hiçbir tarifi olamazdı. Aras'ın sesi kesilmişti. Bedeni uykuya hapsolduğunda zihnimi açık bırakmakta zorlandığımı hissetmiştim. Uyku ağır ağır ikimizi de ele geçiriyordu. Uyumamalıydım. Çok soğuktu. Bu ancak ölüm uykusu olurdu. Oğlum için yaşamalıydım.


Birkaç ayak sesi gözlerimin yeniden aralanmasına sebep oldu. Başımı kaldırmaksızın görebildiğim tek şey bir çift kahverengi çizmeydi. Üzerime doğrultulan tüfeğin namlusu oğlumu daha çok göğsüme bastırmama sebep oldu. Zihnim koyu bir karanlığa gömülürken son sayıklamalarım dilimden firar etti.


"Güller... Beyaz güller... Güller... Mehmed'in gülleri..."


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız.
instagramda destekleriniz bekliyorum.
ins: seyma_yldz_koc


Loading...
0%