Yeni Üyelik
69.
Bölüm

69. Bölüm: Güle Hicret

@syildiz_koc


Medya: Mert Demir (Ateşe Düştüm)🔫🔥


1. GÜLE HİCRET


Mervan'ın kaleminden


        


İliklerime kadar mutsuzluğu içtiğim günlerdi. Mutsuz bir evlilik, mutsuz bir iş ve aşksız bir dünya... Dışarıdan bakıldığında güçlü, kibirli bir adam içine eğildiğinde acılı, ürkek bir çocuk... Nasıl tarif edilir ki bu boşluk? Hangi kelime, hangi cümle merhem olur soluşuma? Her şey ne kadar da manasız ne kadar da boştu.


Sabahları karım dediğim insandan ayrı bir yatakta uyanır, acı bir Türk kahvesinin ardından işe giderdim. Göstermelik holdingimizin sıkıcı, kasvetli işlerini yapar, karanlık çöktüğünde de ait olduğumu sandığım lanetli inime sinerdim. "Aslanhan" derlerdi bana. Aslan gibi sert, yırtıcı ve cesur olduğum için almıştım bu adı. Liderlik ve otorite kanımda vardı. Hiçbir şeyden korkmazdım. Ölüm bile ceket ilikler, boyun bükerdi karşımda. Ruhumu bir kefene sarıp yaktığım gün korkuya dair ne varsa silip atmıştım. Kaybedecek bir şeyim yoktu bu hayatta. Kalbi yarım kalmış bir adamdım ben. Eksik duygularımı tırmalamış ama asla tamamlanamamıştım. Zamanla bir kalbim olduğuna dair hiçbir inancım kalmamıştı. Hiçlik... O yumuşak, kaslı dokuya karşı hissettiğim tek duygu buydu.


Yine o gün mutsuz bir sabaha gözlerimi açtım. Eşim Gülnaz her zamanki gibi benden önce uyanmış ve bir kelime bile etmediğim halde sabah kahvemi getirmişti. Koltuğuma kurulup kendime has bir tarzda beyliğimi hissettirerek oturdum. Bu duruşu babamdan öğrenmiştim. Bey gibi... Dünyaya hükmeder gibi davranmamı ister, çocukluğumdan beri bir oyun hamuruymuşum gibi beni istediği şekle sokmaya çalışırdı. Artık bu konuda biraz daha özgür olsam da sevimsiz müdahalelerine alışmıştım.


İnsan ne tuhaf bir varlıktı. Mutsuzluğa, yıkılmaya, kendini inşa edemediği bir ömre bile alışıyordu. Duyguların kör topal olduğu bir hayata bile eyvallah diyordu umutsuzca. Ben de onlardan biriydim artık. Mervan'ı bir kenara bırakmış Aslanhan rolünü hayatımın en kıymetli gayesi haline getirmiştim. Ait olduğum yerin burası olup olmadığını ben de bilmiyordum. Ve ne yazık ki bunu umursamıyordum.


Ben kahvemin son yudumlarını alırken Haşim de iki dirhem bir çekirdek kılığıyla aynada saçlarını düzeltiyordu. Bugün yola çıkacak babamın kendi için uygun bulduğu kızla görüşecekti. Tüm bu heyecanını uzaktan bir hayretle takip etmekten kurtulamıyordum. Bu hali, âşık olmadığı bir kızla evlenecek bir erkek için fazla değil miydi? Ne saadet ama(!)


Babamın ayak seslerini girişte duyunca ayağa kalkıp arabayı hazırlamaları için emir verdim. Epey yol gitmemiz gerekiyordu. Haşim gibi tenceresi kaynar maymun oynar bir adamla o yola nasıl dayanacaktım bunu ben de bilmiyordum.


Kadir Bey, isteksiz oluşumu umursamadan bu eşsiz görevi bana vermişti. Bana Haşim'den daha fazla güvenirdi. Bu yüzden işi eline yüzüne bulaştırmaması için ona göz kulak olmam gerekiyordu. Araçlara binip hızla yol aldık. Karadeniz'in eğimli, dolambaçlı yolları daha şimdiden hepimizi yormuştu. Battal, gelmek üzere olduğumuzu söylediğinde esefle, "Sonunda!" diye sayıkladım. Diyarbakır'a kıyasla oldukça yeşillikli bir araziydi. Bölgenin önemli bir kısmı uçsuz bucaksız ormanlarla kaplıydı. Güzelliği karşısında hayranlığımı çok zor gizliyordum.


Duygularımı gizlemek benim birincil görevim gibiydi. Asla saydam ve içli olamıyordum. Beylerin gazabı ve kudreti olurdu. Onlar diğerleri gibi fazla gülmez, hiçbir zaman zayıf görünmemek için ağlamazdı. Dünyanın tüm nimetlerini tatmışçasına görgülü olmalı, hiçbir şeye gıpta edip hayranlık duymamalıydı. Hiçbir şey onları çok sevindirmemeli ve gereğinden fazla üzmemeliydi. Oyuncak bir bebek, kurulu bir saat gibiydim. Her şeyi zamanında yapar ve ne olursa olsun çizgilerimi korurdum.


Camı açıp hemen sol yanımdaki denizin temiz havasını ciğerlerime çektim. Çocukluğumdan beri çok severdim denizi. Gökyüzünün maviliğiyle denizin kucaklaştığı bu anlarda maviliği yırtan güneşin hoyrat kızıllığını ufukta seyre dalardım. Bu müthiş duygu bana eşsiz bir huzur verirdi. O gün hayatımın hiç tanımadığı bir fırtınaya tutulacağını bilemezdim.


Şoför elinde navigasyon, adresi bulmak için dar, girift yollara girmişti. Bir an ne olduğunu bile anlamadan araçtan öne doğru savrulduk. Hesap sorar gibi "Ne oluyor?" diye bağırdım. Şoför çekimser bir şekilde, "Şimdi hallederim efendim!" dedi. Gazabımdan deli gibi korkması bana sadistçe bir gurur verse de onurum bu kadarıyla asla yetinemeyecekti. İstemeyerek geldiğim bu yerde bir saçmalığa daha tahammül edemeyeceğimi düşünerek homurdandım.


Canım yeterince sıkkındı. Şu Haşim safının gönül işlerine koşturduğum yetmezmiş gibi bir de onca yolu olmayacak bir iş için tepiyordum. Karadeniz havası içimi açsa da bu gereksiz işlere ayıracak vaktim yoktu. Bu sefer de olmayacaktı. Adım gibi biliyordum. Bu haşlamanın kız beğendiği nerede görülmüştü ki? Kendi tipine bakmaz her kıza bir kusur bulurdu. Yok falanın boyu kısa, falanın kilosu var. Şımarık, esmer, sarışın, Çilli... Hepsi kötüydü de bir beyimiz gılmandı sanki.


Benim yerimde olsa ne yapardı acaba diye düşünmekten kendimi alamadım. Bana ne istersin diye soran bile olmamıştı. Kendimi hiç ummadığım bir anda damatlıkların içinde, sevmediğin bir kadının kolunda bulmuştum. Tüm kadınlardan nefret ederken evlilik benim neyimeydi sanki? İstemiyordum işte! Bu rezil hayatı iki ayaklı dişi bir şeytanla paylaşmak tahammül edebileceğim bir şey değildi. Beni kendi halime, kendi yalnızlığımla bıraksalar ne olurdu? Yüreğimdeki küskünlüğü neden kimse anlamıyordu?


Düşüncelerimin içinde bunaldığımı hissedip boynumdaki ipek kravatı çekiştirdim. Camı biraz daha aralayıp dışarıdan gelen tuhaf mırıltılara kulak verdim. O an bakışlarım hakikatin hayalle el sıkıştığı müthiş bir görüntüyle karşılaştı. Bir kız... Upuzun sarı saçları gelişigüzel bırakılmış, kareli, lacivert okul eteği dizlerinin hemen üzerinde yerini almıştı. Dar sayılabilecek ütülü beyaz gömleği biraz serseri olacak tarzda eteğinin üzerindeydi. Boynunda yamuk yumuk bırakılan kravat daha ilk anlarda başıma gelecek felakete çığırtkanlık yapıyordu. Hemen sağ yanında aracın içinde öylece ona bakıyordum. Hayali bir silgi, yaşadığımız her şeyi bir anda silip atmıştı. Yaşadığımız zamanın çarpık dizgesinden kurtulmuş, mekânın boyutlarının çoktan dışına çıkmıştık.


O an kim olduğumu bilmiyordum. Ne olduğumu, buraya niçin geldiğimi unutmuştum. Onu kare bir çerçeveye mahkûm eden araç camı, bedenime engel olsa da ona koşan ruhuma erişemeyecekti. Sağ ve sol şakağını istila eden sarı perçemleri yüzünü ufacık bırakmış; yer yer ait olduğu tutamdan bağımsızlaşıp kirpiklerinden gözlerine değmeye başlamıştı. O asi tellere düşman olmuştum. Ne hain ve küstahtılar. O mahsun beyaz yüzü, o çakır gözleri nasıl gözlerimden esirgerlerdi? İhanetti bu!


Şoför elindeki levyeyle aracın ön kaportasını bir süre kurcalayıp döndüğünde usulca kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Battal ve Haşim halime oldukça şaşırmıştı. "Beyim sorun halloldu!" Sağ elimi havaya kaldırıp yüzüne bile bakmadan susması için bir işaret yaptım. Hiçbir şey duymak istemiyordum. Duymak istediğim sadece rüzgârın onun saçlarında bıraktığı uğultunun sesiydi. Günahkârdı gözlerim. helal ve doğru olan her şeye yüz çevirmiş; belki de hiçbir zaman sahip olamayacağı bir güzelliğe kilitlenmişti. Tam da şu anda zaman durmalıydı. Yaşadığımız dakikalara hapsolmalı koca bir ömür beklediğim varlığı doyasıya hissetmeliydim. Omzuma bırakılan el, "Gidelim efendim!" diye sayıklayan Battal'ı hatırlattı. Suskundum. Değil gövdemin, saç tellerimin bile ondan seğirmesine izin veremezdim.


Dudaklarım yıllar sonra ilk kez tebessüm etmek için aralandı. Genç kız, birkaç adım gerisinde duran beni umursamamış doğruca sokakta oynayan çocuklara yönelmişti. Küçük yaramaz bir sıçrayışla kendisine el sallayan çocuklara karşılık verip çantasını alelade bir eşya gibi yere savurdu. Ona hasretle bakan gözlerimden habersiz çocuklarla top oynamaya başlamıştı. Topa attığı her darbe yüreğimden gelen seslere karışmıştı. O haylaz çığlıklar atarken ayaklarının altında savrulan o zavallı nesneye imrenerek baktım.


Arkamdan vızıldayan Haşim'i duymuyordum. Sessizliğim pısırık yüreğini çoktan galeyana getirmişti. Koca bir ömürde biriktiremediğim şu kısacık mutluluğu bana çok görüyordu. Başka zaman olsa bu lavuğu didik didik eder, bir sersem gibi yere savururdum. Ama şimdi başkaydı. Vaktimi onunla harcayarak bu anı perdeleyemezdim. O melek yüz, çocuklarla şen şakrak top oynarken benim herhangi bir şeyi umursamam imkansızdı. Attığı top komşunun camına kırarken hafifçe dudağını ısırdı. Tüm çocuklar arkasına saklanmış, haylazlıkta kendilerinden hallice olan ablalarına sığınmaktan başka bir çare bulamamıştı.


Ellerini bocalar gibi yanlarına bırakıp kendisine ateş püsküren komşuya sinsice tebessüm etti. Ben olanları merakla takip ederken tebessümümün yüzümün her bir zerresine yayıldığından habersizdim. Mahsun tavırları komşusunun da yüreğini eritmiş, masumiyeti yaramazlıklarının üzerini bir çırpıda örtmüştü. Çalan telefonum beni yaşadığım düşten sarsarak uyandırdı. Arayan Kadir Bey'di. Her yerde gözünün üzerimde olduğunu bilmiş gibi bakışlarımı çevirdim.


Enselendiğim tarzında tuhaf ve komik bir fikre kapılmıştım. Ne fark ederdi ki? Ben, ben gibi değildim. Onunla olan konuşmamı kısa tutup istemeye istemeye açtığım telefonu alelacele kapattım. Arkamı döndüğümde aynı yüzü bulma umuduyla yanıp tutuşuyordum. Telefonu avuçlarımın arasında sıkıp telaşla birkaç adım attım. Çok sevdiği oyuncağını kaybetmiş yaralı bir çocuk gibiydim ve o yoktu. Etrafı delicesine bir merakla kolaçan ettim. Neredeydi? Yeniden aracın önüne geldiğimde adamlarıma nereye gittiğini sormak istedim. Dudaklarım aralansa da bir şey diyecek yüzü kendimde bulamıyordum. Kimdim ben? Ne sıfatla onu soracaktım? Buraya basit bir iş için gelmiş evli ve belalı bir adamdım. Neyimeydi sevda benim?


Battal, bendeki tuhaflığı sezdiğinden gözünü bir dakika olsun üzerimden ayırmıyordu. Onu kaybettiğimde yolumu şaşırmış araca binip binmeme konusunda epey bocalamıştım. Son kez ardıma baktığımda yokluğu içime bir sancı gibi çöküp kalmıştı. Mutsuz bir şekilde araca binip sür emrini verdim. Haşim'i görücü geldiği kızın evine bıraktık. Araçtan onunla birlikte şoförü de indirip yola devam etmek istedim. Battal, beni yalnız bırakmak istemese de kararım kesindi.


Oldukça şaşkın ve tedirgindim. Öyle ki aracı sürerken önümü gördüğümden bile şüpheye düştüm. Çok hızlı sürdüğümün farkına ancak birkaç korna sesi duyduktan sonra varabildim. Bakışlarımı dikiz aynasına sabitlediğimde o çakır gözlerden başka bir şey görmüyordum. Gökyüzü onun harelerine boyanmış, deniz bakışlarında demlenip dalgalanmıştı. İyi değildim... Boğulur gibi olduğumu hissettiğim o talihsiz anlarda ani bir fren yapıp aracı kenara çektim. Hemen sağ yanımdaki deniz usulca çırpınıyordu. Turkuaz rengi şeffaf yüzeyi ve beyaz köpekleriyle çaylak delikanlılar gibi afallayışıma şaşırmış, sanki dalga geçiyordu.


Yavaş yavaş taşlıkları geçip başımı ellerimin arasına aldım. Ne oluyordu bana böyle? Neden ılık ılık terliyordum? Neden başım dönüyordu? Bu kalp çarpıntısı da neyin nesiydi? Başımı göğe kaldırdığımda da denize çevirdiğimde de görebildiğim o bir çift mavi gözden başkası değildi. Sarı perçemlerinin arasına sığınan bir çift mavi göz... Kısacık anda ne yapmıştı da böyle derbeder olmuştum?


Bir kadına... Nefret ettiğim o baş belalarından birine gönül mü vermiştim? Hayır... Bu asla mümkün olamazdı. Epey bir süre orada bekledikten sonra ani bir kararla araca döndüm. "Hayır!" diye sayıkladım yeniden. "Ben aşık falan olamam. O zebanilerden birine asla yüreğimde yer vermem!" Geri dönüp Haşim'i ve diğerlerini aldım. Bana tuhaf gözlere bakıyorlardı. Alışık oldukları halde bugünkü dengesizliklerime bir anlam verememişlerdi. Bana ne olmuştu böyle?


Dalgın bir şekilde o uzun sahil şeridine ve deniz manzarasına bakarak Diyarbakır'a döndüm. Midem düğümlenmiş gibiydi. Bir şey yiyip içemiyordum. Eve gelir gelmez beni meraklı gözlerle süzen aile bireylerini cevapsız bırakıp odama yöneldim. Nasıl olsa Haşim süzmesi onlara her şeyi tüm detaylarıyla anlatacaktı. Beni kendi halime bırakmaları o an istediğim tek şeydi. Sadece yalnız kalmak istiyordum. Giysilerimi çıkarıp duşa girdim. Su sonuna kadar açıktı. O başımdan aşağı bocalanırken döküldüğü yere yüreğimdeki deli rüzgârı da bırakmasını istedim. Ben aşık falan değildim. O kız benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Kesilen soluğum yanan tenimde koca bir yalanın aptal senfonisini yapıyordu.


"Kahretsin!" diye bağırmak istedim. Buğulanan kabin bile onun gözlerini, onun bakışlarını duyularımın gördüğü her yere taşıyordu. Uzun uzun duş aldıktan sonra üzerimdeki havluyla odama geçtim. Biraz uyumak iyi gelecekti. Ama hayır... Gülnaz Hanım peşimi asla bırakmazdı. Bana yaklaşıp biçimli omuzlarıma dokundu. Gözlerindeki özlem ve sevgiden nefret ediyordum. Bana kendimi daha da aşağılık bir adam gibi hissettiriyordu. Zoraki sahip olduğunuz çocuklar dışında aramızda bir bağ yoktu.


Kötü bir adamdım. Ondan sevgimi esirgediğim gibi nefretimi de esirgiyordum. Aldanmıştı. Asla hayatıma girmemesi gereken bir zamanda karım olmuştu. Bana her baktığında yakışıklı ve güçlü bir adam görüyordu. Yabana attığı nefretim ve kinime rağmen onunla birlikte tüm kadınlar peşimdeydi. Elimden gelse hepsini bir çırpıda bu dünyadan siler atardım. Onlar peşimde pervane olurken hissettiğim nefret duygusunu görmedikleri için zihnime bile kızgındım. Bir katile, silahlı bir gangstere hayranlık duyuyorlardı. Hepsini bir kalemde harcayacak kadar gözü kara bir canavara hem de...


Güzellik hem şansım hem de şansızlığımdı. Kalbimdeki karanlık ve kötülük yüzümde kendini göstermemişti. Dışardan bakıldığında yirmili yaşlarının sonlarında yakışıklı bir iş adamı gibi görünüyordum. Bu gizli silah birçok aptalı peşime düşürse de onlarla zaman harcayamayacak kadar akıllıydım. Bana sarılıp dokunmak isteyen Gülnaz'ı engelleyip odamdan kovdum. Birkaç parça kıyafeti giyip yatağıma uzandım. O kızı düşünmek istemiyordum. Uyuyacaktım ve her şey silinip gidecekti. Ne büyük bir yanılgı... Rüyalarım bana onu gördüğüm anı yüzlerce kez yaşatmıştı. Gece sıçrayarak uyanıyor, boş boş odada dolaşıp hiçbir zaman benim olamayacağını bildiğim bir hayaleti özlüyordum.


O gün yıllar sonra beyaz bir resim sayfasını alıp aklımı esir alan o bir çift çakır gözü çizdim. İçimdeki közü harlamaktan başka bir işe yaramayacağını biliyordum. Ama bunu yapmaktan kendimi alamıyordum. Günler sonra bir gece vakti araca atlayıp kendimi Karadeniz'in keskin virajlı yollarına savurdum. Ona gidiyordum. Bulabilecek miydim, bilmiyordum. Onun geçtiği yollardan geçmek, içtiği sudan içmek, onun temas ettiği denize karışmak istiyordum. Sokak sokak dolaşıp kim olduğunu soracak, adını ve kimliğini öğrenmeden şehirden çıkmayacaktım. Gece boyu uykusuz kalıp direksiyonu çevirdim. Adamlarımdan birini yanıma alıp bu işi yorulmadan da halledebilirdim. Ama istemiyordum. Kimsenin yüreğimdeki kasırgadan haberi olmamalıydı.


Sonunda arşınlanan hasret yolları bitti. Onu gördüğüm yere geldiğimde aracı bırakıp tam bulunduğu noktaya ayak bastım. Gözlerimi kapattım. Sanki hemen bir nefes kadar yakınında masum masum bana bakıyordu. Gözlerim kapalı orada öylece dikilip hasretimin kollarına teslim oldum. Bakışlarımın değdiği yerdeydi. Hipnotize olmuş gibi hayalini görüyordum. Gülen gözlerine ve masum yüzüne mecalsiz ama arzulu bir hissiyatla baktım. Tebessüm eden dudakları, dudaklarımın kıvrılıp aralanmasına sebep oldu. Güneş kızıldığını dünyanın beline kuşak misali sarar olmuştu. Saniyeler içinde benden ayrılıp silindi. Sol yanımda eski ahşap bir bina vardı. Camını kırdığı ev olduğunu hatırlamıştım. Hemen kapıyı çalıp o kızı sormak istedim. Belki bilirdi, belki tanırdı kim bilir? Aptal bir serseri gibi görünecek olsam da denemeye değerdi.


Öğle saatine kadar bir ağacın altına kıvrılıp uygun zamanın gelmesini bekledim. Dakikalar asır zaman düşmanım olmuştu. Toparlanıp üzerimi silkelediğimde hâlâ tam olarak ne diyeceğimi bilemiyordum. Evli barklı, olgun bir adam yabancı bir memlekette tanımadığı insanların kapısını çalıp neden bir kızı sorardı? Bu saçma sorunun cevabını vermek öyle zordu ki!


Tüm aptallıklarımı boş verip yabani görünmemeye çalışarak kapıyı çaldım. Kadını gördüğümde doğru adrese geldiğimi anlamıştım. Beni meraklı bakışlarla baştan aşağıya süzdükten sonra, "Buyurun!" demeyi akıl etti. Mahcubiyetimi gizleyerek birkaç gün önce camını kıran kızı tanıyıp tanımadığını sordum. Bana güvenmemişti, tedirginliğini gözlerinden okuyabiliyordum.


"Haberim yok, tanımam kızı!" diye kestirip attı. Yalan söylediğinden şüphelenmiştim. Defalarca ısrar ettiğim halde durum değişmedi. Çaresizce evden çıkıp yıkılmış bir halde sokağın ortasında durdum. Yol dörde ayrılıyordu. Hangisine yönelmeliydim? Beni ona götürecek yol hangisiydi. Araca binip tüm sokakları defalarca turladım. Gözlerim sadece onu arıyordu. Bir tek onu... Yoktu. Aracın benzini bitmiş gün geceyi koynuna almıştı. Yakıtsız bir araçla daha fazla gidemeyeceğimi anlayıp sokaklara düştüm. Koşarcasına hızlı adımlarla o yollarda döndüm durdum. Sarışın olduğunu gördüğüm bir kadının peşine düşmüş kolunu çekiştirdiğimde bir başkası olduğunun farkına varmıştım. Onu binlerce kadın arasından bile tanırdım. Ah bir çıksaydı karşıma! Yollarımız bir saniye olsun buluşsaydı ne olurdu?


Delicesine koşarak tüm sokaklarda onu aramaya başladım. Avare gibi tanımadığım bir ilçede bulduğum her evin kapısını çalıyor, uzun sarı saçları olan mavi gözlü bir kız tanıyıp tanımadıklarını soruyordum. Bu çılgınlığımı gören insanlar beni deli olamayacak kadar şık ve bakımlı, akıllı olamayacak kadar düşperest buluyor olmalıydı. O tuhaf bakışların başka bir anlamı olamazdı. Tüm o saçma koşuşturmanın arasında artık dengemi sağlamakta zorlanıyordum. Beni bir sapık ya da mecnun gibi görmeleri umurumda değildi. Onu bulamıyor oluşumu kaldıramayacak kadar tuhaf bir oyunun içine düşmüştüm.


Gün kararmaya yüz tuttuğunda artık pilim bitmişti. Ne olduğunu bile anlayamadan kendimi kaldırımın kenarında yığılmış bir vaziyette buldum. Gözlerimi açtığımda orta halli bir hastane odasındaydım. Aralanan gözlerim Battal'ı buldu. Bana tuhaf gözlerle bakıyor, burada ne aradığını sessiz sedasız sorguluyordu. Ne diyecektim ona? Yolda bir güzele tutuldum, şanıma şerefime bakmaksızın düşe kalka onu aradın mı? Evli ve çocuklu bir adama yakışıyor muydu berduş halim? Ah be deli yüreğim! Neden dinlemez oldun beni?


Tek bir soru dahi sordurtmadan hastaneden çıktım. Yanına Haşim'i aldığını ancak odadan çıktığımızda fark edebilmiştim. Onları, görmeye gittikleri kızın evine bırakıp yeniden kopup geldiğim sokağa yöneldim. Okul forması... Giydiği forma aklıma geldi. Bir çay bahçesinde oturup ilçedeki lise ve dengi okulları araştırmaya başladım. Onu bulacaktım. Sonunun ne olduğu umurumda değildi. Ne rezillik çıkacağı da... İstediğim sadece oydu!


Epey okul sitesi dolaştıktan sonra aradığımı bulmuştum. Açtım... Günlerce bir şey yemediğim halde midem kalbimin karşısında titreyen korkak bir uşak gibi bu duruma ses çıkaramıyordu. Yeniden araca atlayıp okulun önüne gittim. Doğru iz üzerindeydim. O formayı giymiş pek çok öğrenci gözlerimin önünde bana hayretle bakıyordu. Tanınmamak için güneş gözlüğü takıp okul bahçesinden geçtim. Saçmaladığımın farkındaydım. Okulu bulsam bile ne yapabilirdim ki? O beni tanımıyordu ve elbette bende onu. Neyin peşinde olduğum ise tam anlamıyla bir muammaydı.


Etrafta dolaşıp meraklı bakışlarla çevreye göz attım. Sınıf sınıf kat kat dolaştığım halde izine tozuna ulaşamamıştım. Umudumu kaybetmek üzereyken hiç ummadığın bir anda tekrar karşıma çıktı. Elinde çayla bahçedeki bir bankta oturup bir şeyler okuyordu. Ve neyse ki yalnızdı. Keşke daha az dikkat çekecek bir şeyler giymiş olsaydım.


Kendimi fark ettirmeden yanındaki banka iliştim. Burnunun dibinde bir şapşal gibi gülümsediğim halde beni fark etmemiş Özdemir Asaf'a ait, harika bir şiir kitabına merakla göz gezdiriyordu. Kararsızca bocaladıktan sonra, "Çok güzel bir kitaptır." diyerek söze girdim. Başını çevirip manasızca baktı. Güneşin altında küçülen minik mavi gözleri, gerilen kaşları kulaklarıma kadar gelen dudaklarımın aralanmasına sebep oldu. Cevap vermedi. Yeniden önüne döndüğünde onu bırakmamaya kararlıydım. Adını öğrenip tanışacak, birkaç diyalog da olsa kuracaktım.


"Hep bu kadar mesafeli misinizdir?" Yeniden başını kaldırıp öfkeyle dudaklarını dişledi. Yüzüne yer yer kızgınlık emarelerinin yerleştiğini görebiliyordum. "Peki ya siz, bu kadar işgüzar olmak zorunda mısınız?" Kırılmıştım. Bu konuşmalar hayalimde kurduğum romantik tanışmalardan oldukça uzaktı. Ayağa kalkıp hızla yanımdan uzaklaşmak istedi. Hakkım olmadığını bildiğim halde kolunu tutup onu engellemeye çalıştım. "1 dakika yanlış anladınız. Ben sadece..." Kolumu sert bir şekilde itip bağırdı. "Kimsin sen be! Ne hakla bana dokunursun? Çek elini üzerimden bir daha sakın bana dokunma."


Kontak bir bakış atıp koşar adım yanımdan uzaklaştı. Peşini bırakmaya niyetim yoktu. Beni yanlış anlamıştı. Muhtemelen lise önlerinde öğrencilere sarkıntılık eden çapsızlardan biri olduğumu düşünüyordu. Belki de parasıyla küçük kızları kandırıp gönül eğlendiren zengin baron kisvesini teklifsizce üzerime geçirmişti, kim bilir? Hatamı telafi edip derdimi anlatamadan uzaklaşmasına izin veremezdim. Peşinden geldiğimi görünce daha da hızlandı. Kapıdan çıktığı esnada ayakları birbirine dolaştı ve kendisine çarpmak üzere olan büyük siyah aracın hışmından son anda kıl payı kurtuldu. O an hayatımın en büyük korkusunu yaşamıştım. Onu kaybetme korkusunu... Yanına gidip, "İyi misiniz?" diye sordum. Bana öfke dolu bir bakış attı. "Sayenizde hiç iyi değilim. Bela oldunuz başıma. Neden peşimi bırakmıyorsunuz?"


"Ben sadece... Yaralanmışsınız!" Telaşla yanına diz çöküp yarasına dokunmak istedim. "Dokunma!" diyerek çabalarımı görmezden gelmişti. Sırtındaki kot okul çantasından bir yemeni çıkardı. Beyaz, ipeksi bir kumaştan yapılmış, kenarlarına gül tomurcuğu şeklinde iğne oyası işlenmişti. Yardım etmek istediğimi söylediğim halde, "İstemez! Yeterince yardım ettiğiniz zaten." diyerek sözlerimi kestirip attı. Ne yazık ki söylenmeleri bu kadarla da sınırlı kalmamıştı.


"Harika tüm şapşallar beni bulur zaten. Şimdi işin yoksa eve kadar topallayarak yürü. Evdekilere durumu izah et! Aman beee! Allah'ım ne günah işledim ben? Ölmek istiyorum!" Dudaklarım söylenmelerini duyunca istem dışı tebessümle aralandı. O, adım adım uzaklaşırken bu kadar çabuk vazgeçmemem gerektiğini kendime hatırlattım.


"Sizi eve bırakmama izin verin! En azından hatamı telafi edebilirim." Saçlarını elinin tersiyle geriye doğru savurup beni dövecekmiş gibi ters bir bakış attı. "Sizden yardım isteyen oldu mu? Hâlâ ne yardımından bahsediyorsunuz?"


"Sizi evinize kadar bırakabilirim. Hem yollarda helak olmazsınız. Ben..."


"Ne?" Dudaklarını burnuna kadar kıvırdı. Bakışları pervasızca aracımda dolaştı. "İyice saçmaladınız artık. Tanımadığım insanların arabasına binecek kadar aklımı kaybetmedim beyefendi. Siz kendinizi ne zannediyorsunuz?" Şoför, Haşim ve Battal da bu diyaloglara oldukça şaşırmıştı. Tuhaf bakışlarımız arasında ellerini beline sabitledi. Ve başını alayla kaldırıp mavi bakışlarını kıstı.


"Artist kartpostalı gibi karşıma dikileceksiniz. Ben de lüks aracınızı görüp salya akıtarak sizin birkaç günlük mezeniz olacağım öyle mi?" Sağ elinin işaret parmağını gözaltının hemen altına uzatıp "Pışıık!" diye çemkirdi. Ve ekledi. "Avucunuzu yalarsınız." Ardından şaşkın bakışları arasında aynı çirkef tavırlarla aracın tekerleğine giydiği konverslerle okkalı bir tekme savurdu.


"Şimdi topla arabanı yol al. Bir daha da lise önlerini bekleyen sübyancılar gibi karşıma dikilip artistlik yapma." Ergen, liseli tavırları gülümsememe sebep olmuştu. Hayalimdeki tanışma bu olmasa da mutluydum. Elbette onunla geçireceğim yıllar bedensel gelişimine olduğu gibi psikolojik gelişimine de sahne olacaktı. Asiliği kalsa da çocuksu sözlerinin olgunlaşmasıyla değiştiğini bizzat yakından gözlemlemiştim.


Ben kararsızca kıvranırken şoför hızla araçtan çıktı. "Kusura bakmayın Beyim. Aniden çıktı karşıma göremedim." Onun şaşkın bakışlarını umursamadan dişlerimin arasından "Daha dikkatli olmalıydın!" diye azarladım. "Şoförümün kusuruna bakmayın lütfen!" Bizden ters yönde birkaç adım uzaklaştı. "Çete misiniz siz? Biri peşinden koşturur, öteki üzerime direksiyonu kırar. Sizi bana sayıyla mı veriyorlar."


"Hanımefendi yanlış anladınız." demeye kalmadan beni hırsla itip, arkasını döndü ve topallayarak bizden uzaklaştı. Ardından öylece bakakalmıştım. Yüzümdeki o sersem tebessümü ne yapsam silemiyordum. Hayatımın bilmem kaçıncı baharında nasıl bir sarsıntıya tutulmuştum ben böyle? Aklımdan onun hakkında bin bir türlü itlik geçiyordu. Burası engebeli bir yerdi. Hemen şimdi tenha bir yerde onun kıstırıp kaçırırsam ne olurdu? Güvenlik kameraları da pek nadir bulunurdu böyle yerlerde. Kimse görmez, bilmezdi. Saçmalama dedi iç sesim. Bunu yapmaya hakkın yok. Şeytana uymak için hiç doğru bir zaman değil. Ben bir bataklığın içinde cırmalayıp duruyordum. Ha bir eksik ha bir fazla... Boğazına kadar günaha batmış biri çirkeften korkar mıydı?


Battal, içeride kız evine gitmek için sabırsızlanan Haşim'i gösterip, "Gidelim efendim." dedi. Haşim'i biricik aşkına bırakıp bana kahve içmeyi teklif etti; fakat midemde uçuşan kelebekleri düşününce bu isteğini kararlılıkla reddettim. Sebepsizce günlerdir beni evden uzak tutmaya çalışıyordu. İşkillenmiştim. Yasakları çiğnemek insana ayrı bir haz verirdi. Sanırım ben de bu akılla oraya delicesine gitmek istemiştim. Hayatımın en güzel şokunu o tek katlı, ahşap evde yaşamıştım. Günlerce peşinden koştuğum, ilçeyi didik didik edip aradığım kız tam karşımda bitmişti. Tesadüf müydü yoksa kader mi, ben de bilmiyordum. Göz göze geldiğimizde nutkum tutulmuştu. Kalbimin çarpıntısına teslim olmuş, hayret ve mutlulukla öylece kaskatı kalakalmıştım. "Siz..." dedi yüzünü acı çekiyormuş gibi buruştururken. İçimde çoğalan sevinç dalgasına engel olamıyordum. Bir süre kızgınlık ve şaşkınlık arasında bocalasa da kendini umduğumdan çabuk toparlamıştı.


Babasının ısrarıyla istemeye istemeye "Hoş geldiniz." dedi. Yutkunup gözlerimi ondan ayırmadan, "Hoş bulduk!!" diye karşılık verdim. O gün eşsizdi. Onun hayatı güze çalarken ben ömrümün güzelliklere gülümseyen baharına tutulmuştum. Yüreğimi dağlayan, beni mecnuna çeviren o sevda içime işliyordu. Geçmiş silinmişti; gelecek ise anbean kulağıma mutluluğun ezgisini fısıldıyordu. Ben yâri uzaklarda ararken o bir nefes kadar yakınımdaydı da benim haberim bile olmamıştı. Ona etrafımızdaki insanları umursamadan doya doya baktım. Utanmıştı... Belli ki ilk kavgamızı hatırlamış ister istemez mahcup olmuştu.


Kavgalarımız... Ne ilk olacaktı ne de son. O beni kendinden ittikçe ben ona daha büyük bir tutkuyla bağlanacaktım. Ne de güzel utanıyordu öyle! Bu gözler nasıl kaçardı benden? Onun gözleri benim vatanım olmuştu. Sanki gül değil de gülistandı bakışlarında açan sevdanın çiçekleri. Onu ilk gördüğüm günden beri Karadeniz'in yüreğime işlediği sevdanın çıkmaz sokaklarında çırpınıp duracaktım. Ondan uzak duramıyordum. Yanındayken hayat duruyor, başaramayacağımı bile bile yüreğimin çarpıntısına direniyordum.


Sürekli yollara düşer olmuştum. Haşim'i gaza getirip soluğu her fırsatta Rize'de alıyordum. Bazen bitmek bilmeyen yollara dayanamayıp özel uçağıma binip ona kavuşacağım anları sayıyordum. Bendeki bu değişiklik kimsenin gözünden kaçmamıştı. Sürekli kendime iş icat edip şehirden kaçmalarım, başta Kadir Bey olmak üzere herkesin gözüne batar olmuştu.


Bazen erkek tarafıyız deyip hediyelerle kapılarına dayanıyordum bazen de yol üzerinde uğrayıp düğün meselelerini konuşacağımı söylüyordum. Vakitleri doğru ayarlamayı öğrenmiştim. Hafta sonları en doğru zamandı. Nazar hafta içi okulda olurdu. Elbette onun olmadığı bu vakitlerde asla eve damlamazdım. Gündüzleri de yanlış zamanlamaydı. Genellikle ablasıyla yaylaya gitmiş olurlardı. Ama hafta sonları bana istediğin o birkaç dakikayı az da olsa verirdi. Yüzüme bile bakmadan, "Hoş geldiniz!" der sonra da benim sevdamdan odasına sığınırdı. Nereden bilecekti o birkaç dakikanın bana dünyaları bahşettiğini?


Bir keresinde Haşim'i de alıp bir bahaneyle evine gitmiştim. Neyse ki bu teklifime hayır diyemeyecek kadar saftı. Arabayı biraz uzakta park edip eve doğru yürümeye başladık. Kapıya geldiğimizde Haşim nişanlısıyla içerde görüşmek istemişti. Ben de tuhaf bir ısrarla Nazar'ın karşıma çıkmasını bekliyordum. Dakikalar arttıkça sabrım da tükendi. "Ah! Sorulmaz ki kızınız nerde?" diye.


Nazar'ı hangi akılla bekliyorsun deseler ne diyecektim? Göze batmamak en iyisiydi şu durumda. Kapıların yüzüme tamamen kapanmasını istemiyordum. Anne-babası iyiden iyiye bendeki sabırsızlığı, yol gözlemeleri fark etmişti. Saati kontrol etmelerim, gereksiz kıpırdanmalarım, her kapı çarptığını gözlerimin Nazar'ın odasını yoklaması... Duygularımı bu kadar belli etmemem gerektiğini bildiğim halde kendimi dizginleyemiyordum. Sonunda dayanamayıp sigara içme bahanesiyle dışarı çıktım. Temiz hava deli gibi atan kalbimi, kesik solumalarımı biraz olsun bastırabilmişti.


Yanlış zaman seçtiğimi düşünüp umutsuzluğa kapıldığım esnada ince, duygu yüklü bir ses kulaklarıma ilişti. Sesi tanımıştım. Bu güzel, masum tını ancak ona ait olabilirdi. Hissettirmeden usulca bostana yaklaştım. Etrafı tahtadan çitlerle çevrilmişti. Çitler ise kendisine yapışan sarmaşıkların istilasına uğramıştı. Bahçenin sağ tarafı envai çeşit sebzeye ev sahipliği yaparken sol yanı çiçeklerle doluydu. Gül mevsimiydi ve ben onları ilk defa bu kadar masum, bu kadar aşk dolu görüyordum. İçlerindeki en güzel güle sevdalandığımdan mıdır bilinmez onların güzelliğini de daha yeni yeni keşfediyordum.


O, çamurlu elleriyle saksıların dibine toprak bırakırken kulağım sadece onun güzel sesini duyuyordu. "Çemberimde gül oya. Gülmedim doya doya. Dertlere karıyorum günleri say saya. Al beni kıyamam seni." Ne de güzel söylüyordu. Üzerinde beyaz dökümlü elbisesi başına bağladığı küçük üçgen şeklindeki beyaz yemeni... Yemeninin arasına, kulağının hemen üzerine bırakılan beyaz gül tomurcuğu... O dizlerinin üzerine çökmüş bir halde dururken ben ona o da kendi dünyasına dalmıştı. Başı ansızın kalktığında gözlerimiz buluştu. Alnı saniyeler içinde kırıştı ve öfke yüzünün her bir zerresine yayıldı. Ben yutkunarak ona anbean yaklaşırken çamurlu ellerini gizlemeksizin tırnaklarını avuçlarına batırdı.


Neredesin ey yar? Sen de ölmeye, sen de kavrulmaya geldim. "Ne işiniz var sizin burada. Bakıyorum evden ayrılmaz oldunuz." Öfkesi beni kızdıracağına güldürmüştü. Doğru söze ne denir? Yar ben ölümü de hayatı da sen de tattım. Sana geliyorum, sana mecburum anlasana! Söylenmiyordu işte. Hele benim gibilere daha da zor gelirdi bunları itiraf etmek. Ben bile duygularımı yeni yeni keşfediyordum. O nereden bilecekti ki yüreğimdeki sızıyı? "Sizi rahatsız ettiysem..."


"Evet rahatsız ettiniz. Kapıdan kovsak bacadan giriyorsunuz. Sizce de bu kadar misafirlik biraz fazla değil mi?" Sözleri karşısında hayretler içerisinde kalmıştım. Bu kız biraz önce açık açık beni evden mi kovmuştu? Ona prenses demekte acele ettim anlaşılan! Tam bir sarı cadı! "Bu kadar kaba olabileceğinizi düşünmemiştim." Dudaklarının kenarından imalı bir şekilde 32 diş sırıttı. "Daha fazlasını görmek ister misiniz?" Yanıma yaklaşıp ittiğinde gerisin geriye sendeledim. ceketime bulaşan çamurlar umurumda bile değildi. "Gidin buradan!" Kapı gıcırdayarak açılır açılmaz dikkatimi o mavi atlastan biraz olsun ayırabilmiştim.


"Bir sorun mu var?" Murat'ın kuşkulu bakışları huzursuz etse de hiçbir şey olmamış gibi gülümsedim. "Sorun yok! Sesler duyunca bakmak istedim. Bahçeniz çok hoşmuş." Ardından kaş altından imalı imalı gözlerini süzüp "Nazar Hanım'ın misafirperverliği kadar olmasa da!" diye ekledim. Murat kaşlarını çatarken ben alaylı, yapmacık bir şekilde gülümsemeye devam ettim. Bakışlarım yeniden Nazar'ı bulsa da beni umursamayıp ergen gibi haylazca gözlerini devirdi.


Abisinin işkillendiğini anlamıştım. Tıpkı Battal gibi... Bu durum beni rahatsız etmiyordu. Yaptıklarımın doğru olmadığını zaten biliyordum. Çok tuhaf bir ruh halindeydim. Duygularımı hem herkesten gizlemek hem de tüm dünyaya duyurmak istiyordum. Ah bu deliliklerim yapacaklarımın yanında devede tüy bile değildi, ne saadet!


Oradan çıktığımızda kafam allak bullaktı. Bu halleri fark eden Battal genel tavrının aksine bana şüpheli bakışlar atıyor, yer yer iç çekerek bir şeyler söylememi bekliyordu. Uzun yolculuğumuzun ardından bahçeye girdiğimizde kapıyı kapatıp beni manalı manalı süzdü. Yüzümde anlamsız bir tebessüm peyda olmuştu. Bana ne olduğunu umursamıyordum. Hissettiğim tek şey içimde uçuşan kelebeklerdi.


"Yapmayın bunu efendim!" Bakışlarımı kaçırıp bilmezden geldim. Battal bunu asla yapmazdı. Ona karşı hep dürüst olmuştum ama şimdi durum farklıydı. Beni anlamayacağını biliyordum ve kendimi anlatmak gibi bir derdim de yoktu. Beni kendi halime bırakmalıydı. Kapıldığım rüzgârın beni nereye götürdüğünü düşünemeyecek kadar aşkla doluydum. Bu gönüllü bir sürgündü.


"Susmayın! Her şeyin farkındayım." Ceketimi çıkarıp usulca kenara bıraktım. "Neyin farkındasın?" Soruma kararlılıkla cevap verdi. "O kıza âşık olduğunuzun." Başımı kaygısızca kaldırıp gökyüzünü matem dolu bakışlarla taradım. Yıldızları hayranlıkla süzmek içimde çağlayan aşk ırmağını iyiden iyiye köpürtmüştü. Yıldızlar bile bir başka parlıyordu bu gece. Öyle berduşça bir mutluluk vardı ki içimde onu dinlememekte direniyordum. "Çok güzel parlıyorlar değil mi? Tıpkı mavi atlasta gördüklerim gibi."


"Bu işin sonu yok Beyim. Siz yasak bir şarkıyı mırıldanıyor size asla ait olamayacak bir çiçeği koklamaya çalışıyorsunuz. Yapmayın! Ailenizi, çocuklarınızı, itibarınızı düşünün. Bir avuç heves için bunca emeği yıkmaya değmez." Aptal, çocuksu bir tebessümle, "Heves değil aşk!" diye düzelttim. "Bu aşkın ta kendisi. Bu ölümün ta kendisi. Onu gördüğüm günden beri tüm duygularım intihar etti anlamıyor musun?" Başımı yeniden gökyüzüne kaldırıp tüm yıldızları içime çektim. Kollarımı göğü kucaklar gibi havaya kaldırdım. Gözlerim kapalı bir şekilde bir şahin gibi yavaş tempoda kendi etrafımda dönmeye başladım. "Nazar... Nazar... Nazar..." Gözlerimi açmak istemiyordum. Gözlerinin hayali bile beni bitiriyor ve bittiğim yerden yeniden başlıyordum.


"Nazar seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Sadece seni koca bir ömrü harcayacak kadar çok... Çok..." Haykırışlarımın arasında gözlerimi açtığımda Battal'ın hüzünlü bir şekilde bakan gözleri ile karşılaştım. Ona ancak akıl hastalarına yakıştırabilecek tarzda bir gülücükle karşılık verdim ve kendimi arkamda duran havuza sırtüstü bıraktım. "Efendim!" Suya dalıp bir süre nefesimi tuttum. Başımı kaldırdığımda bana telaşla elini uzattığını gördüm. Onu umursamadan birkaç kez daha dalıp çıktım.


"Seviyorum... Seviyorum.... Herkes duysun, Nazar'ı çok seviyorum. Nazar'ı hiç kimsenin sevemeyeceğim kadar çok..." Kollarımla bahçe ışıklarının altındaki havuz suyuna sert bir şaplak attım. İşaret parmağını dudaklarına götürüp susmam yönünde telkinlerde bulunuyordu. Bunu görmezden gelip suyun içindeki ıslak başımı yatar gibi geriye doğru bıraktım. Gözlerimi açtığımda Gülnaz'ın pencereden bakan öfkeli bakışlarına tosladım. Tepetaklak halimle bile gözlerindeki yırtıcılığı fark edebiliyordum. Biraz önce yaptığım tüm saçmalıkları görmüş müydü?


Neşem kaçmıştı. Battal'ın da yardımıyla sudan çıktım. Odama çekilmek ve uyumak istiyordum. Umutlu olduğum o güzel hayal alemine kaçmak bana her şeyden iyi geliyordu. Bedenime yapışmış bir halde duran beyaz gömleği çıkardım. Pantolonumun kemerine iliştiğimde odamın kapısı aniden açıldı. Karşımda gördüğüm kişiye hiç ama hiç şaşırmamıştım. "Biraz önceki o saçmalık da neyin nesiydi?" Ona sırtımı dönüp gardıroba yöneldim. Beni yarı çıplak bir vaziyette görmesine tahammül edemiyordum. Üzerime doğru yürüyüp elimdeki tişörtü yere savurdu. "Senden bir açıklama bekliyorum."


"Çık odamdan! Sana verecek bir cevabım yok." Yanıma biraz daha sokulup, "İçtin mi?" diye mırıldandı. Gözümü imalı bir şekilde kırptım. "Hayır!" Yalan söylüyordum. Deli gibi içmiştim. Ama asıl sarhoşluğum o aşk tenimi alev alev yaktığında başlamıştı. "Kendimdeyim ben. Senin için üzücü değil mi? Sarhoşluğumdan faydalanıp koynuma giremeyeceksin. Seni sevmeyen bir adamı saçma sapan muskalarla kendine bağlamaya çalışmaların da işe yaramaz oldu. Bu sefer..."


Bana tokat atmak istediğinde elini tuttum. "Sakın bunu bir daha deneme!" Yalvarır gözlerle bana bakıp yüzümü okşamak istedi. Kendimi ona karşı suçlu hissediyordum. Belki de sesimin yüksek çıkmasının en büyük sebebi de buydu. Beni umutsuzca seviyordu ve benim yüreğim asla onun olamayacaktı. Allah belanı versin Mervan! Nasıl bu evliliği kabul edebildin? Kaderin Nazar'ı sana kazandırmasına neden izin vermedin? Ben başımı yan tarafındaki boy aynasına çevirirken parmak uçları kısa kirli sakallarımda gezindi. Gözleri gözlerimde medet umar gibi nefeslendi.


"Bana onu sevmediğini söyle!" dediğinde bunu söylemeyi deliler gibi istediğim halde âşık olduğum gerçeğiyle yüzleştim. Söyleyemezdim. Yüreğimde sevda fırtınaları eserken zihnim bunu dilime fütursuzca taşıyamazdı. Başımı olumsuz anlamda sallayıp ellerimi indirdim. Ondan uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Acılı gözleri bana kendimi adi bir pislik gibi hissettiriyordu. Hep hissettiğim gibi...


Ondan uzaklaşıp sırtımı yüzüne döndüm. Konuşmak istemiyordum. İki çocuğumun annesiydi. Aramızda özel bir bağ olmasa da bu kadarını ona borçluydum. Yanıma gelip alnını sırtıma dayadı. "Unut onu! Bir daha Rize'ye gitmeyiz. Görmezsen yavaş yavaş silinir..." Sayıklar gibi hıçkırıklar içinde söylediği bu sözler beni daha da üzüyordu. "Keşke geçeceğine inanabilsem. Anlayamazsın! Sanki ben yıllardır hep onu seviyordum. Sanki tüm ömrüm onu göreceğim günün diyetini ödedi. Vazgeçemiyorum." Yüzümü kendisine çevirip cevap arayan gözlerini gözlerime mıhladı. "Sana aşık mı?" Bir an duraksadım. İçimin alevlerle yanıp tutuştuğunu çok iyi biliyordum. "Bana aşık değil." Sevincini görmemek için yüzümü çevirdim. "Seni sevmeyen biri için mi yuvanı dağıtacaksın?"


"Sana haksızlık etmek istemiyorum Gülnaz. Onu sevmeden önce de bu ev bir yuva değildi. Aramızdaki tek bağın çocuklar olduğunu sen de biliyorsun. Sana ne fiziksel ne de duygusal olarak hiçbir şey veremiyorum. Benim olmadığım bir hayat senin için çok daha iyi. Seni daha fazla kırmak istemiyorum." Elimi tutup kalbine bastırdı. "Hâlâ bu evliliği başkaları istediği için yaptığımızı sanıyorsun. Hayır... Ben seni ilk gördüğüm andan beri seviyorum Mervan. Sana âşık oldum. Evlendiğimizde ne kadar kötü bir durumda olduğunu biliyordum. Seni sevgimle iyileştirebileceğimi düşündüm. Ama..."


"Olmadı Gülnaz." Pencereye yaklaşıp biraz hava almak istedim. "Tek taraflı bir sevdayla beni iyileştiremezsin." Bir süre umutsuzca beni izledi ve neyse ki konuyu daha fazla uzatmadı. O sessizce odamı terk ederken içimden Nazar'a umutsuzca âşık olduğum için kendime deliler gibi kızıyordum. Genellikle çevremdeki zengin ve güçlü erkekler böyle durumlarda birkaç günlük kaçamak yapıp heveslerini giderirdi. Ben böyle biri değildim. Ona duyduğum aşkı gelip geçici tutkulara kurban veremezdim. Bu sevdama ihanet olurdu.


Geceyi duygularımda boğulup yaşadığım hayatı sorgulayarak geçirdim. Ne yapacağımı ben de bilmiyordum. Sadece hissetmek ve kavuşmak istiyordum. Bu benim hayattaki tek mutluluğumdu. Ertesi gün Battal'ın zoruyla yeniden Karadeniz'e gittik. Aracımızı bir tamirhanenin önüne çekip beklemeye başladık. Ona niçin geldiğimizi sorduğumda sadece beklememi söylüyordu. Birkaç dakika sonra tamirhaneden genç bir delikanlı çıktı. Kahverengi saçları, ela gözleri olan sıradan bir işçiydi. Battal, meraklı bakışlarıma karşılık "Bu adamın kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ben anlamsızca bocalarken beni yıkan o sözleri dudaklarından savdı. "Mehmet Akgül... Nazar Hanım'ın sevgilisi." Duyduklarım karşısında beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Böyle bir ihtimalin olduğunu biliyordum ama ne yazık ki ne araştırmaya ne de yüzleşmeye güç yetiremiyordum.


"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye sorduğumda cebinden çıkardığı fotoğraf zarfını bana uzattı. Fotoğraflara yanarak değil ölerek baktım. Birbirine aşkla bakan bir çift vardı orada. Çok samimi kucak kucağa pozlar değildi belki ama gördüğüm her santim bir kurşun olup beni yakmaya yeterdi. O gün tamirhaneden çıkarken Mehmet'i takip ettik. Sakin bir yerde Nazar'la buluşmuştu. Onları aracın içinde uzaktan hayal kırıklıkları içinde izliyordum. Gülüşmeler, her an birbirine yapışacakmış gibi hevesle irkilen eller, aşk dolu bakışmalar... Nasıl dayandırdım buna? Nazar onu gerçekten seviyor olabilir miydi? Gözlerimin önüne gelen hayaller gerçekleşmek için itişip kakışıyordu. Hemen araçtan inip yanlarına gitmek istiyordum. Mehmet'e okkalı birkaç yumruk savuracak ve Nazar'ı kolundan tuttuğum gibi arabaya atacaktım. Tüm bunları yapmayı düşünürken haklı olup olmadığımı zerre kadar önemsemiyordum. Bildiğim tek şey âşık olduğum kızı asla bir başkasıyla paylaşamayacağım gerçeğiydi.


Bu tenha yerde Mehmet'i öldürsem ne olurdu? Nazar alıp götürdüğümde bana kim dur diyecekti? Gücümü ve paramı kullanarak onu istemese de yanımda tutabilirdim. Elimdeki silah tüm bu korkunçlukları yapma hakkını vermese de karanlığın gücünü avuçlarıma bırakıyordu. Güçlü olan ben olduğum için onların hiçbir şey yapmaya hakkı yoktu. Düşündüklerimi yapmak için harekete geçtiğimde Battal kolumdan tutup engel oldu.


"Hayatınızı ve itibarınızı mahvetmek için bu kadar aceleci olmayın. Buraya gerçekleri görmeniz için geldik. Bu işin bir sonu olmadığının farkına varın artık! Ailenize onun için ihanet ediyorsunuz. Başkasına aşık bir kadın için..." Dişlerimi çenemi kıracakmış gibi birbirine bastırıp yumruklarımı sıktım. Vazgeçmiştim... Şimdilik! Dönüşüm bu kadar basit olmayacaktı.


O gün aracı hızlı bir şekilde sürüp oradan uzaklaşmıştım. Aklımdakileri gerçeğe dönüştürmek için bunu yapmaya mecburdum. Diyarbakır'a döndüğümde eve uğramadım. Gece deliler gibi içip güç bela odama gittim. Ne yazık ki sarhoşluk hatalarım Gülnaz'ın doğuracağı daha doğrusu doğuramayacağı üçüncü çocuğa kapı aralamıştı.


Günlerce kahrettikten sonra silahımı alıp aynı tamirhaneye yeniden gittim. Bu sefer kapının önünde beklemeyecek gerekirse içeri girip onunla hesaplaşacaktım. Aracı güçlü duruşumu bozmadan tamirhanenin önüne çektim. 2 kişiydiler. Yanında kızıl saçlı, çilli bir çocuk daha vardı. Araçtan indiğimde yüzüm öfke ve nefretten kasım kasım kasılıyordu. Oraya niye geldiğimi bilmiyordum. Onu öldürecek miydim gerçekten? Ne değişirdi? Nazar bir süre yas tuttuktan sonra bana gelir miydi? Evde beni bekleyen âşık bir karım ve iki çocuğum varken ona ne vaat edebilirdim ki?


Bakışları bir süre siyah, lüks aracımda oyalandı ve ardından kendisini uzaylı görmüş gibi inceleyen beni fark etti. Kibirli ve vurdumduymaz bakışlarımın arasında bana elini uzattı. Karşısında put gibi dikilip karşılık vermedim. Aniden bir şey fark etmiş gibi yağlı eldivenlerini çıkarıp yeniden elime uzandı. Kendisine dokunmayışımı eldivenlerindeki yağ ve kire bağlamıştı. Oysa durum hiç de onun sandığı gibi değildi. Kirli ve yanlış olan bendim. Benim duygularım ve düşüncelerim... Havada kalan elini daha fazla bekletmeden sıktım. Çırağına benim için acı bir Türk kahvesi söyledi ve oturmamı isteyip aracımı incelemeye başladı. Onu beğendiğini her halinden anlayabiliyordum. Bakışları ilgili olsa da asla görgüsüzce değildi. O işine odaklanırken ben gözlerimi bir an olsun yüzünden ayırmıyordum.


Bana kıyasla oldukça sade biriydi. İkimiz arasında çoğu kadın bir tercih yapsa açık ara öne geçerdim herhalde. Ondan daha yakışıklı ve zengin olmam bir yana sahip olduğum trilyonluk araç bile birçoğunu kölem yapmaya yeterdi. Acaba o köleler her şeye sahip olan Gülnaz'ın mutsuzluğunu görse aynı arzuyu hisseder miydi bilmiyordum. Aramızda 2-3 yaştan fazla olmadığını biliyordum.


"Buralarda yenisiniz galiba. Sizi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum." O meraklı gözlerle bana bakarken, "Evet. Rize'ye iş için geldim." dedim. Araçla ilgilenirken meraklı bakışlar eşliğinde beni süzdü. "Araçla ilgili şikâyetiniz nedir?"


"Balatalarından dumanlar çıkıyor, birkaç kez de tekledi." Balataları eğilip kontrol etti. Tam da şu anda onu oracıkta öldürmeyi düşündüm. Bu haince olurdu, yapamazdım. Kimseyi sırtından vurmazdım ben. Öldüreceksem de gözlerinin içine baka baka, kalender bir yürekle yapardım bu işi. "Uzun yoldan mı geliyorsunuz?"


"Evet."


"Nereden?"


"Diyarbakır'dan." Durumu anlamış gibi dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. Virajlı yollara çok girmişsiniz ve uzun süre dinlenmediğinizden araç su kaynatmış. Hava yağışlı, sıcak balatalara su değdiği için dumanlar çıkmış olmalı. Çok ciddi bir sorun var gibi görünmüyor."


Kahveden bir yudum alıp onun aracı yoklayışını seyrettim. Parmağındaki yüzük dikkatimi çekti. Gümüş, sıradan bir yüzüktü. Benim asıl canımı sıkansa o yüzüğü Nazar için takmış olabileceği ihtimaliydi. Biz sessizce otururken annesi yanında bir kızla çıkageldi. Yaşlı, kısa sayılabilecek bir kadındı. Yanındaki kızın kırsal tarzını Nazar'a hiç benzetememiştim.


Bir süre havadan sudan konuşup beni görmezden geldiler. Annesinin onu bir şeylere ikna etmeye çalıştığını anlamıştım. Beni alakadar etmediğini düşünüp yanlarından uzaklaştım. Oradan çıktığımda kendimi Karadeniz'deki bir sahil kıyısında buldum. Düşünceler beynimi eşeliyordu. Ne yapsam hislerimin tutsaklığından kurtulamıyordum. Keşke onu hiç görmeseydim, keşke hiç sevmeseydim demediğim tek bir günüm bile yoktu.


Ayaklarım beni o akşam Nazar'ın evine götürdü. Onu görmek yine nasıl bir bahane uyduracaktım, hangi sahte yalanın sinesine sığınacaktım ben de bilmiyordum. Aşkı öyle yıkıcıydı ki, onu düşünürken bile aklımın başımdan uçup gittiğini anlayabiliyordum. Yavaş yavaş içeri girdim. Kapı açıktı. Saçmaladığımı bildiğim halde eve girmekten kendimi alıkoyamamıştım. Etraf darmadağınıktı. Bir kemer gelişigüzel bırakılmış, sofra alaşağı olmuştu. Yerdeki yemek artıkları etrafta boğucu bir koku bırakmıştı. Kırılıp dökülen biblolar, kanepelerdeki yastıkların sağa sola savurulmuş hali... Burada ne olmuştu böyle?


Yerde kanlar içinde yatan Nazar'ı gördüğümde hücrelerime kadar sarsıldığımı hissettim. Dudakları patlamış, yüzü morluklar içinde kalmıştı. Burnundan sızan kanın yanağına süzülüşünü mahvolarak izledim. Yığılmış bedenini kollarımın arasına alıp gözlerinden akan yaşları umursamadan incinmiş güzel yüzüne dokundum. Ne kadar da hırpalanmıştı.


"Nazar!" Beyaz teninde gördüğüm her morluk içimin harını biraz daha arttırıyordu. Ona sımsıkı sarılıp zayıf, baygın bedeni ile kucaklaştım. Gözlerimi acıyla yumup iyileşmeyi diledim ve onu saniyeler içinde iyileştirmeyi. Ölü gibi yatıyordu. Bunca hırpalanmışlığın bir sonucu olarak kendinden geçmişti. Cebimden çıkardım mendili burnuna bastırdım. Yanaklarını usulca sildim. İçimden çağlayan bir tutkuyla onu alnından öptüm. Saç diplerindeki o gül kokusunu doya doya içime çektim. Yaşamak buysa ölmek neydi? Kısacık bir ana koca bir ömrü nasıl sığdırabilirdi ki insan? Kollarımın arasındaki masum yüzüne aşkla dokundum. Neden birbirimize bu kadar geç kalmıştık? Neden aşkla tutuşan tenlerimiz birbirine aç kalmak zorundaydı? Tek taraflı bir aşkla...


Onu kucaklayıp odasına götürdüm. Yatağına bırakıp mutfağa koştum. Yüzünde dolaştırmak için dolaptan buz bulmaya çalışıyordum. Neyse ki kısa zamanda birkaç küp buz bulabilmiştim. Odasına yöneldiğimde adımlarım geri geri gitti. Uyanmıştı. Karşısına çıkmayı düşünsem de bundan vazgeçtim. Burada oluşumun bir açıklamasını yapamazdım. Kendisine yardım etmeme izin vermeyecekti ve benden utanacaktı. Gururluydu; karşımda zavallı bir kız gibi durmak onu yıkardı. Bu yüzden kendimi göstermeden kapının arkasından onu izlemeye başladım.


Yatağından doğrulup midesini tutarak aynanın karşısına geçti. Yüzünün morluklar içindeki halini gördüğü an hıçkırıklarını boğmak için elleriyle ağzını sımsıkı yumdu. Parmak boğumlarının üzerinde yuvarlanan yaşlar lav olup içime akmış, değdiği her yerde öldürücü yaralar açmıştı. Sırtını dolaba yaslayıp bir süre için için ağladı. Uzun sarı saçları dizlerine gömdüğü yaralı yüzünü gizliyordu.


Gözlerimden boynuma doğru süzülen yaşlara hayretle baktım. En son ne zaman ağladığımı bile hatırlamıyordum. Derin nefesler alarak başını kaldırdı. Odadan çıkacağını anlayıp vestiyerin arkasına saklandım. Midesini tutarak sarsak adımlarla lavaboya yöneldi. Öğürme seslerini duyduğumda yumruklarımı sıkıp başımı sertçe duvara vurdum. Gözlerimi yummuş alnımda öfkeyle atan damara inat ılık ılık terliyordum. Etraf zifiri karanlıktı ve neyse ki oda bu haldeyken beni görmüyordu.


Onu görebilmek için biraz daha yakınına geldim. Yavaşça yüzünde su gezdirdi. Tenine değen suyun gözyaşlarına ve kanına karışmasını suskunluğa karışmış feryatlarımla izledim. Ani bir öğürmenin ardından tekrar kusmaya başladı. Sıktığım yumruğumu dudaklarıma bastırdım. Onu bu evde bırakıp nasıl hiçbir şey olmamış gibi dönecektim?


Dudağına bastırdığı kâğıt havluyla banyodan çıktı. Ona görünmemek için kapının arkasında saklanıp yatağına uzanışını acıyla izledim. Holden gelen ayak seslerini duyduğumda odalardan birine geçtim. Gelmişlerdi. Beni burada görmelerini istemiyordum. İçinde bulunduğum durumu onlara açıklayamazdım. Ev gecekonduydu. Bu yüzden tahta çerçeveli pencerelerden birinden atlayarak kaçıp gidebilirdim. Keza öyle de oldu. Onu ardımda sonsuza dek kavuşmak üzere tek başına bıraktım.


Günler, aylar geçiyor, Hâşim'in düğünü her geçen gün biraz daha yaklaşıyordu. Bunu istemiyordum; çünkü düğünden sonra bu eve gidiş gelişlerim bitme noktasına gelecekti. Nazar'ı göremeyecek uzaktan da olsa kokusunu alamayacaktım. Hayat hiç ummadığım bir anda onu bana sunmuş ve ukala bir çocuk gibi sunduklarını aynı hızla geri almıştı. Ve neyse ki aklıma gelen o şeytani plan, tüm dertlerimin dermanı olacak kadar iyiydi.


Son zamanlarda Zeynep'teki değişiklikler gözüme epey takılır olmuştu. Her zamankinden daha neşeli, daha heyecanlıydı. Gizli gizli odalara kapanmaları, ıssız bahçe köşelerinde telefonla konuşmaları hep aynı gerçeği işaret ediyordu. Murat'ın telefondaki sesini duyduğumda o korkunç planı yapmaya karar vermiştim. Birbirlerini çok seviyorlardı. O tutku dolu bakışları, utangaç şapşal tebessümleri nerede görsem tanırdım.


Gülnaz'ın abisi Derman bekardı. Babama Zeynep'i onunla evlendirmesini teklif ettim ve kısa sürede istediğim oldu. Zeynep Derman'la sözlendi. Murat'ın buna tepkisiz kalamayacağını biliyordum. Elbette yanılmamıştım. Zeynep'i nişan alışverişine çıkardığım gün arkasına bile bakmadan Murat'la kaçtı. Onları bile isteye 2-3 gün yakalamadım. İki gün Nazar'ın ailesini özellikle de babasını tutuşturmaya yetmişti. Murat'ı esir aldığımda Hurşit neredeyse evlat acısından ayaklarımın altını öpecekti. Murat'ı gözlerinin önünde hırpalamış tam da feryattan kendini yerlere attığı o anda namluyu çekecekmiş gibi oğlunun başına doğrultmuştum. O dudaklarımdan çağlayan arzuyu Hurşit'in asla reddedemeyeceğini, Murat'ı göz göre göre bana yem etmeyeceğini biliyordum.


Oğlunu ölümden kurtarmak için istemese de Nazar'ı bana vermeyi kabul etti. Ona yüklü bir başlık verip nikahımızın kısa sürede kıyılmasını sağladım. Murat'ı elimden kaçırmamla her şey altüst olmuştu. Genç adam kardeşiyle evlenmeme yanaşmamış, bu yüzden de Nazar'ı kaçırarak İstanbul'a götürmeye kalkmıştı. Peşlerine düşüp kısa sürede onları buldum ve tehditlerim sonucunda Nazar benim karım oldu. Onu mutlu etmek istiyordum. Her gün yeni bir sürprizle odasına gidiyor, küçük bir mutluluk ibaresi görebilmek için yanıp kavruluyordum.


Olmuyordu. İçten içe Mehmet'i sevdiğini, hasretle onu beklediğini biliyordum. Ne yapsam beni seveceği günü umut etmekten kurtulamıyordum. Defalarca ellerimden kaçmaya çalıştı. Onu zapt edemiyordum. Ne cezalarım ne de öfkem onu durdurmaya yetmedi. Ve sonunda korktuğum oldu. Nazar karanlık dünyama ulaşıp beni bitirecek delilleri eline geçirdi. Attığı tokatlar, söylediği acı sözler yetmezmiş gibi bir de beni hapse attırmak istiyordu. Böylece benden kurtulup o lanet aşkına kavuşabilecekti. Bu uğurda çok tehlikeli oyunlar oynamış ve bebeklerimizi de kendisi ile birlikte ateşe atmıştı. Artık onu hem kendinden hem de yeraltı dünyasının kirli ellerinden korumak zorundaydım.


Hayatımın en zor kararını alıp ailem için yaptığım karanlık işleri bırakmaya karar verdim. Nazar ve oğlumla başka bir ülkede yeni bir hayat kuracaktım. Hayallerim vardı. Hepsinin yarım kalacağından habersiz mutlu olacağımıza inanıyordum. Vebal... Her günahın bir vebali vardı. Nazar'a, Murat'a, Zeynep'e, Gülnaz'a ve adını bile bilmediğim sayısız insana kötülükler yapmıştım. Günahlar er ya da geç diyetini öderdi. Günahlar gözyaşlarına susardı. Günahlar kan getirirdi; tıpkı Asya'nın, kızımın kanını getirdiği gibi. İkinci vebali söylemeye bile dilim varmıyordu. Tüm acılarımızdan sıyrılacak ve mutlu olacaktık. O Azat denilen pi*, hayatımızı altüst etmeseydi bambaşka hülyalar bizi bekliyor olacaktı.


Azat'ın bize yapmaya çalıştığı kötülüklere duyarsız kalamazdım. Onu öldürmek istemiş ama Nazar'ın müdahalesiyle amacıma ulaşamamıştım. Sonunda kayışlar koptu. Defterini Nazar'ın gözlerinin önünde dürmem aramızdaki tüm köprüleri yıktı ve sevdiğim kadın bulduğu ilk fırsatta benden kaçıp sır oldu. Şimdi en büyük amacım onu ve oğlumu düşmanlarımdan önce bulmak ve gereğini yapmaktı.


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️🔥🌹


Loading...
0%