Yeni Üyelik
70.
Bölüm

70. Bölüm: Tanrı Misafiri

@syildiz_koc

Medya: İndila Mini worl


"Hayatın insanın iradesini test etmek için pek çok yolu vardır;


Bazen hiçbir şey olmaz ya da her şey birden olur..."


PAULE COELHO


       


Karanlık yollarda yürüyen, acılara gebe, hoyrat bir bedendim. Kollarımda uyuyan oğlumla her şeyi geride bırakmış ve en büyük kabusumdan arkama bile bakmadan kaçmıştım. Makus talihimi geride bırakacak ve Mervan'sız yepyeni bir sayfa açacaktım. Peşimde karanlık adamlar vardı. Bilerek ya da bilmeyerek büyük bir kumar oynamıştım. Bata çıka yürüttüğüm hayatım asla eskisi gibi olmayacaktı. Yalanlardan kaçıyordum; yalanların dizlerinde uyuyacağımdan habersiz.


Kızımı kaybetmiştim. Oğlumu ise asla onlara yem edemezdim. İyileşip ayağa kalkmak zorundaydık. Birbirimize tutunup her şeye yeniden başlayacaktık.


Yüzümün ısındığını hissettim. Kulağıma çıtır çıtır yanma sesleri geliyordu. Gözlerimi açmaksızın yumuşak battaniyeyi avuçlarımın arasına alıp sıktım. Birkaç inleme dudaklarımdan döküldü. Gözlerimi aradığımda bilmediğim dilde belli başlı diyaloglar duyuyor; nerede olduğumu, ne yaptığımı anımsamaya çalışıyordum. Tüm gerçekler zihnime düşer düşmez yerimden kalkıp yanı başımdaki duvara sindim.


Ellerim gayriihtiyari suratıma sabitlendi. Siyah çarşaf hâlâ üzerimdeydi; fakat peçem çoktan açılmıştı. Karşımdaki insanlardan korkmuş yaşadıklarımdan sonra herkesten bir bela umar olmuştum. Yaşlı kadın benim titrek, korkak halimi görünce aralanmış ağzını kapatıp "Fesuphanallah" diye mırıldandı. Küçük bir kız kıkırdar vaziyette gülmeye, genç kız ise onları görmeyecek kadar şaşkınlıkla solumaya başlamıştı.


"Kimsiniz siz, burası neresi?" Kız yanıma yaklaştığında bana uzanan ellerini çaresizce ittim. Üzerinde uzun bir etek ve uzun kollu triko bir bluz vardı. Kalçalarına kadar inen yeleğinin iki yakasını elleriyle tutturmuş tuhaf gözlerle bana bakıyordu. "Korkma. Emin ellerdesin. Bizden kimseye zarar gelmez."


Bana hayretle bakan insanlardan uzaklaşıp kapıya yöneldim. "Oğlum nerede? Ne oldu ona? Bir şey söyleyin." Ben ona zarar gelmesi ihtimaliyle hıçkırıklara boğulurken genç kız sabırla yanıma yaklaştı. Omuzuna dokunan dostane eli ürkek ruhuma iyi gelmişti.


"Durumu iyi. Biraz ateşi vardı doktora götürdük. Neredeyse gelirler." Kapı açılır açılmaz koşar adım oraya yöneldim. "Oğlum!" Onların şaşkın bakışları arasında Aras'a sımsıkı sarıldım. Oldukça iyi görünüyordu. Varlığı bir nebze de olsa içimin rahatlamasına sebep olmuştu.


Genç kızın omzuma dokunan eli bakışlarımı yeniden onlara yöneltti. Bana eski bir çekyatı işaret edip oturmamı söylediler. Yaşlı kadın, yanındakilere mırıl mırıl bir şeyler söyledi. Üzerlerinde kırsal tarzı kıyafetler vardı ve alıştığım samimi havayı üzerlerinde hissediyordum. Genç kız hemen yanıma gelip oturdu.


"Aç mısın? Saatlerdir uyuyorsun. Bir şey yiyip içmedim. Aman ha çekinip ne yapma sakın! Ben Zilan. Şu koltuktaki beyaz yazmalı kadın da nenem Muazzez. Yanındaki babam Hizbullah." Genç kız babasını takdim ettiğinde adam hürmetle kasketini çıkarıp selam verdi. Bakışlarım yanındaki kadını bulduğunda genç kız merakımı anlamış gibi cümlesini tamamladı. "O da annem Beritan."


"Hoş gelmişsen kızim." Ona hoş bulduk deyip yerde bana haylaz haylaz bakıp gülen çocuğa odaklandım. Turuncu kafalı, mavi gözlü sevimli bir çocuktu. Bana Mehmet'in çırağı Nuri'yi hatırlatıyordu. Zilan, zihnimi okumuş gibi "Bu da erkek kardeşim Cemil. Ona kendi aramızda Cemilo deriz." Cemil bu taktimden sonra ayağa kalkıp tuhaf bir şekilde tazim yapar gibi selam verdi. Zilan "Biraz şebektir aldırış etme. Küçük olunca fazla yüz verdik!" deyip gözlerini devirdi. Zilan'a sözüne karşılık tebessüm ettim.


Bana şaşkın gözlerle bakıp kendimi tanıtmamı bekliyorlardı. Onlara ne diyeceğimi bilmiyordum. Sadist bir kocam var, oğlumla birlikte ondan kaçıyoruz. Hayatımın ekşını bir bitmek bilmedi en son kendimi sizin yanınızda buldum diyemezdim ya! Sessizlik uzayınca başımı eğip kurmaca hayatımı düşünmeye başladım. Kimliğimi gizlemek zorundaydım. Ne onların ne oğlumun hayatını tehlikeye atamazdım. Zilan elimi tutup,


"Babamla abim seni bulduğunda bebekle donmak üzereydin. Gecenin karanlığında el kadar bebeyle ne yapıyordun oralarda? İyi ki babama rast gelmişsin; yoksa Allah yazmasın kurda kuşa yem olurdunuz."


Olacakları düşününce ürpermekten kurtulamadım. Biliyordum. Dağın başında bir köye gelmiştim. Burası şehre epey uzaktı. Olumsuz hava şartları pek çok yolu kapatmış, ulaşımı ve araçları felç etmişti. Geriye dönemezdim. Tüm yolların tutulduğunu, Mervan'ın köşe bucak beni aradığını biliyordum.


Elimde ne doğru düzgün nakit para vardı ne de ihtiyaç duyacağımız eşyalar. Ortalık durulana kadar burada beklememiz en iyisiydi. Mervan burada olduğumu tahmin edemezdi ve muhtemelen yönünü çoktan batıya çevirmişti. İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde gizleneceğimi ya da Karadeniz'e gideceğimi düşünürdü. Elbette bunu asla yapmazdım. Abimi kurşuna dizecekken türlü yeminlerle ona engel olmuş, kendimi ona bırakarak büyük bir kâbusun içine düşmüştüm. Sonu ne olursa olsun aynı hatayı bir kez daha tekrarlamazdım.


Bakışlarım Aras'ta gezindi. Ortamın sıcaklığından etkilenmiş görünüyordu. Kollarımda keyfine diyecek yoktu hani. O karanlık geceyi düşününce kendime çok kızdım. Karlara bata çıka hem kendimin hem de oğlumun hayatını tehlikeye atmıştım. Hava çok soğuktu ve gecenin o saatinde aç kalan vahşi hayvanlar dağlardan şehre inerdi. Savunmasız bir kadın ve zavallı bir bebeği haklamak o hayvanlar için hiç de zor olmazdı.


Beritan Hanım'ın boğaz ayıklayışı zihnimi tırmalayan katran karası düşüncelerden sıyrılmama sebep oldu.


"Sen kimlerdensin kızim. Bu köyde daha önce hiç gördüğümü hatırlamamişam. Gurbetçi falansan yoksa?"


"B-ben köyde değildim. İstanbul'dan geldim." Sözüm şaşırmalarına sebep olmuştu. "İstanbul mu?" Fazla mı uçuk kaçık bir şey söylemiştim acaba? İstanbul mesafe olarak biraz uzak kalmıştı sanki.


"Niçin gelmişsen bu köye?" Zilan annesine dönüp gözlerini belertti. "Aman anne! Ahret sorusu sordun mübarek, hele bir adını öğrenelim." Bakışları yeniden bana odaklandığında derin bir nefes alıp yutkundum. "Adım Gülçehre." Gülçehre de nereden çıktı? Ah be Nazar, bula bula Mervan'ın annesinin adını mı buldun?


"Memnun olduk Gülçehre abla çocuk senin mi?" Evet manasında başımı salladım. Adı ne diye sorduğunda aklıma gelen ilk isim aniden dudaklarımdan dökülüverdi. "Mehmet..." Aras'ın yüzüne sevgiyle dokunup, yanaklarını incitmeyecek şekilde sıktı. "Ay ne güzel şey bu böyle, yanakları da çörek hamuru gibiymiş."


Aras da bu sevgi dolu kıza daha şimdiden gülümseyip göz kırpmaya başlamıştı. Nereden geliyor bu çapkınlık bilmem ki! "Normalde ev daha kalabalıktır. Ama iki bacım Ankara'ya okumaya gitti. Büyük abim de ailesiyle çalışmak için İstanbul'a göçtü. Ortanca abim Emrah da gelir birazdan. Seni babamla birlikte bulup, arabaya o taşımış." Çekindiğimi belli ederek başıma eğdim.


"Damdan düşer gibi olacak ama bebeğin babası nerede? Kadın başına nasıl çıkıp geldin buralara?"


"Ayıptır günahtır kızim. Daha ilk günden misafiri sık boğaz etmeyesan ." Zilan suskunlaşınca mahcup olmasına fırsat vermeden sorusunu cevapladım. "Kocam öldü. Ben yalnız geldim." Onlar başsağlığı dilerken Mervan'ın yaşadığını gizleyerek doğru bir karar verdiğimin farkındaydım. Buralarda karı-koca arasına giren pek bulunmazdı. Kocandır deyip barıştırmaya kalktıklarında kendimi istemeden kaçtığım ateş çukurunda bulabilirdim. O zaman tüm çabalarım saman alevi gibi hemencecik söner giderdi.


Hizbullah Bey, aklına yeni bir şey gelmiş gibi mırıldandı. "Yoksa yeni ögretmen hanım sensen? Uzaktan gelecek demişler? Kaç gündür yollarını gözleyig." Başta Cemilo olmak üzere herkes ayaklanıp heyecanlanmıştı. İri iri açılmış mavi gözlerimle bir süre bocaladım. "B-ben şey..."


Beritan Hanım'ın "Hema baştan söylesene be kızim. Derde koydin adamı. İnsan ögretmen olduğun söylemekten heç utanıır?" Utanmazdı herhalde. Öğretmen olsaydım muhtemelen ben de utanmazdım; ama değildim işte! Bu iyi kalpli insanları nasıl göz göre göre kandırırdım?


"Şey... Ben..." diye kekeledim. Öyle mutlu olmuşlardı ki beni duymuyorlardı bile. Beritan Hanım, "Oh ne gözel! Çocuklar da yollarını gözleyi gözleyi bir oldi zati. Sonunda daha fazla geri galmadan derslerine başlayacaglar. Allah hayırlı mübarek etsin."


***


Bulunduğum koltukta küçüldükçe küçüldüm. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı eğdim. Aras da çekingen gözlerle karşımızdaki topluluğa bakıyordu. Ürkek bir şekilde yüzünü göğsüme gömdü. Üzerimde hâlâ siyah çarşaf vardı. Bu giysi ile kendimi güvende hissediyordum. Kimliğimi kamufle etmek, beni her yerde arayan o lanet gangsterlerden kurtulmak için harika bir yoldu.


Bakışlarım yeniden karşı çekyatta oturan kadınlar meclisine odaklanınca ister istemez bocaladım. Hayatlarında ilk defa misafir görüyormuş gibi bana bakıyorlardı. Bunun sebebini bir türlü anlayamamıştım. Sanki tiyatro çeviriyordum da tüm bu kadınlar ellerindeki çekirdeklerle beni seyre dalmıştı. Bu merakın sebebi neydin?


Ara ara çekirdek çıtırtıların arasında Kürtçe bir şeyler fısıldıyorlardı ve ne yazık ki onları hiçbir şekilde anlayamıyordum. Utansam da bakışlarından rahatsız olmamıştım. Artık birileri benim de anlayabileceğim bir şeyler söyleyebilir miydi?


Zilan elinde Türk kahvesi ile yanıma oturdu. Hemen ardından öfleyerek büyüklü küçüklü bağdaş kurup oturan topluluğa sevimli bir öfke yöneltti. "E de haydi. Ögretmen Hanım'ı rahat bırakın. Anlamıyor sizi, bilmiyor kürtçe."


Uğultu kesilip bakışlar benden biraz olsun ayrılmıştı. Zilan'ın sözlerinden sonra Türkçe bilenler kem küm ederek de olsa bana yöneldi. "Ögretmen Hanım. Hoş gelmişsen. Vallahi ne zamandır çocuklar yolini gözliyidi. Şaşgınlıgımızı mazur göresen. Üç aydır beklemişiz, yazmadıgımız kâgıt aramadıgınız numara kalmamiş. Hema ne gelen var ne giden. Seni bir anda görünce şaşırmamiz bu yüzden. Hele çekinme, aç yüzüni ; mahrem yogtur."


İstemeye istemeye de olsa peçevi indirdim. Yüzümü görmelerini istemesem de durumun açıklığından başka bir çıkar yol bulamıyordum. Bakışları küçük mırıldanmalarla bir süre hayran hayran üzerimde dolaştı. Zilan'a baktığımda gözlerini olumlu anlamda kıstı. "Seni beğendiler Ögretmen Hanım."


Yere sıra sıra dizilmiş erkek çocukları da gözlerini benden bir an olsun ayırmıyordu. "Hay maşallah pek gözel. Heç böylesini görmemişem ."


"Allah övmüş de yaratmiş."


"Genç yaşta da dul kalmiş. Kaderini de güzel yazaydin gurban oldugum." Siyah çarşaflı orta yaşlı bir kadın bana dönüp, "Kaç yaşındasan sen? Şu kısacık zamanda hem okul bitirip hem de çocuk yapmişsan?"


Eyvah dedim içimden. Kadın meselenin tuhaflığını anladı. Bir buçuk-iki sene anca Mervan'la evli kalmıştık. Yaşım 20'den fazla değildi. Üniversitenin dört yıl olduğunu, bir senede atama beklediğimi düşünürsek onlara 23 ve üzeri bir rakam söylemem gerekirdi. "Ben 25 yaşındayım. İlk atamam..."


Aras'a sevgiyle bakıp, "Çocuk yaşta evlendirilince böyle oldu." dedim. "Kocana severeg vardin değiiil." diyen çatlak bir ses meraklı bakışlarını üzerime düşürdü. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Mervan'la olan tuhaf hikayemizden onlara bahsedemezdim. Neyse ki Zilan'ın sesi benden önce devreye girmiş, konuyu bir daha açılmamak üzere kapatmıştı.


"Yeter da. Oldu olacak yeni koca da bulun. İnsanların özeli sorulmaz hanım! Acık mahremiyete saygınız olsun." Minnet dolu gözlerle ona baktım. Bu ortamda ne kadar az yalan söylersem o kadar iyiydi. Yalanlar arasındaki tutarsızlık her şeyin ayağıma kördüğüm olmasına sebep olabilirdi. Cemilo bana bakıp bakıp kıkırdanmaya başladı.


"Aynı masallardaki prenseslere benziyor değil mi? Rojmin'in masal kitabındaki kızın tıpatıp aynısı sanki." O pişmiş kelle gibi bakıp bakıp sırıtırken Beritan kafasına küçük bir şaplak patlattı. "Sen acık sus. Büyüklerin yanında heç konuşiliir?" Çocuk bu şaplaklara alışmış olacak ki duyarsızca başını ellerinin arasına alıp sırıtmaya devam etti. Tıpkı yanındaki diğer çocuklar gibi...


Herkes dağılıp gidince biraz olsun üzerimdeki baskının bittiğini hissettim. Aras'ın altını değiştirip karnını doyurmaya çalıştım. Ne yazık ki sütüm onu doyuramayacak kadar azdı. Beritan Hanım'ın bana içirdiği şifalı otlar biraz olsun etki etse de ne yazık ki yeterli gelmeyecekti.


Zilan'ın teklifiyle yan komşumuzu çağırıp Aras'ı emzirmesi istedik. Kadının reddedeceğini düşünmüştüm; fakat beklentimin aksine alicenab bir tavırla seve seve kabul etti. Çok etkilenmiştim. Beni doğru düzgün tanımıyorlardı bile, buna rağmen kendilerinden üstün tutuyor ekmeğin büyüğünü, yemeğin etli kısmını, kıyafetlerin iyisini bana veriyorlardı.


Her şey çok hızlı gelişmişti ve ben yanıma bana en gerekli olabilecek şeyleri bile alamadan kaçmak zorunda kalmıştım. Oğlumu Mervan'ın günahlarından kurtarmak her şeyden önemliydi. Bu yüzden hiçbir şeyin ardını arkasını düşünmemiş çareyi arkama bakmadan kaçmakta bulmuştum. "Bana eşyan nerde?" diye soranlara kapkaç edildiğimi söylemiş, tuhaf durumuma ve yalanlarıma inanmalarını sağlamıştım.


Burası diğer köylere kıyasla oldukça az gelişmiş bir yerdi. Çok sık elektrik kesintileri oluyordu. Su da ancak günün belli saatlerinde bulunabiliyordu. Köyün aşağı kısmında çıngıraklı dedikleri bir çeşme vardı. Birkaç günde bir kadınlar o çeşmeye gider, koca koca damacanalarla su doldurup geri dönerlerdi. Biraz hava almak için çoğu zaman ben de onlara katılır, sırtımda damacanayla tüm reddedişlerine rağmen evin yolunu tutardım. Aras da köy yaşantısını sevmişti. Onu seven, oyun oynamak isteyen çocukların arasında etrafa gülücükler saçıyor, siyah gözleri ile hepsini ayrı ayrı tarıyor, güven duyduktan sonra da kendisini sevmelerine izin veriyordu.


Emrah ailenin ortanca oğluydu ve her halinden biraz çapkın olduğu belli oluyordu. Ondan çekiniyordum. İtiraf etmek gerekirse ben Mervan'dan sonra karşıma çıkan tüm erkeklerden çekinmeye başlamıştım. Bir zararı dokunmuyordu dokunmasını ama hayran bakışlarını görmezden gelmek her geçen gün biraz daha zorlaşıyordu. Daha fazla bu ailenin yanında kalamazdım.


Evin erkekleri ben varken rahat edemiyordu. Hiçbir şey söylemeseler de çekingen tavırlarından beni rahatsız etmekten korktuklarını anlıyordum. Yanımda ayaklarını uzatmıyor, rahat edeyim diye işten gelir gelmez düşüp yatıyorlardı. Varlığımı istememezlik etmediklerini biliyordum ama yine de sıkıntı olma fikrini kaldıramıyordum.


Burası benim alışık olduğum hayat tarzından epey farklıydı. Tuvaletlerin çoğunun dışarda olması bazı zorluklar yaşamama sebep olmuştu. Klozet bulamayacağımı zaten tahmin edebiliyordum; fakat alaturkaya alışmam yine de epey zamanımı almıştı. En çok da geceleri ürküyordum. Soğukta karanlık bir lavaboya gidip yeniden eve dönmek hem zordu hem de ürpertici. O kısacık anda bile kurda kuşa yem olmaktan korkuyordum. Herhalde o kurt ulumalarını duyan herkes benim gibi düşünürdü.


Beritan Hanım benim kıyafet ve kişisel eşyalar konusunda zorlandığımı görünce Emrah'ı ilçeye göndermiş, bana lazım olabilecek onlarca şeyi bir çırpıda önüme koymuştu. Onca ısrarıma rağmen kendisine uzattığım parayı kabul etmemiş, "Misafirden para almag da nedir goy onu cüzdanına!" diyerek beni reddetmişti. Çok iyi bir insandı. Kendi elleriyle bana elbise dikmiş, kullanmadığı bebek giysilerini Aras'a vermişti. Ona benden çok bakıyor, torunundan daha fazla özen gösteriyordu. Söylediğim yalanları düşününce bunca iyiliğin altında ezilmeden duramıyordum.


Yer yer yine rahatsızlığım nüks ediyordu. Bazen sıtmaya tutulmuş gibi tir tir titriyordum. Böyle olduğumda bir süre direniyor sonra da beynimin karıncalanmasını engellemek için Mervan'ın bana bıraktığı ilaçları kullanıyordum. Hafif çaplı sinir sarsıntılarımda hapları, ağır olanlarda ise iğneleri kullanmıştım. Kullandığım ilacın ne olduğunu bile bilmiyordum. Bana nasıl bir zarar verdiğinden de habersizdim.


Geceleri Asya'yı düşünüp herkesten gizli ağlıyordum. Onu Mervan'a kurban verişim zihnimden ne yapsam gitmiyordu. Kendimi suçluyordum. O gün o evden kaçmasaydım, bebeğimi bırakmasaydım belki de her şey çok farklı olacaktı. Kendime ne çok bela okumuş ne lanetler yağdırmıştım herkesten gizli. Ah derdime ne derman olurdu ki? Ne kapatırdı bu yarayı? Ben aşk acısıyla yanılır sanıyordum; meğer esas ölümüm evlat hasretiymiş de benim haberim bile yokmuş. Yılanların zehrini akıttığı vicdanım gerisin geriye ittiğim hoyrat düşüncelerin debdebesinde koca bir moloz yığınına dönmüştü.


Günler su gibi akıp gidiyordu. Ara tatilin bitmesine az kalmıştı. Yaklaşık bir hafta sonra Beritan ve Zilan'a evden ayrılmak istediğimi söylemiş; onların mahcup reddedişlerine rağmen kararlılığımı ortaya koymaktan çekinmemiştim. Sonunda kabul edip beni hazırlanan öğretmen lojmanına götürdüler.


Lojman Beritan Hanım'ın evine oldukça yakındı. Oraya kucağımda Aras'la yürüyerek ulaşabilmiştim. Yanımda Zilan, Cemilo ve Emrah da vardı. Kucağımdaki bebekle oturacağım evi görünce şoka girmiştim. Tek katlı, gecekondu tarzı bir evdi. Çatısının yarısı dağılmış, kiremitlerin üzeri yer yer bacanın isleriyle simsiyah kesilmişti. Duvarlarındaki yosunla, çevresindeki hayvan pislikleri eve yaklaşamadan geri geri gitmeme sebep olmuştu.


Zilan'ın, "Eyvah!" naralarına Emrah'ın mırıltı halindeki küfürleri eklenince derin bir iç çektim. Lojman dışarıdan terk edilmiş bir viranı andırıyordu. Aras olacakları sezmiş gibi çığlığı basıp ağlamaya başladı. Sırtını sıvazlayıp pışpışlarken hayatın kaç tokadını daha yiyeceğimi hesaplamaya başlamıştım.


"İçeri bakalım. Belki orası daha iyi durumdadır." diyerek kapıya yöneldim. Sararmış yüzleri bu durumu onaylar gibi durmuyordu. Tahta kapıyı açmaya çalıştığımda su birikintilerinin oluşturduğu buz kütlesi hamlelerime engel olmuştu. Emrah öne atılıp eline geçirdiği sert bir taşta buzları kırdı ve geçmemiz için kapıyı açtı. İçeri göz attığımda lojmanın içler acısı hali yüreğimi burkmuştu. Odaları dolaştıkça üçümüzün de gözbebekleri kocaman kocaman oluyordu. Burada tuvalet içerde olmasına içerdeydi ama taşı sapsarı kesilmiş, korkunç bir koku, metrelerce uzaktan boğulur gibi ağzımızı kapatmamıza sebep olmuştu. Üç tane eski sedir yan yana dizilmişti. Kırlentlerin tozdan rengi kaçmıştı. Mutfak tezgâhı çatlaklarla doluydu ve pencereler örümcek ağlarından görünmez olmuştu. Hadi ama her şey bu kadar kötü olmak zorunda değil.


"Hâlâ burada yaşamak istiyor musun ögretmenim."

Emrah'ın sorusunu tüm kararlılığımla, "Evet!" diye yanıtladım. Ben burayı temizler, bir şekilde yaşardım yaşamasını ama Aras'ın bu ortama dayanabileceğinden biraz şüpheliydim. Beritan Hanımların evinde iken güçlenmiş, o ilgi ve bakım sayesinde yanakları kıpkırmızı olmuştu. Ne yazık ki burası hem soğuk hem de pisti. Aras gibi rahat yaşamaya alışmış bir bebek bu ortama nasıl dayanırdı ben de bilmiyordum. O soba nedir bilmez soğuğun varlığına bile dayanamazdı. En güzel ve pahalı mamalarla beslenmeye alışmıştı. Bu zor şartların ona sağlığını kaybettirmesinden korkuyordum.


Cemilo elinde temizlik malzemeleriyle geldiğinde odaya göz atıp, "Iy!" diyerek suratını buruşturdu.


"Vay lımen kreko!" Küçücük yaşına rağmen durumun vehametinden en az bizim kadar etkilenmişti. Yanında kendisi gibi iki çocuk daha vardı. Biri dudaklarını büküp hüsranlı gözlerle bana baktı. Buna Cingöz derlerdi. Cingöz yani Fırat uyanık, hareketli bir çocuktu. Ben süpürgeyi alıp işe koyulurken Aras da Fatma adındaki bir kız çocuğunun kucağında beni izliyordu.


Zilan mutfağa geçti. Emrah ise umutsuzca da olsa kapıyı tamir etmeye koyuldu. Pencereye doğru baktığımda Cingöz'ün koşarak evden uzaklaştığını gördüm. Yaklaşık 20 dakika sonra kapının önünde bir uğultu duyuluyordu. Pencereye baktım. Onlarca insan tuhaf şekilde bir araya gelmişti. Zilan ve Emrah da benimle birlikte cama koştu.


"Bunların ne işi var burada?" dedi Emrah. "Allah Allah hayırdır inşallah." Zilan'la birbirimize bakıp yıkılmaya yüz tutmuş kapıya yöneldik. Karşımızda bize gülümseyen kadınlı erkekli büyük bir topluluk vardı. Ellerinde türlü türlü eşyalarla karşıma dikilmişlerdi ve umut dolu bir şekilde tebessüm ettiklerini görüyordum. Gözlerim Cingöz'ü bulduğunda Cemilo ile birlikte 32 diş sırıttığını fark ettim. Belli ki tüm bu kalabalık bu iki yaramazın eseriydi.


"Seni bu yıkıntıda bir başına bırakmayız Ögretmen Hanım." dedi arkadaki amca. Yüzündeki haylaz tebessüm içimi ısıtmıştı. Dudaklarının arasından birkaç dişi kaldığını görebiliyordum. Başındaki eski kasketi çıkarıp keskin alın çizgilerini gererek başını salladı. Bunlar halkın içinden sıradan insanlardı. Takım elbiseleri ve afilli marka giysileri yoktu ama ter temiz kalpleri vardı.


Aralarındaki erkeklerin inşaat takımlarına baktığımda evi yola getirmek istediklerini anlamıştım. Kadınların da elleri kolları epey doluydu. Kovalar ve bezlerle esaslı bir temizliğe niyetli gibi görünüyorlardı.


"Xuşkamın Zilan. İnsan heç haber vermez mi? Siz iki bacahsız ne anlar ev temizlemekten." dedi orta yaşlı esmer kadın. Henüz adını bile bilmiyordum. Altında şalvarı, üstünde bolca bir bluzu vardı. Başını boynunu göstermeksizin büyük, beyaz bir yazmayla örtmüştü. Yüzünde güneş yanığını andıran kırmızı lekeler vardı.


Tek tek hepsini incelediğimde buraya sadece bizim için geldiklerini anladım. Aras ve benim için... Gözyaşlarım ardı ardına gözlerimden yuvarlandı. İçimde kopan fırtınaları nasıl gizleyecektim ben şimdi? Onlara yalan söylemiştim. Gülçehre değildim ben ve buraya öğretmenlik yapmak için gelmemiştim. Bu yalanı daha ne kadar devam ettirebilecektim? Her şeyi öğrendiklerinde benden nefret edeceklerdi. O zaman nasıl anlatırdım derdimi?


Zilan kolumu tutup şefkatle tebessüm etti. Sonra da topluluğa dönüp, "De haydi ne dikiliyorsunuz? Bu iş akşama kadar bitmez. Halo sen kapıyı tamir et. Ya da boş ver daha iyisini alalım. Holte de haydi bakıp durma sen de camlara, Boran sen çatıya, İbrahim sen de mutfağa... Durmayın! İşler ne kadar çabuk biterse o kadar iyi. Mehmetçik akşam evinde yatağında uyumalı."


Ah bu kız! Nasıl da yaramazlıkları ile herkesi hizaya diziyor. Başka biri söylese kızarlardı ama Zilan'ın haylazlıklarına bu köylü çoktan alışmıştı. Öyle ki bunca emir ve talimata, "Fesuphanallah!" demekten başka bir şey yapmıyorlardı. Herkes koşar adım işinin başına geçince Aras'ı Cemilo ile eve gönderdim. Soğuktan üşüyüp hasta olmasını istemiyordum.


Evin çatısı düzeldi önce; ardından kapı ve pencereler tamir edildi ve nihayet sıra mutfağa gelmişti. Ev temizlenince kadınlar evlerinde kullanmadıkları misafir yataklarını getirip yatak odama yerleştirdiler. Beritan Hanım'ın elindeki tahta beşiği görünce bir kez daha duygu seline sürüklendim.


"Mehmet'in yatağı da hazırdır. Ben kaç bebemi bunda beledim. Mobilyada neymiş, iki güne kırıp dökisan." Elindeki beşiğe küçük bir şaplak patlatıp, "Has cevizden... Sağlamdır beşigimiz..." Ona gülümseyip, "Sağ ol Beritan Hanım, zahmet oldu. Ne yapsam iyiliğinizin karşılığını ödeyemem." dedim.


Koluma dostça dokundu. "Aman ögretmen Hanım. Bunları karşılık olsun diye mi yapmamişam. Sen yavrunla rahat et diye yapmişız. Hem senin de hakkın ödenmez." Birlikte sandalyeye oturduk. Yorgunluğumun farkına ancak o zaman varabilmiştim. Derin bir iç çekip eşyaları taşıyıp yerleştirmekle meşgul olan çocuklara baktı.


"Aylardır ögretmen yolu gözleyi bu millet. Aha şuracıkta bir tepe var, Kar kış değmez bekler durur. Hema ne gelen var ne giden... Mektepliler istemez buraları. Gelmez hiçbiri... Çoğu zaman ne doktor bulursan ne hemşire ne ögretmen. Kim geldiyse ilk fırsatta kaça kaça geri gitti. Bir seneden fazla tutamadık kimseyi. Ne varsa buralarda ben de anlamadım. Sen çocugunu almışsan, buraya çocuklarımız için gelmişsan . Hiç fedakarlık eden unutuliir? Çok bir şey istemiyik en azından ortaokula kadar bir şeyler öğrensinler, liseyi zaten yatılı okulda bitiriyler."


Bakışlarımı kaçırdım. Onlara "Neden şehre taşınmıyorsunuz?" diyemiyordum. Çünkü insanın yuvası kendisini ait hissettiği yerdi. Onlar burada yaşamayı seviyorlardı, tıpkı benim Karadeniz'i sevdiğim gibi. Hâl böyleyken ona verecek nasıl bir önerim olabilirdi? İnsan nereye ait hissediyorsa orada mutlu oluyordu. Ait olamadığı yerde asla rahat edemiyordu.


"Sen de gideceksen?" diye sorduğunda bakışlarımı kaçırdım. Bir süre burada kalmak en doğrusuydu fakat hayatın karşıma ne çıkaracağını asla bilemezdim. Ona, "Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım!" dedim. Umutla gülümsedi. Kısa sürede işleri halledip evi adam etmiştik. Eşyalar eski olsa da ev oldukça temiz olmuştu. Herkes birer ikişer dağıldığında Aras için sobayı yakmaya çalıştım. Onun hasta olmaması için ısıyı iyi ayarlamalıydım.


6 ayı geçtiği için artık ek gıdaya başlamış Emrah'ın ilçeden aldığı mamalarla karnını doyurabilmiştim. Sobaya attığım yeni kartonlar odayı ise boğunca, "Hay Allah!" diye bedbaht bir nara patlattım. Neyse ki imdadıma yine Zilan yetişmişti. Yansın diye koyduğum koca kütüğü çıkarıp yerine daha ufak çaplı odunlar koyunca nerde hata yaptığımın farkına vardım. Komşularımın bıraktığı yemekleri hazırlayıp kalmasını istemiştim; fakat işlerinin olduğunu söyleyip gitmeyi tercih etmişti.


Konuşmaları bana oldukça tuhaf geliyordu. Aile büyüklerine "anne, baba" diyor asla iyelik eki kullanmıyorlardı. Bu durumu başta yadırgasam da zamanla alışmıştım. Sebebini Zilan'a sormuştum; ama mantıklı bir açıklama yapamamıştı. "Ele işte!" deyip konuyu dudak büküşüme aldırmadan kapattı. Bazen kelimenin çok alakasız yerlerine vurgu yaparak soru sorabiliyorlardı. Hatta iğneleme yaptıklarına bile şahit olmuştum. Beritan Cemilo'ya kızarken, "Bu iş böyle yapılıııır!" diye bağırırdı. Ne anlamam gerektiğini dakikalarca düşünmüş sonra da çareyi kıkırdamakta bulmuştum.


Çoğu aile büyükleri ile birlikte yaşıyordu. Akşamları sessiz geçiyordu. Katıydılar. Çocukların büyüklerini olan saygısı oldukça dikkate değerdi. Eşler aile büyükleri varken birbirlerine adıyla hitap etmez, çocuklarını onların yanında mümkün mertebe sevmezdi. Hatta gelinlerin kayınpeder ve kayınvalidesinin yanında su içtiğini bile görmezdim. Bunun sebebini sorduğumda saygı maksatlı yaptıklarını öğrenmiştim. Biz babam sert ve keskin bir adam olsa da yanında bir şey yiyip içmekten sakınmazdık. Bu sebepten olsa gerek halleri bana oldukça ilginç gelmişti.


Yeni nesil eskilere nazaran biraz daha farklı düşünüyordu elbette. Bunu sevgili yasağı olduğu halde gizli saklı arkadaş edinenlerden anlayabiliyordum. Zilan'ın da bir sevdiği vardı. Bana çekinmeden anlatmış evlilik hayallerini büyük bir mutlulukla yüreğime ısmarlamıştı. O tatlı tatlı anlatırken gözlerindeki ışıltı beni yeniden Mehmet'e ve onunla yaşadığım güzel anlara götürdü.


Evleneceğim insanın hep o olduğunu düşünürdüm. Bıkıp usanmaksızın Mehmet'e dair hayaller kurup durmuştum. Olmamıştı... Onu yüreğime hapsetmekten başka bir çıkar yol bulamamıştım. Hayatta olduğuna inanıyordum. Bir gün çıkıp gelecek, kalbime yeniden değecekti.


Utanıyordum beklentilerimden. Eski Nazar değildim ki ben! Yaşanmışlıklarım vardı bir kere. Üzerinde binlerce sigara izmariti söndürdüğüm kalp ağrılarım vardı. Şimdi çıkıp gelse, "Tut elimden!" diyebilir miydim? "Yeniden başlayalım!" dese sinesine sığınabilir miydim? Ben hüsranı kadeh kadeh içmiş bir kadınken ruhum Mervan'ın alevinde küle dönmüşken bize ne gerekti?


Zilan'ı uğurlayıp kendime küçük bir sofra hazırladım. Buranın insanı ete çok düşkündü. Kahvaltıya bile kavurma yapar önceden pişirip dolaba koydukları kavurmayı dondurup azar azar kullanırlardı. Etle çok aram olmasa da yemeklerini sevmiştim.


Yemeğimi yedikten sonra sofrayı kaldırıp bulaşıkları hallettim. Yine başım dönmeye, gözlerimin önü kararmaya başlamıştı. Titreyen ellerimle alnımı hafifçe sildim. Aras'ın bebek çantasını açmamak için kendimi zor tutuyordum. Her an içindeki ilaçları çıkarıp kullanabilir, Mervan'ın zehrinin kanıma karışmasını çaresizce izleyebilirdim. Yapmamalıydım, hayır! Beni bağımlı yapan bu zehirden kurtulmak zorundaydım.


Bir süre uzanıp uyuyan oğluma bakarak çırpındım. Alnımdan terler boşalmış yastık benimle birlikte sırılsıklam olmuştu. Kendimle giriştiğim bu mücadelede yenik düşmek üzereydim. Bedenim o ilacı deli gibi istiyordu. Bu öyle bir sızıydı ki kanımdan kan, canımdan can çekildiğini hissedebiliyordum. Sanki tüm bedenim alevlerin istilasına uğrayıp tutuşmuştu.


Titremeler ve sayıklamalar artınca daha fazla dayanamadım ve koşup çantaya yöneldim. İçindeki şırıngalardan birini çıkarıp kolumu hazırladım. Saniyeler sonra yutkunup gözlerimi kapatmış ve tenime değen iğnenin sızısına teslim olmuştum.


"Sana söylemiştim..." Arkamı döndüğümde Mervan'ı görmeyi beklemiyordum. Bana adım adım yaklaşırken, "Ben seninle her yerdeyim. Yanında, teninde, ruhunda..."


Gözlerimi kapadım. Hayır o burada değil! Bu sadece ilacın yan etkisi... Gözlerimi yeniden açtığımda dizlerime uzanmış baş aşağı bir şekilde bana bakıyordu. "Kollarında olmayı özlemişim." Şaşkın gözlerimi gizlemeksizin ellerimle ağzımı kapattım. Korkuyorum o burada olmamalı! "Burada olamazsın... Sen yoksun!"


Doğrulup parmak uçlarıyla yüzüme dokundu. "Bizim yollarımız bir, hâlâ kaderinden kaçabileceğini nasıl düşünürsün?" Gözlerimi kapatıp başımı reddeder gibi salladım. "Yoksun! Birazdan gideceksin."


Ellerini yüzümden ayırmaksızın dudaklarından tutkuyla öptü. Dudaklarının dudaklarıma sürtünmesi titremelerimin ve gözyaşlarımın dozajını arttırmıştı. Yüzümü çevirdiğimde istifini bozmaksızın dudaklarını önce yanaklarımda ardından da gerdanımda gezdirdi. "Seni seviyorum aşkparem. Bugün yine çok aksisin."


"Hayır!" diye çığlık attım. Gözlerimi açtığımda yoktu ve ne yazık ki haykırışım Aras'ı tatlı uykusundan uyandırdı. Onu pışpışlayıp sakinleştirdim. Neyse ki tahmin ettiğimden daha çabuk uykuya dalmıştı. Uyuduğundan emin olduktan sonra sağ elimle önce dudaklarıma ardından da gerdanıma dokundum. Hâlâ sıcaklığını hissedebiliyordum. Çözülen düğmeler neredeyse göğsümü tamamen açıkta bırakmıştı. Mervan'ın kabusundan uyanmak istiyordum. Sabah ilk iş doktora gidip bu ilaçların ne işe yaradığını sormalıydım. Belki o beni bu konuda bilgilendirebilirdi.


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayın. ☺️

instagram: seyma_yldz_koc

Loading...
0%