@syildiz_koc
|
Medya: Ağlama ben ağlarım (Sebebini bilmiyorum. Birkaç gündür medya yüklenmiyor. Yeniden deneyeceğim. ) Ağlama, ben ağlarım Can bulur mu toprağım göz yaşında? Kim anlar derdimi, biz olduk hem dost hem düşman Hep kal düşlerimde kabuslarımda benimle yan Ayrıldıkça yollar, yollar Her gece dualarım Bitmedi rüyalarım Mutlu sonla Bir kadının en büyük şansı, günü geldiğinde kendisini sevecek kardelen yürekli bir adama rastlayabilmektir. Ben hayatımda iki kez kardelen yürekli bir adama rastlamıştım. Biri abimdi, diğeri de Mehmet... Onlar hayatımın ayaza payidar olduğu o korkunç günlerde canıma can ömrüme işlenen ahenkli bir şiir olmuşlardı. Ruhumdaki yorgunluğu bir söğüt sayarak önce Mehmet'in sonra da abimi omuzlarında dindirmiş ve yine onlara sarılarak her şeyin üstesinden gelebilmiştim. Benimse en büyük korkum ve kâbusum Mervan olmuştu. Onun bana olan orantısız sevgisi pek çokları tarafından imrenerek karşılansa da o gelinliği giydiğimde ve bana zorla taktırdığı yüzüğü tenimde hissettiğimde aslında büyük bir fırtınaya tutulduğumu anlamıştım. Bu aşk değildi; esaretin ta kendisiydi. Onun beni dönüştürmeye çalıştığı insandan nefret etsem de sevdasının kelepçelediği gururumu bir kenara bırakarak haykırışlarımı susturmaya mecbur kalmıştım. Ne acıydı ki bu susuşlarımın en büyük günahını güzeller güzeli kızım Asya çekmişti. İnanmak istiyordum... Oğlumun da aynı akıbeti yaşamayacağına deli gibi inanmak istiyordum. Bu mümkün müydü? İki gün olmuştu. Abimle makus talihimizden kaçıp bu eve sığınalı iki koca gün geçmişti. Yüreğim yer yer korkuyla dağlansa da onun yanımda olması şu kısa ama mutluluk dolu anları doyasıya yaşama isteği uyandırıyordu. Yeşil gözlerindeki şefkat ve sevgi, buz tutan yüreğimi çözmüş ve dallarında sevgi dolu gül tomurcukları açtırmıştı. Aras'ı banyo yaptırdıktan sonra bornozunu giydirip kurulamaya çalıştım. Bakışlarım hemen yan tarafımdaki abimin yatağına erişmişti. Mahzun uyku sersemliği, inip kalkan kemik ve kas yapısıyla bezeli göğsü, güçlü, gür saçları... Öyle çok özlemiştim ki bir türlü içimdeki hasret bitmiyordu. Aras'ı kuruladıktan sonra askılı, kot takımını giydirdim. Bugün oldukça neşeliydi. Al, tombul yanakları içimde onu doya doya öpme isteği uyandırıyordu. Parmak uçlarımla yanaklarına, o küçük güzel burnuna dokundum. Dokundukça o parçaların her biri düğme gibi küçük küçük avcuma gelmişti. Ona her baktığımda Mervan'a olan benzerliği yeniden kalbime zehirli bir ok gibi saplanıp kalıyordu. Büyüdükçe bu benzerliğin daha da artacağını biliyordum. Ve bu durum ister istemez tedirginliğimi arttırıyordu. Çantamdan düğün fotoğrafımızı çıkarıp uzun uzun mühürlü gözlerin sahibine baktım. Onu gördüğümde hissettiğim şey oldukça tuhaftı. Birbiriyle taban tabana zıt olan onlarca duygu içimde itişip kakışıyordu. Sevgi, öfke, nefret, sığınma arzusu... Bunların tamamını aynı adama hissetmem mantıklı mıydı? Parmak uçlarımı resmin üzerinde gezdirdim. Şu an nerede ne yapıyordu kim bilir? Bizi bulmaya çalışmaktaki amacı neydi? Hâlâ ne istiyordu benden ben de bilmiyordum. İçim acıyordu. Onca olan bitenden sonra o efsanevi aşkından geriye ne kalmıştı ki? "Ne düşünüyorsun öyle kara kara?" Sırtüstü yatarak bize bakan abime gülümsedim. Elimdeki fotoğrafı görmemesi için tedirgince arkama saklamıştım. "Öyle işte!" Fotoğrafı fark ettiği halde benimle bu konuyu tartışmamak için görmezden gelmişti. Aras'ı kucağına alıp doya doya öptü. "Aslan parçası!" Onları içimdeki sıcacık coşkuyla izlemeye koyuldum. Aras'ın acıktığını düşündüm ve ısıttığım suyu mamayla karıştırıp biberona doldurdum. Biberonu silkelerken abim Aras'ı omuzlarında gezdiriyordu. Öyle neşeli dolu dolu kahkahalar atıyorlardı ki içten içe aralarındaki bağa hayran kalmamak imkansızdı. Yine gözlerimin önüne Mervan geldi. Birkaç ay öncesine kadar aynı neşeli kahkahaları ondan duyardım. Gözlerimi kapattım ve bir katilin ailesinin yanındaki o mutlu anlarının yağmur damlası misali zihnime düşmesine izin verdim. Mervan, beyaz gömleği rüzgârla dolarken Aras'ı kollarının arasına almış salıncakta sallar gibi evirip çeviriyordu. O keyifle gülerken Dicle ve Melek'in etrafında dönüp kıkırdayarak dolaşmaları içimi burktu. Asya'ya dudaklarını sevimli bir şekilde büzerek yemek yedirmesi, Melek ve Dicle'yi kahkahalara boğan komik hikayeler anlatması... Asya'ya son banyosunu yaptırdığımda burnuyla ayparemin karnını gıdıklaması... Asya'nın içimi şu an bile kanatan o mutlu, sevgi dolu gülücükleri... Her şey dün gibi aklımdaydı. Dolan, sulu gözlerimi sımsıkı yumup derin derin nefesler aldım. Hayır, onu özlememiştim. Ben bir katili ne severdin ne de özleyip kendini mahvederdim. O yoktu ve biz böyle çok daha iyiydik. Oğlumu da kızım gibi onun nefretine kurban veremeyecek kadar akıllı ve duyarlıydım. Onun sevdası da hayatı gibi yalanlarla doluydu. Abim bendeki değişimi fark etse de üzerime gelmedi. O dışarı çıkar çıkmaz yüzümü yıkadım ve sofrayı hazırladım. Güzel bir kahvaltı ikimize de iyi gelecekti. Pencerenin önüne geçip bana geri döneceği anı hevesle beklemeye başladım. Camı açıp o güzel temiz havanın içeri girmesine izin verdim.Dışarıda nefis bir yağmur vardı. Mevsimin bahara dönmesi içimi ısıtmıştı. Neyse ki abim fazla bekletmeden elinde paketlerle ve tazecik, sıcak ekmeklerle sırılsıklam bir şekilde çıkageldi. Zeytin, peynir, domates ve kaşarlı yumurta... O ahşap masa benim gözümde görüp görebileceğim en harika kahvaltı sofrasını ağırlıyor olabilirdi. Abimin gelişiyle yüreğim yeniden sükunetle dolmuştu. Ellerini yıkayıp hazırladığım sofraya baktı. Dudaklarındaki o neşeli ıslık, ona çocukken yaptığım gibi kıkır kıkır gülmeme sebep oldu. "Nefis görünüyorlar. Kızarmış ekmekler de harika. Tabii olmazsa olmazımız Rize çayı..." "Laz uşağı ağzının tadını çok iyi biliyor." Tatlı bir şiveyle, "Bilmez olur muyum da Karadeniz aslanuyum ben, kim durabilur karşumda." dedi. Onu böyle şen şakrak görmek Aras'ı da kıpır kıpır edip neşelendirmişti. Sofraya oturduk. Ben çayını koyarken kızarmış ekmeğini kuymağa batırdı. "Of be! Yavru ceylan, bu işin kralı sensin biliyorsun değil mi?" "Öyle mi?" derken ağzının kenarlarından sarkan sünmüş peyniri diliyle yaladı. Keyfi bana da geçmişti. O neşeli haliyle sıcak olduğunu unuttuğu çayı hızla içmeye kalktı ve elbette dilini yakmaktan kurtulamadı. Abim, "Of of!" diye inlerken peçeteyle kızarmış ince dudaklarını sildim. Üzerindeki lekelere bakıp, "Çocuktan beterim değil mi?" diye güldü. "Hem de ne çocuk!" diye karşılık verdim. Kahvaltımızı edip bahçeye geçtik. Küçük bir semtte birkaç günlüğüne ev tutmuştu. Tek katlı gecekondu tarzında bir yerdi; fakat Mervan'dan kaçabilmek için bundan daha iyi bir tercih olamazdı. Abimle hoş bir kahve eşliğinde bir süre yağmuru dinleyip sohbet ettik. Aras'ın uyumasıyla aramıza biraz öncekinin aksine müthiş bir ıssızlık çökmüştü. Ona ne kullandığım ilaçtan ne de Azat'la olanlardan bahsetmiyordum. Olayların ne kadarını bildiğinden de haberim yoktu. Yeminli gibi bunları konuşmuyor hep geçmişi yâd ederek hasret gideriyorduk. Ne yazık ki mutlu olduğumuz günler benim evliliğimle birlikte sadece geçmişte kalmıştı. Yeni hatıralar inşa edebileceğimden de emin değildim. "Çok kıskanıyordum seni lisedeyken!" dedi beni yan yan süzerken." Kaşımı kaldırıp, "Nedenmiş o?" diye alayla hesap sordum. Yüzünü yalancıktan bir öfkeyle kastı. "Çok güzeldin de ondan. Ödüm kopuyordu biri fark edip peşine düşecek diye. Okuldaki çömezlerin belalısı olmuştum da senin ruhun bile duymamıştı. Biri saçının teline ilişse köşeye çeker bir temiz pataklardım." "Bak ya!" diyerek yaramaz bakışlarımı yalancıktan bir kinle ona doğrulttum. "Demek o yüzden kimse karşıma çıkıp konuşamıyordu." "Konuşmaya yüreği olan konuşsun. Konuşsun da görsün dünya kaç bucak!" "Çok fenasın abi. Ne işler çevirmişsin de ruhum bile duymamış." Kupasını eliyle kavrayıp dipledi. "Yüreği güzel bir adamı sevmeni istedim hep. İncitmeden, kırmadan, örselenmeden sevecek birini... Gözümü arkada koymayacak biri... Mehmet gibi..." O ismi duyduğumda beynimde şimşekler çakmıştı. Gözlerim hayretle gözbebeklerine odaklandı. "Biliyor muydun?" Gözlerini kabullenir gibi kırptı. "Biliyordum. Birlikte gördüm sizi." Utanıp üst dişlerimi alt dudağıma bastırdım. O ise şakayla karışık sinirlenir gibi, "İlk başta kan beynime sıçradı." diyerek yükseldi. Anlık bir duraksamadan sonra elime uzanıp parmaklarımı hafifçe sıktı. "Ama araştırınca temiz bir delikanlı olduğunu anladım. Babasının vefatından sonra okulu bırakıp anasıyla bacısına sahip çıkmış. Her kıza uçan kaçan tiplerden de değildi. Onunla evlenmeni isterdim. Senin mutlu olduğunu görmek için değil bir kere bin kere ölmeye razıydım Nazar! Keşke hiç..." "Hayır abi! Ben senin ölmeni dayanamazdım. Senin bir suçun yok. Mervan beni takıntı haline getirmişti. Beni elde etmek için sen olmasan bile kendine bir başka yol açacaktı. Belki de çok daha ağır şeyler yaşayacaktık. Hiçbir şey tesadüf değil. Kim bilir ona rastlamamda belki de bilmediğimiz bir hayır vardır." Yanıma gelip başımı omzuna yasladı. "Gülüm! Artık sana zarar veremeyecek. Seni ve yeğenimi onun kötülüklerinden korumak için her şeyi yapacağım. Kaçıp gideceğiz buralardan. Bir süre yurtdışına çıkacağız. Güvende olman gerekiyor." Yine yurtdışı... Nasıl dayanırdım memleket hasretine? Ben oğlumu bu ülkede, bu bayrak altında büyütmek isterken şimdi nasıl içimdeki onca hayalden vazgeçerdim? "Buna mecbur muyuz abi?" Elini omzuma atıp, "Başka çaremiz yok Nazar. İzimizi kaybettirmek zorundayız. Biriyle anlaştım, arkadaşım sağlam adam!" dedi. "Bizi kaçak yollardan sokacak. Oraya gidince de bir hal çaresine bakarız. Pasaport ve vize için zamanımız yok. Mervan peşimizdedir, itleri ile her yeri didik didik ediyordur. Seni bir daha benden almasına izin veremem." Başımı göğsüne yaslayıp uyuklayan masum yavruma baktım. Her şeyi onun için yapıyordum. Onun geleceğini babasının kanlı geçmişinden kurtarmaya için... Artık hata yapma şansım yoktu. Saatler beynimde dolaşıp duran o böceğe sitem yüklü çalımlar attı. Zaman akıyor benliğim beni tökezleten yakıcı hatıralarla ve kanımda dolaşıp duran zehirle mücadele ediyordu. Bilmem kaçıncı yeminimi bozmuş abimi televizyonun karşısında bırakıp Aras'ın uyuduğu odaya geçmiştim. Mervan'ın bana verdiği ilacı delicesine istiyordum. Bu öyle bir tutkuydu ki almadığım an damarlarım benden bağımsız hareket ediyor kabardıkça kabarıp tenimde moraran iğreti çizgiler oluşturuyordu. Ilık ılık terledim önce. Yüzümün dalından düşmüş kırmızı bir elma gibi renklendiğini biliyordum ve ne yazık ki bu durumu zerre kadar önemsemiyordum. Son bir doz ilacım kalmıştı. Şırıngadaki o sarı sıvıya öldürücü, mağlup bakışlar attım. Abimin hiçbir şeyden haberi yoktu. Nasıl bir belaya düştüğümü asla bilmesini istemiyordum. Çok çaresizdim. İlaç bittiğinde kriz geçirecek ve neye dönüştüğümü bilemeyecek kadar kendimi kaybedecektim. Ondan bir doz daha bulmak için çırpınacak; fakat adını dahi bilmediğim ilacın o Allah'ın belası dozuna ulaşamayacaktım. Aşk ve bağlılık asla beni Mervan'a götüremezdi; peki ya ilaç... Direnemeyecek kadar çıldırdığımda süklüm püklüm ona dönmekten korkuyordum. Yanındayken yoksunluk hissetmemiştim; çünkü buna fırsat vermeden ilacı enjekte ediyordu. Ama şimdi iliklerime kadar çaresizdim. İlacı başka bir yerde bulamayacağımı biliyordum. Mervan'a gidemezdim. Abime durumu anlatmak zorunda olsam da öfkeyle hareket edip yanlış bir şeyler yapmasından korkuyordum. Bir delilik yapıp Mervan'ın karşısına çıkar mıydı? Yanlış bir karar vermek istemiyordum. Belki de yurtdışına çıktıktan sonra söylemeliydim. Şu an bunun ne yeri ne de zamanıydı. İğnenin tenime değmesiyle küçük bir acı bedenimin kasılmasına sebep oldu. Titremelerimle alnımdan sızan ter damlaları usulca şakaklarımdan yanaklarıma süzüldü. Soluk alışverişim kesik kesikti ve ses tonum gitgide artıyordu. Kapının açılmasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Bir düşten uyanır gibi gözlerim abimin şaşkınlıkla bakan yaralı bakışlarına tosladı. Avucumun içinde gizlemeye çalıştığım şırıngayı fark etmiş, heybetli adımlarla bana yaklaşmıştı. Kollarımdan tutup ayağa kaldırdı. "Ne yapıyorsun sen Nazar?" Gözlerimi esrar yüklü bakışlarından köşe bucak sakladım. "B-ben şey..." "Elinde sakladığın şey..." Ondan uzaklaşmak için kapıya yöneldim. "Önemli bir şey değil abi. Basit bir vitamin ilacı. Güçten düştüm ve sağlığıma kavuşmak için içmeye mecburum. Hepsi bu!" Kolumdan tutup yüzümü kendine çevirdi. Eli yanağımı kavradığında sakin ve sabırlı görünmeye çalışıyordu. "Nazar benden ne saklıyorsun? Yüzün bembeyaz olmuş." Saçlarımı usulca geriye itti. "Gözlerinin feri sönmüş gülüm. Sen böyle olmazdın." Ellerimi tuttu. O hassas doku tüm kanı çekilmişçesine bembeyazdı. "Ellerin titriyor." Avucumdan zorla aldığı şırıngayı usulca evirip çevirdi. Onu geride bırakıp salona yöneldim. Bu konuşmayı erteleyebilmek için adeta çırpınıyordum. "Hiçbir yere gidemezsin, söyle Nazar! Yalvarırım söyle. Bilmediğim bir hastalığın mı var? Yoksa..." "Hayır abi. Ben uyuşturucu kullanmıyorum. Bu ilacın ne işe yaradığını bilmiyorum. Bunu almadığımda bedenim yoksunluk çekiyor. Delirdiğimi sanıyorum. Aldığımda halüsinasyonlar görüyorum." Dudaklarını nefretle birbirine bastırdı. "O pislik verdi değil mi? Seni bu ilaçlarla yatağına alıyordu değil mi? Bağımlı yaparak yanında tuttu bunca zaman!" Gözlerimi kapayıp acı içinde hıçkırdım. "Köpek! Aşağılık p.. Yaptığını yanına koymayacağım. Onu bitireceğim, mahvedeceğim!" Hırsla çıkışa yöneldiğinde kapının önüne geçip tam karşısında yerimi aldım. "Hayır abi! Yalvarırım gitme. Öldürür seni. Beni hiç mi düşünmüyorsun? Nasıl dayanırım acına? O çok zalim ... Çok zalim. Acımaz gençliğine, kıyar sana." Ellerine sarılıp kalbimin üzerine bastırdım. "Gitme! Bitti artık. Bitti..." Bana sımsıkı sarılıp boynuma yüzünü gömdü. Elleri saçlarımda dolaşırken onu bu kadar çok üzdüğüm için kan ağlıyordum. Geceyi uykusuz geçirmiştim. Abimi hâli de benden farklı değildi. Gece tüm evi hırsla turlamış, deli divane bir halde duvarları yumruklayıp sigara üstüne sigara yakmıştı. Kendisini ne kadar zor zapt ettiğini görebiliyordum. Onu bu kadar üzdüğüm için kendime de Mervan'a da deli gibi kızıyordum. Bir şeyler yoluna girebilecek miydi, bunu ben de bilmiyordum. Umut etmek istiyordum. Gökyüzünün mavi çarşafına, denizin hırçın ve masum kokusuna hasret duyuyor ve içimdeki hüznü sadece onların varlığıyla boşaltıyordum. Gece güne küserken bedenim ruhuma duyarsızlaşarak ömrümde bir günü daha geride bırakmıştı. Sabah abim ilk iş bizi kaçıracak olan adamla buluşmuştu. Stres içinde ondan haber bekliyordum. Bana bıraktığı o telefonu elimde evirip çeviriyor, stres topu gibi oynayıp duruyordum. Ve o aptal telefon bir türlü çalmak nedir bilmiyordu. Gideli saatler olmuştu. Her geçen dakika umuduma düşman kesilmişti. Saatten gelen tik tok sesleri avını dişleyen kaplan gibi acımasızca beynimi paralıyordu. Daha fazla dayanamayıp telefonla ona ulaşmaya çalıştım. Telefon defalarca çaldığı halde bir cevaba ulaşamamıştım. Telefonu üç kez çaldırdığımda meşgule alındı ve ardından bir SMS ekrana yansıdı. "Nazar şu an çekmeyen bir yerdeyim. Merak etmeni gerektirecek bir durum yok. Adamla anlaştım. Bugün yola çıkıyoruz. Birazdan seni alması için gri bir araç göndereceğim. Burası soğuk, Aras'ı kalın giydir. Ormandaki kulübede buluşacağız." Mesaj şok etkisi yaratmıştı. Bu kadar çabuk gideceğimizi düşünmemiştim. Abimdeki bu fikir değişikliği akıl alır gibi değildi. Dediğini yapıp Aras'ı hazırladım. Paltomu geçirip eşyalarımı toparladım. Bir an önce gitmek istiyordum. Ülkeden çıktığımda ilk iş bedenimi Mervan'ın zehrinden arındıracak bir tedaviye başlamak olacaktı. Pencerenin önünde bizi alacak olan o gri aracı gözlemeye başladım. Gerçekten bu gidiş kurtuluşumuza mıydı? Penceredeki o kül rengi, kasvetli manzara ilk defa o gün huzursuz olmama sebep olmuştu. Her yer mateme dönerken kalbimde Mervan'dan yadigâr kalan o siyah hatıraların içime çöreklenmesiyle daha yorgun düştüm. İçim acıyordu. Kalbim parçalara ayrılmıştı da sanki her bir parçası benden uzaklara savrulmuştu. Veda bile edemeyecektim, ne acı! Annemin elini öpmeden, teninin o güzel lavanta kokusunu içime çekmeden çekip gidecektim. Ablam, Ayşe, Zeynep, Burak... Hepsine ayrı ayrı sarılmak beni unutmayın demek isterdim. Hayat bunun hayalini kurmayı bile bana haram etmişti. Bir yoldan diğerine savrulup paralanan düşlerimle bedevi misali kıvranışımı izlemişti de utanıp sıkılmak nedir bilmemişti. Artık kaderimin değişeceğini umduğum yolculuğa çıkmak üzereydim. Yakınmanın kimseye bir hayrı dokunmayacaktı. Abim söz vermişti. Oraya yerleşir yerleşmez annemleri de yanımıza getirecekti. Ben sadece bunun umuduna sarılıyordum. Yoksa kalbim her anılarımı sayıkladığında bu sinsi bakışlı hasrete nasıl dayanırdım? Camın ardından bulutlu manzarayı kapatan o araç çoktan yerini almıştı. Aracın içinden çıkan sade giyimli adam dikkatimi çekti. Abime aracın fotoğrafını attım ve mesajıma cevap verdi. "Evet, bu araca bin. Kareli lacivert gömlekli, kumaş pantolonlu bir delikanlı seni alıp o geceye kadar konaklayacağımız eve getirecek. Beni merak etme, işlerin çoğunu hallettim. Yolculuk için her şey hazır." Abim oldukça müjdeli konuşmuştu; fakat içimde susturamadığım bir isyan vardı. Adam araçtan inip şüpheli gözlerle etrafı süzdü ve ardından usulca kapıya doğru yaklaştı. Kapının diğer ucunda ne yapacağını kestirmeye çalışıyordum. Kapı çaldı. "Kimsiniz?" diyerek tereddütle de olsa araladım. "Beni Murat gönderdi. Sizi onu götüreceğim. Hazırsanız vakit kaybetmeyelim." Çakıyı elime alıp aceleyle Aras'ın çantasına yerleştirdim. Olası bir aksilikte hem kendimi hem de oğlumu korumaktan geri durmayacaktım. Tereddütle de olsa kapıyı açtım. Bana yol gösterip araca bindirdi. Saniyeler sonra sisli havaya rağmen yola revan olmuş, beni bekleyen kaderime dolu dizgin yaklaşıyordum.
Adam önde ben ise arka koltukta oturuyordum. Bakışlarını dikiz aynasında hissedince tedirginliğim daha da arttı. Aras başını göğsüme yaslamış mırıl mırıl sesler çıkarıyordu. Siyah, masum gözleri o dağdağalı anlarda sığınabildiğim tek şeydi. Günahın sayfalarında yaralı yaralı gezinirken onun hüzünlü hayalline sığınmıştım. Gün, güneşe küsüp geceye yüz tutmuş, bulutlar ise her yanımızı sarmıştı. Yollar tenhalaştıkça kalp atışımın ritmi de sarsılan araç gibi dengesini kaybetmişti. Sonunda araç eski bir kulübenin önünde durdu. Yol boyu abimle mesajlaşmış, onun beni sakinleştiren sözlerine tutunarak buralara kadar düşüp gelmiştim. Araçtan inip kulübeye yöneldim. İki katlı ahşap, eski bir binaydı. Her an yıkılacakmış gibi duran tahta duvarlar bebeğimin kundağına daha çok sokulmama sebep oldu. Dışarda tekinsiz, derme çatma bir merdiven vardı ve ben, bin yıl kalsa o merdivene tırmanıp hengameli hayatıma kırık bir kolla devam etmezdim. Abimin mesaj atmak dışında bana bir dönüşü olmamıştı. Çekmediğini söyleyip aramalarımı hep reddetmişti. Bu durum ister istemez olumsuz bir şeylerin olduğuna dair şüphemi arttırıyordu. Sonunda bir kez daha numarayı çevirdim. Telefonun çalma sesini duyunca Aras'la birlikte kulübeye yöneldim. Ayaklarım yarışır gibi birbirinin ardına sıralanıyor ve adımlarım da bu ritme tutuluyordu. Giriş kapısından geçip salon olduğunu anladığım odaya geçtim. Ev bomboştu. Öyle ki dışardaki yağmurun sesinden, attığım adımın yankısını bile duyamaz olmuştum. Telefonla son numarayı tekrar aradım. Sesin evin içinden geldiğini anladığımda ayaklarım beni o tarafa yönlendirdi. Beni getiren adam sırtını duvara yaslayıp gereksiz bir sakinlikle olacakları gözlüyordu. Son adımlarımı attığımda gördüğü manzara dilimi suskunluklara sürüklemişti. Şaşkınlıkla bocaladım. "Baba!" Yüzü gazabın ateşi ile seğiriyor, bakışları ölü toprağı atılmışçasına duyarsızca üzerimde geziniyordu. Parmaklarının arasındaki telefonu öğütür gibi sıktı. Kucağımda bebeğimle birlikte ona yaklaştım. "Abim nerede, ne yaptın ona?" Suratıma indirdiği o tokat kucağımda Aras'la yere yılmama sebep oldu. Başımı kapandığım yerden kaldırdığında bir çift ayağın üzerine düştüğümü anladım. Dolan gözlerimi gizlemeye çalışarak başımı usulca kaldırdım. Mervan... Babam beni bir paçavra gibi onun ayaklarının dibine atmıştı. Mervan'la gözlerimiz buluştu. Elleri omuzlarıma ilişti ve beni usulca yerden kaldırdı. Gözleriyle babama korkunç bakışlar atıyor, hadsizliğini yanına koymayacağının ön sinyallerini veriyordu. Aras'ın çığlıkları bu şehirde yankı yankı çoğalırken beni kenara bırakıp babama yöneldi. "Sana karıma bir daha dokunmamanı söylemiştim, Pislik herif!" Babamın bileğini kavrayıp elini duvara indirerek acıyla haykırmasına sebep oldu. Elini gözlerimin önünde defalarca duvara çarpıp tamamen kırıncaya dek bırakmadı. Bu manzaraya daha fazla dayanamadım ve küçük bir çığlığın ardından ahşap duvarlara çarpa çarpa çıkışa koştum. Kaçıp gitmek istiyordum bu korkunç ortamdan. Daha fazla ihanetin tırnak izlerini ruhuma geçirmelerine izin veremezdim. Babamın eliyle düştüğüm tuzak, bana şu ana kadar yaptığı her şeyden daha ağır gelmişti. Mervan'ın ölüm yeminleri ettiğini bildiği halde beni ona nasıl verebilmişti? Bu hayattan silip atacak kadar çok mu nefret ediyordu benden? Gözlerimin önünde öldürülmem hiç mi acıtmayacaktı yüreğini? Lacivert çizgili gömleği olan adam, kapının önünü mesken tutmuş kaçışımı duyarsızca engellemişti. Defalarca sesimi duyurmaya çalışsam da bu dağ başında imdat çığlıklarımı kimse duymayacaktı. Mervan'ın adım sesleri bir nefes kadar yakınında hissedilir olmuştu. Beni kolumdan tutup içeri çekti. Babamın kan revan içindeki kırık eli, için için ağlamama sebep oldu. "Sana dokunan elleri kırarım Nazar! Bir an bile düşünmem." Kendimi ondan uzaklaştırdım. "Uzak dur bizden. Sakın yaklaşma, uzak dur!" Gözleri önce üzerimde sonra da ağlamaktan helak olan minik yavrumda dolaştı. İrislerin bu karanlık ortamda daha da büyüdüğünü beni yavaş yavaş cehenneme çağırdığını görebiliyordum. "Onu çok sıkı tutuyorsun Nazar. Yapma! Bebeğimize zarar vereceksin." dedi bana adım adım yaklaşırken. Aras'ı kalbime bastırıp nefret dolu gözlerle Mervan'a baktım. Oğlumu benden iyi tanıyor olamazdı. Ona neyin iyi geleceğini çok iyi biliyordum. Neyin iyi gelmeyeceğini de... Beni sakinleştirmek ister gibi elleriyle omzuma dokunmaya, saç tellerimi parmakuçlarıyla okşamaya başladı. Siyah takım elbisesi ve onun üzerindeki mantosu benim giydiklerime kıyasla oldukça kalındı. Mantosunu çıkarıp üzerimize örtmeye ve bizi ayaza karşı korumaya çalıştı. "Aras'ı bana ver! Daha fazla oğlumuzun acı çekmesine izin verme. Her şey yoluna girecek Nazar. İnan bana Aşkparem! Artık tüm acılar bitecek. Yeni bir hayat kuracağız. Lütfen yapma bunu." Adamları onun kaş göz işaretiyle bana yaklaşmaya kalktığında "Uzak durun!" diye bağırdım. Babam paramparça olmuş elini tutuyor, Mervan'ın korkusundan sesini bile çıkaramıyordu. Bebeğime ulaşmaya çalışan Mervan'ı diğer elimle ittim. Bizi ayırmayı kafasına koymuştu. Bunun için annelik şefkatimi kullanmayı köhne gururuna, küflenmiş vicdanına yakıştırabiliyordu. "Hava çok soğuk. Aras bu ortama dayanamaz. Götürmelerine izin ver." dedi bizi duvar dibine kıstırmaya çalışırken. "Hayır!" diye bir çığlık attım. "Asla! Asla vermem! Oğlumu benden alamayacaksın. Kızımı senin karanlık, nefret dolu hayatına kurban verdim. Oğlumu da yakmana izin vermeyeceğim. Uzak dur bizden. Çek o kanlı ellerini üzerimizden." Aras göğsümde deli gibi ağlıyordu ve Mervan ne yazık ki sabrının sonuna gelmişti. "Nazar bırak onu!" Haykırışını duymuyordum bile. Hemen arkasında beliren adamlar işaret parmağını kaldıran Mervan'ı anlamış gibi başını eğdi. Saniyeler sonra maruz kalacağım cebelleşmeyi anladığımda iki adım geriye gittim. Sağ yanımdaki bıyıklı adam, kolumu kavrayarak beni durdurmaya çalıştı. Ona sert bir tekme indirdim. Mervan olacakları görmemek için sırtını duvardan tarafa dönmüştü. Artık ona dair görebildiğim tek şey bana yüz çeviren sırtı ve nemli siyah saçlarıydı. Babam acıklı yüz ifadesiyle kanlar içindeki elini kavramış hırslı hırslı bize bakarak soluyordu. Avazım çıktığı kadar bağırsam da kimse imdadıma yetişemeyecekti. Tekmelediğim adam, kesik kesik soluyarak yeniden bana yöneldi. Tırnaklarımı zayıf delikanlının yüzüne geçirsem de diğer kolum bıyıklının sert avucuna mecbur kalmıştı. Yumruğumu çiroz olanın irice bulduğum burnuna geçirip, "Bırak!" diye bağırdım. Aras'ı onlardan kurtarmak için çok sıkı tutmak zorunda kalmıştım ve bu onun canını acıtıyor, haykırarak ağlamasına sebep oluyordu. Mervan yüz çevirdiği gerçeklerimizden kaçıp duvara iyiden iyiye yüzü koyun sığınmıştı. Öyle ki alnı bile dakikalar sonra ahşap yapının üzerindeki izlere muhatap olacaktı. Sırtını bize dönerek canavarlıklarından kaçmaya çalışıyordu. Dakikalarca bağırıp çırpınmalar eşliğinde kaderime direndim. Onlara indirdiğim darbeler zayıf ve çaresizdi. Ve sonunda istemesem de Aras'ı benden koparmayı başaracaklardı. Cebelleşmelerimiz lacivert gömlekli adamın hengameye dahil olmasıyla son buldu. Diğer ikisi beni tutarken, "Hayır!" diye yankılanan çığlığıma aldırmadan bebeğimi benden aldı ve yanı başımızda ki Mervan'a verdi. "Bebeğim!" diye haykırırken şimşekler çakmış Aras çoktan Mervan'ın kucağında yerini almıştı. Ben düşmeden dizüstü çökerken o, aylarca yaşadığı hasretin öcünü alır gibi oğlumu öpüp kokluyordu. Yüzümü dizlerime görüp hıçkırıklar içinde ağladım. O lanet olası yoksunluk duygusu tüm bedenimin titremesine sebep oluyordu. O ilaca muhtaç olmaktan nefret ediyordum. Ama ne çare! Artık olan olmuştu. Dün son dozunu bitirdiğim aklıma geldi ve ben bulunduğum yerde tir tir titremeye başladım. Mervan bu halimi anlamış gibi Aras'ı Battal'a verip bana doğru yaklaştı. Cebinden çıkardığı şırıngayla dizlerinin üzerine oturdu. Normal şartlar altında direnmem, ona bağırıp çağırmam ve ilacı suratına savurmam gerekirdi. Yapamıyordum. İlaca olan bağımlılığım buna engel oluyordu. Koluma ilacı enjekte ettiğinde an o kahredici yoksunluk duygusunun benden gidişini hissedebiliyordum. "Özür dilerim. Bunu yapmak zorundaydım." Ona öyle kızgındım ki bana merhamet eden bakışlarına bile katlanamıyordum. Saçlarıma dokunmak için uzandığında hırsla yüzümü çevirdim. "Beni hiçbir zaman anlamayacaksın değil mi?" diye sordu. Nefretle dudaklarımı kıvırdım. "Seni anlamak istemiyorum." "O seninle kalamaz." "Buna sen karar veremezsin. O benim oğlum." "Peşinde korkunç adamlar var. Aras'ın hayatını da tehlikeye atıyorsun." Acıklı, dolu dolu bir tebessüm dudaklarımı yokladı. "Aras'ın hayatını tehlikeye atan biri varsa o da sensin. Senin nefretin... Kanlı hayatın..." Yüzüme dokumaya çalıştığında elini savurur gibi ittim. "Dokunma bana. Riyakâr şefkatine ihtiyacım yok." Yumruğunu sıkıp nemli gözlerle bana baktı. "Neden kaçtın prenses? Birlikte olacaktık. Buralardan kaçıp gidecek, yepyeni bir hayat kuracaktık. Birbirimize söz vermiştik. Neden ha neden? Bu mutluluğu neden bizden esirgedin?" Şu zavallı halime bakıp prenses kelimesinim altında ezildim. Ben olsa olsa bir cariye, onun hayatında zavallı bir odalık olabilirdim. Yaşadıklarım ve çaresizliğim bundan fazlasına izin vermezdi. Gözlerinin derinliklerindeki o iki siyah kuyuya baktım. Acı çektiğini harelerindeki kederden anlayabiliyordum. Ve yüzleşme vakti çoktan gelmişti. "Her şeyi biliyorum Hanzade. Kızımın ölümüne basit bir kalp rahatsızlığı sebep olmadı. Onu senin hayatın, düşmanların öldürdü." Yüzündeki şaşkın ve acı dolu ifade artık zapt edilemez bir hale gelmişti. "Ha-hayır!" "Evet. Onu sen mahvettin." Tebessümümün yalanını ispiyonlayan gözyaşlarım yine sahneye çıkmış, ölüşümün alkış seslerini tüm ortama dalga dalga yayıyordu. "Sandığın gibi değil Nazar!" "Biliyordum. Bir gün bedel ödeme sırasının bize geleceğini biliyordum. O güzel, şaşaalı hayat mazlumların akan gözyaşları ile er ya da geç bataklığa dönecekti. Ve kader bunca suçlu varken nefret dolu dişleriyle en masum olanı öğüttü." Yüzümü dizlerime gömüp defalarca hıçkırdım. Onun gözlerinden dökülen yaşları görmek dahi istemiyordum. "O hastane kapısının önünde haykırarak ağlayan kadını hatırlıyor musun? O gün kadına ne çok üzülmüştüm bir bilsen. Evladını kaybetmiş, hayat en sevdiği ile kolunu kanadını kırmıştı." Gözlerine bakıp hüzünlü bir şekilde tebessüm ettim. "Yanılmışım. Meğer asıl acınası halde olan benmişim. O masum, minik bebek hastalıktan öldü. Bedenine o kahrolası kurşunlar girmeden, kanlara boyanmadan öldü." Başını eğdi. Bana söyleyecek tek bir sözü bile yoktu. Acıların en büyüğünü yaşamış, yaşamakla da kalmayıp yana yana kavrulmuştu. Tüm gözyaşlarımın sebebi iken hangi kelimenin eteklerine tutunup medet umarda ki? "Keşke beni kurtarmasaydın o gün. Boğularak ölseydim. Hiç üzülmezdim biliyor musun? Bilakis sevinirdim. Bana yaşatacağın hiçbir acıyı zihnime dokuyamazdın. Ne bana ne de aileme acı çektiremezdin. Artık omuzlarıma yüklediğin günahları taşıyamıyorum. Kader sayfalarına çöken veballer bile umutsuz ve yorgun. Her şeyi bitirmek için neyi bekliyorsun?" Ayağa kalkıp benden uzaklaştı. "Bilmediğin şeyler var. Sadece benim bildiğim şeyler... Keşke hafızamı söküp çıkarsam ve sana gerçekleri gösterebilsem." Karanlık odadaki zayıf ışık yüzünü aydınlattı. Yorgun hüzünlü gözlerini görmek, sesini duymak istemiyordum. Bana attığı her hançer kesiği içimdeki duyguları soldurmuş ve beni duyarsız, ruhsuz bir insan haline getirmişti. Uykularda bulduğum huzurun hiç bitmemesini istiyordum. Ölüm uyku gibi geliyordu. Toprak altına girecek, bembeyaz bir örtüyle huzurun ve dinginliğin koynunda kabir kundağına bürünecektim. Ölümü iliklerime kadar hissettiğimden artık korkmuyordum. Yaşarken ölenlere ölüm, umutsuzluk fermanı olmaz, ağıtlar masal gibi gelirdi. Artık elindeydim. Başından beri ölü doğan ilişkimiz, düze çıkamayacak kadar kan kaybetmişti. Onca olan bitenden sonra asla eskisi gibi olamazdık. Benim Azat'la kaçmaya çalıştığımı düşünüyordu. Kadir Bey ise iftiralara inanmış sorgusuz sualsiz Azrail gibi defterimi dürmüştü. Mervan, babasını karşısına aldığında neyle yüzleşeceğini biliyordu artık. Emre itaatsizlik ettiğinde Kadir Bey, sahip olduğu her şeyi ondan alacak ve belki de ikimizi birden bu dünyadan silecekti. Kendisine ihanet ettiğine inandığı bir kadın için ölmek Mervan'a takıntısının bile yaptıramayacağı bir aptallıktı. Artık savaşı kalbine ve gururuna karşı idi. "Neden susuyorsun?" "Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok. Seninle yaşayacak bir anım yok. Ben yüreğimi kanatarak sensizlikle kucaklaştım. Sana varacak tüm yollarını nefretimle ördüğüm duvarlar çıkmaza soktu. Kalemini boşa yoruyorsun. Bize bir vuslat çizme artık!" Ölür gibi baktı. Gözlerinde yine aynı yaralı heves vardı. "Yalan. Seviyorsun beni. Bunu biliyorum. Her şey başka türlü olsaydı, biz farklı bir evrende bambaşka hayatları sahneye koysaydık böyle olmayacaktı. Biz..." "Biz diye bir şey yok!" İlaç uykumu getirmişti. Onun karşısında savunmasız kalmak istemiyordum. Gözlerim kapanırken fısıldadım. "Sen olmuş ve olacak tüm güzellikleri öldürdün."
*** Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. |
0% |