Yeni Üyelik
74.
Bölüm

74. Bölüm: Azap Ve Siliniş

@syildiz_koc


Medya: Ağla kıyametim (Kaldık böyle)


Her şey zıttı ile var diyorlar. Ateş ve su, ölüm ve hayat, sevgi ve nefret... Yanlış bir genellemeydi. Sağlamasını bedellerle örülen hayatım yapmıştı. Karadeniz'deki dalgalar misali hırçın olan Nazar, ömrünün ve hayallerinin sonuna doğru çoktan yol almaya başlamıştı. İyi ve güzel olan her şeyi severdim. Karanlık ve acıdan nefret ederdim. Mervan, hayatıma en büyük nefreti getirdi. Biz yan yana olduğumuz her an umutsuzluğu çekiyorduk.


Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Benim için hazırlanan odada umutsuzca sabahlamıştım. Battal, sürekli takipteydi. Beni elinden kaçırmamak için gözünü üzerimden bir an olsun ayırmıyordu. Mervan'ın benimle ilgili nasıl bir planı olduğunu anlamamıştım. Neden burada tutuluyordum? Kadir Bey, bir daha o eve adım atmama asla izin vermezdi. Artık baş düşmanım oydu ve ben onun Mervan'a yaptıklarına bakarak zulümden hallice davranışlarda bulunmayacağını biliyordum.


Mervan, dün geceden beri ortalıklarda görünmüyordu. Bana ne yapacağını merak ediyordum. Ömrümün sonuna kadar burada tutacak değildi ya! Kafasında kurduğu bir şeyler mutlaka vardı.


Abim... Ona ne yaptıkları hakkında bir fikrim yoktu. Korkuyordum. Karanlık insanlar varken evime nasıl dönecektim? Kapı tıklatıldığında kendimi olabildiğince toparlamaya çalıştım. Gözlerimin nemini silerek acılar içindeki yüreğimi biraz olsun ört pas edebilmiştim. Battal, elindeki tepsiyi usulca yanıma bıraktı. Birkaç parça kahvaltılık, ekmek ve portakal suyu... Bugünkü menüde bunlar vardı. Bana göz ucuyla bakıp gitmek için hareketlendi.


"Abime ne yaptınız?"


Sorum önemli bir şey söyleyecekmiş gibi duraklatsa da cevabı oldukça üstünkörü olmuştu. "O iyi, başka bir yerde tutuluyor."


Yataktan doğrulup tam karşısına geçtim. "Niçin tutuyorsunuz beni burada? Amacınız ne?" Umursamazca, "Ona Bey karar verir. Geldiğinde öğrenirsiniz!" dedi. Sesindeki duyarsız, robotikleşmiş tını dışarıdaki soğuk havayı yüreğime ilmek ilmek işlemişti. Cevap vermeme bile fırsat vermeden arkasını dönüp gitti.


Tepsidekilerden biraz atıştırıp gücümü toplamaya çalıştım. Aras neredeydi, kimleydi bilmiyordum. Bana ne olacağından çok oğlumun durumu içimi acıtıyordu. O eve, Kadir Bey'in yanına döndüğünü düşünmek bile ruhumu alevden bir kafese hapsetmişti.


Mervan'ın çocukluğunu düşündüm. Babasının onu Bey olarak büyütme adına yaptığı kötülükler içimi burktu. Korkuyordum, oğlumu canavarlaştırmalarından ölesiye korkuyordum. Bir gün karşıma bir ganster olarak çıkarsa buna nasıl dayanırdım? Aras, o zulümleri çekerken, benim hasretimden ağlarken nasıl nefes alırdım? Bu beladan nasıl kurtulacaktım? Harekete geçmeliydim. Saatler olmuştu. Akşam karanlığı çökmüş ve adamlar uykusuzluktan mayışmaya başlamıştı.


Kalkıp lavaboya gitmek istediğimi söyledim. Beni eski ve oldukça kirli bir tuvalete götürdüler. Seslerinin kesilmesiyle tepedeki cama yöneldim. Geçebileceğim kadar büyüktü. Ama ızgaralarla kapatılmıştı ve oraya tırmanmam çok zordu. Yerdeki kereste kolisini alıp klozetin üzerine koydum. Ardından ızgaranın kapağını açıp dışarıya baktım. Yüksek değildi ve etrafta kimse görünmüyordu. Pencereye tek sıçrayışla tutunup kendimi yukarı çektim.


Hava neredeyse kararmıştı. Bu hem iyi hem de kötüydü. Kötüydü çünkü ormandan çıkış yolunu bulamayabilirdim. İyiydi çünkü onlar da beni görüp kolay kolay yakalayamazdı. Daha fazla düşünmeden kendimi pencereden toprak zemine bıraktım. Arkama bile bakmadan koşmaya başladım. Yağmur hızlanmış görüş açım yok denecek kadar azalmıştı. Bir an önce çıkışı bulacak, bindiğim ilk araçtan beni karakola götürmesini isteyecek ve haklarımı hukuki yollarla aramaya çalışacaktım. Oğlumu kurtarmak için başka çarem yoktu.


Deli gibi koşmaya başladım. Çıkışın nerede olduğunu bilmiyordum. Etraf zifiri karanlıktı. Ağaçların siyahla bütünleşip korkutucu bir hal aldığı eğimli yerlerden geçiyor, düşe kalka ilerlemeye çalışıyordu. Dakikalar geçtiği halde çıkışı bulamıyordum. Epey süre sonra ormanın derinliklerinden "Nazar!" haykırışlarını duydum. Bu haykırış, hızımı biraz daha arttırmama sebep oldu. Peşimdeydiler.


Başımı çevirdiğimde dik yokuşun ardından araçların asfaltta çıkardığı sesi duydum. Oraya yönelir yönelmez metrelerce ötemdeki bir başka ses dikkatimi çekti. "Nazar! Hayır! Gitme oraya."


Sesin geldiği tarafa baktığımda Mervan'ın siyah bir atın üzerinde bana baktığını gördüm. Onu umursamadan yokuş yukarı tırmanmaya başladım. Attığım her adımda haykırışları daha da artıyordu.


"Gitme Nazar! Yalvarırım dur. Bana istemediğim şeyler yaptıracaksın, dur!" Onu duymazdan gelip daha büyük bir hırsla kayan toprağın üzerinde yokuş yukarı yol aldım. Ayaklarıma takılıp yuvarlanan taş ve toprak sesleri umurumda bile değildi. Yağışın ve nemli toprağın killi yapısı işimi zorlaştırıyor, attığım adımlar ayaklarımın kayarak geri geri gitmesine sebep oluyordu. "Yapma Nazar! Gitme! Yalvarırım duuuur!"


O dik yokuşun başına ulaşmama ramak kala bir el ateş sesi duydum ve saniyeler sonra omzuma keskin bir acı yerleşti. Bacaklarım ve tenim yakıcı bir köz acısına müptela olmuştu. Ter içinde kalan alnımı ve kuruyup çatlayan dudaklarımı önemsemeden omzumun üzerinden geriye doğru baktım. Mervan, bana silahını doğrultmuş, acılar içinde kıvranışımı izliyordu. Gözlerimden damlayan yaşlar yanaklarıma süzülürken, bacaklarım titredi ve kendimi yuvarlanırken buldum. Gönüllü bir teslimiyetti bu. Artık ne olursa olsun diyordum. Gözleri o tetiğe basacak kadar karardıysa Mervan'ı kimse durduramazdı.


Yağmur hızlanmış giysilerim ıslaklığın da etkisiyle bedenime yapışmıştı. Attan inmeksizin tümseklerle dolu batık alana kadar geldi. Tıpkı rüyamdaki gibi etrafımda dolaşıp birkaç adım mesafe kalıncaya dek yanıma yaklaştı. Yerdeki o çamurlu dokuyu öfkeyle sıktım. Artık gözyaşları bile talihime küsmüştü.


O, adım adım yanıma yaklaşırken küçük hıçkırıklarla yanan yüreğimi serinletmeye çalıştım. Sanki akan her yaş yağmur damlaları gibi içime süzülecek ve sahtelikten arınmaya çalışan kalbimi ak pak edecekti. Atından iner inmez belimden kavrayıp bedenimi kollarına aldı. Beyliğini gölgeleyecek bu çamurların pantolonunun paçalarını kirletmesi pek de umurunda gibi görünmüyordu. Utanç ve öfkeyle kızaran solgun yüzümü avuçlarının arasına aldı.


"Nazarım..." Beni göğsüne hapsedip sımsıkı sarıldı. Bir kısmı çamura bulanmış bir halde olan saçlarımdan iğrenmiyordu. Keşke ben de onu yaptıklarından iğrenmiyor olsaydım. Alnıma kokumu içine çeker gibi bir öpücük bıraktı. Gözlerimiz buluştu. O siyah harelere baktığımda benden çok daha fazla acı çektiğini görebiliyordum. Her bir kirpiği, aşk dolu feryatlarını kömüre bulanmış yüreğime taşıdı.


"Biliyordum, o silahların bana nefretini getireceğini anlamıştım."


"Ne olur sus!" Dudakları titriyordu.


"Öldüreceksin değil mi? Buraya bunun için geldin. Sahip olduklarından vazgeçemeyeceksin. Kendi celladını öldüreceksin. Seni hançerlemesine izin vermeden silip atacaksın dünyadan."


Gözlerini sımsıkı yumdu. Tüm mimikleri kıyamam diye isyan ederken içinde anbean filizlenen nefret ve şiddet tohumlarının farkındaydım. Tek bir söz dahi söylemeden beni kollarının arasına aldı. Omzuma bakmaya dayanamıyordum. Kan kokusuna ve rengine tahammül edemezdim. Ve ben artık Mervan'dan sadece kan ve nefret kokuları alıyordum.


Beni küçük bir bebek gibi kollarının arasına aldı. Ben gözlerinin ardındaki ölüm çığlığını seyre dalarken o hissiz görünmek için adeta deli divane oluyordu. Perçemlerine düşen damlalar kollarıma her damladığında gidişin ölüme olduğu konusundaki fikrim aklıma iyice yerleşir olmuştu. O eski kulübeye gitmiyorduk. Ormanın derinliklerine doğru adım adım yaklaştığının farkındaydım.


Yüzü buzdan bir heykel gibi renksizdi. Gözlerindeki yıpranmışlık fark edilmeyecek gibi değildi. Sanki günlerce, gecelerce hiç uyumamış ve feryat ederek delicesine ağlamıştı. Tek bir söz söyleyemiyor; yaşayacağı patlamadan çekiniyordum. Rüyalarım gerçek olmuştu. O gece rüyamda beni kollarının arasında ölüme götürmüştü ve hiç acımadan çamur içindeki mezarın içine bırakmıştı. Gerçekten bu sürükleniş ölüme miydi?


Beni usulca yere bıraktı. Gözlerime bakmadan omzumu çekiştirip yaramı incelemeye koyuldu. Eline bulaşan kana acıyla bakıyor, buruşan yüzüme tepkisiz kalmaya çalışıyordu.


"Bırak dokunma, senden gelecek hiçbir şeyi istemiyorum." Umursamadan dokunmaya çalıştığında ellerini birkaç kez daha ittim.


"Nefretinin bize bir hayrı dokunmayacak." dedi direnişlerine devam ederken. "Biliyordum. Bir gün elini kanıma bulacağını anlamıştım. Önce kızımın sonra da benim... Sen bir cehennemsin. Dokunan herkesi içine çeken korkunç bir cehennem."


Susup başını eğdi. Bana karşı suçluluk duyduğunu biliyordum. Yüreğimde ondan arta kalan yakıcı bir zehir vardı ve onu ilmek ilmek zihnine işlemeden huzur bulamayacaktım.


"Oğlumu da kendin gibi yapacaksın. Babanın sana yaptıklarının aynısını ona da uygulayacaksın. Göz göre göre yavrumu onun kıyametine iteceksin." Çok tehlikeli cümleler kurmuşum gibi geriledi. Sözlerim ona acımasızca bıçaklar savurmuştu.


"Hayır, hayır. Bunu asla yapamam Nazar. Ben ona asla kıyamam." Küstah bir tebessümle gam yüklü sözlerine karşılık verdim. "Bana da kıyamazdın!" Başını inkâr eder bir edayla salladı.


"Bilmediğin şeyler var, mecburdum." Soğuk, titreyerek birbirine vuran dişlerimi daha da harekete geçirmişti. Kuyudaki kız Samarra gibi yüzümü kapatan saç tutamlarıma sığınıyordum. Yüzümü kapatıp görüş açımı gölgelemeleri işime gelmişti.


Canım yanıyordu. Kızımın hasret kaldığım gülücüklerini her hayal edişimde nefretim de hortlayıp yeniden ayyuka çıkıyordu.


"Seni çok sevdim." diye sayıkladı. "Seni hiçbir zaman sevmedim." diyerek tüm nefretimi bir nefeste kustum ve devam ettim.


"Sen benden kızımı çaldın. Onunla yaşayacağım anları, yılları çaldın. İnsan bir şakaya bir kez güler de hayatın en acı şakasına binlerce kez ağlasa doyamazmış. Çok ağladım. Aklının alamayacağı kadar çok... Sesim kısıldı. Sırf bu yüzden konuşamadığım günler oldu. Gözlerime uyku girmeden kaç sabahı kahrederek bekledim bilemezsin." Yüzümü elimin tersiyle silip tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim.


"Ona dair ne çok hayalim vardı oysa. Giydirmek istediğim ne çok kıyafet, okutmak istediğim ne çok kitap vardı. Hepsi yalan oldu. Şimdi düşünüyorum, o zavallı bebeğin bedeni de hayalleri gibi paramparça olmuş mudur? Yakıştıramıyorum onu toprağa. Kıyamıyorum anla! Bir taş oturdu kalbime. Öyle bir dert, öyle mahveden bir kanser ki ne adı var ne tarifi. Meğer bundan önce yaşadığım hiçbir şey keder sebebi değilmiş. Çok şey yaptın bana ama aldığım hiçbir darbe bu kadar kanatmadı."


Dökülen gözyaşlarını elinin tersiyle silip gözlerime elemle baktı.


"Ben de acı çektim Nazar. O benim de kızımdı. Hiçbir zaman böyle olmasını istemedim." Acılı sesi bile nefretimi örtmeye yetmeyecekti. Tırnaklarımı yere bırakıp nemli toprağa yırtıcı bir pençe gibi geçirdim. Mervan'a öyle öfkeliydim ki hıncımı bir şeylerden çıkarmasam bir sonraki hamlem onun yüzü olacaktı. Ama yok! O acıya alışkındı. Ben sadece onu sözlerimle yakabilirdim.


"Sana her baktığımda ne görüyorum biliyor musun? Kızımın katilini... Azat'ın katilini ve sayısız insanın mahvolan hayatını görüyorum. Ellerin yüzlerce insanın kanına bulanmışken hangi yüzle bana dokunabildin?"


Benden bir adım uzaklaşıp sırtını döndü. Sözlerimi duymaya dayanamadığını biliyordum. Onun yıkıcı kurşunları vardı benimse öldürücü sözlerim. Asla esas oğlan olamadığı bu tuhaf yazgıda karşılıklı rollerimizi oynar, birbirimizi dur durak bilmeden harcardık. Başını boğulur gibi göğe kaldırdı ve ciğerlerindeki nefesi efkarla boşalttı. "O pisliği öldürdüğüm için pişman değilim."


"Senin olduğum için pişmanım. Bunca zaman seninle aynı yastığa baş koyduğum için kendimi öldürmek istiyorum." İmâlı bir şekilde güldüm. "Öldür beni." Tepkisizliğini görünce devam ettim. "Hadi ama bu kadar güçsüz olamazsın değil mi? Seni aldatan, düşmanınla yatan karını silip atamayacak kadar basiretsiz olamazsın."


Aniden arkasını dönüp bana baktı. Hırs ve öfke onu iliklerine kadar ateşlemişti. Ve delirmesi an meselesiydi. "Yalan söylüyorsun!" Haykırışı beni yutkundururken biraz ilerimizde duran Battal'ın yumruklarını sıkmasına sebep olmuştu. Yüzündeki ifade Mervan'dan önce beni katletmek ister gibi ürkütücüydü. Sanki her an o lanet silahını alıp başıma dayayacak ve zalimce tetiği çekecekti.


"Gerçekler bunlar." diye haykırdım. "Sana ihanet ettim. 'İhaneti affetmem, kıyarım sana!' demiştin. Hadi! Harca! Bitir, sil at beni bu dünyadan. Seninle olmak benim için ölümden de beter artık. Ne yaşamaya gücüm kaldı ne de senle aynı hayatı paylaşmaya hevesim. Senden gelen hiçbir acı hiçbir haksızlık şaşırtmıyor artık beni. Bırak artık, bırak Allah aşkına yeter! Yapamıyorum. Kaldıramıyorum olanları."


Bana sırtını dönüp bir ağacın dibine oturdu. Başını o odunsu sert dokuya yaslayıp hırıltılı derin soluklar aldı. Omuzlarının sarsıntısı içimde biriktirdiğim tüm gözyaşlarını atıştıran yağmurla birlikte toprağa kavuşturdu. Yüreğimde kök salan keder, kelimelere dökülemeyecek kadar yaralı ve derindi. Onda kopan fırtınalar da tarumar olan gururum kadar ıssızdı bu gece. Söylediğim yalanın altında ezilsem de yinelemekten gocunmadım.


"Sana ihanet ettim! Sana..."


"Sus!" Battal'ın öfkeyle kasılan yüzü Mervan'ın her haykırışında daha da fark edilir bir hal almıştı. Hiç ummadığım bir anda ismimin kahreden bir dilden döküldüğünü duydum.


"Nazaaaar!" Başımı çevirdiğimde düşe kalka bana doğru gelmeye çalışan abimi fark ettim. Gelmişti. Beni yine kaderime terk etmemişti. Babam gibi Mervan'ın pençelerine bırakmamıştı. Adamlar Mervan'ın işaretini alır almaz ona yöneldi. O bana ulaşmak için çırpınırken aramıza mesafeler inşa edip etten bir duvar oldular.


Dolu dolu olmuş gözlerle abimin bitap haline baktım. Gömleğinin düğmeleri çözülmüş, yüzünde belirgin bir yara peyda olmuştu. Ciğerlerini patlatır gibi aldığı nefesler ne büyük bir dehşetin koynundan kopup geldiğini ele verir cinstendi.


"Bırak kardeşimi it herif. Ona dokunmayacaksın. Yemin ediyorum öldürürüm seni. Elimi kanına bulamaktan bir an bile tereddüt etmem."


O çırpındıkça adamlar daha sert tutuyor, bize ulaşmaması için elinden geleni ardına koymuyordu. Abim birkaç yumrukla karşılık verse de çokluklarıyla tüm çabalarını boşa çıkarmışlardı. Ve sonunda beklediğim oldu. Silahın ağır darbesi onu yere yığılmaktan kurtaramadı. Defalarca debelense de birkaç adım yakınıma bile yaklaşamıyordu.


"Bırakın beni! Nazar, hayır. Diren ne olur. Bu ölümü kabullenme. Dayan kardeşim."


Benim direnecek gücüm kalmamıştı. Namlu başımdayken dönüş kimeydi artık? "Affet beni abi!" diye sayıkladım. Mervan, "Kazın şu mezarı artık. Daha neyi bekliyorsunuz?" diye bağırdı. Yağmur hızlanmıştı. Mervan'ın bitirici emrini alan adamlar bunu önemsemeden kazma küreğe sarılıp kısa sürede derin bir mezar kazdılar. Hemen sol yanımdaki ateş, yağmura direniyor; ibretlik halime türlü nefret melodileri fısıldıyordu. Başımı o karanlık, dar çukura çevirdiğimde hayata gözlerimi kapatacağım gerçeğiyle yüzleştim. Soğuktan tir tir titriyordum. Battal, elindeki tuhaf ceketi bana uzattı. Biraz sonra ölecek birine fazla merhametli davranmıyor muydu?


Ceketi giyip fermuarını çektim. Ardından beni çukurun hemen yanına doğru iteledi. Davranışları kaba ve ruhsuzdu. Mervan'ın tam karşısında diz çöktüm. Çukur en uygun olacak şekilde açılmış, silah gövdeme doğrultulmuştu. Oysa başımdan vuracağını sanmıştım. Azat'a yaptığı gibi alnımın tam ortasından vuracak, şerefine sürülen lekeyi temizleyecekti(!)


Elleri titriyordu, gözleri ise kirpiklerindeki o yağmur damlalarına rağmen gözlerimden bir an olsun ayrılmıyordu. Başımı çevirdiğimde Kadir Bey'in siyah aracını görmüş, bu muhteşem seyirliği kaçırmadığını anlamıştım.


"Kızımızı kimin öldürdüğünü bilmek ister misin?" Mervan'ın sorusu bocalayıp titrememe sebep olmuştu.


"?!" Kırıklığımı umursamadan acıyan, yalan yüklü bakışlarla gülümsedi. Tebessümündeki acı nemli gözlerine rağmen ürkmeme sebep olmuştu.


"Onu Azat öldürdü. Hayatını kurtardığın adam... Sevgilin!"


Azat... Azat... Hayatını kurtardığım adam kızıma kıymıştı. Kızıma, canıma, aypareme kıymıştı.


Bir el silah sesi dağıldığım yerde irkilmeme sebep oldu. Sol göğsüme bir yangı oturdu. O bölgenin alev alev yandığını, kavrulduğunu hissettim. Ardından sağ göğsüme ve mideme inen bir sancı kurşun seslerinin davetine icabet etti. Sırtüstü düştüğümde Mervan'ın gözlerinden akan o iki damla yaş artık bakışlarımın odağında değildi. Çırılçıplak kalan o karanlık ağaç yerde kaskatı kesilen bedenime gölge ediyordu. Kaybettiğim kan bedenimin ısısını söküp aldı ve ben usulca gözlerimi yumdum. Buz kesmiş gibiydim. Bu ölümün soğukluğu muydu?


Abim zapt edilemez bir öfkeyle "Nazar!" diye haykırarak ağlıyordu. "Bırakın beni! Öldürmeyin onu hayır! Kardeşim... Nazar gitme, hayır!"


Kollarımı kavrayan iki adamı, beni o ıslak çamurlu çukura bıraktı. Abim, "Nazar'ım, hayır!" diye bağırırken ona bu acıyı yaşattığım için kendimden nefret ettim. Üzerime örülen tahtalar ve ardından nemli toprak, yağmurun ayazını bedenime taşıdı. Gözlerimi araladığımda Mervan'ın ıslak bakışları, hüzünlü yüzü hâlâ ayak ucumdaydı. "Elveda!" Ve ardından karanlık...


***


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️🥀🔫🔥


Loading...
0%