@syildiz_koc
|
Medya :Çağan Şengül (Feryat figan) Unuttun mu beni? Geriye dönemem Bu kez sen yaşa diye ben ölemem Hatırladın mı beni? Hiç veda edemem Sen gör beni diye yanıp sönemem O hoyrat denizlerinde ben yüzemem Gitme, yalnız kalır bu şarkılar, sensiz Çığlıklarım duyulmaz sessiz Feryat figan, sokak sokak arar dururum, kaldım evsiz 🥺 Merhaba arkadaşlar. Yukarıdaki şarkıyı yeni keşfettim ve gerçekten sözlerinin bölüme uygunluğu hayret uyandırıcı oldu. Bu bölümü yaklaşık bir yıl kadar önce yazdım. Bir süre ara verdikten sonra beni kurguya yönelten kötü hadiselerdi. Ne yazık ki Antep'te korkunç bir deprem olduğunda kötü şeyleri düşünmemek için bir an önce üçüncü kitabı tamamlamaya çalıştım. Başka türlü acı ve kayıpları unutamazdım. Ve üzüntü bedenimde filizlenen bebeğim için oldukça sıkıntılıydı. 🤗 Umarım sizlerde gerçek bir hayat hikayesinden kurguladığım hikayeden memnunsunuzdur. Dreame de okurlarımla harika sohbetler ediyoruz ama Ne yazık ki bu platformda pek geri dönüş alamıyorum. Düşüncelerinizi birkaç cümle ile ifade ederseniz çok mutlu olurum. Gerçekten yeni anne olduğumdan epey yoğunum ve mümkün mertebe sizlere bölüm yetiştirmeye çalışıyorum. Bu sebeple görüş ve düşünceleriniz benim için çok kıymetli. Şimdiden hepinize keyifli okumalar diliyorum. Hoşçakalın ve hep mutlu olun. 🔥🥀🔫☺️ Bazen sonunu görmediği yollara girer insan. Çıkmaz sokakların ensesine tünediğini bilse de ısrarla, haylazca aynı yolu rehber sayıp eteğine dolanır. Gidişatın yanlış olması bir şey değiştirmeyecektir. Mecalsiz dizler küskündür artık. Dönüş yolu olsa da yanlışı kabullenmek zor gelir insana. Geri dönmek önce gururunu sonra ise örselenmiş bedenini yaralar. Yakutla örülen gönül sarayı, zümrüdüankaya işlenen hayal sedefi bir darbeyle darmadağın edilemeyecek kadar değerlidir. Peki insan yanlış olduğu bir yola daha ne kadar tahammül edebilir? Mervan, başını yasladığı duvara küskünce sırt çevirmiş; demir parmaklıklara kara bir ejdere bakar gibi bakıyordu. Düştüğü tuzağı düşündükçe içten içe aptallığına ateş püskürdü. Oturduğu ince tahta yapı daha şimdiden kemiklerini ağrıtmış, karanlık duvarlar kaçmaya çalıştığı geçmişini sinema perdesi gibi zihnine taşımıştı. Ellerini yaralı dudaklarında gezdirdi ve kimsesiz bir çocuk gibi oturduğu duvar köşesine küçülerek sindi. Nefret ediyordu kapalı alanda kalmaktan. Hep mi kendini bulurdu bu Allah'ın belası yer? Düğmelerini açıp yakasını gevşetti. Nazar'ı düşünüyordu. Polis aracına kelepçeli bilekleriyle bindirilirken uyandığını duymuştu. Polislere her şeyi anlatmış olabilir miydi? Kendisini ele vermiş miydi gerçekten? Ona kızma hakkını bile kendinde göremiyordu. Hem suçluydu hem masum... Hem aşıktı hem de sadist... Bazen ne yaptığını kendisi de bilmiyordu. İçinde bir acı hissediyordu ve ardından öfke patlamaları geliyordu. Nazar'a hiçbir zaman acı vermek istememişti, fakat olaylar onları hep karşı karşıya getirmiştir. O günü düşündü. Nazar'ı yakaladığı yağmurlu günü... Kararını vermişti. Nazar'ı ve oğlunu alıp uzaklara gidecekti. Mecburdu buna. Babasının sevdiği kadına düşman olduğunu, onu silip atmak için ölüm yeminleri ettiğini bile bile bu ülkede duramazdı. Nazar'ı ilaçlarla sakinleştirdiği günün sabahı yollara düşüp Hanzade malikânesine gelmişti. Gülnaz, başını utançla eğmiş olan Dicle'ye kızıyor, onu yaramazlık yaptığı için azarlıyordu. Onları görmezden gelip odasına yöneldi. Babasının evde olmadığı bu saatleri değerlendirip lüzumlu tüm eşyaları alarak sessiz sedasız evi terk edecekti. Kararını vermişti. Kendisine mutsuzluktan başka bir şey vermeyen bu evliliği ne pahasına olursa olsun bitirerek herkes için en doğru olanı yapacaktı. Artık Nazar'dan ayrı tek 1 dakika bile geçiremezdi. Bütün pislikleri geride bırakarak hep hayalini kurduğu o hayata kavuşacaktı. Gardıroba yöneldiği esnada elindeki telefonu kulağına yaklaştırıp tek ve kesin bir emir verdi. "Tüm paramı çekmek istiyorum. Akşama kadar hepsi hazır olsun." Birbirinden güzel takım elbiselerini o büyük bavula koyup Nazar'ın odasına yöneldi. Tüm gardırobu almak gibi bir derdi yoktu. Alacaklarının bir süre idare edecek önemli şeyler olması yeterliydi. Şu an en gerekli olan şey para ve zamandı. Bavulun kilidini takarken etrafa göz gezdirdi. Söyleyeceği yalan bile hazırdı. "İş seyahati... Bir süre ortalarda görünmeyeceğim." Gülnaz'ın üzüleceğini, çocuklarının baba hasretiyle mahvolacağını biliyordu; fakat herkesin zamanla kendisine hak vereceğine inanıyordu. Dicle ve Melek, başta babalarına kızsa da büyüyünce durumu anlayacaktı. Onlar da elbet bir gün âşık olacak, sevdikleri insanlarla mutlu olmak isteyeceklerdi. Geçen zaman onları olgunlaştırınca babalarının yüreğini yakan sevdayı yargılamayacaklardı. "Ne bu hazırlık?" Mervan gözlerini kaçırdı. "Seyahat!" "Yalan söylüyorsun. Sen seyahate tüm paranı çekerek gitmezsin. Bu kadar bavulla yola çıkmazsın." Gülnaz titreyen eliyle yerdeki diğer bavulu işaret etti. "Bunlar Nazar'ın eşyaları..." Mervan, bavulu kaldırıp kapıya yöneldi. Daha fazla yalan söylemek istemiyordu. O, hızla merdivenleri inerken Gülnaz arkasından bağırdı. "Hayır. Yalvarırım dur! Gidemezsin!" Önüne geçip Mervan'a sımsıkı sarıldı. "Sana ihtiyacımız var. Lütfen bunu bize yapma." Mervan, ondan uzaklaşıp kapıya yöneldi. "Gülnaz, ne olur her şeyi daha fazla zorlaştırma. Başka çarem yok!" Gülnaz, sırılsıklam olmuş yüzünü elinin tersiyle silip Dicle'yi gösterdi. "Seni ne kadar sevdiğini biliyorsun. Ne diyeceğim ona? Yokluğuna nasıl dayanacak?" Mervan, nemli gözlerle Dicle'nin korku ve acı dolu yüzüne baktı. Küçük kız, babasının kendisini terk edeceğini anlamış ve çoktan göz pınarlarını acının demine akıtmaya başlamıştı. Mervan, bakışlarını kaçırıp yüzünü utançla çevirdi. Kızıyla yüzleşmek onun için çok zordu. Dicle koşup babasının dizlerine sarılarak pantolonunun paçalarını kavradı. Melek ise olanlardan habersiz salya akıtarak elindeki elmayı kemiriyordu. "Ne olur beni bırakma!" Mervan ona sımsıkı sarıldı. "Bir gün beni anlayacaksın. Ne olur kızma bana, başka çarem yok bebeğim!" Dicle deli gibi ağlıyordu. Çocuk yüreği babasının kendisine kızdığı için evi terk ettiğini sanıyordu. Henüz ben merkezci düşünce yapısından kurtulamadığı için kötü olaylardaki suçlu hep kendisiydi. "Gitme! Söz veriyorum bir daha vazo kırmayacağım. Nazar ablanın oyuncak bebeğine zarar vermeyeceğim. Tüm sebzelerimi de yerim. Brokoliyi bile severim. Boyama kitaplarımı yırtıp gemi yapmam. Yeter ki sen gitme!" Mervan, onu alnından öpüp "Başka çarem yok!" diye fısıldadı. Elleri yüzünde son kez oyalansa da kızını daha fazla üzmemek için kaçar gibi garaja yöneldi. Dicle, "Gitme baba ne olur?" diye bağırırken o çoktan direksiyonun başında yerini almıştı. "Babacığım ne olur gitme!" Mervan içinden, "Dönüp bakma, çık artık bu evden!" diyerek kendisini cesaretlendirmeye çalıştı. Aracı çalıştırıp usulca dışarı süzülürken Dicle, "Gitme baba! Gitme!" diye bağırıyor; koşarak aracın arkasından ona yetişmeye çalışıyordu. Kızını bu şekilde görmek tüm gardını düşürmüştü. Ağlamaktan kızaran gözleriyle aracın dikiz aynasına baktı. Onun yere düştüğünü, kanayan dizleri ile ardına bakarak ağladığını görebiliyordu. Aracı ani bir frenle durdurdu. Tek bir an bile düşünmeden kızının ardına düşüp boynuna pişmanlıkla sarıldı. Siyah saçlarını doya doya öpüp kokladı. Yüreği dizlerinden daha çok kanayan küçük kız da tıpkı babası gibi sımsıkı sarılıp ağlamaya başlamıştı. Yapamamıştı Mervan... Gidememişti. O gün kızını dizlerinde uyutup Nazar'a geri döndü. Ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Konuşmaya bile fırsat bulamadan Nazar'ın kendisinden ilk fırsatta kaçtığını öğrendi. Ne yapacağını şaşırmış, ormanın içini adamlarıyla dip bucak aramıştı. Çalan telefonu açtığında babasının tehdit yüklü sesiyle kendini kaybetti önce. "Eğer tepeyi aşarsa o kadını kendi ellerimle öldürürüm. İşini bitir. Yoksa yapacaklarımdan mesul değilim." Mervan, aldığı haberle iyice kendini kaybetmişti. Korku doğru düşünmesini engelliyor, kaybedecekleri onu çılgına çeviriyordu. Nazar'ı bulduğunda yokuş yukarı tırmandığını gördü. Genç kadın kendini bilmeden adeta ölümün kucağına atlıyordu. Karısına yetişemeden öldüreceklerini biliyordu ve ne yazık ki Nazar o mesafeden mevzilenmiş keskin nişancıları görmüyordu. Defalarca bağırdığı halde durmadı ve ne yazık ki Mervan, ikisini de yakan o kararı vermek zorunda kaldı. Nazar'ı kurşunların hedefi yaptı. Artık kafasındaki o planı hayata geçirmekten başka bir çaresi yoktu. Onu ailesi de dahil herkesin gözünde öldürme planı... Planını harekete geçirmek için her şey hazırdı. Canını yakan şey ise Nazar'ın şerefini bile bir kenara bırakacak kadar kendisinden nefret etmesi, 'Bırak beni!' diye diz çöküp yalvarmasıydı. Anlamıştı artık! Bu hayatta ikisi için mutlu bir son yoktu. Nazar böyle nefret doluyken daha fazla kendisine mahkûm edemezdi. Bu ona her geçen gün daha çok acı verecekti. Ve babası böylesine nefret doluyken Nazar asla Mervan'ın yanında güvende olamazdı. Mecburdu... Onu yaşatmak için uzak durmaktan, iyi olması için yapayalnız bırakmaktan başka bir çaresi yoktu. Nazar'ı düşmanlarından ancak böyle koruyabilirdi. O gece hayatının en acı verici tiyatrosunu oynayıp kendilerini izleyen Kadir Bey'i planıyla alaşağı etmişti. Nazar'ı öldü gösterip herkesten gizli bir evde sakladılar ve ameliyatını da bizzat Mervan'ın kendisi yaptı. Üzerinde ameliyat önlüğü, başında bonesi ve elinde lastik eldivenlerle âşık olduğu tek kadını omuzundaki kurşundan kurtarmaya çalışıyordu. Kurşunun bedenine girdiği o anı düşündükçe delirecek gibi oluyordu. Nazar acı çekerken kendisi de o yaranın bin beterini yüreğinde hissetmişti. Ama ne çare? Bunu ona söyleyecek zamanı bile bulamamıştı. Kurşunu çıkarıp yarayı kapattığında artık Nazar'a asla yakın olamayacağını biliyordu. Sedyenin üzerindeki aşkına bir nefes kadar yaklaştı. Yanaklarına saçlarına şefkat ve sevgi dolu buseler bıraktı. Hayatında hiçbir vedayı uzatmak ve bitirmemek için direnmemişti. Gözlerini kapatıp parmak uçlarıyla genç kadının yüzünün her bir zerresine sevdayla dokundu. Onu içine, ruhuna, çocukluğunun bıraktığı her yaranın üzerine işlemek istiyordu. Bu aşkın asla kabuk bağlamayacağını o da biliyordu. Fakat kadere direnmek imkânsızdı. Dökülen gözyaşlarını silip ona sırtını döndü. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı. Büyük siyah arabasına atladı. Aracı deli gibi kullanıyordu. Ölüme gider gibi... Peşinden gelen Battal'ı fark edememişti. Battal defalarca selektör yaktığı halde onu görmüyordu. Battal, kornaya basarak aracın yanına yaklaştı ve onu durmaya mecbur etti. Mervan ise onu görmezden gelerek araçtan indi ve insanlarla dolu bir caddede ruhsuzca dolaşmaya başladı. Çevresindeki hiçbir şeyi görmüyor, insanlardan uzakta bambaşka bir evreni yaşıyordu. Yanından geçen bir sarhoşun elinden içki şişesini alıp şaşkın bakışları umursamadan kafasına dikmişti. "Hey o benim biram!" O küstahça dudaklarını silerken ortalığı sakinleştirip adamın borcunu ödemek Battal'a kalmıştı. Onları umursamayıp kendini kaybetmişçesine deli gibi içti. Sallanarak insanların tuhaf bakışları arasında sokak sokak dolaştı. Yürüyen bir ceset olmak o gün ne de güzel yakışmıştı Mervan'a. Epey dolaştıktan sonra bir duvarın dibine sinip arda ardına yumruklarını paralarcasına o sert dokuya geçirdi. Haykırarak bağırıp ağlamış kendisini acıyarak izleyen Battal'ı görmemişti. Elini duvara her indirişinde önce yüreğinden sonra ise dudaklarından tek bir isim çağlar olmuştu. "Nazar!" İndirdiği her darbeyle doya doya kana kana onu haykırmış, içindeki yangının gözyaşlarından taşmasına izin vermişti. Diz çöküp küçük bir çocuk gibi başını kollarının arasına aldıktan dakikalar sonra Battal onu evine götürmek için hareketlendi. Mervan'ı küfelik bir şekilde eve bıraktığında tek dileği Kadir Bey'in onu böyle görmemesiydi. Mervan bahçedeki ağaçların arasından öfke dolu gözlerle Kadir Bey'in odasına baktı. "Kadir Bey!" "Lütfen susun efendim. Sizi bu halde görmesin!" Kolunu ondan kurtarıp, "Kadir Bey!" diye bir kez daha haykırdı. Babası perdenin ardından onu izliyordu. "Çık dışarı Kadir Bey!" diye bir kez daha bağırarak malikanede tok bir yankı bıraktı. "Çık dışarı! Gel, gör beni. Kendi oğlunun zavallı halini gör! Beni kininle ne hale getirdiğini gör!" Kadir Bey öfke dolu gözlerle adım adım ona yaklaştı. "Kes sesini!" Mervan acıyla gülümsedi. "İstediğin oldu! Vazgeçtim ondan! Âşık olduğum tek kadını silip attım. Mutlu musun şimdi; mutlu musun ha? O taş kalbin huzur buldu mu sonunda? Oğlundan geriye kalan bu enkazı görüp mutlu oldun mu, söyle!" Gülnaz, terasta duyduklarıyla buz kesmişti. Küçük bir haykırış dudaklarından döküldü. "Sana kes sesini dedim." dedi Kadir Bey, sabrının sonunu yaşarken. "Her şeyimi kaybettim ben. Bittim! Benim dünyamı sen kararttın Hanzade. İçimdeki tüm güzelliklere acımadan kıydın!" Gömleğinin tüm düğmelerini elinin tersiyle bir çırpıda söküp göğsünü babasının nefretine siper etti. "Hadi öldür, durma! Canım yanar mı sanıyorsun artık. Kessen tenimi kanar mıyım ben?" Kadir Bey, okkalı bir tokat patlattı yaralı oğluna. "Sana sus dedim." Mervan, bu darbeyle yeri yığılıp kalmıştı. Doğrulmaksızın kindar bakışlarıyla babasına soludu. "Hırslarınla yıllar önce annemi aldın, şimdi de Nazar'ı. Sen benim özgürlüğümü, hayatımı çaldın. Acımadan kanatlarımı kopardın. Beni nefretinle bu hale getirdin!" Kadir Bey adamlarına bakıp perişan haldeki sarhoş oğlunu kaldırmalarını emretti. Hemen ardından ayakta güçlükle duran Mervan'a sağlı sollu tokatlar savurdu. Mervan, sarhoşluktan ve acıdan tenindeki sızıları hissetmiyordu bile. Kadir Bey, oğlunun yüzünü kavrayıp bakışlarına kendine çevirdi. "Şerefini kurtardın. O kadının ihanetiyle yerli yeksan ettiğin onurunu kurtardın. Kime isyan ettiğini sanıyorsun? Bu ismin lekelenmesine izin mi verecektim?" Mervan son gücüyle tükenir gibi soludu. "Onu sevmiştim. Her şeyden çok sevmiştim." Bir adım gerileyip kendi kendine sayıkladı. "Hayır, hayır... Yapmadı, yapmaz... Yapmaz!" Kadir Bey Mervan'ın sarhoş yüzünü daha da sert sıkarak dişlerinin arasından haykırdı. "Unutacaksın onu! Adını bile anmayacaksın duydun mu? Ona dair hiçbir şeyi görmek istemiyorum. Kimi alırsan al koynuna, umurumda değil. Ama bir daha ona dair hayal kurmana bile iznim yok!" Kadir Bey, arkasını dönüp gitmeye yeltendiğinde Mervan'ın sarhoş sesiyle duraksadı. "Yapamam, yapmayacağım!" Son sözleri ihtiyar kurdun sabrımı iyiden iyiye taşırmıştı. Sıktığı yumruğunu ardı ardına Mervan'ın karnına indirdi. Mervan ise kendisini tutan adamlara direnmeyip bu hırpalanışa gönüllü teslim oldu. Tek dileği içindeki acının dinmesi, yangınının biraz olsun sönmesiydi. Tepkisizliği ve tebessümü Kadir Bey'i daha da delirtmişti. Battal'ın tüm engellemelerine rağmen ağzından kan boşalan oğlunu havuza doğru savurdu ve parmaklarının arasına geçirdiği saçlarından çekiştirerek başını dakikalarca suya daldırdı. Olanları gözyaşları içinde izleyen Gülnaz daha fazla dayanamayıp, "Beyim ne olur dur!" diye bağırdı. Mervan'ı tamamen kaybetme ihtimaline dayanamıyordu. Kadir Bey, onu sudan çıkarıp kin dolu son sözlerini söyledi. "Bu son ikazımdı. Bir daha konuşmam, gerekeni yaparım." O geceden sonra Mervan'ın dünyası karanlıklara boğulmuştu. Odasından çıkmıyor, uyuyarak günlerini tüketmeye, acılarını unutmaya çalışıyordu. Nazar'ın tablosunun karşısına geçip saatlerce bakmak bile onu yumuşatamamıştı. Nazar'ın odasına her gittiğinde yastığına sarılıyor, yumduğu gözleriyle varlığını hayal ediyordu. O elbiseleri Nazar diye bağrına basmış, kokusunu o kumaş parçalarında aramıştı. Her gece aracına binip tüm şehri karış karış geziyordu. Hiçbir yolun ona çıkmayacağını bile bile sokakları arşınlamaktan vazgeçemiyordu. Aras'ı sarıp kucaklamaları bile yetmez olmuştu bir zaman sonra. Nazar'ın yatağına uzanıp gözlerini bir noktaya dikiyor; o noktada Nazar'la yaşadığı her anı doya doya düşünüyordu. Çok kızgındı, çok öfkeliydi Mervan. Kendine, kaderine, babasına ve yaşadığı her ana deli gibi kızıyordu. Kader defterinin tüm yaprakları bitmişçesine geçmişi başa sarıp yeni yeni kombinler yapıyordu. Nazar'la ilk karşılaşmalarını düşünüyordu mesela. Ona doya doya bakıp izlemek yerine çekip gitseydi, düşünüp peşine düşmeseydi, bu kadar delicesine tutkun olur muydu bunu kendisi de bilmiyordu. Mutlu olmak istemişti ve mutluluğu uzun sürmemiş saman alevi gibi aniden yanıp sönmüştü. O, Mehmet'in sevdasını çalmıştı, başkaları da onun. Unutamıyordu. Hem unutmak istiyor hem de hislerinin çözülmesinden deli gibi korkuyordu. Bir sabah uyandığında hayatındaki yokluğuna alışmış olmak acı vericiydi. Mutsuzluğa alışıp eski nefret dolu, karanlık adam olmak ona ağır geliyordu. Evine hevesle dönememek, onun yaptığı gül tatlılarını yiyememek, kızdığında çatılan kaşlarını görememek, kollarına alıp başını göğsüne yasladığında kirpiklerini boynunu gıdıklamaması... Tüm bunları yitirmek öyle kötüydü ki yaşadığı hiçbir kederi Nazar'ın yokluğuyla kıyaslayamıyordu. Mağarasına dönmesi artık çok daha acı vericiydi. Çünkü artık karanlığa tahammül edemiyordu. Bir gece hatıraların gam yüklü ağırlığına dayanamayıp düşüncelerde boğulunca Battal'ı ve adamlarını alıp gece yarısı bir mekâna gitmişti. Ne yaptığını bilemeyecek kadar alkollüydü. İçeri girdiğinde toplanan çalışanları umursamayarak masalardan birine yöneldi. Elini kaba bir şekilde masaya indirdi. "Donat." Garson yutkunup nezaketi elden bırakmayarak, "Kapatıyoruz efendim!" dedi. Onun ne dediğinin bir önemi yoktu. Mervan bu gece deli gibi dağıtacak ve acılarını kadehlerde bırakıp Nazar'sız geçirdiği bir günü daha sessiz sedasız atlatacaktı. "Sana donat masayı dedim." "Üzgünüm efendim. Müdürün kesin talimatı var. Ben..." Mervan ayağa kalkıp adamı gerisin geriye sertçe itti. Yeri kapaklanan garson neye uğradığını şaşırmıştı. Karşılarında ateş püsküren, deli ve güçlü bir adam vardı. Öyle ki bellerinde gördükleri silahlar, polisi arama heveslerini bile baltalamıştı. Mervan çalgıcılara "Çal!" diye emretti. Adamlar sessizce bakıştılar. Bu sessizlik Mervan'ın sabrını daha da zorlamıştı. Siyah ceketini çıkarıp mikrofonun başındaki yorgun ve süslü görünen assoliste fırlattı. Genç kadın, kendisine savrulan siyah ceketten geri çekilerek son anda kıl payı kurtulmuştu. "Çalın dedim duymadınız mı? Sen de söyle!" Genç kadın dişlerinin arasından "Hayvan!" diye tısladı. Mervan'ın öfkeden titrediğini gören Battal, tatsızlık çıkmasın diye arkadaşına gitmeyi teklif etti. Mervan, onu dinleyip, anlayamayacak kadar yaralı ve sarhoştu. Orkestra sakin müzikleri çalmaya, kadın ise düşmüş yüz hatlarını gizlemeye çalışarak şarkı söylemeye başladı. Ne yazık ki bunlar Mervan'a hiç de tatmin edici gelmemişti. Beyninde atan o damar, kulaklarının uğuldamasına sebep oluyordu. "Kesin şu zımbırtıyı!" Bu haykırışla birlikte tüm sesler kesildi. Mervan, omzunun üzerinden klarnetçiye dönüp, "Zeybek havası çal!" diye emretti. Adam şaşkınca yanındakilere bakıp anlık bir duraksamadan sonra aletine tatlı tatlı üflemeye koyuldu. Mervan, hiçbir şey olmamış gibi kollarını iki yana açıp kendinden emin bir harekette tuhaf bakışların karşısında zeybek oynamaya başladı. Karşısında Nazar'ı hayal ediyordu. Onunla düğündeki gibi göz göze oynadıklarını, ona yaklaştığında tükenen soluğunu, kazara değen bordo elbisesinin teninde bıraktığı ateşi bıkıp usanmadan o deli anlarda bile düşlüyordu. Ama Mervan o günkü Mervan değildi. Alkol damarlarında dolaşırken o güçlü duruşu, o sert bakışları asla yakalayamayacaktı. Aceleci bir hamleyle diz çöktüğünde doğrulamadı ve kendini yüzükoyun yerde buldu. Battal, kalkması için ona yardım etmek istese de gururlu bir adam olduğu için bu dokunuşa asla müsaade etmeyecekti. "Gidelim efendim. Daha fazla itibarınızı hiçe saymanıza izin veremem. Çok sarhoşsunuz." Mervan, elindeki silah ve bir deste dolusu parayı alayla yeri savurdu. "Bunlar mı itibar?" Artık gözlerinden boşalan yaşlara, acıyla titreyen yüzüne, kıvrılıp büzülen dudaklarına engel olamıyordu. Kendisini çıkışa yönlendirmeye çalışan Battal'dan kurtulup ayakta dikilen klarnetçiyi yakasından kavradı. "Neden anlamadınız beni? Neden dinlemediniz hiç?" Onu itip assolistin elindeki mikrofonu yere savurdu. Kadının tiz çığlığı loş ortamda dalgalanırken sazın başındaki adamı hırsla çekiştirdi. "Neden mahvettiniz beni!" Ağlamalar ve gözyaşları her geçen saniye daha da artıyordu. Adamlar bilmedikleri suçları karşısında başlarına eğdiler. Bu yaralı, sarhoş adama artık kızamıyorlardı. Mervan, "Ben masumdum!" diye bağırıp sandalyeyi yere fırlattı. Olanlara daha fazla tahammül edemeyen Battal, Mervan'ın kolunu tutup yalvarır gibi "Efendim yapmayın!" diye fısıldadı. O iç çekişlerini zapt edemezken güvenlik Mervan'ı yaka paça Battal'ın tüm engellemelerine rağmen dışarı çıkardı. Ne yazık ki o gecenin cezası manşetlere yüz kızartıcı haberler olarak yansıyacaktı. Ayıldığında doğru düzgün hatırlayamadığı gecenin hesabını önce polise ardından da Kadir Bey'e verecekti. O böyle dağıtıp darmaduman olurken Nazar'ın ölüm haberi, talimatıyla tüm gazetelerde yerini almıştı. Günler sonra bulunan faili meçhul bir cinayetle manşetler hep aynı isme ağlamıştı. Karanlık bir el tarafından harcanan genç kadını Nazar diye yazmış çizmiş; ona ait olan kimlikle sevdiği kadına yeni bir hayat vermişti. Nazar'ın ailesi kapısına polisle dayansa da hiçbir delil bulamamıştı. Ve çaresiz hazırlanan tuzakla birlikte bu sona razı olmuşlardı. Delilleri öyle bir ayarlamıştı ki neredeyse Nazar'ın öldüğüne herkes gibi kendisi de inanacaktı. Mervan, her şeyin bitmediğini iyi biliyordu. Nazar'ın abisi Murat, Mervan'a kin ve nefret duyuyordu. Mervan'ı gölgesi gibi izliyor ve kardeşine yaptıklarının hesabını sormaktan vazgeçmiyordu. Ama bu durum Mervan'ın umurunda bile değildi. Polisin elindeki itirafçı her şeyi anlatıp davanın kapanmasını sağlasa da Murat esas suçlunun Mervan olduğunu biliyordu. Herkesi seferber etmiş fakat hiçbir şey ispat edememişti. Günler aylar geçse de Murat olanları unutmuyordu. Mervan'ı öldürüp Nazar'ın intikamını alacağı günü sabırsızlıkla bekliyor, o fırsatı gecelerce uyumadan hırsla kolluyordu. Ve o gün baykuşlar intikam diye öttü. Genç adam, kinin gözünü kör ettiği bir gün Mervan'ı takip edip aracını sıkıştırdı. Attığı makaslarla dikkati dağılan Mervan, direksiyonu yol kenarına kırıp küçük çaplı bir kaza geçirdi. Sarhoşluğunun da etkisiyle sızmıştı. Ancak yakasını çekiştiren iki eli hissettiğinde kendisine gelebildi. Gözlerini açtığında Murat'ın kendisine tuttuğu namluyla burun buruna gelmişti. Murat da annesi Elif Hanım gibi nefret doluydu. Mervan sarhoş haliyle oldukça şuh bir kahkaha patlattı. Kahkahalarının frekansı arttıkça Murat sinirden dudaklarını kemirmeye başlamıştı. "Gebereceksin pislik! Nazar'a yaptıklarının bedelini ödeyeceksin. Yanına bırakmayacağım." Mervan anlık bir duraksamanın ardından kahkahalarına bir yenisini daha ekleyip devam etti. Dakikalar içinde o yalancı kahkahalar gözyaşlarına dönüşmüştü. Mervan kendisine hayretle bakan Murat'ın karşısında küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayıp içindeki tüm zehri akıttı. Önce bebeğini ardından da âşık olduğu tek kadını kaybetmişti. Ve bu olanlar karşısında o kudretli adamın elinden ağlamaktan başka hiçbir şey gelmemişti. Başını geriye bırakıp aracına yaslandı. Biraz olsun sakinleşmiş kendini o serin yaşlara bırakmıştı. "Öldür beni!" Murat'ın gözleri kinle kısıldı. Bu kafasında kurduğu hiçbir intikam sahnesine uymuyordu. Mervan'ın onun ayaklarına kapanması, öldürmemesi için yalvarması gerekiyordu. O korkuyla yaptıklarını telafi etmek isteyecek ve pişmanlığını kelimelere dökmek için geveleyip duracaktı. Yapmıyordu. Hasmının gözlerine baktı. Kömür gözlerinin tüm feri sönmüş ve hareleri bir cesetteki ölümün soğukluğunu andırır olmuştu. Beyazlarındaki kırmızı sinirler, ağlamaktan perişan olduğunu, doğru düzgün uyku yüzü görmediğini ele verir cinstendi. "Ne duruyorsun öldür beni! Al kardeşinin intikamını." Murat afallamış bir şekilde silahını indirdi. Aslında yaşayan birini bulacağını sanmıştı o; ama hayır, Mervan öleli çok olmuştu. "Sen zaten bir ölüsün. Yaşadığın aşk azabını dindirerek sana bir iyilik yapmayacağım. Yaşayacaksın pislik! Nazar'ın hatıralarıyla her gün ölerek, biraz daha biterek yaşayacaksın. Sen kendi ellerinle kendi belanı vermişsin zaten." Onu bıraktığında Mervan'ın söyleyecek tek bir sözü bile kalmamıştı. Bir süre yüzünü gömdüğü mecalsiz dizlerine sığındı. Dakikalar sonra ise ancak Battal'ın yardımıyla eve gidebilmiş, güç bela kendini yatağına bırakmıştı. Uyumak istiyordu. Zamanın kendisinden kopardıklarıyla her şeyi unutmayı diliyordu. Gözlerini açtığında minik bir elin saçlarında gezindiğini hissetti. Dicle hemen yanına uzanıp babasına sımsıkı sarıldı. Mervan dolu dolu gözlerle kızının yüzüne baktı. Konuşmaya bile mecali yoktu. Annesinin sevgi dolu çocuksu yüzü geldi aklına. Dicle'nin hep kendisine benzediğini düşünmüştü; oysa şimdi karşısında sadece annesi vardı. Onun gözleri Dicle de hayat bulmuştu. O talihsiz küçük kadını, Dicle de görüyordu. Düşünüyordu. Hiç mi sarılıp öpmemişti Mervan'ı. Bir kez bile dokunma şansı olmuş muydu oğluna? Hamileyken ne hissetmişte acaba? 14 yaşında bir çocuk bilir miydi anneliği? Heveslenip heyecanlanmış mıydı Mervan için? Onunla ilgili hayaller kurmuş muydu? Dicle'nin sesi kulaklarında fısıltı halini almıştı. Ninni söylüyordu babasını sevip okşarken. Süt ninesi gibi seviyor, süt ninesi gibi kokuyordu. Ve ne tuhaftır ki onun söylediğini ninniyi söylüyordu. Tıpkı bir zamanlar uyumayan Dicle'ye Mervan'ın söylediği gibi... Mervan yıllar önce küçücükken söylediği ninniyi nasıl unutmadığını şaşarak görüyordu.
Yavrum uyusun ninni. Siyah gözleri kapansın ninni. Bu güzel yüzlü çocuğu, Melekler öpüp okşasın ninni.
Yüzünün akı düştü hatırıma. Gözlerinin feri hep yadımda. Kimler anlar derdimi dost. Analık görmeden cürm-ü hayatında.
Donmuş duyguları ona tepki vermesini engelliyordu. Sarılıp uykuya daldılar. Uyku Mervan için de bir kurtuluştu. Uyuduğunda annesinin ölümüne sebep olduğunu düşünmüyor, Asya'nın kanlı bedenini, Nazar'ın nefret dolu bakışlarını görmüyordu. O gün kızının kollarında gecikmiş bir anne şefkatini yeniden hissetti. Gözlerini yumup düştüğü bu soğuk nezarethanede yine ona sığınıp uykuya daldı. Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. |
0% |