Yeni Üyelik
77.
Bölüm

77. Bölüm: Öldürdün Beni

@syildiz_koc

Medya: Çağan Şengül (Acın Ezberim)


Bu yangından kaçamam yanar ellerim

Hiçbir şey söylemem sana sonumu beklerim

Yağmurlar yağsa bile sicim sicim üzerime

Kaybımdan sönemem acın ezberim

Uyandığım evlerin yanında depremim

Kaçtıkça kırılır dizlerim

Savaşların galibi sonunda hep benim

Sırtımda hançer izlerin

Kan revan koşar sana kırılan şu dizlerim

Bir kez gülsen bana sırtımı dikişlerim


Merhaba arkadaşlar. Bu bölümü yarın atmayı planlıyordum fakat bebeğimle ilgili bir komplikasyon çıkınca planlarım değişti. Yarın testler için hastaneye gitmem gerekiyor. 😞 çok üzgünüm. Sizden olumlu sonuçlar için dua bekliyorum. Hoşçakalın.


Yaşamak neydi? Soluk alıp vermek yeterli miydi yaşıyorum diyebilmek için? Ekmek arasına koyulan bir dilim peynirin, uyumadan önce kurulan hayallerin, yağmur sonrası alınan o toprak kokusunun verdiği his bitince ruh katran karası anlarla mühürlenince kime gerekti nüfus kaydındaki o batık not? Ben yoktum artık! Yaşatmak için öldürülen, diri diri toprağın altına gömülen sindirilmiş bir bedendim. Ellerim onun hisleriyle kilitlediği kelepçelere bağlıydı ve dudaklarım yıkıcı neminin bastırdığı tutuklu bir mahkûm gibiydi.


Gözlerimi açtığımda o çamur deryasının içinde olmadığımı anlamıştım. Öleceğimi sanmıştım; fakat ölüm bana bir adım bile yaklaşamadan kaçıp gitmişti. Yattığım sedyeden doğrulmaya çalıştığımda omzumda gözlerimi dolduran bir sızı hissettim. "Ah!"


"Doğrulmayın Hanımefendi." Sert bakışlarım başucumda kayıtsızca bekleyen Battal'ı buldu. "Umarım bu saçmalığa bir izahın vardır. Onu dinlemeyip doğrulmaya çalıştığımda huzursuzca kıpırdandı.


"Lütfen Nazar Hanım. Bir süre burada kalacaksınız." Onu umursamadan yataktan kalkıp karşısında dik durmaya çalıştım. Başım dönüyordu; belli ki duvara tutunmadan o dik duruşu bedenime giydiremeyecektim. "Ne yaptığınızı tanıyorsun siz? Mervan nerede? Oğlumu nereye götürdünüz?" Yutkunup kontrollü tavırlarla ceketinin düğmesini çözdü. "Artık onlar hayatınızda olmayacak."


"Bu da ne demek?"


"Nazar Ateş öldü. Artık adınız da hayatınız gibi tamamen değişti." Onu yakasından tutup hırsla duvara ittim. "Sen ne saçmaladığını sanıyorsun?" Ciğerlerindeki nefesi efkarla bırakıp, "Gerçekleri anlatıyorum." diye geveledi.


"Başınız belada Nazar Hanım. Peşinizde korkunç adamlar var. Onların başında Kadir Bey geliyor. Mervan Beyim sizi korumak için bir plan yaptı. Size öldü göstererek o haşereleri dağıttı. Yaşamak istiyorsanız geçmişinizi, kim olduğunuzu unutun ve size verilen bu şansı asla geri tepmeyin."


Boğazıma öldürücü bir düğüm oturmuştu. Bu adam neler saçmalıyordu böyle? Histerik bir şekilde güldüm. "Patronun olacak o pislik yine hangi oyunun peşinde? Beni vurduğu yetmezmiş gibi bir de utanmadan sahte kahraman rolleri mi kesiyor?"


Battal dudağında buruk bir tebessümle başını yalanlar gibi salladı. "Rol falan yok Nazar Hanım! Beyim sizin hayatınızı kurtardı; üstelik işlediğiniz o yüz kızartıcı suça rağmen. İsteseydi kaçmaya çalıştığınızda sizi kalbinizden vurabilirdi; ama yapmadı. Omzunuzdan vurarak etkisiz hale getirdi. Kendi ayağınızla ölüme gidiyordunuz. Eğer o dik yokuşu geçseydiniz Kadir Bey'in nefretinin kurbanı olacaktınız. Büyük Bey, etrafınızı keskin nişancılarla çevirmişti."


Demek beni durdurmak için vurmuştu. Tüm o tiyatro Kadir Bey ve peşimdekileri kandırmak içindi. Beni etkilediğini düşündürmek istemiyordum. Aymazlık maskemi takıp bağırdım. Yükselen ses tonum acılarımı hasır altına iten tek şeydi.


"Artık saçmalıklarınızı kaldıramıyorum. Beyinin canı cehenneme. Tuzaklarının da... Oğlumu istiyorum; Mervan'la bir işim yok. Oğlumla birlikte aileme döneceğim. Beni daha fazla mahvedemeyeceksiniz."


Battal başını umutsuzca salladı. "Bu artık mümkün değil. Ne sizin ne de ailenizin hayatını tehlikeye atamayız. Bir süre böyle yaşamak zorundasınız. Sonrasında ne olacağına Bey karar verecek!" Gözlerimden boşalan yaşları umursamadan, "Hayır, hayır!" diye sayıkladım. Bu nasıl kaderdi böyle? Bu insanlar bana daha kötü ne yapabilirdi ki? Sahip olduğum her şey avucumdan kayıp gitmişti. Bu zulme nasıl susardım? Mervan bana verebileceği en büyük acıyı vermişti. Yaptıklarının hesabını vermekten kurtulamazdı. Aşkı ve niyeti umurumda değildi. Ben öç almak onu mahvetmek istiyordum. İçimdeki ateş ancak böyle sönerdi.


O korkunç eve daha fazla dayanamayacaktım. Antreden geçip büyük ahşap kapıya yöneldim. Battal küstahça kolumdan tutup sarsarak kapının önüne geçti. Adi bir köpek gibi Mervan'ın dudaklarını kolluyor, ucunda ölüm olsa emirlerini yerine getirmekten vazgeçmiyordu.


"Bir yere gidemezsiniz. Birkaç gün burada kalacaksınız, sonra özgürsünüz." Gözlerimi sıkıp dökülen tüm yaşları kimsesiz bıraktım.


Dalgınlığından yararlanıp silahını almak bana hiç zor gelmemişti. Namluyu alnının tam ortasına çevirip kin dolu gözlerle sırıttım. Güç silahta silah bendeydi. Süleymanlık taslayacak durumda değildi. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan bir kadındım ben. Delilik şu saatten sonra benden daha çok kime yakışırdı? Onu oracıkta öldürsem bile hayatımda ne değişirdi? Bir cesedin bir başkasını ölüme ittiği nerde görülmüştü?


"Beni ona götür pislik." dedim bakışlarımın odağındaki çelik kapıyı işaret ederken. "Hayatımı çalmamıza izin vermeyeceğim. Eğer hemen beni patronun olacak ite götürmezsen buradan ancak cesedin çıkar."


İzin almak için elini telefona uzattığında tavana bir el ateş ettim. "Sakın bir oyun oynama. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı. Beni bitirmenize izin vermeyeceğim. Oğlumdan ayıramayacaksınız!" Kafasına dayadığım silahın da etkisiyle dakikalar sonra çiftlik evine ulaşmıştık. Beni istemeye istemeye de olsa yüzleşmek için Mervan'a getirmişti.


Bu ev benim için öldürücüydü. Kızımın ölüm haberini burada almıştım. Azat beni burada kandırmış, etrafımızdaki adamları da bu evde kurşuna dizmişti. Attığım her adım acı verse de Mervan'ın başına buyruk tavırlarını kabul edemezdim. Bakışlarım verandanın camını buldu.


Mervan, varlığımdan habersizce bir koltuğa sere serpe kendini bırakmış, elindeki kadehi yudumluyordu. Solgun bakışlarındaki nem gözümden kaçacak gibi değildi. Yerden aldığım taşı çiseleyen yağmuru umursamadan aramızdaki cam duvara geçirdim. İrkilmişti. Şaşkınlıkla başını çevirdiğinde gözlerimiz buluştu. Ayağa kalkıp öfkeyle perdeyi çekti. Yüzünü ve dağılışını benden saklamaya çalışıyordu. Acıları gizlemek bu kadar kolay mıydı?


"Çık dışarı! Sana çık dedim Hanzade. Hesap vereceksin. Hayatımı darmadağın etmek bu kadar kolay değil. Eğer çıkmazsan oraya gelir ve seni kendi ellerimle lime lime ederim."


Hemen sol yanımdan kapı açıldı. Karşımda takım elbisesiyle dimdik duruyordu. Bakımlıydı. Onca korkunç yaşanmışlıktan sonra bile Beylik karizmasından bir şey kaybetmemişti. Yüzüne nefretim ateş püskürdü. Duruşuyla ruhunda kanayıp duran ızdırapları gizlese de gözleri ve titreyen dudakları her şeyi ele veriyordu.


"Ne işin var burada?" dedi sert bir sesle. Adım adım birbirimize yaklaşıyorduk. Aramızdaki mesafeyi tamamen kapatıp, 2 elimle göğsünden ittim. "Neyin peşindesin Hanzade? Nasıl bir oyun oynadın sen?"


Kolumdan tutup beni kendine yaklaştırdı. Yüzümüze yapışan yağmur damlaları bakışlarımı silikleştirse de hızlanan gök gürültüsü sesimizi bastırırken duygularımızı daha da ortaya çıkardı.


"Kes sesini! Hâlâ hangi yüzle hesap soruyorsun? Sen bize dair ne varsa bitirdin. Bir şey söylemeye hakkın var mı sanıyorsun?"


Kendisine ihanet ettiğimi söylemem mi bütün bunlara sebep olmuştu? "Yapamazsın. Kimliğimi, hayatımı çalamazsın. Nazar Ateş'i yaşarken öldüremezsin. Buna izin veremem." Beni bir kez daha sarsıp, "Yaptım!" diye var gücüyle bağırdı. "Seni yaşarken öldürdüm. Artık herkesin gözünde bir ölüsün. Bir ceset!" Ellerimi en sert olacak şekilde defalarca göğsüne indirdim.


"Yapamazsın, yapamazsın hayır!" Bunu defalarca yaptıktan sonra gücümü tüketip kendimi çaresizce çimlere bıraktım. Diz çöküp beni omuzlarımdan sımsıkı yakaladı.


"İstediğin bu değil miydi? Özgür olmak için çıldırmıyor muydun uzun zamandır? Seni bırakmam, vazgeçmem için yapmadın mı her şeyi?" Ben yerde hıçkırıklar içinde ağlarken ayağa kalkıp sırtını döndü. "Oldu işte! Artık özgürsün." Karşısında zayıf durmaya tahammül edemeyip ayağa kalktım.


"Bitti! Aramızda hiçbir şey kalmadı. Hep basit bir takıntı olduğunu söyler dururdun ya, meğer ne kadar da doğru söylemişsin. Seni hiç sevmemişim. Sevdiğimi sanmışım sadece! Basit bir hevesti, geldin geçti. Haklıymışsın; kimse sevdadan ölmezmiş. En har ateş bile bir zaman sonra söner gidermiş."


Beni itip aramıza düşen mesafelere bir yenisini ekledi. "Oğlumun hayatından da benim hayatımdan da çekip gitmeni istiyorum. Artık seni zerre kadar sevmiyorum. Seni hemen şuracıkta öldürmemi istemiyorsan defol git!"


Suratına okkalı bir tokat attım. Bu sözleri hazmedemiyordum. Yağmur daha da hızlanmıştı. "Beni zorla hayatına aldın. Hayallerimi, umutlarımı yıktın. Şimdi sahip olduğum tek şeyi alarak defolup gidemezsin. Buna izin vermem, anladın mı?" Yakasını avuçlarımın arasına alıp çekiştirdim ve "Oğlumu bana vereceksin!" diye bağırdım.


"O burada bir Hanzade olarak büyüyecek! Götürmene izin veremem. Git. Konuşmak yersiz, sözler anlamsız artık. Git özgürce yaşa! Bir başkası gibi... Seni hiç sevmemişim gibi... Benden uzakta ol, ama yaşa!" Bana sırtını dönüp hızla içeri geçti ve kapıyı yüzüme kapattı. Ona yetişmek için çırpınmış fakat Battal'ın müdahalesiyle bir adım bile atamamıştım. "Hayır Mervan. Oğlumu sana bırakmam." Kolumu Battal'dan kurtarıp hızla kapıya yöneldim. Ve haykırarak deli gibi bağırdım.


"Benden her şeyimi aldın. Aşkımı, hayallerimi, ismimi... Oğlumu aldın. Beni yaşarken diri diri mezara koydun sen. Kolumu kanadımı kırıp hayata karşı sakat bıraktın. Seni sevebilme ihtimalimi öldürdün. Yemin ediyorum bırakmayacağım peşini. Oğlumu senden alacağım. Hak ettiğin cezayı bulman için her şeyi yapacağım. Senin belanı kendi ellerimle vermeden ölmeyeceğim. Pişman olacaksın! Pişman olacaksın Mervaaaan!" Ellerimle hırsla kapıyı dövüyor, dilimle ise intikam yeminleri ediyordum.


Kırılmış camın ardındaki perdeye yansıyan gölgesini gördüm. Kapının ardında diz çökmüş sarsılarak ağlıyordu. Ve biliyordum; o sözünden geri adım atayacaktı. Birkaç dakika alnımı kapıya dayayıp ağladım. Bir süre sonra iç çekişlerim de gözyaşlarım gibi son buldu. Ve dilim ona söyleyeceğim son sözlere kitlendi.


"Beni mahşerde gördüğünde sakın yüzüme bakma. Seslenirsen sesimi duyma. Ağlarsam mendil uzatma. Ben senli ne varsa silip attım. Hesabımı görünmek üzere sadece mahşere bıraktım."


O kapıya ve ardındakine sırtımı dönüp yürümeye başladım. Battal öne geçip lüks aracın kapısını açtı. Onu görmezden gelip metrelerce ilerdeki ormana doğru yol aldım. Delirmiş gibiydim. Hayatımla oynadıkları kumarı ne yapsam kabul edemiyordum. Arkamdan gelen çıtırtı sesleri Battal'ın peşimi bırakmayacağını gösteriyordu. Bedenimde yanan o ateş tüm benliğime sirayet etmişti.


Ben önde Battal arkada epey yürüdük. Ardından kendimi bir kez daha mecalsizce yere bıraktım. Acıyı kana kana içtiğim dakikalarda omuzlarımdaki yük dizlerime ağır gelirdi ve kendimi hüsranla yerde bulurdum.


Avucuma gelen çamurlu yapıyı sıkıp geceye kulakları yırtan tok bir haykırış bıraktım. Hilal gökyüzünde hicran dolu geceme gülümserken gözlerimdeki firari yaşlar, ziyan oluşuma seyirci kalıp yanaklarımdan süzüldü. Arkamda beni izleyen Battal'ı umursamayıp haykırarak dedi gibi ağladım. Beni sandalyeye bağlayıp odunluğa kapatan babamın zulmüne ağladığım gibi deli dolu ama yanarak bıraktım gözyaşlarımı. "Beni bırakma baba. Sana ihtiyacım var. Beni öldürdüler anne neredesin? Kollarında minicik kalmaya ihtiyacım var."


***


Canım yanıyor... Çok canım yanıyor. Binlerce kez söylemek istiyorum bu cümleyi. Sanki bunu yeterince söylersem acılarım geçecekmiş gibi. Çocukken her yaralandığımda annemin kollarında iyileşir, beni şefkati ile sarıp sarmalamasını arzu ederdim. Yanımda yoktu. Çok acı çekiyordum, beni duymuyordu. Korkuyordum, sessizliğinden başka bir şey bulamıyordum. Bu kadar yaralanmayı, yalnız kalmayı hak edecek ne yaptım diye düşünmekten beynim bile çalışmaz olmuştu. Sanki birisi tüm ışıkları söndürmüştü de karanlıkta yalın ayak kalakalmıştım.


Bir şey hayal edemiyordum. Naftalin kokulu umutlarım haşereler tarafından kemirileli çok olmuştu. Eskisi gibi olamıyordum. Artık sadece tek bir şeyi amaç edinmiştim. Mervan'dan ve Kadir Bey'den intikamını almak... Bana ne olacağı umurumda değildi. Önemsediğim tek şey acı vermekti. Yüreğimi yakanlara hesap sormadan bana uyku haramdı.


O gün Mervan'ın yanından ayrıldığımda kahrederek saatlerce ağlamış ve intikam yeminleri etmiştim. Çaresizlik, hesaplaşılacağı düşüncesiyle biraz olsun dizginlenebiliyordu.


Battal, yeterince sakinleştiğimden emin olduktan sonra yerden kaldırıp aracına bindirdi. Sakin bir eve götürülüp orada günlerce alıkonulmuştum. Bana verdikleri yemekleri yemiyor, inşa edecekleri hayatı düşünüyordum.


Odada hapis gibiydim. Dışarısı uçsuz bucaksız bir ormandı ve yardım isteyebileceğim kimse yoktu. Battal'dan başkasıyla konuşmuyordum. Bana bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soruyor; oyalanayım diye getirdiği film ve kitapları bırakıp gidiyordu. Ondan beni oğluma götürmesi istemiştim; fakat buna yetkisi olmadığını söyleyip reddetmişti.


Yaklaşık bir ay sonra önüme bir kâğıt koydu ve orada yazılanları okumamı istedi. Kâğıda göz gezdirdiğimde bunu hemen reddettim. Fakat ailemi öldürmekle tehdit ettiklerinde koruma içgüdümü kullanarak dediklerini yaptırdılar. Onlara teslim olmamı sağlayan yegâne koz sevdiklerimdi. Ve ne yazık ki bu zayıflığımı her fırsatta kullanıyorlardı.


Gözyaşlarımı dizginlemeye çalışarak bana uzaklıkları ses kayıt cihazına, "Anne ben iyiyim. Çok kötü bir dönemden geçtiğimi biliyorsunuz. Asya'nın ölümü beni çok yıprattı. Biraz uzaklaşıp nefes almaya ihtiyacım var. Bir süre yurtdışında olacağım. Beni merak etmeyin!" demiştim. Bu saçma kaydı neden yaptığımı bile bilmiyordum. Bazı numaraları arayıp dedikleri saatte söyledikleri cümleleri kurdum ve bir gün uyandığımda odama bırakılan gazete haberi ile tüm dünyam başıma yıkıldı. Tam manşet bir haber ve vesikalık fotoğrafım... Mervan esrarengiz ölümüm ve yeni kimliğimle ilgili tüm boşlukları kapatıyor, benim için ördüğü bu hayatı sabırla tescilliyordu.


Haberde psikolojik bunalımda olduğum, bu yüzden yurtdışına kaçak yollarla gitmek istediğim yazıyordu. Beni götürecek adam fikir değiştirip istismar etmeye çalışmıştı ve direnişlerim sonucunda çareyi öldürüp yakmakta bulmuştu. Ormanlık alanda sahipsiz, yanık bir kadın cesedi... Artık yoktum. Ceset torbalarıyla götürülen o zavallı kadına baktım. Mervan sırf beni silmek için bir kadın öldürmüş olabilir miydi? Buna inanmak istemiyordum.


Ceset, tanımaz bir halde olduğundan ailemi teşhis için çağırmışlardı. Duyduğum kadarıyla tanıyamamışlar beni ya da ben sandıkları her kimse... Kıyafetlerimi ve eşyalarımı bavulumla birlikte ormanlık alanda bulmuşlar. Zorla aldıkları DNA örneklerini kullanarak sahte bir ölüm belgesi düzenlemişler ve benim amel defterim herkesin nazarında kapatılmış. Kendi derdime günlerce yanmış fakat ormanlık alandaki o kadına kendimden daha çok üzülmüştüm. Acaba kaçak yollardan ülkeyi terk edecek kadar ne korkmuştu onu?


Haberi ilk gördüğümde şoka girip sinir krizi geçirsem de sonraki birkaç günü olaysız atlattık. Battal'ın dediğine göre abim bu işin peşini bırakmamış ve vurulduğum gecenin sabahında tüm tehditlere rağmen polise gitmiş. Ne yazık ki delil yetersizliği, benden aldıkları ses kayıtları ve görüntülerim Mervan'ı suçlu bulmalarına engel olmuş. Yaşadığımı düşündükleri için suç unsuru bulamamışlar ve dava kapanmış. Abim her kapıyı çalsa da durum değişmemiş.


Abim onları vurulduğum ormana götürüp, mahkeme kararıyla gömüldüğüm yeri kazdırmış; ama ne cesedime ne de oradaki varlığımı kanıtlayacak bir delile ulaşamamış. Ve herkes kaderime razı olmuş.


Tüm kumpas tamamlanınca Battal beni aracıyla Karadeniz'e götürdü. Orada ailemi uzaktan izleyip gözyaşları içinde sessiz sedasız veda ettim. O gün bir kez onlara sarılıp doya doya öpmek için neler vermezdim. Yapamıyordum. Mervan'ın sözleri her an kulaklarımdaydı. Kendisine mecbur olduğumu söylemiş, yollarımız ayrıldığında varlığımın ve bildiklerimin tüm düşmanlarımı harekete geçireceğini gözümün içine baka baka anlatmıştı. Onu dinlememiştim. Azat'ın kanlar içindeki cesedi, Mervan'ın çocukluğuyla ilgili bildiklerim ve Asya'nın ölümü her şeyi değiştirmişti. Bana kabir azabından daha ağır gelen bir tuhaf evliliği bitirmek için büyük bir kumar oynamış ve yine kaybeden ben olmuştum.


Ayşe'yi kucağına alıp bir şeyler söyleyen anneme gözyaşlarıyla baktım. Sanki bir günde 50 yıl birden yaşlanmıştı. Babam ise hoyrat haliyle bastıran kara kış için elinde balta odun kırıyordu. Önündeki o koca kütüğün üzerinde kendimi hayal ettim. Başım kurbanlık bir koyun gibi baltanın karşısında eğilmiş, babamın hınçla indireceği o öldürücü darbeyi bekliyordu. Yo fazla değildi düşündüklerim. Babamın ruhundaki nefret zehri öyle ağırdı ki bundan çok daha fazlasını yapabilecek kini karakterinde damıtmıştı.


Zeynep'le abimi görememiştim. Bunu Battal'a sorduğumda Kadir Bey'in Zeynep'i geri istediğini, abimin de ailesini alarak kaçıp gittiğini öğrendim. Ağacın tüm yaprakları bu hoyrat rüzgarla bir bir dökülmüş, kışa direnemeyeceğini düşünen onu nazik dokular savaşa girişmeden pes etmişti.


Ablamı düşünüyordum. Kim bilir ne haldeydi? Benimle birlikte onu da kapı dışarı etmişler miydi? Peki Haşim eniştem... O da abim gibi haklarında verilen hükme isyan etmiş miydi?


Düşünceler içinde uzun yolu kendimi yiyip bitirerek tamamladım. İstanbul'daki evime ayak bastığımda ruhsuzluğu en derinlerde hissediyordum. Bu yerde ne Aras'ın gülücükleri ne annemin kokusu ne de Ayşe'nin mırıltılı çocuk şarkıları vardı. Hiçlik ve yalnızlık... Tüm hissettiğim buydu.


Battal yeni kimliğimi uzatıp evin içini gezdirmeye başladı. Gözüm benim için hazırlanan hiçbir şeyi görmüyordu. "İsminiz Nazlı Kaya... Diyarbakır Lice doğumlusunuz. Lise mezunusunuz. Anne-babanızı küçükken kaybettiniz. Bakımınızı üstlenen ailenin yanında kalıp sonrasında ayrıldınız. Sizi yanlarında tutabilmek için kayıp ihbarında bulundular; fakat bizzat sizin ifadenizle ihbar asılsız çıktı. Bu ev size ait."


Cebinden çıkardığı hesap cüzdanını bana uzattı. "Bu hesaptaki tüm para sizin. Ailenizden kalan arazileri satarak elde ettiniz." Ona sırtımı çevirip pencereden dışarıya baktım.


"Sizden gelecek hiçbir şeyi istemiyorum. Paranız yerin dibine batsın! Köpeklik yaptığın adam mı planladı her şeyi?" Omzumun üzerinden ona baktım. Sıkılgan bir şekilde iç çekti.


"Her şeyi sizin için yaptı. Yaşamamız için! Peşinizde size her türlü kötülüğü yapacak kadar iğrenç insanlar var. Artık gerçekleri görün. Beyim size yeni bir hayat verdi. Size rağmen temiz bir sayfa armağan etti. O kafasındakini yapana kadar bu hayatı yaşayacaksınız."


Gözlerimdeki emi yalanla gibi gülümsedim. "Senden de o gangster bozuntusundan da iğreniyorum. Allah ikinizin de belasını versin. Bana ve aileme yaptıklarınızın bedelini er ya da geç ödeyeceksiniz. Yaptıklarınızı yanınıza bırakmayacağım! Bu iş bitmedi." Beni umursamayıp bir paket uzattı. Bu davranışıyla bana 'Ateş olsan cürmü kadar yer yakarsın!'mesajı veriyordu.


"Bunlar ilaçlarınız. 2 günde bir alacaksınız." Cebinden birkaç kart çıkarttı. "Doktor, avukat, tamirci ve benzeri... Bu kartlardaki insanlarla iletişim kuracaksınız, başkalarıyla değil!"


Adımları kapıya kadar gidip aniden duraksadı. "Umarım anlaşmışızdır. Yapacağınız hiçbir yanlışın telafisi olmaz. Siz akıllı bir kadınsınız. Kimseyi tehlikeye atacak bir şey yapmazsınız. Sırrımızı koruyacağınızı umuyorum. Aksi takdirde olan biteni bilen herkes kendini haşerelerle dolu bir mezarda bulur. Bizi tanımış olmalısınız. Bunu yapacağımızdan bir şüpheniz olduğunu sanmam."


Yumruklarımı sıkıp cevap vermedim. Bu günkü hakaret kotamı doldurduğumdan istediğim tek şey bir an önce defolup gitmesiydi.


Beni bırakıp gittiğinde derin bir nefes alıp bavullarımı açtım. Oyuncak bebeğimi bulduğumda içimdeki kötümserlik biraz olsun azalmıştı. Chip hâlâ bendeydi. Bu delili polise götürüp onların hapse girmesini sağlayabilirdim. Onca zaman sonra dışarı çıksam da normal bir insan gibi yaşayabileceğime inanmıyordum.


O gittikten hemen sonra evden çıkıp sokakta yürümeye başladım. Üzerime doğru gelen birkaç adamı fark edince korkarak duvara sindim. Başımı çevirdiğimde her şeyin kendi kuruntumdan ibaret olduğunu anladım. Yanımdan geçen sıradan insanları bile cani zannediyor; her bakıştan bir kötülük umuyordum. Psikolojim hiç de normal sayılmazdı.


O gün saatlerce sokaklarda dolaştım. Bacaklarımın ağrıması, karnımın açlıktan guruldaması umurumda değildi. Okulların önünden geçip çocukların öğle sonu dağılışlarını, anneleriyle kucaklaşmalarını izledim.


Kitapçıları, mağazaları tek tek dolaştım. Uzun zaman sonra ilk defa sinemaya gidip hiç merak etmediğim bir filme bilet aldım. Peşimden birilerinin gelip beni yaka paça götürüp götürmeyeceği test etmek istiyordum. Gelmediler... Dolu dolu gözlerle o perdenin karşısına geçtiğimde hâlâ özgür olduğuma inanamıyordum. Ne tuhaf bir durumdu. Kaygısızca sadece normal bir insan olduğumu hissedebilmek için o bileti almış ve hiç izlemeden saatlerce etrafa bakmıştım. İnsanlar çevremden dağılırken bir şeylerin değiştiğini hâlâ inanamıyordum. Her an odalardan birileri çıkıp beni zorla bir yerlere götürmek ister miydi? Buna inanmak istemiyordum.


Abimin bıraktığı parayla bir mağazaya girip kot bir pantolon ve üzerime salaş bir tişört aldım. Spor ayakkabılarımı giydiğimde Mervan'ın evindeki halimden çok farklı göründüğümü biliyordum. Mervan beni görüyor muydu? Bir şekilde karşıma çıkıp hesap sorar mıydı? Pek çok kadının yaptığı sıradan şeyler benim için bir isyan değeri taşıyordu. Üzerimde beyaza dair hiçbir şey bırakmak istemiyordum. Bu Mervan'ın tüm hesaplarından ve dayatmalarından kurtulduğumu dünyaya ilan etmek gibi bir şeydi.


Yağmur yağmaya başlayınca sert rüzgâr saç tellerimi uçurup gözlerimin önüne getirdi. Üzerimdeki ince trench kotu çıkarıp parktaki çimlerin üzerine bıraktım. Üzerine oturup bir süre boğazdan geçen gemileri izledim. Kollarımı iki yana açıp gözlerini kapadım. Vapur sesi... Koşuşturan insanların adım sesleri, araba kornalarının sesine karıştı.


Ayağa kalkıp kendi etrafımda yavaş yavaş dönmeye başladım. Bir birey olarak yok sayılmadan, hapsedilmeden, içimden geldiği gibi yaşamak ne güzel şeydi. Keşke sırtımda o Allah'ın belası kambur ve omuzlarımda dünyanın yükü olmasaydı. Canımın istediği şeyleri yiyecek, gardırobumda giymek istediğim kıyafetleri bulunduracaktım. Her an birileri peşime düşmeyecekti ve ben yeni bir dünya kurabilecektim.


Gözlerim metrelerce ötemdeki siyah, lüks aracı buldu. İçini göstermeyen, karartılı camları ruhumu ürpertti. Bu Mervan'ın arabasıydı. Uzaktan izlendiğimi anlamıştım. Aramıza kilometreler girse de gözü hep üzerimde olacaktı. Vazgeçmemişti. Artık sadece gerçekleri ortaya çıkarıp oğluma kavuşmak için çalışacaktım. Yıkılmak yoktu. Savaş daha yeni başlamıştı. Aracın hareket edip uzaklaştığını gördüğümde gerçekleri anlatmak için en yakın polis merkezine gittim. Bana yaptıkları her şeyi anlatacak ve suçluları elimdeki delilleri kullanarak hapse attıracaktım.


Adımlarım bana beklememi söyleyen polis memurunun önünde durdu. Bir süre daha merkezin bitişik sandalyelerinde oturup beklemeye başladım. Sabırsızdım. Öyle ki bu dakikalar bile ömrüme kan kusturan birer zehre dönüşmüş, yüreğimi kastıkça kasıyordu. Telefon çaldı. Bedenimi pençelerine alan ürpertiden kurtulup çantamdaki telefonu çıkarıp görüntülü aramayı tereddütle de olsa cevapladım. Bakışlarım Ayşe'yi bulduğunda heyecanla dudaklarım aralandı. Olanlardan habersiz bir salıncakta sallanıyordu. Gözyaşlarım bir ip gibi göz pınarlarımdan süzüldü.


"Meleğim..." O sevinçle sallanırken kamera onu sallayan siyah takım elbiseli bir adama odaklandı. "Hayır!" diye sayıkladım. Ekrana bakarak belindeki silahı çıkartıp Ayşe'ye doğrultu. Ekranın üzerinde beliren mesajı okuduğumda kanım donmuştu. "Görüntünün kana bulanmasını istemiyorsan evine dön. Peşindeyiz. Senin kaderine terk etmedik."


Hemen koşar adım koridordan geçtim. Çarptığım memurları göremeyecek kadar korku doluydum. Soluğu evimde alıp kendimi gözyaşları içinde banyoya attım. Bu yabancı evde de bana huzur vermeyeceklerdi. Ben ağlamalara nasıl doyardım şimdi? Islak saçlarımı umursamadan siyah bir elbise giyip cenin pozisyonunda yatağıma uzandım. Dakikalar saatleri kovalarken gözlerim tek bir noktaya sabitlenmişti. Artık acılarımla baş başaydım.


Loading...
0%