Yeni Üyelik
88.
Bölüm

88. Bölüm: Nasıl Susarım?

@syildiz_koc

Medya: Gazapizm (Olur mu?)

 

Fırtına... İçinde çağlayanlar tam anlamıyla fırtınaydı. Vicdanı karşısında yağlı urganın önündeki idamlık gibiydi. Aynaya bakmaya dayanamıyordu Niyazi. Tıpkı hayatına bakamadığı gibi... Binlerce yumruk yiyerek dağılmış bir boksör gibiydi. Hücrelerine kadar acıyor damarlarındaki kana bulaşan nefretin koyu rengini sevdasıyla harmanlıyordu. Yumruklarını sıkıp yabancılaştığı gözlerin içine baktı. Her yitik ondan bir parçayı da alıp beraberinde götürmüştü. Enkazdan hallice olan köhne ömrünü önce babası, sonra da abisi terk etmişti. "Ah annem!" diye sayıkladı. "Bari sen gitmeseydin. Dayanamıyorum anne... Gel artık!"

 

Nazar'ın gittiği o gün büyük bir öfkeyle emniyete gelmişti. Ne tepelercesine çıktığı emniyet merdivenleri umurundaydı ne de yanından geçerken selam veren memurlar. Üzerinde sivil giysilerle onca personelin önünden rüzgâr gibi geçmiş ve dağınık saçlarını umursamadan savcının odasına hışımla girmişti.

 

Savcı onu karşısında görünce önce kısa süreli bir şok yaşadı. Elbette aralanan ağzını kapatması ve bakışlarını sertleştirmesi saniyelerini almıştı. Ayağa kalkıp Niyazi'nin kin dolu çığlıklar atan gözlerine baktı. Titreyen dudakları ve seğiren yüzü Niyazi'yi ürpertse de geri adım attırmaya yetmeyecekti.

 

"Bu ne hal Niyazi? Kapı çalma adetin yok mu senin?" Niyazi, yüzünü kasıp delici bakışlarıyla savcıyı hücrelerine kadar taradı. Savcı takım elbisesinin içinde son derece ciddi ve şık bir duruş sergiliyordu. Makamını tahtı gibi görüyor gözleri kibirle karşısındaki genç memuru süzüyordu. Niyazi savcının karşısına dikilmeye dikilmişti madem ezilip büzülmeden hak bildiğini söylemekten de geri durmayacaktı. "Bu hata size yakışmadı Savcım!"

 

"Sen neyden söz ediyorsun? Ne hatası?" diye gürledi savcı Vedat. Üzerine yapıştırılan hiçbir suçu kabullenemeyecek kadar gururluydu. Egosu ve makamı çelikten bir duvar olmuş, hesap soran bakışların hışmından oturmamış karakterini koruyordu. Niyazi, burun kemerini sıkıp alnını kırıştırdı.

 

"Nazar'ı ne olduğu belirsiz insanlara itmişsiniz. Hem de hiç araştırmadan." Savcı kravatını gevşetip ona oturması için karşısındaki sandalyeyi işaret etti. "Şu mesele!" Niyazi onun rahat görünmeye çalışsa da terlediğini anlamıştı. Yanakları şömine başında hararetli bir çorba içmiş gibi kan kırmızı kesilmişti. "Evet o mesele." dedi Niyazi öfkesinden bir şey kaybetmediğini hissettirir gibi.

 

"Nasıl yaparsınız bunu Savcım? O kadın çaresizdi. Üstelik hayatı tehlikedeydi. Yardımımıza ihtiyacı vardı. Nasıl araştırmadan gitmesine izin verirsiniz?" Savcı ona sırtını dönüp hatasını kirli yüzünü gizleyerek örtmeye çalıştı. "Böyle olacağını bilemezdik. Her şey normal görünüyordu. Bize müracaat eden pek çok kadını sığınma evlerine yönlendiriyoruz. İlk defa böyle bir olay yaşandı. Kimse tahmin edemezdi."

 

Savcı önündeki sigara paketine uzanıp bir dal sigara çıkardı. Niyazi ise onun umursamazlığının aksine savcının sakladığı yüzünün tam karşısına geçti. Olanların ört pas edilmesine, basitleştirilmesine izin vermeyecek kadar kararlıydı. Masanın önüne doğru Pisa kulesi gibi eğilip gözlerini keyifle sigarasını tüttüren adama bulaştırdı.

 

"Biz kimse değiliz Savcım. Biz bu devletin pazularıyız. Biz zayıf olursak devlet de zayıf olur. Biz kararsız olursak millet çaresiz olur. Herkes hata yapabilir; fakat biz yapamayız. Çünkü bizim hatalarımız tamiri imkânsız veballere sebep olabilir." Biz kelimesini elini göğsüne vurarak heyecanla söylemiş ve ortamın nabzını yükseltmişti.

 

"Yeter!" dedi savcı elini masaya sertçe indirirken. Yaşını almış olgun bir adamdı. Kırlaşmış saçları, alnındaki çizgiler bu yeni yetme memurdan akıl almasını sindiremeyecek kadar çatıktı.

 

"Niyazi... Haddini aşıyorsun. Ben sana hesap vermem; ama sen olası bir yanlış hamlende bana hesap verirsin. Ayağını denk al. İşimi nasıl yapacağımı senden öğrenecek değilim." Niyazi birkaç adım öne çıkıp, "Vicdanınızdan da kaçabilecek misiniz?" diye sayıkladı. Savcı bakışlarını kaçırmamak için çırpınırken Niyazi içindeki kini boşaltmış olmanın huzurunu yaşıyordu.

 

"İleri gidiyorsun. Benim vicdanım seni sorunun olamaz. Haddini bil!"

 

"Haklısınız." dedi Niyazi. İçindeki öfke ateşi yanmaya devam ediyordu. Yüzünde aşağılayıcı bir tebessüm peyda oldu. Sanki karşısında sokaklarda yatan çaresiz bir dilenci vardı ve Niyazi onunla konuşuyordu. "Olmayan bir şey benim sorunum değil." Sözlerini tamamlar tamamlamaz oldukça vurdumduymaz bir tavırla odadan çıktı. Hayattan yediği sillelerden olsa gerek artık hiçbir haksızlık onu şaşırtmıyordu.

 

O gün hesaplaşmanın ardından hızla merdivenleri inerken savcı Vedat'ın yeğeni Mert'le çarpışmış ve bir "Af edersiniz!" bile demeden yoluna devam ederek onu görmezden gelmişti. Deli olan kanı ve dur durak bilmeksizin bildiğini okuyan fırtınalı başı herkese meydan okuyordu. Kapıdan çıkacağı esnada kolunu kavrayan bir elle duraksadı. Bakışları Mert'in öfkeli yüzüne bulaştığında okkalı bir küfür savurdu. Mesai arkadaşı o an görmek isteyeceği son kişi bile değildi. Mert, kesik solumalarının arasında, "Ne yaptığını sanıyorsun Niyazi?" diye bağırdı. Öfkesinin iradesine attığı düğümlerle şaşkına dönen Niyazi, delibaşının gazabını Mert Komisere estirmeye kararlıydı.

 

"Bırak lan!" diye bağırarak gerginliğinin nabzını bir doz daha arttırdı. İki gözü kara adamın bakışları kör bir düelloda çarpışırken elleri çoktan mesai arkadaşının yakasına yapışmıştı. Her an bir savaşın kıvılcımı kalplerine düşebilirdi ve kimse de bunu engelleyecek sabır kalmamıştı.

 

"Ne bu halin? Sen mesai arkadaşlarına böyle mi davranırsın?" Niyazi onu göğsünden itip, "Böyle davranırım var mı bir diyeceğin?" diye kuru bir tehdit savurdu.

 

Mert'in kendisinin şüphelerinden haberinin olup olmadığını bilmiyordu. Bildiği tek şey bu dayı yeğene zerre kadar güvenmediğiydi. Mert, "Niyazi! Haddini bil!" diye dişlerinin arasından hırladı.

 

"Bilmezsem ne yaparsın?" Bir kez daha Niyazi'nin itiş kakışlarına maruz kalınca sıkmaktan bembeyaz kesilen yumruğunu onun suratına indirdi. Bu darbe Niyazi'nin son sabır çeltiği olmuştu. Aynı öfkeyle hoyrat bir yumruk Mert'i merdivene doğru savurdu. Etraflarına gelen memurlar bu hamlelere daha fazla dayanamayıp müdahale etme ihtiyacı hissetti.

 

Yahya, Niyazi'yi göğsünden yakalayıp Mert'ten uzaklaştırmak için çabaladı. Demet dinlenmeyeceğini bile bile, "Yapmayın Komiserim!" diye haykırdı. Bir başka memur Mert'in önüne geçerek ikiliyi ayırmaya çalışıyordu. Oktay, Niyazi'yi iterek uzaklaştırsa da bağırtılar ve yumruklar kolay kolay kesileceğe benzemiyordu.

 

Hem Mert'in hem de Niyazi'nin darbelerden yüzü dağılmış, burunlarından akan koyu kan sakallarına kadar yayılıp gömleklerine damlamıştı. "Adam mısın lan sen?" diye bağırdı Niyazi. Bir yanı öfkesini yanlış adamdan çıkardığını bildirir gibi alarm halindeydi.

 

"Adamım lan var mı bir diyeceğin?" dedi Mert yumruğunu onun yüzüne doğru savururken. "Komiserim bir sorum var!" diye atlayan Oktay Niyazi'nin Mert'e savurduğu yumruğuna hedef olmaktan kurtulamadı.

 

"Ah burnum!" Onun inlemesi gömleğini parçalar gibi öne atılan Niyazi'yi asla durduramayacaktı. "Ulan bir şeyden de çıkma be!" Niyazi hırlarken Oktay dudaklarını büzmüş ağlamamak için yumruğunu kemiriyordu.

 

Savcının, "Neler oluyor burada?" serzenişi ikiliyi kısa süreli olarak durdursa da kıyamet rüzgârları soğuk savaş olarak devam edecekti. Niyazi ve Mert yakalarını kurtarıp keskin bakışlarını zemine mıhladı. Yaptıkları hiç hoş olmasa da ok yaydan fırlamış, gazap aklın önüne geçtiğinden iki adamı da kısa sürede etkisi altına almıştı. Mert çıkardığı kravatı Niyazi'nin iğrenen bakışlarına aldırmadan cebine tıkıştırdı. Bir kısmı pantolonunun kenarından sarksa da dağınık görüntüsünü iliklediği düğmelerle biraz olsun toparlayabilmişti.

 

Niyazi kanayan burnuna Demet'in uzattığı mendili bastırıyor, diğer eliyle ise darmadağın olan saçlarını geriye doğru yatırıp terden parıldayan alnını ortaya çıkarıyordu. Şimdi günlerce birbirlerinde bıraktıkları izleri dalga geçen bakışlara aldırmamaya çalışarak taşıyacakve rütbelerine yakışmayan bu hareketi sıkı bir disiplin cezasıyla ödeyeceklerdi.

 

Savcı Vedat etrafa öldürücü bakışlar atarken koridorda ölüm sessizliği hakimdi. "Şu halinizden utanın." Dedi mert ve Niyazi'yi tahkir eden bir el hareketiyle. "Dışarda it kopuk cirit atıyor, siz de vaktinizi birbirinizi yiyerek harcıyorsunuz. İmam tükürse cemaat kusar. Biz sokaktaki kavgacı, eroinman serserilere kızıyorduk, emniyetteki personelin haline bak. Siz bu hale düştükten sonra onlar ne yapsın?"

 

İki delikanlı birbirine korkunç bakışlar atarken memurlar da görünmez tarafından dudak ısırmıştı. Büyük rezillikti doğrusu. Burası lise miydi ki bu iki adam birbirine meydan dayağı çekecek kadar şaşırmıştı? İnsan bir derdi varsa da bu kadar insanın önünde kozunu ayak altına düşürmezdi.

 

Savcı Vedat, etraftaki kalabalığı ters ters incelerken dudaklar ısırılmış, başlar eğilmişti. Ah bu ast-üst ilişkisi insana neler yaptırmazdı ki? "Herkes işinin başına! Bir daha böyle rezalet istemiyorum." Memurlar dağılırken Vedat suçun rengiyle kararmış yüzlere baktı. Gözleri kendisinden başka her yerde oyalanıyordu. "İkinize de gereken yapılacak!" Mert omuzlarını arsan güçlü nefesler alırken Niyazi, cevap vermeden hırsla yanlarından uzaklaştı.

 

Demet, elinde yara bandı ve tentürdiyotla sandalyeye yayılmış bir halde duran Oktay'ı sinsi bakışlar attı. Yahya onun haline kahkahalarla gülüyor, bir yandan da "Oh oldu sana!" diyerek onu çileden çıkarmanın eşsiz heyecanını yaşıyordu. Oktay'ın ters köşeye düşmesi hepsini oldukça eğlendirmiş görünüyordu. "Ne yaptım ben keleş? İnsanlık edelim dedik o da kabahat oldu. Oy burnum. Artık kimse beni bu kırık burunla beğenmez. Kızlar eskisi gibi peşimden koşup bana numaralarını vermez. Gitti Leonardo geldi Hanzo! Öleydim bundan iyiydi."

 

"Söylenme söylenme. İyi ders olmuştur şimdi sana!" Oktay ayağını tiz bir çığlıkla yere indirip Yahya'nın sahte bir sertlikle üzerine yürüdü. "Bak işte yavur vicdanlı. Kötü günümde destek olacağına köstek oluyor. Ama Niyazi komiserim, senin de alacağın olsun. İnsan yumruğunu nereye gönderdiğine bakmaz mı? Mert'e niyetlendi bana kısmet oldu! Peh!"

 

Yahya ve Demet kahkahalarla onun acınası haline efkâr mumları dikti. "Ulan yandan çarklı. Komiserin ne suçu var? O sana yumruk atmadı ki resmen sen yumruğa kafa attın. İnsan hiç uçan sillenin önüne geçip siper olur mu? Ha ha! Güler misin ağlar mısın?" Oktay Yahya'nın üzerine yürümek isterken Demet onu göğsünden sandalyeye doğru itip zoraki oturttu.

 

"Otur şuraya sarı tavuk. Seninle işim bitmedi. Önce şu dağılan kaportanı düzeltelim sonra didişmeye devam edersin."

 

"Ah demek beni sen iyileştireceksin. Platoniğim beni aşkıyla iyi edecek. Kollarında küçük, masum bir kırlangıç gibi yeniden hayata döneceğim." Demet, öfkeyle solurken dişlerinin arasından, "Benim küçük masum kırlangıcım." Diye tısladı. Oktay, burnuna sert bir şekilde bastırılan pamuğu elinin tersiyle ittirmeye çalıştı. Bu kaslı Barbie'nin eli bu kadar ağır olmak zorunda mıydı? "Ah yavaş kız öldüreceksin beni!"

 

Demet, dudaklarını birbirine bastırarak yapmacık bir edayla gülümsedi. Gözlerini kocaman açmış avını akşam yemeğinden önce hırpalayan dişi aslan gibi işinden sadistçe bir keyif almaya balamıştı. "Merak etme! Hiç canını acıtmayacağım kırlangıç. Hi hi!"

 

"Of of!" diye sayıkladı Oktay. "Çok acıyor Demet! Yandım anam yandım." Demet, hınzırca küstah küstah güldü. "Hak ettin yılışık kedi. Her yoğurda hıyar, her yemeye salça olursan başına her şey gelir tabi. Az bile yaptılar." Oktay, mavi gözlerini kocaman açıp "Oy anam yandım!" diye inledi. "Of of... Oy kurban olduğum Allah'ım. Hep mi bana çalışıyorsun? Şu başımın derdi doğalı beri bir bitmedi." Homurdanmaları Demet'i daha da güldürmüştü. "Sus bakalım işgüzar Gonzo. Yoksa canın daha çok yanar." dedi pamuğu genç adamın burnuna bastırırken.

 

"Dur be kıvırcık!" dedi Oktay. "Canımı yakıp intikam almak için bu anı mı bekliyordun? İnsafsız kadın... Kıskanıyorsun beni! Eh, böyle yakışıklı adamı elinden kaçırdın kendince hesap soruyorsun." Demet, öfkeyle pamuğu Oktay'ın yaralı dudağına sertçe bastırdı. "Çok kıskanıyorum ya! Ne demezsin!"

 

Oktay iç çekti. "Belki de bu kaderimizin değiştiği gündür. Buradan çıkışta bir nikah dairesi... Of! Sonunda kıvırcık hasret kaldığı biricik aşkına kavuşacak! The and! Seni kendimden daha fazla mahrum etmek istemiyorum. Sanırım hayatıma kabul edeceğim o şanslı kadın sensin. Duaların kabul oldu kıvırcık! Bez bağladığın babaların yatırlarına teşekkür için gidebilirsin."

 

"Oktaaaay!" Demet'in sinirden tüm saçları diken gibi kabarmıştı. Oktay, saçma sözleriyle iyi bir ders hak etmişti. Yaramaz memur, Demet'in yarasına öldürür gibi bastırdığı pamuğun acısına dayanamayıp çığlığı basarak ayaklandı fakat kendini kapıda bekleyen iri kıyım Bahtiyar'dan habersizdi. Bahtiyar sinsice gülümsedi. Kocaman gövdesi, Oktay'a siper olmuş ve kapıyı tamamen kapatmıştı. Herkes ondan korkardı fakat o en çok Oktay'a bulaşmayı severdi. Üzerinde koca göbeğini açıkta bırakan çocuksu bir tişört vardı. Parmakların her boğumunda bir tutam kıl nöbet tutuyor, bıyıkları ulak memesine kadar uzanıyordu. Oktay'ın ödlek bakışlarına keyifle karşılık verip parmaklarını birbirine bastırarak çıtlattı ve dökülen dişlerinin arasından hırıltılı, endişe verici sesler çıkardı.

 

Demet, dişlerin arasından. "Durdur onu!" diye bağırınca Bahtiyar Oktay'ı tavuk yakalar gibi avuçladı ve kollarını omzuna düğümleyip, "Gel bakalım çapkın keklik. Anneyle baba sana unutamayacağın bir tedavi uygulayacak." Dedi. Demet, kollarını sıvarken Oktay'ın çığlıkları çoktan merdivenlere ulaşmıştı. "Hayııııır!"

 

***

 

Niyazi uğuldayan kulaklarını umursamadan bitmek bilmez kornalar eşliğinde trafiği yarıp yaşadığı semte ulaştı. Direksiyon sağa sola dönerken tüm yaşanılanlar bir sinema makinası gibi beynini tıkırdatarak zihnine tekrar tekrar düşüyordu. Çok kırgın, çok yorgundu Niyazi. Yaralı hissiyatı yenilgileri bir dantel gibi nakış nakış işleyip unutmaya çalıştığı ne varsa ela gözlerine düşürüyordu. "Allah kahretsin, kahretsin!" Dışardan nasıl göründüğünü umursamayacak kadar dağılmıştı.

 

Gözlerinin önüne çeşitli kareler geldi. Mervan'ın sözlerini düşündü. Ona bakan koyu, siyah gözleri tüm gerçeklerini yalanın koynuna itmişti. Kendisine sunduğu teklifi kabul edemeyecek kadar vatanseverdi. Şu yaşına kadar onuruyla yaşamış ve asla rızkından fazlasına göz dikmemişti. Yaptığı işle gurur duyuyordu. Şerefiyle yaşamak trilyonlarca bank noktan çok daha kıymetliydi, fakat kızına duyduğu hasret cümlelere dökülemeyecek kadar yaralı, içe atılamayacak kadar yakıcıydı. Ne halde olduğunu bilmeden nasıl yaşayacaktı?

 

"Elifim..." diye sayıkladı. Geçen dakikalar umuduna düşman, hatıralar mezarına düşen haşereler olmuştu. Boğulduğunu hissetti. Camı aralayıp derin derin soluklandı. Yollar bitmiş, o sahipsiz ev yeniden Niyazi'nin adımlarıyla aralanmıştı. İlk işi üzerindekileri çıkarıp banyoya girmek olmuştu. Suyun altında tüm hayatını bir bir yokladı. Üzerindeki kötü enerjiden kurtulmak için bundan daha iyi bir yol bilmiyordu.

 

Duş başlığının altındayken bile "Nerede hata yaptım?" diye hayıflanmaktan bir türlü kurtulamıyordu. Havluyla kurulanıp hızlıca giyindi. Soluğu yine kızının bebek odasında almıştı. Kızına aldığı ayıcıklara, oyuncak bebeklere sevgiyle dokundu. Her nefeste kokusunu aradığı zıbınları, patikleri tek tek okşadı. Bu oda kendisini huzurlu hissettiği tek yerdi. Dolu dolu gözlerle albümlerine baktı. O bir haftalık zamana ne çok kare sığdırmışlardı.

 

1 saat kadar bu iklimi soluyup albüm kutusunu yerine yerleştirdi. Usulca çıkarken kolu komidindeki vazoyu çarptı. "Kahretsin!" Bu beklenmedik kaza zaten gergin olan sinirlerini iyice zıplatmış; Niyazi'nin dişlerini sıkmasına sebep olmuştu.

 

"Aman be! Sen de vur, durma!" diye söylenerek parçaları toplamaya başladı. Kaba olanlar bittikten sonra kitaplığın altına uzandı. Dikkatlice küçük parçaları toparlarken parmaklarına bir nesne değdi. Onu çıkarırken neyle karşılaşacağından tamamen habersizdi. Eline aldığı fotoğrafa hayret dolu bakışlar attı. "Bu..." Dudakları belli belirsiz aralandı. Fotoğrafta bir kız bir de erkek çocuğu göze çarpıyordu. Kızın Leyla olduğunu anladı. O siyah gözleri, dolu dolu bakışları nerede görse tanırdı. Peki ya yanındaki? Sarışın, mavi gözlü bu çocuk da neyin nesiydi? Fotoğrafın arkasını çevirdiğinde, "Leyla ve Ediz sonsuza kadar..." yazıyordu. Tarih 23 yıl öncesini işaret ediyordu.

 

Leyla'yı düşündü. Kimsesiz olduğunu söylemişti. İsmi Leyla Freamon'dı. Babası Amerikalı annesi ise Türk. Türkiye'yi yaptıkları bir gezide her ikisini birden kaybetmişti. Amerika'da yıllarca yaşadıktan sonra Türkiye'ye İngilizce öğretmenliği yapmak için özellikle getirilmişti. Boş zamanlarında yetimhanedeki çocuklara gönüllü annelik yapıyor ve onlarla zaman geçiriyordu.

 

Fotoğraftaki çocukların hemen arkasındaki bina dikkatini çekti. "Vişne Sevgi Evi!" yazıyordu tabelasında. Aceleyle telefonunu eline alıp sevgi evini araştırmaya başladı.

 

Beykoz yakınlarında bulunan eski bir binaydı. 1 dakika bile düşünmeden kendini yeniden aracında bulmuştu. Yarım saatlik bir yolculuğun ardından binayı tam karşısında bulabilmişti. Elindeki fotoğrafa baktı. Rengi dışında neredeyse tamamen aynıydı. Hayatının en büyük gizemine ulaşacağını düşünerek kapıdaki güvenliğe polis kimliğini gösterip içeri girdi.

 

4 katlı oldukça büyük bir binaydı. Her katta tuvaletler, giyinme odaları, banyolar ve yemekhaneler bulunuyordu. Üç blok daha bulunuyordu. Niyazi pembe blokların kızlara, mavilerin ise erkek çocuklarına ayrıldığını anlamıştı. Yanında dolaşan kız çocuklarına sevgiyle bakıp merdivenlere yöneldi. Birinci katın girişindeki, "Müdire Ferra Bozkurt!" Yazısını görünce tutukluk yapan cesaretini dizginleyip beyaz kapıyı iki kez tıklattı.

 

"Girin!" Açılan kapının ardında kır saçlı orta yaşın üzerinde bir kadın gözlerinin kadrajına girdi. Yüzüne büyük gelen gözlüklerini burnunun ucuna kadar indirmiş, tuhaf bakışlarla Komiseri süzüyordu. Niyazi, bocalayarak da olsa içeri girmeyi akıl etti ve saygıyla müdirenin elini sıktı. Yerine oturmadan önce polis kimliğini göstermeyi ihmal etmedi.

 

Müdire "Bir şey alır mıydınız?" diye sorunca eliyle reddeder tarzda bir işaret yaptı. Niyazi ferahlamak için gömleğinin yakasını çekiştirirken müdire de kurbanlık koyun edasıyla ılık terler boşaltıyordu.

 

"Size nasıl yardımcı olabilirim Komiser Bey? Buraya gelişinizin bir sebebi olmalı."

 

"Var!" dedi Niyazi, profesyonel güçlü duruşunu takınırken. Kendinden emin davranmalı, rütbesini kullanarak aradığı bilgilere ulaşmalıydı. "Birini arıyorum Müdire Hanım. Benim için çok önemli birini... Daha önce bu yurtta kalmış." Müdire bu sözlerden hiç de hoşnut olmamıştı. Başının ağrımayacağını umarak "İsmi ne?" diye hoşnutsuzca sayıkladı. Sesi isteksiz ve zayıf çıkmıştı.

 

"Leyla Freamon." Müdire düşünceli bir şekilde sıkı bir topuzla tutturulmuş olan saç derisini kaşıdı. "Bu ismi duyduğumu hatırlamıyorum. Oldukça eski olmalı. Ben 30 yıldır bu yurtta görev yapıyorum; fakat yabancı uyruklu bir çocuğa rastlamadım." Niyazi artık isim olarak da karısından emin olmadığının farkına vardı. Onun hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını düşününce ne diyeceğini bilememişti. Hakkında bildiği her şey Amerika'da yaşadıklarına dairdi. Müdire tereddütle, "Niçin arıyorsunuz?" diye sordu. Niyazi titreyen dudaklarını zapt etmeye çalışarak, "Leyla benim karımdı!" diye sayıkladı ve devam etti. "Bir gece kızımı da alıp kayıplara karıştı. Yıllardır her yerde arıyorum; fakat ne yaptıysam onlara ulaşamadım. Bana verdiği bilgiler hatalı." Niyazi, müdirenin hüzünlü gözlerine bakıp cebindeki fotoğrafı uzattı.

 

"Bu resimdeki çocukla bir bağlantısı olmalı. İsmi Ediz..."

 

"Ediz..." diye tekrar etti müdire klavyenin tuşlarına basarken. 32 tane Ediz dosyası var." Niyazi masanın diğer ucuna gelip fotoğraflara göz attı. Birkaç fotoğraftan sonra, "İşte bu çocuk..." diye karşılık verdi. Heyecanını dizginlemekte oldukça zorlanıyordu. "!!!" Müdire kısık gözleriyle bilgilerine göz attı. "Yıllar önce evlatlık verilmiş. Ediz Karaca... Buraya ablasıyla birlikte gelmiş. Leyla Karaca ile..." Leyla'nın adını duymak bile Niyazi'yi can evinden vurmuştu. Müdirenin elindeki dosyayı alıp bilgilerini inceledi. Okudukları beyninden vurulmasına sebep olmuştu.

 

Leyla'nın annesi henüz bir çocukken intihar etmişti. Altı ay sonra babaları hapse düşmüştü ve iki kardeşi yurtta kalmaya başlamıştı. Yurt macerası Ediz'in bir aileye evlatlık verilmesi ile bitmişti; çünkü Leyla da günler sonra yurttan kaçarak kayıplara karışmıştı. Niyazi, bayılacak gibi olup sendelediğinde müdire tekrar oturmasını sağladı. Hemen çekmeceden kapalı, bardak sulardan çıkarıp Niyazi'ye uzattı.

 

"Lütfen için!" Niyazi, suyu içip sakinleşmeye çalıştı. "İyiyim lütfen devam edin." Müdüre başını olumsuz anlamda salladı. "Başka bilgi yok. Bir daha yurda dönmemiş." Niyazi, yumruklarını sıkıp, "Kahretsin!" diye soludu. "Bana Ediz'in evlat edinildiği aile hakkında bilgi veremez misiniz?" Müdire dudaklarını kıvırıp "Maalesef" dedi. "Neden?"

 

"Bu bilgiler gizli memur bey." Niyazi, ayağa kalkıp diretmelerine devam etti. "Bakın Müdire Hanım. Bu Ediz denilen adamı bulmalıyım. Karımla ilgili düğümün çözülmesi için faydası olabilir. Bana yardım etmek zorundasınız."

 

"Anlıyorum, ama ben..."

 

"Lütfen Ferra Hanım. Ben yıllardır evlat acısı çekiyorum. Kızım nerede, ne halde bilmiyorum. Bana yardım edin. Bu son umudum." Müdire başını hüzünle salladı. "Beni asla zor duruma düşürmeyeceksiniz." Niyazi, içine serpilen hayat suyunu doya doya hissetti. "Söz veriyorum. Sizi zor duruma sokacak hiçbir şey yapmayacağım." Niyazi büyük bir umutla adresi alıp aracına yöneldi. Tabelaları geçtikçe sabırsızlığı daha da artıyordu. Gerçeğe ulaşmak için sakınmadan canını verecek bir hale gelmişti. Yollar aşıldıkça bitti ve hayatının en yıkıcı sırrına Niyazi her tekerlek darbesinde biraz daha yaklaştı.

 

"Benim sırrım yaklaştıkça seni yakar Niyazi. Bırak beni! Defolup gideyim hayatından. Sen benim gizli kalmış yüzümü sevdin. Attığım her adımda bir maskem düşecek avuçlarına. Mutlu olmayacaksın demir yürekli." Öyle demişti Leyla rüyasında. Gerçekten nasıl bir karanlık bekliyordu onları.

 

Kalbinin üzerinde akreplerin dolaştığını hissetti. Zehirlerini önce gözlerine ardından da yaralı kalbine akıtmışlardı. Ve artık Niyazi kendisi gibi değildi. Leyla'nın aşkı onu bitiren en yıkıcı gerçeğiydi. Henüz neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Abisinin bu hikâyenin neresinde olduğuysa tamamen meçhuldü. Yalan denizinde bindiği gemi onu hakikatin kumsalında felakete doğru sürüklüyordu. Bir rüzgâr esti kahverengi saçları hareketlendiren. Gerçekler kim bilir ne kadar acıtacaktı? Şu an bile binlerce iğnenin teninde bir yüz çizdiğini hissedebiliyordu. Leyla'nın yüzünü...

 

Ani bir fren asfaltın tekerlek darbesiyle ağlamasına sebep oldu. Araçtan inip eski demir kapıyı araladı. O ahşap eve uzun uzun baktı. Çatısının bir kısmı zarar görmüştü. Bacasına baktığında sobalı bir ev olduğunu anladı. Duvarları turkuaz renkteydi ve panjurlarının beyazlığı ilk dikkatini çeken detaylardan olmuştu. Kararsız ağır adımlarla demir kapıyı açıp zile bastı. Defalarca denediği halde hiçbir ses duyulmuyordu. Evin etrafını dolaşıp bir ipucu aradı; fakat perdeler sıkı sıkıya örtülmüştü.

 

"Kime baktınız?" dedi yaşlı, titrek bir ses. Niyazi, toparlanıp dışarıya yöneldi. "Be-ben ev sahiplerini aramıştım." Kadın yüzünü titretir gibi bozdu. "Orada kimse yaşamıyor. Üç kişilik bir aile vardı bir zamanlar. Önce adam öldü sonra da ihtiyar kadın. Evlatlık aldıkları oğlan da bir zaman tek yaşadı. Sonra da okul okumak için gitti. Neydi ismi o sarı oğlanın?" Niyazi, heyecanla, "Ediz mi?" dedi. Kadın, "He, sanırım oydu." diye karşılık verirken Niyazi, kadına biraz daha yaklaşıp, "Şimdi nerede ne yapıyor bir bilginiz var mı?" diye sordu.

 

"Bilmem ki evladım. Çok nadir uğrar. Birkaç saat kalıp çıkar gider." Niyazi cebinden bir kâğıt çıkarıp numarasını yazdı ve kadına uzattı. "Bir daha gelirse beni aramasını söyler misiniz?" Kadın kararsızca bocalayınca, "Bu iyiliğinizi karşılıksız bırakmam." diye ekledi. Kadın, kâğıdı alıp onu başıyla onayladı. Niyazi, sokağa yönelirken omuzlarındaki hüsranın ağırlığıyla ezildi.

 

Aracını çalıştırıp yola revan olduğunda zihninin bin bir parçaya bölündüğünü hissediyordu. Telefonunu eline alıp Yahya'nın numarasını çevirdi. Ona Nazlı Kaya-Nazar Ateş dosyasını sormak istedi, fakat sonra eve dönmenin çok daha doğru bir karar olacağına karar verdi. Aklı abisi ile ilgili olan o kamera kaydındaydı. En büyük merakı Leyla ve abisi arasındaki hoyrat rüzgârların sebebiydi.

 

Büyük bir hızla evine döndü. Aceleyle kilidi açıp odasındaki dolaba yöneldi. Abisinin özel eşyalarını koyduğu kutuyu açtı. Albümlere ilgiyle göz gezdirip telefonu eline aldı. Uzun zamandır kapalı olduğunu biliyordu. Muhtemelen şarjı bitmişti ve ne yazık ki Niyazi'nin şarj olmasını bekleyecek kadar bile sabrı kalmamıştı. Telefon şarj olurken yorgunluğunu unutmak için kendisine acı bir filtre kahve yaptı. Fokurdayan kahvesini birkaç kez yudumlayıp yeniden odasına yöneldi. Telefonun çizgi sayısının arttığını görmek heyecanını daha da arttırmıştı. Telefonun açma tuşuna bastı. "Şifre" yazısı moralini bozsa da kısa sürede tahmin edip telefonu açabilmişti.

 

Şehit olduğu gece abisinden kalanları bizzat almış, yüreğinde biriktirdiği acıyla ona ait olan eşyalara bir daha dokunmamıştı. Şimdi tedirgin, hüzünlü bir ruh hali ile geçmişin perdelerini aralamaya çalışıyordu. Abisi de pek çok kişi gibi pin olarak doğum tarihini yazmıştı. Arama kayıtlarına göz gezdirdi. Ağırlıklı annesi ve eşi dostuyla konuşmuştu. Son aramalara baktığımda Leyla tarafından defalarca arandığını gördü. Bu durum ister istemez canını sıkmıştı. Mesajlara göz getirdi.

 

Leyla, "Lütfen telefonu aç, seninle konuşmam lazım." demişti. Abisi ise, "Seninle yüzleşeceğiz önce bana sonra da Niyazi'ye hesap vereceksin" demişti. Yüzleşmek... Bu mesajlardan ne anlaması gerektiğini bilmiyordu. Abisinin bilgisayarını açıp bir şeyler öğrenmeye çalıştı; fakat bir bilgiye erişememişti. Abisinin son operasyonda şehit olması öyle yıkıcıydı ki her şeyi tersine çeviren o hatayı hiç araştıramamıştı. Bu düşüncelerle boğuşarak uykuya daldı. Uyandığında öğlen 12 olmuştu. Hazırlanıp emniyete gitti.

 

Hakkında amiri tarafından tutulan rapor bir hafta uzaklaştırma almasına sebep olmuştu; fakat nazar hakkında bir gelişme olup olmadığını öğrenmek zorundaydı. Yahya'dan Ediz Karaca hakkında araştırma yapmasını isteyecekti. Ediz'i, ı Leyla'ya ulaşabilmek için bir adım olarak görüyordu. İlk adresi Yahya olmuştu. Araştırması için Nazlı Kaya ve ailesini ona havale etmişti. Aileyi en güvendiği memurlarıyla birlikte tek tek sorgulatmıştı. Aldığı ceza tüm işlerine taş koysa da yılmamaya kararlıydı. Bir an önce işinin başına dönmeli, gerçek suçluları delil ve şahitler eşliğinde yakalamalıydı.

 

Suikast düzenlediğini iddia eden adamın bir piyon olduğundan emindi. Tüm suçu üstlenmiş, Nazar'ı aylarca bu kimlikle yaşaması konusunda tehdit etmişti. Yani en azından telefon ve mesaj kayıtlarından bu anlaşılıyordu. Mervan, işlerini piyonlarını öne sürerek hallediyor, elini kora maşasız uzatmıyordu. İşi öyle kitabına uydurmuştu ki aksini delillendirmek neredeyse imkânsız bir hal almıştı. Neyse ki uzun uğraşların sonucunda adam konuşup her şeyi itiraf edebilmişti ve esas suçlunun Mervan Hanzade olduğu ortaya çıkmıştı.

 

Nazar, yaşadıklarından sonra güvenlikli bir sığınma evine yerleştirilmek istenmiş, isnat edilen suçlar için soruşturma açılmıştı. Bekçi İsmail'in ve suikastçinin ifadeleri dikkate alınarak tutuksuz yargılanmasına karar verilmişti. Şimdi iş tekrar açılan Nazlı Kaya dosyasını aydınlatmaya gelmişti.

 

Niyazi sorgu odasının aynasının önüne geldiğinde Yahya onu şaşkınlıkla karşıladı. El sıkışıp kısa bir kelamın ardından bir süre suskunlaştılar. "Üzgünüm Komiserim." dedi Yahya gözlerini kaçırarak. Niyazi, dostane bir edayla omzuna dokundu. "Senin suçun değildi. Sakin olmalıydım."

 

"Ama yine de..." Niyazi devam etmesine izin vermeyerek eteğindeki taşları boşalttı. "Bunları boş ver. Bir gelişme var mı Nazlı Kaya'dan." Yahya, başıyla sorgu odasının kapısına işaret etti. Birlikte sorgu odasına girdiler. Niyazi, acılı bakışlarla gülümsedi. "Bu yakışıklı da kim(!)" Yahya zayıf, ince yüzlü esmer delikanlıya sıkılgan bir şekilde baktı.

 

"Nazlı Kaya'nın kuzeni. Komiserim..." Genç memur iyi şeyler duymayacağını bilmiş gibi hevessizdi. Niyazi, birkaç adım atıp elleri titreyen delikanlıya yaklaştı. Sivri burnu ve ciddi kıyafetleriyle ait olduğu topraklardan izler taşıyordu. Komiser elini delikanlının sandalyesine sabitlediğinde heyeca ve gerilim odadan akıp geçiyordu. "Umarım bize anlatacağı iyi bir hikayesi vardır delikanlının. Vaktim kıymetlidir; boş şeylerle harcayamam." Delikanlı hafifçe boğaz ayıkladı.

 

"Korkuyorum. Ya başıma bir şey gelirse?" Niyazi, sandalye çekip tam karşısındaki yere yerleşti. "Gelmeyecek... Dava süresince gizli tanık olacaksın. Şimdi yalansız dolansız anlat her şeyi. Seni buraya susman için getirmedik." Dedi. Delikanlı yutkundu. Söyleyeceklerinin sarsıcı etkisi korkudan yumruklarını sıkmasına, parmak boğumların bu etki ile beyazlamasına sebep oluyordu. Niyazi, burun kemiğini sıkarken delikanlı şakaklarından damlayan terlere ve kuruyan dudaklarına aldırmadan uzun uzun konuşmaya başladı.

 

"Nazlı teyzemin kızıydı. Ailesini kaybedince bizim yanımızda kaldı. Birkaç yıl bir arada yaşadık. Evde besleme gibiydi. Kimseye zararı dokunmasa da annem ondan vebalı gibi sakınırdı. 18'ine geldiğinde hali vakti yerinde bir kısmeti çıktı. Kendi çıkarlarını için onu evlendirmek istediler. Nazlı direndi. Kaçıp şehre sığındı ve gözden uzak yaşamaya başladı. Akrabalar bu ayrılıktan rahatsızlık duydular ve onu sıkıştırmaya başladılar. Bitmek bilmez tehditlere dayanamayıp ülkeden kaçmak istedi. Bir sevdiği vardı. Onur... Nazlı akrabalarının onu öldürmesinden çok korkuyordu. Benden kaçmasına yardım etmemi istedi. Dediğini yapıp arkadaşım vasıtasıyla sağlam bir adam buldum. Yani en azından öyle olduğunu sanıyordum." Gözleri buğulanmıştı. Niyazi, sözlerin kesilmesi üzerine sesli bir soluk alıp sitemde yutkundu.

 

"Sonra?" Genç adam gömleğini manşetleri ile dolu dolu olan gözlerini silip titreyen sesiyle devam etti. "Kanı bozuk çıktı adamın. Benim yüzümden... Benim yüzümden..." Birkaç küçük hıçkırıktan sonra kederle burnunu çekti. "Ben sebep oldum. O şerefsiz verdikleri parayla yetinmeyip daha fazlasını istemiş. Vermek istemeyince de Onur'la kıran kırana dövüşmüşler. Adam Onur'u bıçaklamış. Nazlı'ya saldırıp sahip olmak istemiş; fakat direnince çareyi öldürmekte bulmuş. Cesedi de suçunu örtmek için yakmış." Niyazi duyduklarının etkisiyle boğulur gibi olduğunda nefes almak için ayağa kalktı. Her gün onlarca suç ve cinayete tanık olsa da haksızlık ve barbarlık karşısında duyarsız kalmayı öğrenememişti. Sırtını dönerek yüzünün atan rengini gizledi.

 

"Devam et!" Loş tepe lambası zavallı çocuğu daha heyecanlandırıyor, kısık olan sesini iyice tüketiyordu. Delikanlı yutkunup bir kez daha manşetlerini gözlerini silmek için kullandı. Bu hamlesini gören Yahya önüne birkaç peçete bıraktı. Delikanlı peçeteyle burnunu temizleyip hıçkırıklarının arsından konuşmaya devam etti.

 

"Olayları duyunca nevrim döndü. Neye uğradığını şaşırmıştım. Hesap sormak için o köpeğin peşine düştüm. Bir abi vardı tanıdık. Yaman, güçlü bir adamdı. Berzah derler. İri kıyım, şişman, bıyıklı... Derdimi anlattım, yalvardım bana yardım etmesi için. Sonunda kabul edip o şerefsizin peşine düştü. Buldu da... Gözlerimin önünde öldüresiye dövdüler. Kafasına sıkmak istediğimde yanımdaki adam beni durdurdu. Kendi aralarında fısır fısır bir şeyler konuştular önce. Benden Nazlı hakkında bilgi istediler." Delikanlı pet şişedeki suyu boğazına ve göğsüne akıtarak kana kana içti. İçindeki yangın biraz olsun serinleyebilmişti. Niyazi ve Yahya ise olayların devamını öğrenebilmek için onu sabırla bekledi.

 

"Kimliğini ve eşyalarını onlara verdim." dedi delikanlı Niyazi'ye mahcup mahcup bakarken. "Günler sonra gazetede gördüğüm haberle ne yapacağımı şaşırmıştım. Bir kadının ölüm haberi vardı orada. Nazlı'nın öldürüldüğü yerde Nazar Ateş adında bir başka kadın... Olayı araştırdığımdan Nazlı'nın katilinin tutuklandığını öğrendim. Polislerin kolunda arabaya bindirilen kafasına sıkmak için delirdiğim o pislikti. Bulunan ceset tanınmaz haldeydi. Yerine koydukları kadını ailesi teşhis edememiş. Adli tıp raporları Nazar Ateş'ten alınan DNA örnekleriyle değiştirilmiş. Herkes Nazlı'yı Nazar sanıyordu."

 

Niyazi sert bir şekilde genç adamın yanına yaklaşıp tüm hıncını çıkarır gibi masaya yumruğunu geçirdi. "Nasıl adamsın sen be! Sormadın mı hesabını?" Suçluluğun rengine bulanmış kahverengi gözler mahcubiyetle yumuldu. "Berzah'ı bulup hesap sormak istedim. 'Neyin peşindesiniz siz?' diye deli gibi bağırdım. Hiçbir işe yaramadı. Başıma silah dayayıp beni ve ailemi öldürmekle tehdit etti. Çaresizdim... Boyun eğdim..." Niyazi dalga geçer gibi, "Polise gelmeyi düşünmedin tabii. Doğru, biz kimiz ki(!)" Delikanlının titrek soluğu tükenir gibi hızlandı.

 

"Nazlı'nın intikamı alınmıştı. O pislik kısa süre sonra kodeste öldürüldü. Namussuzluk edeni bileği kelepçeli mahkumlar bile yaşatmadı. Belki de Berzah ve adamları defterini dürdü, bilmiyorum."

 

Niyazi, "Vay be!" diye alayla gülümsedi. "Adaleti sağlamak ite kopuğa kaldı öyle mi? Ne akıl ama!" Yahya gerilen ortamda kızarıp bozarırken Niyazi yeniden sandalyesine kurulup masada elini kolunu koyacak yer bulamayan delikanlıya doğru rahatsız edici bakışları eşliğinde eğildi.

 

"Suçlusun delikanlı. Yanlış kapıyı çaldın. Yasalardan değil suçlulardan medet umdun. O günkü hatan nelere mâl oldu hiçbir fikrin yok değil mi?" Cevapsız sorular loş, karanlık odada çığlık çığlık yükseldi. Niyazi, son bir bakış atıp odayı terk etti. Ardını kollayan Yahya'ya dönüp "Şu Berzah'ın peşine düş! Artık gerçekler ortaya çıksın." dedi. Odadan çıkıp koridora yöneldiğinde yetimhaneden belleğine aldığı bilgileri Yahya'nın araştırmasını istedi. Yahya merakla kağıtlara göz attı.

 

"Bu adam kim Komiserim? Nazlı Kaya cinayetiyle bir ilgisi var mı?"

 

"Hayır yok." Fotoğrafı işaret edip, "Ediz Karaca'nın kim olduğunu bir an önce öğrenmek istiyorum. Bu bilinmeze daha fazla tahammül edemem."

 

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️

Loading...
0%