@syildiz_koc
|
Medya: Yabancı gözlerin (Hazer Delen) Çaresizlik nedir bilir misin? Kalbin kanatlanıp gittiği yere, bedenin gidememesidir. ŞEMS TEBRİZÎ Bütün gece gözüme bir damla bile uyku girmedi. Mehmet'i düşündüm. Ondan ayrı kalmaya nasıl dayanırdım. Ne yapardım onsuz? Peki ya o! Beni hiç tanışmamış gibi yoluna devam edebilir miydi? Dönüp geldiğinde nasıl dayanacaktı başkasıyla evlendiğim gerçeğine? Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Babamla Ayşe yatınca annem sessizce odama geldi. Onu görünce heyecanlanmıştım. Sarılıp başımı göğsüne yasladım. Kokusunu içime çekerek doya doya ağlamak istiyordum. Annem hemen toparlanıp, gözyaşlarımı sildi. Alnıma bir öpücük kondurdu. "Seni almasına izin vermeyeceğim." Acıklı bir tebessüm dudaklarımda gezindi. Keşke demek geldi yüreğimin en derinlerinden. Keşke... "Hemen eşyalarını toplayıp İstanbul'a gideceksin. Orada Zübeyde Teyzen var. Gidip bir süre yanında kalacaksın. Biletini aldım." Duyduklarım karşısında ne diyeceğimi şaşırmıştım. Annem neler söylüyordu böyle? Gerçekten kaçıp gidebilir miydim? Boynuna bir kez daha sevgiyle sarılıp, "Annem!'' diye fısıldadım. Dolu dolu olmuş gözlerine baktım. Onu hiç bu kadar kararlı görmemiştim. Gerçekten bu benim annem miydi? Babama karşı duruyor; bir başkası için feda edilmeme engel olmaya çalışıyordu. Şüpheyle tekrar yüzüne baktım. "Abim ne olacak? Ya Mervan onu öldürürse!" Bu sözlerden sonra da gözlerindeki kararlı ifade değişmedi. "Öldüremeyecek!" dedi yüreğindeki kini gizlemeyerek. "Evden çıkınca sen otogara gideceksin; ben de polise! Her şeyi anlatacağız." Boynuna tekrar güvenle sarıldım. Gözlerine sevgiyle bakıp, "Ah annem, bana nasıl bir iyilik yaptığını bir bilsen!" diyerek ellerini şefkatle öptüm. Annem yüzümü okşayıp, parmak uçlarıyla saçlarıma dokundu. Sonra bileklerindeki iki tane altın bileziği çıkarıp bana uzattı. "Bunları yanına al! Biliyorum fazla bir şey değil; ama en azından bir süre seni idare eder. Ben bulup buluşturup yine sana gönderirim." Ellerimle onları ittirip, "Bunları kabul edemem; bu senin hayattaki tek güvencen!" diyerek tepki gösterdim. Annem, ellerimi tutup parmaklarımı bir yelpaze gibi açtı ve sabırla bilezikleri avcuma koydu. "Sen bu hayattaki tek umudumsun! Hiçbir şey senden daha önemli değil!" Sessizce çantamı hazırlayıp evden çıktık. Son kez vedalaşıp, otobüse bindim. Buradaydım işte! Sanki hiçbir şey olmamış gibi hayallerimi gerçekleştirmek üzere İstanbul'a gidiyordum. Artık her şey geride kalmıştı ya da en azından ben öyle sanıyordum. Kâbusun hâlâ peşimde olduğunu ve beni bir gölge gibi takip ettiğini nerden bilebilirdim ki? Sadece 20 dakika olmuştu. Hiç ummadığım bir anda büyük bir araç, ani fren yaparak otobüsün önünü kesti. Araçtan inen, siyah giyimli üç adam hızla otobüse bindi. Bunlar da kim , Neler oluyor tarzındaki fısıltılar araçta yankılanmaya başlamıştı. Şoför ve yolcular hayretler içinde kalmıştı. Kaba bir şekilde otobüs giren adamları hiçbir hareket belirtisi göstermeksizin seyre koyulmuşlardı. Şoför ve muavin onlara engel olmak istedi; fakat balyoz gibi inen darbelere maruz kalmaktan başka bir şey yapamadılar. Şişman, bıyıklı bir adam, hemen oturduğum koltuğun önüne geldi. Elindeki resme ve bana bakıp, aradığını bulduğunu hissettirecek bir biçimde pis pis sırıttı. Onun o ürkütücü hâlinden korkmuş, ne yapacağımı şaşırmıştım. Kolumdan sert bir şekilde tutup, "Kalk!" diye emretti. "Hayır!" Attığım çığlık otobüsteki tüm gözleri bana çevirirken, beni çekiştirerek araçtan indirmeye çalışıyordu. Onu itip otobüsün arka kapısından kaçmaya çalıştım. Basamakları tepelercesine aşağı indiğimde; uzun boylu, zayıf bir adamın beni sert bir şekilde kendine doğru çektiğini hissettim. Hiç istifini bozmadan çevik bir hamleyle beni omuzlarına aldı. Birkaç adam, bu manzaraya daha fazla dayanamayıp öne atıldı. Arbede kaçınılmaz olmuştu. Müdahaleci delikanlılara ve şaşkınlıkla bakan yolculara, "Karımı çekip almakta mı suç oldu birader? Karışmayın aile meselesine!" deyip yalanlarla örülü bir tehdit savurdu. Karım sözünü duyan insanlar, bir bir yerine oturmuş; Hasbinallah, Fesubhanallah tarzında sözlerle halimizi kınamaktan başka bir şey yapmamıştı. Gecenin o saatinde kulakları tırmalarcasına yardım çığlıkları atıyordum; fakat tüm şehir sağır olmuş gibi benim yalvarışlarımı duymuyordu. Aile meselesi olarak gördükleri için kendilerince saygı gösteriyorlardı bu zorbalıklara. Benim yalanlayan haykırışlarım kimsenin umurunda değildi. Oysa kocam bile olsa kimsenin beni istemediğim bir yere götürmek hakkı değildi. Bunu ne yazık ki toplumumuza bir türlü kabul ettirememiştik. Gangster, suratını tırnaklarımla yırtmama karşın, yüzündeki o ürkütücü ifadeyi bozmadan beni omuzlarında bir korkuluk taşır gibi dikkatsizce sürükleyip götürüyordu. El yordamıyla omuzlarından indirip zorla araca soktu. Vazgeçmemiştim... Araca bindikten sonra da camlara vurup, bağırmaya devam ettim; fakat çığlıklarım, ağzımı elleriyle kapayıp beni zapt etmeye çalışan iki adam tarafından boğuluyordu. Attığım tekmeler araçta ürkütücü sesler çıkarırken, ağzımı kapatan parmakların arasında nefessiz kalıp boğulduğumu hissettim. Son bir çığlık eşliğinde dudaklarımı örten o büyük ellere sert bir şekilde dişlerimi geçirdim. Bir "Aaaaah!" haykırışı geceye karışıp, arabanın içinde yankılandı. Ön koltuktaki gözler bize çevrildiğinde okkalı bir küfür dudaklarını yokladı. Çırpınmaktan vazgeçmiyor, sesimi duyurmak için adeta bir ölüm kalım savaşı veriyordum. "Allah'ın cezası! Ne çırpındın be! Dur artık!" Yeniden haykırışıma aldırmadan dudaklarımı avuçlarıyla kapadı. "Şu hâlimize bak! Patronun koynuna zorla karı atıyoruz." Biz cebelleşirken benim kesik bağırtılarım arasında bir telefon sesi duyuldu. Öndeki şişman adam, telefonu açıp büyük bir hürmetle konuşmaya başladı. "Kızı bulduk efendim! Şehirden çıkamadı. Paketleyip evine götürüyoruz. Annesi de polise gidemeden yakalanıp susturuldu. Her şey emrettiğiniz gibi!" Annemi de yakalamışlardı. "Ne yaptınız anneme?" diye umutsuzca haykırdım. Hiçbiri dönüp bana cevap dahi vermedi. Ona bir zarar vermelerinden ölesiye korkuyordum. Birkaç dakika sonra dar, sapa yollardan aşina olduğum o araziye girdik. Araç kısa bir süre sonra evimizin önünde durdu. Beni apar topar çantamla eve bıraktılar ve sonra da tüm bunlar olmamış gibi evimizin yakınındaki korulukta araçlarının içinde bizi gözetlemeye koyuldular. İçeri girer girmez gözyaşları içinde anneme sarıldım. Babam pijamalarıyla öylece ayakta bekliyordu. Yüzünden ne kadar öfkeli olduğunu anlayabiliyordum. Beni kolumdan tutup hırsla yere savurdu. "Nasıl kaçmaya çalışırsın? Abini hiç mi düşünmedin?" diyerek bana öldürücü bir tekme attı. Mideme aldığım darbenin de etkisiyle kan tükürmeye başladım. Saçlarımdan tutup beni yerlerde sürüklüyor; annemin karşı koymalarına ve yalvarmalarına zerre kadar aldırmıyordu. Annem, "Ben istedim gitmesini, ben aldım biletini!" diyerek tüm suçu üstlenmeye çalıştı; ama ne yazık ki bu sözler bile beni onun elinden kurtarmaya yetmiyordu. Babam bir tokat patlatıp hınçla onu yere serdi. Koltuğun üzerinde öylece duran pantolonunu eline aldı ve kemerini çıkarıp öfkesini alana kadar sırtıma vahşi darbeler indirdi. Bir yandan da "Oğlumu mahvetmenize izin vermeyeceğim!" diyerek kan bürümüş gözleriyle tehlikeli bakışlar atıp kin köpürüyordu. Artık inlemeye bile gücüm kalmamıştı. Yerde yarı baygın, yüzü koyun öylece yatıyordum. Babam hırıltılı bir ses eşliğinde elindeki kemeri hızla duvara fırlattı. Kolunun tersiyle yüzünde birikmiş terleri silip benden bir adım uzaklaştı. Kesik kesik solumalarına engel olmaksızın, "Eğer abinin canı sana bağlı olmasaydı, bu hatanın bedelini gelinlikle değil kefenle öderdin!" diyerek korkunç tehditlerine bir yenisini daha ekledi. Korkmuyordum. Yaşadığım ve yaşayacağım şeyler zaten benim için ölmekten beterdi. Ha gelinlik ha kefen... Ne fark ederdi ki benim için! Annem yerden kalkıp yanıma geldi. Acıdan bitap düşmüş bedenimi dizlerine yatırıp sevgiyle kucakladı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bayılmışım... Uyandığımda yatağımdaydım. Annem elindeki ıslak bezle yüzümdeki kanları temizlemeye çalışıyordu. Birkaç dakika sonra kapı alacaklı gibi vurmaya başladı. Annem korkuyla kapıyı açtı. Birinin kaba bir şekilde annemin engellemelerine rağmen içeri girmeye çalıştığını sezebiliyordum; fakat yarı baygın hâlimle parmağımı oynatmaya bile güç yetiremiyordum. Sesi tanımıştım; gelen Mervan'dan başkası değildi. Annemin dur ihtarlarına uymadan alelacele içeri daldı. Baygınken bile bana bakınca nasıl bir dehşete kapıldığını anlayabiliyordum. Yatağımın başına gelip titreyen elleriyle gözlerini bile kırpmadan darmadağın olmuş yüzüme yavaşça dokundu. Annem, "Dokunma ona!" diye bağırdığında küçük bir ürperme dudaklarımı araladı. "Babası yaptı değil mi?" Kin dolu bakışları annemi sakinleştirmeye yetmeyecekti. "Senin yüzünden! Sen onunla evlenmek istemeseydin, abisini esir almasaydın, tüm bunlar olmayacaktı." Annemin iğrenen bakışları, nefretle kıvrılan dudakları hiç olmadığı kadar yakıcıydı. Mervan, ona cevap veremedi; yüzünü yeniden bana yöneltti. Aralıklı gözlerimi tekrar sımsıkı kapadım ve bir an önce defolup gitmesi için Allah'a dua etmeye başladım. Karşısında bulunduğum şu zavallı hâlin daha fazla devam etmesine tahammül edemiyordum. "Çok darbe almış!" Annem dinmeyen öfkesiyle, "Senin yüzünden onu doktora bile götüremedim!" diye bağırdı. Mervan, gömleğimin düğmeleri açtı ve parmak uçlarıyla göğüs kafesimi incelemeye çalıştı. Annem ona karşı koymakta gecikmeyecekti. "Dokunma ona!" "Kaburga kemiklerinde kırık var mı diye kontrol ediyorum! Doktor istediğinizi sanıyordum!" "Sen pis bir serseriden başka bir şey değilsin!" Mervan, onu görmezden gelip üzerimi battaniye ile örttü ve adamını yanına çağırdı. Kâğıda bir şeyler yazıp ona uzattı. "Bu ilaçları ve malzemeleri alıp gel!" Adam, "Peki efendim!" deyip hemen odadan çıktı. Annem durumun çaresizliğinden sesini bile çıkaramıyordu. 20 dakika sonra adamı çıkageldi ve aldığı malzemeleri itaatkâr bir tavırla ona uzattı. Çıkardığı ilaçların üzerine bir şeyler yazıp anneme nasıl kullanacağını tarif etti. Onun doktor olduğunu bilmiyordum. Bakıldığında ukala bir mirasyedi gibi duruyordu ya da acımasız bir gangster. Bana dönüp, "Mide bulantısı, uyuşma, kusma, görme kaybı, şiddetli ağrılar.... Bunlardan herhangi biri var mı?" diye sordu. Başımı, hayır manasında salladım. "İç kanama var gibi görünmüyor!" Bu muayeneden sonra biraz daha rahatladığını anlayabiliyordum. Yaralarımı temizlemek için malzemelere yöneldi; fakat annem bana elinin değmesine dahi tahammül edemiyordu. Hırsla elindeki poşeti çekiştirip, "Bırak! Buna ihtiyacımız yok!" Hâlâ kendisini dinleyeceğini umuyor olmalıydı. Mervan, öfkelenmişti; fakat anneme sert yüzünü göstermekten kaçınıyordu. Durumun vahametinden kaynaklı olarak anlayışlı davranmaya çalışıyordu belli ki. Annem yüzüne nefretle baktı. Söyleyecekleri bitmemişti. "Bu hayatta sadece birine yalvardım. Babam... Beni istemediğim birine gelin ederken ayaklarına kapanıp, 'Bırakma!' dedim. Dinlemedi... Şimdi sana tüm annelik duygularımın verdiği güçle yalvarıyorum. Bırak kızımı! O seninle olamaz. Birbirinize uygun değilsiniz!" "Buna siz mi karar vereceksiniz?'' "Gözlerine baktığımda aynı hırsı aynı öfkeyi görüyorum. Hayatı birbirinize zindan edeceksiniz. Senin zaten bir karın var; bırak gitsin! Zorla güzellik olmaz! Onun hayatını karartmanı istemiyorum." Mervan, esefle iç çekti. İhtiraslı gözlerini hem bende hem de annemde gezdirdi. "Biz Hurşit'le anlaşmayı çoktan yaptık; artık bu sözün geri dönüşü olamaz. Zeynep ve Murat'ın hayatına karşılık Nazar..." Cevabı hiç olmadığı kadar kesindi. Annem ve ben, bu sözün geri dönüşünün olamayacağını biliyorduk. Ayakta dimdik karşı karşıya duruyorlardı. Annem vazgeçmemişti; eteğindeki taşları dökmeye ve bu işi sonlandırmaya kararlıydı. "Yalan söylüyorsun! Bu durumu kullanıyorsun!" Mervan başını dimdik tutup, onu yalanlama girişiminde bile bulunmadı. "Size zaten bir kız verdik. Nazar bu işte bir ödeşme konusu olmaz. En başından beri ona göz koymuştun! Gizli gizli sıkıştırdığını, kandırmaya çalıştığını fark etmediğimi mi sanıyorsun? Seni reddettiği için canını yakıyorsun. Nazar'a sahip olmak istiyorsun. Murat'ın yaptıklarının intikamını alıyorsun kendince. Abisine olan düşmanlığının bedelini Nazar'a ödeteceksin. Bırak kızımın yakasını; onun hayalleri var. Okuyacak!" Mervan, utanmaksızın küstah bir bakış attı. "Her şeyi ne kadar da iyi anlamışsınız. Beni tanıyorsunuz! O halde asla sözümden geri adım atmayacağımı da tahmin ediyorsunuzdur. Nazar, benim karım olacak ve siz bu duruma saygı göstermekten başka bir şey yapamayacaksınız!" Sözlerini bitirir bitirmez hızla odadan çıktı. Çıkmasıyla birlikte babamla karşı karşıya geldiler. Başımı çevirdiğimde onun babamı hiddetle duvara yapıştırdığını gördüm. Sağ elini boğazına sabitlemiş, öldürürcesine sıkıyordu. "Bir daha onun saçının teline bile dokunursan; seni köpeklere yem ederim!" Yatağımdan doğrulmuş, annemle birlikte şaşkınlıkla olanları izliyordum. Babamın korkudan gözleri kocaman açılmıştı ve kesik kesik hırıltılarını zapt edemiyordu. Suratına okkalı bir yumruk savurduğunda hayretle yerimden sıçradım. Çıkarken adamına keskin bir baş işareti yaptı. Şişman, bıyıklı adam, yumruğunu avcunun içine alıp sert bir şekilde parmaklarını kırarcasına çıtlattı. Annem olacakları sezmiş gibi hemen odamın kapısını kapattı. İçerden babamın acı dolu feryatları bize ulaştığı halde ne annem ne de ben bu duruma en ufak bir tepki gösteremedik. Sanki tüm duygularımız ve insanlığımız donup kalmıştı. Buz kesen kalplerimiz, babamın çığlıklarını duyamayacak kadar körelmişti. Yakıcı gözyaşlarımı umursamadan, başımı yastığa gömüp içli içli ağladım. Yüzümdeki yaraları sızlamasını hissedemiyor, ezilen ruhumun dumanını çekiyordum hissizce. Ne olacaktı şimdi? *** Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️🌹 |
0% |