Yeni Üyelik
92.
Bölüm

92. Bölüm: Ölümden De Beter

@syildiz_koc

 

Medya: Sefo (Kapalı Kapılar)

 

Hatalar büyük pişmanlıklara gebeydi. Bazen düşünmeden atılan bir adım içinde binlerce bela ve sıkıntıyı barındırıyor, işleyeni tahammülü güç vicdan azabının ve sorumlulukların altında eziyordu. Kurulan hayaller de yetersiz kalırdı çoğu zaman. Gerçekler umulanlarla uyuşmaz insanı hırslarının esiri yapardı. Genç adam masum bir kızı heveslerine kurban ederken peşinden gelecek felaketleri hesap edememiş, aşkı uğruna hayatını ve hayatındaki değerli varlıkları kaybetmişti.

 

Mervan, zihnine ateşten bir kelepçeyle hapsettiği düşünceleri görmezden gelerek sabahın ilk ışıklarıyla uyandı ve atıştırmalık bir şeyler aldı. Bugünü eşiyle baş başa geçirmek ve huzurlu hayatlarının tadını çıkarmak istiyordu. Bahçedeki ahşap masaya güzel bir örtü serip üzerine tabakları yerleştirdi. Çayı taş fırının üzerine koyup taze sebzelerden ve kahvaltılıklardan oluşan harika bir sofranın hazırlıklarına girişti. Taze bahçe domatesleriyle enfes bir menemen yapmayı planlıyordu. Nazar'la geçirdiği her gün bir diğerinden daha güzel geçiyor, yaşadığı yalnızlık dolu günleri silip anbean nasır tutan gönlünü iyileştiriyordu.

 

İçinde önleyemediği bir mutluluk vardı. Hayatta en çok istediği şey sonunda olmuştu. Nazar'la mutlu bir hayata başlamış ve kaybettiği her şeye rağmen onu yeniden kazanmıştı. İhtiyacı olan parayı alacaklılarından tahsil etmenin verdiği rahatlıkla artık kaçış planını harekete geçirebilirdi. Kaçmadan, saklanmadan, ölüm korkusu olmadan ve öldürmeden yaşamak, yaptığı tüm kötülükleri silmek için kıydığından daha fazla can kurtarmak istiyordu.

 

"Günaydın efendim." Sesin geldiği tarafa dönüp dostuna neşeyle gülümsedi. "Sonunda Battal. Kaç zamandır ortalarda yoksun. Bu ziyaretini neye borçluyuz?" Battal onun hemen sol çaprazına geçip neşesine eşlik etmek istedi fakat vermeyi planladığı haberler hiç de iç açacak cinsten değildi. Mervan'ın aksine ciddi bir gömlek ve siyah bir pantolon tercih etmiş, onun spor rahat kıyafetlerine ise şaşkınlıkla bakmıştı. Belli ki Mervan değişime tarzından başlamıştı.

 

"Gerekli işleri hallettim, fakat Komiser durmuyor. Büyük bir hırsla gittiğim her yerde önüme engeller çıkarıyor. Adam hamlelerimi ben yaklaşmadan tahmin edip bertaraf ediyor. Sert kayaya çarptık efendim. Kaçışınıza engel olmak için sıkı güvenlik tedbirleri almış."

 

Mervan, öfkeli bakışlarını kaçırıp yumruklarını tüm parmak boğumları bembeyaz kesilinceye kadar sıktı. "Canına ot tıkayacağım onun. Peşimi bırakmamak ne demekmiş öğrenecek." Mervan'ın dişlerinin arasından söylediği şeyler Battal için de umut vericiydi. Böyle eli kolu bağlı oturmak ve arkadaşının hayatının elinden kayıp gidişini izlemek canını acıtıyordu. Yeniden ailesine dönemeyeceğini biliyordu. Dicle ve Melek'i kötü kaderleriyle baş başa bırakıp Mervan'ın hayatını kurtarmaktan başka bir çaresi yoktu.

 

"Ne yapacağız efendim?" Mervan elini kâğıt havluyla silip üzerindeki önlüğü masanın üzerine bıraktı.

 

"Planımızı harekete geçirmenin zamanı geldi Battal. Bu akşam bu iş bitecek. Artık bekleyecek sabrım kalmadı. Nazar her şeyi hatırlamadan buradan defolup gideceğiz. Onu California'daki evimize yerleştirdiğimde iş sadece Aras'ı Kadir Bey'in elinden kurtarmaya kalacak. Nazar'ın güvenliğinden emin olduktan sonra gerisi kolay."

 

Mervan, eksilen neşesini umursamadan domateslere odaklandı. Battal'ın onu takip etmelerini görmezden gelip kabuklarını soymaya devam etti. İş ince ince doğramaya gelince Battal daha fazla dayanamayıp onu can sıkıcı bir haberin daha varlığına mecbur etti.

 

"Bir şey daha var efendim." Mervan onun felaket tellallığına alıştığından artık kötü haberler konusunda duyarsızlaşmıştı. Bakışlarını bile çevirmeden domatesleri tabağa bıraktı ve biberleri doğramaya geçti. Mervan yumurtaları çırparken Battal onun bu umursamazlığına daha fazla tahammül edemeyip konuya girdi.

 

"Gülnaz Hanım... O burada. Boşanma belgeleri eline ulaşmış. Marina yakınlarındaki koruluğun içinde sizi bekliyor. Onu ikna etmek için çok uğraştım ama vazgeçecek gibi görünmüyor. 'Eğer hemen bana gelmezse ben oraya gelirim.' dedi. Hiç olmadığı kadar kararlı görünüyordu."

 

Mervan, elindeki malzemeleri bırakıp sandalyeye oturdu. Geride bıraktıklarını hatırlamak canını acıtıyordu. "Bu kadın hâlâ benden ne istiyor? Ayrıldık işte, var mı ötesi? Neden düşmüyor yakamdan?"

 

Battal, yanına biraz daha yaklaşıp, 'Gidip konuşun efendim. Daha fazla ortalığın karışmasını istemiyorum. Başımıza bela olabilir." Battal haklıydı. Onun eve yaklaşması Nazar'ı ve ona dair planlarını altüst edebilirdi. Aşka ve mutluluğa bu kadar yaklaşmışken kaybetmeyi göze alamazdı. Gülnaz duygularını içine gömüp gitmek zorundaydı. Bu evlilikten ne Mervan'a ne de Gülnaz'a asla bir hayır gelmeyecekti.

 

"Burada kal. Nazar'ın güvenliğinden emin olmak istiyorum. Onunla konuşup bu işi tamamen bitireceğim."

 

Battal başını bir kez eğip onayladığında Mervan da hırsla koruluğa doğru yürümeye başladı. Adımları evden uzaklaşmış gözleri ise lüks aracının yanında kendisini bekleyen siyah içindeki sıska kadına odaklanmıştı. Gülnaz'ı karşısında oldukça yorgun ve perişan bir halde buldu. Gözaltları morarmış, gözleri yorgunluktan damar damar olmuştu. Saçlarındaki otlar geceyi bu ücra yerde geçirdiğinin habercisi gibiydi. Genç kadın onu görünce güç bela doğrulup ayağa kalktı. Onca olan bitene rağmen Mervan'ı karşısında görmek onu heyecanlandırmıştı.

 

Gözleri eski kocasının gözlerine değdiğinde gece boyu düşündüğü ve söylemeyi planladığı tüm sözleri unuttu. Mervan'a öyle kızgındı ki bu kadar gurursuz olduğu için solmuş kadınlık onuruna etmedik hakaret bırakmıyordu. Oysa Nazar gibi çekip gidebilse Mervan'sız ama huzurlu bir hayata yeniden başlayabilse her şey kim bilir ne kadar iyi olacaktı. Olmuyordu. Mervan kalbinin üzerine sevdadan altın bir kaya oturtmuştu ve ne yapsa o kayanın altında ezilen yüreğine, paramparça olan onuruna sahip çıkamıyor; yeniden diriltip ayağa kalkamıyordu.

 

"Neden geldin?" dedi Mervan sert ve güçlü bakışlarını nemli gözlere dikerken.

 

"Bana bir açıklama borçlusun. Her şeyi biliyorum. Beni attığım imzalarla nasıl boşadığını, çocuklarımla bizi saplantılı aşkın için nasıl terk ettiğini... Her şeyi..." Mervan, sabırlı davranabilmek için kendini zorladı.

 

"Gülnaz, bu evlilik en başından ölü doğan bir bebekti. Hiçbir zaman aramızda özel bir şey olmadı. Kendimi ne kadar zorlasam da seni sevemedim. Seni daha fazla mutsuz etmeye hakkım yok. Ben Nazar'a aşığım. Onsuzluğa dayanamıyorum."

 

Gülnaz evliliğini bitiren en önemli şeyin Nazar'ın varlığı olduğunu biliyor, o kadının Mervan'ın kalbindeki yerine imrenmeden edemiyordu. Mervan'ın siyah uzun kirpiklerine, gözlerinin koyu harelerine baktı. Bu gözler bir kez olsun ona sevgiyle bakmamış, bu dudaklar bir kez olsun ona tatlı sözler fısıldamamıştı. Bunca zaman hiç mi değer vermemişti ona? Verdiği iki evlattan sonra böyle bir paçavra gibi kenara atılmayı hak ediyor muydu?

 

Mervan beyaz tişörtünün boyun kısmını çekiştirip sıkıldığını hissettirir tarzda nefeslendi. "Bu evliliği devam ettirmek ikimize de kötülük yapmak olur Gülnaz. Nazar'ı böyle çok severken bu hayatı daha fazla kaldıramam. Onu bir kez daha kaybedemem." Elleri medet umar gibi Gülnaz'ın kollarına tutundu. İçinde bulunduğu aşk çıkmazını anlamasını ve kendisine saygı duymasını istiyordu.

 

Gözlerini genç kadının koyu kahve tonlarındaki sürmeli gözlerine yerleştirdi. Duruşuyla perişan ruh halini ele veriyordu. Yüzünün tüm rengi kaçmış, makyajı ağlamaktan elmacık kemiklerini karartıp simsiyah hale getirmişti. Uykusuzluk gözlerinin beyazındaki her sinirden okunuyordu. Geceyi Mervan'ı bekleyerek sabahlamıştı. O Nazar'ın kollarında mutlu olurken bir yürek yanlış adama tutuşmanın bedelini katran karası gecelerin vebali ve ölen bir kalbin ıstırabıyla ödemişti.

 

"Onu kaybetmek üzereydim." dedi Mervan yalvarır gibi. "İntihar etti. Peşinde adamlar var. Onu gözlerini kırpmadan ateşe atacak kadar karanlık adamlar... Kadir Bey, ölüm fermanını imzaladı. Nazar'ı koruyabilmek için bir oyun oynadım. Bu oyunun bedeli olarak hem yandım hem de yaktım. Ama artık olmuyor. Oyunun son perdesini kapattığım gün her şeyden vazgeçtim. Tüm suçlarımdan, günahlarımdan, babamdan, çocuklarımdan... Başka çarem yok Gülnaz. Nazar'ın bana ihtiyacı var."

 

Gülnaz, yüreğindeki tüm acıyı kusar gibi acı acı gülümsedi. "Tek derdin bu değil mi? Nazar ve ona duyduğun kahrolası aşk... Çocuklarının hiçbir önemi yok." Hırstan kendini kaybeden genç kadın, Mervan'ın kolunu nefretle sıktı. Gözleri sırılsıklam olan aşkını haykırırken yüzündeki her mimik kinle hemhal oldu.

 

"Nasıl bu kadar bencil olabilirsin Mervan? Dicle gittiğin günden beri hayata küstü. Yemiyor, içmiyor. Bir kez olsun yüzünde tebessüm görmedim. Hep seni sayıklıyor. Bana seni sormasın diye Melek'ten köşe bucak kaçıyorum. Bu kadar mı önemsizler senin için? Onlar kabuslar içinde çığlık çığlığa uyanırken senin tek derdin Nazar'la kuracağın hayat mı?"

 

Mervan, kolunu ondan kurtarıp acıyla yutkundu. Çocuklarına duyduğu sevgi kelimelere dökülemeyecek kadar kıymetliydi, fakat şu koşullar altında istese de onlara babalık yapamazdı. Türkiye'de bir kaçak olarak uzun süre kalamazdı. Hapse girdiğinde kızları onun suçlarını öğrenecek ve babalarının yaptıklarından utanç duyacaktı. Belki de zamanla kendisinden nefret edeceklerdi. Kimse bir haini, bir kaçakçıyı sevmezdi. Mervan, Dicle ve Melek'in kendisinden nefret ettiğini görmektense onların hayatından sessiz sedasız çıkmayı tercih ederdi.

 

"Artık gerçekleri gör Gülnaz. Ben iyi bir baba değilim. Evet! Evet bencil, karaktersiz adamın tekiyim. Ve ne yazık ki benim babalığa uygun biri olmadığımı bildiğin halde o çocukları zoraki dünyaya getirmeye çalışan da sensin. Sadece bu yüzden bile benden çok daha ağır bir yükü vicdanında taşıyacaksın."

 

Gülnaz onu itip deli gibi haykırdı. "Lanet olsun! Her zaman beni suçlayarak kendini aklamaya çalıştın. Görmüyor musun bizi esas mahveden senin hırsların, arzuların oldu. Bu kadar zor muydu baba olmak? Bu kadar zor muydu bir kadınla hayat kurup mutlu olmak?"

 

Mervan onun yükselen sesinden rahatsızlık duymuştu. Nazar'ın seslerini duyması ihtimali kalbine endişeyle zehirlenen keskin. Sivri bir hançer sapladı. Elleri Gülnaz'ın telaşla ağzını kapatırken, "Sana o gün bir kapı açtım." diye fısıldadı. "Evlenmeyi reddedip seni sevebilecek birini tercih edebilirdin. Ama yapmadın. Mağlup olacağın bir savaşın mücadelesine giriştin. Artık istesem de hiçbir şeyi değiştiremem."

 

Gülnaz'ı kolundan tutup Battal'ın koruluktaki aracına doğru yavaşça itti. "Git artık. Benden size hayır yok. Bunu er ya da geç kabul edeceksin. Yalvarırım bırak peşimi. Nazar'la kurmaya çalıştığım bu yuvayı mahvedersen beni kendi ellerinle sen öldürürsün. Umutlarım tükendiği anda biterim ben, anla artık!"

 

Mervan, Gülnaz'ın süzülen her damlasını görmemeye çalışarak aracın kapısını açtı. "Battal seni alıp buradan götürecek ve bir daha asla görüşmeyeceğiz." Genç kadın, Mervan'ın tüm zorlamalarına rağmen araca girmemekte direniyor, bakışları mıhlandığı yerden bir türlü ayrılmıyordu. Mervan, gözlerini takip ettiğinde şaşkınlıktan nerdeyse dilini yutacaktı.

 

"Nazar!" Nazar, hayretle aralanan ağzını dişlerini sıkarak sımsıkı yumdu. "Neler oluyor burada?" Mervan, başıyla Battal'a aracını işaret edip gitmelerini söyledi. Ardından Nazar'ı kolundan tutup direnmelerine rağmen tek katlı, evlerine yönlendirdi.

 

"Bırak Mervan, hiçbir yere gitmiyorum. Sana bir soru sordum. Ne dolaplar çeviriyorsunuz? Bu kadın neden bahsediyor?" Nazar, kendisini kıskaca alan kolları tırnaklarını geçirerek itti. Mervan'ın kendisinden bir şeyler sakladığından emin olmuştu.

 

"Sana her şeyi anlatacağım Nazar. Bana biraz izin ver. Sadece sakin ol ve benim gelmemi bekle." Nazar onu çepeçevre saran elleri itip, "Hayır!" diye bağırdı. "Hemen şimdi öğrenmek istiyorum." Gülnaz, Mervan'ın boşluğunu fırsat bilip Battal'ın ellerinden kurtuldu ve kendisini yaka paça Nazar'ın gözlerinin önüne attı. Dizleri aracın girintisine değip acısa da bunu umursayacak durumda değildi.

 

"Ne yaptın ona Mervan? Ne söyledin de yanında kalmayı, karın olmayı kabul etti? Yine ne işler çeviriyorsun?" Mervan, Nazar'a sırtını dönüp Battal'a bağırdı. "Götür onu buradan Battal. Yine saçma sapan konuşmaya başladı."

 

Battal, "Gidiyoruz hanımefendi. Lütfen durumu zorlaştırmayın." diyerek Gülnaz'ı güç bela araca bindirmeyi başardı. Gülnaz, aracın camından Nazar'a yalvarır gibi bakarken, Nazar, içine çöreklenen huzursuzluğun sebebini biraz olsun idrak edebilmişti.

 

Mervan, Nazar'ı tüm direnmelerine rağmen zoraki eve götürdü. Nazar, kollarını sert darbelerden kurtarınca hırsla Mervan'ı itti. Eve girdiklerinde genç adamın ilk işi kapıyı ardından kapatıp kitlemek oldu. Yaşadığı anın dizgesinden kurtulması ve kendisini yaşadığı hayata adapte etmesi epey güç olmuştu. Tırnaklarını şakaklarına geçirip sinirden kabaran damarlarını sakin olmaya çalışarak titrek ellerle ovdu. Nazar sessizlik uzadıkça daha da gergin zapt edilemez bir ruh haline bürünüyordu.

 

"Bana hemen ne filmler çevirdiğini anlatacaksın? Tekrar soruyorum, o kadın kim? Neden apar topar arabaya bindirmeye çalışıyordun?" Mervan, derin bir nefes alıp zaman kazanmaya çalıştı. Söylediği yalanları açık etmekten ve Nazar'ı kaybetmekten deli gibi korkuyordu. Fakat olan olmuştu artık. Yalanlarla ördüğü hayatı devam ettirmekten başka çaresi yoktu.

 

"Nazar, Gülnaz benim akrabam."

 

"Akraban mı?" dedi Nazar ona birkaç adım yaklaşırken. Gözlerini Mervan'dan ayırmıyor, bakışlarının radarına söyleyeceği her yalanı itinayla yerleştiriyordu. Bir şeyler ortaya çıkmak zorundaydı artık!

 

"Evet. Gideceğimi duymuş, babamla barışıp ilişkimize bir şans daha vermem gerektiğini söyledi. Ben de bunu kabul etmeyince biraz tartıştık." Nazar, bakışlarıyla söylediği profesyonel yalanları tek tek elekten geçirdi. Ona inanıp inanmamakta tereddüt ediyordu. "Peki neden bu işin peşine bu kadar düşüyor? Sadece bir akraba diyorsun. Onca yolu bunun için tepip gelmesi normal mi? Hem neden bana tuhaf tuhaf acır gibi baktı? Giderken neler söylediğini hatırlamıyor musun? 'Nasıl karın olmayı kabul etti, ne söyledin de yanında tutuyorsun' dedi durdu. Ben senin karın değil miyim? Ne oldu da yanında kalmayı reddedecek kadar senden uzaklaştım?"

 

Mervan, Nazar'ı ikna etmenin ne kadar zor olduğunu anlamıştı. Ne yapsa diline yuva yapan yalanların hışmından kurtulamıyordu. Vereceği en ufak bir açık yalan şatosunu bir enkaz yığınına çevirecekti.

 

"Gülnaz uzun yıllardır bana aşıktı Nazar. Babam, benim onunla evlenmemi istediği için aramız açıldı. Şimdi de her şeyi eski haline getirip babamla barışmamı istiyor. Bu durumun beni kendisine kazandıracağını sanıyor. Tek derdi aramızı açmak. Az kalsın onun yüzünden ayrılacaktık." Nazar'ın aralarına koyduğu mesafeyi kapatıp ona sarılmak istedi. "Ben senden başkasıyla yapamam Nazar." Nazar, Mervan'ın kollarını itip mesafesini korudu.

 

Duyduklarını sindirebilmek için pencerenin kenarına geçti. Bakışları yaklaşık bir kilometre kadar uzağında olan orman yolundaydı. Kalbine tüneyen akbabalar onun Mervan'dan kopup yeniden yaşayan bir cesede dönmesini istiyor, görmeyi umdukları cesedi iştah ve sabırsızlıkla bekliyorlardı.

 

"Bilmiyorum. Söylediklerin mantıklı gelmiyor." Dedi Nazar omuzlarının üzerinden ona bakarken. Sesi telaşsız ve ruhsuzdu. Duygularına ölümün nefesi eklenmişti. "Evli ve çocuklu bir adamı neden beklesin. Olgun bir kadın o, yeni yetme kızlar gibi davranması çok saçma. Bana nefretle ya da kıskanarak bakmıyordu. Başka bir derdi var gibiydi."

 

Mervan, küskünce sırtını döndü. "Demek artık sözlerime inanmıyorsun. Hiç tanımadığın birinin düşünmeden ettiği laflar benden ve hayatımızdan daha kıymetli." Nazar, hata yapmak istemiyordu. Bu işi uzatmadan araştıracak ve endişelerini haklı çıkaracak bir şey bulmadan bir daha bu konuyu gündeme getirmeyecekti. Aksi takdirde Mervan, onu engellemekten asla gocunmazdı.

 

"Pekâla, öyle olsun. Bu konuyu daha fazla tartışmayalım." Mervan konunun kapanmasıyla biraz olsun rahatlamıştı. Bugün daha fazla badire atlatıp Nazar'la tartışmak istemiyordu. Aralarındaki köprüleri yeniden inşa ettiklerini düşünüp sevdiği kadına sımsıkı sarıldı.

 

"Seni seviyorum Nazar." Sesi denizin ortasında bir adaya sinmiş zavallı, çaresiz bir adamı hatırlatıyordu. "Tek derdim oğlumuzla birlikte seni mutlu etmek. Ben yuvamızı bozacak hiçbir şey yapmam." Nazar, ona direnmedi fakat ilk fırsatta bu işin peşine düşmekten gocunmayacaktı.

 

🔫🔫🔫

 

Niyazi odasındaki balık fanusuna elindeki minik yemlerden birkaç parça atıp siyah ve sarı olan balıklarının suyun içinde süzülüşünü izledi. Balıkların bunca zaman aynı yerde dönüp durduğunu düşününce içine bir kasvetin çökmesine engel olamadı. Bu balıklar bir avuç fanusun içinde hiç mi sıkılmıyorlardı? Bir yerden balıkların hafızalarının birkaç saniye olduğunu duymuştu. Unutkanlık özellikleri bu tahammülü imkansız durumu kabullenmelerini kolaylaştırıyor olmalıydı aksi takdirde can sıkıntısından ölmemeleri işten bile değildi.

 

Niyazi kendisini düşündü. Leyla uzun zaman kendisini kandırmış ve adeta oynadığı oyunlarla aptal yerine koymuştu. Onca zaman büyüleyici bir aşk hikayesinin ana karakterleri olduğunu düşünmüş ve bu sevdaya kendini inandırmıştı. Artık gerçekleri gözleri görüyordu. Karım dediği, hayatının aşkı olarak gördüğü kadın düpedüz yalancının tekiydi. Onu ağına düşürmüş ve yalanlarıyla bu zavallı genç adamın duygularıyla oynamıştı. En çok da abisi aklına düştüğünde acı çekiyordu. Onu kaybettiği günden beri hayatı daha da yaşanılamaz bir hale gelmişti.

 

Birbirlerini çok seviyorlardı. Böylesi bir ihanet sarmalının içinde olmayı nasıl kabul ederdi? Kardeşine böylesi bir acıyı verebilir miydi? Hayır, inanmak istemiyordu. Hayatta kimsesi kalmamıştı. Babasını, annesini, abisini ve en acısı kızını kaybetmişti. Mervan'ın sözleri doğruysa Elif yaşıyordu. Ona dair pek çok hayal kurmuştu Niyazi ve hayallerinin sonu ne yazık ki hep hüsran olmuştu.

 

Minik Elif'in büyüdüğünü görememek onun baba deyişini duyamamak, ilk lokmalarını yiyip adımlarını atarken kollarına alamamak ne kadar da acı vericiydi. Leyla onun hayatını, hayallerini çalmıştı. Şimdi çıkıp gelse bile ne değişecekti? Ona eskisi gibi kadınım diyebilecek miydi? Çalınan onca yılı geri getirebilecek miydi? Hayır, bazı şeylerin telafisi olmazdı ve bu da onlardan biriydi.

 

Niyazi artık Leyla'ya dair hayaller kurmaması gerektiğini kabullenmişti. Tek isteği kızına kavuşmaktı. Bu küllenmiş sevdanın yerinde çoktan yeller esiyordu ve genç Komiser buna alışalı çok olmuştu. Yepyeni biriyle bir kez daha mutlu olmayı deneyecekti ve bu kişi asla Leyla'nın yaptığını yapmayacaktı.

 

"Müsait miydiniz Komiserim?" Niyazi kapının tıklama sesini duymadığından mahcup bir şekilde dudaklarını ısıran Yahya'yı içeri davet eden bir el işareti yaptı.

 

"Gel Yahya, gel." Yahya vakarlı ve şaşkın bir edayla gözlerini kaçırarak oturdu. Gözleri odadaki değişikliklere takılmıştı. Uzun zaman sonra Niyazi ilk defa odasına yeni bir şeyler almıştı. Önündeki masanın üzerinde kuş lokumu, hurma, çikolata gibi şekerlemeler bulunmaktaydı. Fokurdayan kahve makinası, yeni alınan kitaplık, seramik vazo, saksı bitkileri ve balık hoşuna giden detaylardandı. Demek yeniden hayat dönmek ve iyi olmak istiyordu ve belli ki bu sadece başlangıçtı.

 

Niyazi, kahve makinasının tuşuna bastığında Yahya kendisini çok iyi tanıyan komiserine minnetle baktı fakat içindeki endişe ve gerginlik amirinin gözünden kaçacak gibi değildi. Komiser bardağı uzatırken koltuğuna iyice yerleşti ve kahvesinden bir yudum alıp, onu yan yan süzdü. "Neyin var senin? Şeytan görmüş gibisin."

 

"Öyle de denebilir Komiserim." Niyazi'nin merakı daha da artmıştı. "Hayırdır inşallah. Yoksa Nazar Ateş'ten kötü bir haber mi var?" Yahya başını sallayıp boğaz ayıkladı. "Komiserim, bana söylediğiniz adamı araştırdım." Niyazi, masaya doğru yaklaştı. Duyacakları günlerdir meraktan uykusunu kaçıran gerçeklerdi. "Sonuç?"

 

"Bahsettiğiniz şahıs hiç de uzağımızda değilmiş efendim." Yahya, elindeki dosyayı açıp gerginlikle Niyazi'nin önüne koydu. Niyazi, hızla sayfaları çevirmeye başladığında gördükleri karşısında hayretten soluksuz kaldı. "Bu da ne demek şimdi?"

 

"Şu demek efendim. Sizin Ediz olarak aradığınız şahıs Oktay'ın ta kendisi. Bir aile tarafından evlat edinilmiş ve yıllar sonra adını sanını değiştirip polislik sınavlarına girmiş. Ve karşımızda."

 

Niyazi, titreyen ellerini koyacak yer bulamıyordu. Gömleğinin düğmelerini açıp yakasını çekiştirdi. Yüzü boğulur gibi morarmış kalp atışları hızlanmıştı. Ayağa kalkıp koltuğunun arkasındaki pencereye yöneldi. Biraz nefes almak ona iyi gelecekti. "Oktay..." dedi bir hayale sığınır gibi. "Oktay bunca zaman yanı başımdaydı. Leyla ile evliyken bile sürekli evimize girer çıkardı. Abla-kardeş olduklarını neden gizlediler benden?"

 

Omzunun üzerinden Yahya'ya bakıp bembeyaz olan yüzünü açılan pencerenin camından gördü. İyi değildi. Her an bulunduğu yere yığılıp kalabilirdi. Yaşadıklarını düşündü. Leyla'yı iş arkadaşlarıyla tanıştırdığı gün aklına geldi. Nikahlarında Oktay'ın neşeli tavırlarını ve doğumda yaşananları... Bunca zaman bir oyunun içinde miydi yani? Bunu nasıl anlayamamıştı?

 

"Birbirlerinden haberdar mıydılar?"

 

"Bilmiyorum Komiserim. Olanları bir türlü aklım almıyor. Tüm bunların tesadüf olması sizce de biraz fazla değil mi?" Niyazi, yumruklarını sıkıp, "Fazla." diye sayıkladı. Artık bu evliliğin altında aşktan çok daha derin, çok daha yıkıcı sebepler aramaya başlamıştı. Belki de en başından beri birlikte hareket ediyorlardı. Tüm yaşananların içinde Oktay'ın da parmağı vardı kim bilir? İçine çöreklen keder ve aldanış yüzündeki tüm hücrelere sirayet etmişti. Dostum dediği, kardeşten öte gördüğü adam hayatının en acı oyununun bir karakteri olabilir miydi? Hayır, buna inanmak istemiyordu. Her şeyin bu kadar nefret edilesi olması kendisine yapılan en büyük haksızlıktı.

 

Gözleri karşısındaki koltukta çekingen bir şekilde oturan Yahya'yı taradı. Sanki bir nefeslik mecali kalmıştı. Duydukları tüm gücünü emip tüketmiş yakıp savurmuştu. Hüsranın küllerinden başka Niyazi'nin hayatında bir şey kalmamıştı. "Görüştüğünüzde hiçbir tuhaflık sezmediniz mi?"

 

"Hayır Yahya. Tanıştıkları günü hatırlıyorum. İki yabancı gibiydiler. Ama şu an bunun hiç de mantıklı olduğunu düşünmüyorum. Leyla, yetimhaneden kardeşini bulmak için kaçtı. Oktay'ın kardeşi olduğunu bilmese bile bana geçmişinden söz edebilirdi. Onu bulmak için her şeyi yapardım. Ama Leyla'nın hayatı, bana söyledikleri koca bir yalan yumağından ibaret. Kasıtlı olarak yapılan çarpıtmalarla dolu. Her şey bir yana Oktay bu isim değişikliğinden hiç bahsetmedi. Bugüne kadar evlatlık olduğunu, bir süre yetimhanede kaldığını anlatmadı. Anne-babasını öz olarak biliyorduk, aksi hiç gündeme gelmedi. Yetimhaneden ayrıldığı yaşlarda durumu idrak edebilecek durumdaydı. Yani kimse onu kandırmış olamaz. Hal böyleyken bu abla kardeşin hayatımdaki varlığının nasıl bir sebebi olabilir? Neden sustular? Neden sahte kimliklerin ardına saklandılar?"

 

"Bilmiyorum efendim." dedi Yahya. Amirine sadakatle bağlıydı. Ondan iyilikten başka bir şey görmemişti ve bu durumun tuhaflığı karşısında ona söyleyebileceği bir teselli cümlesi bile yoktu. "Ne yapacaksınız Komiserim? Oktay'la bu durumu konuşacak mısınız?" Niyazi, bir şey söylemeye hazırlanırken, kapı tıkırtısı tüm düşüncelerini baltaladı. "Gir!"

 

"Günaydın Komiserim. Beni özlediğinizi düşünüp ilk fırsatta geldim." Niyazi boş bakışlarını Oktay'da gezdirirken, onu umursamadan Yahya'nın karşısındaki koltuğa kendini gereksiz bir rahatlıkla attı.

 

"Neyiniz var sizin? Açlık oyunlarından çıkmış gibisiniz." Niyazi Oktay'a dostu gibi değil de bir yabancı gibi baktı. Kendisinden gizledikleri ona duyduğu tüm güveni boşa çıkarmıştı. Az da olsa yanıldığını ummak istiyordu. Yanılmış olmak başına gelebilecek en değerli şey olurdu. Bunca zaman koynunda yılan beslediğini düşündükçe acı yüreğine hararetli bir köz dağıtıyordu.

 

"Bilmem." dedi Niyazi. "Haberler sende." Oktay'ın zayıflayan tebessümü Niyazi'nin dikkatinden kaçmamıştı. "Ben iyiyim. Her şey tıkırında. Bir kızla tanıştım ve sanırım onunla evleneceğim. Hayatımın aşkını buldum. Sonunda Mecnun Leyla'sına kavuştu." Niyazi, ciddi bir tavırla masasına doğru yürüdü ve sandalyeye oturup ilgili bakışlarını Oktay'a mıhladı.

 

"Demek evleniyorsun. Annen de bu duruma çok sevinmiş olmalı. Ne de olsa her anne evladının mürüvvetini görmek ister."

 

Oktay sırıtıp mahcup mahcup ayaklarını çocuksu bir heyecanla birleştirdi. Bu haliyle karnesinde pekiyi almış ilkokul çocukları gibi duruyordu. "Sevinmez mi Komiserim? Hem de ne sevinme... Ama tabi zamanı var. Önce hazırlık görmek lazım." Niyazi, bakışlarını ayırmadan koltuğuna yaslandı.

 

"Ben de sizden izin almak için gelmiştim. Bugün kız arkadaşımı annemle tanıştıracağım. Biraz erken çıkıp hazırlık yapmak istiyorum."

 

"Tamam, çıkabilirsin." Oktay Niyazi'nin kuşkulu, dalgın tavırlarını hissetse de konuyu uzatmadı. Birkaç küçük şebekliğin ardından veda edip, hızla asansöre yöneldi. Niyazi de kısa bir süre sonra peşine düşmekten gocunmamıştı. Oktay'ı takip edip evine kadar geldi. Oktay, çok nadir izin isterdi ve bu kadar kısa sürede bir kızla tanışıp annesiyle buluşturması dikkat çekebilecek bir durumdu.

 

Niyazi, arkadaşı eve girdiğinde bir hareketlenme olup olmadığını uzaktan izledi ve iki saat geçtikten sonra eve gelen giden olmayınca onunla yüzleşmeye karar verdi. Açık yüreklilikle karşısına çıkacak ve kendisinden sakladığı her şeyi bildiğini söyleyecekti. Binaya girip hızla asansöre yöneldi. Yoğunluğun olması sabrını zorlamış ve onu çoktan merdivenlere yönlendirmişti. Kan ter içinde Oktay'ın dairesinin kapısına geldi. Zile bastığında ortalıkta ses seda yoktu. Bir kez daha bastı ve hâlâ bir cevap alamayınca kapıya sertçe vurmaya başladı. Kapı aniden açılınca neredeyse paspası üzerine paldır küldür düşecekti.

 

"Aaa Komiserim. Geleceğinizden haberim yoktu. Bu ne güzel sürpriz." Niyazi, toparlanıp gergince içeriye baktı. "Şey ben..."

 

"Oktay, gelen kim?" İçerden gelen sarışın kız, Niyazi'nin mahcubiyetini ikiye katlamıştı. Oktay gerçekten de bir kızla tanışmış ve hazırlık yapmak için evine gelmiş görünüyordu. Yalan olduğundan o kadar emindi ki bu manzara iyice şapşallaşmasına sebep oldu.

 

"Kusura bakmayın rahatsız ettim."

 

"Ne demek Komiserim. Size kapımız her zaman açık. Bu hanımefendi kız arkadaşım Serpil." Kız gülümseyerek, "Memnun oldum Komiserim. Oktay sizden çok bahsetti." diye yarım ağız geveledi. Oktay gülümserken, genç kız beline sarılıp mutlu aşk tablosunu tamamladı. "İçeri buyurmaz mısınız? Biz de annem için yemek hazırlıyorduk." Niyazi, tırnaklarını avuç içlerine batırıp, "Ben kalmayayım. Oktay'a bir dosya soracaktım. Neyse önemli değil zaten. Yolumun üzeri diye uğrayayım dedim." Oktay, neşeli neşeli kıkırdadı. "İçeri buyursaydınız Komiserim. Hem Serpil'i de daha yakından tanımış olurdunuz."

 

"Yok, işlerim var. Hem yorgunum. Biraz uyusam iyi olacak."

 

"Pekâla. O zaman hiç itiraz istemem bir akşam hep birlikte yemek yiyelim. Bunu saymıyoruz, değil mi hayatım?" dedi Oktay kızın ağzına düşer gibi. "Elbette, neden olmasın. Ben de Niyazi Komiserimle sohbet etmeyi çok isterim." Niyazi, bir an önce uzaklaşmak için aceleci bir tavırla, "Olur tabi bana müsaade." diye kestirip attı. Oktay'ın veda etmesine fırsat bile vermeden asansör müsait olduğu halde hızla merdivenleri indi. Aracına binip sahil kenarına tam gaz yol aldı. Yalnız kalıp düşünmek istiyordu, fakat beynini düşünmekten hamur gibi yoğursa da mantıklı bir cevap bulamayacağını çok iyi biliyordu.

 

Taşlıklara oturup içindeki sıkıntının dağılmasını istedi. Çok mutsuzdu. Kendine duyduğu tüm güven Mervan'ın Nazar'ı kaçırmasıyla son bulmuştu. Bir kadını bile koruyamadığını düşünüyor, aynaya baktığında yansımasının onunla her fırsatta dalga geçtiğine inanıyordu. Elinden geleni yapsa da kendi yetersizliği huzursuz olmasına yetmişti.

 

Mervan şu an kim bilir neredeydi? Telefon kullansa bir şekilde ona ulaşabilirdi. Ya da en azından Mobese kameralarına yakalansa, çevirmelerden birine rast gelse işi kolay olacaktı. Hiç değilse kredi kartı kullanmaz mıydı bir insan? Tarkan olup dağın başında yaşıyordu da kimse mi duymaz olmuştu sesini? Ensesine çökmek için aylardır hata beklemekten Niyazi bıkkınlık duymaya başlamıştı artık.

 

Mervan'ı bulamayınca Battal denilen adamın peşine düşmüş ne adına ne sanına erişememişti. Adam tam anlamıyla hayalet gibiydi. Ne bir resmî vardı ne de bir ismi. Mervan'ın günlüğünde adı Ömer olarak geçse de soyadını ya da TC kimlik numarasını bilmeden adam sarı çizmeli Mehmet Ağa gibi belirsiz kalıyordu. Telefonuna gelen çağrı içindeki huzursuzluğu daha da körükledi. Gizli numara... "Alo!"

 

"Merhaba Komiser." Niyazi, gelen metalik sesle nasıl bir oyuna çekildiğini tahmin etmeye çalıştı. "Kimsin sen?"

 

"Benim kim olduğumun bir önemi yok. Hâlâ köstebeğin kim olduğunu öğrenmek istiyor musun?"

 

"Kimsin sen? Nasıl bir oyun oynuyorsun söyle?" Hırıltılı bir gülme sesi telefonu titretti. "Sana bu gece karınla ilgili gerçekleri verecek olan adamım. Belki de köstebeğin ta kendisi..." Niyazi dişlerini sıkıp alnında biriken terleri yumruğuyla sildi. Ses kasıtlı olarak değiştirilmişti.

 

"Pislik... Adamlığın bu kadar değil mi? Karşıma çıkmaya cesaretin yok!" Bir kahkaha daha dalgaların yankılı, hoyrat sesine karıştı. "Karşına çıkmak istemediğimi de nerden çıkardın? Şile yakınlarındaki eski boya fabrikasına gel. Eğer yanında sinek bile getirecek olursan bu hesaplaşmayı unut. Meydan okuyordun. Seninle hesabımızı baş başa göreceğiz. Şimdi söyle, var mısın benimle yüzleşmeye? Yoksa bir korkak gibi kaçmayı mı tercih edersin?"

 

Niyazi, sessiz kaldı. Kendisini neyin beklediğini bilmiyordu. Hayatındaki yalanlardan bıkıp usanmıştı artık. Gerçeklerle ne pahasına olursa olsun yüzleşmek istiyor, daha fazla sırlarla yaşamaya tahammül edemiyordu.

 

"Geleceğim." dedi ölür gibi. Yaşayabileceği hiçbir şey umurunda değildi. Aracına atlayıp saniye ıskalamadan yola revan oldu. Epey yol aldıktan sonra Şile'ye gelmişti. Fabrikanın önüne park edip, aracın içinde Demet'e konum attı.

 

"Yarım saat içinde aramazsam en yakın ekibi attığım konuma yönlendir." Mesajın çekmeyen bu tenha yerde iletilip iletilmesinin kontrol ettiğinde geri bildirimle soluklandı. Silahlarını çıkardı. Şarjörü 15'te 15 doluydu. Yedeklerin de yeterince dolu olduğunu gördüğünde, "Her şey geçecek." diyerek kendi kendini cesaretlendirmeye çalıştı. Ardından temkinli adımlarla araçtan inip savunma pozisyonunda silahını doğrultarak etrafı kolaçan etti.

 

Etraf moloz yığınlarıyla doluydu. Eski eşyalar, toz kir içinde kalmıştı. Tek katlı fabrika, terkedilmiş eşyalarla dolu bir mezarlığı andırıyordu. Büyük kolonlar eskise de ayakta duruyor, metal çınlamaları rüzgârın da etkisiyle yankılı tiz sesler bırakıyordu. Duvarlardaki sprey boyalarla yazılmış eski süslü yazılar, saçma gereksiz cümlelere ev sahipliği yapıyordu.

 

Niyazi, silahını doğrultup etrafı usulca taradı. İlk ses çıkaran asla kendisi olmayacaktı. Birkaç boya kutusunun fabrikada tok bir ses bırakarak devrildiğini duydu ve cesaretle silahını oraya doğrulttu. Bugün burada ölse de asla bir korkak gibi kaçıp gitmeyecekti. Boyaların ardından siyah maskeli, siyah giyimli bir silüet usul usul yanına yaklaştı. Başlarda dik bir yürüyüş görse de atılan her adımda soluk alışverişi daha da hırıltılı çıkıyordu.

 

Silahını hedefe kilitleyip, "Kimsin sen?" diye bağırdı. Küçük bir inleme duysa da kayda değer bir cevap alamadı. Aralarına üç metre kadar mesafe girince adam aniden sertçe dizinin üstüne düştü ve kendini tozlu zemine bıraktı. Artık inlemeleri daha da acıklı bir hâl almıştı. Niyazi yaklaştığında siyah kazağın altındaki elin kıpkırmızı kana bulandığını gördü.

 

"Yaralısın!" Temkinli bir şekilde yanına yaklaşıp cebindeki mendille karnına bastırdı. "Ne oldu sana böyle? Kim yaptı bunu, söyle?" Kar maskesinin altındaki buğulu gözlerin nemi tuhaf bir acının Niyazi'ye saplanmasına sebep oldu.

 

"Beni arayan sen miydin? Köstebek sen miydin? Bir şey söyle!" Niyazi, inlemeden başka bir ses alamayınca önünde boylu boyunca yatan adamın başındaki kar maskesini kavrayıp bir çırpıda çıkardı. Gördüğü yüz ruhunu dinamitlemişçesine büyük bir sarsıntının eşiğine getirdi.

 

"Oktay! Sen!" Oktay'ı gövdesinden kavrayıp dizine yasladı. "Ne yaptın oğlum sen? Yoksa en başından beri..." Oktay, başını acıyla salladı. Son dakikalarını yaşadığını bilmek içindeki tüm korkuyu perdelemiş, dilinin yıllar yılı susan bağını koparmıştı. "B-bendim Komiserim. Hain bendim." Sayıklama gibi çıkan zayıf sesi Niyazi'nin içini en az ihanet kadar çok yakmıştı.

 

"Neden be oğlum? Neden yaptın? Beni geçtim, vatanına ihanet ettin sen! Değer miydi? Neden sattın mesleğini?" Yaralı adamın yüzünde acıklı bir tebessüm peyda oldu. Oktay'ın konuşması kesik, sesi zayıf ve bitaptı.

 

"Para için değildi. Ne suikaste ne de defterin çalınmasına para için göz yummadım. Neden diye sorma, anlayamazsın. Git buradan! Hedef ben değilim, sensin."

 

Niyazi onu doğrultmaya çalıştı. Şimdi bunları konuşmanın ne yeriydi ne de zamanı. Oktay'ı kurtarmak için daha fazla zaman kaybetmek istemiyordu. Onu kaldırmaya çalışarak, "Gidiyoruz! Hesabını sonra göreceğim." dedi hüzünle. Fakat Oktay'ın kurtuluşuna dair bir umudu yoktu. Oktay, Niyazi'nin güçlü kollarına direnip onu engelledi.

 

"Leyla... O... Londra'da değil. Burada... Türkiye'de. Bul kızını, onu kurtlara yem etme." Oktay'ın sesi geçen her dakikada daha da zayıf ve mahzun çıkmaya başlamıştı. Niyazi, dolu dolu gözlerle, "Neden yaptınız bunu lan, neden?" diye haykırdı. "Ben size ne yaptım? Gözümün önünde hayatımın filmini çevirip beni sırtımdan vurdunuz! Değer miydi?"

 

Oktay'ın dökülen gözyaşlarına Niyazi'nin iç çekişleri eşlik etti. "Affet beni." Niyazi, onu omuzlamak için harekete geçtiğinde dostunun büyüyen gözbebekleri dikkatini arkasındaki gölgeye çevirdi. Ve daha ne olduğunu bile anlamadan boğazında yanıcı bir sızı hissetti. Eliyle boğazını tutup hızla ayağa kalktı. Karşısında Mervan ve Battal'ı gördüğünde büyük bir oyuna çekildiğini anlamıştı.

 

"Demek sonunda köstebeğini buldun. Ne mutlu sana!" dedi Mervan genişçe, sinsi sinsi gülerken. "Ne yazık, artık bu harika tespitinin bir önemi kalmadı." Niyazi, silahını ona doğrultmak istedi, fakat biraz önce rahatlıkla tutabildiği alet eline hiç olmadığı kadar ağır geliyordu. "Bana ne verdin?" dedi boğulur gibi. Eline sızan kan boynundaki iğne izini destekler nitelikteydi. Oyuna gelmişti.

 

"Korkunç bir uyuşturucu. Seni dakikalar sonra daha da saldırganlaştıracak ve şu an yaptığımız tüm konuşmaları unutacaksın. Buraya nasıl geldiğini bile hatırlamayacaksın." Niyazi sendeledi ve sırtını arkasındaki soğuk duvara yasladı. Bacaklarının bağının çözülmesi an meselesiydi. "Ne acı değil mi?" diye histerik bir şekilde gülümsedi Mervan. Niyazi beyninde çalan davulları durduramıyordu.

 

Mervan iç çekti ve silahının metal kısımlarını sevgilisini okşar gibi okşadı. "Sana karşımda durma demiştim Komiser. Sana dostça el uzatıp anlaşmak istemiştim. Ve sen de sadakatle görevini tercih etmiştin. Her tercihin doğru bile olsa bir bedeli vardır Komiser. Üzgünüm, böyle olmasını istemezdim."

 

"Bırak onu!" dedi Oktay son gücünü kullanarak. Tırnaklarını tozlu zemine geçirmiş ona sürünerek yaklaşmaya çalışıyordu. "Bunu hak etmiyor." Mervan, nefretle onu süzdü. "En az senin kadar suçlu. Ne bekliyordun. Gazeteye Nazar'ın fotoğraflarını gönderip, düşmanlarıma yem edenin sen olduğunu anlamayacağımı mı sandın? Babamın emrine uyup bana ihanet ettin köstebek. Yem yediğin kaba pisledin."

 

Demek Oktay, Nazar'ı sahte bir gösteri olarak suikastten kurtarıp yaralanmıştı. Kahramanlığı bile yalandan ibaretti. Defteri çalan ve emniyetteki tüm haberleri Mervan'a uçuran da Oktay'dan başkası değildi. Niyazi, daha fazla konuşamadan yüzüstü yere kapaklandı. Başını yasladığı zemine paralel olarak uzanan Oktay, büyük bir pişmanlıkla yüzüne bakıyordu. Kaybettiği kan, açık tenini daha da beyazlatmış, yüzüne ölümün soğukluğunu taşımıştı. Uyuşturucunun yıkıcı etkisi Niyazi'nin bedenini korkunç bir ateşin ıstırabına düşürmüştü. Artık ne zihni ne de vücudu kendisini dinlemiyordu.

 

Mervan omuzlarını çok sırdan bir olaya tanış oluyormuş gibi silkeledi. "Bunu kişisel algılama lütfen. Bilirsin, bazılarımız kötü olmak zorundadır." Gevelemeleri Battal'ı harekete geçirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Niyazi, tir tir titrerken Battal, elindeki suç aletini temizleyip kitlenmiş bir halde boylu boyunca uzanan Niyazi'nin eline tutuşturdu. Ardından şırıngayı silip, diğer eline bıraktı ve Komiserin parmak uçlarını şırınganın üzerinde dolaştırdı.

 

"Yaklaşık 15 dakika sonra buraya gelecekler. Ve bambaşka bir Niyazi ile karşılaşacaklar." İkili çıkışa doğru yönelirken Mervan son kez ardına baktı. "Hoş çakal Niyazi. Umarım bir daha karşılaşmayız." Onlar çıkışa doğru yürürken, Oktay'ın sesi soluğu artık duyulmaz olmuştu. Niyazi bulunduğu yerde hareket etmek için çırpındı. Elini uzatmak istedi fakat o mavi gözler daha da cansız daha da donuk bir hal almıştı. Öldüğünü anladığından gözünden bir damla yaş süzüldü. Artık her şey için çok geçti.

 

Oktay, son kez elini ona uzattığında ağzından sızan kan, zemine yapışıp toza bulanan yüzünün sol yanını tamamen istila etmişti. Dakikalar sonra demir kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Adım sesleri Niyazi'yi ürpertmişti. Gözlerini açtığında etrafını kuşatan bir polis ordusu bulunuyordu. Beyni uyuşmuş gibiydi. Sanki tüm hafızası bir anda silindi. Karşısında silah arkadaşlarını değil de bir grup düşman görüyor gibiydi. Güç bela doğrulup ayağa kalktı. Ağzından sızan beyaz köpüğü kolunun tersiyle silip anlaşılmaz bir gürültüyle homurdandı. Kulağına korkunç bir çınlama sesi hücum etti. Avuç içlerini sertçe kulağına bastırdı. Bu şekilde beynini istila eden sesi öldürebileceğini düşünüyordu.

 

"Komiserim. Aman Allah'ım burada neler olmuş böyle." Niyazi, kendisine doğru atılmaya çalışan Demet'i elindeki kanlı bıçağı savurarak geri adım atmaya zorladı. Delirmiş gibi haykırmaktan başka bir şey yapamıyor, bilincini ne kadar zorlarsa zorlasın bulunduğu durumu idrak edemiyordu.

 

"Komiserim, atın elinizdeki bıçağı. Size zarar vermek istemiyoruz." Niyazi, sarsak, berduş adımlarla etrafını saran polislere bıçakla karşı koymaya çalıştı. Bıçağı her salladığında mesai arkadaşlarının ona karşı tutumu da sertleşiyordu. Bedeni hâlâ ateşler içinde yanıyordu ve aynı anda tüm duyguları birlikte hissediyordu. Bir yanı deli gibi bağırmak isterken, diğer yanı ağlamak hatta alakasızca kahkahalarla gülmek istiyordu.

 

"Kendinde değil. Madde almış gibi görünüyor. Demet uzak dur!" diye bağırdı Yahya. Niyazi'yi düşman olarak görmek onun için de en az Demet kadar imkânsız bir şeydi. Yanlarındaki iki polis, Niyazi'yi durdurur düşüncesiyle havaya 2 el ateş etti. Bu güçlü sesler Niyazi'yi daha da zıvanadan çıkarmıştı. Acıyla kulaklarını tıkayıp deli gibi anlaşılmaz seslerle bağırdı. İki polis, önden ikisi arkadan Niyazi'yi kıskaca aldı. Aradaki mesafeyi koruyarak dizleri kırıp saldırı pozisyonunda kendilerini yaralamaya çalışan Niyazi'ye olası bıçak darbelerine karşı temkinli davranıyorlardı.

 

Niyazi, Yahya'nın üzerine bıçakla atıldığında genç memur, kendisini kasıklarından yakalayacak acıya sağ elini kullanarak engel oldu ve hemen ardından Niyazi'nin parmaklarına yaptığı baskıyla bıçağı düşürdü. Ayakta dahi duramayan amirini boynundan yakalayarak yere kapandırdı ve kollarını bel hizasında buluşturup kelepçeledi.

 

Diğerleri de temkinli davranarak onu çıkarmaya çalışırken, Demet tüm profesyonelliğinden soyutlanmış hıçkırıklar içinde ağlıyordu.

 

 

 

🔫🔫🔫

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️❤️🔫

 

 

Sizce Mervan Niyazi'nin ipini çekmeyi başaracak mı? Nazar'ı bu yalan sevdayla daha ne kadar yanında tutabilecek?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%