Yeni Üyelik
93.
Bölüm

93. Bölüm: Yüzüne Çıkan Gerçekler

@syildiz_koc

 

 

Medya: Gökhan Türkmen (Büyük İnsan)

 

Harcanmışlıklar vardı içimizde. Çok zamanlar eksik yaşardık ama yaşam hengamesinin içinde farkına bile varamazdık. Niyazi de kendi harcanmışlıkların hikayesinde baş rolü oynamaktan bir türlü kurtulamıyordu. Yaralı geçmişi, toza kire bulanan geleceği hazırlıksız yakalandığı bir anda büyük bir çıkmaza düşmüştü. Görevi her şeyiydi genç adamın. Kaybettiklerinden sonra başkalarının acılarına derman olmayı yaşama gücü haline getirmiş ve bir tek işinin başında mutsuzluklarını unutup hayata tutunmuştu.

 

O gün son kalesini de düşmana teslim etmişti Komiser. Son papatya yaprağı düşmüş, ağacın son meyvesi de toza toprağa karışıp çürümüştü. Elindeki mavi balonu gökyüzüne kaptıran hassas bir çocuğun yüreği vardı içinde. Kendisine oynanan oyunun zavallı bir hale getirdiği genç adam artık toparlanmakta çok daha zorlanacaktı.

 

Niyazi, gözlerini açtığında beyaz bir hastane odasında olduğunu anlamıştı. Üzerindeki kıyafetler hastane kıyafetleriydi. Beyaz hareketli bir yatak ve tam karşısında küçük ekran bir televizyon bulunuyordu. Hemen yan tarafındaki yatak boştu ve dışardan gelen her uğultu başına bir balyoz gibi iniyordu. Etrafa yayılan serum kokusu açlıktan kazınan midesini daha da bulandırmıştı. Kıpırdamaya çalıştığında sırtı ve tüm kasları acıyla inlemesine sebep oldu. Doğrulmaya çalıştı. Bileğindeki kelepçe metalik bir ses çıkararak tüm hareket kabiliyetini baltaladı. Zorlu her hamlesi canını yakıyordu. Yıllarca suçlulara taktığı bu aksesuarın dönüp kendi bileklerine yapışması kaderin bir oyunu bir cilvesi miydi?

 

"Geçmiş olsun." Bakışları kendisine acıyan gözlerle bakan Mert'e odaklandı.

 

"Mert. Neler oluyor? Bu kelepçeler de neyin nesi?" Mert kederli bir nefesi ciğerlerine yerleştirip yatağın kenarındaki sandalyeye oturdu. "Bir şey hatırlamıyor musun?"

 

"Hayır. B-ben..." Duraksadı. Ne yaşadığını bilmiyordu. Sadece içinde kötü his vardı bir de iç dönmeyen talihi. "İyi düşün Niyazi! Hatırlamaya çalış."

 

Niyazi şakaklarını ovdu. Beyninde bir elin başını keskin bir testereyle biçtiğini düşündürecek kadar güçlü bir ağrı vardı. Ağrılar zihnini toparlamasını güçleştiriyordu. Sırtını yatağın arkasına yaslayıp doğrulmaya çalıştı. Gözlerini duvara sabitlediğinde bazı kareler gözbebeklerinde uçuştu. En azından geceye dair bir şeyler hatırlayabilmesini büyük bir şans olarak yorumluyordu. "Eski bir fabrikaya gittim." Dedi yorgun bir sesle. "Gizli numaradan biri beni arayıp oraya yönlendirdi. Köstebeği bulacaktım. Sonra... Oktay... O..."

 

"Oktay öldü Niyazi." Bu söz alevi üzerinde bir közün Niyazi'nin kalbine yapışmasına sebep oldu. Öyle ki Niyazi deli gibi haykırmamak için kendisini zor zapt ediyordu. Bu ne korkunç bir vedaydı böyle. Böyle mi ayrılacaklardı? Ekmeğini paylaştığı adam gözlerinin önünde ölürken, böyle mi kayıp gidecekti ellerinden? Mert Komiser ondaki hüznü anlayışla karşıladı. Aralarındaki ilişkinin en yakın tanıklarındandı. Keşke bir şeyleri değiştirebilseydi.

 

"Hepimiz çok üzgünüz. Nazar Ateş suikastinde kayıtları silen de gazeteye resimleri ve hikâyeyi uçuran da Oktay'ın ta kendisi." Niyazi dostunun ihanetini hatırladığında başını eğdi. Ona güvendiği için kendisini suçluyordu. Eğer biraz daha uyanık olabilseydi her şey bambaşka seyredebilirdi. Oktay, göz göre göre Nazar'ı düşmanlarına yem etmişti. Yaptığı hainlikle bir çuval inciri berbat etmiş, Mervan'ın Nazar'la kaçmasına zemin hazırlamıştı. Niyazi'nin suskunluğunu Mert'in gergin ses tonu bozdu.

 

"Biz kendisini hastanede tedavi görüyor zannederken o Nazar'ın günlüğünü çalıp delilleri karartmaya çalışmış. Koynumuzda yılan beslemişiz." Niyazi, gözyaşlarını içinde boğup güçlü durabilmek için çarşafı sımsıkı kavradı.

 

"Neden oraya tek başına gittin? Öldürülebilirdin." Niyazi, sessiz kaldı. Hatalıydı. Suikastçiyi bulmak konusundaki aceleciliği, kendisine olan güveniyle birleşince geri dönülmez yanlışlara sebep olmuştu. Dağınık saçlarını aceleci bir tavırla sıvazladı. Bir şeylerin telafisi çok zordu.

 

"Yalnız gelmemi, aksi takdirde ortaya çıkmayacağını söyledi." Mert Komiser, tereddütle ağzındaki baklayı çıkardı. "Onu sen mi öldürdün?" Niyazi öfkeyle "Bunu asla yapmam." diye soludu. Mert ses tonunu biraz daha kısarak, Niyazi'ye biraz daha sokuldu.

 

"Oktay ve Leyla'nın kardeş olduğunu biliyorum. Yahya'nın odasındaki dosyayı gördüm. Onları araştırmasını istemişsin. Arkandan birlikte iş çevirmişler. O fabrikaya yüzleşmek için gittin. Bu durum köstebekten intikam alma ihtimaline dair bir kanaat oluşturuyor. Seni bulduğumuzda giysilerin kan içindeydi ve suç aletini elinde taşıyordun. Delirmiş gibi bağırıp bıçakla ekip arkadaşlarına karşı koymaya çalıştın. Neredeyse ölmelerine sebep olacaktın." Niyazi, duyduklarının şokuyla yatağında küçüldükçe küçülmüş, hayretten inkâr etmek istediklerini bile haykıracak gücü bulamamıştı.

 

"Yo hayır." Diye sayıkladı. Bahsettiği kişi olmak canını yakıyordu. Nasıl bu kadar kendini kaybetmiş olabilirdi? Mert Komiser, elindeki raporu Niyazi'ye uzattı. "Sen olanları hatırlamıyorsun, çünkü kanında yüksek dozda uyuşturucu madde vardı. Davranışlarını kontrol edemiyordun. Günlerdir uyuyorsun Niyazi. Sürekli Ediz, Leyla diye sayıklayıp duruyorsun. Buraya geldiğinde bile hastane personeline saldırdın. Kendine bir bak! Saldırganlığının bedenini ne hale getirdiğini görmeye çalış."

 

Niyazi kollarını kaldırıp kendisine baktığında Mert'in haklı olduğunu anladı. Üzerindeki hastane giysisi birkaç yerden yırtılmıştı. Bulunduğu yatakta tırnak izleri vardı. Yatağın kırılan kenarı kollarındaki ve yüzündeki çizikler nasıl bir humma geçirdiğini özetler nitelikteydi. "Ben bir şey yapmadım. Kimseye saldırmak falan istemedim. Yahya'ya, Demet'e ve diğerlerine ne kadar değer verdiğimi biliyorsun. Bu zamana kadar bir karıncayı bile incitmedim. Böyle bir şey yaptığıma nasıl inanabilirsin."

 

"Bir şeye inandığım yok Niyazi. Sadece olanları anlamaya çalışıyorum. O gecenin tek tanığı sensin. Bir şeyler hatırlamak zorundasın. Tüm deliller aleyhine işliyor. Sana bunu kim yaptı? Oktay'ı kimin öldürdüğünü hatırlamak zorundasın!" Niyazi, gecenin hatıralarını su yüzüne çıkarmak için başını ellerinin arasına alıp kendini zorladı. "Ben asla ona zarar vermem." Dedi sayıklar gibi. "Oktay'ı kardeşim gibi görüyordum, canına kıyamam. Bir suçlu bile olsa hesabını adalete verir." Mert eğilip dostça aklı karışan genç adamın omzuna dokundu.

 

"Biliyorum." Boğazını ayıklayarak söyleyeceği sözler için Niyazi'nin bakışlarını kendisine yöneltti. "Bak Niyazi, seninle açık konuşacağım. Bir süredir psikolojik sorunlarla boğuştuğunu biliyorum. Sürekli olay çıkarıp amirlerine itaatsizlik ediyorsun. Senin birini haksız yere öldüreceğine inanmıyorum. Birileri korkunç bir oyun oynadı ve bizi de piyon olarak öne sürdü. Seni aklayacak deliller bulmak zorundayız. Etken maddeyi kendi isteğinle almadığını kanıtlamalıyız. Aksi takdirde insanlar şunu diyecek. 'Karısını ve kızını kaybettiği için çıldırdı, kendisini uyuşturucuya verdi.' İnan bana sana bu imajı kondurmaları hiç zor olmaz. Hata yapma şansımız yok."

 

"Bana bu oyunu Mervan'dan başkası oynamaz Mert. Nazar onunla birlikte. Peşinde olduğumu Ediz'den yani Oktay'dan öğrenmiş olmalı. Kaçabileceği yolları tıkadım, tüm ekipleri harekete geçirdim. Bana Nazar'a karşılık kızımı ve karımı teklif etti. Anlaşmak istedi. Görevime ihanet etmem ve onunla hareket etmem bana ailemi getirecekti." Mert Niyazi'nin sözlerine kilitlenmişti. O da en az Niyazi kadar şaşkındı. Mervan Niyazi'nin karısını nerden tanıyor olabilirdi? Leyla'nın bu eli kanlı gansgterle nasıl yolları kesişebilirdi ki? Sıradan bir öğrenmenin Mervan gibi azılı bir suçluyla nasıl bir işi olabilirdi?

 

"Teklifini kabul etmedim Mert. Onlara duyduğum hasreti kullanarak beni satın almasına izin vermedim. Oktay'ı nasıl avcuna aldı bilmiyorum. Oktay'ı ne zamandan beri tanıdığı ise tam bir muamma. Tüm bu soruların cevabı Mervan'da. Onu bulup konuşturmadan hiçbir şey çözüme kavuşmayacak."

 

"Mervan'ı bulsak bile konuşacağını sanmıyorum." Dedi Mert elindeki tesbihi evirip çevirirken. Stres atmak için tesbihinden daha iş görür bir şey hayal edemiyordu. Niyazi ona yaklaşıp bakışlarını gözlerine dikti. "Konuşturmak zorundayız. Pisliklerini yalnız o temizleyebilir. Mervan'da yeraltını çökertecek, haşereleri mahvedecek deliller var. O delillerin bir kısmını Nazar Mervan'ın elinden almaya çalıştı fakat kadını tehditlerle sindirdiler. Şimdi hafızası kaybolduğu için bize yardımcı olamıyor. Çip nerde bilmiyorum. Günlükte yazanlar onu birine verdiğini doğruluyor. Mervan'ın canlı elimize ulaşması çok önemli. Beni ayakaltından çekse bile Mervan'ın kaçıp gitmesine izin verme. Bu adam çok önemli."

 

"Oktay meselesi bir cinayet soruşturması olduğu için Süleyman Komiser bakıyor. Onunla konuştum ve ekip incelemelerde bulundu. Şimdilik iç açıcı bir şey yok ama hatırladığın herhangi bir şey bize yardım edebilir. İyi düşün Niyazi."

 

Sessizlik kısa bir süre odanın içinde yankılandı. Niyazi, korkunç baş ağrılarının yanı sıra içindeki şüphelerle de mücadele etmek zorundaydı. Mert'e bunca zaman güvenmemiş, savcı amcasıyla bir işler çevirdiğini düşünmüştü. Şimdi uzatılan bu dost elini sıkmakla doğru bir iş yapıp yapmadığından emin değildi. Olan biteni hatırlayabilmek için çok uğraşmış fakat gri bir buluttan daha fazlasına erişememişti.

 

Zihnine Oktay'ın solgun yüzü, cansız mavi gözleri geldi. Deli gibi haykırarak ağlamak istiyor, oynanan oyunun ruhunda can çekişmelere sebep olduğunu görüyordu. Onu kurtarabilmek için her şeyi yapardı, fakat onu geri getirmek için çok geçti. Aldığı iki bıçak yarası, kaybettiği kan onu hastaneye yetiştirmesine imkân verecek gibi değildi. Boğazından vurulan uyuşturucu arkadaşını kurtarmasını engellemişti.

 

Hemşire içeri girip, perdeleri açtı. Önüne masayı çekip bir bardak suyla birlikte yemek tabağını bıraktı. Niyazi'nin sol bileği kelepçeli olduğu için yemek yemesi pek mümkün olmuyordu. Saldırganlığını önce ters beyaz gömlekle ardında da kelepçelerle kısmen önleyebilmişlerdi.

 

"Komiserim." Niyazi, Demet'i görünce ağlamamak için kendisini hiç olmadığı kadar zorladı. Onu kardeşi gibi görüyor, içinde bulunduğu bu acıklı durumdan utanıyordu. Bir anda avcıyken av olmak gururunu örseliyordu.

 

Demet, hemen kelepçeleri açıp karşısına oturdu. "Suçsuz olduğunuzu biliyorum Komiserim. Bana attığınız mesajı delil olarak savcılığa vereceğim. Eğer oraya öldürmek için gitseydiniz yarım saat sonra ekiple gelmemizi istemezdiniz. Kimse göz göre göre kendisini ihbar etmez. Kaçıp gitmeyi tercih ederdiniz. Size kurulan bu tuzağı o hainlerin ayağına dolayacağız."

 

Niyazi, pet bardaktaki suyu içti. "Oraya tek başıma gitmemeliydim. Profesyonel davranmadım. Olayların bu hâle gelmesi benim suçum. Oktay'a bu kadar güvenmemeli, gerekirse en yakınımdakinden bile şüphe etmeliydim." Demet, Niyazi'nin önündeki tabakları kapağını açtığında olabildiğince dostuna morel vermeye çalıştı. "Bilemezdiniz Komiserim. O çocuk elinizde büyüdü. O saf, şapşal görüntüsünün altından böyle birinin çıkacağını kim bilebilirdi?"

 

"Leyla'nın yerini biliyordu. Bana karın ve kızın Türkiye'de dedi. O geceye dair hatırladığım tek şey bu. Eğer yaşasaydı belki de onların yerini bana söylerdi." Demet, başını eğip dolu dolu olan gözlerini gizlemeye çalıştı. Bu adam kaybolan ailesinden sonra bu kaybı nasıl atlatacaktı?

 

Niyazi'yi hastaneden çıkarıp tutuklamak tüm ekibe çok zor geliyordu, fakat bu Demet için zorluktan öte öldürücüydü. Süleyman Komiser, gözlerini kaçırarak içeri girdi. Niyazi gideceğini anlamıştı. Yan odaya geçip Demet'in kendisi için getirdiği giysileri üzerine geçirdi. Süleyman Komiser basit bir selamın ardından tabağından tek lokma bile almayan Niyazi'yi yeniden kelepçeleyip iki memurla koluna girdi. Meslektaşını kelepçelemek Niyazi ile bir hukuku olmamasına rağmen zor gelmişti. Niyazi, koridora doğru götürülürken Yahya da dahil olmak üzere tüm başlar utançla yere eğilmişti.

 

Niyazi yavaş adımlar başı dik suçlu olmadığını haykırır gibi önlerinden geçti. Yüzünde masumiyetinin nişanı olan hüzünlü tebessüm vardı ve işini hakkıyla yapmaya gayret ettiğini ortaya koyuyordu. Demet, daha fazla dayanamayıp Süleyman Komisere karşı durdu. "Komiserim, hiç değilse kelepçe takmasınlar, o kimseye zarar vermez." Süleyman Komiser titrek bir nefesi hüzünle ciğerlerinden kovdu.

 

"Dün olanlardan sonra güvenlik önlemi almak zorundayım Demet. Daha fazla zayiat vermek istemiyorum." Demet, gözyaşlarını silip hıçkırıklarını zapt etmeye çalıştı. "Lütfen Komiserim, ben kefilim, yanlış bir şey olmayacak. Söz veriyorum." Niyazi'nin bir suçlu gibi yaka paça götürülmesine gönlü razı gelmiyordu.

 

"Kimseye yalvarma Demet." dedi Niyazi. Yaşadığı ağır şeylere rağmen dik duruşunu korumaya kararlıydı. Ne olursa olsun bir suçlu gibi başını eğmeyecekti. Süleyman Komiser, bozulan moralleri görmezden gelemedi ve "Kelepçeleri çıkarın!" emrini verdi. Niyazi, başı eğik onca yüzü görmezden gelerek koridordan geçti. Dostları dışındaki herkes ona korkuyla bakıyor, dudaklarını kıvırıp tiksinir gibi soluyorlardı. Bir suçlu gibi görülmeye alışkın değildi. İlk defa bileğindeki kelepçelerin ağırlığını vicdanında hissediyordu. Olanlara hâlâ inanamıyordu. Sanki Oktay bir yerlerden çıkacak ve o bitmez bilmez sulu şakalarını yaparak herkesi güldürecekti. Kayıplara alışkındı Niyazi. Babası, annesi, abisi... Hepsi çekip gitmişti. Fakat hiçbirinin kanı eline bulaşmamış, hiçbiri gözlerinin önünde çaresizce ölümü kucaklamamıştı. Şimdi Komiser o mavi, ölü bakışları nasıl unutacaktı? Gözlerini her an saldıracakmış gibi temkinli olan insan kalabalığında dolaştı. Kendisini anlatamazsa, o gecenin sır perdesini aralayamazsa bu davranışlara alışması gerekecekti ve Niyazi'nin kitabında zulme susmak gibi bir durum söz konusu değildi.

 

Araca binip götürüleceği yere kadar sessiz kalmayı tercih etti.

 

                                                               ***

 

Mervan, tenha dağ yollarından geçerek evine geldi. İşlediği suçun ağırlığı altında eziliyor, masum bir insana yaşattıklarının derin vicdan azabını duyuyordu. Böyle olmasını istememiş, Niyazi yolundan çekilmesi konusunda defalarca uyarmıştı, fakat o deli adam Nuh demiş, peygamber dememişti. Şimdi Mervan vicdan yükünü, Niyazi ise işlemediği bir suçun vebalini yüklenmekten başka bir çıkar yol bulamamıştı.

 

Hep suçluları öldürmüştü Mervan. İlk defa kılıcı bir masumun kalbine değmişti. Uykusuzluktan kızaran gözlerini ovup Nazar'a yapacağı açıklamayı kafasında kurmaya çalıştı. Bıkıp usansa da yalan, diline pelesenk olan bir söz yarası gibiydi.

 

"İyi misiniz efendim?"

 

"Değilim!" dedi Mervan. Bu kötü hisler kendisini kolay olay bırakacağa benzemiyordu. "Bunu yapmak zorunda olmak beni çok yıpratıyor."

 

"İlk defa kötülük yapmıyoruz efendim." Dedi Battal beyini anlamsızca süzerken. "Biliyorum. Komiser kötü bir adam değil. O köstebek gibi hain de değil. Yaptıklarımızı hak etmedi. Sadece işini yapıyordu." Dudakları hüzünle kıvrıldı. "Biz de iyi adamlar değiliz. Yapması gerekenleri yaptı. Ama kaçıp gitmek zorundaydım. Ben kaçıp gittiğimde elimdeki belgeler de sahibine ulaşacaktı ve o pislik çukuru içindekilerle birlikte mahvolacaktı. Komiserin en azından bir süre için oyundan diskalifiye edilmesi gerekiyordu."

 

Battal uykusuz gözlerini ovup burnundan soludu. "Sadece zaman kazanacağız. Nasıl olsa kayıtlardan gerçeğe ulaşacaklar."

 

"Evet. İşine de özgürlüğüne de kavuşacak ama benim attığım kazığı bir ömür boyu unutmayacak." Battal, Mervan'ın ikircikli halinden işkillenmişti. "Onu daha önce de tanıyor muydunuz?" Mervan geçmişin tozlu sayfalarında dolaştı. Ter temiz bir delikanlı olduğu günler aklına düştüğünde dolan gözlerini gizleme için müzikçalara uzandı. Hafif bir klasik müzik sessizliği kör kuyulara hapsetti.

 

"Tanıyorum."

 

"Bu yüzden mi yaptıklarınızdan pişmanlık duyuyorsunuz?" Mervan alt dudaklarını ısırdı. O acı dolu günlerin aklına gelmesini sevmiyordu. Zihnini tuvalete atıp üzerine sifonu çekmek istiyordu. Unutmak bu kadar zor olmamalıydı. "Anlayamazsın. Herkesin beni diri diri yakmak istediği o gün ilk kez biri elimden tuttu. Düştüğüm yerden kaldırdı. O kişi Niyazi Komiserin ta kendisiydi."

 

Battal ilk kez Mervan'dan bu sözleri duyuyordu. Aralarındaki bağ anlaşılabilecek türden değildi. Av ile avcı arasında kurulan o tuhaf ilişkiye benziyordu. "Buradan çekip gittiğimde ona son bir kıyak yapacağım. Ona karısını değil belki ama kızını geri vereceğim. Daha fazla evlat hasreti çekmeyecek." Battal Mervan'ı başıyla onaylarken genç adam aracını koruluğa park edip Nazar'la kaldıkları eve yöneldi ve kapıda bekleyen adamları uzaklaştırdı. Giderken Nazar'ı bu iki yabancıya emanet etmek Mervan'a zor gelmişti fakat has adamları deşifre olduğu için başka bir çıkar yolu kalmamıştı.

 

Açılan kapının ardındaki siyah gözleri kırgınlıkla süzdü genç kadın. Ona bir şey sormak istemiyor, söylediği tutarsız sözlerin yalan olabileceği şüphesiyle her cümleden köşe bucak kaçıyordu. Mervan, karısı bir şey sorana kadar konuşmamaya karar verdi. Ona sarılıp, "Seni özledim." dediğinde önceki günlerin aksine Nazar'dan istediği karşılığı alamamıştı. Şüpheler içinde kıvranan kadın, onu görmezden gelip pencere kenarındaki berjere oturdu ve küskünce camda oluşan çiğ damlalarını izledi. Bu kaçış Mervan'ı durdurmaya yetmeyecekti.

 

"Neden böyle davranıyorsun? Her şeyi ikimiz için yaptım, en azından beni anlamaya çalışamaz mısın?" Nazar yüzünü çevirip sırtını döndüğü adama bakmadı bile. Anlattıklarını kendi mizacına uyduramıyor, duyduğu hiçbir şeyi anılarına sığdıramıyordu. Sanki bahsettiği kişi bir başkasıydı ve Nazar başka bir kaderi kendisinin sanıp hayatına emaneten giydirmişti.

 

Kendisini düşündü. Dikkatsiz bir kadın değildi. Eğer mesleği sağlıksa insan hayatıyla oynamamak için dalgın davranmaz dikkatli olurdu. Birinin ölümüne göz göre göre sebep olacak bir yapısı yoktu. Olsa bile vicdanlı biri olduğu için suçunu örtmez hapis korkusuyla saklanmazdı. Cezasını çekip vicdanını rahatlatmayı kaçmaya tercih ederdi. Hem Mervan bir doktorsa bordo bereli gibi dövüşüp silah kullanmayı nerden öğrenmişti? Bunlar herkesin kısa sürede öğrenip başaracağı kadar basit bilgiler değildi. Yüzlerce kez antrenman gerektirip yoğun çalışmalar ve deneyimler sonucunda pratikleşebilecek türden becerilerdi. Hal böyleyken onun sıradan bir vatandaş olduğuna inanmak güçten öte imkansızdı.

 

Mervan, göğsünü genç kadının sırtına yaslayarak ona sımsıkı sarıldı. Bakışları etrafı taradığında çiçeklerin varlığı ve evdeki düzen buraya bir kadın elinin değdiğini ele verecek cinstendi. "Seni çok seviyorum Nazar. Bir gün beni anlayacaksın. Her şeyi seni korumak için yaptığımı göreceksin. Sadece biraz daha sabretmeni istiyorum."

 

Nazar, suskunluğunu korurken genç adam onu biraz yalnız bırakması gerektiği düşünüp mutfağa geçti. Hazırladığı kıymayı malzemelerle zenginleştirip güzel bir köfte harcı yaptı. Soyduğu patatesleri suya bırakıp diğer sebzelerle birlikte tepsiye yerleştirdi. Artık yemeği pişmeye bırakma zamanı gelmişti. Son olanlardan önce bu işleri Nazar'la birlikte yapar, mutfakta harika, neşeli zamanlar geçirirlerdi. Fakat Nazar düğün sabahından beri ondan uzak duruyor, sessizliğiyle adeta yalanlarına karlı bir bariyer oluşturuyordu.

 

Salatayı hazırlayıp sofrayı kurdu. Nazar'ı yemeğe davet etse de olumlu bir dönüş alamadı. Onu elinden tutup zoraki sofraya oturttuğunda da tepkisinde bir değişim olmamıştı. "Bir şeyler yemelisin."

 

"Canım istemiyor." Mervan, onu iştaha getirir düşüncesiyle birkaç lokma atıştırdı. "Dün neredeydin?" Mervan, içeceğini dudaklarına götürüp zaman kazanmaya çalıştı. "Sana bir şey sordum. Dün gece neredeydin?"

 

"Battal'la bir işimiz vardı."

 

"Benden gizli ne işi?" Mervan dudaklarını silip sakinliğini korumaya çalıştı. "Kaçışımızla ilgili bir iş. Oğlumuza ulaşmaya çalışıyorum. Seni meraklandırmamak için söylemedim." Nazar gerginlikle şakaklarını ovdu. "Onu ne zaman bana getireceksin?"

 

"Yakında!" Kapı çaldığında Nazar'ı masada bırakıp kendisini gerginlikle bekleyen Battal'a ters bir bakış attı. Onu kolundan tutup bahçeye doğru sürükledi. "Bir sorun mu var?"

 

"Gülnaz Hanım efendim. Sizinle görüşmek istiyor. Ne dediysem ikna edemedim. Yerinizi açık etmesi an meselesi. 'Gelmezse pişman ederim.' dedi." Mervan çenesini sıvazlayıp sert sert soludu. "Bıktım artık bu kadından. Boşandım yine de kurtulamadım. Hâlâ neden zorluyor beni!" Battal, kızgın bakışlarını dizginleyerek "Gitseniz iyi olacak efendim." dedi. "Bir delilik yapmadan onu ikna edin. Nazar Hanım daha fazla şüphelenmemeli." Mervan, tüm çene kaslarını şişirip dişlerini sıktı. "Şüpheleneceği kadar şüphelendi zaten. Gidelim, fazla zamanım yok."

 

Mervan Nazar'a küçük bir işi olduğunu söyleyip ikna olmadığını bile bile aracına bindi. Gülnaz'ı daha fazla peşinde dolaştırmak istemiyordu. Eski bir bağ evine gelmişlerdi fakat bu ıssız iki katlı bina Mervan için bir harabeden farksızdı. Anlamıştı artık, onun yuvası Nazar'ın olduğu yerdi. Daha lüks daha konforlu olmasa da sevdiği kadının yanında her yer cennet gibiydi.

 

Merdivenleri çıkıp kendisini bekleyen nemli gözlere hüzün ve bıkkınlık karışımı bir hisle baktı. Gülnaz siyah vakarlı elbisesi ve kıvırcık, dağınık saçlarıyla tam karşısında hesaplaşmak üzere bekliyordu. Mervan'ı görünce ayağa kalkıp tam karşısında yerini aldı. Dünkü haline kıyasla çok daha güçlü görünüyordu.

 

"Neden her şeyi daha da zorlaştırıyorsun? Olmuyor Gülnaz, yapamıyorum." Sırtını Gülnaz'a dönüp hâlâ kendisine umutla bakan gözlerinden uzaklaştı. "Nazar'ı o eve getirmek ve sizi aynı evde kuma olarak tutmak büyük bir hataydı. Bunu en başından beri istemedim, ama çaresiz kaldım. Şimdi bir şeyleri düzeltmek için bir şansım var ve sen bana engel olmaya çalışıyorsun." Gülnaz öfkeyle gözlerine baktı. Ona yaklaşıp ellerini tutuğunda Mervan sabrının son demlerini yaşıyordu.

 

"Beni de götür. Aynı evde değilse bile yakınında olurum. Çocuklarını gelir görürsün, babasız kalmazlar. Onlara babalarının geleceğini söyleyip avutmaktan yoruldum. Lütfen bu evliliğe bir şans ver." Mervan berjere oturup konuşmaktan bıktığı konuyu son bir sabırla Gülnaz'a anlatmaya çalıştı. Bu artık aynı yemeği defalarca ısıtıp önüne koymak gibi tiksindirici bir hâl almıştı ve karşısındaki kadının gurursuzluğu onda daha büyük bir öfke uyandırıyordu. Her şeye rağmen çocuklarının annesi olduğu için hoşgörülü davranmaya karar verdi. Böylece tatlı dille biraz olsun sorunlarını çözebileceğine inanıyordu.

 

"Bak Gülnaz. Ben Nazar'la yeni bir hayat kuruyorum. Ve üzgünüm varlığın her şeyi daha kötü bir hâle getirmekten başka bir işe yaramayacak. Senin mutlu olmanı istiyorum. Hayatında ben olduğum sürece hep acı çekeceksin. Birini seçemeyecek yeni bir gelecek, bir hayat kuramayacaksın. Hep aynı umuda sarılarak yaralarını saracak ama asla gerçekten iyileşemeyeceksin. 'Ya dönerse' diye umut ettiğinde günden güne solacaksın. Sen bunu hak etmiyorsun. Mutlu olmanı istiyorum. Suça bulaşmamış iyi biriyle bir ömür sürmeni istiyorum neden anlamıyorsun?"

 

Mervan onu bırakıp koltuğa oturduğunda Gülnaz da yanına gelip Mervan'ın ayakucuna diz çöktü. Elini tutup alnını genç adamın dizlerine yasladı. "Ben sensiz yaşayamam. Senden başkasını sevip mutlu olamam." Mervan, çenesinden tutup Gülnaz'ın karşısında eğilen başını dikleştirdi. "Seni mutlu edemem. Bu evlilik ikimizin de felaketiydi, bunu anlamak zorundasın. En başından bacasına akbabaların tünediği o harabeyi yuva yapmak için uğraştık durduk. Olmadı. Ve her şey yıkılıp dağıldığında enkazın altında kalan yine yavrularımız oldu." Mervan ayağa kalkıp onun sulu gözlerinden biraz olsun uzaklaşmaya çalıştı.

 

"Gidiyorum. Bu hepimiz için daha iyi olacak. Bir daha asla suç işlemeyeceğim. Temiz bir hayat kurmak istiyorum. Hep iyi bir eş olmaya çalıştın. Beni mutlu edip, güzel davrandın. Ne yapsam halkını ödeyemem. Babalık duygusunu tattırıp biraz olsun iyileşmemi sağlamasaydın bugün belki çok daha kötü bir durumda olacaktım. Bunlar için sana minnet borçluyum. Ama her şeyi daha da berbat etmek istemiyorum." Gülnaz, kıpkırmızı olan gözlerini serkeşçe silip ayağa kalktı. İçinde kabaran öfke bu son merhamet yüklü veda sözleriyle iyice çığırından çıkmıştı. "Bizi bir kalemde siliyorsun. Ne yaptın ona? Nazar asla seni kabul etmezdi, ne söyledin de yanında kalmaya ikna ettin?"

 

"Hiçbir şey hatırlamıyor Gülnaz. Bir süre önce intihar etti. Uzun süre hastanede yattı. Ne o becerebildi ayrılığı ne de ben. Beni anla!" Gülnaz, küstahça sırıttı. "Biliyordum bir işler çevirdiğini." Mervan'ın omzuna çarparak hızla kapıya yöneldi. "Her şeyi bilmeye hakkı var. Buna izin vermeyeceğim." Mervan onu kolunda tutup şömineye doğru itti. Yüzündeki merhamet bu hamleyle tamamen dağıldı.

 

"Bir saçmalık yapamazsın. Yarın buradan gideceğiz. Kötü ayrılmak istemiyorum Gülnaz. Daha fazla şansını zorlama." Gülnaz, dolan gözleriyle hıçkırıklar içinde ağladı. "Bunu kaldıramıyorum." Mervan, tek bir söz dahi söylemeden uzaklaşmak istedi, fakat ardında duyduğu sert "Dur!" sesi adımlarını etkisiz kıldı. Gövdesini gözü yaşlı kadına çevirdiğinde kendisine doğrultulan silahla neye uğradığını şaşırdı. "Bir adım daha atarsan buradan ölün çıkar."

 

"Bırak şu silahı. Beni böyle mi engelleyeceksin?" Gülnaz, karşısında gördüğü gözlerden bir saniye olsun ayrılmadan titreyen elleriyle silahı Mervan'ın kalbine doğru nişan aldı. "Buradan ya senin ölün çıkacak ya da benim. Belki de ikimizin!" Artık sabrı kalmamıştı. Mervan'ı tamamen kaybetmeyi göze alamıyordu. Ölümse ikisi için olacaktı fakat tek kişilik bu ayrılığı Gülnaz asla yaşamayacaktı. Gözlerine baktı. Meftun olduğu siyah gözlerin bir kez olsun kendisine sevgiyle bakmasını istemişti. Olmamıştı, olmayacaktı. Sevilmeye dair bir umudu da kalmamıştı artık. Mervan hiçbir zaman kendisinin olmamıştı. Bir başkasını sevişini aynı evin içinde acı çekerek görmüştü ve bu adamın taş kalbi bir kez olsun Gülnaz'ı anlamak istememişti.

 

Ayrılık ölümden beterdi ve bu beter hayatı Mervan'ı ve kendini bitirerek sonlandıracaktı. Onu hâlâ çok seviyordu. Sırf iyi olması için Nazar'ı kabullenecek kadar çok seviyordu ama Mervan hayatında ona tek bir santimlik yer vermeye bile tenezzül etmiyordu. Can evini döven bir yer vardı. Deli gibi atıyor Mervan'ı her gördüğünde alev alev yanıyordu. Sevdiği adamı aynı yerden vuracaktı. Kendisini hiç sevmeyen ve tüm sevgisini Nazar'a saklayan yerden...

 

Mervan yavaş yavaş ona yaklaşıp eliyle silahı indirmesini işaret etti. "Sakın bir saçmalık yapma! Kendini de beni de mahvedeceksin." Genç kadın sel gibi akıp giden yaşları umursamadan perişan haliyle gülümsedi. "Ben zaten mahvoldum. Kaybedecek neyim kaldı?" Mervan, gözlerini ondan ayırmadan dikkatini dağıtmaya çalışıyordu.

 

"Bu hiçbir şeyi düzeltmeyecek. Hadi bırak şunu!" Genç kadın acıyla yutkunup başını reddeder gibi salladı. "Artık çok geç!" Parmakları tetiğe gittiği esnada hemen arkasındaki camın paramparça yerle yeksan olduğunu fark etti ve refleksle gövdesini o yöne döndü. Bu Mervan'a aradığı fırsatı vermişti. Hızla bileğine yapışıp silahı bir çırpıda eline aldı. Ardından kırılan camın ardındaki Battal'ı başıyla teşekkür eder gibi onayladı. Arkadaşı en zor anında yine Hızır gibi yetişmişti. Gülnaz, elleriyle karmakarışık olan saçlarını yolar gibi karıştırırken Mervan yeniden çıkışa yöneldi. "Gitmeeeee!" Mervan gözlerini kapayıp yumruklarını sıktı. Bu vedanın bu kadar kötü olması hiç adil değildi.

 

"Artık istesem de seninle olamam Gülnaz. Yaptıklarımı bilseydin benden nefret ederdin. Ben sana yapabileceğim en büyük kötülüğü yaptım." Gülnaz, bu beklenmedik sözler karşısında tir tir titredi. "Sen neden bahsediyorsun?"

 

Mervan ona birkaç adım yaklaşıp tam karşısında dimdik durdu. "Söylemediler değil mi? Söylemediler..." Gülnaz Mervan ittiği koltuktan doğrulup ona yaklaşmak istedi fakat içindeki ses aralarına giren mesafelere hoşgörülü olmasını söylüyordu.

 

"Neyi?" Mervan adım adım ona yaklaştı. "Azat... Onun şirket işlerinden sıkılıp sizden kaçtığını sanıyorsun. Ne büyük yanılgı!" Gülnaz, suskunca sözün devamını bekliyor, cümlenin en büyük hüsranına gelmesinden ölesiye korkuyordu. "Onu öldürdüm Gülnaz. 2 yıl önce ıssız bir yol kenarında kafasına sıkıp öldürdüm." Gülnaz iri iri açılmış gözleriyle kendisini bir anda yüzüstü yere bıraktı ve çaresizce "Hayır!" diye sayıkladı.

 

"Kızımın ölümüne sebep olan kişi Azat'ın ta kendisiydi. Nazar'ı kaçırıp intikam için işkence ederek gözlerimin önünde öldürmeyi planlıyordu. Oğlumu benden ayırıp yurt dışına kaçacaktı. Sırf beni kanatmak için ailemi harcayacaktı. Planlarını öğrenir öğrenmez hesabını kestim. Pişman değilim, yine olsa yine yapar gözümü kırpmadan soluğunu keserdim."

 

Gülnaz, "Hayır, hayır, hayır." diye deli gibi bağırdı. İnkarlarının kardeşini geri getirmeyeceğini bilse de içimdeki yangını sadece çığlıkları bastırabiliyordu. "Nazar, bu yüzden kaçtı benden. Gözlerinin önünde işlediğim cinayeti kabullenemedi." Mervan, tımarhane kaçkınlarını hatırlatan çılgın bir tebessümle acıklı haline güldü.

 

"Onu uyarmıştım. Dinlemedi. Şimdi söyle kardeşinin katiliyle hâlâ birlikte olmak istiyor musun?" Gülnaz'ın tüm gözyaşları susuz çöllerdeki ak bulutlar gibi bir anda dindi. "Beni mahvettin. Ailemi mahvettin. Nazar'ı, çocuklarımızı mahvettin." Diye haykırdı Gülnaz. Mervan'ın yakıp küle çevirdiği ömrüne acımadan edemiyordu. Aşkından divaneye döndüğü adam hayatının katili kalbinin nefret duvarıydı. Yüreğinin bir yanı aşkı bir yanı nefreti sayıklıyordu ve aklı kalbinin çaresizliğine küsmekten fazlasını yapamıyordu.

 

Mervan duyarsızca gözlerini kaçırdı. Gerçekler inkâr edemeyeceği kadar açıktı. "Böyle olmasını istemezdim. İnsan bir kez pisliğe düştüğünde geriye pak hiçbir şey kalmıyor. Debelendikçe daha da kirleniyor ruhun. Bir geleceğin dahi olmuyor. Beni bu uçuruma Kadir Bey itti, bense onun günahları yüzünden hepinizi düştüğüm bataklığa çektim." Mervan, gözlerindeki nemi duyarsız, hoyrat bakışlarla sildi.

 

"Bu yüzden gitmek zorundayım. Daha fazla kimseyi kanatmamak için kaçmalıyım."

 

Gülnaz, aldığı kararın verdiği aşırı bir sakinlikle yeniden sallanarak eğilen başını kaldırdı. Gözlerini Mervan'ın siyah kuyularından ayırmadan eline geçirdiği vazoyu sehpanın ahşap yüzeyine indirip kırdı. Mervan, onun ne yapmaya çalıştığını anlamamıştı. Acılı kadın eline aldığı cam parçasını saniyeler içinde sol bileğine geçirdi. "Gülnaaaaaaz!" Mervan kendisine doğru koşarken diğer bileğini de camın keskin yüzeyine mecbur kıldı. Oysa istediği kalbine saplamaktı, tam da canının acıdığı o siyah noktaya. Yapamadı, ölümünü Mervan'ın âşık olduğu siyah gözlerinde görmek için durdu. İstedi ki pişmanlık ve suçluluk onu da kavursun, o da yansın yaktığı kadar. Güzel gitmeyi beceremeyen kadınların intikamı ölümle oluyordu. Arkalarında birkaç gözyaşı ve temenniden başka bir şey bırakmadıklarını bile bile ölüme yürüyor, soldurduklarını sandıkları ömürler yaşamaya devam ederken sahte bir cesaretle kahrolarak toprak altına giriyorlardı. "Gülnaz, hayıııııır!"

 

***

 

Dolunay, gecenin ıssızlığında bir yüreğin kanayıp mahvoluşuna şahit olmuştu. İnce, zarif eller dökülen yaşları teninin her bir zerresinden sökercesine kopardı. Kadehini hırsla dudaklarına götürüp içkisinden sert bir yudum aldı. O sıvının kalbine derman olduğunu sansa da içinin en derinlerinde kabuk bağlayan o yarayı kaldırmaktan başka bir faydasına rastlayamamıştı.

 

"Bırak Lilith, içmek neye çare olacak? Aç, uykusuz, deli gibi dolaşıyorsun. Olan oldu hiç kimseyi geri getiremezsin artık." Lilith, öfkeli gözlerini yanı başındaki sıska delikanlıda gezdirdi. Onu gördükçe içindeki katran katmanlaştıkça katmanlaşıyor, yüreği bu çirkin dünyayı daha büyük bir nefretle yad ediyordu. Kadehindeki son yudumu hırsla kafasına dikip, bardağı duvara savurdu. Elleriyle duvara sarhoş, dengesiz yumruklar attı. "Öldü... Öldü... Gitti! Hiçbir şey yapamadım."

 

Deli çığlıkları ahşap evdeki tüm odalarda duyulacak kadar güçlü, yeni doğmuş bir bebeğin çaresizliği kadar iç acıtıcıydı. Dakikalar sonra biraz olsun sakinleşip avuç içiyle tüm yüzüne dağılmış olan makyajını sildi. Gözlerinin koyu renk farı şakaklarına kadar dağılmış, yüzü soba bacasından çıkmış gibi akan makyaj kalıntılarıyla simsiyah kesilmişti. Saçlarını yolar gibi tırnaklarını saç diplerinde gezdirdi. Hali hiç iyi görünmüyordu. Gözleri kendisini takip eden tırsak yüz hatlarında gezindi.

 

"Sen yaptın. Onu kurtarabilirdin!" dedi delikanlının yakasını çekip duvara yapıştırırken. Ve hemen ardından, "Bir korkak gibi kaçıp onu orada bıraktın. Zavallı, kara bir örümcek gibi saklanıp olanlara göz yumdun! Söyle pislik, söyle!" diye ekledi. Delikanlı korksa da sakin olmaya çalıştı. "Yeter. Adamların gözü dönmüştü. Mervan denilen adam Oktay'ın defterini çoktan dürdü. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Her şey kaşla göz arasında oldu. Ortaya çıksaydım beni de öldürürdü."

 

"Kim bıçakladı onu Misket söyle, kim?" dedi Lilith gözyaşlarını elinin tersiyle silerken. Bakışları keskin gözleri nefret yüklüydü.

 

"Yanındaki o Battal denilen adam bıçakladı Oktay'ı. İki kez karnına sapladı. Beklemiyordum böyle bir şey olacağını. Sakin sakin konuşurlarken bir anda ortalık kan gölüne döndü." Lilith, titreyen ellerini duvara yaslayıp kendi acizliğine sığındı. "Ne istediler, neden harcadılar?" Misket sabırla başını eğdi. Olanları Lilith'e anlatmak onun için de epey zordu.

 

"Oktay, kızın resimlerini Kadir Bey'in talimatıyla gazeteye vermiş, kimliğini ifşa etmiş. Mervan, tüm düşmanları karısının üzerine çullanınca çıldırmış, o gece hem Niyazi Komiserin hem de Oktay'ın amel defterini birlikte kapattı. İkisini de yolundan çekti. Karısıyla kaçma planları yapıyor. Adamın gözü dönmüş, kimseyi tanımıyor. Babasına bile resti çekti." Lilith, büfeye yönelip yeni bir kadeh doldurdu. Onu bir dikişte içerken dilinde sadece intikam yeminleri vardı. "Seni bitireceğim Mervan. Amacına ulaşamayacaksın." Elindeki kadehi avucunda sıkıp paramparça etti. Avuçları kan için kalmıştı. Misket telaşla, "Lilith!" diye bağırınca çılgınlar gibi nefretle gülümsedi. "Lilith değil, Misket. Leyla... Leyla Tamerli..."

 

***

 

Nazar, eğildiği klozette midesindeki her şeyi tamamen boşanıncaya kadar kustu. Dakikalar sonra başını iğrenerek kaldırdığında alnında biriken terler, alev topuna dönen yüzünü neredeyse tamamen istila etmişti. Yeterince rahatladığından emin olduğunda kalkıp lavaboya yöneldi ve aceleyle soğuk suyu yüzüyle buluşturdu. Tıklayan kapıyla birlikte derin soluklanışlarını normal bir seyre getirmek için çabaladı. "İyi misin kızım? Bir şeye ihtiyacın var mı?"

 

"İyiyim Hayriye teyze. Bir şeyim yok." Sifonu çekip kendini yeniden salona attı. Hayriye Hanım, onu biraz olsun iyi görünce rahatladı. "Hay Allah. İstersen hemen doktora gidebiliriz."

 

"Gerçekten bir şeyim yok. Üşüttüm sanırım. Hep böyle olur, bünyem hassas çiğ değse hasta oluyorum. Geçer birazdan." Hayriye Hanım toparlandığını görünce içten bir tebessümle mutfağa yöneldi. "Sana çorba yaptım. Bir kâse iç, hiçbir şeyin kalmaz." Nazar, yaşlı kadının elini sevgiyle sıkıp, "Teşekkür ederim. Düşünmen bile yeter." diye gülümsedi. Hayriye Hanım, kapıya yönelirken ardındaki masum bakışlara şefkatle baktı. "Sen uyu dinlen. Bir şey olursa da haber vermeye çekinme sakın! Bana şimdilik müsaade, Mervan'a selam söyle. Sana iyi baksın, üzmesin sakın!"

 

"Olur teyze. Sen de dikkat et. Vakit epey geç oldu." Hayriye Hanım, onu onaylayıp veda ettikten sonra tatlı bir telaşla evine yöneldi. Nazar, kafası karma karışık bir halde öylece kalakalmıştı. Mervan, dünden beri ortalarda görünmüyordu. Artık iyiden iyiye her hareketinden şüphe duyar olmuştu. Evde geçmişe dair bir iz aramanın tam zamanıydı. Yatak odasına gidip dolabı karıştırmaya başladı. Mervan'ın bavulunda birkaç parça giysiden başka bir şey bulamamıştı. Çekmecelerde de ilgi çekici bir şey yoktu. Aklına eski sandık geldi. Merdiven girişine yönelip sandığı açmaya çalıştı fakat kilit sandığından çok daha inatçı çıkmıştı. Hızla Mervan'ın mermilerini koyduğu ahşap kutuya yöneldi. Epey kurcaladıktan sonra aradığı şeyi bulmuştu.

 

Büyük bir merakla içini incelemeye başladı. Eline kenarları nemden küflenen bir defter çıktı. İlk sayfaları yırtılmış olmasına karşın hâlâ oldukça okunaklı görünüyordu. "Mervan Hanzade... Onun günlüğü." Ciltli kapağın içindeki fotoğrafa ilgiyle baktı. Mervan'ın 18-20 yaşlarındaki halleri olduğunu tahmin etmişti. O zaman da çok yakışıklı bir yüzü, çekici bir duruşu olduğunu kendine itiraf etmekten kurtulamadı. Tarihler epey eski olduğu için günlüğü daha sonra incelemeye karar verdi ve yeniden sandığa yöneldi. Ondan çok daha büyük bir defter daha bulmuştu.

 

"İşte bu! Bu günlük bana ait!" İlk sayfasını çevirdiğinde 16 yaşlarındaki fotoğrafını görüp daha büyük bir heyecanla sayfalara gömüldü. Defterde bulduğu kuru gül tomurcukları içine ayrı bir hüzün yerleştirmişti.

 

Yazısını tanıdı. Bu sayfaları yazdığını hatırlıyordu. Parmakları sayfaları çevirdikçe hafızası buzlarından çözülüp geçmişte yaşadığı iyi kötü hatıralar su yüzüne çakıyordu. Hafızası tazelendikçe sayfaları daha hızlı çevirmeye başladı. Mervan'la yaşadığı her şeyi hatırladığında ne büyük bir aldatmacaya ortak olduğunu anlamıştı. Kızının öldüğünü öğrendiği o korkunç geceyi hatırladığında daha fazla dayanamayıp çığlıklarını bastırmış, aynı acıyı kalbi bir kez daha hissedip darmadağın olmuştu.

 

Dışardaki adamlar bir şey anlamadan kendisini toparlamalı, sakin olup içinde bulunduğu duruma bir çözüm bulmalıydı. Defterlerle birlikte yatak odasına geçti. O beyazlar içindeki yatakta hayatını karartan adamla uyuduğunu düşündükçe delirecek gibi oluyordu. Kendisini sevdiğini söylerken tüm kötülükleri aşk dolu bakışlarında gizlemişti Mervan.

 

İnsan sevdiği kadına nasıl bu kadar acı verebilirdi? Nasıl onu göz göre göre ateşe atardı? Demek Gülnaz bu yüzden Nazar'a acıyarak bakmış, onu uyarmak istemişti. Gözlerini kapadığında kendisini vurduğu o yağmurlu günü hatırladı. Onu babasından korumak için diri diri gömdürmüş, kimliği de dahil olmak üzere tüm hayatını bir çırpıda ellerinden almıştı.

 

Oğlundan ayrı geçirdiği günler yadına düştüğünde yeniden gözyaşlarına boğuldu. Şimdi kim bilir nerde ne haldeydi? Mervan onu babasından alabilmiş miydi? Bedenindeki izlere baktı. O intihar gecesinden kalma izleri hâlâ vücudunda taşıyordu.

 

Neden? Neden intihar etmeye kalkmıştı ki? En büyük acıları bile göğüsleyebilmişken onu canına kıyacak kadar ne çıldırtmıştı? Mervan'ın günlüğünü bez çantasına koyup güvenceye aldıktan sonra kendi günlüğünün sayfalarını hızla çevirdi. Artık güvenebileceği tek adres kendi elleriyle yazdığı bu defterdi. Her şeyi öğrenecek ve canını yakanlardan tüm kötülüklerin hesabını soracaktı.

 

 

🔫🔫🔫

 

 

Merhaba arkadaşlar yine ben. Sonunda bölümü tamamladım. Umarım yazım hataları yoktur. Biraz aceleye geldi ama daha fazla sabredemedim. ☺️☺️

 

Arkadaşlar sanırım son iki yanda üç bölüm kaldı. Karar değiştirip bölebilirim ama 3 ten fazla sürmez diye düşünüyorum. Yavaş yavaş olayların çözüldüğü son bölüme yaklaşıyoruz.

 

Gülnaz ne yazık ki korkunç bir karar verdi ve aşık olduğu adama doğrultuğu silahı kendine çevirdi. Burada saplantılı sevginin insanı ne hale çevirdiğini gördük ne yazık ki. Sizce öldü Gülnaz?

 

Niyazi gerçekten kurtulacak mı?

 

Nazar neden o gece intihar edip kendisini inşaattan attı?

 

Mervan kaçabilecek mi?

 

Mervan Niyazi'yi kızına kavuşturabilecek mi? Yıldızlarınızı ve Yorumlarınızı merakla bekliyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%