Yeni Üyelik
94.
Bölüm

94. Bölüm: Nazar Ölmedi Hala Ayakta:

@syildiz_koc

 

Medya : bi sen gibisin (Aysel Yakupoğlu)

 

 

 

                                                                                                         

Bazen sadece yorgun oluyor insan.

Ne küs ne yalnız ne de aşık...

 

Cemal Süreyya

 

 

 

Nazar'ın günlüğünden

 

 

Bugünlerde halim eskiye nazaran iyi sayılır. Biraz yorgunum, biraz buruk... İçimden yükselen kara bulutlar belalı başımı bırakacak gibi durmuyor. Herkesten uzakta, ipleri gevşetilmiş ama asla kendi haline bırakılmamış deli bir kısrak gibiyim. Mervan, beni bu eve görünmez duvarlarla hapsetmişti. Nazar'ı kendi elleriyle öldürmüş ve şimdi kolunu kanadını kırdığı bu çaresiz kadından yaşamasını, hiçbir şey olmamış gibi devam etmesini bekliyordu. Bu solungaçları soyulmuş bir balıktan nefes almasını beklemek gibi hayali bir hevesti. Kanadı kırılmış bir kuş uçabilir mi? Ya da silsek tüm renkleri, kırsak kalemleri fırçalar küstahça eşsiz bir tablo yapabilir mi?

 

Suçluydum. Kendi elimle kendi mezarımı kazmıştım. Ona ihanet ettiğimi söylediğimde tek derdim beni bırakmasıydı. Ya da en azından sıkar kafama siler beni bu dünyadan diye düşünmüş, ama yine de köhne gururuna mağlup olmaktan kurtulamamıştım. Polise gidemiyordum, çünkü biliyordum; Mervan'ın kızdığında yapamayacağı hiçbir şey yoktu.

 

Bu mahallede, bu şehirde kimsenin görmediği zincirlerimle yaşamaya çalışıyordum. Ve ne yazık ki böyle yaşamaya çalışan bir ben değildim. Geçen gece yan komşumun çığlıklarıyla açtım gözlerimi. Adam gözünü bile kırpmadan acımasızca kadını hırpalıyor, çocuklarının gözünün önünde öldüresiye dövmekten çekinmiyordu. Olabilecek her şeyi göze alıp kapıya deli gibi vurdum. Bir yandan da karşılaşacağım manzaraya hazırlıklı olmaya çalışıyordum.

 

Adam beni görünce öfkeyle deli gibi bağırdı. Nerdeyse sinirden başında alevler yükselecekti. Kadını arkama alıp, "Seni polise veririm. Ne hakla dokunursun ona!" diye hesap sordum. O gün bir kez daha Mervan'ın gözünü üzerimde hissettim. Adam elini beni tokatlamak için kaldırdığında hemen arkasında beliren delikanlı yüzüme inmek için fırsat kollayan eli duvara çarpıp adamı evire çevire dövdü. Adam yerde kanlar içinde böğürürken son kez omzunun üzerinden bana baktı ve sonra eski yerine döndü. Beni hâlâ takip ettirdiğini biliyordum ama ilk kez bu kadar yakınıma gelmişti.

 

Normal insanlar gibi hastalandığımda doktora gidemiyordum. Bir ihtiyacım olduğunda onların bana bıraktığı kartlara göz atıyor ve anlaştıkları insanlarla iletişim kurup yardım istiyordum. Her ay benim için açılan hesaba yüklü bir miktar para yatsa da Mervan'ın kirli parasına tamah etmeyecek kadar onurluydum. Bu yüzden kendime izni olmayacağını bile bile iş aramaya başladım. O günlerde komşum Nezaket Hanım imdadıma yetişti. En iyi yaptığım iş tatlı olduğu için kafelerinde işe başladım. Genellikle işim mutfakta oluyordu. Mervan ve köpeklerinin itiraz edeceğini düşünmüştüm, neyse ki öyle bir saçmalık yapmadılar. Nezaket Hanım'ın eşi Melih Bey emekli bir denizciydi. Beni de kısa sürede kızı gibi benimsedi. Onların arasına karışırken geçmişime ve kimliğime yönelik endişelerim vardı, fakat zamanla hepsi bertaraf oldu.

 

Ben anlatmadıkça geçmişimi sormadılar. Ben de gereğinden fazla bir şey anlatıp da onların başını belaya sokmadım. O gün kafede gül tatlısı yaparken sarı saçlı, güzel bir kız dikkatimi çekti. Başında taç şeklinde yapılmış harika bir mısır örgüsü, mavi, küçük gözleri vardı. Kafede kimse olmadığı için varlığı ister istemez dikkatimi çekmişti. Yanına yaklaşıp, "Ne arzu edersiniz?" diye sordum. Utanarak gözyaşlarını sildi. Bakışlarımdan rahatsız olmuş gibi bir hali vardı. Uzattığım mendille burnunu silip, "Gül tatlısı var mı?" diye sordu. Henüz tatlıları şekillendirip fırına koymamıştım. Bu sebeple biraz beklemesi gerektiğini söyleyip yeniden işimin başına döndüm. Peşimden mutfağa geldiğini görünce epey şaşırdım ama kıracak bir şey söylemedim. Çok hassas ve duygulu görünüyordu. "İsminiz neydi?"

 

"Naz Alev"

 

"Güzelmiş. Ben de Nazar Ateş." diye karşılık verip tokalaşmak için elimi uzattım. Sevecenlikle karşılık verdi.

 

"Çok severim Gül tatlısını. Çocukken annem de yapardı." Onunla ortak noktalarımızın olması harika bir sohbetin kapısını aralayacak gibi duruyordu. "Ya, ne güzel! Benim annem de her fırsatta yapardı. Her gün yapsa bıkıp usanmaz, tekrar tekrar isterdik." Ellerimle şekillendirdiğim hamura hayranlıkla baktı. "Çok güzel görünüyorlar. Sakıncası yoksa sana yardım edebilir miyim? Biraz kafamı dağıtmaya ihtiyacım var." Beceremezse diye endişelenmiştim ama bu nazik teklifi reddedip kırmak istemedim. Ellerini yıkayıp meyve desenli önlüğü boynundan geçirdi. İlk ikisi yamuk yumuk olsa da üçten sonrakiler epey iş görür durumdaydı. Tatlılardan İstanbul'un tarihi mekanlarından bahsedip büyük bir keyifle tatlılarımızı fırına bıraktık. Onlar pişerken ben şerbetini çoktan hazırlamıştım. "Pişti, pişti galiba." diye heyecanla bağırdı. Yüksek sesi nerdeyse yüreğimi ağzıma getirecekti. "Tamam sakin ol. Şimdi çıkarırız." O yüzünde kocaman bir gülümsemeyle el çırparken ben de fırın eldivenlerimle tatlıyı fırından çıkardım.

 

Üzerinde şerbeti gezdirdiğimde enfes bir koku mutfağı istila etmişti. Biraz şerbetini çekince gül desenli sade bir tabağa pembe tatlımızdan iki tane koyup ona ikram ettim. Kalçasını mutfak tezgahına dayayıp, uzattığım tatlıyı iştahla yedi. Yedikçe dudaklarını yalıyor, "Enfes olmuş." diyerek methiyeler düzüyordu. Ona eşlik ederken bir anda yüzündeki tebessüm soldu.

 

"Ne oldu." demeye kalmadan gözyaşları sel olup aktı gözlerinden. "Kocam... O bu tatlıyı çok severdi. Artık birlikte tatlı yapamayacağız. Artık ona hiç sarılamayacağım." Ne diyeceğimi bilmiyordum. Tek yaralı kadın ben değildim ya, adım attığım yer haksızlık ve acıydı.

 

"Ne oldu? Bu yüzden mi ağlıyordun?" Başını titretir gibi salladı. "Ayrıldık."

 

"Anlatmak ister misin? Dertler paylaşıldıkça azalırmış. Vaktim var, seni dinlerim." Çocuksu bir tebessümle bebeksi dişlerini gösterdi. Bana çok benzediğinden o an bir kez daha emin olmuştum. "Aslında çok mutluydum. Harika bir ailem vardı." Dedi utangaç sempatik tavırlarla. "Annemler beni hep el üstünde tutardı. Hele babam, gözlerimin içine öyle bir bakardı ki onun şefkatini ne zaman görsem içimdeki buz dağlarının eridiğini hissederdim." Benim aksime mutlu bir hayatı vardı ne güzel. Ben babam yanı başımdayken bile hep ona hasret kalmıştım.

 

"Sonra o girdi hayatıma. Kocama rast geldiğim için kendimi hep çok şanslı saydım. Beni sevdiğine olan inancımdan asla şüpheye düşmedim. Birlikte harika zaman geçirirdik. Beni dinler anlamaya çalışırdı." Gözlerimin içine bakarken yüzündeki masum tebessüm soldu. Yerini ise çorak bir acı aldı.

 

"Fakat sonra her şey bir anda darmadağın oldu." dedi mırıldanır gibi. "Bana olan aşkı bitti. Bir başkasını sayıkladığını, bana başka bir kadının adıyla seslendiğini duymaya başladım. İlk başlarda dil sürçmesi sandım, görmezden geldim. Fakat bir gün karşıma geçip, 'Yapamıyorum.' diye ağlamaya başladı. Zaten uzun zamandır bana hiç dokunmuyordu. Oğluna annelik yapmamı bile istemez olmuştu. Onu resmen benden kaçırdı. Daha fazla olanlara dayanamayıp ayrılmak istedim. Beni sürekli psikoloğa götürüyor, hasta olduğumu söyleyip tedavi sürecine girdiğimizden bahsediyordu." Hasta olanın kendisi olduğunu göremeyen bir adam... Ah ah kadınların kaderi hep aynı. Hem hasta ediyorlar hem de hem de üzülürmüş gibi rol kesiyorlar.

 

"Ben kendimi hasta hissetmiyordum. Onun yanında çok mutluydum. Saçlarımı okşaması, bana güzel sözler fısıldaması başıma gelen en güzel şeydi. Ama olmadı. Sonunda kaprislerine dayanamayıp ondan kaçtım. Şimdi kendime kalacak yer arıyorum." Yaşadıkları içime dokunmuştu. Onda kendimden parçalar bulmuş, acısını tahmin ettiğinden çok daha fazla anlamıştım. "Kimin kimsen yok mu?" Omuz silkip, "Beykoz'da bir teyzem var, ama onunla çok anlaşamıyoruz. Sanırım biraz psikolojik sorunları var. Bu yüzden onda kalmak istemiyorum. Sadece hafta da birkaç kez uğrarım yanına."

 

Düşünceli bir şekilde başımı kaşıdım. "Ben de yalnızım. Aslında bir ev arkadaşı bana da çok iyi gelirdi. Ev bir kişi için fazla büyük. Eğer istersen iş çıkışı benimle gelip bir gör. İstersen birlikte kalırız." Çocuksu bir sevinçle el çırpıp, "Harika olur." diye bağırdı. Kapı açılınca biraz telaşlanıp ayağa kalktım. Gelen Nezaket Hanım, şaşkınlıkla bana bakıp anlamsızca sendeledi.

 

"Kusura bakmayın. Arkadaşım biraz fazla heyecanlı. Tanıştırayım Naz." Naz'a dönüp, "Nezaket Hanım ve Melih Bey." diye takdim ettim. Aynı heyecanlı tavırlarla ellerini sıkıp, "Memnun oldum." diye kıkırdadı. Naz'ın aşırı tavırlarına şaşırmış olacaklar ki tuhaf tuhaf birbirlerine baktılar. Melih Bey, kasaya geçerken Nezaket Hanım yanıma gelip tatlılara baktı. Naz yüzünde kocaman bir tebessümle yeniden tatlısına yönelmiş, pembe barbie elbisesini küçük dokunuşlarla düzeltmeye başlamıştı.

 

Nezaket Hanım'ın ilgili bakışlarını sevecenlikle karşılayıp ona kahve ikram ettim. Bugün düne göre biraz daha tedirgin, biraz daha huzursuz görünüyorlardı. Bunda mahalledeki o kavganın etkisinin olduğunu anlamıştım. "Çok çalıştın. Gidip biraz dinlen tatlım. Hem arkadaşınla zaman geçirmiş olursun. Zaten pek müşteri yok. Biz de erken kapatacağız." Bunu duyduğuma epey sevinmiştim. Naz'a evi göstermek için harika bir fırsattı. Veda edip dükkândan ayrıldık. Naz, patronlarımı çok sevmişti. Yol boyunca çok sevimli, samimi insanlar olduğunu söyledi durdu. Çok farklı bir mizacı olduğunu anlamıştım. Hem çok zarif hem de deli dolu bir kadındı. Hayata benim aksime pembe gözlüklerle bakması hoşuma gitmişti. Ani değişen ruh halini çoğu zaman tuhaf karşılasam da hayatımdaki bu küçük değişiklikten memnun sayılırdım.

 

Biz söyleşe söyleşe gelirken, keyifli halimiz evimin çevresinde dolaşan adamların tuhaf bakışlarını üzerime düşürmüştü. Kilidi çevirip kapıyı açtım. Bu insanların varlığına tahammül etmeye bile alışmıştım. Mervan, onları bana göz kulak olmaları için tutmuştu. Bazen simitçi, bazen baloncu bazen de komşu olarak dolaşıyorlardı çevremde. Kim olduklarını bildiğim halde beni takip etmelerini görmezden geliyordum. Bu çoklu hayata alışalı çok olmuştu. Bir özelimin olmaması bile yadsınacak bir durum değildi artık benim için.

 

"Vay canına. Burası çok otantik." Naz, dudaklarını kocaman açıp mini eteğini savurarak prenses edasıyla kendi etrafında birkaç defa döndü. Mervan, benim zevkimi bildiği için tüm dekorasyonu modern tarzda yaptırmıştı. O beni pembe evlerin mobilyaların içine hapsederken kendi odama bile yabancılaşmaktan kurtulamamış, adeta emanet gelin gibi evin içinde dolaşıp durmuştum. Şimdi burayı biraz olsun evim olarak görebiliyordum. Çünkü burada sadece benim kurallarım vardı. Kendi zevkime göre pişirip taşırıyor, kimseye minnet etmeyip kendi paramı kazanıyordum. Her lokmasında alın terimin olduğunu bilmek gurur vericiydi. Eğer burada ailem ve oğlumla yaşayabilmiş olsaydım geçmişteki yaralarımı sarmak bu kadar zor olmayacaktı.

 

Naz dönmeyi bırakıp mutfağa yöneldi. Kavanozlara koyduğum kurabiyelere yutkunarak baktı. Şekerli şeylerden hoşlandığını anlamıştım. Ona koca bir bardak muzlu süt hazırlayıp kurabiyelerle birlikte salona geçtim. Kitaplığımı ilgiyle inceledi. Mervan'ın evinin aksine kitaplığım bilim dergileri ve bilim kurgu kitaplarıyla doluydu. Elbette fantastik eserlere duyduğum merak burada da kendini göstermişti. Üniversiteye hazırlık kitaplarımı görünce Naz bana hayret dolu bir bakış attı. "Sınavlara hazırlandığını bilmiyordum."

 

"Evet. Sınıf öğretmenliği okumak istiyorum. Kafede idareten çalışıyorum." Başını haylazca sallayıp, "Harika bir fikir." diye onayladı. Birlikte yemek yapıp odası için mobilyalar almaya karar verdik. Seçtiği mobilyalar benim aksime tamamen pembe ve tonlarıydı. Işıklı aynasını ve tüylü pembe elbiselerini görünce neredeyse düşüp bayılacaktım. Artık kitaplığımızda romantik aşk kitapları ve mangolar da ciddi yer kaplamaya başlamıştı. Gündüzleri kafede bana yardım ediyor, akşamları da birlikte film izleyip dolaşıyorduk. Ben ders çalışırken o ahşap boyamalar yapıyor, bana hazırladığı gül tatlılarından ikram ediyordu.

 

Yağmurlu bir gün onu teyzesine uğurladım. Şimşekler çakıyordu. Bağımlılık duygusu beni esir alınca enjektör sığınabildiğim tek liman olmuştu. Naz'ın yokluğunu fırsat bilip ilacı koluma enjekte ettim. Saniyeler sonra başım sertçe zemine düştü. Tıklayan kapı birkaç dakika sonra ayılıp tutunarak yerden kalkmama sebep oldu. Önemli bir şey olabileceğini düşünüp soluğu holde aldım. Kapı deliğinden baksam da karşımdaki yüzü karanlıkta seçememiştim. "Kim o!" diye bağırdığımda dışardan hâlâ bir ses gelmiyordu. Kendimi güvende hissediyordum. Çünkü biliyordum, Mervan bana bir zarar gelmesine asla izin vermezdi.

 

Çakan şimşekler içimdeki korkuyu her geçen dakika daha da artırıyordu. Kapıyı aralayıp karşımdaki yüze hayretle baktım. Karanlık, yüzünü seçmeme engel oluyordu. Yarı baygın bir vaziyetteydim ve sarhoş gibi ancak tutunarak ayakta duruyordum. Bulanık bakışlarımı netleştirmeye çalışarak halsizce ona baktım. Bu Mervan olabilir miydi?

 

"Sana geri döneceğimi söylemiştim Nazar." Ses bir adım gerilememe sebep olmuştu. "Sen!" O an çakan yıldırım ortamda kısa süreli bir aydınlığa sebep olmuştu ve bu kısacık an bile onun çehresini seçip bulunduğum yere yığılmam için yetmişti.

 

***

 

Çözülen bedenim yerde boylu boyunca yatarken bir çift güçlü kolun beni kucaklayıp kanepeye taşıdığını hissettim. Gerisini hayal meyal hatırlıyordum. Ne kadar uyudum, beni sarsan şey tam olarak neydi bilmiyordum. Uyandığımda saat gece 4 sularıydı. Titreyen ellerimi güçlükle zapt ederek kanepeden doğruldum. Mutfakta birkaç tıkırtı duyunca endişeyle oraya yöneldim. Oradaydı, elinde sıcak sütle öylece karşımda duruyordu. Gördüğüm şeyin bir hayal olmasından öyle çok korkuyordum ki yaşadığım heyecana bir isim bulmak bile oldukça güçtü.

 

"Mehmet... Karşımdasın, bu nasıl olabilir?" İçten bir tebessümle bana yaklaştı. Şaşkınlıktan bir tepki dahi veremiyordum. "Sana seni asla bırakmayacağımı söylemiştim. Hiç kimse beni senden ayıramaz." Zihnimdeki hengameyi bırakıp ona doğru atıldım ve kalp atışlarını hissedecek kadar güçlü bir şekilde sarıldım. Parmak uçları saçlarımda dolaştı. Bu gerçek miydi? Onu tamamen kaybettiğime inanırken varlığına inanmak öyle zordu ki. Kalbim donmak üzereyken gözlerim güneşe kavuşan kardelen gibi mahzun ve yaralıydı.

 

"Seni ne çok bekledim bir bilsen Mehmet. Öldüğünü duyduğumda kahroldum. İnanamadım." Başımı sinesinden kaldırıp sitemle ela gözlerine baktım. "Neden bu kadar geç? Neden Mehmet?" Ondan birkaç adım uzaklaştığımda hayal perdesini çoktan aralamış ve anlam veremediğim gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmıştım.

 

"Nazar dinle!"

 

"Hayır! Neler yaşadığımı biliyor musun?" Yazık eder gibi, "Bilemezsin." diye sayıkladım. "Zorla evlendirildim ben. Hapis hayatı yaşadım. Psikolojik işkencelere maruz kaldım. Hep bir gün bana döneceğinin hayaliyle yaşadım. Umutlarım yüzlerce kez öldü, ben her nefeste binlerce kez öldüm. Şimdi her şey mahvolmuşken hayatım bir enkaza dönmüşken karşıma geçmiş, 'Ben geldim' diyorsun. Şimdi gelmen neyi değiştirir?"

 

Ona sırtımı döndüğümde alnını sırtıma yaslayıp, "Bilmiyorsun. Hiçbir şeyden haberin yok." diye yalvardı. Bedenimi kendisine çevirip başparmağıyla zarifçe yanağımı okşadı. "Evlendiğini aylar sonra öğrendim. Askerde elim kolum bağlıydı. Kaçıp gitmek, sana gelmek istedim, izin vermediler. Umutsuzca kavuşma yolları aradım."

 

"Şimdi neden geldin?" Sustu. Sebebini bildiğini bile sanmıyordum. "Sensiz yapamadım Nazar. Bir yuva kurmuştun ve o adamla mutlu görünüyordun? Onun çocuklarını taşıyordun. Sana sarılıyordu, dokunuyordu. Artık hayatında bana yer olduğunu bile sanmıyordum. Tüm umutlarım ölmüştü. O zengin adam sana benden çok daha iyi bir hayat vermişti."

 

Histerik bir şekilde güldüm. Keşke iyi hayat marka kıyafetlerle ve lüks araçlarla olabilseydi. "Ne değiştirdi düşüncelerini? O notları yazıp neden beni umutlandırdın?"

 

Ellerimi avuçlarının arsına aldı. Gözleri yaşanılan onca şeye rağmen hâlâ bana içtenlikle gülümsüyordu. "Aşkından vazgeçemedim. Beni hâlâ sevdiğine inanmak istedim. Bir gün bir adam çıktı karşıma. Azat Mirzanoğlu... Bana olan biten her şeyi anlattı. Mervan'ın sana yaptığı her şeyi... Deliye dönmüştüm. Tezkereye daha zaman vardı ve ben artık orda durmaya katlanamıyordum. Beni oradan kaçıracağını ve kavuşmamız için yardım edeceğini söyledi. Biraz sabredip dişimi sıkmam gerekiyordu, fakat bende sabır diye bir şey kalmamıştı. O gün hayat bana hiç beklemediğim bir oyun oynadı. Bindiğimiz askeri araca füze atıldı ve kendimi karmaşadan yararlanıp dışarı atabildim. Arkadaşım Ahmet, saldırıda şehit olmuştu. Ceset tanınmaz bir haldeydi. Kimliğim ve DNA örneklerim araçta bulununca onu ben zannettiler. Azat her şeyi öyle mükemmel planlamıştı ki kimse oyunumuzdan haberdar olamadı. Bir süre onun gözetiminde saklandım fakat yanında olmak bana başka bedeller ödetecekti. Suça bulaşıp onlardan biri olmamı istiyordu. Buna tahammül edemezdim. Benden istediği her şeyi geride bırakıp kaçtım."

 

Duyduklarım karşısında neye uğradığımı şaşırmıştım. Bu gerçekten Mehmet miydi? Askerden kaçması, Azat'la iş birliği yapması, ailesini düşünmeden kendisini öldü göstermesi... Yaptığı hiçbir şeyi ona yakıştıramıyordum. Benim sevdiğim adamın yalanla dolanla bir işi olmazdı. Söz konusu ailesi olduğunda dünyayı ayağa kaldırır ama asla kaçıp saklanmazdı. Hakkını asla karanlık insanların siyah pelerinine saklanarak aramaz, adalete güvenirdi. Tüm söylediklerinin gerçek olduğuna inanamıyordum.

 

"Bir şey söylemeyecek misin?" dediğinde nefes almayı hatırladım. Duyduklarım inanılır gibi değildi.

 

"Ne diyeceğime bilmiyorum. Sanki karşımdaki sen değilsin de başka biri. Olanlar öyle tuhaf ki anlam vermekte, sindirmekte zorlanıyorum." Elimi dudaklarıma kavuşturup karşıdaki kanepeye oturmam için yönlendirdi. "Böyle düşünmekte haklısın. Mervan sana öyle acılar verdi ki yaşadıklarını kaldıramıyorsun." Elimi yanaklarına götürüp incitmekten korkar gibi usulca okşadı. "Artık ben varım. Bir daha ayrılmayacağız Nazar. Kaybettiğimiz her şeyi geri alacağız. Önümüzde birlikte yaşayacağımız harika yıllar var. Aşk olduktan sonra her şeyin üstesinden gelebiliriz."

 

"Peki ya ailen?" dedim hesap sorar gibi. "Onlar ne olacak? Annenin hâli içler acısıydı. Ölüm haberini alınca Sıdıka Hanım felç geçirdi. Kardeşin desen yapayalnız. Onların sana ihtiyacı vardı Mehmet. Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyorsun? Bunca zaman bu yalanla nasıl yaşadın?" Gerilmişti. Ayağa kalkıp camın buğusunu eliyle bir çırpıda sildi. "Benim için kolay olduğunu mu sanıyorsun? Mecburdum. Onları korumak için yaptım. Evet, bu hep böyle devam etmeyecek ama şu an için başka şansımız yok." Suskunluk yıllar sonra birleşen yollarımızın en hüzünlü akıbeti olmuştu.

 

"Sana söylemek istediğim bir şey var Nazar." Ayağa kalkıp yanına gittim. Daha ne kadar hayrete düşeceğimi ben de bilmiyordum ama hayatın şaplaklarına alıştığımdan başımıza meteor düşecek dese inanırdım. Yüzünü bana döndüğünde bakışlarındaki şefkat dinmeyen acılarıma kalan tek merhemdi. "Kızın Nazar... Asya hayatta. O ölmedi." İri iri açılan gözlerimle ve bembeyaz olan yüzümle karşısında buzdan bir heykel gibi öylece kalakalmıştım. Zihnim söylediği her heceyi matkapla deler gibi beynimin her köşesine yerleştirdi. Küçük bir sarsıntının ardından ona tutunarak güç bela ayakta kalabildim. "Sen neler söylüyorsun Mehmet?"

 

"Gerçekleri." dedi çok sıradan bir şey söylüyormuş gibi rahat bir edayla. Acıyla yutkundum. Asya'yı kaybettiğim o gün yeniden gözlerimin önüne geldi ve ben çivili bir tabutun içine hapsedilmişçesine elemle yaralı yaralı soludum. Mervan'la çektiğimiz acı, kızımın sesi kulaklarımda kahrolası bir ezgi gibi defalarca dolaştı durdu. "Nazar... Bana inanmak zorundasın." Yanaklarımı avuçlarına alıp sevgiyle okşadı. "Kızın hayatta."

 

"Bu nasıl olur Mehmet. Mervan bana öldüğünü söyledi. Ölüm raporunu gösterdi. Mezarına gittim onun. Başında... Başucunda pembe güllü, oyalı bir yemeni vardı. Benim yeminim." O anları düşlediğimde tüm mecalim bedenimi terk etti ve dizlerimin üstüne hafifçe düştüm. O anları yüzlerce kez rüyamda görsem de kabullenip duyarsızlaşamamıştım. Hemen yanıma diz çöküp başımı göğsüne hapsetti. "Biliyorum. Kabullenmesi çok zor ama gerçek bu. Sana oyun oynadılar Nazar."

 

"Hayır hayır. Buna inanamam. Mervan her şeyi yapar ama asla kızımızı kullanarak bana acı vermez. O benim gözlerinin önünde acı çekmeme, yavaş yavaş solup ölmeme dayanamaz." Ondan uzaklaştığımda ellerinin yumruk olduğunu ve içinin kıskançlık, öfke duygularıyla köpürüp palazlandığını hissettim. "Ona bu kadar değer verdiğini bilmiyordum." Kollarından kurtulduğumda aramızda aşamayacağımız duvarlar olduğunun iyice farkına varmıştım. Ne Mehmet eski Mehmet'ti ne de ben eski Nazar. Yaşanmışlıklarım asla tamamen yakamı bırakmayacak ve şüpheler bir daha eskisi gibi olmamamız için elinden geleni yapacaktı.

 

"Mervan'ı tanıyorum, o kızımıza böyle bir kötülük yapamaz. Beni kendi elleriyle öldürmez."

 

"Hımm, sahi mi? O halde neden şu an bir başkasının kimliğiyle yaşamaya çalışıyorsun? Neden Nazar'ı kendi elleriyle gömdü mezara?"

 

"Hiçbir şey bilmiyorsun!" Başını ellerinin arasına alıp gergince şakaklarını ovdu. "Biliyorum. Her şeyi Kadir Bey planladı. Sana acı vermek için, oğluyla kaçıp gitmemen için yaptı. Mervan'ı yanında tutmak istiyordu ve bunun için senin onun hayatında olmaman gerekiyordu. Hem Mervan'a hem de sana bir oyun oynadı. Bebeği öldü gösterip Mervan'ı katilin Azat olduğuna inandırdı. İkisi arasında senin de çok iyi bildiğin bir düşmanlık vardı. Senin Mervan'dan nefret etmeni istiyordu. Yollarınızın tamamen ayrılması için bu gerekliydi." Kafam iyice allak bullak olmuştu. Mehmet tüm bunları nerden bilebilirdi? O gün Mervan'la babası büyük bir çatışmanın eşiğine düşmüş, işi birbirlerine silah çekecek kadar ileri götürmüştü. Giderken Kadir Bey benden intikam alacağına dair yeminler etmişti ve beni mahvedeceğini söylemişti. Bu yüzden kızımı bizden koparmış olabilir miydi?

 

"Kızımın yaşadığını nasıl bilebilirsin Mehmet? Sen olayların hiçbir zaman bu kadar içinde değildin!" Omuzlarımdan tutup beni kendisine yaklaştırdı. "Nazar, Kadir Bey'in bu oyununu Azat çok iyi biliyordu. Onun en yakınındaki adamlarından birini satın aldı. Mervan ve Kadir Bey'le ilgili ne varsa casusu aracılığıyla öğrenebiliyorduk. Olayların nasıl gerçekleştiğini, kimlerin alet olduğunu biliyorduk. Mervan hâlâ kızının yaşadığından habersiz." Bu olmayacak bir şey değildi. Kadir Bey her kötülüğü kendisine yakıştırabilecek kadar sadist bir ruha sahipti. Peki ya Mervan? O bu yemi nasıl yutmuştu?

 

"Azat'ın öldürüldüğü günü hatırlıyor musun? O gün sana bazı gerçekleri söyleyecekti." Alınlarımızı birbirine yaslayıp gözlerime hasretle baktı. "Seni bana getirecekti Nazar. Birlikte kaçıp gidebilmemiz için bize yardım edecekti. Olmadı. Mervan, onun sana gerçekleri söylemesinden deli gibi korkuyordu. O adam kızınızın eceliyle öldüğünü düşünmeni istiyordu. Böylece sen Azat'la olan savaşının kızının canına mâl olduğunu bilmeyecek ve yalanlarına çaresizce inanacaktın." Gözyaşlarım yanaklarımı ıslattı. Bana kurulan bu tuzak içimde fırtınalar koparmış, vicdanıma üşüşen tüm akrepler acımasızca gönlüme zehrini bırakmıştı.

 

"Nasıl yaparlar bunu?" Ayağa kalktım. Bedenime ateşten bir gömlek giymişim gibi alev alev yanıyordum. "Allah'ım tüm bunlar nasıl olabilir? Bana o notları sen yazdın değil mi?" Başını onaylar gibi salladı. "Kızım nerde Mehmet? Kimin yanında? Güvende olduğundan emin olmak istiyorum." Beyaz gömleğinin cebinden birkaç fotoğraf çıkarıp bana uzattı. Kareler titrek ellerimde terleyen avuç içlerimle buluşmuştu.

 

"Bebeğim!" Bir buçuk yaşlarında dünyalar güzeli bir bebek bakışlarıma düştü. Sarı bukleli saçları ve mavi güzel gözleriyle onu son gördüğüm gibiydi. Ne kadar da güzel gülümsüyordu öyle! "Kızım... Beni nasıl senden ayırdılar? Nasıl dayandım bunca zaman yokluğuna?" Dolan gözlerini silip bana sımsıkı sarıldı. "Her şey geride kaldı. Artık birlikteyiz Nazar. Kızımızı onlardan kurtaracağız. Sonra aramıza Aras da katılacak ve o hep hayalini kurduğumuz hayat bizim olacak. Kötü günler geride kaldı aşkım. Mervan da babası da size zarar veremez artık."

 

Gözyaşlarımı silip toparlandım. "Kızım nerde Mehmet? Ona kavuşmak istiyorum. Şimdi kim bilir ne halde?"

 

"Sakin ol Nazar! Yerini biliyorum. Yarın birlikte gideceğiz."

 

"Neden yarın, neden şimdi değil?" Alnımdan öptü. "Sabırlı ol. Fevri davranarak her şeyi berbat edemeyiz. Hata yapma şansımız yok." Onu başımla onaylayıp sakin olmaya çalıştım. İçim içime sığmıyordu. Kızım hayattaydı, Mehmet ise bana geri dönmüştü. Bu mucize değil de neydi?

 

Duşa girip sakinleşmeye çalıştım. Döndüğümde Mehmet kanepe de uyuyakalmıştı. Sabaha kadar gözüme uyku girmemişti. Kızımı bulacağıma hâlâ inanamıyordum. Küçük bir kahvaltının ardından taksiye binip bize epey uzak bir adrese doğru yol aldık. Bu parkı daha önce de gördüğümü hatırlıyordum. Birlikte ağaçların arasında bir süre gizlendik. "Kızım!"

 

"Şşşş, lütfen sesini çıkarma. Her öğlen buraya geliyorlar. Asya'yı onlara evlatlık olarak vermişler." Bir saat kadar bekledikten sonra kadının bir boşluğundan faydalanıp bebek arabasına kadar yaklaştım. Kaşla göz arasında kızımı kollarımın arasına alıp deli gibi kaçmaya başladım. Taksiye binerken ona yeniden kavuşabildiğime hâlâ inanamıyordum. "Tamam bebeğim ağlama artık. Annen yanında, her şey geride kaldı." Mehmet, yüzünde içten bir tebessümle bize bakarken kendimi her şeyle baş edecek kadar güçlü hissediyordum. "Sana başaracağımızı söylemiştim Nazar. Artık kızımızı kimse bizden alamaz." Şoför telaşlı halimizden olacak bize tuhaf tuhaf baktı. O kısacık an bile beni korkudan aklımı yitirme seviyesine getirmişti. Bir şeyleri anlayıp bizi emniyete götürecek diye deli gibi korkmuştum. Kızımı benden bir kez daha almalarına asla dayanamazdım.

 

Dikiz aynasına baktığımda göz göze geldik ve saniyeler içinde battaniyeye sardığım kızımı kalbime bastırdım. Onu öpüp koklamaya doyamıyordum. İçimde öyle bir hasret vardı ki ne yapsam dinecek gibi değildi. "İyi misiniz abla?"

 

"İyiyim. Bir sorun yok!" Yollar arşınlanıp bitti. Sonunda eve ulaşmıştık. O günü asla unutamam. Kızıma sarılıp kokusunu saatlerce içime çekmiş, ilk mırıldanmalarını, kullandığı minik kelimeleri hayranlıkla takip etmiştim. Daha da güzelleşmiş, zarif bir kır çiçeği gibi serpilmişti. İlk başta beni yabancı olarak görse de kısa sürede varlığıma alışmış, yanımdan ayrılmaz olmuştu. Onu herkesten köşe bucak saklıyordum. Biri görüp elimden alır diye deli gibi korkuyordum. Etrafım Mervan'ın adamlarıyla doluyken, korkularımın gerçekleşmesi için sadece bir kıvılcım bile yeterdi.

 

Mehmet, Naz, Asya ve ben güzel bir aile olmuştuk. Naz, onunla oyunlar oynuyor, yaptığımız tatlıları ve kurabiyeleri zevkle Asya'ya yediriyordu. Oğlumla buluşmaya giderken Asya'yı Naz'a emanet ediyordum. Bu sayede Mervan, onun varlığını öğrenip mutluluğumuzu bozamıyordu. Nezaket Hanım ve Melih Bey de Asya'nın varlığından habersizdi. Onu köşe bucak saklamak istemiyordum fakat başka bir çıkar yol göremiyordum.

 

Mervan'ı görmeyeli uzun zaman olmuştu. Onun kızımızın yaşadığını bilmemesi içimi acıtıyordu. Bana yaptığı her şeye rağmen ondan böyle önemli bir şeyi gizlediğim için vicdan azabı çekiyordum. O ölüm gecesi geldi aklıma. Karşısında çok acımasız konuşmuş, yaralı bir babayı evlat katili olmakla suçlamıştım. O gün Mehmet'le akşam yemeği yerken sonunda dayanamayıp konuyu açmaya karar verdim. Düşüncelerimden habersiz sessizce yemeğini yiyordu. Dudaklarımı peçeteyle silip, "Bu durumu kaldıramıyorum." dedim. Bakışları anlamsızca üzerimde dolaştı ve kaşının birini tedirgin bir şekilde kaldırdı. "Neden bahsediyorsun?"

 

"Mervan... O kızımızın öldüğünü sanıyor. Acı çekiyor Mehmet. Hem de korkunç bir yalan yüzünden." Tüm keyfi kaçmıştı. "Bu artık bizim meselemiz değil Nazar. O yaptığı kötülüklerle bu acıları çoktan hak etti." Ayağa kalkıp Asya'nın beşiğine doğru yürümeye başladım. "Evlat acısının ne kadar zor olduğunu anlayamazsın Mehmet. Bunu sadece çeken bilir. Ona Asya'nın yaşadığını söylemek zorundayız." Gergin soluk alıp vermeleri canımı sıksa da sabırlı olmaya kararlıydım. Yanıma geldi ve ikna kabiliyetini sonuna kadar kullanarak, "Bir şey söylemeyeceğiz Nazar." diye fısıldadı. "Yapamam. Mervan, Asya'nın babası ve onun yaşadığını bilmeye hakkı var. Bunu ona borçluyum."

 

"Tamam söyle." dedi kızgın bakışlarını üzerime kusarken. "Hatta birlikte söyleyelim. Gelip alsın onu bizden." Bu düşünceye tahammül edemeyip yumruklarımı sıktım. Düştüğüm çıkmazı anlamış gibi devam etti. "Seni oğluna hasret bıraktı o adam Nazar. Sadece iki hafta da bir görüyorsun. Birkaç saat... Söylesene bu adam merhameti hak ediyor mu?" Söylediklerinde haklıydı haklı olmaya ama bu vicdan yükünü ne yapsam taşıyamıyordum.

 

Naz, içerden uyku sersemi gelip masanın diğer köşesine oturdu. Onun gelişiyle kısa bir sessizlik aramızda hüküm sürmeye başlamıştı. Mehmet'in beni kaybetmekten korktuğunu anlayabiliyordum. Mervan'a çok kızgındı ve kimse bu konuda haksız olduğunu söylemezdi. Ona karşı zayıf olmamız bizi durduran en önemli gerekçeyken yapacağım yanlış bir hamle bunca emeği ters düz etmeye yeterdi.

 

"Bilmiyorum. Artık kendi kimliğimle yaşamak istiyorum ama ortaya çıkmam halinde her şey daha kötü olabilir. Sevdiklerimin zarar görmesine dayanamam Mehmet." Naz, yanıma gelip bana sımsıkı sarıldı. "Biz hep yanındayız Nazar. Bunu sakın unutma." Omzumdaki elini sıkıp, "Biliyorum." dedim. Küçük bir çocuk gibi en ufak bir olumsuzlukta dudaklarını büzüyor, en ufak incitici bir sözde gözyaşlarını tutamıyordu. Saçları hep iki yandan topuz yapılmıştı ve üzerinde çocuksu kıyafetler bulunurdu. Yaptığı Barbie makyajıyla izlediğim Barbie'li çizgi filmlere benziyordu. Eline Mehmet'in bana hediye ettiği oyuncak bebeği alarak çocuksu bir heyecanla sımsıkı sarıldı. Uykulu bakışlarını görünce kanepeye uzanması için belini sarıp üzerini yumuşak bir battaniye ile örttüm. Kollarında oyuncak bebeği öylece masum masum bizi izliyordu.

 

"Özür dilerim Nazar. Sana sert çıkmak istemedim. Söz konusu o adam olunca öfkeden delirme seviyesine geliyorum."

 

"Sana kızgın değilim. Haksız sayılmazsın. Ama... Yaşadığım acıyı düşününce Mervan için üzülmeden edemiyorum. Gazetede haberleri çıkıyor. İyice içkiye müptela olmuş. Sarhoş sarhoş gezip ortalı talan ediyormuş. Bunca acıyı kaldıramadığını biliyorum." Burun kemerini sıkıp mahzun mahzun gözlerime baktı. "Bu bir tercih değil zorunluluk. Başka çaremiz yok." Ayağa kalkıp gitmek için hazırlandı.

 

"Yarın buraya bir Komiserle geleceğim. Elindeki çipi kullanarak suçluların cezasını çekmesini sağlayacağız. Artık daha fazla kimseye zarar veremeyecekler. Suçlular cezalarını bulduğunda ailelerimize kavuşmamak için bir sebebimiz kalmayacak." Elleri omzuma destek olan dumanlı dağlar gibi yerini aldı. "Çok yakında her şey geride kalacak ve o zaman kavuşmamız için önümüzde hiçbir engel kalmayacak." Başımı teskin eder gibi salladım. "Buna inanmayı öyle çok istiyorum ki."

 

"İnan." O usulca karanlığa karışırken ardından endişeli gözlerle baktım. Oğlumu öyle çok özlüyordum ki en ufak bir umut kırıntısı için pek çok şeyi feda edebilirdim. Camdan sokak ışıklarını seyre koyuldum. Naz, mışıl mışıl uyuyordu. Onun yüzünde tatlı bir tebessümle kedi gibi mırıltılı sesler çıkarması hoşuma gitmişti. Sokağın karşısındaki duvara bakarken duvarın üzerindeki bir gölge dikkatimi çekti. "Mervan!"

 

Sertçe yutkundum. Bu saatte evimin önünde ne işi vardı? Akla zarar bir hızla kapıdan çıkıp duvara doğru koşmaya başladım. Yoktu. Gördüğüm şeyin hayal mi gerçek mi olduğunu ayırt edemiyordum. Bakışlarım heyecanla etrafı taradı. Evimin arka tarafındaki duvarda bir gölge görünce yeniden ürkütmekten kaçınır gibi oraya yöneldim. Ne yazık ki duvarın ardında gördüğüm basit bir boşluktan ibaret olacaktı. Etrafa merakla göz gezdirerek yeniden eve yöneldim. Yolumun üzerindeki çıkıntıyı görmemem yere kapaklanmama ve düşmenin etkisiyle dizimin sıyrılmasına sebep oldu. Yeniden çevreme göz gezdirdim. Belli ki gördüklerim bir yanılsamadan ibaretti. Aksi takdirde Mervan, yaralanmama duyarsız kalmaz ve koşup bana yardım ederdi.

 

***

 

Mehmet, yanında Cemil Komiserle günler sonra yine geldi. Korkuyla da olsa Komisere tüm hikayemi anlattım. Ona çipi ve çipteki belgeleri gösterdim. Bana belgelerin çok önemli olduğunu detaylıca anlattı. Bunun için operasyon düzenleyip suçluları yakalayacaklarını, şimdilik sesimizi çıkarmadan olacakları beklememizin yapılabilecek en doğru şey olduğunu söyledi. Artık günlerin sayılı olduğunu bilmek içimin ferahlamasını, kalbimdeki kara bulutların dağılmasını sağladı.

 

Mehmet bu işlerle uğraşırken Naz da tüm enerjisini Asya ile ilgilenerek harcıyordu. Bir elinde Asya, bir elinde Mehmet'in aldığı oyuncak bebek keyfine diyecek yoktu. Psikolojik sorunları olduğunu fark ettiğimde ilk işim onu bir psikoloğa götürmek oldu. Geçmişinden sıyrılıp hayatını düzene koyabilmesi için bu gerekliydi. Çok korkuyordu. Basit bir kapı çarpması bile gözlerinin dolmasına, korkuyla tir tir titremesine sebep oluyordu çoğu zaman. Onu psikoloğa götürmek istediğimde ilk önce kabul etmek istemedi, fakat neyse ki ısrarlarım kısa sürede netice verdi ve benim de gelmem koşuluyla doktora gitmekte karar kıldı. Artık pek çok seansa birlikte katılıyor, doktorun verdiği ilaçları kullanması için annesi gibi ilgi gösteriyordum.

 

Doktor, onunla birlikte bana da yardımcı olmaya başladı. Başlarda konuşmaktan çekinsem de onu samimi bulduğum için kısa sürede çözüldüm. Bu yardım kısa sürede ikimizin de daha iyi hissetmesine sebep olmuştu. Artık daha sakin, duygularını kontrol edebilen birine dönüşmüştü Naz. Korkularının azalması ve karakterinin güçlenmesi beni her geçen gün daha da mutlu ediyordu.

 

Son zamanlarda ise hayatındaki yeni gelişmelerle benden uzaklaştı. Teyzesiyle ilişkilerini düzeltmek için ona daha sık uğramaya başlamıştı. Varlığını özlüyor ve yanımda olmasını istiyordum, fakat yine de yalnızlığımla barışıp ona zaman tanımaya karar verdim. Kızım bu süreçte benim en büyük destekçimdi. Onunla geçirdiğim kaliteli zaman içimdeki acılara biraz olsun merhem oluyordu.

 

Günler sonra onu her zaman gittiğimiz parka götürmüş zevkle salıncakta sallanışını izliyordum. Tanıdık bir sima gözlerimin perdesini yırttı. Gördüğüm kadın ilçede annemle görüşen dostlarından biriydi. Birkaç tebessümün ardından selam kelam faslına geçtik. Ona adımın Nazar olduğunu söyleyememiştim. Mehmet'ten haber gelene kadar bu oyunu devam ettirmeye mecburdum, aksi takdirde verdiğimiz tüm emekler boşa gidecekti. Elindeki pet şişeden birkaç yudum su içtikten sonra, içimdeki can acıtıcı soruyu ona yönelttim.

 

"Elif Ateş adında birini tanıyor musunuz?" Kadın biraz düşündükten sonra, "Evet, uzaktan bir tanıdığımdı. Birkaç sene de bir ilçeye tatile gittiğimde görüşürüz." Anneme öyle hasrettim ki bu kadar yakınlık bile bana uzak memleketlerden onun kokusunu getirmişti. Onunla bir çift laf eden, çocukluğumun geçtiği sokaklarda yürüyen bir insan gözüme cennet meleği gibi gelmişti. "Sen nerden tanıyorsun Elif Hanım'ı." dedi merak dolu bakışlarla. Gözlerimi kaçırdım. Yalan söylemeyi beceremezdim. Ne zaman dürüstlüğü rafa kaldırıp yalana yeltensem gözlerim kaçacak delik arardı.

 

"Uzaktan bir tanıdığım." dedim başımdaki beyaz bereyle yüzümü örtmeye çalışırken. Benden bir zarar gelmeyeceğini anlamış olacak ki küçük bir iç çekişin ardından esefle konuşmaya başladı. "Zavallı Elif. Bir süredir başı dertli ki sorma gitsin. Küçük kızı ormanlık alanda ölü bulundu. Zaten psikolojisi bozuktu diyorlar. Çocuğunu kaybettikten sonra toparlanamamış. Elif kızını kaybedince bir daha yüzü hiç gülmedi. Başları Diyarbakırlı bir aile ile bir süredir belada. Dünürü olacak adam küçük kızından memnun olmayınca büyüğünü de oğlundan boşatmak istedi. Büyük kızı Nurten'e boşansın diye çok baskı yapmışlar, az kalsın öldürüyorlarmış." Yutkunamadım. Dudaklarım titremeye başım zonklamaya başladı. Dolan gözlerimi ondan gizlemekte bir hayli zorlanır olmuştum. "Sonra."

 

"Sonrası Allah. Damadı Haşim, Nurten'e kaçalım demiş. Gelin de kabul etmiş. Önce karısıyla kızını Karadeniz'e göndermiş, güya peşlerinden ailesine sahip çıkmak için kendisi de kaçıp gelecekmiş. Gelmemiş. Ne dedilerse vazgeçirmişler oğlanı. Oğluyla Diyarbakır'da kalmış. Sonra da ailesinin uygun bulduğu başka bir kadınla evlenmiş." Ah ablam ah diye için için ağladım. Kendi ayaklarının üzerinde dur derken demek istediğim buydu işte! Bir başkasının sırtına binerek kazanılan hayat omuzlarından inince böyle yerle yeksan oluyordu. Keşke evleneceği adamın parasından önce karakterine baksaydı. Belki o zaman bu kadar acı çekip ihanetle mücadele etmezdi.

 

"Peki ya oğlu?" dedim dolu gözlerle. "Murat'a ne olmuş? Onlara da zarar vermişler mi?"

 

"Vermek istediler ama oğlan civanmert çıktı. Kayınpederi gönder kızımı deyince onu benden ölüm ayırır demiş almış karısıyla oğlunu bir süre için kaçıp gitmiş. Zavallı Hurşit Efendi de oğlundan ayrılmaya dayanamadı çocuklarının başına gelenlerden sonra felç geçirdi. Şimdi Elif Hanım, iki kızıyla felçli kocasıyla ilçede yaşamaya çalışıyor. Oğlundan hâlâ haber yok."

 

Daha fazla dayanamadım. Ayağa kalkıp gitmeye yeltendim. Duyduklarım beni kahretmişti. Arkamda iyi bir şeyler bırakmadığımı zaten biliyordum, fakat dağılan ailemin, sönen ocağımızın bu kadar vahim durumda olabileceğini bilemezdim. Ah Mervan! Ah! Mahvettin bizi. Mahvettin sıcacık yuvamızı. Hırsların ne seni mutlu etti ne beni ne de ailelerimizi. Yıkıp döktüklerin bu kadar ağırken başını yastığına nasıl rahat koyabiliyorsun?

 

"Nereye kızım?" Gözlerimdeki nemi sessizce silip çıkışa yöneldim. "Çok üzüldüm. Benim işlerim var, gitsem iyi olacak."

 

"İsmin neydi? Selamını iletirim bir daha görürsem." Yüzümü gizlemeye çalışarak kocaman güneş gözlüklerimi daha da burnuma indirdim. Sakı bir topuz yaptığım sarı saçlarımı neyse ki bere kapatıyordu ve bu halimle beni tanımayacaktı. "Nazlı Kaya... Sorarsa selam edersin. Ve ona de ki, "Hiçbir acı hiçbir ayrılık baki değildir. Karanlık er ya da geç son bulduğunda tüm anne kuşlar yavrularına kavuşur. Güçlü olsun!" Daha fazla konuşamadan içime hapsettiği acıyı sırtlanıp boğazımı kanatan çivilere inat kızımla uzaklaştım.

 

Eve geldiğimde sıcak duşun altında saatlerce ağladım. Yapabildiğim tek şey gözyaşı dökerek kalbime çöreklenen acıyı biraz olsun söndürebilmekti. Tek umudum Mehmet'ti artık. Gözlerim yolda bana geleceği anı hasretle bekliyordum. Komiser Cemil'e güvenmekle hata edip etmediğimi bilmiyordum. Neden hâlâ bir haber yoktu? Mehmet bana ihanet etmezdi. Öyleyse bu sessizliği nasıl yorumlamam gerekiyordu? Cemil Bey, Mehmet'i kandırmış olabilir miydi? Kendisine verdiğim çipi yanlış ellere teslim etmiş olabilir miydi?" Peki bize yardım edip kamuoyu oluşturacak olan gazeteci Aslı neden sessizdi? Ona güvenmekle erkenci mi davranmıştım?

 

Asya'yı yatağına yatırıp, kanepeye uzandım. Uykuya dalacağım esnada çalan telefon sıçrayarak uyanmama sebep oldu. İyi bir haber umuduyla nefesimi tutup cevap verdim. "Alo!"

 

"Nazar benim Mehmet."

 

"Mehmet... Neredesin? Neden bunca zaman haber vermedin?"

 

"Şimdi bunları konuşamayız Nazar. Mervan'ın karşısına çıkacağım. Artık oğluna hasret yaşamak zorunda kalmayacaksın. Onu sana getirmek için ne gerekirse yapacağım."

 

"Mehmet yapma!" dedim yalvarır gibi. "Mervan'ın sana bir zarar vermesinden korkuyorum. Onu tanımıyorsun." Sesindeki kararlılık tonundan bir şey eksilmemişti. "Sadece bekle beni. Bu kadar kolay değil." Kapanma sesi hayretler içinde diz çökmeme sebep oldu. Mehmet'in Mervan'a gücünün yetmeyeceğini biliyordum. Şimdi ne olacaktı?

 

 

Merhaba değerli dostlarım. 3. Kitabın son bölümüne sadece bir bölüm kaldı arkadaşlar. Onu da birkaç güne paylaşırım. Artık olayların çözüldüğü son kitaba geçmiş bulunmaktayız. Oldukça heyecanlı bölümler bizi bekliyor. Bildiğiniz gibi bu hikayenin bir formatı var. Geçmiş gelecek şeklinde ilerliyor. Geçmişi günlüklerden, kahraman bakış açısıyla okuyoruz. Geleceği ise İlahi bakış açısıyla aktarıyoruz. Bu yüzden artık Nazar'ın günlüğünü tamamladığımız için son kitapta Mervan'ın günlüğünün devamına geçiş yapacağız. Dîl-i Viran'da Mervan'ın çocukluğunu öğrenmiştik, 4.kitapta ise onu karanlığa iten olaylar silsilesi sizlerle buluşacak. Şimdilik hoşçakalın.

 

 

 

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%