@syildiz_koc
|
Medya: NİHAT İLHAN(BİR YAŞAMAK SANCISI)
. güvercin ak kanatlarıyla pencereye kondu. Gözleri içerdeki küskün bedeni hissetmiş gibi yaralı yaralı odayı taradı. Çıkardığı sesler kıpırdamaksızın yatan deli yürekli adamın gözlerinin açılmasına sebep oldu. Yaralı parmaklar tedirgince beyaz yatağın üzerinde dolaştı. Başını pencereye çevirmek istediğinde boyunluk hareketlerini fare kapanındaymış gibi kısıtladı. Yüzü cazibeli çehresini tamamen örtecek kadar sargılarla örtülmüş, kırılan kemikleri ise en ufak bir hareketi dahi yapamayacak kadar zavallı bir hale düşmüştü. Bedenindeki ağrılar belli belirsiz inlemelerin dudaklarından dökülmesine sebep oldu. Canı yanıyordu.
Yorgundu. Gözlerini her açtığında ölmediği için kahrediyor, aklına hücum eden gerçekler solan yaşama hevesini küstahça hırpalıyordu. Ölümü dilemişti. Silinip gitmeyi arzu etmişti kaçacak bir bucağı olmadığını anladığında. Yüreğindeki elem onun hayatla olan tüm bağını koparıyor, yaşama dair olan tüm hevesi uçurumda savrulan küller gibi ondan uzaklara doğru siliniyordu. Bıkmıştı artık o çakır gözlerin hayaliyle uyuyup uyanmaktan. Sevmekten, özlemekten bıkar mıydı insan? Bıkardı... Hiçbir zaman kavuşamayacağına inandığı birini sevmekten de özlemekten de vazgeçerdi insan. Aşk ömre ağır geliyorsa ve insanı bir sevda dilencisine çeviriyorsa istemese bile vazgeçmek de bir mecburiyet olurdu. Maşuk bir hayalden ibaret olduğunda aşık sadece çekip gitmeyi bilirdi.
Mervan kendi sonunu getirdiğini düşünürken hesaplamadığı bir irade onu ipten almış, kaybetmek için yanıp tutuştuğu hayatı yeniden avucuna bırakmıştı. Kader... Kaderin sahibi olduğunu düşünen bu kibirli adamı yine kaçtığı adalet sofrasına düşürmüştü ve şimdi istemese de kendisine biçilen cezayı çekmek zorundaydı. Azat'ı öldürürken birilerinin bunun hesabını soracağını zannetmiyordu. Çünkü güçlüydü. Güçlü olanlar her zaman adaletin sehpasından boynunu kurtaracak bir yol bulurdu. Bedel ödememek için kendi kendinin ipini çekmek istemişti ama Allah bu kadarına bile izin vermemişti.
Ölmek zor muydu gerçekten? Yo hayır dedi Mervan'ın kırık, meczup gönlü. Yaşamak zordu onun için. Hayatın zelzelesine tutulan hoyrat ömrü artık en ufak bir döküntüyü kaldıramayacak kadar değersizleşmişti kalbinde. Hiçbir şeye kızmazdı kendisine kızdığı kadar. Ne vardı bu kadar sevecek? Ne vardı kendisini sevmeyi beceremeyen minnacık bir kadın için darmaduman olacak? Görmeseydi onu, hissetmeseydi aşkını, çekilip gitseydi yamacından ne olurdu? Bu kadar yanmayı hak edecek kadar nasıl bir kötülük yapmış olabilirdi bu günahkâr şövalye?
Göz pınarlarından süzülen yaşlar sargıyla kaplı yanağından süzülüp yarasına sızdı. Yarım ağız bir tebessüm susuzluktan çatlamış bir halde olan dudaklarına ilişti. Bedensel acıları için teşekkür edeceğini hayatında hiç ummazdı. Çünkü bilirdi; o, acılarını eski bir mezara gömüp üzerinde tepineli çok olmuştu ve hayat kapattığı sandıktan ayaklarının üzerinde yükseltip onu daha büyük acılarla sınamıştı. Nazar'ı sevdiği günden beri ondan gayrı her acı yarasına merhem ciğerine nefes olmuştu. Bu dalları kırılıp, kökü kurumuş çınarı artık ne acı ne de ölüm korkutmuyordu.
Gözlerini saatlerce izlediği ahşap dolaba sabitledi. Yaralanan yüzeyinde çoğu insanın alelade leke diyeceği bir desen gözüne ilişmişti. Başkasına o çizgilere baktığında ne görürdü bilinmez ama Mervan'ın gördüğü tek şey açılmış, beyaz bir gül goncasıydı. Sanki o delikten Nazar'ın kokusunu alıyor, tenini yanında hissediyordu. Çok kızgındı ona. Verdiği tüm mücadeleyi, uğruna silip attığı onca şeyi ihanetiyle ulaşılmaz dağlara sürmüştü. Bu kadar zalim, bu kadar duygusuz nasıl olurdu bir kadın? 'Ölüme giderim ama teslim olmam' dediği halde nasıl hiçbir şey olmamış gibi onu polise ihbar ederdi? Mervan'ın cesedini görmek Nazar için hiç mi bir şey ifade etmiyordu? Kolunda kelepçelerle yanından alsalar, demir parmaklıkların ardına atsalar mutlu mu olacaktı? Bunca fedakarlığın karşılığı böylesi bir nankörlük mü olmalıydı? Bu sevdayı gören kayalar parçalanıp un ufak olur, dağlar eğilip dize gelirdi. Ne yazık ne bedbaht bir aşktı ki Nazar'ın gönlüne değmeyi bir türlü becerememişti.
Kapının açılma sesi tok bir yankı bıraktı. Odadaki nefes seslerine adım sesleri eşlik etti bir süre. "Hiç sizinle konuşmaya çalıştı mı?" Yahya, "Hayır Komiserim." Dedi başını kederle sallarken. Mervan'ın yorgun ve umutsuz hâli görmezden gelinecek gibi değildi. "Tüm gün o eski dolabı izliyor. Hoş zaten başını çevirip başka yöne bakması da bu durumda pek mümkün değil. Sorular sorup konuşmak istedim cevap vermedi."
Niyazi Mervan'ı uzaktan izlerken derin bir iç çekti. "Verdiğiniz şeylerden yiyor mu hiç? Zayıflamış gibi geldi." Yahya umutsuzca başını sallayıp Niyazi'yi reddetti. "Ağzına lokma koymuyor Komiserim. Serum olmasa şimdiye kadar çoktan ölmüştü. Adam ölmeye yeminli gibi. Hiç bu kadar açlığa ve susuzluğa direneni görmemiştim." Niyazi başını kaşıyıp boylu boyunca sargılar içinde yatan Mervan'a kontak bir bakış attı. Neler hissettiğini az çok anlıyordu. O da geçmişti bu yollardan. İhanetin zehri acıydı ve insan istemese de çareyi ölümde arıyordu.
Mervan enkaza dönen hayatından öyle umutsuzdu ki ölüm ona armağan oluvermişti bir anda. Bu armağana kavuşmak için elinden geleni yapardı. "Sizce o araçtan nasıl kurtuldu Komiserim? Bulduğumuzda nerdeyse kırılmadık kemiği kalmamıştı. Kendisini istese de tenekeye dönen o araçtan kurtaramaz." Niyazi elini ensesine atıp ufak ufak kaşıdı. Gözleri Mervan'ın feri sönmüş, ölü bakışlarında dolaştı bir süre. Hayatını önemseyecek bir mental sağlığı olduğunu düşünmüyordu.
"Muhtemelen emniyet kemerini bağlamamıştır. Çarpmanın etkisiyle çoğu insan araçta duramaz ve açılan kapıdan ya da camdan fırlar. Mervan'ın o araçtan bu şekilde çıkma ihtimali yüksek. Böyle bir şey yapacağını tahmin etmiştim. Günlükte Nazar'a intihar edeceğini söylemişti. Polislerle etrafını çevirmemiz çok iyi oldu. Bu adam bize canlı lazım." Yahya öngörüsüne hayran olduğu komiserine gururla gülümseyip dışarı çıktı. Bu işi kendisinden çok daha iyi halledeceğini biliyordu.
Niyazi, Mervan'a yaklaştığında genç adamın tedirginliği de git gide artıyordu. Son yaptıklarından sonra onunla aynı ortamda bulunmak bile korkunç bir deneyim olmuştu. Niyazi'ye hayatının en büyük kazığını atmıştı Mervan. O gece köstebeğin ipini çekerken aklına düşen günahları ruhunu huzursuz etmişti. Attığı iftiranın altında ezildiğini hissetti. İlk defa masum bir insanın ipini çekiyordu. Derdi suçlularla olan bu adama vicdan yükü o günden beri fazlasıyla ağır geliyordu. Ona yaptıklarının bir bedeli olabilir miydi başına gelenler? Bakışlarını kaçırdı. Yüzüne bakmak bile istemiyordu. Onunla konuşacak tek bir cümlesi bile yoktu. Nazar için harcadığı Komiserle yine yüz yüzeydi fakat Mervan onun karşısındaki eski güçlü adam değildi.
Niyazi çekmecedeki su dolu kapalı plastik bardağı çıkarıp Mervan'ın susuz dudaklarına yaklaştırdı. Mervan'ın kömür gözleri gurur belasına bu kadarcık rahmeti bile kabul edemeyecekti. "İnat etme de iç şunu. Kendini öldürmek için daha başarılı yöntemlere ihtiyacın olacak." Niyazi'den gelecek hiçbir iyiliği kabul etmek istemiyordu. Çünkü biliyordu bugüne kadar amel defterine işlediği belki de en büyük kötülüğü ona yapmıştı. Hayatını kurtarması yeterince canını yakarken bir de verdiği suyu bedeninde taşıyamazdı.
Niyazi işi diğer memurlara bırakıp Mervan'ı daha fazla örselemedi. Onu anlıyordu. Sevdiği kadının ihanetini sindirememesi, düşman bellediği birinden gelen iyiliklere yüz çevirmesi gayet normaldi. Oysa ne kadar da ortak noktaları vardı. Niyazi de en az Mervan kadar yaralıydı. İkisi de evlat acısı çekmiş, ikisi de sevdiği kadın tarafından yok sayılmıştı. Şimdi Mervan'a kızsa bile ne değişirdi ki? Her şeyi Nazar için yapmıştı. Onu bu hale getiren şeyin ne olduğunu bilmek Niyazi'nin içindeki nefret volkanını söndürmüş, kendi intikam heveslerinden vazgeçip milletinin menfaatlerini aramaya sevk etmişti. Bağlı olduğu görevi ve içindeki vatan sevgisi kendi onurunu bir kenara bırakıp doğru olanda karar kılması için yetmişti.
"Bugün daha iyi görünüyorsun Hanzade. Tahmin ettiğimden daha çabuk topladın. Hâlâ güçlü bir adamsın!" Mervan, gözlerini dolaptaki o desenden ayırma zahmetine bile girmemişti. Konuşmak zorunda olmadığı için Allah'a şükrediyordu. Çenesi zarar gördüğünden bir süre konuşma yetisini kullanamayacaktı. Niyazi'ye anlatacağı hiçbir şeyi yoktu ve olmasını da istemiyordu. Geleceği gizemini korurken tek isteği silinip gitmekti. Daha fazla bu hayatın yükünü taşıyamazdı.
"Bir hafta sonra çenendekiler çıkarıldıktan sonra konuşmamak için hiçbir bahanen kalmayacak." Mervan sessizliği korudu. Basit bir inlemenin bile dudaklarından dökülmesini istemiyordu. Bu adam iyileşmek istediğini nasıl düşünebilirdi? Mervan'ı hayatta tutan ne kalmıştı ki? Neye dayanacaktı? Ne için mücadele edecekti bu demir yürekli adam? Kendisini her fırsatta sırtından vuran Nazar için mi? Yüzüne hasret kaldığı çocukları için mi? Hapse girip o korkunç insanların yanında tükenen ömrünü daha da bitirmek için mi? Mervan'ı hayatta tutabilecek kadar değerli hiçbir şey yoktu.
Kızgındı. Nazar her şeyi hatırlıyordu ve hafızası yerine gelir gelmez sorduğu ilk insan da yine Mehmet olmuştu. Âşık olduğu tek kadın birlikte geçirdikleri tüm o güzel anları bir kenara bırakmış ve eski sevgilisinin derdine düşmüştü. Onun için kendinden bile vazgeçmişti Mervan ama belli ki bu Nazar'ın umurunda bile değildi. Artık ona verebileceği bir umudu bile yoktu. Mervan geleceğini çoktan parmaklıklar ardındaki o mahzene hapsetmişti.
Niyazi sandalyeyi çekip huzursuzca yumruklarını sıkan Mervan'ın yanı başına oturdu. Mervan bakışlarının karşılaşmaması için her şeyi yapıyordu. Bir an önce çekip gitmeliydi Niyazi. Azılı bir suçluyu yakaladığı için Mervan ona madalya takıp alnından öpecek değildi ya!
"Devletine teşekkür etmelisin. Seni tanık koruma programına alarak olası tüm tehlikelerden korudu. Doktorlar iyileşip yeniden sağlığına kavuşman için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu gelişmelerden mutlu olman gerekiyor. Bir gün yeniden suçlarının diyetini ödemiş özgür bir insan olarak hayatına dönebileceksin." Mervan, alaydan hallice kabul ettiği bu sözlere yumruklarını sıkıp titreterek karşılık verdi. Bu hareketiyle parmak boğumları bembeyaz olmuş, kanı sanki teninden çekilmişti. Niyazi onu fark etse de sözlerine poz atarak devam etmekte bir sakınca görmüyordu.
"Elbette tüm bunları senin kara kaşın, kara gözün, gül yüzün için yapmıyoruz." Mervan amaçlarının ne olduğunu iyi biliyordu, Komiser onu konuşturmak için elinden geleni ardına koymayacaktı. En başından beri Mervan'ın isteği de buydu aslında. Babasının başını çektiği kirli dünyayı yeraltı haşerelerine dar etmek, evlerini başlarına yıkmaktı. Bunun için her şeyi yapabilirdi fakat içinden bir şeyler yapmak gelmiyordu. Bedensel gücünden önce duygusal gücünü kaybetmişti Mervan. Hayalleri ölen biri bir başkasının hayallerine ortak olup gerçekleştiremezdi.
"Elinde gizli belgeler olduğunu biliyoruz Mervan Hanzade." Dedi Niyazi Mervan'ın önüne küçük bir not defterini kalemle birlikte bırakırken. "Suç dünyasının para baronlarıyla sürekli irtibat halindeydin. Pek çok suça bulaştığını ve onların bağlantılarını bildiğini biliyoruz. O zalimleri bu memleketten silip milletimizin huzur ve güvenliğini sağlamakla yükümlüyüz. Görevimizi yapabilmemiz için bize yardım etmen gerekiyor." İçeri giren genç adam Mervan'ın bakışlarını kendisine çekti ve Niyazi'nin hemen yanındaki koltuğa oturdu. Niyazi onu takdim etmekte fazlasıyla aceleciydi. Karşısındaki adam otuz yaşlarında fırça gibi saçları, siyah kısa sakalları olan yakışıklı bir memurdu. Üzerinde üniforması yoktu. Mervan sıradan bir vatandaş olmadığını gösterdiği rozetten ve polis kimliğinden anladı.
"Bu beyefendi Mert Komiser. Organize işlerde hatırı sayılır, profesyonel biridir. Azat Mirzaoğlu cinayeti nasıl benim işimse diğer suçlarınla ilgili çalışmaları da o yürütecek." Mert Niyazi'ye yaramaz bakışlar atıp sırıttı. "Demek Aslanhan sensin. Tanıştığımıza sevindim Mervan Hanzade. Ünün senden önde gidiyor." Mervan, Mert Komisere hayatındaki en gereksiz detaymış gibi bakıp bakışlarını çevirdi. Bu umursamazlık Niyazi'yi kızdırsa da köpürüp bu yaralı adamı daha fazla örselemedi.
"Mervan... Büyük bir operasyon düzenleyip suç şebekelerini bu coğrafyadan sileceğiz. Yeraltı alemindeki o karanlık adamların hak ettiği cezayı bulabilmesi için yardımın gerek. Göründüğün kadar vicdansız olmadığını biliyorum. Elindeki delilleri bize ver. Nazar'daki çipin bir değeri kalmadı. Adamlar eskisinden çok daha gizli çalışmalar yürüterek kuryelerini değiştirdi. Eş zamanlı operasyonlar düzenleyerek vatanımızı bu hainlerden temizleyebiliriz."
Mervan vicdanını baltalayarak bakışlarını onlardan çevirdi. Bunu yapmayı her şeyden çok istese de kızgınlığı tüm düşüncelerine ve hamlelerine galebe çalıyordu. Niyazi ise onu bu işe ortak etmeye pek hevesliydi. Gerekirse her gün gelecek ve Mervan'ı bu büyük operasyona ikna etmek için elinden geleni ardına koymayacaktı. "Bu toprakların ekmeğini yedin Mervan, suyunu içtin. Bu hizmeti ülkene borçlusun."
Niyazi ayağa kalkıp sargılarla dolu o yitik bedene doğru eğildi. Gözleri Mervan'ın karamsarlıkla hemhal olan siyah, sürmeli gözlerinde uzun kıvrak kirpiklerinde dolaştı. "Nasıl gidecektin söylesene! Dümeni hainlere bırakarak nasıl hiçbir şey olmamış gibi yaşayacaktın?" Mervan yüzünü çevirdiğinde Niyazi onu yanaklarından kavrayıp tekrar bakışlarının kadrajına sığdırdı. Onu istediğini almadan asla bırakmazdı.
"Kaçamazsın! Gençleri zehirliyorlar. Kaçakçılık, insan ticareti, uyuşturucu... Gözümüzün görmediği yerlerde kim bilir ne belalar çöküyor çocuklarımızın, gençlerimizin üzerine. Bildiklerini paylaş devlet de seni olabilecek tüm tehlikelerden korusun. Söz veriyorum cezanda indirim alman için ne gerekirse yapacağım. Pişmanlık yasasından faydalanarak, devletine hizmet ederek suçunu hafifletebilirsin." Mervan, Niyazi tüm bu teklifleri yapmasa da o adamları ininde rahat bırakmamaya kararlıydı. Hapse düşecek olmak ona ölümden beter geliyordu. Onca yaşanılandan sonra düştüğü girdaba dönemezdi. Geçmişine sünger çekecek güce sahip olmadığı halde karanlığın içinde bir başına dalamazdı. Hapiste geçen bir gün bile azap demekti Mervan'a. Bir gün bile ölüm... Hapis hayatı onun için bir seçenek olamazdı artık. Sadece son olurdu?
Niyazi Mert'e bakıp onu ikna etmek için tüm kozlarını oynayacağını hissettirdi. "Çocukları sevdiğini biliyorum Mervan. Onların göz göre ateşe çekilmesine izin veremezsin. Ardında bıraktıklarını düşün. Çocuklarının bu hainlerin elinde harcanmayacağından emin olabilir misin? Peki ya Nazar'ın?" Sevdiği kadının ismini duymak bile Mervan'ı delirtmeye yetmişti. Nazar hâlâ güvende sayılmazdı. Kadir Bey, yokluğundan faydalanıp Nazar'ı ölmekten beter ederdi de kimsenin ruhu bile duymazdı. O adam Nazar'ın ve oğlunun en büyük düşmanıydı. Yapacağı bu hamle Kadir Bey'i durduracak tek şeydi. Peki savunmasız kalan ailesinin güvende kalacağına kim inanırdı? Mervan yoktu artık. Kadir Bey tutuklanacaktı. Korkut hasta Haşim saftı. Baran düşmanlarına ne kadar karşı durabilirdi ki? Silah tutmayı bile bilmezdi o. Nasıl başa çıkacaktı o yeraltı haşereleriyle?
Aklına gelen korkunç düşünce yutkunmasına sebep oldu. Ya Baran'ı ve Aras'ı da Mervan gibi harcarsa Kadir Bey? Ya ikisini de Mervan'ın kaçtığı o hayata mahkûm ederse? Eğer yaşarsa bir gün oğlunu karşısında düşmanı olarak bulmayacağının garantisi var mıydı?
Niyazi, çenesini ovup yaralı adama hüzünlü bir bakış attı. "Seni öldü zannediyor Mervan." İç çekişler eşliğinde fısıldadı. "Seni karanlık güçlerin hedefi haline getirmemek için öldü gösterdik. Plânladığımız eş zamanlı operasyonlar nihayete ermeden ortaya çıkman imkânsız." Mervan'ın yüreğindeki korku duyduklarından sonra zapt edilemez bir boyuta erişmişti. Kadir Bey oğlunun ölümünden Nazar'ı sorumlu tutacak ve onu mahvetmek için elinden geleni ardına koymayacaktı. Bakışlarını çevirdiğinde Niyazi'nin gerçekleri fısıldadığını anladı. "Bizimle iş birliği yaparsan sevdiklerini de korumuş olursun." Mervan'ın inlemeleri artınca bir şeyler söylemek istediğini anlayan Niyazi, dolma kalemin ucunu açtı. Mervan, kalemi kavrayıp kargacık burgacık bir yazıyla, "Nazar güvende mi?" yazdı.
"Evet güvende. Ev polisler tarafından korunuyor." Mervan, kalemi eline alıp yavaş hamlelerle cansız bir cümle daha yazdı. "Öldüğümü öğrendiğinde ne yaptı?" Mert ve Niyazi sabırla bakıştı. Hâlâ kendinden çok Nazar'ı düşündüğünü görmek onlarda şaşkınlığa sebep olmuştu. Aşk böyle bir şeydi. Yüreğe bir kez düştüğünde ne akıl kalıyordu ne de fikir. Mervan Nazar'a duyduğu aşk yüzünden kendi olmaktan vazgeçmiş ve sadece onun için yaşayan birine dönüşmüştü. Niyazi, Mervan'daki heyecanı anlar anlamaz bunun bir başlangıç olduğunu düşünüp Mervan'ı Nazar'ı kullanarak ikna etmeye çalıştı. Bu adamın inadını kıracak tek şey aşkıydı.
"O iyi Aslanhan. Sen kaza geçirdiğinde delirmiş gibiydi. Kriz geçirdi. Bu kadar acı çekeceğin düşünmüyordum. Neredeyse peşinden uçuruma atlayacaktı. Ailesiyle konuştum. Psikolojik durumu pek iyi değilmiş. Yardım alıyor." Nazar'ın halini düşündüğünde Mervan'ın gözlerinden iki damla yaş süzüldü. "Ona hakkındaki kararı bildirmedim. Buna iznim yoktu maalesef. Sizi bir araya getirip görüştürebilirim fakat önce bu işlerin bitmesi gerekiyor. İzin ancak operasyondan sonra çıkar." Mervan'ın dudakları belli belirsiz aralandı. Nazar kendisini unutmamıştı. Onun için acı çekiyor, gözyaşı döküyordu. Belki de pişmandı yaptıklarına. Olanları yaşanmamış sayıp bir araya gelmek için dualar ediyordu kim bilir? Niyazi nerden bilecekti verdiği haberin Mervan'ı mezardan çıkarıp beyaz bulutların üzerine çıkaracağını. Nazar Mervan'ı seviyordu, onu özlüyordu ya, bundan daha güzel ne olabilirdi ki?
Mert ve Niyazi, Mervan'daki bu değişimi fark etmişti. Bakışları hareket halindeki dolma kalemi takip etti bir süre daha. Yaptıklarım için üzgünüm. Yazılanlar Niyazi'yi Oktay'ın öldürüldüğü o korkunç geceye götürdü. Dostunun kanlar içinde son nefesini verdiğini hatırladığında dolan gözlerini gizlemek onun için de imkânsız bir hale gelmişti. Yumruklarını sıkıp ciğerlerindeki efkarı havaya karıştırdı. Üzerinden bin yıl geçse de yaralarının iyileşemeyeceğini biliyordu. Ne bileklerindeki soğuk kelepçeleri unuturdu ne de arkadaşlarına bıçak çektiği o kasvetli anları. Demir parmaklıkların ardında nefessiz kaldığı o dehşetli anlar asla belleğini harcamaktan vazgeçmezdi. Eğer gizli bir el geceye dair kanıtları mahkemeye sunmasaydı bugün Niyazi dost katili olarak damgalanacak ve alnındaki siyah lekeyle hapislerde çürüyecekti.
Mert elini dostça Niyazi'nin omzuna bıraktı. Desteğini mesai arkadaşından asla esirgemeyecekti.
***
Vuslatın hasretiyle darmadağın olan hangi kalbe geceler ziyan gibi gelmezdi ki? Nazar tüm geceyi uykusuz, pencere kenarında geçirmişti. Yorgun bedenini sıcak bir yatağa emanet edememenin yıkıcı mahmurluğunu yaşıyordu. Dolunayın karşısında düşünceden düşünceye sıçradığından kurduğu düşlerden sıyrılıp gecenin demlerine kavuşamamıştı. İçindeki evlat hasreti dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Aldığı her nefes boynunun borcu olmuş, hayat vereceği bedeni elemin karanlık renklerini sindirmişti. Oğlunu göreceği gecenin sabahında nasıl gözlerini uyku tutardı? Bunca zaman beklemişken neden son birkaç saat geçip gitmemekte bu kadar direnirdi?
Büyük buluşmaya 4 saat kala yatağından kalkıp güzel bir duş aldı. Üzerine oğlunun görmeye alışkın olduğu pudra rengi uzun, romantik bir elbise geçirdi. Saçlarını buklelerle hareketlendirip şekillendirdi. İnce örgüsünün kenarına iliştirdiği mini pembe gül tomurcuklarıyla Mervan'ın malikanesinde olduğu gibi tanıdık bir sima haline gelmişti. Soft, güzel bir makyajla uzun zamandır gölgelenen güzelliğini hareketlendirdi. Şimdi iş önceki mayaladığı hamuru şekillendirip Aras'a en sevdiği çöreklerden yapmaya gelmişti. Gül desenleri olan pembe mutfak önlüğünü boynundan geçirip kolları sıvadı. Gül şeklini verdiği çöreklerin bir kısmını patatesli bir kısmını peynirli yapmıştı. Oğlu için bir şeyler yapıyor olmanın heyecanıyla zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı bile.
Kendi elleriyle hazırladığı meyveli sütü dolaba koyup havuçlu kek için gereken malzemeleri tezgâha bıraktı. Şanslı günündeydi. Keki bile bir başka kabarmış, hazırladığı portakallı kurabiyelerin mis gibi kokusu mutfağı lezzet şölenine çevirmişti. O saklama kaplarına lezzet cümbüşünü yerleştirirken birkaç tok adım parke zeminde varlığını hissettirdi.
"Günaydın güzellik!"
"Günaydın benim yakışıklılığı abim." Murat dudaklarını neşeyle kıvırıp kaşının birini kaldırdı. O da en az Nazar kadar şık ve mutlu görünüyordu. Üzerindeki siyah, sarı renkteki tişörtünü siyah kot pantolonuyla tamamlamış saçlarını özel şekillendiriciyle yandan taramıştı. Nazar'ın iyi hâli onun da huzurlu olmasını sağlamıştı. Şimdi tek dileği Nazar'ın da evlat acısından kurtulup Aras'a kavuşmasıydı.
"Oooo, hanımefendi iltifat ettiğine göre bugün hiç olmadığı kadar neşeli." Nazar, elindeki spatula ile kurabiyeleri tepsiden çıkarırken abisi de çöreklere iştahla bakıp dudaklarını yalıyordu. "Of! Sen güzel şeysin böyle!" Murat daha fazla dayanamayıp fırından yeni çıkan çöreklerden birine uzandı ve Nazar'ın sıcak demesine aldırmadan büyük bir ısırık aldı. "Uff yandım." Murat ağzını yanar dağ gibi birkaç kez ağzını açıp kapayınca Nazar'da endişeyle suyu yavaş yavaş içirmeye çalıştı. "Seni çörek canavarı seni. Böyle sabırsız olursan olacağı bu işte!" Murat Nazar'ın gülen gözlerinin istikametinden çıkmadan suyun kalanını yudumlamaya devam etti. "Harika yapmışsın, ama çok sıcak."
"Çocukken de böyleydin sen. Sobadaki sıcak çöreklere dadanır, pişmeden hamur haliyle yemeye çalışırdın." Murat kardeşine sarılıp, "Bak bak, neleri de hatırlarmış küçük cadı." diye kıkırdadı. Nazar'a takılmayı, onunla geçmişi yad etmeyi çok severdi.
"Hatırlamaz olur muyum? Annemle az yanık kremi sürmedik ellerine." Nazar'ın sözleri Murat'ı güldürse de kurabiyelerden uzak tutmaya yetmemişti. "O zamanlar çok tombuldun. Yürürken göbeğin bağımsızlığını ilan eder senden ayrı hoplayıp zıplardı." Nazar yanaklarını şişirip ellerini dengesin kaybetmiş gibi iki yandan aşağı yukarı salladı. Bu taklidi Murat'ı kahkahalara boğmuştu. Onlar tatlı tatlı atışırken Burak da koşar adım mutfağa gelmişti. Bukle bukle saçları renk olarak babasına şekil olarak annesine benzerdi. Yeşil gözleri her zaman hafif nemli ve pırıl pırıl olurdu. Bu küçük bey Aras'tan biraz daha büyüktü ve tip olarak Nazar'ın ailesine benziyordu.
"Mama... Cici hala mama yapmış." Murat oğluna sımsıkı sarılıp öpüp kokladı. "Halanın daha ne marifetleri var bir bilsen. Bu daha bir şey değil." Murat ılıyan kekten oğlunun ağzına birkaç lokma iliştirdi. Küçük çocuk büyük bir keyifle ağzını şapırdatmaya, elindeki kek parçasını yutup parmaklarını yalamaya başladı. "Boğulacaksın oğlum. Merak etme bol bol var." Nazar sürahiye hazırladığı limonatadan bir çay bardağı Burak için doldurdu. "Şunu da iç bakalım. Boğazında kalmasın. Eğer babana çektiysen biraz sonra müthiş bir öksürük tufanına tutulabilirsin."
"Birileri beni taşlamaktan hiç vazgeçmeyecek anlaşılan. Sarı cadı ne olacak!" dedi Murat Nazar'ın hafifçe saçını çekerken. Nazar bu hareketten sonra önce kaşlarını kaldırıp Murat'a ters ters baktı. Ardında da keki karıştırdığı kaptan biraz kalıntı alıp abisinin yüzüne sürdü. "Bunu hak ettin." Murat Nazar'ın saçlarına asılırken Burak kıkırdayarak ortalığın tam bir curcunaya dönmesini sağladı.
"Kolay gelsin." Zeynep'in ortama girişiyle Nazar huzursuzca işinin başına döndü. Hazırladığı yiyecekleri saklama kaplarına koyup kapaklarını kapattı. "Ne kadar da neşelisiniz böyle!" Murat olası fırtınayı engelleme gayesiyle Zeynep'i belinden yakalayıp tezgâha yaklaştırdı. "Günaydın canım." Zeynep'te aynı sıcaklığı görmese de onu ortama katıp neşelendirme umuduyla didinip duruyordu.
"Nazar harika çörekler, kurabiyeler yapmış. Bence bunları denemelisin." Zeynep tezgâha göz gezdirdikten sonra asık yüzünü esirgemeden dudaklarını kinle birbirine bastırdı. "Gerek yok. Siz devam edin. Benim sizden farklı olarak dert etmem gereken daha önemli meselelerim var." Zeynep'in dinmeyen kini Nazar'ın başında da gazap şimşekleri çaktırmıştı. "Ne demek istiyorsun Zeynep, açık konuş!" Zeynep, Nazar'ın dibine kadar sokulup kalçasını tezgâha dayadı. Artık öfkesini içinde tutmaya sabrı, olanlara susmaya gücü kalmamıştı. Abisini kaybetmişti. Mervan bir mezara bile sahip değilken Nazar'ın hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi kanına dokunuyordu.
"Abim öldü Nazar. O artık hayatta değil. Yeğenlerim babasız kaldı. Sen hiçbir şey olmamış gibi, olanların tek sorumlusu sen değilmişsin gibi yaşamaya devam ediyorsun. Yakıp yıktığın, darmadağın ettiğin bu yuvanın senin için zerre kadar önemi yok!" Murat Zeynep'i kolundan tutup kendine çekti. Bakışları sertleşmiş, sesi kinle hemhal olmuştu. Mervan adı bile onu delirtmeye yeterdi. Şimdi hak ettiğini düşündüğü son için karısında özür dileyecek değildi.
"Yeter Zeynep. Olanlarda ne Nazar'ın bir günahı var ne de ailemizin. Abin bir suçluydu ve her suçlu gibi yaptıklarının bedelini ödedi. Nazar'la tehditler savurarak zorla evlendi. Onu öldü gösterip bizden koparmaya çalıştı. Mervan'ın hataları yüzünden ne büyük bedeller ödediğimizi hatırla. Babamın bu hale gelmesinde, ablamın yuvasının dağılmasında ne kadar suçu olduğunu düşün." Zeynep acısı yetmezmiş gibi bir de suç dayatmalarına dayanamıyordu. Eline geçirdiği tabağı hırsla yere fırlattı. "Yeter! Ben abimi kaybettim, sen beni teselli edeceğin yerde geçmişi sayıp döküp suçlamaya çalışıyorsun. Biz seninle olabilecek her şeyi göze alarak bir yola çıktık ve sonuçlarının böyle olması beklediğimiz bir durumdu."
Kendileri hüzünle izleyen Nazar'a dönüp sesinin son perdesini kullanarak bağırdı. "Her şey onun yüzünden oldu. Abim onu en başından beri deliler gibi seviyordu. İstediği tek şey aşkına karşılık bulabilmekti." Zeynep, Murat'a rağmen Nazar'ı omuzlarından yakalayıp tezgâha sıkıştırdı. Canının acıması umurunda bile değildi, tek isteği abisinin felaketi olan kadını biraz olsun acıtıp hırpalayabilmekti. İçindeki ateşin sönmesi için bundan başka bir yol düşünemiyordu.
"Biraz sevgi gösterseydin ne olurdu? Bu kadar kırıp yaralamak zorunda mıydın?" Zeynep'in ölçüsüz hareketleri Nazar'ın içindeki yarayı daha da kanatmış, dermansız dertlerini yüreğinin karanlık sahillerine düşürmüştü. Murat, Nazar'ı Zeynep'ten kurtarmaya çalışırken artan öfkesiyle de başa çıkmak zorunda kalmıştı. "Saçmalıyorsun Zeynep. Nazar'ın olanlarda hiçbir suçu yok. Ölümü tercih eden Mervan'ın ta kendisiydi. Mahkumiyete dayanamadığı için çareyi ölümde buldu. Eğer yaşasaydı asla hayatımız düzene giremezdi. O ailemiz için bir tehdit ve ölümü sen kabul etmesen de bir şeylerin toparlanması için en doğru yol oldu." Zeynep kocasını itip tezgahtaki her şeyi Nazar'ın acı dolu bakışlarının arasında yere savurdu. Mervan pek konuda suçlu olabilirdi ama bunu her fırsatta yüzünü vurup ölümünü huzur kaynağı olarak görmeleri zoruna gidiyordu.
"Zeynep lütfen!"
"Dokunma bana! O göründüğü kadar kötü biri değil. Bana seninle kaçmam için yardım eden oydu. Bana para veren, bizi koruması için peşimize adam takan oydu. Babam yuvamızı yıkmasın diye mücadele etti. Ona karşı durdu. Bu yardımı kabul etmeyeceğini bildiğim için söyleyemedim. Anlatamadım." O hıçkırıklar içinde ağlarken Nazar içeri giren Nurten'e gözyaşları içinde baktı. Onun solan zavallı ömrü de yüreğini yakışıyor, tüm duygularını kezzapla eriyip tüketiyordu.
"Nurten'e Haşim abimle kaçması için o yardım etti. Yurtdışına çıkmalarını sağlayacak belgeleri, paraları, onları koruyacak adamları bile abim hazırladı. Haşim korkaklık yapmasaydı bugün Nurten dağılan ailesine yanıp tutuşmayacaktı." Nurten başını eğdi. Zeynep haklıydı. Mervan Kadir Bey'e karşı çıkmış ve onlara kaçmaları için gereken tüm yardımları yapmıştı. Keşke ondaki yüreğin yarısı bile Haşim de olabilseydi. İlk engelde ürkek bir fare gibi korkup Nurten'den vazgeçmişti. Yüreksizdi bu adam, bu engelde olmasa bir başkasında Nurten'i yüz üstü bırakacak, tüm zulmüne rağmen soluğu Kadir Bey'in yanında alacaktı.
"O benim abimdi!" dedi Zeynep her geçen dakika daha da kısılıp titreyen sesiyle. "Siz burada hiçbir şey olmamış gibi aile saadeti yaşarken, neşeli kahkahalar atarken ben onun acısıyla kavruluyorum." Nurten başını eğerken Nazar, yaşadığı korkunç dakikaları hatırladığında bir kez daha yıkılmıştı. Mervan'ı o araçta çaresizce ölüme terk etmek acıların en büyüğüydü onun için, fakat ölümü mahkumiyete tercih edeceğini düşünemezdi. Sözlerinin blöften öteye gideceğine inanmamıştı ve ne yazık ki iyimserliğinin kurbanı olmuştu. Nazar'ın Mervan'ı düşünmediği tek bir anı dahi yoktu. Onun için döktüğü gözyaşlarının ne haddi vardı ne de hesabı. Zeynep kendisini umursamazlıkla suçlayarak büyük bir haksızlık yapıyordu.
Zeynep'in hırçınlıkları artınca Nazar'ın ince, narin elleri gayriihtiyari karnına ilişti. Koruma içgüdüsüyle bedenini Zeynep'ten uzaklaştırdı. Murat Zeynep'i kapıya doğru çekiştirirken, için için sayıkladı. "Böyle olmasını istemedim bebeğim. Babasız büyümeni istemezdim. Affet beni!" Canı acıyordu. Hamile olduğunu ailesinden gizlemekle doğru mu yapmıştı, bilmiyordu. Fakat içinde bulunduğu durum şimdilik bazı şeyleri gizlemesi gerektiğini düşündürüyordu. Bebeği, Mervan'la geçirdikleri o hızlı aylardan kalan özel bir hatıraydı. Bir çocuk dünyaya getirmek gibi bir arzuları olmasa da hayat o zor koşullarda bile bir canı tenine işlemişti. Fakat bu hamilelik tuhaf bir şekilde Nazar'ı mutlu ediyor, içinde yeşerttiği umutlara can oluyordu. İçindeki kaybetme korkusuyla baş edebilse belki de ona sahip olduğu mutlu bile sayılırdı.
Çocukları babalarının nerde olduğu sorduğunda ne diyeceğini bilmiyordu. Tüm hikâyelerini anlatsa belki Zeynep gibi onlar da annelerinden nefret edecekti. Nazar bu ihtimalle dahi baş edebileceğini sanmıyordu. Düşüncelerinden sıyrılıp saklama kaplarını toparlayarak olabilecek en hızlı şekilde evden çıktı. Nurten'in sorularını cevapsız bırakmış, annesinin olanlar habersiz attığı bakışları görmezden gelmişti. İstediği tek şey düşünmeyi reddettiği acıları bir kenara bırakıp oğlunun masum kokusunu ciğerlerinde hissedebilmekti.
Gözyaşlarını silip taksiye bindi. Onca uğraşın sonucunda polis gözetiminde oğlunu görmesine izin verilmişti. Aslında yasal olarak oğlunu istediği her zaman görebilir, açtığı velayet davasıyla oğlunu Kadir Bey'in kanlı tırnaklarından kurtarabilirdi, fakat ne yazık ki kader kavuşmalarına bu kadar çabuk müsaade etmeyecekti. Nazar'ın üzerine yapışan sanık sıfatı ve hakkında açılan soruşturma Kadir Bey'in ekmeğine yağ sürmüş torununun can güvenliğini bahane ederek Nazar'ı bertaraf etmesini sağlamıştı. Soruşturma sonuçlanıp Nazar aklanana kadar Aras, Kadir Bey'in yanında kalmaya devam edecekti ve Nazar ancak onu polis gözetiminde kısa bir süre görebilecekti. Taksiden inip İstanbul boğazının eşsiz manzarasına nemli gözlerle baktı. Taşıdığı bunca yük, artık yorgun zihnine ağır geliyordu ve Nazar can çekişen umutlarıyla darmadağın bir şekilde hayatın hülyalı eteklerine tutunmaya çalışıyordu.
Aklına düşen mahkeme anları içinin titremesine dudaklarının kinle birbirine yapışmasına sebep oldu. Hâkim karşısına geçtiğinde başından geçenleri anlatmış, oğluna kavuşmaktan başka hiçbir arzu taşımadığını ve onu Kadir Bey'den kurtarana kadar asla yılmayacağını söylemişti. Kadir Bey ise sahte delillerle ve yalancı şahitlerle çoktan adaleti yanıltmak için hazırdı. Oğlu Mervan'ın Nazar'a umutsuzca âşık olduğunu ve Nazar'la metres hayatı yaşadığını iddia etmişti. Ona göre Nazar'ın ailesi kızlarını para karşılığı Mervan'a kuma olarak vermiş ve ancak bu şekilde evliliğe razı olmuştu. Kadir Bey evliliği istemese de Mervan'ın baskılarıyla Nazar'ı kabullenmek zorunda kalmıştı. Sonraki dönemlerde de bu çarpık ilişkiyi bitirmek için her türlü çabayı gösterdiğini ama ne Nazar'ı ne de Mervan'ı ayrılmaya ikna edemediğini bildirmişti. Mahkemeyi yanılmak için Nazar'ın Asya'nın vefatıyla akıl sağlığının bozulduğunu iddia etmiş ve sözlerini bekçiyi öldürerek katil olan bir kadına torununu bırakmayacağını söyleyerek noktalamıştı.
Cümlelerin sonunu nefretle kollayan Nazar, her cümlesinden sonra, "Yalan!" diye haykırsa da hâkimin sert uyarılarına maruz kalmaktan başka bir şey yapamamıştı. Kadir Bey, olacaklara karşı öyle hazırlıklıydı ki sözlerini destekleyecek her şeyi cebine atmış, Mervan ve Nazar'ın Nurten'in düğününde oynadıkları zeybek oyununun görüntülerini bile delil olarak mahkemeye sunmuştu. Hurşit'in hesabına Mervan tarafından düzenli aralıklarla yatırılan paraları delil göstermiş, adaleti yanıltmak için elinden geleni ardına koymamıştı. Nazar ve ailesini kendi mal varlığını elde etmeye çalışan bunun için de akrabalık ilişkisi kurarak fırsat yakalayan para budalası insanlar olarak tanıtmıştı. Ne yazık ki Hurşit'in eline geçen paralar ve kısa sürede işlerini büyütüp mal güçlü bir mal varlığı elde etmesi onu ekmeğine yağ sürmüştü. Aras'ın velayeti için tüm deliller Nazar'ı aleyhineydi.
Güvendikleri dağlara karların yağacağını o mahkeme salonunda ne Nazar bilebilirdi ne de ailesi. Şahit yerinde Makbule Hanım'ı gören Nazar ona umutla baktı. Onca zaman ana-kız gibi yaşamışlardı. Hanzade malikanesinde Makbule Hanım'dan daha fazla güvenebildiği kimse yoktu. O duruşmada Ne yazık ki sırdaşı bile Nazar'ın karşısında yerini almıştı. Makbule Hanım gerçekleri bildiği halde utançla başını eğmiş ve Kadir Bey'in yalanlarını doğrulamıştı. Nazar, gözyaşları içinde, "Hayır" diye bağırırken yüzüne bile bakamamış, mahkeme çıkışında kahrolarak hesap soran Nazar'a sadece "Affet, mecbur kaldım." diyebilmişti. Nazar için olanları tahmin etmek hiç de zor olmamıştı. Kadir Bey, onu kızıyla tehdit etmiş olmalıydı. Aksi takdirde Makbule Hanım asla Nazar'a ihanet edip bu karanlık oyuna dahil olmazdı.
Ona kızamıyordu. Anneydi. Bir anneyi evladına kavuştururken kendi kızını bu aç gözlü insanlara kurban veremezdi. Nazar Mervan'dan hiçbir zaman kendisi için korkamamıştı. Mervan'ın silahını kendisine doğrultması ve canını alması genç kadın için ürkülesi bir şey değildi. Nazar bu saplantılı deli adama sadece sevdikleri için boyun eğmiş, kendini mahvederek ailesinin ve aşık olduğu adamın hayatını kurtarmıştı. O gün Makbule Hanım da gözyaşları içinde Kadir Bey lehine şahitlik ederek hayattaki tek varlığını, kızını korumuştu. Nazar bu çaresiz kadına nasıl kızabilirdi ki?
Boğulur gibi olduğunda ayağa kalkıp uzaklardaki maviliği hüzünle seyre daldı. Mervan olsaydı Kadir Bey Nazar'a bu kadar zarar verebilir miydi? Sevdiği kadının babası tarafından iftiralara maruz bırakılıp itibarsızlaştırılmasına müsaade eder miydi? Vermekten utandığı cevap Nazar'ın kursağında kocaman bir yumru olmuş, kalbine düşen kara bir hazan gibi yerleşip kalmıştı. Yapamazdı. Mervan Kadir Bey'e asla izin vermezdi.
"Neredesin Mervan? Ziyaret edebileceğim bir mezarın bile yok. Senden geriye bir avuç külden başka bir şey kalmadı, neredesin?"
"Hâlâ hangi yüzle oğlumun adını ağzına alabiliyorsun?" Nazar, başını çevirdiğinde Kadir Bey'in kirli mavi gözlerinden dağılan delici hışmına maruz kaldı. Yaşlı kurdun kin dolu bakışları şubat ayazını yüreğine taşımıştı. Kadir Bey, seğiren mimiklerini ve kızaran kanlı gözlerini esirgemeden nefretini kustu. "Kalleş! Oğlumun hayatını mahvettin şimdi sıra torunumda mı?" Nazar başını dimdik tutup hıçkırıklarını gururunda boğdu. "Ben bir şey yapmadım." Sesi güçlü ve kararlıydı. Kadir Bey, kolunu tutup Nazar'ın ince zarif bedenini kendine çekti. Gözlerini onda boğmaktan sadistçe bir haz alıyordu ve biliyordu, kendisine evlat acısını yaşatan bu kadını bu kadarcık belayla asla rahat bırakmayacaktı.
"Senin için tüm dünyayı karşısına aldı. Aşkın için beni, ailesini, evlatlarını bir çırpıda silip attı. Onca servetten, paradan, namdan yüz çevirdi. Senin için şerefinden vazgeçti." Hırslı solumaları, hasetten yarasalara dönen karanlık gözleri Nazar'a ölümü fısıldadı. "Aşağılık sürtük... Seni gördüğüm o ilk anda öldürmeliydim. Oğlumu mahveden bedenini ateşe verip yok etmeliydim. Eğer sen olmasaydın Mervan hâlâ hayatta olacaktı. Emek verdiğim hiçbir şey ziyan olmayacaktı."
Nazar'ı itip hırpalayıcı sözlerine bir karışlık mesafeyle devam etti. "Bunlar iyi günlerin." Dedi yüzündeki tehlikeli tebessümle. İntikam Kadir Bey'e zevk veriyordu. "Ölmeyi dileyeceksin yılan. Artık Mervan yok. Onu öyle acı bir şekilde benden aldın ki oğlumu gömüp ziyaret edeceğim bir mezarı bile bulamadım. Seni öldürmem için bana yalvaracaksın." Nazar, yumruklarını sıkıp Kadir Bey'in üzerine yürüdü. Gözlerindeki korkusuzluk Kadir Bey'i şaşkınlığa sürüklemeye yetmişti. "Elinizden geleni ardınıza koymayın. Ben kötü biri değilim, ama canımı yakanın canını yakmayı iyi bilirim ve şunu asla unutmayın. Çocuklarım için ölmem gerekiyorsa ölürüm, öldürmem gerekiyorsa da acımadan öldürürüm. Ben her şeye onlar için dayandım. Onlar için harcamaktan ve harcanmaktan çekinmem." Eliyle siyah aracını işaret edip kinle dişlerini sıktı. "Sözleriniz bittiyse oğlumu bırakın ve defolup gidin!"
Kadir Bey sarsılsa da bu güçlü sözler karşısında başını dik tutup tesbihini avuçlarının arasında sıkmaktan geri durmadı. "Seni benim elimden kimse kurtaramayacak küçük şeytan. Seni bitireceğim!"
"O kadar emin olmayın Kadir Bey. Biz daha ölmedik!" Nazar, omzunun üzerinden hemen ardındaki öfke dolu yüzlere baktı. Tebessümü dudaklarında belli belirsiz bir kıvrılmaya kucak açtı. Niyazi ve Murat hemen ardında Kadir Bey'e tehdit yüklü bakışlar atıyordu. "Nazar sahipsiz değil Kadir Bey. Bir şey yapacağınız zaman arkasında bir ailesi ve dostları olduğunu unutmayın." Niyazi'nin sözleri Nazar'ı yürüdüğü yolda cesaretlendirmişti. O, Kadir Bey'e gurur yüklü bakışlar atarken Murat öne çıkıp ihtiyar kurdu sersemleterek itti.
"Ayağını denk alsan iyi edersin babalık. Bende size bir kurban daha verecek göz yok! Eğer günün birinde hata yaparsan Nazar'dan önce ecelini benden bulursun." Kadir Bey, karşısındakileri küçümser gibi imalı imalı güldü. "Dünkü çocuklar adam olmuş beni tehdit ediyor. Ölümünüz tek bir emrime bakar, bence adamlık taslamadan önce iki kere düşünün." Murat ona doğru hoyrat bir hamle yapınca Nazar çareyi abisinin önüne geçmekte buldu. "Bırak abi. O gereken dersi aldı."
Kadir Bey, güneş gözlüğünü takıp siyah, özgüvenli tavrını bozmadan büyük aracına doğru yürüdü. Aracına binmeden önce gözlüklerini çıkarmadan son kez sözlerin sahibine baktı. Bu hamlesi Murat'ı bir adım atarak ona yönlendirse de Niyazi'nin kolu bu girişimi engelledi. Nihayet Aras'ın sevimli yüzü siyah giyimli bir delikanlının kucağında masumane bir şekilde belirdi. Mesafenin kapanmasına fırsat vermeden Nazar öne atılıp oğlunu sımsıkı bağrına bastı. Yüreği hasretten köz olup tükenmiş, annelik sevdası dilinden yangı dolu bir ağıt gibi yükselmişti. Aras'ın al yanaklarına hasretle dokundu. Ona kavuşacağı, sevgiyle dokunacağı bu anları öyle çok düşlemişti ki yaşadığı anın gerçek olamamasından deli gibi korkuyordu.
"Bebeğim, oğlum!" Aras, tatlı bir tebessümle annesine baktı. Onu tanısa da aralarına düşen onca mesafe annesi olduğuna dair olan düşüncesinin üzerine kara bir leke gibi düşmüş, belli başlı bir utangaçlık kalbine işlenmişti.
Nazar onu yanındaki banka doğru yönlendirdi ve yüzündeki kocaman tebessümü gizlemeden saçlarına sevgiyle dokundu. Siyah gözlerine, yüzündeki gamzelere baktıkça Mervan'ı hatırlamaktan kurtulamıyordu. Oğlu her geçen gün biraz daha kocasına benziyordu. Bakışlarındaki hüzün, gözlerindeki çekicilik bile Mervan'ın kendisinden çekip aldıklarını hatırlatacak kadar gerçekti. Uzun, kıvrak kirpikleri tıpkı babasınınkiler gibi simsiyahtı. Kaşları kavisli, çenesi ve elmacık kemikleri belirgindi. Annesi şimdiden kemikli, çekici bir yüze sahip olacağını tahmin edebiliyordu.
Nazar, içinde bir ürperti hissetti. Aras büyüdükçe bu benzerlik daha da artacaktı. Onu polislere ihbar ettiği anı ve yitirdiği acı dolu dakikaları bin yıl geçse de hafızasının köhne bir karesine yerleştirmekten kurtulamayacaktı. Ya Aras, babasının ölümünü bir şekilde öğrenirse ve gerçekler ortaya çıktığında annesinden nefret ederse? Nazar bu yükü, bu küskünlüğü taşıyabilecek miydi?
"Beni hatırlıyorsun değil mi?" Aras başını salladı. "Hatıylıyolum." Dedi çocuk minik dişlerini göstererek gülümserken. Bunca zaman Mervan'ın izniyle iki haftada bir annesini görebilmişti fakat aralarında geçen diyaloglar oldukça azdı. Kendisine sevgiyle yaklaşan bu kadın çaresizce mahkûm edildiği evlat hasretine ne yazık ki çare olamıyordu.
Gülnaz, Aras'la Nazar'ın yokluğunda çok ilgilenmiş, ona annesizliği evdeki yardımcılarıyla birlikte hissettirmemeye çalışmıştı. Fakat Aras, bunca ilgi ve sevgiye rağmen hayatında bir şeylerin yolunda gitmediğini hep biliyordu. Babasının odasına kapanıp saatlerce bu güzel kadının fotoğraflarına baktığını, çok defalar acılar içinde ağlayıp sarhoş bir şekilde bağırdığını görmüş ve olanları çocuk penceresinden hayretle takip etmişti. Kimse ondan gerçek annesini gizlemiyordu, bilakis sorularına cevap verip annesini anlattıkları bile oluyordu. Kadir Bey duymadığı sürece evde Nazar lafı edilmesine Gülnaz ve Raziye Hanım da dahil olmak üzere kimsenin bir itirazı yoktu.
"Annem, cücel annem!" Nazar dolu dolu olan gözleriyle onun güzel yüzüne dokundu. "Evet bebeğim." Aras burukça bakışlarını kaçırdı. "Anne neden yok?" Nazar, boğazından dikenli bir zakkum yapışmış gibi yutkunamadı. Aras'ın masum iç dünyasını ne babasının günahlarıyla kirletebilirdi ne de kendi yıkıcı hikayelerini ona anlatıp açıklama yapabilirdi. Aras bunları anlayamayacak kadar küçüktü ve şimdilik bir şeyler bilmemesi onun için çok daha iyiydi.
"Paba gittiiii. Aytık hiç gelmiyoy." Mavi gözler bulut bulut olurken elleri oğlunun minik ellerini sevgiyle kavradı. "Biliyorum. Böyle olması gerekiyordu. Bir gün bir araya geleceğiz. O zaman kimse bizi ayıramayacak." Aras güneşin kıstığı siyah gözlerini merakla annesine çevirdi. "Peki paba?" Nazar ona cevap verebileceğine inanmıyordu. Yalanlarla oğlunu oyalamaması gerektiğini çok iyi biliyordu. Çocuk kalbi annesine duyduğu güveni yitirdiğinde tutunacak bir dal bulamayacak ve ilerleyen yaşlarında da sağlıklı ilişkiler kuramayacaktı. Onun ruhunda daha fazla yara açmayı kaldıramazdı.
"Bunları şimdi konuşmayalım. En sevdiğin şeyleri hazırladım. Kek, kurabiye, gül tatlısı, çörekler... Şimdi bize ayrılan zamanı güzel değerlendirip mutlu ayrılalım istiyorum." Genç kadın çimlerin üzerine oturup yere örtü serdi. Çantasından hazırladığı yiyecekleri çıkarıp Aras için hoş bir ziyafet hazırladı. Çocuk, önce taze çöreklerin tatmış ve ağzından tatlı sesler çıkararak beğendiğini ona hissettirmişti. Nazar, o keyifle karnını doyururken hazırladığı karışık meyve suyunu kâğıt bardaklara boşalttı.
Onlar atıştırırken Komiser Niyazi ise çelik yeleğiyle olası tehlikelere karşı tetikte bekliyordu. O da Murat'la birlikte bu anne-oğulun samimi hallerini gıptayla izleyip mutlu oluyordu. Kızına duyduğu hasret her geçen gün artsa da aramaktan asla vazgeçmeyecekti. Şimdi içinde yeşeren yeni bir umut vardı. Oktay ölmeden önce Leyla ve Elif'in Türkiye'de olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Niyazi aramalara yeniden başlamıştı. Yemin etmişti. Yerin dibine de girseler onları bulmadan huzur bulmayacaktı. Bakışlarını sevgiyle Aras'ta dolaştırdı. Mervan'a olan benzerliğine aşırmıyordu. Tek dileği Aras'ın da benzer bir kader yaşamamasıydı. Biraz önceki kaostan sonra ortamın süt liman olması içini biraz olsun rahatlatmıştı. Uzaktan samimi bir sohbetin eşiğinde oldukları anlaşılıyordu.
Nazar, Aras'la bir şeyler atıştırıp oyun parkana yöneldi. Oğlunu salıncakta sallama mutluluğu Nazar için vazgeçilmezdi. Yorulunca onu dizlerinde yatırmış, güzel şarkılar söyleyerek saçlarını okşamıştı. Keşke dakikalar bu kadar çabuk akıp gitmeseydi. Keşke hayat onlara karşı bu kadar acımasız olmasaydı. Oğlunu o ihtiyar kurtla göndermek Nazar'a ölüm gibi gelse de haklarını mahkemede arayacak ve oğlunu alana dek asla pes etmeyecekti. Ayrılık zamanı geldiğinde Aras'ı kucakladı. Dolan gözlerini, hüzünle kıvrılan dudaklarını gizlemesi oldukça zordu. Önce saçlarını defalarca öpüp kokladı. Ardından hazırladığı paketi acıktığında yesin diye Aras'a uzattı. "Seni kimsenin üzmesine izin verme. Çok güçlü bir çocuk olduğunu biliyorum." Aras gülümseyerek başını salladığında Nazar onu alnından öptü. "Seni çok seviyorum oğlum."
"Seni seviyolum anneee." Anne sözcüğü Nazar'ın içindeki mızrakları harekete geçirse de yanlarına yaklaşan takım elbiseli delikanlıya heyecanını belli etmedi. Ona el sallayıp kendisinden uzaklara götürülüşünü izledi. Kadir Bey, Mervan'a yaptıklarını ona da yapıyor olabilir miydi? Aras'ı da Mervan gibi eli kanlı bir katile çevirme planları kuruyor muydu? Bir gün oğlu karşısına babası gibi bir gangster olarak çıksa Nazar bu üzüntüye dayanamaz ölürdü. Bu yüzden mücadeleyi kazanmak için zaman kaydedemezdi.
Hazırladığı tabakları birkaç metre ilerisinde bulunan tahta masaya yerleştirdi. Onlara hoş bir tabak hazırlamaktan geri durmamış, ikramıyla birlikte hem abisini hem de Niyazi'yi keyiflendirmek istemişti. "Çok yoruldunuz. Bence bir şeyler atıştırıp dinlenmek size de iyi gelecek." Niyazi etrafta yeterince memur bulunduğundan emin olunca Murat'la birlikte masaya yöneldi. Nazar'ın hazırladığı tabaklar oldukça iştah açıcı görünse de üzerine yapışan komiser tavrından sıyrılamıyor, dost ortamlarında bile gergin yüz hatları yumuşamıyordu. Mesleğinin getirdiği ciddiyetten sıyrılması epey zaman alıyordu.
Çatalla keki didiklerken bir şey söylemesi gerektiğini düşünüp, "Aras çok tatlı bir çocuk." diye geveledi. Murat çöreklere gömülürken Nazar, tebessüm etmekle yetindi. "Keşke bir araya gelmemiz bu kadar zor olmasaydı." Niyazi dudaklarını peçeteyle silip, "Onun annesisiniz. Hâkim bu duruma kayıtsız kalamayacaktır. Çocuk 2,5 yaşında. Üstelik size de oldukça bağlı. Hâkimi sözleriyle ikna etmesi eminim hiç zor olmayacaktır. Bu kadar mesafenin olması, aranızdaki iletişime zarar veriyor. Bu durumu öne sürerek, hâkimi yanımıza çekebiliriz." Murat çatalı bırakıp dudaklarını kemirdi.
"O pislik Nazar'ın son yaşadıklarını kullanarak Aras'ı bizden koparmayı kafasına koymuş. Nazar'ın iyi bir anne olduğunu kabul ettirmeli, psikolojik sağlığı hakkındaki şüphelerin yersizliğini ortaya koymalıyız." Murat'ın sözleri haklı bir durumu dile getirmişti fakat Nazar bu konuda yeterince iyimser olamıyordu. Hâlâ intihar gecesi onun için silik bir hatıradan ibaretti. Ve hatırlayamadıkları oğluna kavuşma heveslerinin önüne uçurumlar inşa etmişti. Dava devam ediyordu. Tutuksuz yargılansa da bu durum onun için epey kötü neticeler doğuruyordu. "Kadir Bey Mervan'dan sonra bir veliahtını daha kaybetmeyi göze alamıyor." Dedi Nazar hüzünle gülümserken. Oğlunun yaşayabilecekleri yüreğini ağzına getiriyordu.
"Buna izin vermeyeceğiz." Nazar Murat'a yorgun gözlerle baktı. Keşke hiçbir şey böyle gelişmeseydi.
Niyazi kuşkulu bir şekilde sakalını sıvazladı. "Kamera kayıtlarına ulaşıp geceye dair ipuçları edinmeye çalışıyoruz. İçimden bir ses gerçeğe hiç de uzak olmadığımızı söylüyor." Kısa bir sessizlik ortamdaki dağdağayı arttırdı. Niyazi çalan telefonunu cevaplamak üzere uzaklaşırken Nazar'ın aklındaki tek şey Naz'dı. Onun kızına iyi baktığına inanmak istiyordu. Arkadaşı gözünde bir çocuktan farksızdı ve normal şartlar altında asla böyle birine çocuk emanet edilmezdi. Fakat o gün gözü ne Naz'ın özel durumunu görmüştü ne de Asya'nın küçüklüğünü. Kızının tehlikede oluşu tüm dengeleri altüst etmeye yetmişti.
Niyazi'nin yüzünün değişen rengi hem Nazar'ı hem de Murat'ı korku denizine sürüklemeye yetmişti. Bilmedikleri yeni gelişmeler olduğunu tahmin ettiklerinden mi bilinmez, içlerinde peyda olan korku ister istemez kızarmalarına sebep olmuştu.
"Komiserim bir şey mi oldu?" Nazar, Murat'ın tepkisini kollarken bakışları Niyazi'nin moraran suratından bir an olsun ayrılmıyordu. "Bilmemiz gereken bir şey mi var Komiser Bey?" Niyazi, elini gayriihtiyari yana atıp silahının üzerinde gezdirdi. Bir süre bir şey söyleyip söylememekte kararsız kalsa da "Benden haber bekleyin Lütfen!" demekle yetindi. O veda edip uzaklaşırken Murat ve Nazar da çoktan araçlarına yönelmişlerdi. Yaklaşık 20 dakika sonra genç kadın kendisini yatağına sere serpe bırakıyor olmanın iç huzurunu yaşadı. Gözlerini her kapandığında Mervan'ı düşünüyor, kendisine yaşattıkları için öfke duysa da içten içten içe onu özlemekten kurtulamıyordu. Karanlığın çöküşü kendinden bile gizlemeye çatıştığı tüm o duyguları harekete geçiriyor ve Nazar bulamaç haline gelen duygularıyla bir kenarda çaresizce saklanıyordu. İçindeki hevese engel olmaya çalışsa da soluğu yine o küçük çantanın yanında almıştı.
Üzerinde siyah file detayları olan bu çanta, o intihar gününden bu yana Nazar'ın yareni olmuştu. Çantası da tıpkı Mervan gibiydi. Hem Nazar'a yaşadıklarını hatırlatıp kahrediyor hem de yokluğunda bir nebze de olsa teselli bulması için ona sırdaş oluyordu. Nazar çantayı açıp siyah örgü kazağı parmaklarının arasına aldı. Onu kalbinin üzerine bastırıp Mervan'ın tenini hissetmeye çalıştı. Üzerinde hâlâ parfümünün kokusu yerli yerindeydi ve ortaya çıkar çıkmaz Nazar'ın hafızasındaki iyi-kötü tüm hatıraların tozunu ciğerlerine taşımıştı. Beresine ve yedek şarjörüne dokununca onun karanlık yüzünün buz tutmuş kalbini harekete geçirdiğini hissetti. Ve sonunda sıra o eski deftere gelmişti. Mervan'ın 18-20'li yaşlarını karşısında görünce gözlerini kaçırıp okumaya cesaret edemediği defteri bir çırpıda kapatıyordu.
Onun günlüğünü avuçlarında tutuyor olmanın verdiği azaba şimdi merakla karışık suçluluk duyguları eklenmişti. Gizlediği gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıydı? Artık Mehmet'e dair en ufak bir duygusunun kalmadığını biliyor ve bu aşkta yananın kendisi olduğunu her zerresiyle kabul ediyordu. 'Keşke bir şeyleri değiştirebilmiş olsaydım' diye hayıflanmak onca zamanın üstüne epey gereksiz gelmişti.
Defteri kalbinin üzerine bastırıp kendini ötekileştirilmiş basit bir kilim gibi yatağının üzerine bıraktı. Çok şey yaşamıştı ve artık hayatın dizgesi yavaş yavaş yoluna girse de eskisi gibi olamıyordu. Yaşananlar çok şey alıyordu insandan. Sıcağı sıcağına hissedemediği tüm yaralar kurşunun saplanışıyla barutun bıraktığı yangı gibi anbean daha da sarsıyordu. Derin bir soluk alıp defteri yorgun gözlerle okumaya başladı. Artık aylar süren bekleyiş bitmeli ve Nazar Mervan'a azap veren, onu bu korkunç adama çeviren gizin sır perdesini aramamalıydı.
Merhaba arkadaşlar. Umarım iyisinizdir. Epey uzun bir bölüm oldu. Nazar ailesine kavuştu ama Ateş ailesi Hanzadelerin yıkımını kolay atlatacak gibi durmuyor.
Niyazi'nin planını sizce tutacak mı? Nazar oğluna kavuşabilecek mi? Mervan polisten kurtulabilecek mi?
Yeni bölümler ve editler için instagramdan beni takip unutmayınız. ❤️🔥☺️
Yıldız atıp yorum yapan elleriniz dert görmesin. 🥰❤️🔥
Wattpad: yildiz199601 İnstagram: Şeyma Yıldız KOÇ
|
0% |