Yeni Üyelik
99.
Bölüm

99. Bölüm: Kürkçü Dükkanı

@syildiz_koc

 

Medya: Dalgalan Karadeniz (Resul Dindar)

 

Mervan'ın Kaleminden Geçmiş

 

Bazen ne kadar uğraşsak da geçmişimizi geride bırakamayız. Kaçıp saklandıklarımız sinsi bir kâbus gibi peşimizden gelir ve yayından çıkmış bir ok gibi geri dönülmez bir şekilde irademize galebe çalardı. Hayatta seçemediğimiz şeyler vardır. Nerede doğacağımızı, kimin çocuğu olacağımızı asla seçemezdik. Alın yazısı kimine nurdan kimine ise çamurdan yazılırdı da boyun bükmekten başka çare kalmazdı.

 

Ben pek çok insanın gıpta edeceği bir evde kalabalıklar içinde bir yalnızlık yaşamıştım. Babamın tahtını devretmek için çocukluktan itibaren yetiştirdiği kurbandım. Kötü bir insan olmamı istemişti. Bense onun bana aşılamaya çalıştıklarına inat bu hayatı reddetmiş ve kendi ayaklarımın üzerinde durabilmek için talihimin kapılarını bir daha açmamak üzere çarpıp kapatmıştım. Tüm o zenginliği ve şatafatı, karanlık aleme girmemek için terk etmiş ve tökezleyerek de olsa ayaklarımın üzerinde durmaya çalışmıştım. Acele etmiştim. Kadir Bey'in peşimi o kadar kolay bırakmayacağını anlamalıydım.

 

O yağmurlu sonbahar günü oynadığım oyunun sahnesi korkunç debdebelerle paramparça olmuştu. Beni ıssız yollarda ölüme sürükleyen kişinin kim olduğunu anladığımda içimdeki endişe tüm ruhuma tepeden tırnağa yayıldı. Beni almaya gelmişlerdi. Bin bir güçlükle kurduğum hayatı yerle bir edecek ve babamın korkunç dünyasına sürükleyerek götüreceklerdi. Berzah'ın iri elleri omzuma ilişip yakamı hırsla çekiştirdi. O karanlık gecede, kahverengin çamura bulanmış siyah bir silüet gibiydi bedenim. Henüz on sekizinde toy bir delikanlıydım. Yo hayır, ürkek biri sayılmazdım. Ne ölüm ne dayak girdiğim yoldan döndüremezdi beni. Açlıktan korkmuyordum, işkenceden de. Korkum şu kısacık zamanda edindiğim dostlarımın benim yüzümden zarar görebilecek olmasıydı. Bir insanın hayatını karartmak bu kadar kolay olmamalıydı.

 

Düşüncelerimde boğuluyordum. Beni yerden kaldıran elleri hırsla omzumdan sıyırmış, binmem için gösterdikleri arka koltuğa da yine kendi irademle yerleşmiştim. Gururum yaka paça babamın karşısına çıkmama izin vermeyecekti. Araç ıssız yollardan geçerek dar patika bir yola geçti. Gözlerim dolunayda, yaşayabileceğim her anı zihnimin eleklerinden geçiriyordum. Kadir Bey, benimle ilgili kim bilir daha neler düşünüyordu? İsyankâr oğlunu önündeki sayısız düşmanına yaptığı gibi öldürecek miydi? Acaba ölmeden önce işkence görüp acı çekmemi tercih eder miydi?

 

Sahi... Ölüm fermanım cellatlarına teslim edilmişse yok oluşum hangi yolla olacaktı? Alnımın tam ortasına inecek tek el kurşun... Zehir... Belki de asıp intihar süsü verecekti. Yakışırdı ona! Ben kimdim ki? Zaten sevmemişti hiç. Yaşatsa ne kazanırdı, öldürse ne kaybederdi?

 

"Geldik." Berzah'a ve ön koltuktaki tanıdık simalara öfkeyle baktım. Olabilecek her şeye hazırlıklıydım. Kapımı açmaya yeltendiklerinde önce davranıp sürgüyü çektim, dimdik duruşumu bozmadan ve bakışlarımı kaçırmadan araçtan indim. Kararımı vermiştim. Ölümse ölüm, zulümse zulüm... Asla geri adım atmayacaktım. Ağır ama emin adımlarla tuttukları bağ evinin kapısına yöneldim. İki katlı, mermer detayları olan, şatafatlı bir yapıydı. İç göstermeyen camlar olası bir cinayet için oldukça kullanışlı görünüyordu. Aşağı tarafın bodrum olduğunu anlamıştım. Belki de tabuta hapsetme cezasını göreceğim yerin yanından geçiyordum kim bilir? Umarım benimle işi bittiğinde en azından evladı için bir mezar kazdırırdı. Yüzümün aç kurtlar tarafından parçalanması tenime yakıştırdığım bir son değildi.

 

Kapı açıldığında gözlerim saniyeler içinde Kadir Bey'in heybetli cüssesine tosladı. Berzah "Efendim." diye gelişimizi haber vermek istediyse de Büyük Beyin yırtıcı parmak işareti susması için yetti. Üzerindeki kravatsız siyah takım ve boncuk boncuk terleyen alnı dilimin ucuna yerleştirdiğim tüm isyan sözlerini ipe dizdi. Oysa olur da bir kez daha karşılaşırsak diye kendi kendime provalar yapmış ona söyleyeceğim her sözü zihnime ince ince işlemiştim. Şimdi hepsi zihnimden endişeyle atan kalbime düşmüş ve orada hoyrat bir kilide hapsedilmişti.

 

Yüzüne yerleştirdiği korkunç ifade yüreğimi ezip geçse de ne bakışımı ne de dimdik olan güçlü duruşumu bozmadım. Ve delicesine atan deli yüreğime inat bakışlarımı mavi gözlerinden bir an olsun ayırmadım. Titreyen yüz kasları iğrenir bir kisveye büründükten sonra suratıma adamlarının önünce sert bir tokat patlattı. Gençliğinin baharındaki toy bedenim bu darbeyle sert bir şekilde yere kapaklandı. Dişim dudağımı kesmiş ve açılan yaradan ince bir kan sızıp çeneme akmıştı. Beni yakamdan tutup kaldırdı ve aynı elin ters yüzüyle suratıma ilkinde çok daha sert bir tokat patlattı.

 

"Köpek! Adi köpek!" Savrulup adamlarının gözlerinin önünde duvara kafa atmıştım. Üçüncü tokadı attığında bir kez daha yere savruldum ve bakışlarımı ayırmadan elimin tersiyle kanayan burnumu sildim. Hayır, canım acımamıştı. Gururum acımıştı. İnsanlık onurum ayaklarının altında paspas olmuştu da nasırlı kalbi bir an olsun insaf etmemişti.

 

"Ulan it, ulan" diye deli gibi bağırırken sağ ayağı hıncını alamamış olacak ki hemen arkadaki büfeye yıkıcı bir sille indirdi. Bu silleyle birlikte tüm evi korkunç bir şangırtı yokladı. Kırılan kadehlerin ne haddi vardı ne de hesabı. Kan içinde onun saçmalıklarla ve zorbalıklarla dolu gösterisini izledim bir süre. Öfkesi beni korkutmaya yetmiyordu. Ben çoktan kararımın vermiştim. Sonu ölüm de olsa inandığım yolda yürüyecek, asla babanın istediği gibi birisi olmayacaktım.

 

Beni yakalarımdan tutmak suretiyle hırsla yerden kaldırdı. Gözleri gözlerime sert pençeler attığında içimin buz gibi mavilikte donduğunu, yüreğimdeki cesaretin can çekiştiğini hissettim. "Kimsin sen?" diye kükredi önce. Gözlerinde korkunç, aşağılayıcı bir ifade vardı. Sustum. Kim olduğumu bilmiyordum, ama kim olmadığımı ve olmayacağımı çok iyi biliyordum. "Söyle kimsin sen!"

 

Çenemi kavrayıp var gücüyle sıktı. Gözlerim karşımda babamı değil düşmanımı görüyordu. "Zavallı, sünepe bir oğlan çocuğuydun. Seni eğittim, bu günlere getirdim. Karşımda durma gücünü kimden, nerden buluyorsun?" Bana büyük bir iyilik yapmış gibi övüne övüne yaşattıklarını anlatıyordu. Sağ ol Kadir Bey, beni azılı bir suçluya, bir katile çevirmek için epey ter döktün. Bundan daha iyi bir yetiştirmeyi Oxford'da bile bulamazdım. Hakkını nasıl öderim ben şimdi? "Bana karşı gel diye mi verdim onca emeği?" dediğinde yumruklarımı sıkıp bileğimle burnumdan sızan kana bastırdım.

 

"İstemiyorum." dedim dişlerimin arasından hırlar gibi. Boğazıma kenetlenen iri elleri konuşmama engel oluyordu. "Senin bana sunduğun yolun sonunda ölümden başka bir şey yok. Bir suçlu, bir katil olmak istemiyorum. Yanında mutlu değilim. Geceleri kabuslar görüyorum. Sen..."

 

"Kes sesini!" Haykırışı zayıf ama kendinden emin olan sesimi baltalamaktan vazgeçmeyecekti. "Bu senin karar vereceğinin konu değil, olamaz. İstesen de istemesen de ait olduğun yere, benim yanıma döneceksin. İnkarların boşuna... Sen Aslanhan olmak için doğmuşsun. Bunu er ya da geç anlayacaksın." Ellerini sıkmaktan buruş buruş olan yakamdan indirdim. Karşısında dimdik durmaktan asla vazgeçmeyecektim. Kadir Bey anlamalıydı. Ben asla onun emrindeki köpeklerinden biri olmayacaktım.

 

Yüzündeki seğirmeleri görmezden gelerek "Hayal görüyorsun." dedim. "Ben asla senin yolundan gitmeyeceğim." Burnunun dibine kadar yaklaşıp "Her şeyi göze aldım Kadir Bey. Senden gelen hiçbir şey beni yolumdan çeviremez." Dedim. Arkamı dönüp çıkışa yöneldim. Gidişimin kolay olamayacağını bildiğim halde ona arkamı dönmekten çekinmedim. Attığım tek bir adımın ardından korkunç bir silah sesi bağ evinin ahşap duvarlarında yankılandı. Ensemi yalayıp geçen kurşun kalbimin bam telini titretse de artık biyolojik babamdan gelen hiçbir hamleye şaşırmıyordum. Acıklı bir haldeydik. Kendi oğlunu cehenneme iten sadist bir baba ona direnen zavallı, öksüz bir delikanlı... Kaderimin işlendiği defterde ikimiz için mutlu bir son asla olmayacaktı ve biz ne yaparsak yapalım aynı çizgide el ele yürüyemeyecektik.

 

Benim dünyam doğrular üzerine kurulu sırat köprüsünü andırıyordu ve babam o köprüden geçemeyecek kadar ağır günahlar taşıyordu. Ben ya onunla birlikte cehenneme düşecektim ya da tek başıma ona rağmen var olma çabasına girişecektim. Asla bir baba-oğul olamayacağımızı anladığımda ikincisi tercihim değil mecburiyetim olmuştu.

 

"Beni evlat katili edeceksin." Omzumun üzerinden köhneleşmiş gözlerine baktım. "Ben hiçbir zaman senin oğlun olmadım." Acıklı bir gülümseme yüzümün her zerresine yayıldı. "Ve ne yazık ki sen de benim babam olmadın. Piyonundan vazgeçmek zorundasın Kadir Hanzade. Düşmanlarının üzerine salmak için yetiştirdiğin o zavallı çocuk gözünü açtı. Asla senin çakallarından biri olmayacak." Bana doğrulttuğu silahı görmezden gelerek kapıya doğru yürüdüm. Kapının altındaki ışık huzmesine ulaşmak için kalbimde endişe verici bir çarpıntı hissettim. Çekip gittiğimde her şeyi geride bırakmış olacak mıydım?

 

"Efendim." Duyduğum inleme sesi başımı birkaç metre uzağımdaki zavallı manzaraya çevirdi. Kadir Bey, sinsice tebessüm ederken ben soluğu merdivenin altındaki can dostuma çevirdim. "Ömer!" Kadir Bey, yüzündeki kindar ifadeyi gözlerime diken misali batırırken ben Ömer'in başını çoktan avucumun içine almıştım. Üzerindeki beyaz gömlek kan revan içinde kalmış, yer yer yakalarından ve bağrından yırtılmıştı. Gözlerindeki morluk ve dudaklarının kenarındaki irice yara, kalbimden tüm yüzüme sıçrayan gazap lavını Kadir Bey'in kahkahasıyla gün yüzüne çıkardı.

 

"Suç ortağını bu şekilde görmek seni epey kızdırmış olmalı." Battal'ın kaçış planıma dahil olması Kadir Bey'in iğrenç pençelerini çıkarmasına sebep olmuştu ve ne yazık ki zehrinden Battal dediği Ömer de nasibini almıştı. Yerimden kalkıp karşısına hesap sorar gibi dikildim. Neredeyse babam olduğunu unutup ona okkalı bir yumruk savuracaktım. Bu adımımdan beni son anda karşıma dikilen gölge kılıklı adamları caydırdı.

 

"Sen korkunç birisin." dedim utanmayacağım bile bile. Ve elbette tahminimde yanılmadım. Utanmak Kadir Bey'in yanından bile geçmiyordu. Yüzüme geçirdiği tırnaklarıyla beni duvara doğru itip psikolojik baskı yaptı. Adamları ise duyarsız gibi görünen meraklı bakışlarla bu hesaplaşmayı izliyordu. "Onu kullanarak benden kaçmaya çalıştın. Beni aptal yerine koyabileceğini düşündün. Sersem çocuk! İzini bulamayacağıma nasıl inanırsın?"

 

"Senin derdin benim. Babasının yıllar yılı sana yaptığı onca hizmetten sonra bunu Ömer'e nasıl yaparsın?" Ben kime ne anlatıyordum? Kadir Bey, insanlara ne zaman değer vermişti ki şimdi versin? O insanları hizmetkâr ya da köle olarak görürdü. Kimseye yaptıkları için minnet duymazdı. Bu adam kendini sıradan bir organizma ya da daha açık deyimiyle bir insan olarak görmüyordu. O bir ilah olduğunu düşünüyor, diğer insanlara ise kulları muamelesi yapıyordu. Onun tahtı çiğneyip geçtiği insanların kemiklerinden oluşuyordu. O zavallı insanların kanıyla makamını parlatıp süslemişti. Utanmak ne haddineydi?

 

"Onu bu hâle getirdiğim için pişman olduğumu söyleyemem." Dedi pişkin pişkin. "Bana karşı seninle birlikte olarak korkunç bir talihi sonuna kadar hak etti. Esas sahibini unutup, yanlış parkurda top koşturdu. Aslında onu öldürmem gerekirdi, fakat yapmadım." Gözlerimdeki merak emarelerinden emin olduğunda dudaklarının kenarını sinsi bir tebessümle kırıştırdı ve devam etti. "Senin için... Ona yaptığım tüm işkencelere rağmen sana sadık olmayı seçti. Nerede olduğunu ölüm pahasına bana söylemedi. Böyle adamlar insanın eline her zaman geçmez. Er ya da geç kürkçü dükkanına döneceksin. O zaman Battal gibi sadık adamlara çok ihtiyacın olacak." Benden uzaklaşıp sırtını döndü ve gururla başını kaldırdı.

 

"Kabul etsen de etmesen de bu çöplüğe aitsin. Ellerin neşter tutmak için değil silah tutmak için yaratıldı ve sen ilk fırsatta hayat kurtarmak için değil can almak için harekete geçeceksin. Avucunun içindeki kanın ve yüreğindeki kinin farkına vardığında sana bir şans daha vermem için bana yalvaracaksın."

 

Yumruğumu sıkıp haykırdım. İlk kez karşısında sesimi yükseltiyordum. Buna cesaret edebilmek her zaman mümkün olmuyordu. "Cesedime bile sahip olamayacaksın. Bu defter kapandı Kadir Bey. O kanlı ellerini üzerimden çek artık. Tut ki hiç oğlun olmadı. Kendi ellerinle diri diri mezara gömdün, toza toprağa karıştırdın. Sil beni ömründen, adımı dahi anma." Cevap vermesine bile fırsat tanımadan Ömer'i bir hamleyle omuzlarıma aldım. Onu ne pahasına olursa olsun bu kurtlar sofrasında bırakmayacaktım. Ne yazık ki dilimin sözleri içime düşen yangıyı benliğimden silip atmaya yetmeyecekti. Ömer omuzlarımda inlerken hâlâ Kadir Bey'in sözlerini düşünüyordum.

 

Kimdim ben? Onun gerçekten babam olup olmadığını bile bilmiyordum. Bana olan davranışları o kadar sevgi ve ilgiden uzaktı ki aramızda bir bağ olduğuna inanmak akıl kârı bir iş değildi. Emrindeki itlerden bir farkım olduğunu düşünmezdim ve o da kendisine baba dediğimi duymazdı. Onun yaratmaya çalıştığı bir canavar olmak canımı acıtıyordu. Böyle biri olduğuma olacağıma inanmak istemiyordum. Onun kanını taşıdığımı bilmek içimdeki değişim korkusunu körüklüyordu. Her gece elimden akan kanların dehşetiyle uyanıyor, kendimi insanlara zarar verirken, acı çektirirken görüyordum. Bir gün o düşlerin gerçek olabileceğini bilmek herkesten sakladığım gerçeklerimle aramdaki ince perdeyi kaldırıyor ve yüzümdeki maskeyle baş başa bırakıyordu.

 

Kırılmış bisikletimin direksiyonunu sol elimle kavrayıp taksi bulabileceğim en yakın durağa yöneldim. Şu an ki şartlara bakacak olursak bu oldukça lüks bir hareketti. Ömer'in yaralı halini düşününce bundan daha iyi bir fikir bulamamıştım. "Nereye gidiyoruz?" Yüzümü ona çevirmeden "Hastaneye." dedim. İnlemeleri sık nefeslerine eşlik etti. "Ha-hayır! Beni götürmeyin efendim. Polisler beni rahat bırakmaz. Ben başımın çaresine bakarım." Omzumun üzerinde inmemek için çırpınıyordu fakat buna gücünün olmadığını bildiğimden müsaade etmiyordum.

 

"Aklını kaçırmış olmalısın. Seni bu halde hiçbir yere bırakmam."

 

"Ölmemi istemiyorsanız dediğimi yapın. Başka türlü yaşamama izin vermezler." Benim yüzümden yaralanmıştı. Sırf bana yardım ettiği için bu muameleye layık görülmesini affedemiyordum. Haklı olduğunu kabul etmek zorundaydım. Kadir Bey bunları düşünemeyecek kadar aptal değildi. Onu alıp taksiyle Berk'in evime götürdüm. Biraz olsun toparlayabilmesi için aklıma oradan daha iyi bir yer gelmemişti. Hava zifiri karanlık olduğu için İzmir'in tenha yollarından bir silüet misali süzülüp oturduğu apartmana geldik. Asansöre binip söyleyebileceğim yalan listesini gözden geçirmeye başladım. Yaratıcı ve inandırıcı bir şeyler bulmam gerekiyordu. Söylediklerim ben yalanım diye bas bas bağırmamalıydı. Kapı açıldığında Berk evlere şenlik bir yüzle beni karşıladı.

 

"Mervan bu ne hal?" Vestiyerin aynasından çamur içindeki kıyafetlerime baktım. Gömleğimin bir kısmı Ömer'in başından akan kanlarla boyanmış, kıpkırmızı kesilmişti. Üzerim darmadağındı. Yüzümü dikkatle incelediğimde Kadir Bey'in beş parmağının bana el salladığını gördüm. Suratımı yaşlı elleriyle fiziki haritaya çevirmişti. Şimdi çık işin içinden çıkabilirsen. "Konuşsana oğlum!" dediğinde hâlâ yaratıcılığımı konuşturamamıştım. "Sonra anlatırım." Diyerek teklifsizce içeri girdim. Bu şekilde daha fazla görünmek istemiyordum. Baygın bir halde inleyen Ömer'i yatağa yatırıp gömleğini açtım. Neyse ki göğüs kafesinde herhangi bir kırık görünmüyordu. Daha çok yumruk ve tokat yemiş gibi bir hali vardı. "Sıcak su ve ecza malzemeleri getir." dedim beni şaşkınlık süzen Berk'e. Sözümü algılar algılamaz irkilip banyoya koştu. Saniyeler sonra elinde beyaz bir mendil ve bir kap dolusu sıcak su vardı.

 

Berk'e içinde bulunduğumuz durum için iyi bir yalan düşünürken bir yandan da sızlanmalarına aldırmadan Ömer'in yaralarını temizliyordum. Sabrı taşan Berk, "Söylesene Mervan!" diye söylendi. "Bu kim? Neden bu halde? Bu çocuk öldüresiye dövülmüş." Yüzüme baktığında "Ve sen de nasibini almışsın!" diye ekledi. Bakışlarımı kaçırmamaya çalışarak, "Kız meselesi!" diye geveledim. Bu okulda sık olurdu ve Berk'e oldukça yatkın bir yalan olmuştu. Malum kendisi de gönül derdinden epey muzdaripti. Cevabım tatmin etmiş olacak "Ooooof of!" diye kederlendi. "Bilirim ben o derdi. Ne yakar adamı gel de bana sor! Ah ateş böceğim ah! Vicdansız İzmir sunası. Beni mi buldun kandıracak? Oooof anam of!" Ben göz devirip Ömer'in yaralarını sararken kapı zili acı acı çalmaya başlamıştı. O gün diğerleriyle burada buluşacağımızı hatırlamıştım. Şimdi köşeye sıkışma zamanı gelmişti. Bakalım yalanım daha ne kadar dallanıp budaklanacaktı?

 

Açılan kapının ardından ilk Orkun göründü. Serseri tipi hiç değişmemişti. Keşke saçlarını inek yalamış gibi yana yatırmasa diye içimden geçirip sahte biçimde gülümsedim. "Vaaaay Kara oğlan. Demek sen de boğazcı tayfadansın. Biz daha gelmemiştir diye düşünürken sen çoktan damlamışsın." Bakışları Ömer'i bulduğunda kaşının biri iğreti bir şekilde kaydı. "Bir kamikaze gördüm sanki." Şapşal twety edalarıyla, "Evet evet bir kamikaze gördüm." diye sayıkladı. Ziya ise vah vah der gibi dudak ısırmakla yetindi.

 

"Bu uşağı kim boyle haşladu." Eyvah eyvah diye içimden vızıldandım. Vakitsiz gelmiştik. Baygınlık geçiren Ömer'i büyük bir merakla izlemeye koyuldular. Daha fazla konuşup Ömer'i uyandırmamaları için onları dışarı çıkarıp, zoraki mutfağa yönlendirdim. Ömer'in dinlenmesi ve benim de iyi bir yalan için zaman kazanmam gerekiyordu. Beş kişilik mutfak masasına karşılıklı oturacak şekilde yerleştik.

 

"Eeeee, söyle bakalım Kara oğlan, kim bu yakışıklı?" Orkun'un çevrilen bakışları cevap için ısrarla bana yöneldi. Aklıma ilk gelen yalanı doğal görünmeye çalışarak yumurtladım. "Kuzenim." Yüzlerinden meraklarının yeterince dinmediğini görebiliyordum. Daha fazla gerçekçi açıklama lazımdı. "Nedur bu hali?" diyen Ziya'ya cevabı benim yerime Berk verdi. "Kız meselesi." Diğerleri hep bir ağızdan "Haaaa!" diye koro halinde vızıldandı. Kız deyince bu oğlanların hepsinin aklı başından gidiyordu. Kadir Bey'in malikanesinde bunların lafı bile edilmezdi ve ben bu geyiklere bile yabancıydım.

 

"Kara Oğlan, bu kız kimmiş neciymiş? Dayak yiyecek kadar ne olmuş da adamı tır çarpmış gibi yamultmuşlar." Orkun'un bu sorusuyla suyum iyice ısınmıştı. Şimdi hayal gücümü konuşturup iyi bir senaryo yazıp çizmeliydim. Suyu efkarlanmış gibi bir dikişte kafama diktim. Dudağımın kenarından damlayan suları bile büyük bir ilgiyle takip ediyor benden ciddi bir açıklama bekliyorlardı.

 

"Nişanlısının abileri işte! Düğün konusunda anlaşamayınca tartışma çıkmış, basmışlar dayağı. Bizim oralarda böyle kavgalar sık olur." Birbirlerine baktıklarında yeterince inandırıcı olup olmadığımı sorgulama ihtiyacı hissettim. Hepsinin ağzı masaya değecek kadar açılmış, kulakları horoz ibiği gibi kabarmıştı. Önce kısa bir sessizlik oldu ardından birbirlerine bakıp yutkundular. Bence kısa sürede hatırı sayılır başarılı bir yalan bulmuştum. O zaman sorun neydi?

 

"Vay deyyuslar." dedi Ziya okkalı bir küfür savunurken. Elbette Orkun onu nimet saydıracak başka küfürleri peşinden göndermekte gecikmedi. Bu hergele yaratıcı küfürlerini hiçbir ortamdan eksik etmezdi. "Hep bu kız taraflarından çıkıyor kavga gürültü. Kız everme zamanı geldiğinde her biri ifrit kesiliyor. Allah yarattı demeyip donuna kadar alıyorlar oğlanın. Hiç insaf kalmamış abi hiç!" Onu onaylayıp konunun dağılması için dua ettim. Söyleyeceğim yalanların ayaklarıma dolaşması an meselesiydi.

 

"Ah gülüm ah!" diye inledi Berk. "Biz nişanlanabilseydik senin abilerin de böyle yapar mıydı?" Orkun ve Ziya tuhaf tuhaf Berk'e baktı. "Oğlum senin kızın abileri yok ki. Tek çocuk!" Berk istifini bozmadan, "Doğru ya! Abileri yok. İnsafı olmayan kadının abileri olsa kaç yazar?" Hepimiz bıkkınlıkla göz devirdik.

 

Ziya mavi gözlerini kısıp ellerini dua pozisyonunda açtı. "Allah'ım sen ha bu uşağa akıl bize de bol bol sabır ihsan et, Amin!" Gülüşmeler odanın rutubetli duvarlarında yankılandı. Bir araya geldiğimizde neşemiz hiç eksik olmazdı. Şu Berk'in sevda muhabbetinin bir sonu da olmalıydı artık. Canımızı okuyordu aşk edebiyatıyla. Dün gece üzerini örtmek için eğildiğimde aşkım diye boynuma sarılıp uyku sersemi yatağa çekmeye çalışmıştı. Uykusu da ağırdı çakma Mecnun'un ayak üstü boğar gibi sarılıp canımı okumuştu. Söz konusu bu adam olduğunda can ve ırz güvenliğimden emin olamıyordum (!)

 

Berk acıktığımızı düşünüp ayaklandı. Uzun sohbetler sofrasız olmazdı. Burası eski bir apartmandı. Duvarların sıvası dökülmüş, rutubetten tavanlar küflenmiş, kokusundan yanına yaklaşılmaz olmuştu. Oldukça dayanıksız olduğunu bile bile depreme karşı ölümle dans etmekten geri durmazdık. Yol kenarından geçen her aracın bıraktığı sarsıntıyı salıncak kabul edip iyimserlikle yere attığımız döşeğin üzerinde uykuya dalardık. Varlığı küçük ve biçimsiz iki odadan, kırık dökük bir mutfak, tuvalet ve banyodan ibaretti.

 

Berk'in ev sahibi ihtiyar, dul bir kadındı. Evinin her yerinde onlarca kedi muhafız gibi dolaşırdı ve maalesef o kadar kediye bakmak zor olduğundan oturduğunuz koltuktan ahşap masaya, duvar diplerine kadar her yer sidik kokusundan geçilmezdi. Eski kadife koltuğuna ne zaman oturma mecburiyetine düşseniz günlerce elinizde fırça kedi tüyü ayıklamak zorunda kalırdınız. Bu sebepten olsa gerek yaşı 65 olmasına rağmen kendisini kedileriyle kabul edecek bir koca bulamamıştı.

 

Kedileriyle konuşur, onlara şarkı söyler, kış geldiğinde de hepsine tek tek patik ve süveter örerdi. Nezihe Hanım'ın evine iki kez gitmeme karşın bir şey yiyip içecek cesarete sahip değildim. İkram edilen kahveler o bizi görmek için gözlük arayışına girdiğinde itinayla aleo vera saksılarına boşaltılmıştı. İlk gün ki hatayı yapmamaya yeminliydik. O limonlu kekleri yedikten sonra dilimize yapışan tüyler haftalarca huylanıp hapşırmamıza sebep olmuştu. Daha fazla tüye ve salyaya tahammülümüz yoktu.

 

Kedilerin kızışma dönemi en beteriydi. Evden gelen ciyaklama seslerinden asla uyumazdık. Hayvanlar Allah yarattı demez öyle çığlıklar atardı ki Nezihe Hanım'ın onlarla ayin yaptığını düşünecek kadar çıldırdığımız olurdu. Ziya kedileri nikah kıyma bahanesiyle ormana götürmeyi teklif ettiğinde hepimiz ona delirmiş gibi baktık. Hayvanları hadım etmek, ağızlarını baliyle yapıştırmak gibi canice görüşleri de yine Orkun sunmuştu. Tabi ki de reddettik. Kedileri ona yedirmemeye kararlıydık. Kediler ve Orkun arasında bir tercih yapmamız gerekse kedileri tercih ederdik. Orkun'un gece uyurken çıkardığı sesler kedilerden daha iyi değildi. Nezihe teyzeyi kedi nüfusunu kontrol altına almak konusunda ikna edebileceğimizi hiç sanmıyorduk.

 

Geçen gün o kedilerde biri mutfağımızda doğum yapmıştı. Temizledikten sonra bile mutfağa girmek istememiş iğrenmiştik. Özellikle yaz günleri pencereden yatağıma giriyorlardı. Onları kovmaktan bezmiş çoğu zaman yatağı kendi haline bırakıp halının üzerinde uyumaya başlamıştım. Çişini yapıp yatağımda başka kedilerle çiftleşenlerini bile görmüştük. Bu köftehorlar bizden çok daha fena işler çeviriyorlardı.

 

Kediler hanedanına karşı boynumuz kıldan inceydi. Bir keresinde Ziya onlardan birine horon teptirmeye çalışmıştı da Nezihe teyze kıyametleri koparmış, evimizi resmen başımıza yıkmıştı. O günden sonra neyse ki bize yaptığı böreklerden köftelerden göndermez olmuştu. Kedi salyası ve tüyüyle harmanlanmış yemekleri pek hevesle beklediğimiz söylenemezdi. Bu olaydan önce Nezihe teyze yaptığı börekleri gözünün önünde tatmamızı istemişti de ne yapacağımızı şaşırmıştık.

 

Ben oruç tuttuğumu söyleyip işin içinden sıyrılmıştım. Berk ise vejeteryan olduğunu, kıyma yemediğini söylemişti. Biz başını kurtaran şanslı ikili olarak gülümserken zavallı Orkun ve Ziya tüylü börekleri mideye indirmek zorunda kalmıştı. Orkun'un üç gün kustuğunu Ziya'nın ise 15'lik tüfeğini alıp Nezihe teyzeyi kedileriyle birlikte hakkın rahmetine göndermek için saldırıya geçtiğini hatırlayabiliyorum. "Ula uşaklar Allah'ını seven tutmasun da! O kadını kedileriyle birlikte cennete gönderip temizleyeceğum bu işi." Orkun 'kedilerin olmadığı bir hayat istiyorum' diye ağlarken onları teselli edecek bir çözüm öneremiyorduk.

 

Orkun neden sustun diye beynimi tırmalarken beni şaşırtmayıp yine o parlak fikirlerinden birini önümüze attı. "Ben yolunu buldum gardaşlar." Dedi sinsi sinsi sırıtırken. Merakla ondan gelecek harika plana odaklandık ama yine toto üstü düşmemiz kaçınılmaz oldu. "Kedilerin mamasına şap atalım." Dediğinde yol yakınken Kadir Bey'in inine dönsem mi acaba diye düşünmeye başlamıştım.

 

Ziya, "Ne deyesun hamsi kafalu?" diye çıkışırken Berk kahkaha krizine girmişti. Orkun son derece ciddiydi. "Ne var!" diye çemkirdi. "Yurttaki yemeklere atıyorlar hepimiz ölü gibi yatıyoruz. Kedilerin nesi bizden fazla. Verelim hayvanlara onlar da rahat etsin biz de. Bu gidişe bir son vermek kaçınılmaz oldu." Biz acıklı halimize kahkahalarla gülerken bir gün sonra Orkun dediğini yaptı. Şaşılacak şeydi doğrusu. Fikri işe yaramıştı. Hayvanlar susunca biz de bir hafta huzurlu bir şekilde uyuyabilmiştik. Sanırım aynı deneyi birkaç doz arttırıp Orkun'a uygulamalıydık. Herif dişi sinek görse asılıp peşine takılıyordu. Daha kaç kez başımız belaya girecekti ben de bilmiyordum.

 

Nezihe Hanım'ın tek iyi tarafı gereksiz zam yapıp biz ayağı çıplak öğrencileri zorlamıyor olmasıydı. Elbette bunun için ona epey rüşvet vermek zorunda kalmıştık. Orkun pazar ve çarşı alışverişine gönüllü olmuş, ben hafta da bir evine süpürge çekme vazifesini üstlenmiştim. Ziya emekli maaşını çekerken Berk perdelerini üç ayda bir yıkayıp asmaya talip olmuştu. Evde sadece Berk kalsa da biz de part-time işçi gibi her fırsatta soluğu burada alıyorduk. Bu sebeple ganimetimizi koruma altına almak için hiçbir fedakarlıktan kaçınamıyorduk. Bu eski ev bile sıkış tepiş yurt odasının yanında saray oluveriyordu gözümüzde. Ne yazık ki buraya da veda etme günleri gelip çatmıştı. Nezihe Hanım, evini müteahhitle anlaşıp kentsel dönüşüme bırakmaya karar verdiğinde bize de tası tarağı toplayıp tabanları yağlamak kalmıştı.

 

Biz Berk'le mutfağa geçerken, Orkun üşüyüp sobaya yöneldi. O sobayla cebelleşirken Ziya çoktan kemençeli bir horon havası açıp tepinmeye başlamıştı. Ben bu hayatın yabancısıydım. Yaşadığım ev buradan çok farklı bir iklime sahipti. Burada iş yapmamak suçken orada iş yapmak saçma ve gereksizdi. Beylik adı altında koltuğa kurulup tüm gün birilerinden hizmet beklemek yaptığım tek aktiviteydi. Anne, baba ve çocukların bulunması o gösterişli malikaneyi ev yapmaya yetmemişti. İhtişamlı sofralar ve akan tomarlar dolusu para da bizi birbirimize bağlayamamıştı. Oysa o küçük yurt odasında bile Kadir Bey'in sarayından çok daha mutlu ve huzurlu olmuştum. Keşke dostlarımdan bu kadar çok şeyi saklama mecburiyetine düşmemiş olsaydım. Gerçek Mervan'ı tanıdıklarında şimdiki gibi bağırlarına basacaklar mıydı? Peki ben kim olduğumdan emin miydim?

 

Düşüncelerim Orkun'un soba karasına boyanmış yüzüyle darmadağın oldu. Kahkahalarıma Berk'le Ziya da kısa sürede eşlik etti. Bu durumdan hoşlanmayan tek kişi Orkun'du. Simsiyah ellerini oduncu gömleğine silerken haylaz çocuk edalarıyla kindar kindar söylendi. "Bu sobayı bir gün üçüncü kattan yuvarlaya yuvarlaya atacam. Duydunuz mu atacam. Benimle eğleşmek ne demekmiş görecek kereta." İşaret parmağını boğazını keser gibi oynattı ve "Siz de göreceksiniz." diye ekledi. Güç bela ağzımızı toparlayıp Ziya'nın laz ağzıyla onu taklit edişini izledik. Onlar sütçü beygiri gibi tepişirken açılan kırık kapının gıcırtısı tüm dikkatlerimizi misafirimize yöneltti. Ömer mahcup bir edayla önce evi sonra da bizleri süzdü. Oluşan sessizlik rahatsız olmam için yeterken bir şey söylemesi gerektiğini düşünüp "Merhaba!" diye sayıkladı.

 

Ben suçluluk duygularıyla cebelleşirken Ömer uyanmış ve ağır aksak yürüyen bacaklarıyla soluğu yanımızda almıştı. Suskunluğu ve ağır başlılığı Kadir Bey'den aldığı terbiyenin timsali gibiydi. İkimiz de onun eğitiminden geçmiştik. Bu sebepten kurulu bebekler gibi kalıbımızdan çıkamaz ve onun kurallarına yalnız olduğumuz zamanlarda bile bağlı kalırdık. Ağır, asil, suskun, kibirli, duygusuz... Bunlar olmaya çalıştığımız canilerin en önemli özelliklerindendi. Şimdi yapılacak en doğru şey kurmaca dünyamızı gizleyerek bu gerçek insanların arasında yer edinebilmekti.

 

"Çekinme birader, gel otur." dedi Berk Ömer'e oturması için sandalye çekerken. Ömer ise odadaki tek tanıdık olduğumdan sadece bana bakıyordu. Diğerlerinin tuhaf durumumuzu yadırgamasını istemediğimden dostane bir şekilde yanına gidip omzuna dokundum. "Gel Ömer." Onu diğerlerinin şaşkın bakışları eşliğinde ayrılan sandalyeye zoraki oturttum. "Gel şöyle dinlen! Zor bir gece atlattın. Merak etme. Burada güvendesin."

 

"Ama efendim." Kaşlarımı pot kırmaması için yay gibi kaldırdım. Fakat birbirini dürten arkadaşlarımın gergin yüz hatlarından bir şey eksilmemişti. "Bu uşak neden sana efendum diyi?" diyerek konuya salça olan Ziya'ya Orkun eşlik etti. "Hakikaten. Ne bu efendim geyiği? Siz kuzen değil misiniz?"

 

"Evet öyleyiz değil mi Ömer?" diyerek kırılan potu kısmen de olsa onarmaya çalıştım. Ve neyse ki Ömer yalanımıza adapte olmakta gecikmedi. "Evet öyle!" Ömer sakince kendisine gösterilen sandalyeye yerleşirken arkadaşlarım da dudak kıvırıp tam karşısında yerini aldı. Bakışlarımız ister istemez Ömer'e takılıyordu. Üzerindeki kanlı beyaz gömlek ve yırtılan yakası dikkate değmeyecek gibi değildi. Ufo görmüş gibiydiler. Ömer onlara göre fazla sakin ve kuralcı duruyordu. Muhtemelen eve Ömer yerine bir gök taşı getirsem daha az ilgi çekerdi.

 

"Senu fena hırlamuşlar uşak." dedi Ziya başını acır gibi sallarken. Ömer, "Öyle oldu." diye onayladı. Berk ahlayarak, "Gönül derdi zordur. En iyi ben bilirim." Diye söylenmeye başladı. Orkun ve Ziya "Ooooy oy!" diye bıkkınlıkla solurken ben gergince Ömer'i süzdüm. Kendisini soran arkadaşlarıma olanlar için bir kılıf uydurduğumu anlamıştı, fakat doğaçlama gelişen bu duruma nasıl pot kırmadan dahil olacağını bilmiyordu.

 

"Ne diyor senin kız. Vaz mı geçti yoksa?" Berk'e alık alık bakan Ömer kopya ister gibi gözlerini bana doğru kaçırdı. "Hangi kız?"

 

"Sakız... Hangi kız olacak uşak sevdiceğun olan kız!" Ziya'nın girişimi herkesi güldürse de ben dikene oturmuş gibi yerimde duramıyordum. Şimdi açık vermeden durumu idare etme zamanıydı. "Zaten hep onun başının altından çıktı. Terk edip gitti beni arsız kadın." Ömer fazla hızlı gitmişti. Duruma el atsam iyi olacaktı. Ben alnıma küçük bir şaplak atarken herkes şaşkınlıkla birbirine bakıyordu. "Haydiiii. Madem kız terk etmiş abileri niye seni dövüyor?"

 

"Beni abileri mi dövmüş?" Ömer kaşlarını çatıp bana yan yan yardım dilenir gibi baktı.

 

"Eyvah ki ne eyvah!" dedi Orkun. "Eleman kartviziti yakmış. Daha kimden dayak yediğini bilmiyor." Ziya sivrice olan burnunun ucunu haylazca kaşıdı. Gözleri benimle Ömer arasında gidip geldi bir süre. Hamsi kafası terslik olduğunu anlamıştı. "Yahu abileri seni düğün meselesi yüzünden dövmedi mi? Madem ayrıldınız niye düğün konuşuluyor?" Orkun'la göz göze geldiğimizde duruma açıklık getirmem gerektiğini anladım.

 

"Elbette düğün için kavga çıktı. Teyzemin beğendiği perdeleri kuzenin nişanlısı beğenmeyince tartışma çıktı. Bizim oğlan arayı bulmaya çalışınca da kız terk etmiş. Terk edince abileri 'Sen nasıl bizim kızı üzersin' deyip basmışlar dayağı. Anlayacağınız bizim kuzen kimvurduya gitti." Ortamdan "Haaaa!" nidaları yükselince durumu toparlamış olmanın gururunu iliklerime kadar yaşadım. Rahatlayışım Ömer'in gözünden kaçmamıştı. "Öyle oldu maalesef." Cık cık sesleri ortamdaki gerginliği biraz daha arttırdı.

 

"Aman be çaylak. Bıraksaydınız da yenge hanımın istediği olsaydı. Sonuçta evde en çok vakit geçirecek olan o. Böyle konulara büyükler karışmamalı." Dedi Orkun. Ve tebrik ederim ilk defa mantıklı bir açıklama yapmıştı. Ben saçma konu uzamasın diye dua ederken Ziya elbette konuya girmeden duramadı.

 

"Bir sefer de büyüklerin istediği oluversun ne olir?" Konuyu kapatma adına öne atıldım.

 

"Amaaaan olan olmuş işte! Ömer'in ilişkisi hep böyleydi. Bugün küser yarın barışırlar." Ömer, başını emme basma tulumba gibi salladı. "Tabi, Biz hep böyleyiz. Barışırız zamanla!" Berk iç çekti. "Ah keşke aşkımla biz de kavuşsak. Ben her Allah'ın günü kavga etmeye razıyım." O yüzünü ellerinin arasına alıp hisli hisli göz süzerken hepimiz "Ya sabır!" diye göz devirdik. Bu Berk'in başını bağlamanın zamanı gelmişti. Kızı bir türlü unutamadı gitti. Çivi çiviyi söker diye boşuna dememişler.

 

"Kız nereliydi gardaş?" dedi Orkun. Bu lafın peşini bırakacak gibi durmuyordu. Ben "Maraş! Derken Ömer "Diyarbakır!" diye söze atladı. Yine pot kırmıştık. Çocuklar alık alık birbirine bakıp göz süzdü. "Maraş midur Diyarbakir midur?" Ben yutkunup dudaklarımı dişlerimin hışmından kurtarırken Ömer cevabı bana bırakmak için elindeki bir bardak suya abanmıştı.

 

"Aslında kız aslen Diyarbakırlı ama ailesi göçünce tüm ömrünü Maraş'ta geçirmiş. Sorsanız Maraşlıyım der."

 

"Evet öyle!" dedi Ömer bana minnetle bakarken. Ziya, "Bizde anan baban nereyeyse orayasundur." Dedi Ziya bilmiş bilmiş. Daha fazla soru sormamaları için dua üstüne dua ediyordum. Bugün ya batacaktık ya çıkacaktık. "Nasıl tanıştınız?" Ulan Orkun, ulan hergele. Beni başgöz etme çalışmaların bitti şimdi sıra Ömer'e mi geldi? Bir şeye de karışıp merak etmese şaşırırdım. Aşk deyince adamın nevri dönüyor, aklı mangal yelliği gibi yalpalayıp duruyordu. Ömer boğaz ayıklayıp "Okulda." Diye cevap verdi. "Kampüste tanıştık." Bana ne işler açtın başıma der gibi yan yan baktı. "İlk görüşte aşk! Resmen vurulduk!" Kinayeli lafı kıkırdamama sebep olmuştu. Ömer'i bir kıza âşık olurken hayal edemiyordum. Filmlerdeki gibi kampüste çarpışıp kafa tokuşturduklarını düşününce kendimi tutmakta epey zorlandım.

 

"Aaaaah ah!" dedi Berk. "Ben de ateş böceğimle kampüste tanışmıştım. Görür görmez vurulmuştuk. Ne günlerdi hey gidi hey! Şimdi aşkımızın külleri çoktan savrulup gitti."

 

"Aman Berk. Bir lafa da ateş böceğim diye atlamasan olmaz."

 

"He yaw! Adam ne cüzel anlatayidi yavuklusuni!" Ömer güldü. Uydurduklarını bu kadar heyecanla dinleyen insanları görünce onun da iyice anlatma isteği gelmişti anlaşılan. "Sonra ne oldi?" Ömer ensesini kaşıyıp, "Önce kavga ettik, sonra da âşık olup evlenmeye karar verdik." Aşk kelebekleri gibi süzülmeye başlamışlardı. Hepsinin aşk deyince gönül yayı entari donu gibi gevşeyip x-large olmuştu.

 

"Hiç seviştiniz mi?" dedi Orkun hevesle. Ziya kafasına şaplağı indirirken ben öksürük komasına girmiştim. Ömer'in kızaran yüzünü söylememe gerek bile yoktu sanırım. "Ula hamsi kafalu. Adamın özeli sorilur mi da?" Berk elindeki çay tepsisini masanın üzerine bırakıp, "İyi dedin Ziya. Bu sapık adamla dolaşa dolaşa bizim de huyumuz suyumuz ekşidi." Orkun geri vites yapıp teessüflü teessüflü yan yan baktı. "Tamam be! Bir şey demedik." Sonra Ömer'e dönüp "Kusura bakma beyaz oğlan. Bu evde sadece Nezihe teyzenin kedilerinin özel hayatı konuşuluyor. Kediler de olmasa bizi leyleklerin getirdiğine inanacağız. Tek fantezimiz onların ciyaklayan sesini dinlemek."

 

"Bırak şu hayvanlaru da!"

 

"Hayvanları kıskanıyor bu herif. Durum gerçekten feci!" dedi Berk. "Yalnızlık başına vurdu!" dedim iç çekerken. Tavrımız Orkun'u susturacak gibi değildi. "Yalan konuşmuyoruz beyaz oğlan! Hepimiz kutsal bakire misali dolaşıyoruz ortalıkta. Issız adaya düşsek ancak bu kadar yokluk olur. Şahsen ben kadının ne olduğunu bile unuttum. Saçları vardı, burnu vardı. Başka neyi vardı Ziya? Belki sen hatırlarsın!"

 

"Ayaklaru vardur." Orkun kindar kindar inadına lafı uzattı. "Başka?"

 

"Çenesi vardur!"

 

"Başka?" Ziya terslenerek, "Başkasinu karişturma uşak! Aranaysun gene!" Ömer otuz iki diş sırıttı. Bu evdeki erkeklerin namusu Ziya'dan sorulurdu. Koruyucu meleğimiz eve kara fatmaların girmesine bile izin vermezdi. Oturup film izlesek öpüşme sahnelerini bile değiştirir, Orkun inat edip izlemeye çalıştığında benim ve Berk'in gözünü kapatırdı. Sayesinde hiçbir cumayı kaçırmaz olmuştuk. Tek sorunumuz çalınan ayakkabılarımız yüzünden silikon banyo terlikleriyle eve dönmekti. Takkesiz gezmezdi. Hamsi düşkünü olduğundan evin yarı parasını onun derya kuzularına ayırırdık. Balık tutmayı sever, tuttuğu balıkların ardından dua edip özür dilerdi. Bizim giydiklerimizi beğenmez daha bol pantolon ve gömlekler giyerdi.

 

Ziya'nın memlekette dönmesini bekleyen bir yavuklusu vardı. Asude... Çok hoş bir ilişkileri vardı. Onca zaman konuştuktan sonra bile birbirlerine hanım bey diye hitap ederler, el ele tutuşmadan iki çift laf edip kavuşmadan oyalı bir mendille birbirlerini bekler dururlardı. Ziya bu konuda da hassastı. Kendisine yaklaşan bir kız olsa da hiç yüz vermez, ders notu isteyen her kıza "Başum bağludur." Deyip kapıyı gösterirdi. Onun kadar sadık ve karakterli erkeği kızlar bu zamanda az bulurdu. Yani Ziya öyle olduğunu söylerdi.

 

"Peki kızın adı ne?" dedi Orkun son sorularını dizerken. Bizim ters bakışlarımızı zerre kadar önemsemiyordu. Ömer, "Aslı!" diye cevap verdi. Hep bir ağızdan "Hımmm!" nidalarını yükselttik. "Cüzeldur! Sakıncasu yoktur!"

 

"Sağ ol Ziya ya! Sen onay vermesen halimiz ne olurdu?" Sözüme Ömer de dahil herkes kıkırdadı. İlk defa Ömer'in bu kadar sık güldüğüne şahit olmuştum. Kontrollü tavırları benimkinden geri kalacak nitelikte değildi. İlk defa ön dişlerinden fazlasını görebilmiştim. Keşke burada yanımızda kalmayı kabul etseydi.

 

"Neyse!" dedim yapmacık bir şekilde gülümseyerek. "Konuyu değiştirsek iyi olacak. Hem Ömer utangaçtır. Böyle özel hayatını ulu orta konuşmayı sevmez." Ömer'e dizimle masanın altından çaktım. O da gözüme toslayınca, "E-evet. Ben pek sevmem. Utanırım!" diye onayladı. Ziya bozulan yüzünü iyice sallandırarak, "İyi madem. Biz de konuşmayuz." diye ekledi.

 

"Laz uşağı senin memleketteki yavukludan ne haber? Hâlâ dönmeni mi bekliyor?" dedi Berk. Sürekli bizi didiklediği yetmezmiş gibi aşktan başka derdi olmayan grubu iyice muhabbetin dibine itiyordu. Ziya tersin tersin Berk'e baktı. "Beklemez mu da! Sevduceğu burayadur." Şahane konuşması kıkırdamama sebep oldu. Tarzı hepimizden faklıydı ve bu haliyle grubun en tutan delikanlılarından biriydi.

 

Gecenin devamı oldukça komik geçmişti. Orkun'un lise hatıraları, Ziya'nın Rize yaylasında yavuklusuyla gizli saklı mektuplaşmaları bizi katıla katıla gülmekten bitap düşürdü. Özellikle de Orkun alem çocuktu. Yaptığı taklitler, kötü sesiyle söylediği şarkılar ortamı kaynaştırmak için oldukça etkili olmuştu. En son bidbaks yapmaya başladığında Nezihe Hanım sesimizi kesmek için alt kattan yukarıya sopayla vurmak zorunda kaldı.

 

Mutluydum. Bambaşka bir insan olmuştum. Fakat bir türlü diğerleri gibi olduğumu söyleyemiyordum. Farklıydım ben. Eksik yıllarım vardı. Dört duvar arasında geçen o mutsuz çocukluğu ne yapsam tam anlamıyla unutamıyordum. Pek çok şeyi sonradan öğrenmiş, aldığım eğitimle toplum ve insanlara yabancılaşmıştım. Bey olmak... Beni mutlu etmeye yetmemişti Kadir Bey'in safsataları. Kimseye hükmetmek gibi bir derdim yoktu. Herkes gibi olmak istiyordum. Esas özgürlük buydu.

 

Acıktığımızın farkına varınca sohbeti bırakıp bir şeyler hazırladık. O evde dünyanın en lezzetli sahanda yumurtasını yiyebilirdiniz. Tereyağını Ziya köyünden özel olarak getirmişti. Sabahları zihin açıklığı versin diye tereyağlı pekmezi ekmek bandırıp bana ve Orkun'a da yedirmeye çalışırdı. Şen şakrak bir geceyi daha geride bırakmıştık.

 

Ömer'e yanımda kalmasını söyledim, fakat o böyle bir şeyin mümkün olamayacağını inanmıştı. Çünkü biliyorduk, Kadir Bey kendisine bağlı olan kimseyi elinden bırakmazdı. Yani en azından canlı bırakmazdı. Ömer bu gerçeği bildiğinden sabaha karşı çoktan kendisini almaya gelen siyah araçla Diyarbakır'ın yolunu tutmuştu. Anlaşılan Kadir Bey, beni oturduğum eve kadar takip etmiş, pençelerini hayatımdan bir an olsun ayırmamıştı. Eğer Kadir Bey'i biraz olsun tanıyorsam bu mağlubiyeti asla kabul etmez, kurduğum sıcak dünyayı alaşağı etmeden huzur bulmazdı.

 

O gün evden çıkarken arkadaşlarıma endişeyle baktım. Ya onlara da bir zarar verirse diye içim içimi yiyordu. Durumu dostlarıma nasıl izah edeceğimi kestiremiyordum. 'Babam bir gangster. Beni de kendisine benzetmek istiyor. Ondan kaçıp buraya geldim ve hayatımın ahmaklığını yapıp sizin de hayatınızı tehlikeye soktum' diyemezdim ya. Bu korkunçtu.

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. 🌹😊

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%