@syildiz_koc
|
Medya: Emre Fel (Bilmem bu yol nereye çıkar?)
Güney, kafasında evirip çevirdiği binlerce düşünceyle boğuluyordu. Elinde telefon Kıvanç'ın kendisine getireceği haberi kolluyordu. Aklında hep aynı isim vardı. Efsun... Apar topar çekip gitmesi, yüzündeki o yıkıcı öfke ve iş teklifini gönülsüz olduğu halde bir anda ani bir dönüşle kabul etmesi... Her şey öyle tuhaf ve anlamsızdı ki genç adam olayları yorumlamak için hangi fikre sarılsa elinde kalıyordu.
Bu kıza karşı tuhaf bir ilgisi olduğunu inkar edemezdi. Fazla sakar ve şapşal olmasının yanı sıra onda çözemediği bir gizem vardı. Tanımıyordu bile. Belki caddede dolaşırken omzuna çarpan sıradan bir insandan farksızdı onun için ama nedendir bilinmez kalbinde ona karşı hisli bir yakınlık vardı. Sanki kader her ikisini de birer kuklaya çevirmiş ve istemeseler de bedenlerini oynatarak birbirine yaklaştırıyordu. Bu öyle bir çekimdi ki ne Efsun ne de Güney bir birine dolaşan hikayelerine engel olamıyordu. İki ayrı hayat mıknatıs gibi birbirini çekip tamamlanıyordu.
Güney kadere inanan bir adamdı. Onun için hayatta anlamsız hiçbir şey yoktu ve er ya da geç Efsun'un onun hayatında kabul görmesini gerektirecek özel bir yeri olacaktı. Bu kadar şey tesadüf olarak kabul edilemez, rastlantı çuvalına sığdırılamazdı.
"Merhaba Tatlış!" Güney, gerginliği koynunda saklayan bir heyecanla ayağa kalktı ve menajerinin tam karşısında yerini aldı. "Umarım Harzem'den dişe dokunur bilgiler almışsındır." Kıvanç, siyah üzerine sarı bukleler atılan kıvırcık saçlarını parmaklarının arasına geçirip edalı edalı koltuğa oturdu. Rahatlığını gören patronun Güney değil de kendisi olduğunu sanırdı. Genç adam dudaklarını öne doğru toplayıp kadınsı tavırlarla, "Yine canın burnunda çifte telli oynuyor bakıyorum. Efsun söz konusu olduğunda aklın başından gidiyor." Kaşının birini hafif bir alayla kaldırıp ironili sözlerine starın cevap vermesini bekledi.
"Saçmalama Kıvanç! Bu kızın bizim için ne kadar önemli olduğunu çok iyi biliyorsun. Kariyerim, bunca yıl verdiğim onca emek söz konusu. Bu işe bir çözüm bulamazsak en dibe çakılıp kalacağım. Şu zavallı halimi mumla aracağım. Sen de benim gibi bir zavallının yanında devam etmek yerine kendine yeni bir patron bulursun o zaman. Aç kalacak değilsin ya!"
Kıvanç, arkasına yaslanıp, "Merak etme aç kalmam. Ama şu kız benim de iyiden iyiye gözüme batar oldu." Güney bozulan moralini belli etmemeye çalışarak başını salladı. "Harzem ne dedi? Efsun'un o adamla ne ilgisi varmış?" Kıvanç öne atılıp sehpanın üzerindeki üzümlerden bir salkım aldı ve Güney'den bakışlarını kaçırarak yemeye başladı.
"Haklıymışım. Efsun denen o sakar kız Harzem dızosunun sevgilisiymiş." Güney, bakışlarını kaçırarak dudaklarını birbirine bastırdı. Demek o görüşmeler durduk yere değildi. Efsun hayatını mahvedebilecek bir adamla gönül ilişkisi yaşıyordu. Vay be dedi içinden. Ne aşkmış ama... O çirkin mendebur adam uğruna ölümleri bile göze aldı. Sadece o istediği için tehlikeli insanların arasına karışmaktan bile çekinmedi. Bravo doğrusu, bu kadar gurursuzluğa da pes.
"Sen de o deli kız gibi içinden konuşmaya başladın tatlış! Hatta konuşmayı bırak basbayağı içinden kendi kendinle kavga ediyorsun." Güney, "Kırat'ın yanında kalan ya huyundan ya suyundan." diye geveledi. Lafın sonunu öğrenebilmek için adeta deliriyordu. "Onun için ne dedi?" Kıvanç, Güney'deki bu tatlı telaşı görmezden gelerek, "Çok şey!" dedi. Güney gerçekleri öğrenme isteğinden bir türlü vazgeçemiyordu.
"Kızımız tahmin ettiğimizden de yaman çıktı. Harzem denilen adamla evli olduğu halde aşk yaşamış. Adam ona istediklerini verebilmek için kumara başlamış. Türlü türlü yalanlar söyleyip elinde avucunda ne varsa çekip almış. 'Ne yapsam rezilliklerinden kurtulamadım.' dedi." Güney duydukları karşısında nefes almakta bile zorlanmaya başlamıştı. İyi şeyler duymama ihtimalinin elbette farkındaydı ama bu kadarı çok fazlaydı. Şimdi bu gerçekleri bilirken nasıl onunla yüz yüze gelecekti?
"Demek göründüğü kadar masum değil Efsun Hanım!" Kıvanç, oynak bir tavırla dudaklarını birbirine bastırdı. "Maalesef. O gün de para meselesi yüzünden bir araya gelmişler ve kız ondan para tırtıklamaya çalışmış." Başını iğrenir gibi titretip, "Ne utanç verici!" diye sayıkladı. Güney, ayağa kalkıp pencereye yöneldi. Boğulduğunu hissediyordu. Neden bu gerçekler onu bu kadar yıkmıştı ki? Neden doğru düzgün tanımadığı biri için kalbinde yas günü ilan etmişti? Efsun iyi de olsa kötü de bu Güney'in problemi olamazdı. Bakışları bahçedeki kır çiçeklerinde oyalandı bir süre. Alabora olan duygularını o güzel taç yapraklar bile sükunete erdirememiş, kanayan vicdanı bir nebze mutluluk şerbetine muhtaç kalmıştı. Yo hayır, üzüldüğü kişi Efsun olamazdı. O yanılsamasına yanıp kavruluyordu.
"Keşke bu kadarla da sınırlı kalsaydı duyduklarım. O kıza iş teklif etmen hiç iyi olmadı. Göründüğünden çok daha tehlikeli biri." Güney yumruklarını sıkıp, "Dahası da mı var?"
"Olmaz mı? Küçük yılanımız çocuk sayılabilecek bir yaşta babası yaşlarında bir adamla evlenmiş ve aynı gece kendi kocasını kafasına indirdiği bir biblo yardımıyla öldürmüş. Sonrasını bilirsin. Polisler, hapishane ve daha neler neler..." Kıvanç, "Offf!" diye gerildiğinde Güney hayal kırıklıklarını ipe dizmiş teşbih misali sallıyordu. Bir kadın bunca pisliği o zavallı ömrüne nasıl sığdırabilirdi? Oldukça genç olan ürkek bedeni bunca çirkefe nasıl batardı?
Kıvanç, dostunun yanına gelip iyi niyet elçisi hükmüne getirdiği elini omzuna attı. "İlk fırsatta işten at onu! Hatta mümkünse iş teklifini geri çek. Bu hepimiz için çok daha iyi olacak." Keşke Güney de onun gibi düşünebilseydi. O kızı uzağında tutmayı başarabilseydi. Kalbi ona düşmüş olamazdı değil mi? Efsun gibi biri onu yaralı bir oğlan çocuğu gibi yapayalnız bırakır, kanayan dizlerine dolan gözlerine rağmen sevgi, merhamet göstermezdi. İyi çocuktu Güney fakat çoğu zaman iyi niyeti nankörlükle karşılanmış, uzattığı zeytin dalları acımadan elinde parçalanmıştı. Ne yazık ki uslanmaz vicdanı bin tane darbe alsa da insanlara güvenmekten kolay kolay vazgeçemeyecekti.
"Ayağımı kaydırmaya çalışan düşmanlarımı deşifre etmeye mecburum Kıvanç. Bu kızla henüz işim bitmedi. Yanında dikkatli olup peşindeki adamları bana bulaştığına bulaşacağına pişman edeceğim. Bu iş bitmedi."
💫💫💫
Beni neyin beklediğinden habersiz yine tuhaf bir yol ayrımına girmiştim. Hayatım mavi gözlü devle buluştuğundan beri tuhaf bir çıkmaza girmişti. Farkına bile varmadan kendimi hiç ait olmadığım olabileceğimi rüyamda bile göremediğim bir hayat kapımı çalmıştı. Güney Tunç Atasoy'un iş teklifini oğlumu bulabilmek için kabul etmiştim. Fakat şimdi bu davranışımın olası sonuçlarını kestiremiyordum. Ben ne anlardım klip çekiminden, menajerlikten, makyözlükten, ışık sorumlusu olmaktan. Bunların hiçbiri benim harcım olan işler değildi ki! Peki Güney neden bu işlerden anlayan onlarca genç ve güzel kız varken beni seçmişti? Hâlâ anlayamıyordum.
"Yemeğini karıştıra karıştıra enkaza çevirdin. Yine neyi taktın kafana söyle bakalım düşler kraliçesi!" İç çekip, "Bilmem!" diye homurdandım. Melis yemeğinden bir lokma alıp imalı imalı konuşmaya devam etti. "Demek artık Güney Tunç Atasoy'la çalışıyorsun. Vay be! Gerçekten bu harika. Acaba hangi pozisyonda? Gerçekten çok merak ediyorum." Elimdeki çay bardağını bırakıp çılgınlar gibi atan kalbimi yokladım. "Of Melis of!" Hemen kontrollü edalarla yanıma geldi beni sakinleştirmenin 50 tonunu bulmaya başladı.
"Benim melek yüzlü melek kalpli arkadaşım. Neden korkuyorsun? Anlaşmazsan işten çıkarsın olur biter." Yutkunup, "Çıkarım değil mi?" diye geveledim. Esas mesele benim ne iş yapacağım değildi. Her gün Güney'le karşılaşma mecburiyetine düşmüş olmamdı. Mavi gözlü dev, beni akıl almaz enerjisiyle şapşallıktan da öte bir hugoya çeviriyordu. Onun yanında ne olduğumu şaşırıyor, iki ayağımın üzerinde durma meziyetimi ise tamamen kaybediyordum. Yüzüm onun çekici, kemikli yüzünü hatırlayan zihnimle düelloya tutuşmuş gibi hayalci bir tebessümle aydınlandı.
"Onu her gün görmek zorunda kalacağım. Of Melis, bu fikir beni deli ediyor!" Melis, alaycı yüz hatlarını sevimli bir şempanze gibi kullanıp beni sakinleştirmeyi iyi biliyordu. "Neden? Diğer erkeklerde olmayıp Güney'de olan ne?" Sorusu yüzümün ala bula rengine sebep olmuştu. Ne yazık ki cevap vermek o an için bana imkansız geliyordu. "Hiç bir şey. Yani aslında bir fark yok yok elbette ama bilmiyorum. Öyle işte!" Melis beni rengarenk taşlarla döşediği sevimli mutfağındaki büfeye yönlendirdi ve turuncu plastik sandalyelerden birine oturmamı sağladı.
"Ben senin dostun değil miyim? Neden duygularını benimle paylaşmıyorsun?" Yumruk yaptığım ellerimi çözüm hemen yanıbaşımdaki büfeden koca bir bardak su aldım ve bir dikişte tamamını bitirdim. Su gerdanımdan göğsüme doğru akarken içimdeki tüm yangınları söndürebileceğini asla umamazdım. Sanırım kanıma karışan zehrin dermanı bir damla suyla çözülüp tükenmeyecek kadar etkiliydi. Of yıldızlar! Neden beni seçtiniz sanki? Başımda yeterince dert var zaten. Şimdi bir de bu! "Kendi kendine konuşma huyunu terk etmeyeceksin anlaşılan. Bana söyle ne diyeceksen!"
"Hiçbir şey... Hiçbir şey demeyeceğim! Hem ne diyebilirim ki? Davul bile dengi dengine sonuçta!" Melis, ben daha ağzımı açmadan derdimi anlamıştı. Ben içimde Güney'e karşı olmayacak hisler besliyordum. Ne yazık ki o hisler bana rağmen ayrık otu gibi serpilip büyümeye devam ediyordu. Haddini bil kızım Efsun! Sen kim o kim?
"Siz davul değilsiniz Efsun! Sen bu Güney'den deli gibi hoşlanıyorsun." Sonra kocaman açtığım gözlerime tatlı bir hevesle bakıp, "Hatta çok daha fazlası!" diye ekledi. Bu kız kalbimden geçen her şeyi okumak zorunda mıydı?
"Yo hayır! Bu duyduğum en saçma fikir. Benim onunla ne işim olur? Hem onun dünyası benden çok farklı. Çevresi birbirinden farklı pek çok kızla çevrili. Trafik bölge müdürü gibi adamın önünü çevirip sürekli imza isteyen hayranları var. Pırıltılı kocaman bir dünyası var. Romantik prens diyorlar ona. Ya ben..." Omzumu çocuksu bir küskünlükle silkeledim. "Sabıkalı, dul bir kadın. Çocuğunun peşinde zavallı bir anne! Yakışmıyorum ona Melis. Ben onun dünyasıyla kıyas edilemeyecek kadar farklı bir evrenin insanıyım. Asla ona dair düşler kuramam. En iyisi o kendi yatağına akıp gitmeli ben kendi yatağıma. Birbirinden bağımsız iki dere gibi aynı oyuğa kavuşmamalıyız."
Melis işaret parmağını beni azarlar gibi salladı. "Bu güçsüz kadın benim arkadaşım olamaz. Senin değer konusunda ondan bir eksiğin yok! Sadece kendine biraz güvenmen ve karşısına olduğun gibi çıkman gerekiyor. İhtiyacın olan tek şey kendine güvenip Güney'in bu harika kadını keşfetmesini sağlamak." Bozulan yüzümü saklamaksızın bakışlarımı yere indirdim. Henüz pijamalarımızı bile çıkarmamıştık ve ben sözde iş görüşmesine gidecektim. Ah be Efsun'um. Sen nasıl işler giriştin öyle!
"O kadar basit değil Melis." "Neymiş basit olan?" Korkularımı ciğerlerimden kusar gibi nefesimi bıraktım. Bunu Melis'e söylemeli miydim? "Melis ben Yiğit'in kaçırılmasında Güney'in de parmağı olduğu düşünüyorum." Melis suratındaki aptal bocalayışı gözlerimden saklamadan, "Yok artık!" diye yükseldi. Bense hiç olmadığım kadar ciddi ve gerçekçiydim. "Saçmalama be güzelim. Adam koskoca star. Neden senin oğlunu kaçırsın? Kafasından zoru mu var? Çocuk isteseydi bir anne bulmakta zorlanmazdı herhalde." Dudaklarımı hayalkırıklığıyla birbirine bastırıp gözümdeki o bir damlanın çeneme doğru sürülmesine izin verdim.
"Neden olmasın? Onunla saçma sapan yerlerde defalarca karşılaştık. Neden diye sorduğumda bana elle tutulur düzgün bir cevap veremedi. O çok sayın pop-star hangi sebeple sürekli beni - zavallı bir sabıkalıyı- takip ediyor?" Melis büfede yanıma oturup bu duruma bir anlam verebilmek için kara kara düşündü. Mimiklerinden dişe dokunur bir sonuç çıkaramadığını anlamıştım.
"Evet, bu durumda bir tuhaflık olduğunu itiraf etmeliyim. Güney'in seninle aynı yerlerde karşılaşması oldukça ilginç ama yine de bu tarz bir yakıştırma yapmak için fazla erken."
İç çekip "Haklısın!" dedim. "Gerçekleri er ya da geç ortaya çıkaracağım. Eğer bu çirkin kumpasta Güney'in de parmağı varsa yaptıklarının bedelini ödemekten kurtulamaz." Melis başını salladığında hazırlanmak için banyoya gittim. Bir işe ihtiyacım vardı ve Güney'le yapacağım iş maddi imkanlarımı artırmada oldukça önemli olacaktı. Hem para kazanacaktım hem de oğlumun izini sürecektim. Bundan daha iyisi düşünülemezdi. Havluyu saçlarıma dolayıp bornozumu giydim ve kuruttuğum saçlarımı şekillendirdim. Nasıl bir pozisyonda çalışacağımı bilmesem de iyi görünmeliydim. Güçlü ve fazlasıyla akıllı olmalıydım ve elbette sakar kesinlikle olmamalıydım. Hedef Güney Tunç Atasoy'du. Görev 1: Giyinilip Güney Tunç Atasoy'un evine gidilecek.
Üzerime ciddi bir pantolon ve kolalı gömlek giyip saçlarımı düz fön çekerek arkadan tutturdum. Sade soft makyajımla oldukça iyi göründüğümü biliyordum. Yıldız şeklindeki kolyemi boynuma iliştirdiğimde kendime oldukça iyi bir not vermiştim. Elbette ciddi topuklu ayakkabıları da ihmal edemezdim. Onlardan nefret ediyordum. Hatta iğrendiğim bile söylenebilirdi fakat madem iş dünyasına girecektim o zaman o sevimsiz pabuçlara da alışmam gerekecekti. Sivri burnu bende iğrenme hissi uyandırsa da kendimi onun hakkında iyi şeyler düşünmeye sevk ettim.
"Sevgili pabuçlar. Ben sizi sevmek için elimden ne gelirse yapacağım. Sizlerde lütfen iki ayağımı muhalefet parti liderleri gibi birbirine dolaştırıp beni yere düşürmeyin. Aramızdaki dostluğun iyi olacağını düşünüyorum. Siz sevgili ayakkabılarımla iyi geçinmek için elimden geleni yapacağım." İşaret parmağımla orta parmağımı birebirine yapıştırıp, "Söz veriyorum." diye ekledim. Onları ayağımın altına geçirirken olabildiğince tebessüm edip temennalar dağıtmaya çalışıyordum.
"İşte böyle sevgili pabuçlar. Size isim bile buldum. Senin adın Müzeyyen seninki de Hımbıl olsun. Artık dostuz." "Sen kendi kendine konuşuyor olamazsın değil mi?" Melis' e Müzeyyen ve Hımbıl'la yaptığım anlaşmadan söz etmeli miydim? "Sadece küçük bir anlaşma." Melis bana bir kaçıkmışım gibi bakarken son rötuşlarımı yapıp paytak yürüyüşümü olabildiğince düzeltmeye çalıştım. "Harika görünüyorsun. Mavi gözlü dev sana bayılacak!" Gözlerimi belertip, "Onun için süslenmedim. Ben hep bakımlı ve güzel bir kadındım zaten!" diye poz attım. Tabi hapisten çıktığımda günlerce yırtık pantolon giyerek dolaşmamı saymazsak. Gerçi şimdi insanlar el bezi bile olamayacak pantolonlarla sokaklarda dolaşmayı moda sayıyordu ama yine de tarz bambaşka bir şeydi.
Melis annem gibi arkamdan dolu gözlerle bakarken Güney'in beni alması için gönderdiği araca korkunç yürüyüşümü normalleştirmeye çalışarak bindim. Müzeyyen ve Hımbıl'a alışmam kolay olmayacaktı. Sonunda evine gelmiştim. Araçtan inip şişen ayaklarımı ovmamaya çalışarak yüzümdeki gergin, sıkılmış ifadeyi gizlemeye çalıştım. "Bu kadınlar deli. Hepsi kaçık! İnsan bu tuhaf şeylerle nasıl iki ayağının üzerinde yürüyebilir?"
Sokak kapısından salona geçtiğimde kendimi hâlâ bu dünyaya ait hissetmemekte ısrar ediyordum. Parmak boğumlarımı çıtlatıp emanet gibi koltuğa yerleştim. Oda bej rengi koltuklarla bezeliydi. Etrafta bol miktarda saksı vardı ve duvar kağıtları bile o un müziğe olan tutkusunu ele verir cinstendi. İki katlı villada kendimi koyacak yer bulmakta zorlanıyordum. Burası bizim kodesteki ranzalarla kıyas edilemeyecek kadar şaşaalıydı.
Bana "Bir şey alır mısınız" diye soran yardımcısına bir orta kahve söyleyip evdeki bibloları incelemeye başladım. Sanırım mavi gözlü dev yapbozdan oldukça hoşlanıyordu. Yapboz parçalarının tabloya dönüştürülmesi duvarlarda harika bir renk ve sanat cümbüşüne sebep olmuştu. Spor koltuklarının rengine uyan tablolar şahane görünüyordu.
"Tamam Pelin. Bekliyorum hemen sözleşmeyle birlikte gel." Bay starın bakışları beni bulduğunda kaşlarının çatılması sinirimi daha şimdiden fena halde bozmuştu. Hem beni evine iş görüşmesi için çağırıyordu hem de gelince bana bir çöp kovasına bakar gibi bakıyordu. Ne tuhaf bir adamdı bu. Anı anına uymaz mıydı bir insanın?
"Hoşgeldiniz Efsun Hanım." Siz mi? Aramızdan siz ifadesini kaldıralı çok olmuştu ve Güney bana yeniden resmiyetle yaklaşıyordu. Dünden bu güne ne değişmişti? "Hoşbulduk!"diye karşılık verdim ve bana uzatılan elini çekingen bir edayla sıktım. Üzerindeki şık beyaz tişörtü ve siyah kot pantolonuyla hoş bir şıklığı vardı. Dakikalarca söze nasıl başlayacağını düşünmüştü. Bu kadar zor olanın ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyordum. Aramıza neden bu kadar kısa zamanda kuleler inşa etmişti?
"Size bir iş teklifinde bulunmuştum. Pelin Hanım gelmek üzeredir. Sözleşmeyi onun gelişiyle birlikte yaparız."
"Sözleşme mi?" Bana ekşimiş bir yemeğe bakar gibi buruk bir yüzle baktı. "Evet. Neden şaşırdınız? Karşılıklı haklarımızı koruma altına alabilmemiz için sözleşme şart. Sizin başka bir planınız mı vardı?" Bakışlarımı kaçırıp, "Hayır."dedim. "Yani ben sadece ne iş yapacağımı bile bilmiyorum. Bunlar hiç konuşulmadı. Böyle olunca anlaşabileceğimizden pek emin olamadım."
"Siz Pelin'in yardımcısı olacaksınız. Ona işlerimizi düzenlerken destek olur, kulis için gereken hazırlıkları yaparsınız. Makyaj ve kostümden anlarsanız bu işleri de yürütürsünüz. Telefonlarıma cevap verirsiniz. Öyle işte!" Söyledikleri kabul edilebilir gibi duruyordu. Makyaj ve kostümden anlayabilirdim, fakat telefon konusu biraz endişe vericiydi.
"Tamam. Amaaa..." "Ama ne?" Ellerimi birbirine kavuşturdum. Ondan hala çekiniyordum. Çok çekingen biri sayılmazdım fakat söz konusu mavi gözlü dev olunca benim tüm ayarlar karışıyordu.
"Biliyorsunuz Güney Bey! Ben bu tarz işlerden pek anlamıyorum. Yani iş tecrübem pek yok. Bu yüzden bir şeyleri..." Sözümü tamamlamama izin vermeden ayağa kalkıp elindeki dosyayla ilgilendi. Beni umursamayan davranışları kalbimi kırmıştı. Onun karşısında kendimi kokuşmuş bir çöp torbası gibi hissetmiştim. Düşen yüzümü yeniden nasıl toparlayacaktım bunu ben de bilmiyordum.
"Merak etmeyin Pelin Hanım size gereken bilgileri verecektir. Yakın zaman içinde bir albüm çalışmam var. Bunun için yoğun çalışıyorum. Seçtiğim birkaç şarkıya klip çekeceğiz. Bu süreçte size epey ihtiyacım olacak. Konserlerde de bana yardımcı olmanız gerekecek. Umarım uçak korkunuz yoktur." Başımı reddeder gibi salladım. "Yok!"
"Bu iyi. İş gereği çok sık seyahat ederim ve her şeyin kusursuz olması benim için çok önemlidir. Önümüzdeki hafta İtalya'ya seyahat edeceğiz. Konser hazırlıklarına şimdiden başlamamız en iyisi. Yarın klip çekimi için bir film stüdyosuna gideceğiz. Oradaki modeli çekimler için hazırlamak sizin işiniz." Kapı açıldığında karşımda Pelin Hanım'ı görmüştüm. Yanında spor giyimli genç bir adam daha vardı.
"İş arkadaşlarımız... Pelin Hanım benim asistanım. Siz daha çok ona yardımcı olacaksınız. Berkay Bey de yönetmenimiz. Her ikisi de oldukça profesyonel kişilerdir. Bu yüzden iyi anlaşıp saygı çerçevesinde iyi ilişkiler kurmanız ekibin başarısı için oldukça önemli." Dudaklarım gülmek için aralansa da kendimi tutup ciddiyetimi korudum. Gerçekten profesyonellik akıyordu ikisinden de. O kadar profesyoneldiler ki ekiplerinde olmayan bir kadını gösterinin ana dansçısından ayıramayıp sahnede şebeklik yapmak zorunda bırakmışlardı. Profesyonelmiş peh!
"Hoşgeldiniz Efsun Hanım." Beyefendi oldukça centilmen bir duruşa sahipti. Uzun saçları bana yüzüklerin efendisindeki adamı hatırlatmıştı. "Hoşbulduk!" dedim içimdeki olumsuz enerjiyi parke zemine gömmeye çalışırken. "Sizinle o geceden sonra bir kez daha karşılaşacağımızı sanmıyordum." Turuncu kafalı hanımefendinin beni çekiştirerek sahneye itmesini ölsem unutmaz yine aynı öfkeyle hortlayıp hesabını sorardım. Bu günde başını kocaman gösteren o gıcık topuzunu yapmış, beni yan yan gereksiz bir kibarlıkla süzüyordu.
"Ben de! Kovulmamanız ne hoş!" Bakışlarım Güney'i bulduğunda onun benim aksime gülmediğini fark ettim. "Merak etmeyin Efsun Hanım. Ben kimseyi ilk hatasında karalayıp bir kenara atmam. Hatasını kabullenip dürüst davranan insanlara her daim kapım açıktır. Onlara riyakar, iki yüzlü insanlardan çok daha fazla güvenirim." Sözlerini üzerime alınmasam da içimde bam telimin cızırdadığı hissedebiliyordum. Artık bilmediğim bir şeylerin döndüğünden emindim. Güney, ilk tanıdığım günkü sempatik adam değildi. Bir şeyler kırılıp dökülmüştü içinde. Benim bilmediğim sahillere kara bulutlar çöreklenmişti ve benim haberim bile olmamıştı. Bu değişimin başka bir sebebi olamazdı.
"Yarın şoförü Efsun Hanım için göndereceğim. Sete gelir Pelin Hanım'ın rehberliğinde işe başlarsınız." Pelin, "Elbette Güney Bey. Ona gereken desteği sağlayacağımdan bir şüpheniz olmasın." dedi. Bu ilgi ve saygı umarım sadece patron-eleman ilişkisi sebebiyledir diye düşünmekten kendimi alamadım. Ben onu hallerinden sonuç çıkarmak ister gibi süzerken Güney'e mütebessim bir çehreyle yaklaşıp elindeki karton dosyayı uzattı. Güney, gözlerini kaçırarak kızgın bir ifadeyi gizlediği yüzünü gözlerime iliştirdi.
"Sözleşme! 3 nüshayı da imzalamanızı istiyorum. Biri sizde biri bende bir de avukatım Burhan Bey'de kalacak." Sözleşmeyi elime alıp okumadan tek tek imzaladım. Öyle gazap dolu bakıyordu ki gerginlikten metni okumak aklımın ucundan bile geçmemişti. İş bitince gözlerimi kapatıp ciğerlerimi istila eden nefesi bir solukta bıraktım.
"İşte!" Benim gevşeyen tavrımın aksine şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı. Güney, dosyayı elimden alırken hayretle yüzümü incelemeye devam etti. "Sözleşmeyi okumayacak mısınız?" Aynı tavrı diğer ikisinin yüzünde de görmüştüm. "Ben şey... Yani..."
Bocalamalarımı keskin dolmalar eşliğinde görmezden geldi. Resmen patlamaya yer arayan bir barut gibiydi. "Tamam. Bu günlük bu kadar saçmalık yeter! Gidebilirsiniz!" Güney son noktayı koyarken diğer ikisi hâlâ şoktan şoka giriyordu. Bir şey söylemeden veda edip çıkışa yöneldiler. O arkasını dönüp cam duvarlara yöneldiğinde hâlâ arkasında avı için pusuya yatmış kurt gibi onu dikizliyordum. Bana söylemek istediği bir şeyin olup olmadığını deli gibi merak ediyordum ve merakım dinmeden de yanından ayrılabileceğimi sanmıyordum.
"Neden hâlâ burdasınız? Nazikçe çıkıp gitmeyi bilmiyor musun? Kovmam mı gerekiyor?" Bu ne biçim bir cevaptı? İnsan çalışanı bile olsa evindeki bir misafire böyle mi davranırdı? Bay kibir çuvalı... Ne olacak işte!
"Gidiyorum merak etmeyin." dedim elimle yakamı düzeltirken. "Başınıza çöreklenip kalacak değilim. Evinize yerleşmeye de zerre kadar niyetim yok. Sadece iki şey öğrenmek istiyorum." Omzunun üzerinden bana baktığında üzerine atılmamak için kendimi çok zor tutuyordum.
"Ne öğrenmek istiyorsun Efsun Dumanlı?" İç çekti. "Benim de öğrenmek için delirdiğim çok şeyler var ama..."
"Ama..." Gözleri salona girdiğimizden beri ilk defa tüm ruhumu çırılçıplak bırakır gibi üzerimde dolaşıyordu. "Ama ne sormaya hevesim ne de öğrenmeye cesaretim var." Benimle ilgili bir şeyler mi öğrenmişti? "Ne biliyorsunuz?" dedim yalvarır gibi. Dudaklarım bu soruyu sorarken yüreğim avaz avaz susmasını haykırıyordu. Üzgünüm Güney! Bir şeyler öğrenmekten korkan tek kişi sen değilsin.
"Hiçbir şey!" dediğinde içimin fark edilir bir şekilde rahatladığını hissettim. Bir katil olduğumu bilmesini asla istemiyordum. Bazen cehalet en büyük mutluluktu. "Sadece Efsun Dumanlı. Hepsi o kadar..."
"Sadece Güney Tunç Atasoy. Hepsi o kadar." Arkamı dönüp veda bile etmeden gitmek istedim. "Nereye? İkinci soruyu sormadınız." Yeniden yüzümü ona döndüğümde dünyanın omuzlarımda döndüğünü Güneşin göz kapaklarımın üzerinde yükseldiğini hissettim. "O çocuk... Şu Façalı denen pisliğin tezgahında bulduğumuz... Ona ne oldu? Durumu hiç iyi görünmüyordu. Onu bir kez daha görmek yardım etmek istiyorum."
Yüzü bu sözümle tuhaf bir şekilde aydınlanmıştı. "Hastanede... Onunla Kıvanç ilgileniyor. Merak etmeyin, durumu iyiye gidiyormuş. Ben gereken her şeyi yapıyorum." Başımı bozulan moralimi gizlemek ister gibi hemencecik çıkışa doğru çevirdim. Son sözleri adımları duraksayan tek şeydi. "Klip çekimlerinden sonra sizi oraya götürürüm. Aklınız kalmasın." Omzumun üzerinden ona kırgın kırgın baktım. Bunu bir lütuf olarak almalı mıydım? Cevap vermeye gerek görmediğimden kapıyı çarparak çıkıp gittim. Keşke bu güçlü, küstah duruşu sonrasında da gösterebilseydim. Gözlerime hücum eden yaşlarla acı acı hıçkırdım. Burada rahat rahat ağlayabilirdim. Artık onun karasularında değildim. Ben çekip giderken o uzaktan cam duvara yaslanmış bir silüet gibi kendisinden silinmişimi izliyordu. Ve duymayacağını bile bile fısıldadım. "Hoşçakal!"
*** Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️💫 instagram: seyma_yldz_koc |
0% |