Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm: Başımın Belası

@syildiz_koc


Medya: Başımın Belası (Mazlum Çimen)


Haydi artık gidelim bu kapıdan


Işık söndü ayaz bastı gönlüm

Tanıyanlar nerden diye sormadan

Terk edelim sokağını gönlüm, gönlüm

Başımın belası

Yavaş yavaş, alışalım geceye

Umut etme, ne yarına seneye

İkide bir tutup da pencereye

Dönüp dönüp, bakma artık

Gönlüm, gönlüm, gönlüm, gönlüm

Başımın belası

İkide bir tutup da pencereye

Dönüp dönüp, bakma artık

Gönlüm, gönlüm, gönlüm, gönlüm

Başımın belası

Şimdi şurdan çıkacağız caddeye

Yaralıyız, belli etme kimseye

Yardan kalan, bu ateşi sinede

Yaka yaka, kül olalım gönlüm, gönlüm

Başımın belası


Şapşaldım ben. Evet şapşalın tekiydim. Hep düşünmeden hareket ediyor kuzu olduğumu unutup kurtlara yem oluyordum. Kendimi cadı olarak tanıtsam da ben kötülüğe akıl erdiremeyen tam da bu yüzden hep acı çeken kişi oluyordum.


Güney'in klibi için kostüm çalışmalarına başlamıştım. Fazladan üç günüm vardı. Ona hayalimdeki elbiseyi dikecek ve klibin muhteşemliğine ben de katkı sağlamış olacaktım. Ah keşke zamanı geri alıp bu girişimi engelleyebilseydim. Keşke peşine düşüp bana sunduğu iş teklifini kabul etmemiş olsaydım. Olmuyordu. Olmasını beklemek benim için hayal bile olamazdı.


      

O gün bana duyduğu güveni boşa çıkarmamak için çalışma odasına geçmiş ve hazırlanan terzilik malzemelerini kullanarak çalışmaya başlamıştım. Yanımda Güney'in kuzeni Engin de vardı.


Bana olan yaklaşımı yeni tanışan insanlara göre fazla yakın olsa da kafamdaki planı hayata geçirmek için onun yakınlığını reddetmedim. Aslında itiraf etmek gerekirse en büyük derdim Güney'i kızdırmaktı. Beni öyle üzmüştü ki kendime asla yakıştıramadığım halde Güney'i kıskandırma girişiminde bulunmaktan vazgeçememiştim.


      

Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Güney benim sadece patronumdu. Son olanlardan sonra arkadaş olduğumuzu söylemek bile oldukça güçtü. Yapamıyordum. Onu sadece patronum olarak göremiyordum.


Kalın, hoyrat duvarları vardı. Ona yaklaşmak istediğimde duvarlarına çarpıyor ve maalesef onun duvarlarında parçalanıp un ufak oluyordum. Bana duyduğu öfke ikimiz için tatlı bir aşk senaryosu yazılmasına engel oluyordu. Neden diye sorgulamadığım tek bir günüm bile olmamıştı. Acısı var cevabı yoktu. Belki de ilk tanıştığımız günün vebalini ödüyordum. Mahvettiğim gösterisinin intikamını mı almaya çalışıyordu hâlâ?


        

Salonda bir süre bekledikten sonra çalışmam için hazırlanan odaya yönlendirildim. Yardımcısı benim için harika bir ortam hazırlamıştı. Kısacık zamanda bu kadar ilgi ve alakayı beklemiyordum. Çizimlerimi rahat rahat yapabilmem için eğik bir masa hazırlanmıştı. Kocaman bir resim kağıdı, çeşit çeşit boyalar, yapışkan desenler, istediğim şekilde kumaşlarla ve iplerle tam takım hazır bulunuyordum.

      

İlk iş çizimdeki elbiseyi masaya yatırıp neresinden başlayacağımı keşfetmem oldu. Elbisenin parçalarını kesip hazırladım. Engin bu konuda benden yardımlarını esirgememişti. Epey bir süre sessiz kalmıştım. Onunla bir samimiyetim olmadığı için ne konuşacağımı bilmiyordum. Yanımda kalmasına ve bana yardımcı olmasına izin verdiğim için kendimi kötü hissediyordum. Bir erkekle yalnız kalma fikri hâlâ benim için ürkütücülüğünü koruyordu.

      

Dikiş makinesinin başında gerginliğimi hissettirmemek için yüzümü çevirdim ve alnımdaki terleri kâğıt havluyla sildim. Başımı yana çevirdiğimde kocaman bir kupa dolusu kahve bana el salladı.


"Çok yoruldun. Kahveni nasıl içtiğini bilmiyorum ama sanırım bunu seveceksin."


Bakışlarımı kaçırarak tebessüm ettim. Bana ilgi duyuyor olabilir miydi? Eğer öyleyse ona istediği şansı vermiş sayılırdım. Keşke düşünmeden hareket etmeseydim. Vebali fazla ağır olmuştu.


      

"Teşekkür ederim."


Kupasından kocaman bir yudum alıp makinayla cebelleşen beni izlemeye koyuldu. "Sohbetine de doyum olmuyor. Hep böyle sessiz misindir yoksa çalışırken konsantren bozulmasın diye özellikle mi konuşmuyorsun?" İğneyi kendi haline bırakıp normal görünmeye çalıştım. "Aslında yeni tanıştığım insanlarla hemen dostluk kurarım ama sanırım biraz stres oldum."


      

"Anladım." der demez arkasına huzurla yaslandı. "Okuyor musun?" Korktuğum olmuştu. Engin benimle ilgili bir şeyler öğrenmeden uslu durmayacaktı. "Hayır! Çalışıyorum. Liseden sonra devam etmedim."

  

"Yaaaa! Kendi tercihin miydi?" Başımı onaylar gibi salladım. Yalandı. Bu asla benim tercihim olamazdı. Tasarımcı olmak istiyordum. Harika bir butik açacak ve çok güzel elbiselere imza atacaktım. Bırakmamışlardı. İçimden sohbetin uzamaması için dua ettim. Konuşmanın uzaması demek benim yalan denizde boğulmam demekti ve sözlerimin Engin'den Güney'e taşınacağını iyi biliyordum. Yalanlarım ortaya çıktığında karşısına çıkmaya yüzüm bile kalmayacaktı.

  

"Herkes okumak zorunda değil. Eğitim almadığın halde bence bu işi mükemmel yapıyorsun. Çizimlerin gerçekten çok iyi ve terzilik konusunda da asla hakkını yiyemem." Övgüleri gurur okşayıcıydı. "Teşekkür ederim."dediğimde yüzünün aydınlandığını hissettim. Ben pek özgüvenli biri değildim. Yaşadıklarımın ruhumda bıraktığı yakıcı iz ister istemez sinmeme sebep olmuştu. Geçmişin izlerinden kurtulmak benim için neredeyse imkansızdı. Ama çabalamadan vazgeçmeye de hiç niyetim yoktu.

  

"Üniversite okuyorsun galiba!" dediğimde gururla "Evet!"dedi. "Konservatuarda okuyorum. Güney'le aramızda 2 yaş var ama o bana kıyasla çok mesafe kat etti. Ben hâlâ okul sıralarında sürünüyorum." Elimdeki ipliği yeniden iğneden geçirip yüzüne bakmadan güldüm.


"Keşke bende okul sıralarında çürüseydim. Üniversite okumayı çok istemiştim ama kısmet olmadı. Liseyi bile tamamlayamadım." Aniden dikenli bir yola girmişim gibi geri çekildim. Hay aksi! Pot kırmıştım. Kendimle ilgili hiçbir şey anlatmayacağım derken yine boşboğazlık edip geçmişime dair önemli bir şeyleri açık etmiştim.


  

"Neden tamamlayamadın?" Tam da beklediğim soruyu sormuş beni küçük bir fındık faresi gibi kenara sıkıştırmıştı. "Olmadı işte!" Gözlerimin önüne gelen manzaralar içimde büyüyen korkuyu katmerleştirdi. O geceyi hatırladım. Hayatımı cehenneme çeviren beni mahveden o geceyi. Oğlumun babası benimse hiçbir şeyim olan adamın bedenime asla unutmayacağım o mührü bıraktığı geceyi... Aldanışımı hatırladım. Herkesi kendim gibi zannetmenin bedelini bu kadar acı bir şekilde ödeyeceğimi asla bilemezdim. Tek bir hatam beni ve düşlerimi yerle yeksan etmişti. Ve ben bir gecede mahallenin sevimli kızı Efsun olmaktan çıkmış ve kadın olmuştum. Kadın olmak ne acı verici bir şeydi. Ne büyük bir yüktü omuzlarımda. Üstesinden gelememiştim bana verilen sorumlulukların. Neden mi?Çünkü böyle olmayı ben istememiştim.

  

"Ah!" Düşüncelerim elimdeki küçük sızıyla bir anda dağıldı. Çok sık geçmişe giderdim. Sanki ömür defterimde geleceğe ve ana dair yaşayacak hiçbir şeyim kalmamış gibi.


"İyi misin?"


  

Sandalyesini geriye doğru çekip yanıma geldi. "Hay Allah. İğne battı. Nazar değdirdim sanırım."


Yüzündeki ifadeyi görmezden gelerek elimi çekmeye çalıştım. "Ziyanı yok. Olur öyle şeyler. Uzun zamandır hiç elime iğne iplik almamıştım. Paslanmışım." Mahcup bir şekilde zoraki gülümsedim. Masanın üzerindeki kağıt havluya uzanıp bir yaprak kopardı. "Hemen bastıralım." Elimi uzatmamı istediğinde tereddütle de olsa kağıt havluyu bastırmasına izin verdim.


  

Davranışında rahatsız edici bir şey yoktu aslında. Sadece kendini dikkatimi dağıttığı için huzursuz hissetmiş ve kanayan parmağıma bir çözüm yolu bulmaya çalışmıştı. Sanırım gulyabani gibi abes tavırlar içinde olan ve basit bir dost elinden bile kötülük umacak kadar şaşıran bendim. İnsan bir kez sırtına hançer yediğinde normal olamıyordu. Ben de yaşadıklarımdan sonra eski Efsun olamamış herkesten şüphe etmeye başlamıştım.

  

Başımı kaldırdığımda Güney'in öfkeli bakışlarına tosladım. Ne zamandan beri orada olduğunu sorgulayacak vakti bile bulamıyordum.

  

Sebepsizce gerilip Engin'den bir adım uzaklaştım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. O an bizi yanlış anladığını düşünmek ölümden bile beter gelmişti. Ona hesap vereceğim bir konumda değildim. Evli sayılmazdım ve aramızda bir ilişki de yoktu. Dile gelmiş hiçbir şey bulunmazken benim onu yani belki de hiçbir zaman kazanamadığım ve kazanamayacağım bir adamı kaybetmekten korkmam normal miydi?

  

"Kolay gelsin." Sözü beni gözlerinden bir mana çıkarmaya sevk etmişti. Bunu söyleyerek ne kastetmişti? Yanlış bir şeyler düşünememiş olmasını istemem ne derece mantıklıydı? Engin öne atılıp onu eliyle içeri buyur etti. Eve sürekli girip çıktığını anlamıştım. Sanki ev sahibi Güney değil de kendisiymiş gibi çok rahattı.

  

"İyi ki geldin. Biz de Efsun'la sohbet ediyorduk. Çok kafa bir sekreterin var Güney. Onunla zaman geçirmek bir harika."


Sevgili iç sesim lütfen bu sözlerden fenalık umup fesatlık etme. Çocuk gayet iyi niyetle tatlı sözler söylüyor. Sana askıntı olduğu falan yok. Güney kendi kuzenini tanımayacak kadar aptal değildir herhalde.


  

"Görebiliyorum." Güney'in mesafeli bakışları dilimin ucuna gelen her sözü bertaraf etti. Gözlerinden ve sözlerinden oluk oluk sitem akıyordu ve ben sebepsizce hata etmişim gibi bakışlarından kaçıyordum.

Bakışları yaralı parmağımda gereğinden fazla oyalandı. "Bu..."

   

"İğne battı. Önemli bir şey değil." Bocalamaları görmezden gelemeyeceğim kadar açıktı. Sarıp sarmaladığım küçük yaraya bakmak istiyor olamazdı değil mi?

  

"Elbisenin durumunu görmek istedim. Sanırım bedenimin ölçülerini size vermeyi unutmuşlar. Küçük bir kaç oynama yapılması gerekiyor kostümde. Bunu da halledebileceğinizi umuyorum." Toparlanıp "Elbette!" diye karşılık verdim.

       

Engin bizi tuhaf bir merakla süzerken ben çoktan verdiğim söze pişman olmuştum. Ona yaklaşmam gerekecekti. Ölçülerini almak için elimde uzun bez metreyle dolaşacak ve iğneleri kullanarak kıyafetinde bazı düzenlemeler yapacaktım. Bu işlerin hiçbiri normal şartlar altında bana sıkıntı vermezdi fakat Güney'e bu kadar yakın olma fikrini kaldıramıyordum. Onu görünce elim ayağıma dolaşıyor, kalbim deli gibi çarpıyordu ve artık beni daha fazla yorup utandırmasına dayanamıyordum.

   

İğne topuzunun lastiğini bileğime geçirip elimdeki bez metreyle benden uzun olan boyuna yetişmeye çalıştım. Ayakta öylece dikilmiş işimi yapmamı bekliyordu. Parmak uçlarımda yükselip omuzlarının ölçüsünü bir uçtan diğer uca aldım. Metreyi arka taraftan kullandığım için beni kızartan gözlerine bakmamış, sadece boynundan gelen harika kokunun büyüsüne kapılmıştım. Yanaklarımın kızardığını alnımın ılık ılık terlediğini fark ediyor olabilir miydi? Her şeyi gizlesem kesik nefeslerimi ondan bu mesafede gizleyemezdim. İyi ki gövdem kazara da olsa sırtına değmiyordu. Aksi takdirde gümbürdeyen kalbimin bozuk ritmi bir çuval inciri berbat edecekti.

  

İstediğim ölçüleri aldığımda bel ve koltuk altı ölçülerini almak için kolları sıvadım. Aramızdaki mesafeyi koruyarak bunu yapmak benim için ilkinden daha zor olmuştu. Ona sarılır gibi kollarımı arkada buluşturmuş ve ölçüsünü kaygılarımı belli etmemeye çalışarak almıştım. Yüzüm anlık gözlerinde oyalanınca göz kapaklarının mavi bakışlarını perdelediğini gördüm. Neden kapatmıştı gözlerini? Bana yakın olma fikrine katlanamadığı için mi yoksa içinde benzer duygular şahlanmıştı da bunu mu gizliyordu?

  

"Saat de epey geç oldu. Kalanını yarın yapsan çok iyi olur. Biraz dinlenmek senin de en doğal hakkın!" Engin aradaki bu elektriği hissetmiş gibi sakin bir ses tonuyla sessizliğimizi böldü. "Gerek yok."dedim elimdeki iğneyi üzerindeki kumaşa saplarken.

  

"Ben alışkınım uykusuz kalmaya." Güney bana bakarken dalgınca, "Bende!"diye karşılık verdi.

  

"İstersen sen yat. Sınav haftasından çıktın. Uykusuz kalmış olmalısın."

  

Engin sevecen bir gülümsemeyle tam karşısında yerini aldı. İfadesinde bir kıskançlık ya da kızgınlık sezilmiyordu. Keşke aynı şeyi Güney için de söyleyebilseydim. Yeşilçam filmlerinde esas oğlanın Nuri Alço'ya baktığı gibi bakıyordu kuzenine.

  

"Merak etme kuzen. İyi olmasam Efsun'a yardımcı olacağıma dair söz vermezdim. Ama sen gitmemi istiyorsan durum değişir. İstersen görevi sen devral." Güney sabırlı ve olgun görünmeye çalışarak, "Gerek yok. Havuz başında bir şeyler içip yatarım."dedi. İğneleme işlemi bitince görevimi tamamlamış olmanın iç huzurunu yaşadım. Güney daha fazla kalmanın yersiz olduğunu düşünmüş olacak ki içten olmayan bir ifadeyle "İyi geceler!"dileyip odadan çıktı.

  

Gidişiyle derin bir nefes almıştı. Ona yakın olmak Engin'e yakın olmaktan çok daha zordu. Yeniden dikiş makinasının başına geçip ilk elbiseyi tamamladım ve kuru temizlemeye gönderilmek üzere mankene giydirmek için hazırladım. Yeniden makinanın başına geçip işimi tamamlamaya gayret ettim.

  

Engin oldukça samimi bir delikanlıydı. Ona karşı özel bir şey hissetmesem de iyi bir dost olduğunu kabul etmeliydim. Bu işlerden anlamadığı halde çok yardımcı olmuştu. Desteği bile benim için iyi bir motivasyon kaynağıydı.

  

"Seninki yakından tatmin olmamış olacak ki şimdi de havuz başında bizi röntgenliyor."

      

Ayağa kalkıp pencereye yöneldim. Biz alt kattaydık ve Güney de odanın çaprazındaki havuzun hemen karşısındaki sallanan sandalyesinde oturuyordu ve yönünü havuza çevirmesi gerekirken odanın penceresine çevirmişti. Ne tuhaf bir durumu yaşıyordum ben böyle. Kendisine baktığımızı fark ettiği halde ne oturuşunda ne de bakışında en ufak bir toparlanmaya rastlayamamıştım. Sanki özellikle bu durumu anlamamı istiyor, aramızdaki mesafelere rağmen gözünün üzerimde olduğunu fark etmemi sağlıyordu.

  

Bir şey söylemeden dikiş makinasındaki ceketin son rötuşlarını yaptım. İşi uzun sürecek gibi değildi. Bundan sonra tek bir kıyafet kalıyordu ki sanırım beni en çok yoran şey de o olacaktı. Ceketin dikiş işlerini tamamladığımda seçtiğim kol düğmeleriyle gerçekten harika görünüyordu.

  

Onu iğneden kurtarıp ipini koparmak üzerine dudaklarımla buluşturdum. Burnuma kokusu geliyordu. Ceket onun gibi kokuyor. Sanki yanımdaydı. Hemen yüzümün birkaç santim önünde mavi gözleriyle bana bakıyordu. Bu bakışlar biraz önceki gibi öfke dolu değildi. Daha sıcak, daha samimi ve sevgi doluydu. Yani benim asla hayalini bile kuramayacağım kadar gerçekti.

  

"Güney alem çocuktur. Onu kızdırmaya çok severim. Basit bir sokak şarkıcısıyken ünlü oldu. Orta halli bir aileden geliyordu. Çok yetenekli, gözü kara biridir. Benim gibi konservatuar okumadı ama kısa sürede suyun başını tutup işin doğayeni oldu. Kendi emekleriyle geldi bu günlere. Yazdığı şarkı sözleri, bestelediği müzikler, klipler, harika konser şovları... Hepsi onun çalışkanlığının ürünü. Tabii yaver giden şansını da inkar edemem."


Gülümsedim. Bakışlarımı Engin'e çevirmek istemiyordum. Gözbebeklerimde kaçışan yıldızları görmesi hiç işime gelmezdi.


  

"Evet. Güney Bey gerçekten işinin hakkını veren dürüst bir sanatçı!" Kahvesinden bir yudum alıp, "Öyle !"diye ekledi. "O diğerleri gibi saçma magazin oyunlarıyla kendisini pazarlamaya da kalkmaz. Belki de şu an düşüşe geçmesinin altında yatan sebep de budur." Onun düşüşe geçmesi beni de üzüyordu. Şarkılarını dinlemeyi severdim ama ona karşı diğerlerinden farklı pek bir şey hissetmemiştim. Şimdi ise adını duyduğumda kalbime yansıyan o duyguya engel olamıyordum. Olmayacağını bile bile kendi hayal kırıklıklarımla çizdiğim masalı yaşıyordum. Olmayacağını bile bile...

  

"Bak şimdi onu nasıl delirteceğim."

Engin eceline susamış gibi pencereye yöneldi. Güney'in kızgın bakışlarına aldırmadan perdeyi bir çırpıda yüzüne çekti. İçimdeki Anadolu kadınları Eyvah diye naralar patlatmıştı. Ama tepkisizliğimi korudum. Bence bu kadarını çoktan hak etmişti. Umarım Güney evi başımıza yıkmazdı. Yaklaşık beş dakika sonra kapı çalındı. Gelen kızıl kraliçeden başkası değildi. Kapı aralığından başını uzatıp süt dökmüş kedi gibi önce bana ardından da Engin'e baktı. Ne bulmayı umduğunu gerçekten bilemiyordum. Ama şaşkın ifadesine kahkahalarla karşılık vermemek için içimde resmen savaş veriyordum.

  

Sevgili yıldızlar. Bana bu geceyi kazasız belasız geçirmem için bol bol sabır verin. Mavi gözlü dev ve onun kızıl kraliçesi bana resmen aklımı kaybettirecek.

  

"Efsun Hanım beni buraya Güney Bey gönderdi. İşlerin yetişebilmesi için sanırım size yardımcı olmam gerekiyor. Ben de tasarımdan terzilikten pek anlamam ama!" Başımı onaylar gibi sakladığımda Engin başıyla pencereyi işaret etti. Bizi yalnız bırakmamak için resmen asistanını gecenin bu saatinde gözetmen olarak başımıza göndermişti. Zavallı kadın pijamalarını çıkaracak zamanı bile bulamamış karışık saçlarıyla soluğu yanımızda almıştı.

  

  ***

  

       

Sabah bol kalorili bir kahvaltının ardından soluğu sette almıştım. Çok heyecanlıydım. Bu gün tasarımım ilk defa hayallerimden sızıp gerçekliğin kalbinde kendine yer bulacaktı. Yaklaşık 48 saat boyunca nerdeyse hiç durmadan çalışmış, ortaya koyabileceğim en harika ürünü gözler önüne sermiştim.


Tasarım kuru temizlemenin ardından muhteşem bir kombinle meraklısının karşısına çıkabilmişti. Rahat giysilerimi giyip kıyafetlerin son rötuşlarını yaptım. Tüm uyarılarıma rağmen aynı modele klipte yer verme kararı almışlardı ve kız gerçekten tam bir kasıntılık abidesiydi.


  

Önce saç ve makyajı yapılmıştı ve sonrasında benim harika tasarımım o kara kuru kızın üzerinde kendisine yer bulmuştu. Makyaj odası ve aynalar yine enfes bir telaşın içinde hayran bakışlarıma değiyordu. İnsanlardaki koşuşturma gerçekten dikkate değerdi. Herkes fazlasıyla gergin ve telaşlıydı.

  

Onların bu halini gören bir klip çekmediklerini dünyayı kurtarmak gibi ulvî işler yaptıklarını sanabilirdi. Tüm gözler Güney'in üzerindeydi. Kadınların onu büyük bir aşkla süzdüğünü gördükçe sinirden tırnaklarımı kemiriyordum. Bu kadar ilgi ve hayranlık gururuma fazla geliyordu.

  

Kameralar olması gerektiği şekilde konumlandırıldı. Birden fazla ayarlama yapılmış, uzak ve yakın çekimler için planlamalar tamamlanmıştı. Klip yönetmeni koltuğunda deneme çekimleri için kolları sıvayıp Güney'e ve klipteki esas kıza direktifler veriyordu.


Yönetmen saçı, sakalı uzun orta yaşlı bir beydi ve her halinden entel dantel bir tip olduğu belliydi. Sadece çekim öncesi set hazırlığı bile dört saati almıştı. Dark tipi gotik tarzdaki stüdyo iki gün boyunca elden geçirilmişti.


  

İlk sahneler çekilmeye başladığında ortamdaki gerginliğe bir de heyecan eklenmişti. Kameraların ardında Güney'in o kızla yakınlaştığını görmek benim için yıkıcıydı. Yan yana gelmeleri, elini tutması ve saçlarına dokunası sinirden tüm tırnaklarımı avuçlarıma mezar taşı gibi ekmeme sebep oldu.

      

Yönetmen kameramanı uzaktan yakına doğru hareket ettirecek ve çifti pek çok açıdan görüntülemeye çalışacaktı. Işıklar ve dışardan yansıyan şimşek efekti ortamın romantizmine oldukça katkı sağlasa da ben klip çekiminden çok Güney'le o kızın arasındaki çekimle ilgileniyordum. Ve ne yazık ki kendimi yine her zaman olduğu gibi o ortama ait hissetmiyordum.

  

Aslında o yaldızlı dünyayı çok merak ettiğimi itiraf etmeliyim. İlk defa bir setin kamera arkasını görüyor, bizzat oyuncuların rol yaptığı anlara şahit oluyordu. Orada her şey görünenden çok farklıydı. Oyuncular motor sesini duyduklarında aşkla birbirlerine bakıyor, kestik sözü yankılandığında ise iki yabancı gibi kendi kutuplarına çekiliyorlardı. Her bir kareye ayrı ayrı emek veriliyor, pek çok farklı kameradan en iyi görüntü alınana kadar uğraşılıyordu. Ben pek rol yapmayı beceremezdim. Bu yüzden olsa gerek hiç oyunculuk hayali kurmamıştım. Bunun için pişman mıydım, tabiiki hayır!

  

Saatlerce uğraştıktan sonra sonunda epey ilerleme kat edilmişti. Güney de oldukça yorgundu. Kaçamak bakışlarının her fırsatta üzerime düştüğünü, mavi gözlerinin içten içe bambaşka şeyler söylediğini anlıyordum.

  

Ona bakmamak için kendi içimde savaş veriyordum. Gözlerini, yüzündeki o keskin hatları görmediğimden içten içe özlediğimi hissediyordum. Ona dokunma fikri bende buzla hemhal olmak gibiydi. Her geçen saniye zihnimi ele geçiren soğuktan bir yangı... Çok soğuk bir süre sonra insanda yangı oluştururdu. Çok sıcak ise belli bir zaman sonra üşüme hissi verirdi. Ben ona yakın olmayı deli gibi istiyor daha sonra da bu istekle baş edemeyip ona olabilecek en uzak köşeye siniyordum. Galiba bu hikaye böylece solup gidecekti. İkimiz için aklıma başka bir şey gelmiyordu. Gelse de kendim, bir türlü ona yakıştıramıyordum.

       

O an yönetmenin sesiyle içime buzdan bir kıvılcım düştü. "Küçük bir öpüşme sahnesi çekeceğiz. Uzun olması önemli değil. Samimi ve içten olmalı."

  

Beynimde çakan şimşeklerin dışardan görülmemesi büyük şanstı. Ne yani onu gözlerimin önünde öpecek miydi? Güney'in solan yüzüyle bana baktığında yutkunmaktan başka bir şey yapamıyordum. O kızı sevmediğini bildiğim halde neden kıskanıyordum? Neden ona dokunması fikrine bile tahammül edemiyordum? Sevgili yıldızlar ben delinin teki olmalıyım. Üzerime vazife olan olmayan her şeye karışmaya başladım. Bir star hazretlerini o model bozuntusundan kıskanmam kalmıştı o da oldu.

  

"Güney, öpeceğin kız orada. Yanlış yöne bakıyorsun."


Bakışlarımı oraya çevirdiğimde onun da benden tarafa baktığını fark ettim. Neden bu fikirden rahatsız olmuştu? O bakışlarını kaçırıp yeniden yanındaki kıza çevirdiğinde yönetmenin "motor"sesi duyuldu. Tanrım! Neden kendime bu işkenceyi yapıyordum sanki?


  

Ben düşen yüzümü saklayarak arkamı döndüğümde yönetmen bir kez daha bağırdı. "Kestiiiik! Kıza hortlak görmüş gibi bakma. Sevgilin o senin, aşkla, tutkuyla bakacaksın." Omzumun üzerinden ona bakmak istesem de buna cesaret edemedim. Ben kulise doğru yönelirken Güney'in "Biraz ara verelim!" diyen sesiyle afalladım ve neyse ki ekip o saçma sahneyi çekmeden dağıldı. En azından bir süre için bunun yaşanmayacağını bilmek içimi rahatlatmıştı.

  

Koşar adım kulise yöneldiğimde insanlar birer ikişer ihtiyaç molası vermeye başlamıştı. Yemekler yeniliyor, sular dağıtılıyordu. Bozulan morelimi insanlardan gizleyebilmek için çizim defterime yöneldim. Tüm bunlardan rahatsızlık duyduğum için kendimden nefret ediyordum. O bu dünyaya aitti ve bu meslekte çok daha samimi sahneler çekmesi gerekebilirdi. Güney bunları göze alarak işe girişmişken ben kim oluyordum da yoluna taş koyup ayak bağı olmaya çalışıyordum?

  

"Güzel hanımefendi gülümseyiiiiin." Sanırım bu Engin'den başkası değildi. Sanırım bir kamera arkası videosu çekiyordu. "Yine mi sen?"dedim düşen yüzümü zorla gülümsetmeye çalışırken.

  

"Evet ben. Sanırım benden kurtuluşun yok." Başımı kınar gibi salladım ve sonraki sahneler için kostümü hazırlamaya koyuldum.

  

"Neden moralin bozuk? İyi olacağını sanmıştım. İçerdeki şaheserde aslan payı senin. Güney bu parçayla ve kliple tüm olumsuzlukları silen harika bir çıkış yapacak. Mutlu olmalısın. Belki terfi bile edebilirsin."


Başımı memnun memnun salladım. Haklıydı ama nedendir bilinmez kendimi çok kötü hissediyordum. Sanki içimde kaktüsler açmış, büyüdükçe yüreğime batıp kanatmıştı. Hiç böyle hissetmemiştim ve sanırım bu hislerin sarhoşluğunu yaşıyordum.


  

Benim iyi hissetmediğimi gören Engin çaycının tepsisinden kaptığı kahve kupasını bana uzattı. Kahverengi olan iri kupayı da kendisi için almıştı. Teşekkür edip kahveden irice bir yudum aldım. Beni gören efkarlanıp içki fondiplediğimi sanırdı. Kahve sıcaktı ve ben bunu önemsemeyi akıl edememiştim. "Yandım." Ben sulanan gözlerimi Engin'den kaçırıp yelpaze haline getirdiğim elimle ağzımı yellendirirken Engin de "Hay aksi!" diye söylendi.

  

"Keşke sıcak olduğunu söyleseydim. Çok yandı mı?" Eliyle çenemi kavrayıp yarım açtığım ağzımı kontrol etti. O kadar yakınıma sokulmuştu ki neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. Biraz önce Güney'in model kızla olan yakınlığını mumla aratacak bir mesafedeydik. O an olmasını en son isteyeceğim şey oldu. Aralık olan kapıdan bir anda Güney elinde bir kahveyle içeri girdi. Engin hâlâ gereksiz bir ilgiyle ağzımı kontrol ederken ne yapacağımı şaşırmıştım. Güney'in sıkılan yumruklarını, yüzündeki o hayal kırıklığını ne yapsam unutamıyordum.

  

Birkaç saniyede toparlanıp Engin'in ince parmaklarından uzaklaştım. Bana dokunmasına en fazla 4 saniye tahammül edebilmiştim fakat bu dört saniye Mavi gözlü devin nazarında Aşk-ı Memnu'yu çevirecek kadar uzun bir süre demekti. Korkarım buradaki Bihter ben oluyordum ve bu rolü sevdiğimi kimse söyleyemezdi.

  

Ayağa kalkıp ona yönelmek istediğimde Engin de ters giden bir şeyler olduğunu sezmişti. Kapının aralığından bizi izleyen Güney'e yönelmek istedi fakat o çoktan bizi kendi halimize bırakıp yanımızdan uzaklaşmıştı.

  

İçimde bir şeyler kopuyordu. Aramıza her gün yeni bir mesafe giriyordu ve ben bu konuda hiçbir şey yapamıyordum. Engin'i geride bırakıp aynı kapıdan çıktım ve hızla bizden uzaklaşan Güney'in önüne geçmeye çalıştım. Ona neden bir açıklama yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bunu nasıl yapacağımdan ise tamamen bir haberdim. Canım yanıyordu ve bu yangıyı sadece içimden dökülenler söndürebilirdi.

  

"Lütfen bekle!" Beni görmezden gelip yönetmenin sırtını sıvazladı ve onu setin çıkışına yönlendirdi. Sesim onun duyabileceği kadar yüksek olduğu halde beni duymazdan gelmişti ve ben bu yok sayışı kabul edemiyordum. Peşinden gidip çıkışa yöneldim. Hava kliptekinin aksine aydınlıktı. Yüzüme vuran güneş gözlerimi kamaştırmıştı.


Ona uzaktan baktım. Onun kısık bakışları da kırgınlıkla üzerimde oyalandı. Fakat ne ben yanına gidebildim ne de o söylemek istediklerimi duymaya çalıştı. Ben haykırsam da o gözlerini kapadı ben göstermek istesem de o gerçeklere hep kör kaldı. Daha fazla yakınında duramayıp içeri girdim.


  

Nemli gözlerimi fark eden kızıl kraliçe, "Neyin var senin?" diye fısıldadı. Yalan bir tebessümü dudaklarıma acıyla işledim. "Yok bir şey!" Neyse ki o yoğunlukta beni yeterince önemseyecek zamanı bulamamıştı. "Şirketi ara ve ikinci model arkadaşımızın numarasını al. Sahneleri çekilmek üzere. Bir an önce sete gelsin."

  

"Tamam." Bana uzattığı numarayı hemen tuşladım. Etrafım gürültülü bir kalabalıkla çepeçevre sarılmıştı. Işıklar düzenleniyor dekora yeni detaylar ekleniyordu. Şirketi arayıp bana söylediği numarayı aldım. Gürültülü ortamda numarayı güç bela kaydedebilmiştim. Kalabalıktan uzaklaşmak için gayret sarf edip model kızı aramak istedim. Fakat onun yerine telefona bir adam cevap vermişti.


"Sesiniz gelmiyor, lütfen bağırın" dedi. "Ahu liman için aramıştım. Onu acil sete bekliyorlar. Herkes fazlasıyla yorgun lütfen bekletmeden hemen çekime gelsin." Karşımdaki kişiyi adresi verip telefonu kapattım.


  

Boşalan odada küçük birkaç düzenlemeyi yapmak için dolaşmaya başladım. Kameralar kapalıydı ve insanlar yemek yemek için dışarı çıkmıştı. Hepimiz fazlasıyla yorgunduk. Fakat bu işin bu gün bitmesi gerekiyordu. Dakikalar sonra yaşayacağım şoktan habersizdim. İnsanlar birer ikişer çekim alanına yönelmeye başladığında ben hâlâ kamerayı incelemekle meşguldüm.

  

Gerginlik yine sıçrama yapmıştı. Kameranın arkasına geçip sahnenin çekilişini izlemek için harekete geçtim. O an beklenmedik bir şey oldu. Yönetmen ve kameraman büyük bir hayal kırıklığı ile soluğu Güney'in yanında aldı. Olanları uzaktan takip ediyordum. Bir şeyler ters gitmiş olmalıydı.


"Fiyasko! Resmen olanlar bir fiyasko."diyen yönetmene hayret dolu bir ifadeyle baktım. Neler oluyordu? Sette büyük bir karmaşa dalga dalga yayılıyordu.


"Tüm çekimler nasıl silinebilir? Kim yaptı bunu? Saatlerce verdiğimiz emeği bir çırpıda kim sildi?" Duyduklarım dudaklarımdan küçük bir çığlığın firar etmesine sebep oldu. Ne yani tüm klip silinmiş miydi?


  

"Bu nasıl olabilir?" Güney'in öfkeli bakışları üzerimde dolaşırken ne diyeceğimi şaşırmıştım. Bunu benim yaptığımı düşünüyor olamazdı değil mi?" İnsanlar şüpheli gözlerle birbirini süzmeye başlamıştı. Bu hatayı kimin yaptığını bilmiyordum. O model bozuntusu hırsla yanıma gelip kolumdan tuttu ve beni herkesin içinde öne çıkardı. Benim binbir emekle yaptığım elbiseyi bir paçavra gibi bacaklarıma sürterek gelmesi delirmeme sebep oluyordu.


"Sen yaptın değil mi?"


  

"Ne?" Kırıştırdığı burnunu gözüme sokar gibi tısladı. "Sen yaptın. Başından beri bu klipte oynamamı istemiyordun. Kıskanç bakışlarını fark etmediğimi mi sanıyorsun? Tüm kayıtları silerek aklınca bizden intikam aldın."


Onu kolundan itip suçlamalarla kararan yüzüne öldürücü bakışlar attım. "Ne saçmalıyorsun? Neden yapayım böyle bir şey? Beni nasıl bilip bilmeden itham edersin." O gardını alıp tükürükler saçmak suretiyle kırmızı dudaklarını bükerken Güney hayalkırıklıkları içindeki gözlerini benden bir an olsun ayırmıyordu.


  

"Burada sadece sen vardın? Kameraya ve kasetleri en son gören de sensin. Bu konuda senden daha şüpheli kimse olduğunu sanmıyorum. Haksız mıyım?"


Herkes onu onaylar gibi birbirine baktı. Benim yaptığımı düşünüyorlardı. Hatta herkes resmen gözüyle görmüş gibi bundan emindi. Güney neden bu durumu inkar etmiyordu? Beni hiç mi tanımamıştı?


  

İnsanlar benim öfkeli bakışlarım arasında neler olacağını merakla beklemeye koyulmuştu. Biz kukumal kuşu gibi düşünürken kızıl kraliçe içeri girdi. Bir umut yapıcı bir şeyler söylemesini beklemiştim. Sonuç ise beklediğimin aksine hüsrandı. "Figüran kıza ulaşamıyorum. Çoktan akşamki çekim için uçağa binmiş olması gerekiyordu. Son anda kendisine haber vermiştik."

  

Kızıl kraliçe diğerlerinin meraklı bakışlarını görmezden gelerek "Ona haber verdin değil mi?"diye sordu. "E-evet. Elbette haber verdim." Elimdeki telefonu uzatıp son aranan numarayı ona gösterdim. Gözlerimin içine bakarak numarayı bir kez daha çevirdi. Bundan emin olmadan rahatlayacak gibi durmuyordu.

  

"Merhaba. Ahu Liman Hanım'la mı görüşüyorum?" Kısa bir sessizliğin ardından yanımıza gelen Güney'e yutkunarak cevap verdi. "Neler oluyor Pelin?" Güney aksilikler karşısında neredeyse tüm hıncını kızıl kraliçeden çıkaracaktı.

  

"Efendim. Sanırım Efsun yanlışlıkla Ahu Hanım'ın menajeri yerine lahmacuncuyu aramış. Adam limonlu lahmacunlarınızı çoktan elemanla gönderdim diye talimat verdi." Duyduklarım beni delirme seviyesine getirmişti. Ahu Limansı limonlu lahmacun olarak nasıl anlaşmış olabilirdi bu adam? Numarayı gürültü yüzünden yanlış yazmış olabilir miydim?


"Kahretsin!"


  

Klipte oynayan bayan estetik yanıma kadar gelip "İşte!" diye cakas attı. "Bana inanmıyordunuz. Her şeyi bilerek yapıyor. Resmen klibi sabote etti. Benim dışımda birileri çıkıp şu kıza dersini ne zaman verecek gerçekten merak ediyorum."

  

"Yeter!" Bu gürleyişin sahibinin Güney olduğunu bilmek içimi rahatlatsa da hatamı kabullenmekte başka bir çıkar yol bulamıyordum.

  

"Sözlerini geri al! Bana ne hakla iftira atarsın? Ben hiçbir şeyi sabote etmedim. Bir yanlışlık olmuş olmalı."

  

Kız öne atlayıp kaçtığı yüz hatlarıyla tam karşımda yerini aldı. "Yanlışlık senin gibi bir varoşu bu işe alınarak yapıldı." Onu parçalamak için üzerine yürümek üzereyken Güney'in sesiyle adımlarım zemine çakıldı.


"Hanımefendi haddinizi bilin! Bu sözler affedilemez. Sette bu tarz davranışlara izin vermeyeceğimi öğrenmiş olmalıydınız." Kızarmıştı. Güney'den böyle bir çıkış beklemiyordu. Muhtemelen onun haklarını koruduğuna inanıp kendisine destek olacağını düşünmüş olmalıydı fakat görünen o ki işler hiç de sandığı gibi gitmemişti.


  

"Ama!" Güney konuşmasına fırsat vermeden menajeri Kıvanç'a kapıyı işaret etti. "Hanımefendiyi çıkışa kadar uğurla, aksi takdirde güvenlik uğurlamak zorunda kalacak!"


Yutkunmuştum. Sözleşmeleri olduğunu biliyordum ve Güney bu sözleşmeye göre yüklü bir miktar tazminat vermek zorunda kalacaktı. Sırf bana hakaret ettiği için bu kadar parayı o kıza ödeyecek miydi yani? Kız öfkeden seğiren yüzünü toplayıp topuklu ayakkabılarını tıkırdatarak çekip gitti. Bana son kez nefretle baktığında ona nanik yapmamak için kendimi zor tutmuştum.


  

"Şimdi ne olacak?"diyen Kıvanç'a starımızın ne cevap vereceğini ben de çok merak ediyordum. Her şey boşa gitmişti. Bu kadar insan emeğinin karşılığını nasıl alacaktı? Güney bir kez daha nasıl ekibi toplayacaktı ben de bilmiyordum. Mavi gözlü dev deniz gözlerini üzerime mıhlayıp kendinden emin bir şekilde konuştuğunda tüm şimşeklerin beynimde çakacağından habersizdim.


"Klipte Efsun Hanım oynayacak. Bu gün bu iş en profesyonel olacak şekilde bitecek." Bir adım sendeledim.


  

İnsanlar kendi aralarında "Daha neler, o mu oynayacak?"tarzında fısıldaşırken nefes dahi alabildiğimi sanmıyordum.


"B-ben yapamam." Mavi gözlü dev yanıma yaklaştı ve burnumun ucuna kadar sokulup emreder gibi, "Yapacaksın."dedi. "Daha doğrusu yapmak zorundasın. Sözleşme maddesinde bir yıl boyunca çekeceğim kliplerde ihtiyaç halinde modellik yapacağını şart koşan maddeyi eklediğimi hatırlıyorum. Haksız mıyım?" Kızıl kraliçe Güney'in işaretiyle dosyadan sözleşmeyi çıkarıp bakışlarımın odağına ekledi.


  

"Burda." Gözlerimi sayfada gezdirdim. Maddeler halinde açıkça görevlerim bildirilmişti. Ve ben ne yazık ki ben bir şapşal gibi haklarımı öğrenmeden bu sözleşmeyi imzalama gafletinde bulunmuştum. Son maddeye baktığımda neredeyse bayılmak üzereydim. Sözleşme maddelerine uymadığımda bir milyon dolar tazminat ödeyeceğim yazıyordu.

  

Ben farkında olmadan Güney'in tuzağına düşmüştüm. Kendi aptallığım yüzünden yine başımı belaya sokmuştum. Bunu bana neden yapmıştı? Ona böyle bir şeyi hiçbir zaman vaad etmemiştim. Ben oyuncu ya da model değildim ve böyle bir sözü asla vermezdim.

  

Güney kirpiklerinden esen gazap dolu rüzgarları benden esirgemeksizin asistanına döndü. "Her şeye yeniden başlıyoruz. Ekibe fazladan yaptırılan mesainin ücretini ödeyeceğim. Efsun Hanım'ın hazırlanmasına yardımcı olun lütfen."


Pelin koluma dokunup kulisi gösterirken bulunduğum yere çivilenmiş gibiydim. Ne bir adım ileri atıyordum ne de bir adım geri. Dokunsalar dağılıp kendimi yere bırakabilirdim. Gözlerim yapmak zorunda olduklarımlarımdan çok uğradığım ihanet yüzünden yaşarmıştı.


Adım atmadığımı gören kızıl kraliçe kolumdan tutup sürükler gibi kulise yönlendirdiğinde ölü bakışlarım hâlâ ıslak ıslak Güney'in yüzündeydi. O ifadesiz görünmeye çalışırken gözlerimi kabustan uyanmak için sımsıkı yumdum. Kirpiklerimin arasından dökülen yaşları görmüş olmamasını dileyerek adım adım ondan uzaklaşmaya çalıştım. İçim kan ağlıyordu. Şimdi ne yapacaktım?


  


Yıldız atıp yorum yapan elleriniz dert görmesin. ☺️💫


Umarım hikayemizi sevmişsinizdir. Bu kitap Hüsran kadar beklemeyebilir. Bu sebeple basılma durumu olabilir. Farklı hoş bir kurgu ve tabiki yine gizemler var. Tarzımı bilenler okuyucuyu kolay kolay rahat bırakmayacağımı anlamıştır. Okurken düşündürmek kesinlikle tam benim tarzım. Yeni bölümler daha da sürpriz dolu olacak. ☺️💫 Minik kızım biraz müsaade etse her gün bölüm atacağım ama biraz sabırlı olmamız gerekecek. Şimdilik hoşçakalın. Bu aradaysalar zekayla bölüm klipleri ve görselleri hazırlıyorum. Beni İnstagramdan takip ederseniz duyurulara, klip ve görsellere ulaşabilirsiniz. 💫☺️


🎬 İnstagram: seyma_yldz_koc

 

 

 

 

 


Loading...
0%