Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm: Isyan

@syildiz_koc


Medya: Hande Mehan (Beni böyle sevme)


Bu hikâyeye ait değilim artık

Uçarı bir yürek, dul yalnızlık

Sen de susma, bi' şey söyle

Olmadı mı haksızlık?

Beni böyle sevme

Önce toplayıp sonra dökme

Dargın sözlerim

Yine de gitme

Ya var ya yok, söyle

Yağmur ol kurak gecelerime

Beni böyle incitme

Teslim oldum ürkekliğine


İsyan dile kolay kalbe zor gelen ne yıkıcı bir kelimeydi. Bağırmak istiyordum. Karşısına çıkıp çılgınlar gibi haykırmak için daha neyi bekliyordum? Daha bana ne kadar zarar verebilirdi ki? Daha ne kadar incitebilirdi harcanışlardan bitap düşen zavallı, ürkek kalbimi?

    

Çok yorgundum. Oysa güvendiğim dağlara ilk kez karlar yağmıyordu. İlk kez sevdiğim insanlar tarafından çelme takılarak çamura düşürülmüyordum.Hassas kalbim yenilgiyi tadarak ilk kez darmadağın olmuyordu ve ilk kez dizlerimdeki yaraları insanlardan saklamıyordum.

        

"Efsun! Lütfen çık artık dışarı. Beni zor duruma düşürüyorsun. Hazırlanman gerekiyor. Yeterince geç kaldık zaten, daha fazlasına kimsenin tahammülü kalmadı."

    

Evet, bunu söyleyen kızıl kraliçeydi. Beni hazırlama görevi ona verilmişti. Bu bendim. Yaşadığı haksızlığın karşısında kendisini soyunma odasının kabinlerinden birine kitleyip kendi çocukluk yaralarına sığınan aklı küçük yaşadıkları büyük kız.

        

Dizlerimi karnıma kadar çekmiş, beton zeminde yüzüme yapışan saçlarımla ne yapacağımı ya da ne yapamayacağımı düşünüyordum. Akan makyajım ve tozlu yere sürtünerek kirlenen kot pantolonum umurumda değildi. Bozulan rimelimi dert edinecek durumda olduğu hiç sanmıyordum. Muhtemelen her zamanki gibi gözlerimden akmış yüzümü Habeş kralları gibi kapkara bir renge sokmuştu. İlk rezilliğim değildi, alışkındım. Ne yağmur benden yana olmuştu bunca zaman ne de kader. İkisi arasında ezilip yeniden ayağa dikilen Efsun her zaman ki gibi gerçek bir gülümsemeyle ayağa dikilecek ve gerekeni yapacaktı.

        

Büyük bir hata yapmıştım. Güney'in peşine düşmem ve bana sunduğu iş teklifini kabul etmem başından beri kocaman bir saçmalık yumağıydı. Bana uzattığı sözleşmeyi okumamış abartılı bir özgüvenle imzamı alt kısmına atıp kaderin "Yürü ya kulum!"demesini beklemiştim.

        

Ah be şapşal Efsun! Ah be deli kız! Nasıl bu kadar saf olursun söylesene! Nasıl güvenirsin daha yeni tanıdığım bir adama? Kafasında bir şeyler olduğundan şüpheleniyordun zaten. Başından beri iyi bir ilişkiniz olmamıştı. Her şey bu kadar kötüyken beni kandırmasına nasıl izin verdim?Eğer cahillik etmeyip sözleşmeyi imzalamadan önce okusaydım ve son iki maddeyi görseydim onun tuzağına düşmeyecek ve asla anlamadığım bu işlerle uğraşmak zorunda kalmayacaktım.

        

Yanaklarımı elimin tersiyle silip geçmişteki o güzel güne döndüm. Babamın hayatımda en özel olduğu anları hatırladığımda çayır çayır yanan yüreğim biraz olsun közlenmişti. O gözyaşlarımı akıtmamı hiç sevmez, zayıflığını insanlara gösterme derdi. Dostun düşmanın birebirine karıştığı bu hayat kimi karşımıza çıkaracak bilinmezdi ve insan tabanlarına dikenler bata bata da olsa dimdik ayağa kalkmalıydı. İçimden tekerleme mırıldandığımda ruhum sanki bambaşka bir yere ulaşmıştı. Onu hatırlamak hem acı veriyordu hem de mutluluk. Zamansız kaybı geleceğimi silen bir silgi gibiydi. Ben tamamlanmaya çalıştıkça yokluğuyla hep eksik kalıyordum.

        

"Hadi kızım, çık şu kabinden. Neden bu kadar ağır tepkiler veriyorsun? Sadece bir çekim. İçerde tırnaklarını kerpetenle sökmeyecekler. Birkaç saate işimiz biter. Sen de paranı alır çıkar gidersin."

    

Ayağa kalkıp kabinin duvarına tutunarak kilidi açtım. Gözyaşlarımı ellerimle silmiş fakat mahvolan makyajım konusunda çaresizce makyözüme teslim olmuştum.

        

Kabinin kapısı açılır açılmaz gözler şaşkınlıkla üzerimde dolaştı. Sanırım bu dağınık saçlarla ve bozulan makyajla zombiye benziyordum.

    

"Ah be kızım ne oldu böyle sana!" Başımı mahzunca eğip çıplak ayaklarımdan birini diğerinin üzerine rahatsızca bıraktım ve önüme gelen bir tutam saçı büzülen dudaklarımı saklama gereği duymadan geriye artım. İçim acıdığında konuşamazsın. Göğsümdeki kemiklerin altında ıstırap kalem vardı ve Güney'in o Allah'ın belası sözleşmesi o kaleyi yaşatmaya çalıştığım tüm çocuksu duygulara rağmen dinamitleyip yerle yeksan etmişti.

        

Pelin yani namı değer Kızıl kraliçe benim elimden tutup makyaj koltuğuna oturttu. Halimden ister istemez kendini sorumlu tutuyordu. Ortak patronumuz beni çok fena hırpalamış, yaptığı sözleşmeyle resmen hayatımın iplerini eline almıştı.

        

"Ah be kızım! Sözleşme okunmadan imzalanır mı? Daha önce hiç bir yerde çalışmadın mı? Göz göre göre oltaya düşmüşsün." Tamam işte yapmıştım bir hata daha ne kadar yüzüme vurulacaktı? "Neden beni uyarmadın? Sözleşmeden haberdar olduğunu sanıyordum." Pelin pişmanlıkla, "Bilemezdim."diye sayıkladı. "Güney Bey'e maddelerin son derece sert olduğunu söylemiştim ama bunun kararını sana bırakacağını söyleyince karışmak istemedim. Ne bileyim okumadan sözleşme imzalayacağını."

        

Kimseye kızmaya hakkım yoktu. Aptallığı yapan bendim. Güney beni tuzağa çekmişti ve ben de sazan gibi düşünmeden atlamıştım. Yanıma diz çöktü ve göz pınarlarımdan dökülen yaşları peçeteyle silip bakışlarımı kendisine çevirdi. Kızıl saçları her zamanki gibi tepeden bir topuz yapılmıştı. Ciddi kıyafeti bu çömelmeyle baldırlarına kadar sıyrılmıştı.

    

"Bana bak! Şimdi her şeyi geride bırak ve başını dimdik tut. Güney Tunç Atasoy'un klibinde oynayacaksın sen. Ünlü olabilirsin. En iyi yapımcılardan dizi film teklifleri alabilirsin. Modellik mankenlik kapıları önüne açılabilir. Daha Allah'tan ne istiyorsun?"

    

"Beni anlamıyorsunuz?"dedim yutkunurken. Herkes mankenlik, modellik, oyunculuk hayalleri kurmak zorunda mıydı? Ben sade bir hayatımın olmasını istiyordum. Parlak ışıklar bana göre değildi. Utanıyordum. Biraz sonra o kameranın karşısına geçecek olmak benim için çok zordu. Güney bana dokunduğunda herkesin içinde ona yaklaşmak ve sevgili rolleri kesmek yaralı geçmişimin kabulleneceği bir şey değildi. Ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da geçmişim her fırsatta yakamı yırtan hoyrat bir kartal gibiydi ve ben onun pençelerinden kurtulmak konusunda fazlasıyla zayıftım.

    

"İstemiyorum." Sözüm yanımdaki kızların sıkılmasına sebep olmuştu. Beni anlamadıklarını ve işlerini yokuşa sürdüğüm için beni boğmak üzere istek duyduklarını biliyordum ama kırılan kalbimi ne olursa olsun tamir edemiyordum. Güvenim bir kez daha sararıp solmuştu. Güney beni oyuna getirmişti. Bana kendi çıkarları için ihanet etmişti. Belki de tek derdi iş yapmaktı. Benim üzerimden para kazanmak istiyordu. Sadece bedenimi ve güzelliğimi kullanarak şöhret basamaklarını tırmanacak ve klipteki sahte aşk hikayesi karşılığında spot ışıklarının odağında olmaya devam edecekti. Ben bu kadar değersiz miydim? Onun için hiç mi önemim yoktu? Sadece para için kullanılıp bir kenara atılacak kadar zavallı mıydım? Amacım mesleği küçümsemek değildi. Ben sekreter olacağım diye geldiğim bu yerde istemediğim bir pozisyona mecbur bırakılmış ve onun cüzdanını doldurmak için kandırdığı zavallı bir kadın olmuştum.

    

Kızıl Kraliçe yanıma gelip eğdiğim başımı kaldırdı. "Nasıl bir hayattan geldiğini bilmiyorum. Kimseyi yargılayacak değilim. Ama bir şeyi çok iyi biliyorum. Bu hayatta hiçbir şey tesadüf değil. Kader seni onun karşısına çıkardı ve belli ki ikiniz için aklınızın eremeyeceği bazı planları var. Bırak su akıp yolunu bulsun. Güçlü ol. İçerdeki hiç kimse senden daha güzel, akıllı ya da yetenekli değil. Kendi değerinin farkına var ve bu işin üstesinden gelebileceğini herkese kanıtla."

    

Çaresizce başımı salladığımda parmağını şıklattı. "Herkes iş başına!" Önce saçlarıma sihirli dokunuşlarda bulunuldu. Özel bir şampuanla yıkadıktan sonra önce fön çekilmiş sonra da doğal dalgalar atılarak hacimli bir görüntüye sahip olması sağlanmıştı. Sıra makyaja geldiğinde daha da gerginleşmiştim. Nemlenen cildime özel bakım ürünleri uygulandı. Mermer gibi bir yüze sahip olduğum halde envai çeşit ürünün deneme tahtası olmaktan kurtulamamıştım.

    

Belirgin bir göz makyajını takma kirpiklerle zirveye taşıdıklarını düşünüyorlardı, fakat bence o kirpikler tam bir işkenceydi. "Harika oldu!"

    

"Göz kapaklarımı kaldıramıyorum." Gülüşmeler ortamdaki gerginliği söküp attı. Ayağa kalkıp aynada kendime baktım. Çok hoş göründüğümü itiraf etmeliydim. Önüme koydukları ayakkabıları gördüğümde "Yine mi?" diye ters ters baktım. "Güzel olmak zor zanaattir küçük hanım." Güzel olmak isteyen kim? Sadece rahat olmak istiyorum.

    

İsteksizce pabuçları ayağıma geçirdim. Beklediğimden daha hızlı hazırlanmıştım ki bu benim gibi çabuk sıkılan birine oldukça büyük bir nimetti. Ayakkabılardan sonra sıra elbiseye gelmişti. Kuru temizlemeden gelen elbiseyi askısından çıkarıp parmaklarımla buluşturdum. Onu bu güzel hale getirebilmek için ne kadar çok göz nuru dökmüştüm. Sırf Güney klibinde harika bir kostüm kullanabilsin diye ne çok çaba sarfetmiştim. Şimdi elbise giymem için önüme bırakılıyordu fakat içimden onu giymek gelmiyordu.

    

Pelin'in elini omzumda hissettiğimde kabine yönelip elbiseyi bedenime geçirdim. Artık her şey tam da olması gerektiği şekildeydi. Hazırdım. Birazdan görünmeyen kelepçelerimle Güney'in yanında yerimi alacak ve bana söylenileni harfiyen yerine getirecektim.

    

"Sanırım hazırlıklar tamamlandı." Bu onun sesiydi. Bakışlarımı kaçırdım. Yüzüne bakmak istemiyordum. Sözleri bir kılıç gibi yüreğimi biçmiş ve beni için için kanatmıştı. Kendime onu düşünmeyi bile haram kılıyordum bu günden sonra. Sadece bir yıl ve sonra özgürlük...

    

"Vay canına! Elbise gerçek sahibini bulmuş. Klip için en başından sizinle çalışmalıymışız." Bu yönetmenin sesiydi ve evet onun da yüzüne bakmamıştım. Hiçbir şey olmamış gibi davranamıyordum. Bir şeyler paramparça olmuştu. Güney'in işaretiyle kulisi terk ettiler. Ve sonunda yalnız kalmıştık. Sessizdi. O da bakışlarını kaçırıyordu. Bu davranışı nasıl kendisine yakıştırabildiğine hayretle bakıyordum. Sonunda içimden akanlar onun mavi gözlerinin pırıltılarını kaçırarak ortalığa döküldü.

    

"İstemiyorum!"

    

"Anlamadım." Dedi yüzünden dökülen binbir parçayla. "Bu klipte oynamak istemiyorum. Ben bu işi sadece sekreter olacağım düşüncesiyle kabul ettim. Ve sizin de bildiğiniz gibi sekreterlikten çok daha fazlasını hiç düşünmeden yaptım. Ama yapamam. Ben oyuncu değilim. Bu işler bana göre değil."

    

Kemikli yüzüne baktığımda şaşırmamış bir ifade gördüm. Bu sözleri duyacağından neredeyse emindi. Önümden çekilip kapıyı gösterdi. "Tamam, gidebilirsin. Kimseyi hiçbir şeye zorlayacak değilim." Yutkundum. Gidemezdim. Beni görünmez iplerle kendisine bağlamış ve maskotu yapmıştı. O yüklü tazminatı ödeyecek durumum yoktu ve işsizdim. Sabıkalı halimle iş bulmam oldukça zordu. Kimse katil damgası yemiş birini kolay kolay işe almazdı.

    

"Ben o tazminatı ödeyemem. O kadar param olmadığını biliyorsun." Kaşlarını kaldırarak sıkıldığını hissettirir tarzda soluğunu bıraktı. "Ben de bu klibi çekmeye mecburum. Bu işe ciddi bir miktar para yatırdım. Ve sayende verdiğimiz tüm emek ziyan oldu. Şimdi beni yarı yolda bırakmaktan söz ediyorsun." Beni kolumdan tutup kapıya doğru yönlendirdi. İsteksizliğimi belli etsem de ona direnmemiştim. Elbisenin etek uçlarında siyah ayakkabıları yerini aldı. Bakışları hummalı bir çalışmanın içinde çırpınan kalabalığı işaret etti.

    

"Bu insanlara bir sözüm var. Emeklerinin karşılığını almak için canla başla çalışıyorlar." Kolumu elinden kurtarıp, "Yerime başka birini bulabilirsin." diye bağırdım. Sesim beklediğimden çok daha güçlü çıkmıştı.

    

"Bunun için zamanımız yok." Her şeye yeniden başlamak için zamanının olmadığını biliyordum. Bu insanlarla belli bir saat için anlaşmıştı. Ve ekip zaman dolduğunda başka işler için onu bırakmak zorundaydı. Eksilen elemanlar için yeni bir set ekibi bulmak klibi iyice çıkmaza sokacaktı ve grup olarak uyumsuzlukların baş göstermesine sebep olacaktı.

    

"Tamam."dedim bakışlarımı kaçırarak. "İstediğin olacak. Peki söyle bana yaşattıkların için başını yastığa koyduğunda rahat uyuyabilecek misin?" Sustu. Duraksaması yaptıklarından memnun olmadığının nişanı gibiydi. Yanlış yaptığını o da biliyordu fakat ağzından çıkan sözlerin geri dönüşü yoktu. Bu para kaybı olduğu gibi aynı zamanda onun için prestij kaybı da demekti. Genç kızların sevgilisi Güney Tunç Atasoy sıradan bir sekreter kız karşısında yenik düşmüş, basit bir klibi bile eline yüzüne bulaştırmadan çekememişti. Modellerin klibinde oynamak için sıraya girdiği genç şarkıcı artık eski talep dolu günleri bulamıyor. Harika gazete başlığı...

    

"Güney, çekim başladı. Efsun Hanım'ın tekli görüntülerini alacağız." Sessizdi. Gözlerine bakma cesaretini gösterebildiğimde çekip gitmemi istediği kanısına vardım. Gitmeyecektim. Artık vazgeçme niyetinde değildim. Beni böyle üzdüğü için vicdan azabı duymasını istiyordum. Sırf o bu duyguyu tatsın diye bile o klipte oynardım.

    

Kapıyı açıp onun hüzünlü pişman bakışlarını umursamadan kalabalığın arasına karıştım. İnsanlar fazlasıyla bıkkın olsa da bana olan bakışlarından tepkili olduklarını anlıyordum.

İç çekimler platoda yapılacaktı fakat dış çekimler için bundan daha özel bir ortam hazırlandığını biliyordum. Burası negatifliğin olduğu siyah bir stüdyoydu. Işıklar hazırlanmış, kamera hareket ettiren bir aletle burnumun dibine kadar sokulmuştu. Bu kadar kişinin gözünün önünde olmadığım biri gibi davranmaktan utanıyordum. Bu işi gerçekten başarabilecek miydim?

    

"Efsun senin için hazırlanan koltuğa uzanmanı istiyorum. Yüzünü olabildiğince hüzünlü tutman gerekiyor. Sevdiğin adamdan uzaktasın. Sana gelmesini istiyorsun ama bir şeyler size engel oluyor. Bu hasreti ve bekleyişi yüzünde görmem gerekiyor." İç çekip mutsuz bir şekilde bana gösterilen tekli koltuğa oturdum. Işıklardan sorumlu olan kadın yanıma gelip bazı ayarlamalar yaptı. Kamera yakından uzağa hareket edecek şekilde konumlanmıştı. Beyaz, sırtı dantelli elbiseyi koltuğun üzerine prenses elbisesi gibi yaymış ve saçlarımı koltuğun üzerine estetik görünecek şekilde dağıtmıştı. Makyajımın rötuşları "Motor!"sesi ortamdaki uğultuyu biraz olsun azalttı. Olabildiğince hüzünlü görünmeye çalışmış aklıma gelen tüm komik şeyleri beynimden uzaklaştırmıştım. Onun yakınımda olması ve beni izliyor olması gerçekten endişe vericiydi. Bu şekilde konsantre olmam imkansızdı.

    

"Kestiiiiik! Olmuyor Efsun. Daha içten bak. Elinden elmalı şekeri alınmış kız çocuğu gibisin. O hasret ve bekleyişi gözlerinde görmem gerekiyor." Bakışlarım yattığım yerden Güney'e odaklandığında biraz önceki hassas, duygulu halinin çoktan uçup gittiğini gördüm. Benim aptal rol deneyimimi bıyık altından gülerek seyrediyordu.

    

Duygusal açıdan tamamen dağılmış, oynayacağım karakterden uzaklaşmıştım. "Motor!"sesini duyduğumda yeniden odaklanmaya çalıştım. Aklıma oğlumu kaybettiğim gün gelince dudaklarım ister istemez kaydı ve göz pınarlarımdan bir damla yaş süzüldü. Bir süre sonra aynı çatlak, heyecanlı ses duyuldu.

    

"Olmuyor kestiiiiik!" Bu sefer öfkeyle yerimden doğruldum ve sesin sahibine ters bir bakış attım. "Yapmaya çalışıyorum işte! Siz de hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz. O kadar kolaysa buyrun siz yapın!"

    

Yönetmen kıvırcık, uzun saçları olan, yılan dövmeli, esmer bir adamdı. Sözüme karşılık gözlerini kokmuş balık gibi baygınlaştırıp ofladı. " Bu kızla işimiz çok zor. Efsun Hanım ben yönetmenim. Oyuncu olan sizsiniz ve bu rolü de normal olarak siz oynuyorsunuz." Suratımı cadı kazanı gibi kaynatıp yumruklarımı sıktım. Bu adam ne hakla bana sesini yükseltebilirdi?

    

"Ben de başka bir şey demedim. Ama daha kibar olabilirsiniz.Sonuçta ben kırbaç yiyerek alevli halkadan atlayan bir aslan değilim. Nazik bir yaklaşımla da işimi anlayabilirim." Başımı inadımı ortaya koyarak ters ters salladım. "Allah'ım sen aklımı koru!" Serzenişi öfkemi iyiden iyiye harlamıştı.

    

"Buraya mükemmel bir rol kabiliyetim olduğunu iddia ederek gelmedim bay yönetmen. Ben oyuncu falan değilim. Ama olmuş olsaydım da asla sizinle çalışamazdım. Seyyar satıcı görmüş zabıta gibi terslemenize hiç gerek yok!" Sözüm bazı kıkırdamalara sebep olmuştu. Ne yazık ki onlardan biri de mavi gözlü devdi.

    

"Of aman be! Peki peki! Siz önünüze dönün." Ben koltuğa yeniden uzanırken, "Çattık!"diye dişlerinin arasından konuştu. " Bunu duydum!" Sözüm kıkırdamaları daha da hadsizleştirmişti. "Hadi kızım yeterince vakit kaybettik." Yeniden doğrulup ,"Bana kızım demeyin lütfen. Benim bir adım var: Efsun!" O başını isyan eder gibi göğe kaldırdığımda kıkırdamalar kahkahalara dönüşmüştü. Güney'in ne kadar eğlendiğini söylememe gerek bile yoktu.

    

Tek seferde halledebilmek için bütün dikkatimi işime verdim. Benden tutkulu ve özlem dolu bakmam isteniyordu fakat bu duyguyu oğlumu düşünerek veremiyordum. Güney'in beni evden kovmaya yeltendiğini o günü düşündüğümde kırılan kalbim yeniden yadıma düştü. İfademin ne şekle geldiğini bilmiyordum ama yönetmen memnun bir sesle, "Şimdi oldu, devam!"diye beni onaylamakta gecikmedi. Başımın üzerinde dönen kameraya bakmadan bana söylenileni harfiyen yaptım. Sonunda pencerenin kenarına geçme ve yağmur efektini izleme sahnesi de çekilmiş yan yana olan stüdyolarda birkaç saat boyunca klibe eklenecek kayıtlar alınmıştı.

    

Güney'in tekli sahneleri daha önceden çekildiği için benim işim bitene kadar o sadece kahve içmiş ve ayak ayak üstüne atar vaziyette keyifle beni seyretmişti. Sonunda buradaki son kavuşma sahnesine geldiğimizde yüreğim tüm kemiklerimi kırmaya niyetli gibi atmaya başlamıştı. Güney benim hayranlık dolu bakışlarım arasında stüdyoya giriyordu ve kucaklaşma. Kucaklaşma sözünü yönetmenden duyunca kısa süreli bir kalp krizi geçirmiş, moraran yüzümü toparlamakta epey zorlanmıştım. Ne kadar ileri gideceğimiz ise tamamen meçhuldü.

    

Güney'in kalplere dokunan kadife sesi ortamı doldurmaya devam ediyordu ve en can alıcı noktasında söz konusu sahneyi çekmek için harekete geçtik. Üzerimde diktiğim harika kostümle siyahlar içinde karşıma geçmiş adım adım bana yaklaşıyordu. Birkaç kameradan onu görüntülediler ve neyseki yaklaşık yarım saat sonra aynı karede yer alabildik. Biz birbirimizden gözlerimizi kaçırırken yönetmenin müdahaleci sesi hoparlörden duyuldu.

    

"Burası çok özel olmalı. Gözlerinizi asla kaçırmayacaksınız. O bakışlar bir an bile ayrılmamalı. Aşk ve tutkuyla... Anlaşıldı mı?" Güney, "Anlaşıldı kaptan!" diyerek onu onaylasa da ben onun gözlerine nasıl bu kadar yoğun bakacağımı bilemiyordum. Utanıyordum. Bakışları öyle etkileyici ve mavilerine nakşedilen lacivert hareler öyle hoştu ki onunla göz göze geldiğimde nefes almayı bile unutuyordum.

    

"3,2,1 kamera!" Nefesimi tutup benimle burun buruna gelen adamdan mümkün mertebe bakışlarımı ayırmamaya çalıştım. İtiraf etmeliyim ki Güney bu konuda benden çok daha başarılıydı. Bir an bana aşık olduğuna ben bile inanacaktım. Yılların sanatçısı tabi. Benim gibi mahpus damlarında yatıp serseri kovalamadı. Bir zahmet yapsın işini!

    

"Olmuyor. Efsuuuun Güney'e öcü gibi bakma. Aşık olduğun adam o senin. Uzun zaman sonra kavuştunuz. Aşkla, özlemle bakacaksın. İlkokul müsameresindeki kız çocukları bile senden daha duygulu bakıyor. Rolüne odaklan!" Güney'i bırakıp "Ben şimdi senin!"diye atılmak istedim. Son anda star bileğimi tutup beni kameranın kadrajına çekti. "Lütfen biraz sabırlı olur musun? Sadece işini yapıyor."

    

"Yeniden alıyoruz. Daha içten!" Sonunda tüm utangaçlığımı yenip gözlerine bakabildim. Kendimi çalan müziğe bıraktığımda sözler beni onun bakışlarına sürgün etmişti. "Evet muhteşem oldu! Güney sağ elini Efsun'un önce sol yanağında ardından saçlarında dolaştır. Gözlerini ayırmayacaksın. Ve sarılma..." Güney motor sesiyle derin bir soluk aldı ve yönetmenin dediğini harfiyen uyguladı.

    

Yanağıma dokunan elleri sıcacıktı. Bana babamdan sonra hiç sahip olamadığım güven duygusunu veriyor yaşadığım ortamdan bambaşka bir hayale tutulmamı sağlıyordu. Ben babamın ölümünden sonra evimi, yuvamı kaybetmiştim. Amcamlarda yaşamaya başlamış ama asla gerçek anlamda bir yuvaya sahip olamamıştım. Orada istenmiyordum ve ait olamıyordum. Şimdi yitirdiğim yuvayı onun kokusunda bulmuştum. Belki de bana kötü davrandığı halde onu sevmekten vazgeçemiyor oluşum bu yüzdendi.

    

İnsan herkeste o yuvanın temiz kokusunu bulamıyor, kendini güvenmediği kollara emanet edemiyordu. Ben ilk defa ona güveniyordum. Normal şartlar altında bu kadar bile bir erkekle temas edemezdim. Fakat o yakınımdayken bu korku beni terk ediyordu. Yanındayken ait olduğu limana dönen gemi gibiydim. Beni aşındıran hoyrat rüzgarları geride bırakmış ve yelkenlerimi huzura çevirmiştim. Artık dümenime konan akbabalar ve baykuşlar gecenin karanlığına sinmeye mecbur kalacaktı ve ben mutlu olacaktım.

    

"Evet çok iyi. Sarılmaya geçeceğiz şimdi. Kamera ön çekime gelsin. Işıklar biraz kısılacak. Önce belini saran el karesini alacağız. Ardından da dudaklarını Efsun'un omzuna ve boynuna bastırdığın sahneyi çekeceğiz." Sözleri duyduğumda "Ne!" diye küçük bir çığlık attım. İrkilmişti.

    

"Bu ne samimiyet! Bu kadarına gerek yok! Kestiiiiik!"

    

"Kesmedik devam!" Güney kıs kıs gülerken yönetmenin kalfasına bir şeyler fırlatmamak için kendimi zor tutuyordum.

    

"Bu saçmalık daha ne kadar sürecek? Sıkıntıdan patladım." Güney ışıklar hazırlanırken başını boynumdan arta kalan boşluktan kaldırdı ve yüzündeki şapşal ifadeyle bana baktı.

         

"Ne mızmız çıktın ya! Basit bir sarılma sahnesi işte! Seni gören başka şeyler çektiğimizi sanır." O başka şeylerden ne kastettiğini anladığımda gözlerimi kocaman açıp dişlerimi sıktım. İfadem nasıldı bilmiyorum ama yüzünden fazlasıyla eğlendiği belliydi. Sanırım biraz sonra elimden bir kaza çıkacaktı.

    

Düzenlemeler tamamlanınca yönetmen yeniden "Motor!"diye hoparlörden bağırdı. Kamera arkamda kaldığından yüzümde oluşan ifade ekrana yansımıyordu. O sahne yeterince iyi bir hale gelene kadar tam dört kere farklı şekillerde tekrar etmişti ve ben yüzümü benden daha uzun boylu olan Güney'in omzuna gömüp deve kuşu gibi kendimi saklamıştım. Moraran ifademi kimsenin görmesini istemiyordum.

    

"Sıktığım gözlerim umarım makyajımı berbat etmemiştir!" diye sayıkladığımda Güney'in "Sabret!" diyen sesiyle afalladım. "Birazdan mekan değiştireceğiz. Dinlenirsin. Bu işler böyle, yapacak bir şey yok!"

    

Tam bir şey söylemeye hazırlanıyordum ki dudakları teklifsizce omzuma gömüldü. Çığlık atmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Bu yakınlık ikimiz için de çok fazlaydı. Soluğu da elleri gibi sıcacıktı. Perçemlerinin yüzümde bıraktığı küçük gıdıklanma hissi korkularımı da içimde yeşeren sevgi gibi şahlandırmıştı. Onu seviyor muydum? Neden onu sevmek bana acı veriyordu? Keşke hiç karşılaşmasaydık. Asla bana ait olamayacağımı bildiğim o adama böylesi derin hisler beslemem ne derece akıl kârıydı? Neden kalbime karşı koymakta bu kadar zorlanıyordum sanki?

    

Keskin kokusu burnuma baharın esintisini kulaklarıma ise ağaçların rüzgarda dans eden dallarının sesini getirmişti. Kırlangıçlar sesinden dalga dalga yayılan aşk melodisini yuvalarına taşımış ve sararıp solan yapraklar tınısıyla yeşerip doğaya karışmıştı. Onun sesinde vatan vardı. Sesinde özlem, hasret vardı. Kavuşamayan aşıkların, yitirilen sevdaların çığlığı, ahı vardı. Belki de bu yüzdendi serzenişlerine sessiz kalamayışım.

    

Dudakları hâlâ boynumda ruhuma aşkı fısıldıyordu ve ben onun kokumu içine çektiğini hissederek bir kez daha darmadağın oldum. Bu yakınlık onu mutlu ediyor olabilir miydi?

    

O an duyduğum demirin keskin sesiyle irkildim aynı metalik ses ikinci kez stüdyoda yankılanınca kalbimin sancılandığını hissettim. Beni o geceye götürdü duyular. Ve zihnim anın zincirlerini paramparça ederek savruldu dünyamı karartan acı güne. Kaderimin değiştiği gündü. Masmavi olan hayallerimin çirkin bir heves uğruna bataklığa gömüldüğü geceyi ne yapsam unutamıyordum. Demir bir kez daha vurdu demire ve kalbim çığlık çığlığa bağırdı göğüs kafesimin altında.

    

Beni asla unutmayacaksın. Bu sesi her duyduğunda beni teninde hissedeceksin! Böyle söylemişti. Sözleriyle beni böyle yakıp bitirmişti. Günahımı koynuna böyle almıştı. Acılardan ördüğü kirli kafese beni böyle hapsetmişti.

    

Her şey değişti bir anda. İnsanlar birer birer silindi gözlerimin mavi perdesinden. Kollarında olduğum adam zalim bir bedene dönüştü. Kulaklarımda sesi, tenimde terinin kokusu yer etti. Hayal perdesi beni gerçeklikten ayırdı ve zorbalığın kadehinde boğdu. Boynuma o geceden kalan salyalar aktı. Dudaklarımda iğrenç bir dil dolaştı ve kusmamak için kendi içimde savaş verdim. O bana hâlâ sımsıkı sarılsa da ben artık bu günkü Efsun değildim. O ise Güney değildi.

    

"Eveeeet. Bu kadarı yeterli. Son sahneyi çeviriyoruz. Öpüşme!" Tir tir titriyordum. Gözlerimden taşan yaşlar benden ayrıldığında Mavi gözlü dev tarafından fark edilecekti. Bana hassas bir şekilde baktı. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Çıkamıyordum o geceden. Elimi tutup beni düştüğüm kuyudan çekip çıkarmasını bekliyordum ama olmuyordu. Ben Demir'in batağına saplanıp kalmıştım. Geçmişi yenemedikçe asla gerçek Efsun olamayacaktım.

    

"İyi misin?" dedi kamera yeniden konumuna yerleştirilirken. Hiçbir şey diyemedim. Işık sorumlusu hemen yanı başımdaydı ve bana uygun ışığı belimden aşağı şekilde tutuyordu. Kalabalıklar içinde yapayalnızdım.

    

"Evet, son sahne! 3,2,1 ve motor!" Yönetmen dolan zamanın kaygısındaydı. Bir şeyleri toparlayacak vaktimiz yoktu. Güney planlanan öpücüğü dudaklarıma bahşetmek için eğildiğinde diğerlerinden çok daha güçlü bir demir sesi kulaklarımı mazinin paslı yasına boğdu.

    

"Hayır!" Avuç içlerim Güney'i iterken haykırışım işinin başındaki o kalabalığın hayretle bozguna uğramasına sebep oldu. Bu mırın kırın ederek iş başına geçen benden bile bekleyemeyecekleri kadar küstah bir hareketti. Ben kim oluyordum da koskoca bir starın öpücüğünü reddediyordum? "Neler oluyor?" Başımı inkar ederek salladığımda bir şeylerin ters gittiğini ortaya koyan yıkıcı bir sessizlik oldu. Herkes birbirine bakıp olanlara anlam vermeye çalışıyordu.

    

Güney bana yaklaşmaya çalıştığında bir adım geriye doğru atıp ondan uzaklaştım. Bir kez daha demir sesiyle irkildim ve ellerimi delirmiş gibi çılgınca kulaklarıma tıkadım. Bu sese dayanamıyordum. Acıların da bir sonu olmalıydı.

    

"Efsun!" Sayıklayışını duymaksızın gerisin geriye birkaç adım daha attım. Topuğum basamağa çarptığında sırtüstü düşecek şekilde dengemi kaybettim. Düşmekten son anda belimi kavrayarak beni Güney kurtarmıştı.

    

"Hayır, hayır!" Onu itip herkesin gözlerinin önünde stüdyodan çılgınlar gibi koşarak çıktım. Artık ne sözleşme umurumdaydı ne de ödeyeceğim tazminat. Dağılmıştım. Ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarıp güvenliği aştım. Elimde topuklularla hüngür hüngür ağlayıp kirlenen ayaklarıma aldırmadan kendimi caddeye attım. Tıpkı o günkü gibiydi halim. Üzerimdeki beyaz elbise o geceki gibiydi.

    

Beyazı kırmızıya bulayan korkunç hatıralarımdan kaçmak için deliler gibi koştum. Zihnime batan çiviler hayat fidanımı kanla sulamıştı. Unutmak istiyordum. Yağmur gözyaşlarıma karışan damlalarıyla acıma ortak oldu. İnsanların hayret dolu bakışlarının arasında bir köprüye yaklaştım. Kalabalığı yarıyor, keskin sesleri ve araba kornalarını küçük haykırışlarla karşılıyordum. Gece şehri ıssızlaştırmış, dolunay iştahlı kurdun salyalarını tenime aksettirmişti.

    

Sonunda köprünün ortasına kadar gelip yavaşladım. Ellerim demirleri kavrarken gözlerim köprünün altındaki suyu taradı. Bir damla olmak ve suyun içine karışmak istiyordum. Bedenimdeki kiri ancak bu temizlerdi.

    

"Efsun dur! Ne olur sakın yapma!" Başımı çevirdiğimde mavi gözlü dev soluk soluğa karşımdaydı. Beni o halde tek başıma bırakmamış ve peşimden gelmişti. "Ne?!!" Bana doğru bir adım daha yaklaşmaya çalıştığında yüzüme gelen saçlarımı serserice geriye attım ve aramızdaki mesafeyi korudum.

    

"Tamam. Sözleşme falan yok. İstemiyorsan benimle çalışmak zorunda değilsin. Özgürsün. Yeter ki intihar etme."

    

"İntihar mı? Ama!" Ellerini beni kucaklamaya çalışır gibi açıp yaklaşmaya çalıştı. "Söz veriyorum hatamı telafi edeceğim. Anlamıyorum. Basit bir öpüşme sahnesini neden bu kadar abarttın ki?" Kaşlarımı çattım. Yüzümdeki gazap dolu ifade yutkunmasına sebep olmuştu.

    

"Senin için çok basit değil mi bay Güney Tunç Atasoy. Her gün bir yığın insanla öpüşüyoruz ne de olsa." Dudaklarımı birbirine bastırıp kin kusmaya devam ettim.

    

"Ne kadar da hevesliymişsin beni öpmeye. Ama sana kötü bir haberim var. Bunu rüyanda bile göremeyeceksin." Sinsice gülümsedim. İntikam soğuk yenen bir yemekti. "Çünkü bana dokunmana asla izin vermeyeceğim."

    

Sözlerim yüzünden alevler saçılmasına sebep oldu. "Seni öpmek istediğimi de nerden çıkardın? Peşimde onlarcası var, neden senin gibi sıradan bir sekreterin peşine düşeyim ki? Kendini fazla önemsiyorsun bayan Efsun Dumanlı." Yumruklarımı sıkıp genizden "Hah!" diye küçük bir çığlık kopardım.

    

"Bu yüzden mi beni böyle korkunç bir sözleşmeyle kendine mecbur ettin? Bu yüzden mi onlarca aday varken beni zorla klibinde oynattın? Yalan söylüyorsun! Her şey baya baya planlıydı." O bir şeyler söylemeye hazırlanırken ellerimi hayretle iki yana açıp kinayeli bir şekilde "Vay be!" Diye bağırdım. "Ben neymişim ben. Prestijini düşünmeyip sırf elde etmek için bu kadar yalana dolana başvuruyorsun. "

    

"Ben mi seni elde etmek istiyormuşum. Sen bir delisin. Artık bundan emin oldum. Delinin tekisin Efsun Dumanlı. Kafanda daha kim bilir neler kuruyorsun? Bunları öğrendiğim iyi oldu. Sen..."

    

"Ben..."diye bağırdım. "Ben sana ne yaptım söylesene? Ne yaptım?" Yağmur hızlanmıştı. Elbisemin eteklerinden sular mezarlıktaki çeşmeler gibi akıyordu. Saçlarımdan sular saçarak deli gibi bağırdım. "Oyuna getirip bu kadar zor bir duruma neden düşürdün? Sana nasıl bir kötülük yaptım ki böylesi bir ihaneti bana reva görüyorsun?" Yüzü düştü. Sessizleşti. Yoksa yaptığı haksızlığın arkasında bana duyduğu öfke mi vardı?

    

"Hiçbir şey yapmadım."diyerek kendi sorduğum soruyu yine kendim cevapladım. "Ben kötü biri değilim. Hiçbir zaman olamadım. En fazla safın salağın tekiydi dersin. İki yem attım hemen düştü oltama diye içten içe dalga geçersin benimle." Sersemce güldüm. "Ne de olsa hayatında sözleşme imzalamamış. Senin dünyandaki yalan dolandan, sahtelikten habersiz aptalın biriyim. İstediğin gibi evirip çevirebilirsin beni. Önce zorla klibinde oynatırsın, sonra da yatağına..." Hıçkırıklar dudaklarımdan firar etti. Gözyaşlarım yağmur damlalarına eşlik ederek yanaklarımdan döküldü. İyi değildim. İyi değildik... Başım eğikti. Belki de ilk defa boynu bükük duruyordum karşısında. Utanıyordum. Oysa en büyük öfkem Demir'e karşıydı. Kocama... Kötülüğü o yapmıştı utanansa ben olmuştum.

    

Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip başımı kaldırdım ve kederle bulutlanan gözlerini gözlerime işledim. "Beni ağlattın!"

    

"Evet" dedi kaygısız bir yüz ve yitik bir sesle. "Bunu bir daha yapmana asla izin vermeyeceğim." dediğimde hüzünle gülümsedi. "Biliyorum." Onun aksine fazlasıyla ciddiydim.

    

"Ben öyle biri asla olmadım, olmam. Sadece kızgındım." diye savundu kendini. İleri gittiğimi biliyordum. Bu kadar kötü olabileceğine bir an bile ihtimal vermemiştim. Ama öfkeliydim. Ona öfkeli olduğum kadar Güney'i bu kadar kötü biri yapan talihime de öfkeliydim.

    

Yağmur saçlarımın ahengini bozmuştu fakat makyajımın azizliğine uğramayacak kadar şanslıydım. Ne de olsa Güney Tunç Atasoy'un setindeki kaliteli malzemelerle yapılmıştı. O kadar olsun artık değil mi?

    

Kendi ellerimle tasarladığım ceketi üzerinden çıkarıp yorgun bakışlarıma aldırmadan omuzlarıma bıraktı. Sıcaklığını ve kokusunu tenimde hissettiğimde üşüdüğümün ancak farkına varmıştım. "Gelmeyecek misin?" dedi bana gelip geçen taksileri işaret ederken.

    

Başımı titretir gibi salladım. Yanıma gelip İstanbul manzarasına karşı dizlerini kırıp oturdu. Kalkmaya niyeti olmadığını anladığımda hemen yanına geçip oturdum. Başım tuhaf bir suçlulukla omzunu buldu. Bir süre sessiz kaldık. Gelip geçen arabalar umurumuzda bile değildi. Yağan yağmur da. Bakışları önündeydi. Suçunu kabul ediyordu. Bu sessizliğin başka bir açıklaması olamazdı. Başını eğip yüzüme bakamadı. Yaşadıklarımı bu kadar hissettirmiş olmanın verdiği bir pişmanlık vardı. Ona kapalı kalmak istiyordum fakat ne yaparsam yapayım bu saklı mazi belleğimde kilitli kalamıyordu. Başını sola doğru seğirdiğini hissettim. Saç diplerimdeki sıcak esintinin başka bir açıklaması olamazdı. Kokusunu ruhuna çekiyor olamazdı değil mi?

    

"Bana Leylim ley şarkısını söyler misin?" dedim yorgun bir sesle. Yüzüne bakmadım. O da cevap vermedi. Dolunayı izliyorduk. Dil değil yek konuşuyordu o köprünün kıyısında. Sonra kısık bir sesle beni çocukluğuma götüren o sözler dilinden tek tek döküldü. Sesinin bende bıraktığı huzur eşsizdi.

    

Babamın eline sazını aldığı o gün kare kare hatırıma düştüğünde içim sıcacık olmuştu. O güne gitmiştim. Sobanın başında minderin üzerinde oturuyorduk. Portakal kabukları sobanın demir yüzeyine bırakılmıştı ve ev tropik bir kokuyla dolup taşıyordu. Babam sazını tıngırdatırken hevesle sobanın fırınındaki kestanelerin pişmesini bekliyordum.

    

"Hâlâ olmamış mıdır?" Babam gülümseyerek yüzümü okşadı. "Sabırlı ol biraz!" Dudaklarımı küskünde büzüp, "Sabredemiyorum ne yapayım?"diyerek mızmızlandım. Söz konusu babam olduğunda bunu çok sık yapardım.

Sonunda dayanamayıp fırını açtı ve pişen kestanelerden birkaç tanesini çıkardı. Soyduklarını üfleyerek bana uzattığında ağzımda dolaşan o güzel tada hayran kalmıştım. "Immmm, nefis!" Burnumun ucunu sıkarken gülümsedi. "Seni obur seni!"

"Uf yandım!" Sıcak olan kestanelerden birini sabırsızca ağzıma atmıştım ve sonuç yangıydı. "Çok acıyor mu?"dedi ağzıma üflerken. Acısa da acıyor demezdim. Bilirdim, o canımın yanmasına dayanamaz çok üzülürdü.

"Sen üfleyince geçti." Yeniden sazının başına geçip bana en sevdiği türküyü söylemeye başlamıştı. O türküyü söylerken ben ayağa kalkmış babamdan öğrendiğim folklorik hareketleri kullanarak kaşıkları tıklatarak oynamaya girişmiştim. Ben kıkırdarken bir süre sonra babam da bana eşlik etti. Birbirimizin etrafında kaşıklarla dönerek en güzel akşam saatlerinden birini yaşamıştık. Biz çalıp eğlenirken annem yine berjerin üzerine yayılmış ruhsuzca, dalgın dalgın bizi izliyordu. Yüzünde aynı mutsuz ifade vardı. Babam ve biz aileydik peki ya o!

    

Gözlerimi kapadım. Yadımda geçmiş kulağımda Güney'in sesi içimde durulan fırtınayı dinliyordum.

    


Döndüm daldan kopan kuru yaprağa

Seher yeli dağıt beni kır beni

Götür tozlarımı burdan uzağa

Yârin çıplak ayağına sür beni

Leylim ley leylim ley

Ayın şavkı vurur sazım üstüne

Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne

Gel ey hilâl kaşlım dizim üstüne

Ay bir yandan sen bir yandan sar beni

Leylim ley leylim ley

Yedi yıldır uğramadım yurduma

Dert ortağı aramadım derdime

Geleceksen bir gün düşüp ardıma

Kula değil yüreğine sor beni

(Livaneli-Sabahattin Ali)

        

  


Loading...
0%