Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm: Yalanın Koynunda

@syildiz_koc

Medya: Çağan Şengül& Suzan Hacıgarip (Bitti masal)


Merhaba arkadaşlar. Bu hikayeyi ne kadar takip ediyorsunuz veya edeceksiniz bilemiyorum. Ama bizi heyacan verici bölümlerin beklediğini çok iyi biliyorum. Yıldızların Melodisi doğaçlama gelişen bir kurguydu fakat gerekli zihinsel mesai yapılınca harika bir esere dönüştü ki bu sadece bir başlangıç. Hikaye için yıldızlarınızı ve yorumlarınız bekliyorum. Bu bana çok ciddi bir motivasyon veriyor. Yapay zeka ile bölüm görselleri oluşturuyorum. İlerleyen zamanlarda farklı pek çok tasarım ve video da bizlerle olacak. Şimdilik küçük bebeğimle bazı şeylere kısıtlı zaman ayırsam da kafamda pek çok kurgu ve çalışma var. Şimdilik hoşçakalın. ☺️💫


Saklamak zorunda oldukları istemesem de en olmadık yerlerde karşıma çıkıyordu. Bazen esen yel, bazen bir demirin bir başka demire çarpma sesi bazen de trafiğin yoğun gürültüsü... Hepsi dönüp dolaşıp beni aynı yere.


Hayatımın bir erkeğin günahına bulanıp kirlendiği yere götürüyordu. Unutmak istesem de benimle gelen yaşanmışlıklar zihnime ket vurarak beni çıkmaza sokuyordu. Unutamıyordum. Bazen de unutmak istemiyordum. Korkuyordum kinimin geçmesinden. Nefretimin benimle birlikte her yere gelmesi ve yoldaşım olması bana acıların en büyüğünü verene soracağım hesabı veresiye defterine işliyordu. Alacağım bir hakkım vardı. Ahirete kalmış olması ondan vazgeçtiğim anlamına gelmiyordu.


"Üşüyeceksin!" Omzumun üzerinden sözün sahibine baktım. Aynı anda dönmüş ve burunlarımız birbirine çarpacak kadar yakınlaşmıştı. Bakışlarımı kaçırıp omzumu ondan uzaklaştırdım. Yüzünde söylediğine dair pişman olmuş gibi bir ifade vardı.


"Islaksın ve bir an önce kurulanman gerekiyor. Aksi takdirde hasta olacaksın."

"Yağmuru severim."dedim ağlamaktan kısılan sesimi umursamadan. "Beni kendimi çok daha temiz ve değerli hissettirir." Gözlerim önümdeki küçük su birikintisinde oyalandı. "Huzur verir."dediğimde yüzündeki endişe kıvılcımları daha da artmaya başlamıştı.


"Anlıyorum ama yağmur fantezine evde devam etsek." Bu sözden hiç hoşlanmamıştık. Evde derken? Kaşlarımın çatıldığını fark ettiğinde sözlerini açma gereği hissetti.


"Seni evine bırakayım. Böyle durmak olmaz." Ayağa kalkıp bana elini uzattı. Duygularım dinmişti. Bana uzattığı eli tutmakta artık zorlanmıyordum. Yerden aldığı ayakkabıları giymem için önüme bıraktı. Onları giydiğim halde bedenimde tatminsizlik hissediyordum. Karnım guruldadığında kızardım. "Birileri belli ki fazlasıyla aç."


Gülümsüyordu. Uzun saman sonra bana gerçekten gülümsediğini şahit olmuştum. Bunu özlediğimi hissettim. Kalbimin çarpıntısına başka bir sebep bulamıyordum. Yan yana yürümeye başladık. Yağmur dinmişti fakat etraftaki toprak kokusu hâlâ yaşadığım anları hatırlatıyordu. İştahım açılmıştı. Gözümün önüne gelen lezzetli yemekler yutkunmaya sebep olmuştu.


"Nereye gidiyoruz." Gözlerime bakmadan cevap verdi. "Araç biraz ileride. Giyinmen için kuru giysiler de var." Sonunda ısınabileceğimi düşünüp mutlu oldum. Gerçekten de ıslak kıyafetler üşümeme sebep olmuştu. Aracın kilidini açtı ve giyinmem için araçtan biraz uzaklaştı.


Beni görmeyeceğini bilsem de olabildiğince çabuk olmaya çalıştım. Dışarı çıktığımda artık üşümüyordum. Üzerimdeki giysiden kurtulmuş olmam gerçekten harikaydı. Bu kıyafetler Güney'in ilk tanıştığımız gün üzerine giyip sokakta keman çaldığı kıyafetlerdi. Burnuma gelen koku onun teninin mührünü taşıyordu. Kendimi artık fazlasıyla güvende hissediyordum. Yanımda olması mıydı bu güvenin kaynağı? Bilmiyordum. Ama yaşadığım anda huzur çoktan kanıma karışmıştı.


"Yakışmış." Üzerimdeki kıyafetlere endişeli gözlerle baktım. Beyaz eski bir gömlek, siyah kumaş pantolon ve başımda ıslak saçlarımı koruyacak eski bir kasket... Fazlasıyla bol olmalarını saymazsak rahat ettiğim bile söylenebilirdi. Bileklerimden aşağıya sarkan bol kolları iki yana açıp, "Harika görünüyorum."dedim. O bana bakıp bakıp kahkahalarla gülerken uzun zamandır içtenlikle gülmediğimin farkına vardım.


"Şimdilik bunlarla idare et, sana mağazadan birkaç parça giysi alalım. Onları giyersin." Yüzüm düştü. Bu fikri sevmemiştim. Bana hiçbir şey almasına gerek yoktu. Ben kendi paramı kazanmak ve kendi maaşımla kendi kıyafetlerimi almak istiyordum. Güney benim sadece patronumdan. Kocam değil... Bu sebepten kıyafetlerim onun sorunu olmamalıydı.


"Buna gerek yok. Evde fazlasıyla kıyafetim var. Onlarla idare edebilirim." Bundan rahatsız olduğumu anladığında yüzü düştü. Ne yapayım? Elimde değildi. Ben kimsenin benim için bir şey yapmasını istemiyordum. Özellikle maddi ağırlıkta bir şeyler... Bu sebepten Güney'in bana bir şeyler alması fikri rahatsız edici gelmişti. "Pekala. Madem öyle söylüyorsun dediğin gibi olsun. Ama bu şekilde restorana gitmek isteyeceğini sanmıyorum."


"Restoran mı?"

"Evet."dedi gülerek. "Saatlerdir koşturuyoruz. Ben açlıktan bayılmak üzereyim. Sabahtan beri şuradaki ıslak hamburgerlere bakıp yutkunduğunu düşünürsek senin durumun da benden farklı değil." Hay Allah! Bu kadar belli ediyor muydum yani? Canımın çektiğini nasıl anlamıştı? Bu kadar dikkatli olmak da biraz fazla sanırım.


"Yooooo!" dedim omuzlarımı yukarı doğru silkerken. "Hiç de bile. Ben aç falan değilim." Karnımın gurultusu boğuk egzozu andıran bir ses çıkardı. "Hı hı haklısın. Malumat için teşekkür ederim. Ben de öyle düşünmüştüm."


Bu star bozuntusu benim guruldayan karnımla sohbet etmeye mi başlamıştı? Şaşkın bakışlarım iri iri üzerinde oyalanırken karnımı hamile kadın edasıyla ovarak kıkırdadım. "Onun palavralarına inanmayacaksın değil mi?" Kamera karşısında pozun patlamasını bekleyen model gibi gevrek gevrek sırıttı. "İnandım bileeeee!"


Bana eliyle yolu gösterdi. "Önden buyrun." Birlikte kaldırımın kenarındaki arabaya doğru yürümeye başladık. Sessizleşmişti. Ben de biraz önce kavga eden o kadın olmaktan uzaklaşmış ve dinmiştim. Ayaklarımızın altından sular akıp giderken arabaya geçtik. Öfkemin bu kadar çabuk dinmesi beni deli ediyordu.


Aslında ona çok daha fazla kızmak hırpalamak istiyordum ama yapamıyordum. Korktuğum için değildi bu halim. Hiç kazanamadığım ve kazanamayacağım birini kaybetmek de artık üzmez olmuştu. Bu fikre de istemesem de alışmıştım. Ama yorgundum galiba. Hayat öyle çok yormuştu ki bazen yaşadıklarım karşısında sadece acıyla gülümseyecek kadar bitap düştüğümü fark ediyordum. Sessizce kendi kollarımı bedenime sarıp kendi kendime yaslanmak istiyordum. Efsun'un kendinden başka kimsesi olmamıştı bunca zaman. Kalabalıklar içinde bile hep yalnızdı.


Arabayı park edip el frenini çekti. Sahil kenarına gelmiştik. Yaklaşık 100 metre kadar uzağımızda ıslak hamburger satan bir büfe vardı. "Burayı çok severim. Suyun sesi, etraftaki bitkilerin kokusu, yaz aylarındaki o cırcır böceklerinin sesi... Her şey burada bir başka oluyor. Şöhret olmadan önce her hafta buradaydık. Şimdi çok sık gelemesem de fırsat buldukça yemeye çalışıyorum."


Yüzüm kırgınlığımı örtbas ister gibi tebessüme kucak açmak istedi fakat ilk şoku atlattıktan sonra kırgınlığım yeniden kalbime düşmüştü. Ona bir daha nasıl güvenebilirdim ki?

      

Sessizliğime iç çekerek yürümeye devam etti. Konuyu yeniden açabilecek cesareti var mıydı? Çitle çevrili alandan içeri girdik. Bize gösterilen masaya oturup siparişlerimizi verdik. Sessizce dalgaları izliyordum. Yağmur sesini sevdiğim gibi dalgaların kıyıya attığı tokatların sesini de çok severdim. Üzerimdeki bu kıyafetlerle onun askerlik arkadaşı gibi duruyordum. Güney bu durumdan hiç de hoşnutsuz değildi.


"Özür dilerim." Bakışlarım gözlerini buldu ve yeniden beyaz masa örtüsünde oyalandı. Yaşadığım anları düşünende kalbim o hançerle bir kez daha kazındı. "Tecrübesiz olduğunu düşünerek o sözleşme maddelerini hazırlamalıydım. Bu yükümlülükleri taşıyamayacağını düşünmeliydim."


"Her şeyin farkında olarak hazırladın o sözleşmeyi Güney. Bana öfke dolusun. Canımı acıtmak istiyorsun. Neden?"


Açık yürekliliğim yutkunmasına sebep olmuştu. Evet bazı şeyleri konuşup bir karara varmamız gerekiyordu. "Bilmem. Bazı şeyleri dile getirmek zor." Bakışları gözlerime mıhlandı. Üzüldüğünü görebiliyordum ama sebebimi öğrenmeden huzur bulabileceğimi hiç sanmıyordum.


"Kalbe anlatmak daha zor!"dediğinde içimden akıp gidenler gözlerimi kaçırmama sebep oldu. Kızarmıştım. Yoksa o da mı bana karşı bir şeyler hissediyordu. Bana geçmişe dair sorular sormasından korkuyordum. Beni tanımasını, tanıyacak kadar yaklaşmasını istemiyordum. Birinin ölümüne sebep olduğumu duyduğunda benden nefret edecekti. O zaman en büyük hayal kırıklığını yaşamak zorunda kalacaktım. Ben başlamayınca acı vermez sanıyordum. Oysa iki yabancıyken bile varlığı yakıcıydı.


Islak hamburgerler tabakla önümüze koyulduğunda konuyu daha fazla üstelememem gerektiğini anladım. Hamburgerden kocaman bir ısırık alıp dudaklarımı yaladım. Nefisti. "Buna bayıldım."


Güney de aynı ısırıkla damağını şenlendirmişti. "Bakma küçük bir yer olduğuna. Bundan iyisini yiyemezsin."


"Dedikleri kadar varmış." Patatesleri birer ikişer ağzıma attığımda küçük bir çocuk gibi muzır bakışlar attı. "Vay canına çok hızlısın!" Homurdanır gibi, "Bu konuda rakip tanımam." Dedim.


Hamburgerini bir kenara bırakıp bana ilgili bir bakış attı. "Daha önce ıslak hamburger yememiş miydin?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "İlginç. İstanbul'da genellikle herkes bunu çok sever."


"Ben daha önce burada yaşamıyordum." Yüzüm bir anda değişti. Kendimden bahsetmemem gerekiyordu. Sohbetin ilerlemesi benim hakkımda daha fazla şey öğrenmesi demekti. Ah Efsun ah! Ne zaman çeneni tutmayı öğreneceksin?


"Daha önce nerede yaşıyordun?" Alt dudağımı ısırıp lokmayı yutmaya çalıştım. Kurcalamaya başlamıştı. "Ben şey..."


"Ahiret sorusu sormadım. Neden bu kadar bocalıyorsun?" Derin, titrek bir soluk aldım ve önümdeki bir bardak suyu bir dikişte bitirdim. "Bilmem. Ben pek kendimden bahsetmeyi sevmiyorum."

      

Yemeğine odaklanıp başını anlıyorum der gibi salladı. Birbirimizden sakladığımız şeyler vardı ve ikimizin de dili çözülmüyordu. Bu şekilde yapıcı bir sohbet kurmak imkansızdı. Bakışlarım denizin dalgalarını bulduğunda elimdeki hamburgerin son lokmalarını tamamlıyordum. İçeceğimi alıp sahile doğru yürümeye başladım. Peşimden gelmesini beklemiyordum ama gelmişti. Kendisinden bir şeyler sakladığımı seziyordu. Mekanın ışıkları sahili biraz olsun aydınlatıyordu. Karanlığı onun yanındayken seviyordum. Yüzümü görmediğinde sakladığım şeyleri öğrenmeyeceğini düşünüyordum. Bir katil olduğum fikrinin onun zihninden uzak olması gerekiyordu.


"Efsun eğer gerçekten istemiyorsan klibi iptal edebiliriz. Sonuçta gönülsüz oynadın. Senin rızan olmadan yayınlamak istemiyorum."


Ellerimi göğsümde birleştirip, "Artık fark etmez."dedim. "O klipte pek çok kişinin emeği var. Senin için oldukça önemli. Son kısmı çekmedik ama eğer izlenmesini istiyorsan benim için bir mahsuru yok. Yayınlamakta serbestsin."

      

Sessiz kaldı. Çıkışım onun daha da mahzunlaşmasına sebep oldu. "Benim ne istediğimin bir önemi yok. Seni bu kadar üzen bir şeyi artık istemiyorum. Hataylımdım. Bu işler zorla yapılmaz. Üstelik bir oyunculuk tecrüben de yok. Ne kadar sıkıldığını tahmin edebiliyorum. Daha fazla yıpranmanı istemiyorum." İç çekip eline aldığı bir çakıl taşını suyun yüzeyinde sektirdi.


"Ben basit bir sokak şarkıcısıyken şöhret oldum. İnsanların gelip geçerken birkaç bozukluk bıraktığı sıradan biriydim. Müzik benim tutkundu fakat bu günkü yerim benim için hayal bile değildi. Çalar söyler insanların yüzündeki mutluluğu görüp cebimdeki bozukluklarla evin yolunu tutardım. Babam öldükten sonra annemin emekli maaşı bize yetmez olmuştu. Ona yardımcı olmak istiyordum. Öğretmen bir ailenin tek çocuğuydum. Babam hastalandığında masraflar boyumuzu aşmıştı. Borçları yetiştirebilmek için ek gelir lazımdı."


"O geliri de kazanmak sana düşerdi değil mi? Annenin mutlu olmasını istiyordun." Dediğimde anlaşılmış olmanın verdiği mutluluk tüm yüzüne sirayet etmişti. Güzel bir hikayesi vardı. Bu kadar içten gülümsemesinin altında yatan sebep benim aksime güzel yaşaması mıydı? Annesi onu seviyor olmalı diye düşünmekten kendimi alamadım. Onda bambaşka bir ışıltı vardı. Gözlerinin içi gülüyordu. Benim gözlerim gülerken bile hep ağlardı aslında. Galiba en çok bu yüzden yaramazlıklar yapıyor hayata gırgır geçiyordum. Başka türlü acılarımı unutamıyordum.


"Seni buralara getirip yükselten şey neydi?" Gökyüzündeki yıldızları taradı. "Basit bir video... Önce sosyal medyaya düştü. Ardından milyonlarca tıklanma ve buradayım." Yüzüne çöreklenen hüzün içimi acıtmıştı. Bir şeylerin yolunda gitmediği aşikardı. "Galiba sahip olduğum her şeyi yeniden kaybedeceğim. Düşüşe geçtim. Her şey ters gidiyor. Olaysız geçen tek bir konser bile yok uzun zamandır. Artık kimse benimle çalışmak istemiyor."

      

Gözlerimin derinlerine baktı. Sanki bana her baktığında kendini görüyordu. Oysa ben bataklıktım o ise yıldızlara dokunan adamdı. Biz nasıl aynı denize karışırdık?


"Işıltımı kaybettim Efsun. Her şey ters gidiyor. Artık bir şeyleri düzeltebileceğime dair en ufak bir inancım kalmadı. Bu düşüş sonum olacak."


Gözlerim onu inkar eder gibi hüzünle nemlendi. "Bu imkansız."derken sesim kalbimin derinliklerinde yankılandı. "Sen çok iyi bir sanatçısın. Kimse seni sektörden silemez. Toparlanacaksın. Sadece hatalarını fark etmen gerekiyor."


Yüzümdeki hüzünlü gülümseyiş sözlerime olan inancının mührü gibiydi. "Bana böyle güvendiğini sanmıyordum. Hatırlarsan ilk tanıştığımızda yeteneklerimi küçümsemiştin. Kendimi sana ispat etmek için caddede serenat bile vermiştim."


Kıkırdadım. Evet onu üzerimdeki kıyafetlerle ben caddeye itmiştim. O güzel günü nasıl unutabilirdim? Ona çok kızmıştım. Çünkü birkaç dakika da kalbimi çalma gafletinde bulunmuş ve hayatımdan bir yabancı gibi çekip gitmişti. Gitme demek istemiştim ama dilim tam aksini söylemiş bedenim asla yapmak istemediği halde ondan kaçmıştı. O gün de onun pırıltılı hayatından kaçmıştım. Spot ışıkları bile yüreğimi ağzıma getirmeye yetmişti.


"Fazla şımarık görünüyordun. Senin kulağını çekmek şart olmuştu." Bedenimi kendisine çevirip burnumun ucuna kadar yaklaştı. Stüdyoda yarım kalan işini tamamlamak istiyor olamazdı değil mi? Lacivert pırıltılar mavi tutsaklığa beni çağırdığında nefes almak bile benim için lüks olmuştu. Ona bakamıyordum. Göz teması nasıl kurulur yanında bunu bile unutmuştum. Oysa gözlerine bakmayı çok seviyor onda boğulmayı binlerce saniyeyi diz çöktürecek kadar çok istiyordum.

      

Parmakları önüme düşen ıslak saç tellerini hassas bir dokunuşla kulağımın arkasına itti. "Tanımadığın birinin kibirli olduğunu düşünmen pek de şaşılası değil. Belki de birbirimizi daha yakından tanımamız gerekiyor."


Ondan birkaç adım uzaklaştım. Yine ikimiz için aşılması güç bir mesafe koymaya ihtiyaç duymuştum. Aramıza giren sınırlar bana hayal kurmamam gerektiğini hatırlatıyordu. Küçük kızın büyük hayallerini çalan yıldızlar onu hayallere küstüreli çok olmuştu.


"Neden beni tanıyacaksın ki? Seninle çalışan sıradan insanlardan biriyim. Hakkımda neyi ne kadar bildiğinin bir önemi yok. İşimi iyi yapmam senin için yeterlidir diye düşünüyorum."


Bozulan yüz hatlarına bakmaya gücüm yoktu. Onu kırmak istemiyordum. Mavi gözlü devin en büyük hayal kırıklığı olacağımı bile bile hayatına giremezdim. Gerçekleri öğrendiğinde onun parlak duvarlarına çarpıp örseleneceğimi çok iyi biliyordum. Benim kimliğim ve hatalarım onun çafçaflı hayatına ve kariyerine iyi gelmeyecekti.


"Neden kendinle ilgili bir şeyler anlatmayı reddediyorsun? Senin patronunum. Çalıştığım biriyle ilgili bir şeyler bilmemin ne mahsuru var? Bana anlattıklarını medyaya taşıyacak kadar aklımı kaybetmedim." Haklı sayılırdı. O benimle bir şeyler paylaşmıştı. Beni yakından tanımak istemesi normaldi. En azından arkadaşı olarak da olsa bir bağ kurabilmesi için sarı çizmeli Mehmet Ağa modundan çıkmam gerekiyordu.


"Bir mahsuru yok aslında ama..." Kaşlarını kaldırıp yüzümün her bir santimini kırgın bakışlarla izledi. İç çekip konunun değişmesini istedim ama o kadar şanslı değildim. "Mahsuru yoksa seni alıkoyan ne?"


"Yok bir şey! Sanırım olanlar beni biraz yıprattı. Güvenimi çok sarstın. Şimdi bir şeyler paylaşmak benim için oldukça zor."


Yanıma yaklaşmak istediğinde bir adım geriye attım. Aramızdaki duvarları kolay kolay kırmayacağımı anlamıştı. Kırgındım fakat kırgınlığım geçmişime duyduğum öfkenin yanında hiçbir şey değildi. Dolunayın parlak yüzeyi içimi okşadı. Başımızda ipe dizilen tepe ampulleri dolunayın gökteki rolünü kısmen çalmıştı. Şehir ışıkları ise yıldızları biraz sonra söyleyeceğim yalanlara kızıp bana küstürmüştü. Hata yapıyordum. Yalanların gölgesine sığınarak kendimi mahvediyordum.


"Ne öğrenmek istiyorsun?"

"Kim olduğunu bilmek istiyorum. Bana kendinden, sevdiğin şeylerden bahsedebilirsin. Bu çok zor olmamalı."


Ona sırtımı dönüp uzaklaşmak istedim. Geçmişi kurcalamak öyle zordu ki. "Ben Hatay'da doğdum. Oraya ait her şeyi seviyorum. Seyahat etmeyi çok severim. Dünyayı gezmek isterdim ama şu an bu gerçekleşmesi pek mümkün olmayan bir hayal. Bilirsin işte! İşlerim epey yoğun."

      

Ne işi Efsun! Bundan önce sen çalışmak nedir bilmiyordun bile! Parmaklıkların ardında dizdiğin boncukları, ördüğün patikleri işten sayıyorsan o başka. Evet işim buydu. Başka türlü zaman geçmezdi ki. Düşünmek beynimi yumruklayınca tek çarem renkli boncukların büyülü dünyasına dalmak ve çizim yapmaktı. Olmayacak hayaller o yıkıcı hayata tahammül etmemi sağlayan en kıymetli araçlardı.


Tebessümü solmamıştı. Sanırım düşüncelerimden hoşlanmıştı. "Ben de Seyahat etmekten hoşlanırım. İşim gereği sıklıkla seyahat ederim. Pek çok farklı ülkede hoş bir hayran kitlem var." Gülümsedim. "Ne güzel! Farklı pek çok ülkeyi gezebiliyorsun. Birbirimden güzel insanlar tanıyorsun, enfes yemekler yiyip harika fotoğraflar çekiyorsun." Hevesim yüzündeki tebessümün büyümesine sebep oldu. Burun kemerini sıkıp dudaklarını şevkle kıvırdı.


"Evet. Sanırım konserleri ve turneleri bu yüzden çok seviyorum. Bana eşsiz anılar kazandırıyor. İnsan hayatını yarın ölecekmiş gibi güzel yaşamalı. Zamanın telafisi mümkün olmuyor. Kaybettiğin yılları parayla satın alamıyorsun. Hem belki o tur evlerden birine birlikte gideriz. İyi bir yol arkadaşıyımdır. "


Sözlerini acılı yüreğimin közüne damlatmıştı. Benden ne çok şey çaldılar Güney. Bilmiyorsun ama ben ne günahkar gecelere gözlerimi açtım. Duvarlarına baktığım o odada yitip giden günlerime değil hayallerime çeltik attım ben. Kaderimi çizen hataların sahibine ettiğim lanetler dilimde türkü oldu. Sen hiç kendi annenden nefret ettin mi? Yıllarca onun günahını koynuna alıp yaşadın mı? Her çığlık atarak uyandığında zihnine yerleşen o asfaltın kan lekeleriyle çocukluğunu boyadın mı?


"Haklısın!"dedim haklı olduğum binlerce gerçeği yudum yudum içerken. Keşke haklı olmak yetseydi. Yüzümdeki ılık tebessüm hayali mikrofonu yeniden bana uzatmasına sebep oldu. "Başka! Neleri seversin mesela?"


Omuzlarımı oyundan gelmiş haylaz bir çocuk gibi silktim. "Kendi kendime çok konuşurum. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Ama öyle işte! Bir de kestaneyi çok severim. Sıcak sıcak yemek harika oluyor."


Bana birkaç metre ötemdeki ocak başını gösterdi. "Sanırım ortak bir noktamız daha var." Birlikte yeniden yürümeye başladık. Bana kocaman bir paket kestane aldığında ağzımın sulandığını itiraf etmeliydim. Paketi bana uzattığında sıcaklığına aldırmadan birini soyup ağzıma koydum ve aç gözlülüğüm yanan ağzımla bir kez daha ortaya çıkmıştı. Beni ve aceleciliğimi fark eden star başparmağıyla alt dudağımın kenarına dokundu.


"Ne kadar pis boğazsın böyle! Neredeyse kestaneleri dudaklarınla birlikte yiyeceksin." Kıkırdadım. Kestane aşkım sorgulanamazdı. "Evet. Sanırım benim cennetim kestanelerle dolu parlak yıldızların olduğu harika bir yer olurdu."


"Benim cennetimse..."dediğinde sözünün devamını kolladım. Ama o lanet cümle bir türlü dudaklarından esmiyordu. "Senin cennetinse..." Haylaz bir çocuk edasıyla mahcup bir şekilde gülümsedi. Dişleri alt dudağını çekiştirip sözünün devamını getirmesine engel oluyordu.


"Benim cennetim senin gözlerindeki yıldızlar olurdu. Öyle bir pırıltı var ki onlarda cennetimi yerleştireceğim daha güzel bir yer bulamıyorum." Nefes alış verişlerim hızlandı. Bana karşı duyguları olabilir miydi?

      

Daha fazla bir şey söylemesine izin vermeden elimdeki kestanelerden birinin daha kabuğunu soydum. Ve bu sefer çok daha yavaş bir şekilde yedim. Ben onlara yumulunca belki susar ve beni daha fazla utandırmazdı. Bu adam kendi gözlerindeki yıldızları nasıl fark etmezdi?

      

Yeniden yanıma yaklaştı. Bakışlarının odağı dudaklarım olmuştu. "Fazla yanmadı."dedim geveler gibi. O yaklaştığında kestaneler bile kursağıma gitmemek için cebelleşiyordu. Yutamıyordum. "Engin ve sen..."


Engin'in adını duyduğumda boğazıma kaçan parçacıklar yüzünden öksürmeye başlamıştım. Sanırım o lezzetli taneler bizi rahat bırakmayacaktı. "İyi misin?"


"Evet."dedim hâlâ gıcık tutan boğazımı umursamamaya çalışarak. "Bizim aramızda bir şey yok. O gün... Sanırım yanlış anladın. Sadece dilimin yanıp yanmadığını kontrol ediyordu. Yani ! Öyle işte!" Yüzünde bir rahatlama hissi oluştuğunu görebiliyordum. Başka türlü anlamış olabilir miydi?


"Bir önemi yok. Sonuçta özel hayatını patronuna izah etmek zorunda değilsin. Sana karışmak gibi bir hakkım yok." Evet yoktu. Ama ben sanki aramızda bir şey varmış gibi kendi kendimi bir şeylere mecbur ediyordum. Resmen aptallık!


"Haklısın. Ben sadece bir elemanınızım neticede. Tabi hâlâ kovulmadıysam." Çenesini iki parmağının arasına yerleştirdi. "Bir düşüneyim. Sanırım emin değilim. Kovsam mı acaba?" Güldüm. "Bu hiç de kötü bir fikir değil. Tazminat ödemek zorunda kalmam." Kestaneyle doldurduğu ağzıyla homurdanır gibi konuştu.


"Demek beni batırmak istiyorsun."

      

Hiç düşünmeden "Evet!" Diye bağırdım. İlkokul müsameresinde bayrak sallayan haylaz çocuklar gibiydim. Tebessüm yüzümde büyürken bir anda içinde bulunduğum halden utanç duydum. Oğlumdan hâlâ haber alamıyordum ve ben sanki hiç derdim yokmuş gibi gülümsüyordum.


Oğlum şimdi dört-beş yaşlarında olacaktı. Ne acıki ben onunla ilgili hiçbir şeyi bilmiyordum. En güzel dönemlerini ıskalamış, emeklediğini yürüdüğünü görmemiştim. Kim bilir ilk sözü ne olmuştu? Nasıl bir sesi olduğunu bilmemek, konuştuğu yürüdüğü anlara şahitlik edememek korkunçtu. Ben içimde kabaran efkarı sessiz gülücüklerimle örtmeye çalışırken o çok daha neşeli kahkahalar atıyordu. Keşke benim gülüşlerim de biraz olsun gerçek olabilseydi.

      

Birkaç kestaneyi daha soyarak ağzıma attım. Konuşmamak için ağzımı olabildiğince oyalamaya çalışıyordum. Daha fazla yalan sıralamamak için başka çarem yoktu. Ayakkabılarımı çıkarıp suyun içinde dolaşmaya başladım. Ondan uzaklaşmak istiyordum. Oğlum ne zaman aklıma düşse değişen ruh halim herkesin dikkatini çekerdi. Güney'e ondan bahsetmek istemiyordum. Çünkü bu söyleyeceğim başka yalanların zeminini oluşturacaktı. Ben ondan kaçmak için hiçbir fırsatı kaçırmasam da o bana duygusal açıdan hiç olmayacak kadar yaklaşmıştı.


"Çabuk toparlandın." Yüzümü ona çevirip kaşlarımı kaldırdım. "Anlamadım." Soyduğu bir kestaneyi bana uzatırken ses tonu ipeksi bir hal almıştı. "Hep böyle güçlü müsündür?"


Ne diyeceğimi bilemedim. Kendimi güçlü görüyordum ama bazen güç kalbime ağır geliyordu. Azıcık azıcık tükeniyordum ama gülüşümün gölgesindeki acıyı kimse görmüyordu. Külden bir yağmur kalbimdeki tüm acıları örtmüştü ve şanslıydım. Sevimli görünüyordum. Kan korktuğumu kimse anlamıyordu.


Suskunluğum dilinin bağını çözdü. "Sen..." Yutkundum. Neden benden bahsetmek zorundaydık? "O pislik seni alıkoyduğunda çok kötü durumdaydın. Bana bir kişinin adını sayıkladın?" Bakışlarımı ona dikip dilimden firar eden sözcüğün ne olduğunu anlamaya çalıştım. "Yiğit dedin? Kimdi o?" Sırtımdan ılık bir ter boşaldı. "Hiç kimse! Tanımıyorum öyle birini!"


"Yaaaa! İsmini öyle içten söyledin ki senin için önemli birinden bahsettiğini düşündüm." Başımı titretir gibi salladım. "Tanımıyorum. Şoktan saçmalamış olmalıyım." Bakışları yere düştüğünde konuyu değiştirmek için "Orada hasta bir çocuk vardı."dedim. "Ona ne oldu? Tedavi gördüğünü sanıyordum."


"O iyi. Hastanede tedavisi devam ediyor. Yarın taburcu edecekler. İstersen müsait bir zamanda ziyaretine gidebiliriz."


"Bunu çok isterim."dediğimde yüzündeki tebessüm de büyüdü. "Yanında şu an kim kalıyor. Bir şeye ihtiyaç duyuyor olabilir." Kafamı karıştıran pek çok soru vardı. O çocuğun bir ailesinin olup olmadığını çok merak ediyordum. Ama olumsuz şeyler duymaktan çekiniyordum. Neyse ki Güney kısa sürede bu düşüncemi bertaraf etti.


"Anne babası hayatta değil. Bir babaannesi var, o bakıyor. Kaçırılmadan önce de onun yanındaymış. Şimdi durumu iyi." Bir babaannesi olduğuna sevinmiştim. Ona sevgiyle bakacağına inanmak istiyordum. "Demek kaçırılmış dedim."içimde büyüyen hasret kalbimi döverken. Ruhumun tüm kemikleri kırılmıştı. Onu orada çaresiz bir şekilde görmek içimi acıtmıştı. Ölebilirdi ya da hayatına büyük bir hasarla devam etmek zorunda kalabilirdi. O gün orada bulunmam büyük bir şanstı.


"Aile çok önemli. İnsan 100 yaşına da gelse anne baba hasretini yüreğinde hissetmekten kurtulamıyor." Gözleri hüzünle denizde dolaştı. "Babam öldükten sonra sanki kolum kanadım kırıldı. O evde her an kapı çalacakmış gibi onu bekledim uzun süre. Kapı çalacaktı ve ben koşarak ona sarılacaktım."


Gözlerim doldu. Aynı hisleri paylaşıyorduk. Ben de hep babam gelecek diye pencereden sokağın manzarasını seyrederdim. Her an sokağın başında görünecek ve bana uzaktan gülümseyecekti. Ayağımdaki sandalet terliklerle koşacak boynuna sarılacaktım. O çok sevdiğim elma şekerini elinden alıp yanaklarımdan öperken gülücükler saçacaktım. Saçlarımı taradığı o anları asla unutamıyordum. Tarak ipeksi saçlarımda oyalanırken öyle mutlu ve huzurluydum ki. Kalbim deli gibi çarpıyordu. O sakal traşı olurken köpüklerle oyunlar oynardık. Bana hikayeler anlatırdı ve birlikte salıncakta sallanırdık.


Eskiden annem sadece hüzünlü gözlerle bizi uzaktan izlerdi. Bir kez olsun mutluluğumuza eşlik ettiğini görmemiştim. O zamanlar bana bu da yeterdi. Babamın kanını o asfalt yola dökmeseydi annemi o ruhsuz haliyle de bir şekilde sevebilirdim. Hatta babamın kanıyla sulanan Bobi bile onu sevip kabullenebilirdi. Ama olmamıştı. Ne ben onu unutabilmiştim ne de o, babamı kocası olarak kabullenebilmişti.


İtiraf edemesem de annemi çok sevmiştim. O siyah günden sonra annemden nefret ettiğimi söylemiştim ama içim onun hasretiyle yangın yeri gibiydi. Onu seviyor olmaktan utanıyordum. Sevgilisi için kocasını terk eden, kızının gözlerinin önünde babasını öldüren bir kadının annem olması acı vericiydi.


"Bu kadar erken kaybetmek beni çok yıprattı. Annemin sevgisiyle ayağa kalktım. Babam öldüğünde artık çocuk olmadığımı istesem de olamayacağımı anlamıştım. Bu gün hiç çocuk olmamışım gibi kendimi eksik hissediyorum."


"Haklısın!"dedim elimdeki soyulmuş kestaneyi ona uzatırken. Buruk bir tebessümle dudakları aralandı. Elimdeki kestaneyi alırken içinden geçenleri dökmeye devam etti. "Keşke başka türlü olsaydı. Bu kadar çabuk ayrılmasaydık. Anne babalar ölümsüz olmalı. Peki sen? Babanla yakın mıydınız?"


İçim acıyordu. Ondan bahsederken gözlerimin dolmasına engel olamıyordum. "Çok yakındık. Çok severdim onu? Her şeyi paylaşırdım. Kendi ellerimle yaptığım kurabiyelerden ona yedirirdim. O bambaşka bir insandı."


"Hayatta değiller mi?" Büyük bir hata yaptığımı düşünüp geri çekildim. Ailemle ilgili bir şey anlatmak istemiyordum ama uzun zamandır biriktirdiklerim Pandora'nın kutusundan çıkmak için sabırsızlanıyordu. Şimdi söylediklerimi toparlamak benim için çok daha zordu.


"Hayır hayattalar. Hatay'da öğretmenlik yapıyorlar." Bakışlarım onu bulduğunda yüzündeki tebessümün dolduğunu gördüm. Kötü olabilecek bir şey söylemediğim halde bu hassas bakışların sebebi neydi?


"Neden yanlarında değilsin?" Birkaç adım uzaklaşma ihtiyacı hissettim. "Ben çalışmak istiyorum. Farklı bir şehirde kendi ayaklarımın üzerinde durmak daha iyi bir fikir gibi geldi. İstanbul'u merak ediyordum, şansımı burada denemek istedim. Birkaç senedir farklı işler denedim ama beni tamamlayan mesleği tam olarak bulmuş değilim." Yalancı bir gülüşle söz konusu yalan hayatımı memnuniyet budalası gibi ona yansıtmaya çalıştım. Fakat o bu hikayeden hiç de memnun gibi durmuyordu.


"Demek bir kaç senedir buradasın. Yeni geldiğini düşünmüştüm. Daha önce de Melis'le birlikte mi yaşıyordunuz?" Başımı dolan gözlerimi gizleyerek memnuniyetle salladım. "Evet. Melis'le çok güzel bir dostluğumuz var. O da benim gibi yıllardır İstanbul'da. Aynı evi paylaşmak ikimizi de çok mutlu ediyor." Samimi bulmadığım tebessümü söylediğim yalanların altında daha da ezilmeme sebep oldu.


"İki bekar kız sırt sırta vermiş anlaşılan."

"Hı hı! Öyle oldu sanırım!"

      

İğrenç evliliğimi ondan gizlediğim için pişman değildim. Kağıt üzerinde ne yazdığı zerre kadar umurumda değildi. O adam gerçek anlamda asla kocam olmamıştı. Ben kurbandım. Sözde onunla evlenince namusum temizlenecekti oysa gururum çoktan çirkefe batmıştı.


Beni gelinliğe değil kefene sarıp sarmalamışlardı. Hangi akıl mağdur olan kızı celladı her istediğinde tecavüz edebilsin diye nikahlardı ki? Yarayı sarmak değildi bu yarayı kazıyarak büyütmek, derinleştirmekti. Onlar benim yaralarımı beni mahveden adama sunmuşlardı. Beni atılan imzayla ona satmışlardı. Nikahta keramet var diyenler elime bulaşan kanla vah vah demekten fazlasını yapamamıştı. Ben hapiste o bebeği kötü koşullarda taşırken küle dönen ruhumu haziran yağmurları temizleyememişti. Sahipsizdim ve sahipsizliğim başkalarının şükür sebebi olmuştu.


"Fazla gençsin. Erken bir evlilik yapacak değilsin neticede." dediğinde yumruklarımı sıkıp. dişlerimin arasından "Değilim!"dedim. Ayağımın altında ezilen çakıl taşları anlattığım mutluluk masalına gülmüştü. Ay küstahlığıma şaşırmış ve bana da yalanların ardına saklanan maskeme sıkı sıkıya tutunmak kalmıştı.


"Ailenle görüşmeye devam ediyorsunuz tabi!" Başımı salladım. Bu evet demekti. Eğer ölmeseydi babamla hayatım boyunca görüşür ve elini asla bırakmazdım. "Neden hep benden konuşuyoruz? Daha tüm bunları konuşacak kadar yakın sayılmayız. Ama tüm hayatımı sorguladığını söyleyebilirim." Eline aldığı çakıl taşını suda sektirdi fakat bu sefer yüreğinden kin akıyordu. Öfke yeniden başucuna tünemiş gazap masalları okuyordu.


"Haklısın. Seni bu kadar sıkboğaz etmemeliydim. Özür dilerim." Hata yapmışım gibi pişmanlık duydum. Sadece beni tanımak istemişti. Bu tepkili sözleri hak etmiyordu. "Özür dileme lütfen. Yanlış bir şey söylemedin. Ben biraz hassasım sanırım."


"Anlıyorum. Hassassın. Seni eve bırakayım." Onu onaylayarak beyaz aracına yöneldim. Kapımı açıp araca yerleşmemi izledi. Biraz önceki keyfinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Yeniden ruhsuz ve huysuz bir ihtiyara dönüşmüştü. Onu bazen Cedric'in büyükbabasına benzettiğim bile oluyordu. Aracına karizmatik duruşunu bozmadan yerleşti. Kemerini bağlayıp çalıştırdığında "Eyvah!"diye sayıkladım. Meraklı bakışlarla sözümü kollarken alnıma küçük bir şaplak patlattım. "Sanırım telefonumu sette unuttum." O da bakışlarını yoldan ayırmadan "Önemi yok. Yolumuzun üzeri birazdan sete uğrar alırım. Merak etme."diye mırıldandı.


"Sete uğramak mı?" Derin bir iç çektiğimde o hâlâ ruhsuzluğunu koruyordu. Yeniden bay kibirli olmuştu ve böyle olduğunda elimi kolumu halatla sımsıkı bağlamışlar gibi çaresiz hissediyordum. "Oraya yeniden dönmek benim için çok zor! O yaşananlar utanç vericiydi."

      

Sözlerim üst dudağının yukarı doğru kıvrılmasına sebep oldu. "Utanma. Seni bu klipte oynamaya zorlayan bendim. Utanacak kişi de benim. Sözleşmedeki maddeler konusunda daha açık olmalıydım. Senin tecrübesizliğinden faydalanmamalıydım. Resmen yalancılık, düzenbazlık yaptım. Bırak da bu olanlardan sonra ben utanayım."

      

Neden bana hatırlatıyorsun Güney. Kendi içimde seni affetmek için ne çok savaş veriyorum bir bilsen. Şimdi o savaşlara bir yenisi daha eklenecek. Kendimi affetmek... Sana söylediğim yalanlar için kendi içimde dövünüp duracağımı çok iyi biliyorum. Gerçek Efsun olamadığım için yeterince acı çekiyorum zaten ama başkalarının suçlarının bedelini o kadar çok ödedim ve karanlık kalpler tarafından o kadar çok harcandım ki kendim olmak bana utandırıcı bir şeymiş gibi gelmeye başladı. Sadece anla beni! Bir katil olduğumu öğrendiğinde beni sevmeyecek belki de nefret edeceksin. Benden her türlü kötülüğü beklediğini görmek benim için öldürücü. Sen bir yıldızsın benze o yıldızın bulunduğu galakside başıboş dolaşan bir meteordan farksızım. Varlığım sadece sana zarar verecek.


Bakışlarımı suçlu gibi eğdim. Asıl düzenbazı kendim olarak görüyordum. Benim doğrularla çizilmiş iyi bir hayatım yoktu. Onun yıldız ışıkları beni yok ediyordu. İhtişamının ve parıltısının yanında değersiz sokak lambaları gibi kalıyordum. Gözlerimi onda gezdirdim.


Beni fark ediyor muydu bilmiyorum. Bulunduğu koltukta tasarladığım giysilerin içinde çok yakışıklı görünüyordu. Dimdik duruyordu. Yeniden eski günlerindeki samimi delikanlı olmaktan çıkmış star edalarına bürünmüştü. Tabelalardan gelen ışıklar gözlerinin mavi buğusunu ve lacivert harelerini açığa çıkarırken burnunun aşağısını tamamen karanlıkta bırakmıştı.


Yüzündeki kısa sakallar çekiciliğine çekicilik katmıştı. Sarışın erkekleri sevmesem de onda herkesten farklı bir aura seziyordum. O güzel çehreye yakışmayan tek şey hüzün ve hayal kırıklığıydı. Yalan söylediğimi anlamış mıydı? Bu yüzden mi kaşlarını çatmış, yüzünü içime işleyen kızgın bir kisveye büründürmüştü? Çok yorgundum. Uyumak ve bir daha uyanmamak istiyordum. Hayat asla birbirinin olamayacak bu iki insana göre fazla acımasızdı.


Yollar birlikte geçireceğimiz dakikalara galebe çaldı. Sonunda sete gelmiştik. El frenini çekip kapıyı açtı. Bir anahtarı olması şaşırtsa da daha fazla konuşmadım. Çok yorgundum. Keşke yine kucağına alıp beni evime götürecek kadar şefkatli olabilseydi.


İçeri girdiğimde ilk iş kıyafetlerimin bulunduğu soyunma odasına girmek oldu. Yan yana dört odadan oluşan güzel bir havası vardı. Odanın biri yeşil ışıklarla doluydu. Kendimi matrix filminde gibi hissetmiştim. Her şey bıraktığım gibiydi ama insanlar seti çoktan terk etmişti. Onca çabanın sonucunda güzel bir şeyler ortaya çıkardığımıza inanmak istiyordum. Güney'in başarılı olması benim için önemliydi. O başarılı bir sanatçıydı ve çok daha iyi yerlere gelmeyi hak ediyordu.


Kulisi gösterip, "Sanırım içerde eşyaların. Dönene kadar seni beklerim."dedi. Üzerimdeki erkek kıyafetlerini ona iade edeceğimi düşünüp hüzünlendim. Eski püskü şeylerdiler ama onlarla bir bağ kurmuştum. Güney'in kokusunu alıyordum. Geçmişinin kollarındaydım sanki. Beni o masum yüreğiyle sarıp sarmalamıştı. Çocukluğumu onun kollarına emanet ediyordum. Kafamdaki şapkası saçlarımı okşuyordu. Onun dünyasındaki parlak ışıklardan gözleri kamaşan Efsun bu sade samimi kıyafetlerle sevdiği adama biraz olsun yaklaşabilmişti. Genç kızların sevgilisi büyük star ilk defa bu gün onun sevdiği olabilmişti. Küçük kız biliyordu Yalanlardan kurduğu sırça köşkü er ya da geç bir çift serçenin narin kanadıyla darma dağın olacaktı.


Yorgun adımlarımı hızlandırıp kulise geçtim. Birkaç düğmeye bastığımda etraf aydınlanmıştı. Eşyalarımı bıraktığım dolaba baktığımda içim epey rahatlamıştı. Kıyafetlerim de telefonum da aynı yerdeydi. Kot pantolonumu ve tişörtümü alıp soyunma kabinine gittim. Kısa sürede hazırlanmıştım.


Göz ucuyla telefonumu kurcaladığımda gelen aramalar gözlerimin irileşmesine sebep oldu. Harzem beni en az 10 kere aramıştı. Günlerdir onu defalar aramış ama bir türlü ulaşamamıştım. Oğlumu bulmak için ondan başka şansım yoktu. Bana gerçekleri söylemek zorundaydı. Artık bu belirsizliğe dayanamıyordum. Onu açacağını umarak yeniden aradım. Birkaç kez çaldıktan sonra sonunda nefretimi körükleyen itici ses tonunu duydum.


"Harzem!"

"Sonunda açabildin."


Sesi sigara içmekten hırıltılı çıkmaya başlamıştı. Kalbimin göğüs kafesimden kaçıp gidecekmiş gibi çırpındığını hissettim.


"Nerdesin söyle! Günlerce aradım seni. Bana bunu yapamazsın. Bana vermen gereken hesapların var Harzem. Artık bu belirsizliğe tahammül edemiyorum." Çılgınlar gibi bağırıyordum. Sesimin dışarı gitmesi umurumda bile değildi. "Seninle konuşmam gerekiyor. Karşıma çıkacaksın. Gerçeklerin peşini bırakmam. Bu sessizliğe dayanamıyorum."


"Tamam sakin ol!"dedi ruhumu yasa boğarken. Yapamıyordum. Sakin olmak benim için mümkün değildi. Oğlumdan haber alamadığım her an delirdiğimi hissediyordum. Tek umudum teyzemin onu kötü insanlara yem etmeyeceği düşüncesiydi. Bu fikir beni ayakta tutan tek şeydi.


"Seninle görüşmem gerek. Bu yüzleşmeyi daha fazla erteleyemezsin." Gözyaşlarım yüzümü sırılsıklam yapmıştı. Hıçkırıklar içinde ağlıyordum.


"Tamam. Buluşacağız. Sana gerçekleri söyleyeceğim. O kadar da kalpsiz değilim. Sadece biraz sabret! Benden haber bekle. Yarın seni arayıp buluşacağımız yerin adresini vereceğim."


"Eğer oyun çeviriyorsan..."dediğimde sözümü tamamlamama müsaade etmeden, "Oyun yok!"diye kestirip attı. "Sadece bekle!" Telefonun kapanma sesini duyduğumda hıçkırıklarım haykırış şeklini çoktan almıştı.


"Daha fazla beklemek istemiyorum. Harzem!!" Dizlerimin üzerine çöküp derin derin soluklar aldım. Daha ne kadar beni parmağında oynatmasına izin verecektim? "Harzem!" Adı dudaklarımdan sayıklamalar şeklinde dökülürken içimin yangısı kalbimden alnıma kadar ulaşmıştı. Beni bu kadar çaresiz koymaya hakkı var mıydı? Etrafıma bakınıp güçlü durmaya çalıştım. Dağılmanın hiç sırası değildi. Yarını bekleyecektim. Başka çarem yoktu.


Ayağa kalkıp saçlarımı düzelttim ve gözyaşlarımı silip Güney'den ödünç aldığım kıyafetleri katlayıp poşete koydum. Kabini açtığımda tam karşımda olacağını düşünmüyordum. Konuşmalarımın ne kadarını duymuştu bilmiyordum. Harap halimi nasıl yorumladığı ise tam anlamıyla bir muammaydı. "Ben şey..."


"Gidelim, daha fazla geç kalma." Yüzünü sakladı. Karanlık loş ortama rağmen gözlerindeki nemi fark etmiştim. Ona ne diyeceğimi durumu nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Hayat ikimiz için de çok zordu.


💫💫💫


Güney, Efsun'u evine bırakmış ardından içindeki efkarla kendisini verendaya atmıştı. Gözlerinden kendisine rağmen akıp giden yaşları bir çırpıda silip bardağındaki içkiden bir yudum aldı. Bu bağımlılığı bırakacağına dair kendisine defalarca söz verse de yine sözlerin anlamını yitirdiği bir anı yaşıyordu. Bu gece içmek istiyordu. Kendisini zehirlediğini bile bile içkiden vazgeçemiyordu. Oysa en büyük hataları alkollüyken yapmıştı ve kariyerinin üzerine çöken kara bulutların en sadık yoldaşı içkiydi. Buna rağmen yaşadığı aşk acısını sadece ona sığınarak unutabileceğini sanıyordu.


"Hey tatlış yine akşamcısın bakıyorum." Kıvanç'ı umursamadan bardağını fondipledi. Kıvanç bozulsa da umursamamaya çalıştı. Güney çoğu zaman üzgünken konuşamazdı. Acılarını kendi içinde yaşamayı tercih ettiğinde susup yanında oturmak yapılabilecek en iyi şeydi.


Kıvanç elindeki gazeteyi kenara bırakıp korkulukların üzerinde dolunayı izleyen Güney'in yanına oturdu. "Umarım kıçımıza batmaz." Güney acıyla gülümsedi. Buraya oturma fikri Efsun'undu. Olası bir hatada kimin aklına uyduğunu iyi biliyordu.


"O kız yüzünden değil mi?"dedi Kıvanç hüzünlü bir hale soktuğu gözlerini kaçırırken. "Karadul örümceği gibi bir şey bu Güney. Bu kadar yanlış birine gönül verdiğini söylemeyeceksin değil mi?"


Güney elindeki bardağı sertçe sıkıp, "Keşke diyebilseydim. Reddedebilseydim. Kötü sevdalandım. Aşık oldum. Belki de asla bir araya gelemeyeceğim birine." diye kıvrandı. Kıvanç elini acılı adamın omzuna bırakırken Güney'in çözülen dili susmamaya yeminli gibiydi.


"Bana yalanlar söyledi. Gerçek olmayan bir geçmiş çizdi." Star, histerik bir şekilde güldü. "Sahte anne baba, sahte medeni hal, sahte işler, belki de sahte hayaller... Ben kalbimi avuçlarına bırakırken o yalanlarını yağlı urgana boncuk gibi dizip bana sundu.


"Kızın çok korkunç bir geçmişi var. Anne babası da yok. Harzem'in anlattıklarına hiç girmek istemiyorum. Bunları sana açıklaması pek mümkün değil. Ben kocamı öldürdüm, şimdi de evli bir adamla yasak aşk yaşıyorum diyemez ya!"


"Bir de o var değil mi?"dedi Güney dostuna nemli gözlerle bakarken. "Harzem... Beni bıçaklayan kenar mahalle serserisi... Ona aşık... Bu gün soyunma kabininde onunla konuştu. Kendisiyle konuşması için deli gibi yalvardı. Düşünebiliyor musun? Öyle biri için gururunu ayaklar altına aldı. Resmen ağlayarak kendisine dönmesini istedi. Aşk dilendi!" Kıvanç eline aldığı bardağı Güney'in boş bardağıyla tokuştururken, "Düşünebiliyorum tatlış!"diye yanıt verdi.


Güney, ağrıyan başını ve şakaklarını ovarken, "Neden?"diye yükseldi. Sözleri bir isyandı. "Neden Kıvanç? Ne var bu adamda? Aşık olunası nasıl bir özelliği var ki bu kadar genç ve güzel bir kadın onunla olmak için çıldırıyor? Kendisini bir kalemde silip ateşe atan birine deli gibi yalvarıyor. Anlamıyorum! Anlamak istemiyorum.


"Kadınlar tuhaf varlıklar."dedi Kıvanç. Diliyle ıslattığı parmakları kaşlarını düzeltirken genç starın halinden anlıyor gibi durmuyordu. "Unutmak istiyorum artık! Başkasını seven bir kadını bekleyemem. Bu çok onur kırıcı! Kıskançlık beni hiç olmadığım birine dönüştürdü. Engin'i bile rakip olarak görmeye başladım. Çekilip gitmeli benden. Yüreğimin kuyularında kaybolmalı, yitip gitmeli. Onu içimden söküp atmak ya tahmin ettiğimden daha zor olursa. Ama..." sustu. Sözlerinin ağırlığı acı veriyordu. "


Şeytan diyor bırak sözleşmeyi ne hali varsa görsün. Bana bu kadar yakınken aşkın esiri olmamam mümkün değil peki ya uzaklık..."


"O seninle geldikten sonra uzaklık da beş para etmez." Güney ayağa kalkıp alnını demire yasladı. "Onu atmak istiyorum içimden. Gidemiyorum. Çok düşündüm ama başka bir çıkar yol bulamadım. Bir turne düzenlesek. Birkaç şehir dolaşsam. Belki bazı şeyler biraz olsun değişir, ne dersin?"


Kıvanç suskundu. Ona ne diyeceğini bilemiyordu. "Gidemem. Onsuz uzaklara gitmek benim için eskisinden çok daha imkansız. O adamdan kurtulmak zorunda. Benimle olması için onu zorlayamam ama göz göre göre de ölüme, utanca düşmesine izin veremem."


Kıvanç duyarsızca gazeteyi incelerken, "Korkuyorum!"diye fısıldadı. "Ya bir gün ormanlık bir alanda cansız bedenini bulursam. Ya hapse düşerse o pislik için. Sonu o adamın yanında olduğu müddetçe iyi olmayacak. Onu kurtarmak zorundayım."


Güney kendi kendine konuşurken Kıvanç korkuluklardan kalkıp verandadaki deri koltuklara geçti. "Şuna bak star dostum!" Elindeki gazeteyi genç adama uzattı. "Tabi klip felan derken haberleri takip edemedin. Günlerdir televizyonlar gazeteler sizden bahsediyor. Dilenci çetesini çökerten kahraman şarkıcıyı anlatıyorlar. Esrarengiz sevgilisini kucaklayıp çekip gitti diyorlar. O kızla aranda büyük bir aşk hikayesi başladığına dair dedikodular her geçen gün ağızdan ağıza yayılmaya başladı bile. Telefonların ardı arkası kesilmiyor. Mikrofonlar kaç gündür açıklama bekliyor. Sen odana kapanırken olan bitenden haberin yok tabi. Süperman oldun dostum."


Güney, duyduklarına anlam vermekte zorlanıyordu. Efsun'a karşı hisleri doğruydu ama bir ilişki ikisi için de söz konusu değildi. "Ne dedin onlara?"


"Hiçbir şey! Bilirsin... Biraz merakta koymak iyidir. Sonra sadece arkadaşız der konuyu kapatırsın. Şimdi klip de patlayacak. Esrarengiz kız Romantik prensin klibinde oynadı. Vay canına! Ayarlasan olmaz!"


Güney Efsun'un bu saçmalıklara alet olmasından hiç hoşlanmamıştı. Olayların bu şekilde gelişmesi gözleri üzerine çevirse de Efsun'un bu dünyaya karşı mesafeli duruşu onu rahatsız ediyordu. Artık ne olup biteceğini birlikte göreceklerdi.

    

İnstagram: seyma_yldz_koc


Loading...
0%