Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm: Ayrılan Yollar

@syildiz_koc

Medya: Yüzyüzeyken konuşuruz (ÖLSEM YERİDİR)


Efsun'un Kaleminden


Düştüğüm çıkmazda boğuluyordum. Hayat hep bana çirkin yüzünü gösteriyordu. Acı çekmek ve yanılmak yaşamımda alışılageldik prosedürler halini almıştı. O gün Harzem'le buluşmuş ve oğluma dair bir haber alma gayesiyle bazı adımlar atmıştım. Haklıydım. Oğlum ölmemişti. Birileri bana büyük bir oyun oynamıştı ve ne yazık ki bu oyun aramızdaki o bağı koparıp ayrı dağlara savrulmamıza sebep olmuştu. Öğrendiğim gerçekler yüreğimdeki acıya tuz biber ekmişti.


  

Harzem bana oğlumun güçlü insanlar tarafından zorbalıkla ellerinden alındığını söylediğinde masayı kafasına geçirmemek için kendimi zor tutmuştum. Teyzem bana sözde ihanet etmek istememiş onlarla başa çıkamadığı için vermek zorunda kalmıştı.

  

Her şey öyle karışıktı ki duyduklarıma yorum yapmakta bile zorlanıyordum. Yiğit de benim gibi kimsesiz bir çocuktu. Ne paramız vardı ne de onlara direnebilecek gücümüz. Buna rağmen birileri hem oğlumun hem de benim peşimdeydi. Biliyordum çünkü Harzem boşuna karşıma çıkmamıştı. Bir şeyler vardı sakladığı. Onlara hizmet ettiğini biliyordum. Kanımı ne sebeple aldığı henüz ortaya çıkmasa da benimle ilgili de bazı planlar yapıyordu. Düşmanımı tanımıyordum. Onu tanımadığım için de bana yapacağı her hamleye karşı oldukça savunmasızdım. Oğlumu onlara bırakmayacaktım. Gerekirse bu yolda ölür ama korkularımın bizi ayırmasına izin vermezdim.

  

Gözlerim pencereden içeriye dolan güneş ışığıyla kısılıp minicik kaldı. Bir hastane odasında olduğumu anlamıştım. Kendi içinde savaş veren zihnim gözlemin önüne gelen kötü hatıralarla boğulmaktan bitap düşmüştü. Gözlerimin gördüğü son yüz Güney'in yüzüydü. Muhtemelen beni buraya getiren de oydu. Ben başı beladan kurtulmayan bir kadındım ve mavi gözlü dev de ben ne zaman ah desem peşimde biterdi. Artık onun gizli bir süper kahraman olduğunu düşünmeye başlamıştım. Ellerim yumuşak yatağın üzerinde dolaştı. Kazara kumandaya dokunan parmaklarım kumandanın düğmelerinden birine bastı. Ve bir anda magazin programlarından birinin açıldığını ve korkulu bakışlarım arasında yüksek sesle bangır bangır flaş açıklamalar yaptığını gördüm. Bu sesler mahmurluğumu tamamen almış ve sıçrayarak ayılmama sebep olmuştu.

  

Açılan kapının ardından birkaç adım sesi yatağıma doğru birinin geldiğini haber veriyordu. "Vay canına! Magazin programı izlemek için ne muhteşem bir gün!" Gözlerim Güney'in kızgınlık ve kırgınlık arasında mekik dokuyan mavi gözlerini gördüğünde yumruklarımı sıktım. Magazin programı izlemek için kötü bir gün olabilirdi ama bana kızıp sinir boşaltmak için de ideal bir gün olduğunu kimse söyleyemezdi.

  

Bu soğuk hastane odasında niye olduğumu bilmiyordum. Ama Güney'in dağılmış haline bakılırsa tüm gece burada yanı başımda kalmıştı. Benimle neden bu kadar ilgilendiği ise tam bir merak konusuydu.

  

"Yine çok mutlu görünüyorsunuz!"dedim kinayeli bir ses tonuyla. Her zamanki gibi gergindi bay kibir çuvalı. "Evet. Çok mutluyum."dedi aynı kinayeli ses tonuyla. Melis alaylı bir şekilde göz devirip bana yöneldi. Atışmalarımıza alışmış ve bizi idare etmeyi sonunda öğrenmişti.

  

"Nasıl oldun tatlım? Seni öyle görünce çok korktum." Yanıma gelip elimi sıktı. Tombul yanakları ve yüzünden hiç eksilmeyen gamzeleri neşe doluydu. "İyiyim."derken sesimdeki kaygı tınısı Güney'in bakışlarını üzerime çekti.

  

"Ben çıkış işlemelerini halledeyim." Güney'in ortamdan uzaklaşması ikimizi de biraz olsun rahatlatmıştı. O yanındayken sağlıklı düşünemiyor, iki lafın belini kıramıyordum. Aklım Harzem'le bu kadar meşgulken önümden akıp giden zamanın bile bir önemi yoktu. Ayağa kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Ben üzerimi Melis'in getirdiği kıyafetlerle değiştirirken kapı tıklamıştı. Saçlarımı suyla düzeltip elimdeki çantayla yeniden içeri geçtim.

  

Kapının aralığından gördüğüm ilk mavi gözleri oldu. Pencereden yansıyan ışık gözbebeklerindeki lacivert hareleri ortaya çıkarmış ve daha koyu bir görüntünün oluşmasına sebep olmuştu. Gözleri bedenimde oyalandı. Üzerimdeki gece mavisi elbiseye baktı. Karpuz kol detayı ve v tipi yakasıyla diz kapaklarımın hemen altında biten sade bir elbiseydi. Yumuşayan ifadesi saniyeler sonra yeniden kasvete ve karanlığa teslim oldu. Melis ortalarda görünmüyordu. Birlikte eve dönebilmemiz için odaya dönmesi şarttı ve bir an önce gelse çok iyi olurdu. Güney'le yalnız kalmak istemiyordum.

  

Cam kenarına geçip hastanenin önünde biriken insanları izledim. Onun bakışları ise hâlâ üzerimde oyalanıyordu. Camdaki yansımasına baktığımda başı eğik bir şekilde biraz önce yattığım yatağa oturduğunu gördüm. "Neden onunla buluştun?" Bu soruyu bekliyordum fakat ona verebileceğim göz doldurucu bir cevabım yoktu. Saniyeler akıp giderken sessizliğim iç çekişlerine sebep oldu. Sıkılmıştı. "Neden bunu kendine yapıyorsun Efsun?"

  

"Ben hiçbir şey yapmadım." dedim katı bir ses tonuyla. "Bence hesap vermesi gereken esas kişi sensin. Ben senin aksine neden oradaydın diye sormayacağım çünkü bana sıralayacağın hiçbir yalanı duymak istemiyorum." Ayağa kalkıp yanıma geldi ve kolumu tutup saklamaya çalıştığım yüzümü kendisine çevirdi. Artık göz gözeydik. Gözlerimin duygularımı çırıl çıplak bırakmasından korkuyordum. Ona bakarken kalbimin nasıl attığını duymaması büyük bir nimetti. Keşke aynı şansı kızaran yüzüm ve hayran bakışlarım için de söyleyebilseydim.

  

"Sana zarar veren biriyle görüşüyorsun. Göz göre göre hayatını mahvetmesine izin veriyorsun. Neden Efsun?"

  

"Bana hesap soramazsın bay Güney Tunç Atasoy. Bu benim özel hayatım ve sadece beni ilgilendirir. Evet. O gün oraya gittim. Gitmem gerekiyordu ve pişman değilim." Başını yüzündeki korkunç ifadeyi esirgemeden sahte bir tebessüm eşliğinde salladı.

  

"Pişman değilsin. Harika! Muhteşem! O otel odasına leş bir adamla bir şeyler yaşamak üzere gittin ve pişman değilsin! Ne aşk ama!" Aşk kelimesini duyduğumda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bu adam benim ona aşık olduğumu mu düşünüyordu?

  

"Ne saçmalıyorsun sen? Aşk da ne demek?" Yumruğunu masaya indirdiğinde çantamın ve dolu bir bardak suyun yere dökülmesine sebep oldu. Çınlama kulaklarımı avuç içlerimle kapatmama, sımsıkı gözlerimi yummama sebep oldu. Beni korkutmayı başarmıştı.

  

"Tabi aşk da ne demek? Haklısın kara Sevda demeliydim. Uğruna gururunu ayaklar altına aldığın beyaz atlı prensin..." Ağzım açık bir şekilde şaşkın gözlerle ona bakıyordum. O delirmiş olmalıydı. Gerçekten buradaki aşık kız ben mi oluyordum? Hem de Harzem denen o sıfatsıza.

  

"Sen aklını kaybetmişsin."dedim yüzümdeki acı dolu bıkkın ifadeyi gizlemeksizin. Kolumdaki elini tırnaklarımı geçirerek sert bir şekilde indirdim. "Ben değil sen aklını kaybetmişsin. O adam seni göz göre göre o Façalı denen şerefsizin önüne attı. Hiç acımadan o bataklığa yem etmeye kalktı. Eğer orada olmasaydım belki de..." Sözünün devamını getiremedi. Boğazıma batan dikenler nefes almamı yutkunmamı imkansız bir hale getiriyordu. Orda olmasaydı günlerce o pisliğin tacizlerine maruz kalacaktım ve belki de bu sefer öldüreceğim o olmayacaktı. Kirlenen bu bedeni yok ederek kendi hayatımı eritip bir hiç olarak mezara gömecektim.

  

"Neden Efsun?"dediğinde gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Bizim için üzülüyor muydu? Bana değer verdiğine inanmak neden bu kadar zor geliyordu? Hiç mi sevilmemiştim ben? Bu kadar mı yabancıydım sevdaya? Neden onu tarafından sevilme fikri beni bu kadar şaşırtıyordu?

  

Bana kendimi kirli hissettirmişlerdi? Lekeliydim hepsinin gözünde. Sözde beni kirleten o adam temizleyecekti bedenimdeki çirkin emarelerini ve aklanacaktım. Olmamıştı. Hapiste namusunu temizlemişsin helal sana kız demişlerdi. Oysa ben kendimi kendi vicdanımda asla aklayamamış, işlediğim suçun altında hep ezilip yıpranmıştım. Şimdi o zavallı papatyayı ayaklarının altında büyük star Güney Tunç Atasoy da eziyordu.

  

"Seni mahveden adama teslim olacak kadar nasıl gururunu kaybedersin? Bu kadar ucuz musun sen?" Bu kadar ucuz musun sen? Bu kadar ucuz musun sen? Cümlesi defalarca beynimde yankılandı ve aniden bedenimi kaskatı bırakan o buz tabası eriyip yok oldu. Elimi sertçe suratına geçirip attığım darbeyle sola dönen yüzüne yandan dolu dolu gözlerle baktım. Gururu gözlerimin önünde yağmura direnen kıvılcımlar gibi sönüp tükendi. Gözlerini, kirpik uçlarına hapseden göz kapaklarının altına sakladı. Ben içimdeki tüm hıçkırıkları ölü bir kuşun kanadına yerleştirip benden uzaklara hicret ettirmiştim. Ağlamak yoktu. İçim ne kadar acırsa acısın ağlamayacaktım. Benim zavallı görüp aşağılamasına kalbimde her gün biraz daha büyüyen sevdaya rağmen izin vermeyecektim. Artık geçmişimden çok gururumla savaşacaktım.

  

Eli titrek bir şekilde yüzüne ilişti. Gözleri bana ıstırap şarkısı namelendirirken bir an önce çekip gitmesi için Allah'a yalvardım. Bakamazdım ben ona. Her şeyi gizleyerek onu kaybetmekten kurtulacağımı sanmıştım fakat artık bizim için hayal kurmak bile yasaklıydı. Birbirimizi kaybetmiştik. Bu odada söylenen hiçbir şeyin geri dönüşü yoktu.

  

"Ne hakla bana bu hakareti yaparsın? Sırf zengin şöhret sahibi birisin diye karşındaki herkese her sözü söyleyebileceğini mi sanıyorsun?" Başını kaldırıp yutkundu. Bocalamaları pişmanlığını ele veriyordu. Acaba o da bunun farkında mıydı? "Seninle çalıştığım için tüm aşağılamalarına susabileceğim nasıl inanırsın?" Başını eğdi. Haklıydım. Haklı bile olsa bir kadınla bilip bilmeden böyle konuşamazdı. Gözlerimden şıpır şıpır damlayan yaşları ellerimle sertçe silip nefretle gözlerine baktım. "Harzem denen o pislikten tahmin edemeyeceğin kadar çok nefret ediyorum. On aşık falan değilim, hiçbir zaman da olmadım."

  

Sözüm yüzündeki karanlığa bir ışık huzmesi gibi sinip kaldı. Gözlerine biraz önceki cehennemin aksine bir sükunet yerleşti. Aralanan dudakları güçlükle soluk alıyordu. "Neden?"diye sayıkladığında aynı güçlü ses tonum ona cevap vermekte gecikmedi. "Seni hiç ama hiç ilgilendirmez. Patronumsun diye sana hayatımla ilgili her şeyi açacak değilim." Kollarımı birbirine bağlayıp "Ve artık patronum değilsin."diye son noktayı koydum.

  

Yıkılmıştı ve ben ona son darbeyi indirmeden asla huzur bulmayacaktım. "Sözleşmemiz tarafımca iptal edildi. Artık sizinle çalışmıyorum. Paranın miktarı umurumda değil. Bir işim ve gelirim yok. Babadan zengin olup paranın içinde yüzdelerden de değilim. İş bulabileceğimi zannetmiyorum ve üzgünüm bu şartlar altında size tazminat ödeyemem."

  

Yüzümde hüzünlü bir tebessüm canımı akıttığım toprağı eşeleyerek boy verdi. "İstediğinizi yapmakta özgürsünüz. Hapse mi attırmak istiyorsunuz, hiç durmayın hemen koşun polise. Dışardaki kurtlardan daha çok korkutmuyor hapis damları. Canımdan başka kaybedecek hiçbir şeyim yok." Sözlerim onu gözlerimin önünde soldurmuştu. Ayakta duracak gücünün kaldığını bile sanmıyordum. Bu benim için de öldürücüydü.

  

"Öyle olsun!" Dedi küskün küskün. "Senden para falan istediğim yok. Benimle çalışmak istemiyorsan çalışmayız. Hatta bir daha yüz yüze bile bakmayız. İki yabancı gibi... Birbirimizi hiç tanımamış gibi davranırız. Merak etme bir daha istesen de çıkmam karşına." Sözleri içimde kordan bir şelale olmuştu. Sıktığım dişlerim çene kaslarımı acıtmaya başlamıştı. Şimdi gülümsemeliydim. Asla bu durumdan rahatsız olduğumu hissettirmemeliydim. Duygularımı gizlemek bu kadar zor olmamalıydı.

  

"Anladım. Benim de istediğim bu!" Yalancı Efsun! Onu düşünmediğin tek bir anın bile yokken nasıl böyle umursamaz konuşursun? Başını sallayıp hücrelerine kadar parçalanan beni bırakıp kapıdan çıktı. Kendimi yatağa bırakırken işaret parmağımın boğumunu ısırıp dökülen gözyaşlarıma aldırmadan hüngür hüngür ağladım. Onu tamamen kaybetmiştim. Artık bize dair hayaller bile kuramazdım. Belki de bir daha asla yüzünü göremeyecek, sesini duyamayacaktım.

  

Haklıydım. Bana o sözleri söylemesi,o yakıştırmalarda bulunması affedilemezdi. Keşke haklı olmak içime düşen ateşi söndürüp göğsümde çırpınan o deli kartalı pençeleriyle birlikte söküp alabilseydi. Yıkılmıştım ben. Artık ardından ağlamak bile utanç vericiydi. Bunca zaman içinde tuttuklarını ona belki de en ihtiyacım olduğu zamanda önüme dökmüş, eteğinde tek bir taş dahi bırakmamıştı.

  

Hıçkırıklarımın arasında omzuma ilişen bir elin sıcaklığıyla afalladım. "Güney!"

  

"Benim!" Melis'in tatlı ses tonu hayal kırıklıkları içindeki kalbimi daha da örseledi. Onu beklemiştim. Geri dönecek ve benden özür dilemeye çalışacaktı. Türlü numaralarla gönlümü almaya çalıştığında bir süre direnecek sonra da yelkenleri suya indirecektim. Gelmemişti. Demek ki söyledikleri için pişman değildi. O kadar değersizdim ki beni kaybetmek onun için bir sorun bile olmuyordu. Çekip gitmek basit, boyun eğmek alışılageldikti. Haklıydı aslında! Peşinden koşan onlarca güzel kız varken neden benim derdime düşüp asra tafralarımı çekecekti ki? Onun için ilk fırsatta harcanacak basit bir piyonum ya da yükseklere tırmanmak için ayaklarının altına alıp edeceği kırık, tahta bir tabure...

  

"İyi görünmüyorsun canım! Yoksa seni üzecek bir şey mi yaptı?" Başımı onaylar gibi titreterek salladım. "Onu kaybettim." Kollarını boynuma dolayıp sarıldı. Kalp atışları kulaklarımı dövdüğünde içimdeki yaralar dostluğun merhemiyle sarılmıştı. "Ah be kızım. Neyi paylaşamadınız yine? Neden birbirinizi anlamaya çalışmak yerine sataşıp duruyorsunuz ki?"

  

"Gidelim ne olur?"dedim için için kanarken. "Burada daha fazla kalmak istemiyorum." Melis eliyle saçlarıma dokunup beni sakinleştirmeye çalıştı. Çantamı alıp hastanenin o basık, sıkıcı odasından kurtuldum. Koridorlar bir süre adım seslerimizin gürültüsüyle hemhal oldu. Asansöre binip bizi çıkışa götürecek düğmeye bastığımızda şimşek gibi çakan o düşünceyle dudaklarımdan bir feryat firar etti. "Olamaz!" Melis hayret dolu bir ifadeyle beni süzerken asansördeki birkaç kişinin mırıltılı seslerle söylendiğini duydum.

  

"Neler oluyor?" Çantamdaki her şeyi aceleyle zemine boşalttım. İnsanlar iyiden iyiye bu halimden rahatsızlık duymaya başlamıştı. "Yok işte yok!"

  

"Neyi arıyorsun?" Asansör kapısı açıldığında ikinci yıkımı yaşadığım için iyice umutsuzluk feryadında boğulur olmuştum. "Harzem'in sesini kaydettiğim cihaz yok. Çantamın içindeydi ama şimdi bulamıyorum."

  

"Hay Allah!"dedi Melis. Gözleri yere döktüğüm eşyalardaydı. El yordamıyla onları toparlayıp benim enkazımı görmezden gelmeye çalışarak küçük bir şıngırtıyla çantama bıraktı. "Oğlumu bulabilmem için o cihaza ihtiyacım var Melis. Otele gitmeliyiz." Melis başıyla onaylayıp beni çıkışa yönlendirdi ve ilk bulduğumuz taksiye atlayıp doğruca otelin yolunu tuttuk.

  

💫💫💫

  

Siyahlar içindeki stüdyo bu gün yorgun bir starı misafir ediyordu. Oda iki bölmeden oluşuyor, aradaki cam iki farklı ortamın tek engeli olma özelliğini taşıyordu. Camın ön kısmında iki genç adam kabloların ve cihazların içinde boğularak kaydı almaya uğraşırken arka tarafta, onların tam karşısında sarı çehreli bir delikanlı işini en iyi şekilde yapmak için kendini motive etmeye çalışıyordu. Ağrıyan başını alnından başlayıp parmak uçlarıyla şakaklarına kadar ovdu.

  

Dün gece yine sarhoşluğunun azizliğine uğramış ve sabaha kadar kendi hüznüne boğulmuştu. İçkili geçirdiği gecelerin sabahı hep böyle hüsran olurdu. Uyandığında dehşet verici bir baş ağrısı, ağzında ekşimsi iğrenç bir tat, korkunç bir koku ve asla dinmeyen bir yorgunluk... Konser gecelerine bu zavallı halde giden star ne yazık ki yeterince iyi bir performans gösteremez ve hayal kırıklıkları içinde evinin yolunu tutardı. Bulanan midesi yüzünden sözlerini söyleyemediği pek çok şarkıyı ardında bırakmıştı.

  

Kimse sarhoş bir sanatçıyla çalışmak istemiyordu. Berrak bir zihin ancak başarıyı getirirdi ve Güney şöhret basamaklarını gereğinden fazla hızlı çıkınca kendine yabancılaşmış ve bu yükselişi taşıyamamıştı. Şimdi kendinden uzaklaştırmaya çalıştığı içkiye daha da bağlanmıştı. Efsun'un karanlık hayatı ve kendisini düşürdüğü hayal kırıklıkları düşlerine eklendiğinden bu yolu çok daha fazla yalpalayarak yürümek zorundaydı.

  

Derin bir nefes alıp büyük kulaklığı başına geçirdi ve mikrofona biraz daha yaklaştı. İçinden üçe kadar sayıp baş parmağıyla onay işareti yaptı. İşareti alan teknisyen ses izolasyonunun had safhaya ulaştığı odaya aynı işaretle karşılık verdi ve kayda başladı. Arkadaki gitarist melodiye başladığında birkaç saniye sonra Güney şarkısının ilk sözlerini dudaklarından mikrofona işledi. "Aynı gökyüzünün farklı çocukları, Güneşin altında ama gece karanlığı."

  

"Olmadı Güney Bey! Saniye ıskaladınız. Doğru zamanda başlamalıydınız." Güney teknisyeni başıyla onaylayıp içinden birkaç kez saydı. Kafası bu kadar doluyken bu işi iyi yapmak çok daha güç oluyordu. "Kayıt!" Güney yeniden kulaklığını düzeltip gitaristin melodisini içinde hissetmeye çalıştı. Doğru zaman geldiğinde yeniden şarkının ilk cümlelerine başladı fakat teknisyen aynı gergin tavrıyla onu bir kez daha durdurdu. "Kestiiik!" Güney sıkılgan bir şekilde kulaklığı mikrofonun yanına asarken içinden bağır çağır ağlamak geliyordu. Bir çuval inciri berbat etmişti ne yazık ki artık ne sözlerin ne de o kötü davranışların geri dönüşü yoktu.

  

"Güney Bey name atlıyorsunuz. Konsantre olmaya çalışın. Bu işin doğayeni sizsiniz. Sesinizi kalbinizin ritmine uydurun ve içinizden geldiği gibi yürekten söyleyin lütfen. Bu ayrılık acısını iliklerine kadar yaşayan milyonlarca genci kendisine kitleyebilecek kadar hoş bir şarkı. Farzedin ki sevdiğinden ayrılan, yokluğunda hayata küsmüş o delikanlı gerçekten sizsiniz. Duyguyu yaşamak çok önemli."

  

Güney profesyonelliğinden taviz vermeden yeniden kulaklıkları takıp mikrofona yöneldi. Tüm dikkatini işine vermeliydi. Kötü şeyleri zihninden atıp sadece Efsun'la tanıştıkları o günü düşündü. O yağmurun altında keman çalışını ve o güzel gözlü kızın kendisini hayranlıkla dinlediğini hayal etti. Harzem yoktu! O korkunç yalanlarla dolu geçmişi de Efsun'dan bağımsızlaşmıştı. Söylediği gerçek dışı şeylerin doğru olduğuna inandı ve yüzünü kapattığı gözlerinin perdesine mıhladı. Artık o ses stüdyosunda değildi. Karşısında teknisyen ve ekibi değil yalnızca deniz gözlü Efsun vardı. Beyaz güzel bir gelinliğin içinde onu bekliyor ve ışıltılı gözleriyle kendisine gülümsüyordu.

  

"Kayıt!" Gitar Güney'in yumuşayan yüz hatlarıyla uyumlu bir biçimde ortamı ses şölenine davet etti. Birkaç küçük vokalin ardından Güney şarkısına başladı. Sesi billur gibi doğal ve çekiciydi. Nameler ise duygularından ve kalbinden sökülüp bir noktaya düşmüş ve son model cihazlara kaliteli bir biçimde işlenmişti.

      

"Aynı gökyüzünün farklı çocukları,

Güneşin altında ama gece karanlığı.

Kalbimin sana çıkan zifiri yolları

Hep yadıma düşen yalaaaaaan!

Bana kalan Yalaaaan! Yalaaaaan! Yalaaaaan!

      

  

Kim çaldı tüm renkleri

Kim soldurdu tüm çiçekleri,

Deniz maviydi senden önce

Yok oldum ben aşkından geriye kalan!Yalaaaaan!

Beni yakan Yalaaaan! Yalaaaan! Yalaaaaan!"

  

Güney coşku ve hüsranla şarkısını söylerken teknisyenler menajerine performans için onay işaretinde bulundular. Gitar ve keman türlü melodileri şarkıya eklerken teknisyen karıştırma konsolundaki birkaç düğmeyle oymadı ve küçük ses efektleri ekledi. Ama yaptığı hiçbir müdahalenin Güney'in performansını gölgelemesine izin vermedi. Birkaç kez yinelemek zorunda kaldıkları kayıt sonunda tamamlanmıştı ve Güney nefis bir albüm parçasıyla sahnelerin tozunu attırmak için geri dönüyordu.

  

Şarkı tamamlandığında Güney azalan sesle bitiş işaretini aldı ve kulaklıklarını çıkarıp camın ardındaki diğer bölmeye geçti. Peşinden gitarist ve diğer müzisyenler de çıkmış, ortamda sadece dev hoparlörler ve mikrofon ekipmanı kalmıştı. Teknisyen yüzünde memnuniyet dolu ifadeyle Güney'in bir sanatçıya layık görülebilecek zarif ellerini sıktı. "Muhteşemdiniz. Gerçekten harika bir çıkış parçası olacak. Albüm ve Single için şimdiden heyecanlanıyorum."

  

"Teşekkür ederim. Siz de iyi iş çıkardınız. Müzik kulağınızı takdir ettim." Güney zorlama bir gülümsemeyle menajerine döndü. Kıvanç oldukça samimi bir şekilde hafif kırıtarak, "Harikaydın tatlış!" Diye boynuna sarıldı. Bu samimi hareketler artık Güney'i hiç şaşırtmıyordu. "Sağol. Planımız nedir?"

  

"Albüm için çalışmalara başladık. İlerleyen zamanlarda bir de klip çalışması yapacağız. Klip hikayesi için Harika Hanım'la görüştük. İki hafta sonra bir turne düzenleyeceğiz. Yaklaşık 6 ay ortalarda olmayacağız. Farklı sanatçılarla etkinlikler yapılacak. Konserler, sanat camiasıyla daha yakın ilişki içinde olacağın bir yığın organizasyon... O şaşkın kızı unutman için harika bir fırsat seni bekliyor. Adını altın harflerle yazdıracağız."

  

Güney düşen yüz ifadesini silmek için epey uğraştı. Efsun'dan uzaklaşma fikri canını acıtıyordu. Bu kadar uzun bir süre ayrı kalmaları aralarındaki tüm bağı koparmaya yeterdi. Güney onu unutmak istemiyordu. Her şeyin düzelmesini, tüm mesafelerin kalkmasını bekliyor onu affetmek için kendisine fırsatlar yaratmaya çalışıyordu.

  

Genç star kendisine düşünceleri için kızdı. Harzem'le otel odasına girecek kadar aklını kaybetmiş birini nasıl sevebilir, hiçbir şey olamamış gibi nasıl davranabilirdi? Üstelik bu genç adam daha önce de kötü bir aşk serüveni yaşamış ve sonuç yine hüsran olmuştu. Daha seçici olması gerekirken kendini bir yangından bir başka yangına atmayı uygun bulmuyordu.

  

"Tatlış! Neden bu kadar düşünüyorsun? Bu senin için de harika bir fırsat. Dünyada da fark edilir bir star olacaksın. Efsun'u unutmak istemiyor muydun? İşte sana fırsat. Hem belki orada biriyle tanışır kalbindeki sancıyı iyileştirirsin." Güney iç çekti. "Ya iyileşmek istemiyorsam. Ya bende bıraktığı hisleri seviyorsam."

  

"O zaman geber Güney!"dedi Kıvanç onun dağılan morelinin üstüne tüy dikerken. "Sen kendini, şöhretini düşünmedikten sonra..." Güney onun bu işgüzar tavrına kızmamış tam tersine epey gülmüştü. Stüdyodan avare bir dalgınlıkla çıkıp aracına yöneldi. Kemerini takıp direksiyona asıldı. Gözleri Kıvanç'ın uzattığı nesneye odaklandığında huzursuzca mırıldandı. "Bu da ne?"

  

"Sanırım bir ses kayıt cihazı. Senden sonra otel görevlisi düşürdünüz sanırım diyerek bana uzattı. Ben de senin olduğunu sanıp aldım." Güney dudaklarını bilmem der gibi kıvırdı. Bu cihazı daha önce hiç görmemişti. "Benim değil. Karıştırmış olmalılar. Geri iade etsen iyi olur." Kıvanç bu fikirden hiç hoşlanmamıştı. "Bu saçma ucuz alet için kendimi yoramam." Elindeki cihazı aracın bölmelerinden birine iteleyip kapağını kapattı. "Şimdilik burada dursun! Peşine düşen olursa göndeririz."

  

Güney gözlerini devirdi. Kıvanç'ın bir şeyi ciddiye aldığını görse her halde mutluluktan ölürdü. Hayatı tiye almak bu delikanlının kanında vardı. Kıvanç müziğin sesini yükseltip cırtlak sesiyle hovardaca şarkılar söylerken Güney'in zihni sadece Efsun'la meşguldü. Onu düşünmediği an neredeyse yok gibiydi. Ne yapsa aralarında geçen konuşmayı unutamıyor, kafasındaki cevapsız soruları sindirip bir köşeye atamıyordu.

  

"Yine onu mu düşünüyorsun? Alooooo! Unut artık star dostum. Hayatına ondan çok daha güzel kızlar girecek. Neden o sakar, şapşal kızda bu kadar ısrarcı olduğunu anlamıyorum. Görmedin sevmedin saysak olmaz mı?"

  

"Olmaz."dedi Güney sağa sinyal verirken. Gözleri dikiz aynalarında oyalanırken aklı Efsun'un ayrılırken söylediği son sözlere kilitlenip kalmıştı. "Harzem'i inkar etti Kıvanç. Onu sevmediği hatta nefret ettiğini söyledi. O otel odasına Harzem'le birlikte olmak için gitmemiş. Neden olduğunu söylemedi ama..."

  

"Buna kim inanır?"dedi Kıvanç incecik alınmış kaşlarını alayla kaldırırken. "Ben inanıyorum!" Dedi Güney. Kararlılığı Kıvanç'ın yutkunmasına sebep oldu. Kıvanç, Güney'in içinde yeşeren filizleri hunharca katletmekten adeta zevk alıyordu. Efsun'u unutturmak onun birinci vazifesi olmuştu ve bunu başaracağından neredeyse emindi.

  

"Güney, bu kız sağlam pabuç değil. Tam da bu yüzden başı hiç beladan kurtulmuyor. Sana türlü türlü yalanlar söylemedi mi, söyledi. Oyunlar oynamadı mı oynadı. O zaman neden onu ümit etmekten vazgeçmiyorsun tatlış? Her şeyin bittiğini kabul et ve yoluna devam et! Tek derdin kariyerin olsun." Güney yanık ciğerlerine doldurduğu oksijenle "Of oof!" diye efkarlı efkarlı mırıldandı. Bu adam onun derdinden anlamıyordu.

  

"Ya bu sefer doğruyu söylüyorsa? Gözlerimin içine baka baka söyledi. O an yalan söyleyeceğine zerre kadar bile ihtimal vermedim. İçimden bir ses bu işin içinde başka bir iş var diyor. Onları gördüm. Efsun otele hiç de isteyerek gidiyor gibi durmuyordu. Bulduğumda da sarhoş olduğunu düşünmüştüm fakat içki kokusu yoktu. Uyuşturucu kullandığına inanıp kahroldum ama doktor kan testi sonuçlarını söyledi. Kanında sadece ağır dozda sakinleştiriciler saptanmış. Bunu neden yapsın? Güpe gündüz o kadar sakinleştiriciyi neden alsın? Ya yine Harzem bir işler çeviriyorsa?"

  

Güney durmadan konuşurken Kıvanç'ın tüm dikkati sosyal medyadaki klip yorumlarındaydı. "Aslında siz muhteşem bir ikili olabilirdiniz. Sanırım haklı olman bizim için iyi bile sayılır." Güney, onun ilgisiz tavrından iyice sıkılmıştı. Kıvanç kariyerini kendisinden bile fazla düşünüyordu. Bu sadakatten hoşlansa da onun şu an tek derdi Efsun ve sırlarıydı.

  

"Kasap et derdinde koyun can derdinde. Sanırım bu sözü hangi atamız söylediyse seni düşünerek söyledi. Ben ne diyorum sen ne diyorsun?" Kıvanç elindeki tableti dikkatini dağıtmamaya özen göstererek Güney'den tarafa çevirdi. "Bak tatlış! Rakamı görüyor musun?"

  

Güney ekrana bakınca aniden fren yapıp her saniye daha da artan izlenme oranlarını ve beğenileri hayretle karşıladı. "Bu gerçek mi?"

  

"Evet tatlış! Basbayağı gerçek! Senin kız ilk defa bir işe yaradı. Melodilerin prensi prensesini buldu mu diye kocaman bir başlık atmışlar. Günlerdir gazeteci kovmaktan parmaklarım telefona yapıştı. Klibin bir günde izlenme rekoru kırdı. Bir hafta da sosyal medyanın altını üstüne getirdi. Herkes seni dinliyor, sesin caddelerde, düğünlerde yankılanıyor. Aranızda müthiş aşk dedikoduları döndüğünden haberin yok. Sen mağaranda Efsun denen o sakar kızın aşk acısını çekerken dünya level üstüne level atladı. Şu an gündemdesin."

  

Güney klibin tutacağını iyi biliyordu fakat bu kadarı beklentilerinin yakınından bile geçmiyordu. Efsun farkında olarak ya da olmayarak ona büyük bir iyilik yapmıştı. Bu yükseliş devam ederse onca rezilliğin üzeri başarı destanıyla tamamen kapanabilirdi.

  

Güney, onu tanımadan önce hayatındaki en önemli şey kariyeriydi. Müzik kalbini okşuyor bestelediği şarkılar içindeki gençlik ateşini daha da harlıyordu. Yaşamayı seviyordu Güney. Melodilerde kendini bulmuştu. Parlak ışıklar gözlerini aydınlatırken konserlerde kendisini bekleyen coşku dolu kalabalık hiç olmadığı kadar değerli hissetmesini sağlıyordu.

  

Bir zamanlar yaşama sebebi olarak gördüğü her şey Efsun'un hayatına girişiyle eski değerini yitirmiş, imitasyon birer meyveye dönüşmüştü. Çok güzel iştah açıcı görünüyorlardı ama ağzına aldığında basit lastikli bir dokudan fazlasını hissedemiyordu insan. Gerçek mutluluğu onun yanındayken tatmıştı ve şimdi hayatının gayesi haline gelen kariyeri eski değerini yitirmiş, büyük starın gözünden düşmüştü. Artık düşünebildiği tek şey Efsun'un her daim güldüğüne inandığı deniz gözleriydi. Son olanları düşündüğünde umutsuzluğa kapıldı. Gururlu bir adamdı. Onca yalandan sonra Efsun'dan özür dileme fikrini kaldıramıyordu. Yapamazdı. Sözlerini yutmak ve kendisine atılan tokadı yok saymak imkansızdan öte bir şeydi. Kararını vermenin serinliğiyle iç çekti. Kıvanç hâlâ bir şeyler söylemesin, bekliyordu. Ne yazık ki beklentileri karşılığını bulacaktı.

  

"Yurtdışı seyahati için hazırlıklara başla."

  

  

  ***

  

Efsun'un Kaleminden

      

Hayat bana oyun üstüne oyun oynuyordu. Ben mutlu olmaya çalıştıkça bir şeyler ters gitmek için fırsat kolluyordu. Çocukken annemden nefret ederdim. O kötü bir kadındı. Babamı öldürmüştü. Ve ben ona duyduğum nefretin içimde soğumaması için her gün her gece bunu kendime hatırlatıp durmuştum. Ondan nefret etmek benim yaşama sebebim gibiydi. Babamın yokluğunda bu nefret beni ayakta tutmuş, ağlamak için dudaklarım kıvrıldığında bu nefretle dudaklarım tebessüm etmişti.

  

Annemin cezaevinde intihar ettiğini öğrendiğimde içime çöreklenen sancı babamınkinden daha az değildi fakat babamın arkasından ağlayan ben anneme duyduğum hasreti içimde saklamıştım. Diğerlerinin yanında susmuş sadece herkesten uzak bir duvar köşesini bulup haykırarak ağlamıştım. Orada beni kimse bulamazdı. Kimse peşimden gelemezdi ve ben kötü bir kadının kızı olduğumu unutup huzurla gözyaşı dökebilirdim. Ağzımı kapattığımda haykırışlarım kısmen boğuluyordu. Sesimin fazla çıkmaması iyiydi çünkü her fırsatta k... diye yaftaladıkları kadının arkasından ağladığımı kimseler göremezdi.

  

Eve geç kaldığımda başkalarına onun kızı olduğumu yanlış işler gördüğümü zannettiren tüm acı hatıraların annemle birlikte mezara gömüleceğini sanmıştım. Yanılmıştım. Çünkü ilerleyen zamanlarda da ailenin en büyük kabusu olmaktan kurtulamamıştım. Yeni yeni serpildiğim o ilk gençlik yıllarında bana göz ucuyla bakan her delikanlıya kuyruk sallamışım gibi kötü imaların muhatabı olmaktan kurtulamamıştım. Eteğimin boyu, pantolonumun darlığı herkesin derdi olmuştu. Sadece 15 yaşındaki bir kızın açık unutulan fermuarı bile delikanlı avı olarak yorumlanmış, kadınlığın ne olduğunu bilmeyen masum gözler itici dedikoduların muhatabı olmuştu.

  

"Ya başımıza kalırsa, annesini bilenler dilden dile düşürür de onu oğullarına almazsa" diyen yengeme amcamın ağız dolusu suskunluğu ve öfkelenmeleri cevap olmuştu. Anasına bak kızını al diyenler anneme bakarak bende istenilesi pek bir özellik bulamıyordu. Onlara kendini beğendirme derdinde olan biri de değildim. Evlenmek uzak yakın planlarım arasında yoktu. Fakat beni evlendirmek ve yerimi buldurmak onların bana dair olan en büyük arzusuydu.

  

Başıma o felaket geldiğinde de kimse bu duruma şaşırmamıştı. Er ya da geç başlarına bela olacağımı biliyormuş gibi kendilerinden emin ve başları bir eğik pozisyon almışlardı. Çok şey söylenmişti arkamdan. Onu benim ayarttığım, bile isteye tecavüze davetiye çıkardığım en popüler dedikodular arasındaydı.Eteğimin boyu ve rengi, yüzümdeki makyaj ve tavrım herkesin derdi tasası olmuştu ve suç, erkektir yapar diyen zihniyetin nazarında bana kalmıştı. Oysa sadece eğlenmek istemiştim. Hayatımdaki o özel günü her kız gibi doyasıya yaşamak istemiştim. Olmamıştı. Hayallerimin simgesi mavi elbise iğrenç bir elde kan kırmızıya dönmüştü. Lekenin mimarını lekenin aklayıcısı olarak gören karanlık vicdanlar kendi elleriyle onu mezara koymuş beni ise yaşarken öldürmüştü.

  

Bu gün annemi kaybettiğim yerdeydim. Oyuncular yer değiştirmişti. Kocasını öldüren annemin yerinde ben vardım benim yerimde ise oğlum. Benim annemden nefret ettiğim gibi o da benden nefret eder miydi bilmiyordum. Babasını öldürdüğümü öğrendiğinde bana hesap soracak mıydı? Bu yüzleşmelere hazır değildim. Oğlumu kaybetme fikrini kaldıramıyordum. Masum olmam şu saatten sorma bir şeyleri değiştirebilir miydi bilmiyordum. Bu düşünceleri olabildiğince ötelemek başıma gelen en iyi şey gibiydi. Fazla düşünmek canımı acıtıyordu. Harzem tüm bu gerçekleri önüme köpeğin önüne kemik atar gibi atmıştı. Zihnimdeki haşereler bu hatırlatmayla yuvalarından çıkmış ve önce kalbimi sonra da beynimi istila eder olmuştu. Rüyalarımda Yiğit'i görüyordum. Benim annemi suçladığım gibi o da beni suçluyor nefret ettiğini söyleyip deli gibi bağırıyordu.

  

"Yine ne düşünüyorsun kara kara?" Melis'e o bilindik sahte tebessümlerimle karşılık verdim. Gülümsemek benim acılarıma açtığım savaşın koruyucu muhafızı gibiydi. "Hiçbir şey!" Çalışma atölyem olacak o güzel yere baktım. Bu gün günler sonra evden çıkmış, yaşadığım hayal kırıklığından sıyrılarak yeniden oğlum ve kendim için ayağa kalkmıştım. Harun Bey, beni moda dünyasına kazandırmak için oldukça hevesliydi. Güney'in aksine beni kızı gibi bağrına basmıştı ve çekingen tavırlarıma rağmen beni bu küçük atölyeyi açma fikrine ikna etmişti.

  

O gün ilk defa kendi paramla kendime güzel bir dikiş makinesi almıştım. Harika kokulu mumluklarım, masa lambam ve çizim masamla her şey muhteşem görünüyordu. İçerde küçük, şirin bir mutfak vardı. Kap kaçak koymak için mutfak bölmeleri hemen hemen elimin altındaki her yerdeydi. Küçük bir fırın ve fırında pişmekte olan kekimiz, çay ve kahve makinalarımız... Burası tam hayal ettiğim gibiydi. Pencerelerden tatlı bir güneş ışığı sızıyor, içimizi bu ikindi vakti huzura kavuşturuyordu. Uzun zaman sonra ilk defa mutluydum. Kendime olan inancımı arttırdığım için kalbim neşe doluydu.

  

Bir insanın çevresindeki insanları mutlu edebilmesi için önce kendini mutlu etmesi gerekiyordu. Gözlerinin içi gülen bir kadınla nefret ve acı dolu bir kadın asla aynı olamazdı. Etrafa yaydıkları enerji bile bambaşkaydı. Oğluma iyi bir anne olabilmek için önce kendim iyi hissetmeliydim. Aksi takdirde hiçbir çabam aramızdaki bu ilişkiyi düzene sokmayacaktı.

  

Harun Bey, yaptığı işte benim tasarımlarımı kullanmak ve hayata geçirmek istiyordu. Bu durum benim de hoşuma gitmişti. Arkadaşıyla buluşmak için randevüleşmiş ve ikimize uygun olabilecek bir gün ayarlamıştık. Terzilik ve çizim becerilerimi daha da geliştirmek istediğimde beni yakından tanıdığı bir başka dostuna yönlendirdi. İşten arta kalan zamanlarımda dikiş ve tasarım için başarılı modacılardan eğitim alacak ve kendimi kısa sürede bu işte zirveye taşıyacaktım. Benimle bu kadar yakından ilgilenmesine çok şaşırıyordum.

  

Yıllar boyu kimse tarafından kucaklanmamış, ötekileştirilmiş bir kız çocuğuydum ben. Daha yeni tanıdığım birinin bana bu kadar iyi davranması şaşılacak şeydi. Bakışlarından kötü bir niyeti olmadığını anlıyordum ama yine de ona tamamen güvenemiyordum.

  

Ben heyecandan şarkılar söylemeye başladığımda Melis koşarak dikiş makinamın bulunduğu koliyi kucakladı ve inleyerek çalışma masamın üzerine bıraktı. "Vay canına! Bu kadar ağır olduğunu düşünmemiştim." Heidi gibi iki ayağımın üzerinde sekerek soluğu kolinin yanında aldım. Maket bıçağı bantları keser kesmez kalp atışlarımı duymazdan gelerek o güzelliği doya doya inceledim.

  

Beyaz renkteydi, parlak yüzeyi ve güçlü metal parçaları oldukça kullanışlı bir ürün aldığımı ortaya koyuyordu. Onu masama yerleştirip iplerle dolu bir kutuyu çekmeceme sıraladım. İğneliğim ve kumaşlarım raflarda yerini almıştı. Elbette ölçü için aldığım araçlar da şimdiden çekmecemden bana el sallıyordu.

  

Kuş sesleri elimdeki bezle camları silerken kulağıma değdi. Oldukça neşeli bir çocuk şarkısı da dilime dolanmıştı. "Mini mini bir kuş konmuştu pencereme konmuştu. Aldım onu içeriye cik cik cik cik ötsün diye..." Melis elindeki bezle kıkırdayıp komik şarkıma eşlik etmekte bir sakınca görmedi. "Pır pır ederken canlandı ellerim bomboş kaldı." Bezleri yere atıp sırt sırta vererek kahkahalarla güldük. Çok yorulmuştuk ama buna değmişti. Dışarıdaki kalabalık cadde ile aramızda camdan bir duvar vardı. Bu sayede o duvarın ardında koşuşturan insanları görebiliyordum.

  

Caddenin 600 metre kadar ilerisinde Yunuslu bir park vardı. Etrafı çitlerle çevriliydi. Bu çitlerin gerisinde kocaman bir havuz havuzun tam ortasında ise plastik malzemeden karın karına birleştirilmiş iki yunus balığı bulunuyordu. Ağızlarından akan sularla insanı dinlendiren huzur verici bir iklimi soluyabiliyordunuz. Silme süpürme ve yerleştirme işleri bittiğinde elimdeki lezzetli sepetle soluğu o parkta almıştık. Biraz dinlenip piknik yapmak ikimize de iyi gelecekti.

  

Havada nefis bir çam kokusu vardı. Vişne ağaçları çiçek açmıştı ve her taraf yemyeşil sarmaşıklarla çevrelenmişti. Melis yanımızda getirdiği termostan çayımı doldururken un kurabiyelerimi çıkarıp onun tabağına kısırla birlikte ekledim. Nefis çikolatalı ıslak keki tattığımda dolu dolu olan ağzımla boğulur gibi "Nefsi olmuş!"diye homurdandım. Ben mırıl mırıl şarkı söyleyip yiyecekleri aceleyle tüketirken onun gözleri hep üzerimdeydi.

  

"Artık Güney'i düşünmüyor olamazsın değil mi?"

      


"Düşünmüyorum!" Dedim onu bakmadan domates dilimini ağzıma götürürken. "O uyuz star bozuntusunu hiç ama hiç umursamıyorum. Bana söylediği o sözden sonra yüzünü bile görmek istemiyorum. Kendisini bir şey zannediyor. Hah! Bu hayranı olacak kızlar onun burnunu resmen kaf dağına ulaştırmış. Ama suç ben de ben yüz verdim. Yüz verdik ayıya geldi... Tövbe yarebbim ya! Bir daha asla yüzüne bakmayacağım. Sesini duymaya bile tahammülüm yok. İnşallah boğazı şişer sesi kısılır. Konser verirken muz kabuğuna basıp düşer de belini kırar! Otobüse bindiğinde akpili bitsin ve kimse ona akpil basmasın inşallah!"


Ben bir yandan homurdanarak tıkıştırırken bir yandan da aklıma ne gelirse sayıp döküyordum. Melis ise kahkahalarla gülmekten çatalını parmaklarının arasında tutamıyordu bile. "Ah Efsun! İnsan senin yanında hiç yaşlanmaz. Gülmekten öldürürsün adamı." Ağzımı kindar kindar peçeteyle silip kaşımın birini kaldırdım.


"Gülme Melis! Ben ciddiyim. Her şey bitti. Sildim onu! Bundan sonra onun bulunduğu sokağa bile girmem. Elimden gelse gezegen değiştireceğim."Tam o esnada caddenin karşısındaki mağazadan buram buram Güney'in sesi yükseldi. Onun hit şarkılarından biri devasa hoparlörlerden bize kadar ulaşıyordu. Muhtemelen açılış yapıyorlardı ve açılışları bula bula bizim piknik yaptığımız günü bulmuştu.


Ayağa kalkıp dişlerimin arasından "Ben şimdi seni!" Diye konuştum. Yumruk yaptığım ellerimle resmen şarkıyı çalanları dövmeye gidiyordum. Melis koluma yapışıp beni durdurmaya çalıştı. "Aman dur! Sakin ol lütfen! Yine başını belaya sokacaksın." Birkaç adım öne doğru atılıp "Bırak Melis!"diye bağırdım. "Gidip onu benzeteceğim." Beni zoraki yerime oturtup "Saçmalama bu sadece bir kayıt. Bırak insanlar ne çalarsa çalsın. Bizi ne ilgilendirir?"


Kişner gibi tiz bir sesle, "İnadıma yapıyorlar!" dedim. "Resmen tahrik var."


"Tahrik falan yok! Sen sadece aşk acısı çekiyorsun hepsi bu? Geçer geçer! Al biraz ıslak kek ye!"


"Sen..." Ben gözlerimi devirmeme fırsat tanımadan o sigara böreklerinden birini daha konuşmama imkan vermeden ağzıma tıkıştırdı. Neyse ki iki dakika sonra müzik kesilmiş ve biz de huzurlu, nezih bir ortama kavuşmuştuk. Çayımı yudumlarken birkaç kişi yakınımıza gelip bana dikkatli dikkatli bakmaya başladı. "Yoksa siz şarkıcı Güney Tunç Atasoy'un klibinde oynayan kız mısınız?" Melis'le birbirimize baktık. Eyvah! Herkes klibi izlemiş olamazdı değil mi? Yutkunup dudaklarını şebek gibi büzen Melis'e yan bir bakış attım.


"Yooooo ben klipte falan oynamadım. Bence benzetiyorsunuz!" Sarışın siyah gözlü genç kız elindeki son model telefonu çıkarıp YouTube uygulamasını açtı ve klibi bana izletti. "İşte işte sizsiniz. Ay çok güzel bir klip, çok romantik. Güney aşkım sonunda kendisini tamamlayacak modeli seçmeyi başarmış. Ben bayıldım. Her gün odamdaki posterini öpmeden uyuyamazdım şimdi de bununla birlikte klibi izlemeden uyuyamıyorum. Ah ah!"


Melis'in kıkırdamalarını boğmaya çalışıp hırıltılı sesler çıkarırken saçlarım diken diken olmuştu. Kendimi kirpi gibi hissediyordum. Bu kız canına susamış olamazdı değil mi? 1) Güney'e hangi vasıfla aşkım diyordu bu ne densizlikti. 2) Onu öperek uyuyamazdı ki bu ilkinden çok daha büyük bir suçtu. 3) Bu Allah'ım belası klip ne ara 40 milyon izlenmişti? Yoksa ben de mi ünlü olmuştum. Hayııııııır!!


Elimle kafamdaki düşünme balonunu patlatıp kıza döndüm. "Ha şu klip. Ben klipte falan oynamadım. O kız... O kız şey..." Herkes merakla ne diyeceğimi kollarken "Benim ikiz kardeşim!" diye ekledim. Melis kendini daha fazla tutamamış ağzından tükürükler saçarak kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Kızlar bizi izlerken ben ahşap park masasının üzerindeki sofra örtüsünün dört ucunu avucumda buluşturup içindeki tabak ve bardakları toplamadan hunharca bohça haline getirdim ve bohçacı kadınlar gibi omzumun üzerine aldım.


Melis'i elinden tutup ters ters kızlardan uzaklaşırken,"Hiç sormayın!" Diye geveledim. Yüzümü olabildiğinde acıklı bir kisveye büründürmüştüm. "Onu kaybettik. Çok elim bir kaza sonucu hayata veda etti. Hâlâ acısını yaşıyoruz. Dün akşam kamyonla çarpışmışlar. Şimdi eve gidip onu gömmemiz gerekiyor ve sanırım Melis de onun için bir helva yapacak. Şimdilik hoşçakalın. Daha başka kliplerde görüşmek üzere. Yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkürler. Bol reytingler..."


Ben gevezelik üzerine gevezelik yaparken Melis kahkahalarının arasından dökülen gözyaşlarını siliyordu. "Beni öldüreceksin. Ha ha!" Kaçar gibi bize şaşkınlıkla bakan kızlardan uzaklaştık. Yeniden atölyeye geldiğimizde Melis hâlâ kahkaha atıyordu. Bu kızın sorunu neydi? Herkes ünlü olmak istemeyebilirdi. Pek tabî bunda anlaşılamayacak bir şey yoktu. Sonuçta çok sevgili Güney Tunç Atasoy'un klibinde kendi isteğimle oynamamıştım. Beni resmen tuzağa çekmiş fare gibi peynir atarak avlamıştı. Tamam hakkını yiyemem sonradan istersen iptal edelim dedi ama bu sefer de ben kabul etmedim. Her neyse olan oldu artık!


Melis kapıyı ardımızdan kapatıp kıkırdamalarına içerde de bir süre devam etti. "Demek ikiz kardeşindi ha! Birde kamyonla çarpışıp öldü. Tabi gökten üç altın elma da düştü. Pireler berber oldu. Ölüler de mezarlarından çıkıp tango yaptı. Ah Efsun bildiğin delisin. İnsanlardan kurtulmak için bir İstanbul'u Güneydoğunun incisi yapmadığın kaldı. Daha neler?"


Koluna sert bir çimdik attım burnumu gerginlikle kırıştırırken. "Yeter Melis. Güney'e dair bir şey duymak istemiyorum. Elbette o klip meselesi de çoktan kapandı. Umarım bunun devamı gelmez. Benim tek derdim hayatımı geri kazanıp oğlumu bulmak. Artist falan olmak istemiyorum." Melis tombul gövdesini masanın üzerine yığılır gibi bıraktı. Beni anladığını ve anlayacağını hiç sanmıyordum. "Tamam minik kuş. Sana artist ol demedim ama evet diyip kibarca teşekkür edebilirdin. Bu kadar telaş yapıp kaçmana gerek yoktu."


"Tabi. Fotoğraf çekilmek isteyeceklerdi ve bir bakmışım sosyal medyada tıklanmaya başlamışım. Ben görünür olmamak için uğraşırken sen neden bahsediyorsun?" Sandalyeyi çekip kaygılı bir şekilde oturdum. Melis bozulan morelimden hoşlanmamış gibi vızıldandı.


"Neden? Ün, para güç demek! Yiğit'i bulmak istemiyor muydun? İşte sana fırsat! Bu klibi şansa çevirip talihini döndürmek senin elinde. Sadece fırsatları değerlendir." Başımı sallayıp ciğerlerindeki tüm havayı dudaklarımdan efkarla boşalttım. "Yapamam. Kocam olacak pisliğin ailesi beni hapse gönderirken intikam yeminleri etti. Oradan her ihtimale karşı gizlice çıktım. Hatay'ı terk edip İstanbul'a neden kaçar gibi geldim sanıyorsun? Neden Yiğit'i hasretini göze alarak buradaki teyzeme emanet ettim. Bir gün kapıma dayanmayacaklarının garantisini verebilir misin?"


Melis'in düşen yüzü tüm neşesinin kaçtığını haber veren bir kara bulutla gölgelendi. Haklıydım. Benim hayatım asla tam anlamıyla güvenli olmayacaktı. Oğlumu benden almaya çalışabilirlerdi ki bu çok da imkansız değildi. Sabıkalıydım ben! Yiğit'i bana emanet ederken katil olduğum gerçeği ayağıma er ya da geç dolaşacaktı.


"Haklısın! Özür dilerim. Bunu hiç düşünemedim." Elini omzuma uzattı. "Ben hep yanında olacağım."


"Biliyorum!"deyip başımı omzuna yasladım. Ondan başka bir dayanağım yoktu. Melis'in telefonu çaldığında aramızdaki yakınlık da perdelenmişti. Telefonunu elinde evirip çevirdi ve ben şaşkınlıkla onu izlerken "Eyvah!" Diye vurgun yemiş gibi sayıkladı. "Sana söylemeyi unuttum. Harun Bey bu akşam seni bir defileye davet etti. Modacı bir arkadaşıyla tanışmanı istiyor. Sana hazırlanman için kıyafet bile gönderdi."


Ayağa kalkıp! "Sen neden bahsediyorsun?"diye bağırdım. Kızgın değildim fakat şaşkınlıktan sesim fazla çıkmıştı. "Şaka yapıyor olmalısın. Böyle bir fırsatı kaçıracak kadar şapşal olmadığını umuyorum. O zümreden insanlarla ilişki kurman ve çevre edinmen çok önemli. Harun Bey seni almak için gelecek. Defileye de birlikte gideceksiniz."


Onu daha fazla dinlemeyip kendimi atölyenin banyosuna attım. Her şey öyle güzel düşünülmüştü ki buraya aşık olmamak imkansız gibiydi. Banyo beyaz seramiklerle kaplı, buğulu duşa kabini olan metal parçaların ise altın rengiyle çarpıcı hale getirildiği hoş bir tasarıma sahipti. Benim gibi uzun süre duş alan biri için gerçekten harika bir deneyimdi.


Sıcak suyun altında köpüklerin arasında hızlı olmaya çalışarak olabilecek en iyi duşu aldım. Melis saçlarımı kuruturken ben çoktan makyaj malzemelerime girişmiştim. Üzerime geçirdiğim askılı pudra rengi abiye ve dalgalı saçlarımla defileye katılmak için hazırdım. Gözlerimi ortaya çıkaran dişi bir makyaj yapmıştım ve dudaklarımı soft bırakmayı tercih etmiştim. Çok kadınsı görünmeyi sevmiyordum ama biraz çarpıcı olmamın bir zararı yoktu.


Melis hazırlıklar bitince ellerimden tutup beni oturduğum döner koltuktan kaldırdı ve kendi ekseni etrafımda bir tur döndürdü. "Vay canına! Harika görünüyorsun. İnsanlar seni hayranlıkla izlemekten podyumdakilere dönüp bakmayacak bile." Sıra ona geldiğinde siyah straplez mini bir elbise hazırlamıştık. Melis benden çok daha kadınsı bir makyaj tercih etmişti ve dağınık topuz yaptığımız saçları gerçekten harika görünüyordu.


Rujunun son rötuşlarını yaparken iddialı iddialı aynaya baktı. "Siyah balık etli hanımefendiler için en ideal renktir. Bir beden daha ince göründüğüm için özgüven patlaması yaşamış olabilirim." Ben kıkırdarken dudaklarım övgü dolu sözleri dizmekte bir sakınca görmedi. "Sen her halinle güzelsin tombul güvercin."


"Ben kiloları yüzünden takla atamayan tombul bir güvercinim. Ve kendimi çooook seviyorum. Yani sıska popolu bir kız olmadığım için son derece mutluyum." Bir anda neşeli gülüşlerimizi bir ses böldü. Ve saniyeler sonra sert bir nesne bileğime çarpıp ayaklarımın dibine düştü. Gözlerimiz korkuyla büyümüş nabzımız birkaç dakika öncesine kıyasla deli gibi atmaya başlamıştı. Ben bileğimi ovarken Melis yerdeki kağıda sarılmış taşı aldı ve kağıdı açıp yazıları okumaya başladı. Akan her satırda gözlerindeki endişe kara bir mezara düşüyor ve korkusu yüzünün her santimine sirayet ediyordu. Elindeki kağıdı alıp tüm satırları tek tek okudum.


"Yanlış yollardasın mahpus kuşu. Bu işin peşini bırakmak zorundasın. Daha fazla hayatının mahvolmasını istemiyorsun pençelerini üzerimizden çek! Yiğit'i unut ve hayatına devam et. Böylesi ikiniz için de daha iyi olacak. Hata yapman demek pek çok insanın ölümü demek."


Dolu dolu gözlerimle bir süre duraksadım. O sırada Harun Bey'in lüks aracı kapının önünde durdu. "Ona hiçbir şey söylemeyeceksin." Melis'i gözlerimle uyandığımda Harun Bey'in karşısında ağzını bile açamadı. Harun Bey selam verip bize methiyeler dizerken ikimiz de gerginlikten titriyorduk. Kapıyı kilitleyip araca bindik ve defile alanına doğru hızla yol aldık. Harun Bey bizimle konuşup havadan sudan sohbetler etmeye çalışsa da ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu. Yaklaşık 20 dakika sonra aracımın kapısı şoförün nazik hareketiyle açıldı. Uzun topuklu platform ayakkabılarımızla nazik yürümeye çalışarak girişe yöneldik.


Giriş kırmızı bir halıyla biz kucaklıyordu. Halının üzeri kırmızı güllerle kaplıydı. Kenarda bol miktarda ışık ve Şamdan vardı. Giriş kapısının üstü uzay grisi, gümüş balonlarla kemer olacak şekilde süslenmişti. Onlarca gazeteci flaşlarını patlatarak defiledeki ünlü isimleri soru yağmuruna tutuyordu. Yolumun asla rastgelemeyeceği ünlü isimler gözlerimin önünde kameralara poz verip yanıp sönen ışıkların arasında o altın eşikten geçti. Sıra bize geldiğinde Harun Bey ve melekleri olarak gövde gösterisi yapmaktan çekinmedik.


Gösterişli girişten sonra kendimizi loş bir ortamda bulduk. Giriş yukarıda kokteyl salonu ise aşağıdaydı. Salona girebilmek için parlak ışıklarla aydınlatılan geniş merdivenlerden geçmek zorundaydık. Merdivenin başında nezaketen Harun Bey'in koluna girip kokteyl masalarının olduğu kalabalık iklime baktım. Biz yavaş yavaş merdivenleri inerken adımlarım aşina olduğum kişinin varlığıyla duraksadı. "Bu defilede Güney de bize eşlik edecek. Senin için bir mahsuru yoktur umarım."


Harun Bey'i duymuyordum. Gördüğüm manzara siyah bir yılanı dilime dolamış içime akan kıskançlık zehri beynimi uyuşturmuştu. Onca kişinin arasında sadece onu görüyor, bir tek onun varlığıyla titriyordum. Bu Güney Tunç Atasoy'du. Peki ona sırnaşan bu siyah saçlı buğday tenli kız da kimdi? Bu kadar yakın olmak zorunda mıydılar? Dudaklarım heyecanla aralanırken yine aynı şey oldu. O çirkin diyaloglardan günler sonra ilk defa gözlerimiz buluştu.


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. 💫


instagram: seyma_yldz_koc


Loading...
0%