Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm: Aşk-I Viran

@syildiz_koc

Medya: Emre Fel (Elveda)

 

Merhaba arkadaşlar. Biraz ara verdikten sonra yeniden karşınızdayım. Defne'ye menenjit aşısı vurdurduğumuzdan bir süre aktif olamadım. Bölümler uzun olunca ister istemez paylaşımları etkiliyor. Daha pek çok hikayede buluşacağız. Bu kurguyu bitirmeden yenisini muhtemelen paylaşmam. Ama yine şaşırtmaya devam edeceğimden bir şüpheniz olmasın. Şarkıyı ben çok sevdim. Bölüme yakıştı bence. Dinlerseniz eminim sizler de seversiniz. Ben Emre Fel'den bir Cem Karaca vibesi alıyorum. Sonraki bölümlerde de bize eşlik edecek gibi duruyor. Duyurular için beni takip etmeyi unutmayınız.

 

İnstagram: seyma_yldz_koc☺️

 

 

 

Hayat bizleri her zaman olduğu gibi en yaralı yerimizden vuruyordu. Güney beni üzmüştü. Hayır üzme kelimesi hafif kalırdı. Beni yaralamış ve hiç acımadan açtığı yaraların üzerinde tepinmişti. Bilip bilmeden bana öyle bir yakıştırmada bulunmuştu ki bütün mazim gözlerimin önüne perde perde düşmüş, geçmişteki kötü hatıralarım çivili bir tahta gibi beynim tam ortasına yerleşip kanatmıştı. Bu yakıştırmalar bitmeyecekti. Beni bu sözlerin muhatabı yaparken bir daha yüz yüze bakmak zorunda kalacağımızı nasıl düşünmezdi?

 

Titriyordum. Günler sonra ilk kez karşılaşıyorduk. Hiç bir şey olmamış gibi karşısında durmak beni mahvedecekti. Ben merdivenlerin başında salona inmek için Harun Bey'in kolunun hareket etmesini ve beni sürüklemesini bekliyordum. Bendeki değişimi fark etmişti. Hareket edemediğimi, Güney'i gördüğüm an kitlendiğimi anlamıştı. "İyi misiniz küçük hanım?"

 

"İyiyim!"dediğimde sesimin titrek ruhsuz tınısı beni yalancı çıkarmak için fırsat kolluyordu. Dudaklarımın kurumasına, bacaklarımın titremesine engel olamıyordum. Hiç değilse ona uzak bir yere geçeceğimizi ümit ediyordum. Onun durumu da benden farklı değildi. Yanındaki kadının ilgisine duyarsız sadece beni izliyordu. Burada olacağımdan haberi yoktu muhtemelen. Olsa eminim bu kadar şaşırmaz ve donuk donuk bakmazdı. Kadın koluna dokunup onu benim gözlerimden kurtarmaya çalışırken Harun Bey'in eli bileğime dokundu. Rahatsız olmamam için bunu temkinliği bir edayla yapmıştı.

 

"Yüzünüz bembeyaz oldu. İyi olduğunuzdan emin misiniz?" Başımı sallayıp gülümsemeye çalıştım. Şu saatten sonra arkama bakmadan çıkıp gidemezdim. Hem Harun Bey zor duruma düşerdi hem de ben bir korkak gibi kaçıp saklanmayı gururuma yediremezdim. Kalıp bu gecenin normal seyirde devam etmesini sağlayacaktım. Kırmızı halının üzerinde yavaş adımlarla salona doğru yürüdüm.

 

Defile başlamak üzereydi. Tek duam defile biter bitmez çekip gidecek olmamdı. Melis'e göz ucuyla baktığımda çoktan kırmızı dudaklarını kemirmeye başlamıştı. En az benim kadar endişeliydi. Ortamda loş bir ambiyans vardı. Kokteyl masalarına gümüş rengi bir kumaş giydirilmiş, etrafını saran gri tül fiyonklu şeklinde bağlanmıştı. Spot ışıkları her yerdeydi. Büyük saksılar tabana değen uzun bitkilere ev sahipliği yapıyordu. Şık giyimli güzel kadınlar, smokinli her yaştan erkeklerle masaların yanında sohbet edip kahkahalarla eğleniyordu. Bir garson yanınızdan geçti. Elinde farklı boyutlarda bardaklar, bardakların içinde farklı renklerde içecekler ve kanepeler bulunuyordu.

 

Güney'in bulunduğu yere bakmak istemiyordum. Kıskançlık içimde mekik dokuyordu. Gözlerimi o kadından kurtarmak en az Güney'den kurtarmak kadar zordu. Onu ilk kez görmüştüm. Nerde tanıştıkları benim için bir merak konusuydu. Bu kadın o tartışmamızdan sonra Güney'in hayatına girmiş olabilir miydi? Yazıklar olsun. Demek ilk fırsatta kendini başka bir kadının kollarına atmıştı. Hiç değilse arkamdan biraz üzülüp yas tutmasını beklerdim. Sonuçta öldürdüğü benim duygularımdı. İşte bu kadar boş ve değersizdim onun için.

 

Başım dönüyordu. Parlak avizeler gözlerimi kamaştırmış başımda korkunç bir ağrının başlamasına sebep olmuştu. Mideme kramplar giriyordu. İkisini yan yana görmeye nasıl tahammül edecektim? Masalarına yaklaşırken durmayacağımızı ümit ederek kapıya yöneldim fakat beni durduran Harun Bey'den başkası değildi.

 

"Merhaba Güney. Seni burda görmek ne güzel!"

"Merhaba"dedi Güney.

 

Bana bakmamak için ne kadar yoğun bir çaba sarfettiğini anlayabiliyordum. Harun Bey'in bakışları beni kolaçan edip neşeyle tararken gözlerimi olabildiğinde Güney'den uzak tutmaya çalışıyordum. Bakışlarımı kaldırdığımda yanındaki kadınla göz göze geldim. Saçları sıkı bir topuz yapılmıştı. Koyu göz makyajı ve dişil enerjisi onu gördüğüm ilk andan beri dikkatimdeydi. Üzerinde çarpıcı dekoltesi olan derin göğüs yırtmaçlı askılı siyah bir elbise bulunuyordu. Göz göze geldiğimizde birbirimizden hiç iyi bir enerji almamıştık. Güney'e bu kadar yakın olması sinirlerimi bozuyordu.

 

"Defile birazdan başlayacak. Ardından kokteyl ve kutlama... Sen pek bu tarz ortamlardan hoşlanmazsın ama yine de beni kırmayıp geldiğin için teşekkür ederim.

 

"Rica ederim."dedi Güney. Pahalı gömleği ve ciddi kumaş pantolonu harika görünüyordu. Bunca erkeğin içinde yıldız ışıltısını bir tek onun üzerinde yakalayabilmiştim. Gözleri üzerime sabitlendiğinde saç diplerimin terlediğimi hissettim. Yakınında olmak ve kokusunu almak öldürücüydü.

 

"Hoşgeldiniz Efsun Hanım. Sizi görmek de güzel." Harun Bey'i bir baş selamıyla karşıladığında içime çöreklenen korku kalp atışlarımı hızlandırmıştı. "Amcamla harika bir ikili olmuşsunuz."

 

Bir süre duraksadım. İmalı yaklaşımı beni daha ilk dakikalarda çileden çıkarmaya yetmişti. Gözlerim Harun Bey'e kirpiklerimin ucuyla baktığında benim aksime bu durumdan rahatsız olmadığını fark ettim. Bu söz bana olduğu kadar ona karşı da saldırı niteliği taşıyordu. Bizi farklı bir ilişki içerisinde kabul ediyor olamazdı değil mi? Harun Bey ile aramızda ciddi bir yaş farkı varken Güney'in bunu düşündüğüne inanmak istemiyordum.

 

"Hoş bulduk. Evet. Harun Bey gibi saygıdeğer bir beyefendiyle böylesi hoş toplantılara katılmak benim için büyük bir mutluluk. Tabi burada görmeyi arzu etmediğim insanlar da mevcut."

 

Harun Bey hafifçe kıkırdarken Güney'in şakaklarında kıskançlık rüzgarları esiyordu. "Bilirsin Güney. Gençlere destek olup başarılı, idealist bireyleri topluma kazandırmayı severim. Efsun Hanım keşfedilmesi gereken harika bir yetenek. Ziyan olup gözardı edilmesine izin veremezdim. Burada sanat ve moda camiasından pek çok isim var. Onlarla tanışıp çevre edinmesi kariyeri için çok iyi olacak."

 

Güney'in yüzü yumuşasa da ben hâlâ öfkeden tepinmemek için kendimi zorluyordum. Bana söylediği o sözleri unutmam imkansızdı. Kalbim öyle çok kırılmıştı ki beynim ona dair olan tüm hayallerimi kusup dilime adını anmayı yasak etmişti. "Sizinle çalıştığım için mutluyum. En azından sözleşmeyle beni zora sokup faydalanmaya çalışmıyorsunuz."

 

Bakışlarım Güney'in kızaran yüzünde dolaştı. Benden bunun için defalarca özür dilemişti fakat ben özürlerini kabul etmekle birlikte bana yaşattıklarını unutmuyordum. Şimdi peşime o belalı akrabalarım düşse ve zarar görsem tek sorumlusu Güney olacaktı. Ne yaşadığımı bilmeden beni o klipte oynatmıştı. Şimdi ise beni kahretmek için fırsat kollayan insanların pençelerinden kurtulmaya çalışıyordum. Tırnaklarımı Güney'in boğazına hâlâ geçirmediğime göre fazlasıyla sabırlı biri olmalıydım. Tahmin ettiğim kadar deli olmamam gerçekten iyiydi fakat bu düştüğüm durumu değiştirmiyordu.

 

Harun Bey, "Bir gerginlik kokusu alıyorum sanırım."dedi hâlâ koluna mıhlanan bileğimi işaret parmağıyla dürterken. Bu durumdan hoşlanmamış gibiydi. "Hiçbir gerginlik yok. Efsun Hanım'la günler önce yollarımızı ayırdık. Sanırım iş hayatında pek uyumlu bir ilişkimiz olmadı. Sağlık olsun." Bu kadar basitti işte! Bana yaşattıklarından sonra birkaç cümleyle aramızdaki ilişkiyi açıklamış ve noktalamıştı. Peki neden canım bu kadar çok yanıyordu?

 

"Olur böyle şeyler!"dedi yanındaki kadın. Fazla havalı, ukala bir duruşu vardı. Onu gören tüm kameraların kendisini takip ettiğini ve hayranlarının yollarına güller döküp geçit vermediğini düşünürdü. Ortada gülünecek hiçbir şey olmadığı halde sürekli sırıtması ve konuşurken tüm yüzünün mimiklerini abartılı bir samimiyetle kullanması, en ufak bir hareketinde dahi tüm vücudunun oryantal gibi kırıtması gerçekten sinir bozucuydu. Ondan gıcık almakta fazla erkenci davranıyor olabilir miydim?

 

Elleri Güney'in gömleğinin yakasını düzeltti. Güney önündeki kadehe buz gibi bakarken teklifsizce mavi gözlü devin koluna girdi. Onun bu yapışık tavırlarını gören herkes kırk yıllık bir ilişkinin sahibi olduklarını düşünürdü. Ben kıskançlıktan dudaklarımı kemirirken Güney kolundaki kadını rahatsız olmuş gibi kendinden uzaklaştırdı. Bu tavrı ondan hoşlanmadığını gösteren bir ibare kabul edebilirdim. Demek sevgilisi değildi. Aksi takdirde bu kadar ketum ve ilgisiz davranmazdı.

 

"Efsun Hanım klibimizdeki kostümleri tasarladı." dedi Güney. Sesindeki gurur yüklü tını itiraf edemesem de hoşum gitmişti.

 

"Ya!"derken dudakları küçümser gibi öne toplandı kadının. Güney onu bu tavrını fark etse de bize takdim etmek konusundaki ısrarını yutmadı. "Ceyda Hanım prodüktörüm Hilmi Kayacan Bey'in asistanlarından biri. Bundan sonra kariyer planlamamda bana müzik şirketinin isteğiyle yardımcı olacak."

 

Ceyda gururla otuziki diş sırıtmaya devam ediyordu. Elini Harun Bey'e öpmesi için uzattığında beyefendi sadece nezaketen sıkmakla yetindi. Ona gereğinden fazla hürmet etmek gibi bir derdi yoktu.

 

"Memnun oldum Ceyda Hanım." Ceyda'nın eli bana uzandığında ruhsuzca sıktım. Ondan hoşlanmamış tam da bu sebepten samimi bir tebessümü bile fazla görmüştüm. "Ben de memnun oldum."derken kaşının biri kibirle kalktı. Yürüyen bir egoyu ilk defa görmüyordum ama bu kadar şişkin olanına ilk defa tesadüf etmiştim.

  

"Kostümler hoştu ama ne bileyim başka türlü bir şeyler kullanılmalıydı bence. Daha spor olabilirdi. Oyuncu tercihi de pek yerinde olmamış gibi. Daha çarpıcı görünen yüzler klibe ayrı bir hava katardı zannımca."

 

Sözleri beni haklı çıkarmakta gecikmemişti. "Hiç katılmıyorum. Ovarlokçu her yerde gibi karşımıza çıkan yüzlerden sıkıldık artık. Birkaç filmi tutmadığı için yönetmen sevgilisinden ayrılıp eski çöplüğüne dönen, yüzü estetik işlemler yüzünden hareket dahi edemeyen manken eskilerini değil de güzeller güzeli bir hanımefendiyi oynattığı için bu gün klip milyonlarca kişi tarafından ilgiyle izlendi." Bu uzun cümleyi söylen kişi Melis'in ta kendisiydi. Dostum her zamanki gibi arkamda dimdik duruyordu.

 

Harun Bey kıkırdadı. Bu kadınlar savaşından oldukça hoşlanmış görüyordu. Mavi gözleri neşeyle üzerimde oyalanırken saçlarımın diken diken olduğundan emindim. Güney gülmemek için dudaklarını ısırırken Ceyda kızaran yüzüyle öldürücü bakışlar atıyordu. "Yıldız ışığı farklı bir şey hayatım. Bu herkeste bulunan bir özellik değil."

 

"Size baktığımda görebiliyorum."dedim. "Eğer o yıldız ışığı olsaydı muhtemelen yaptığınız işlerde hezimete uğramazdınız."

 

Buz gibi bir sessizliğin ardından müziğin sesi ortamdaki tek hareketlilik sebebi oldu. Gerildiğimi fark eden Harun Bey, Melis'le beni küçük adımlar eşliğinde birkaç adım ötemizdeki yan masaya götürdü. Orada gözlerim Engin'e tesadüf etti. Aynı ortamda bulunduğumuzu yeni fark etmiştim. Muhtemelen o da Harun Bey'in daveti üzerine gelmişti.

 

Harun Bey beni Sinem Hanım ve Doğukan Bey'le tanıştırdı. İkisi de camianın ünlü modacılarındandı. Okuduğum moda dergilerinde simalarını görmüş, tasarımlarını hayranlıkla takip etmiştim. Bu gün onlarla tanıştığım için mutlu olmuştum. Bana kartlarını verip Harun Bey'in gösterdiği tasarımlarıma göz attılar. Bana dair olan planları muhteşem ikiliyi oldukça etkilemişti. Gözlerinin hevesle ışıldadığını gördüğümde onunla karşılaştığım için yaratıcıya teşekkür ettim. Bana karşı bir menfaat güttüğüne inanmıyordum. O gerçekten iyi biriydi.

 

Sinem Hanım ve Doğukan Bey beni Güney'in klibinden bahis açarak tebrik ettiğinde o klipte oynamamın çok da kötü bir fikir olmadığı kanaatine vardım. Tasarımım çok konuşulmuştu ve ben de klipte bir oyuncu olarak yetenekli olabileceğimi kanıtlamıştım. En azından birileri peşimde olmasaydı çok daha huzurlu olabilirdim.

 

Melis bana gazetedeki haberleri gösterdiği geceyi anımsadım. Pek çok insan Güney'le aramızda bir ilişki olduğunu öne sürüp bizi birbirimize yakıştırıyordu. Oysa biz şu an arkadaş bile sayılmazdık. Yollarımızı ayırmış ve aramızdaki sorunları bir daha açılmamak üzere hasır altına itmiştim. Kalbime o günkü sözlerinden sonra bir taş oturmuştu ve taş kolay kolay da yerinden kalkacak gibi durmuyordu.

 

Engin kulağıma eğilip, "Harika görünüyorsun."diye fısıldadı. Utanmıştım. Böyle kadınlığımı ortaya koyan kıyafetleri giymek istemiyordum. Partilerden de hoşlanmıyordum. Bana o geceyi hatırlatıyordu. Bir gece de kadın olmak zorunda kaldığım, insanların nazarında kirlendiğim, kurban edildiğim o geceyi... "Dans edelim mi?" Bakışlarım Güney'i buldu. Gözleri yine üzerimdeydi ve onun tarafından kıskaca alındığımı bilmek endişelenmeme sebep oluyordu.

 

"Üzgünüm. Bu gün pek havamda değilim."dedim. Yüzü düşmüştü. Ona yakın davranarak umut vermek istemiyordum. Hatta oğlumu bulmadan hayata dönmek, yaşamak bile istemiyordum. Aklımın ve kalbimin bir kısmı sadece ondaydı. O yokken ben hep yarımdım.

 

Kulağıma eğilip fısıldadı. Güney'in gözlerinin önünde bana yakın davranması rahatsız ediciydi. Ondan çekiniyordum. "Efsun. Biz sadece arkadaşız. Aramızda bir şey olmasını umduğumu zannediyorsan fena halde yanılıyorsun." Bu sözü biç beklemiyordum. Sadece arkadaş olmak için fazla heveskardı.

 

"Anlıyorum.Ama..."

"İnsanlar karşı cinsle sadece sevgili olmak zorunda değildir. Arkadaş olarak da bir ilişki kurabilir. Seni bundan alıkoyan ne? Güney'e olan hislerin mi?"

 

Bakışlarım yeniden mavi gözlü deve odaklandığında içimden çığlık atmak geldi. Yüzünün değişen rengi canımı yakıyordu. Engin'le yakınlaştığımda ne kadar mutsuz olduğunu anlayabiliyordum. Şu yapışkan kızın bıraktığı olumsuz enerji de gözümden kaçmamıştı.

 

"Benim kimseye bir şey hissettiğin yok!"dedim yalanın suratına okkalı bir tokat attığımı göre bile. Söylediğime kendim bile inanmıyordum. Sevgili yıldızlar lütfen bana yardım edin. Bu geceyi sorunsuz normal insanlar gibi geçirmek istiyorum.

 

"Yalan söylemeyi beceremiyorsun Efsun Dumanlı. Kendi gerçeklerinle barışmaya ne dersin? Harun Bey de dahil hepimiz aranızda özel bir şeyler olduğunu anladık. Bunu görmemek için kör, anlamamak için aptal olmam gerekiyor. Onu seviyorsun. Ve bence o da sana aşık." Histerik bir şekilde güldüm. Keşke gözlerimdeki acıyı gülüşüm perdeleyebilseydi. Olmuyordu. Ben rol kabiliyeti berbat olan bir oyuncuydum. Kalbim ve gözlerim duygularımı çırılçıplak bırakıyordu.

 

"Aramızda hiçbir şey yok Engin. Tam tersine birbirimizden nefret ettiğimiz bile söylenebilir." Engin alayla gülerken önümdeki içecekten bir yudum aldım. Mayhoş tuhaf bir tadı vardı. Vişne tadının dışındaki o tadı sevmemiştim. Kokusu da bir tuhaftı. Susadığım ve gerildiğim için devamını da bir çırpıda bitirdim. İçim bulanmıştı ama sebepsizce ağzımı konuşmamak için oyalama ihtiyacı hissediyordum.

 

"Biraz yavaş git istersen."

"Karışma bana!"diye sesimi yükselttim. İthamları canımı sıkmıştı. İkinci bardağı garsondan kaptığımda bu sefer ilkinden çok daha keskin bir tat damağımı yaktı. İlk yudumdan sonra geri püskürtmemek için kendimle savaşmak zorunda kalmıştı. Her an midemdeki öğle yemeğini masanın üzerine bırakabilirdim. Sanırım bu, ortamda en iğrenç kişi olarak taç takmama sebep olurdu.

 

"Daha önce bunu içtiğine emin misin? Pek alışkınsın gibi gelmedi de." Bardağa bakıp dudaklarımı kıvırdım. "Ne bu?"

"Kokteyl!"

"Yani!"

 

Bana boş gözlerle baktı. Sanırım kelimenin anlamını bilmemem onu hayrete düşürmüştü. "Meyve suyunu içki ile karıştırıp oluşturulan yeni içecek... Bana bunu bilmediğini söylemeyeceksin değil mi?" Gözlerim kocaman açıldı. Ne yani biraz önce içki mi içmiştim? Babaannem beni görse terlikle kovalardı.

 

Parmaklarım ağzıma kapandı. Sanırım midem bulanıyordu. Başımın dönmeye başladığını ışıkların gözlerimin önünde birbiriyle çarpıştığını görebiliyordum. Alışık değildim ve daha ilk yudumda sarsılmıştım. Art arda içtiğim üç kadehi düşününce ağzımı telaşla kapattım. Tadını sevmediğim ve sırf susuzluğumu gidersin diye içtiğim şeyin içki olacağını nerden bilebilirdim?

 

"İyi misiniz?" Bu Harun Bey'di. Peki ya yanındaki kimdi? Yoksa ikiz kardeşi de mi bize katılmıştı? Kulağım sesiyle uğuldarken sırıtarak "İyiyim."dedim. Bu külliyen yalandı. İyi falan değildim. Biraz daha burada kalırsam bu kafayla iyi şeyler yapmayacaktım. Sendelediğimde Engin'in kolları belimi kavradı. Harun Bey bize tuhaf gözlerle bakarken içimden naralar atıp rezalet çıkarmak geliyordu. Ve evet. Onun yanında bir başka kadın görmeye dayanamıyordum. Şimdi gidip ikisinin de icabına bakacaktım. Onların masasına yöneldiğimde Engin belime doladığı kollarıyla adımlarımı yeniden kendisine çevirdi.

 

"Nereye gidiyorsun? Dur! Sakın ortalığı karıştıracak bir şey yapma." Yüzümde şapşal bir ifadeyle tırnaklarımı kollarına geçirdim. "Seni pis serseri hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun. Bırak beni! Bırak!" Sesim korkunç çıkmıştı. Öylesi müzik bile sesimle durmuş, enstrümanların başındaki müzisyenleri şaşkınlığa sürüklemişti. Harun Bey, bana biraz daha yaklaşıp nezaketen gülümsemeye çalıştı. Bakışları etraftaki insanları sorun olmadığına ikna etmek ister gibi kontrollüydü. "Sanırım dokundu. Hemen gidebiliriz. Şoföre arabayı hazırlatmasını söylüyorum."

 

Kolumu kavrayan bir başka el bakışlarımı kendisine çevirdi. "İyi değilsin Efsun. Bence burada daha fazla kalmayalım."

 

"Güney Tunç Atasoy..."dedim hayali bir afişi parmaklarımın ucuna sığdırırken. "Büyük star... Sen en büyüksün değil mi? Senin yanında biz hepimiz zavallı insanlarız." Afallamış gibi endişeyle baktı. Kendimi rezil etmeme bile izin vermeyecekti. "Bırak!"dedim dişlerimin arasından. Kolumu ona kaptırmaya niyetim yoktu. Ne de olsa üzerime zimmetliydi.

 

"Bırak sarı haydut! Birkaç kelimeyle bir dakikada harcadığın kadına destek olmaya mı geldin? Gelme! İhtiyacım yok!" Başımı biraz önce önünde durduğu masaya sabitledim. Gözlerim oradaki kadınları tam onikiden vurmuştu.

 

"Git o boyalı Paskalya yumurtalarıyla zaman geçir sen. Ben senin için eksiğim ya da sen bana fazla..." Ne saçmalıyordum ben! Biri beni durdurmalıydı artık! Yüzümdeki hüzünlü ifade utanmasına sebep oldu. Sarsılıyordum. Ayaklarımın altındaki yer neden dalgalanıyor olabilirdi? Yoksa deprem mi oluyordu?

 

Ceyda yüzünü asıp, "Terbiyesiz varoş!"diye çemkirdi. Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Ona doğru sarhoş adımlarla atılmak istediğimde beni Melis durdurdu. "Efsun gidelim hadi!" Onu itip Ceyda'ya doğru yürüdüm.

 

"Sensin varoş! Boyalı yumurta...." O gözlerini büyütürken sudan uzaklaşan balık gibi ağzını açıp kapattı. "Bunu yaptığında daha çekici ya da şirin gözükmüyorsun. Ve evet ağzın kocaman." Yanaklarımı şişirip dudaklarımı öne doğru toplayarak hareket ettirdiğimde etrafımızdaki bazı insanlar kıkırdamaya başlamıştı. Taklidim ikimizi de rezil ederken başka insanları eğlendiriyordu.

 

"Lütfen gidelim Efsun!"dedi Güney kolumu yeniden kavrarken. Bu halimle eğleniyor gibi durmuyordu. Kolumu ondan kurtarmaya çalışırken ayakkabımın topuğu Ceyda'nın bulunduğu masanın örtüsüne takıldı ve örtünün üzerindeki şamdan genç kadının üzerine devrildi. O eteğini çekiştirirken eteğinin altındaki şamdan kuyruğunun alev almasına sebep olmuştu.

 

Harun Bey ve Engin ona doğru atılıp alevleri söndürmeye uğraştı. Genç kadının çığlıkları müziğin tamamen kapanmasını sağlayınca uğultular artık daha net duyulur olmuştu. Ceyda'nın saçı ve makyajı bozulmuştu ve elbisesi cinnet geçiren delilerle dolu tımarhanede hayat mücadelesi veren bir zavallıyı hatırlatıyordu. Sanırım bunu bir filmde izlemiştim, şimdi ise canlısını görüyordum. Neyse ki korkunç çığlıkların ardından misafirlerin de yardımıyla eteği söndürebilmişlerdi. Ceyda gerginlikle bağırıp üzerime yürürken alfa kadın çizgisini bozduğum için hiç pişmanlık duymuyordum.

 

Güney kolumdan çekiştirip beni ikna etme ihtiyacı bile hissetmeden doğruca yukarı çıkardı. Merdivenleri çıkarken kusmamak için kendime direniyordum. Her şey bu kadar kötü olmak zorunda değildi. Aşağıdaki curcunanın devam etmesi ve defileyi izleme sırasının gelmesi artık umurumda değildi.

 

"Bırak beni! Yardımına ihtiyacım yok!"diye geveledim. Aslında ondan başka kimseye ihtiyacım olmadığı gerçeğiyle çoktan yüzleşmiştim. Yaralarımı açan yaramı iyileştirecek olan kişiden başkası değildi. Ve ben yıllarca o yaralarla yaşamaya alışmıştım. Başka türlü yaşamayı ve hissetmeyi bilmiyordum.

 

Kolumdan tutup beni içeri çekiştirdiğinde kendimi onun dokunuşlarına daha fazla maruz bırakmadım. Elime geçirdiğim bardağı üzerine attım fakat geri çekilerek bu hamlemi çoktan bertaraf etmişti. Bir başka kadehi fırlattığımda durum değişmedi. Sinirden elime ne geçerse ona fırlatıyordum. Gardım bitene kadar koltuğun arkasına saklandı. Sanırım ne yaptığımı bilmiyor oluşum onu bana karşı engelleyen tek şeydi.

 

"Duracak mısın artık? Şu Allah'ın belası cephanen ne zaman bitecek çok merak ediyorum." Sonunda atacak bir şey bulamadığımı anladığımda içki büfesinin hemen önüne diz çöküp oturdum. Kendimi yaptığım her şey için fazlasıyla kötü hissediyordum. Güzel olan her şeyi yine şapşallığımla berbat etmiştim. Daha fazla bir şey fırlatmayacağımı anladığında yanıma geldi. Tam karşımda durup tepki vermemi beklemişti ama vermeyecektim. Ona karşı bu kadar hassas olmam akıl alır gibi değildi. Duygularımı ne aklım almış ne de gönlüm kabul etmişti.

 

Elini uzattı. Düştüğüm yerden kaldırmak istiyordu ama onu görmek dahi istemiyordum. "Hadi gidelim artık. Seninle sağlam kafayla konuşmamız gereken şeyler var. Sorunlarımızdan kaçamayız. Onlarla yüzleşmeli ve birbirimizi anlamalıyız."

 

"Senden nefret ediyorum."diye sayıkladım. Sesim ağlamaklı çıkmıştı. Bende açtığı yaraların telafisi yoktu, olmayacaktı.

 

"Biliyorum."derken gözlerine baktım. Mavi gözlerindeki lacivert harelerden oluk oluk pişmanlık akıyordu. Uzanan elini umursamadan güç bela ayağa kalktım. "Kendi başımın çaresine bakabilirim."

 

Yürümek istediğimde sendeledim. Sanırım aşağıdaki çekişmede bileğimi burkmuştum. Bedenimi kavrayıp kendine yaslanmamı sağladı. "Ayılman gerekiyor." Birkaç kez ondan kurtulmaya çalışsam da başaramamıştım. Beni daha nazik bir tavırla lavaboya götürmüştü. Ayakta zor duruyordum ve mayhoş bir uyku gözlerimi her geçen saniye esir alıyordu.

 

Gözlerimi açan şey yüzüme defalarca çarptığı su oldu. "Yapma!" Beni dinlemedi. Avuçlarındaki suyu defalarca yüzüme çarptı. Tenime değen su fazlasıyla soğuktu ve istesem de bu müdahaleden sonra uykulu kalamazdım.

 

"Sen..."dedim yüzüme bocalanan yeni su dalgasıyla. Ama devamını getirememiştim. Son kez yüzümü suyun istilasına bıraktığında dağılan makyajımdan geriye pek bir şey kalmamıştı. Saçlarımdaki dalgalar bozulmuştu ve elbisemin önü de beni üşütecek kadar ıslaktı. "Neden bana yardım etmeye çalışıyorsun. Benim gibi ucuz birine hem de!"

 

Yavaşlayan hareketi sözümle birlikte tamamen durdu. "Lütfen daha fazla bir şey söyleme!"

 

"Neden!"dedim aptal bir sırıtışla acılarımı gizlerken. "Ucuz olma fikri nedense bana pek yabancı gelmiyor." Başını eğdi. Gözleri dolu dolu olmuştu. Ne yazık ki kendime üzülmekten onu göremiyordum bile. Üzülmesi gereken bendim. Berbat bir hayat yaşamış ve geçmişimle baş etmeye çalışmakla ömrümü bitirmiştim. O ise sadece söylemişti.

 

Başını eğdi. Gözlerime bakamıyordu. "Özür dilerim. Öfkeliyken seni üzecek sözler sarf ettim. Üstelik desteğime en ihtiyacın olduğu zamanda." Kanepeye oturdum. Ayakta durmaya mecali yoktu. "Özür dileme. Özürlerin sana olan öfkemi ve kırgınlığımı dindirmiyor." Yanıma yaklaştı. Ben ise onu görmezden gelerek yeniden ayağa kalktım. Kolumu tutup yüzüme dokunmak istedi. Buna asla izin vermeyecektim. "Hiçbir şey bilmediğin halde kafanda bir şeyler kurup inanmışsın. Neye inandığın umurumda bile değil. Hatta belki haklı bile olabilirsin. Belki de senin dediğin gibi ben..."

 

Parmakları açık pemben dudaklarıma kapandığında gözlerinin derinliklerindeki utanca baktım. Pişmandı. Keşke son pişmanlık fayda edebilseydi. "Böyle biri olmadığına inanıyorum." Hah inanıyorummuş. Biliyorum diyemiyor. Beni ne kadar tanıyacak ki? Kimim ben? Ona doğru düzgün bir şey anlatmamışken benimle ilgili ne bilebilirdi?

 

"Hiçbir şeye inanma. Eğer seni benden uzaklaştıracaksa, yollarımızı bir daha bir araya gelmemek üzere ayrılacaksa ben seve seve Harzem'le anılmaya razıyım. Birbirimize zarar veriyoruz. İncitmektense çekip gitmek çok daha iyi olacak." Kollarımı iki eliyle zarifçe kavradı ve gövdemi kendisine biraz daha yaklaştırdı. Bunu yaparken bakışlarını gözlerimden ve dudaklarımdan bir an olsun ayrılmamıştı. Onda boğuluyordum. Okyanusunun beni esir aldığını, bir girdaptan diğerine sürükleyip mahvıma sebep olduğunu neden görmüyordu?

 

"Onu sevdiğine inanmıyorum. Belki de kalbin bir başkası için atıyor. Asla kavuşamayacağına inandığın bir başkası için... Seni üzeceğini düşündüğün bir adam için..." Anlamıştı. Ona karşı duygularım olduğunu sezmişti. Ne yani beni konuşturmaya mı çalışıyordu? Bir şapşal gibi kendimi küçük düşürüp ilanı aşk mı edecektim? Hiç sanmıyorum. Gururum buna asla izin vermezdi. Yaramazlık yaptığı için ceza alan bir çocuğa annesi nasıl kızarsa gururum da heveslerime öyle kızardı. Bırakmazdı zalımın kızı. Aşk benim neyimeydi?

 

Elimi aniden çekip bileğimi ovdum. Bakışları bileğime kaydığında gözlerinde bir öfke ateşi tutuştu. Kokteyle gelmeden önce sağ bildiğime kağıda sarılı bir taş değmişti ve ne yazık ki bu hamlemle oradaki morluğu açık etmiştim. "Nasıl oldu bu? Yoksa Harzem..."

 

"Hayır! Sadece bir kaza!" Beni arkamdaki lila rengi duvara sıkıştırıp "Yalan söylüyorsun." dedi. Yalan söylediğimi nerden bilebilirdi ki? Sonuçta orada bile değildi. "Kaza dedim. Bilmeni gerektirecek başka bir şey yok." Yüzüme çarpan su işe yaramıştı. Daha az saçmalamaya başlamıştım. "Öyle olsun!" Adım sesleri bakışlarımı kapının girişine çevirdiğinde o sarışın adamı gördüm. Kıvanç'ı... Bize anlamasızca bakıp burun kemerini sıktı. Makyajımın komik haline gülmediği için kendimi şanslı sayıyordum. Bir kavgayı daha kaldıracak durumum yoktu.

 

"Defile bitti tatlış! Bir an önce dönsek iyi olacak." Başımla git der gibi kapıyı işaret ettim. Fakat o beni burada bırakmamaya kararlıydı. Kolumdan tutup, "Gidiyoruz!"dedi. Teklifsizliği sinirimi bozmuştu. Hayatımla ilgili kararlara karışabilecek yakınlığı ne zaman elde etmişti?

 

"Gelmiyorum."

"Geliyorsun Efsun!"

 

Kıvanç yanımıza gelip cep telefonunu işaret etti. "Amcan aradı. Oğluyla ilgili acil bir durum çıkmış." Bana sevimsiz bakışlar atıp "Efsun Hanım'ı da senin evine bırakmanı istedi." dedi. Hali tavrı beni deli etmişti. Bana bir böcek gibi bakmasına tahammül edemiyordum. Bu soytarı kendini ne zannediyordu?

 

Güney, "Çıkalım!" dediğinde kolumu elinden sertçe çektim. "Beni bir paçavra gibi sürüklemeye çalışma. Seninle hiçbir yere gelmiyorum. Uzak dur artık! Bizim için konuşulacak hiçbir şey kalmadı."

 

"Sadece eve bırakacağım. Geç oldu. İnadına arabada devam edersin." Onu itip sendelettim. "Ben inat etmiyorum. Hiç olmadığım kadar ciddiyim. Bana söylediğin o çirkin sözler hâlâ kulaklarımda ve ben Efsun Dumanlı. Bir ömür de geçse o sözleri unutmayacağım."

 

"Özür dilerim."diye bağırdığında dolan gözlerimin inadına acıyla gülümsedim. "Özür dileme. Sakın benden özür dileme. İçimde açtığın yara özürle kapanacak türden değil. Geçmiş olsun."

 

Arkamı dönüp çantamı aldım ve yıkılmış yüzünü umursamadan odadan çıktım. Az da olsa param vardı. Bir taksiye binip kendimi Melis'in evine atabilirdim. Tek arzum Güney'den uzak olmaktı. Varlığı canımı yakıyordu. Bir çırpıda söylediği sözler aramızdaki güzel olabilecek her şeyi talan etmişti. İçimden tırmanan alevlerin acısı ikimizi de yakacak kadar güçlüydü artık.

 

Oysa bu kadar kırılmam bile yersizdi. Ben annemin günahının yükünü yıllardır çekiyordum zaten. İlk kez hor görülmemiş, çirkin yakıştırmalara muhatap olmamıştım. Ama o başkaydı. Bana ucuz diyen adam hayatımda ilk kez sevdayla bağlandığım adamdı. Bütün dünya yüzüme tükürse ondan duyduğum acı sözlerin, bende bıraktığı hüsranın yeri dolmazdı. Kalbimde oluşan o çukur çamurla, batakla dolup taşmıştı. Artık bende inanıyordum. Bir lanet vardı üzerimde. Kirliydim ben ve bu kiri Güney de benim bitmek bilmeyen yalanlarıma rağmen görmüştü.

 

Aceleyle merdivenlerden indim. Kalabalıktan geçmemek için başka bir çıkış kapısı arayışına girmiştim. Yanımdaki garsona yüzümü gizleyerek arka taraftaki çıkışı sorduğumda aradığım çıkışı bulmuş ve tek bir söz dahi söylemeden elbisemi savurarak çıkıp gitmiştim. Ayakkabılarımı her zaman olduğu gibi elime aldım. Daha fazla topuklarıma ve parmaklarıma bu işkenceyi yaşatmayacaktım. Parmak uçlarım su toplamıştı ve serçe parmağımın derisi hafifçe kalkmıştı. Sanırım onlarda bu halime karşı isyandaydı.

 

Kendimi dışarı attığımda yolum tenha bir sokağa çıkmıştı. Burası ön tarafa kıyasla oldukça tekinsiz ve karanlık görünüyordu. Sanırım taksi bulma konusunda pek de şanslı olmayacaktım. O gece geldi aklıma. Beni Güney'e götüren tesadüf ve yanlış anlaşılmaları düşündüğümde gülmemek imkansızdı. Beni yaptığım Rezillikten sonra bile yalnız bırakmamış eve götürmek için inadımı kırmaya çalışmıştı. O güzel melodi ve yağmurla ıslanan caddeyi düşündüğümde içimdeki kasvet dağılmıştı. Onu unutabilmek gerçekten mümkün müydü? Hiçbir şey yaşamamışız gibi davranmak ve yeniden eski, neşeli, şapşal Efsun olmak istiyordum.

 

Üzerime gelen aracı gördüğümde dudaklarımdan tiz bir çığlık firar etti. "Dikkat et!" Bedenim üzerine binen ağırlıkla kasıldı. Bakışlarım aynı okyanusa karıştığında bir sokak lambasının aramızdaki mesafesizliği gün yüzüne çıkardığını bilerek kızardık. O araç üzerime direksiyon kırarken beni son anda tekerleklerin altında ezilmekten kurtarmıştı. Ve kendimizi o çekiştirmeyle asfalt yolun üzerinde kucak kucağa bulmuştuk. Üzerime tamamen kapanmış olması tüm hareket kabiliyetimi bitirmişti.

 

"Ah!" Ben çırpındıkça dalıp gittiği yerden çıkmamak için direniyordu. "Üzerimden kalkmayı düşünüyor musun?" Başını titretir gibi salladı. Kaybolduğu anın içinden sonunda çıkabilmişti. Mavi gözbebeklerinde sokak lambasının da etkisiyle kendimi görebiliyordum. Beni bakışlarına hapsetmeyi başarmıştı.

 

"Affedersin." Göğüs kafesimi zorlayan ağırlığı benden uzaklaşınca derin bir nefes aldım. Toparlanıp ayağa kalktık. "İyi misin?" Onun sakin tınısına karşı barut gibi öfkeliydim. "Değilim." Diye yükseldim. Bana kırılması ve beni sevmemesi artık kalbimde sorun olmaktan çıkmıştı. Üzerimi çırpıp, "Şu leş beni ezmeye çalışmasaydı daha iyi olabilirdim." Ellerimi ağzımın iki yanında kavuşturup tiz bir ıslık çaldım. "Hey! Taş arabası. İnşallah duvara toslarsın. Sokak çocukları çivilerle arabanın üzerinde resim yapsınlar. Hırsızlar düz kontak yapıp aracını çalsınlar da bir daha bineme.

 

"Seni duyduğunu sanmıyorum."derken yüzündeki alaylı tebessüm burun deliklerimin öfkeyle kocaman açılmasına sebep oldu. "Biliyorum. Kinimi boşaltmaya çalışıyorum sadece."

 

"O geceki gibi yine inat edeceksin anlaşılan." Ona cevap vermeden ışıkların yanıp söndüğü o kalabalık caddeye yöneldim. Peşimden geliyordu. Ritmik adım sesleri benimkine yakın bir mesafede adımlarıma eşlik ediyordu. Güvende olduğumu bilmeden beni bırakmayacaktı. Ben önde o arkada tenha sokak boyunca koşuşturup durmuştuk. Sonunda kalabalığa karışmayı başarmıştım fakat o beni bırakacak gibi durmuyordu.

 

"Git başımdan. Ne halden anlamaz adamsın. Ucuz kadınların peşinden koşacağına kendine odaklansaydın şimdi mahvolan kariyerine uzaktan bakmayacaktın." Canını acıtmak istemiştim ve aklıma bundan daha çok önem verdiği bir şey gelmemişti.

 

"Haklısın. Ne söylesen haklısın. Ama herkes ikinci bir şansı hak eder. Senden özür diledim. Daha..."

 

"Hiçbir şey yapma!"derken ciddiydim. Ondan gelecek hiçbir özre açık değildim. Benim hayallerimi onun iki dudağının arasındaki şey yıkmıştı. Dili asla bir araya gelmememiz için aramıza karanlık, kirli duvarlar inşa etmişti. Ürkütmekten çekinir gibi omzuma dokundu. "Lütfen. Sakin bir yere gidelim. Rahat rahat konuşacağımız bir yere..."

 

Elini itip "Hayır!"diye bağırdım. "Sen ne anlamaz adamsın. Konuşmak istemiyorum." Son cümlemi dilimle bastıra bastıra söylemiştim. "Ucuz kadının ardındaki gurursuz adam olmaktan vazgeç!" Sözüm yumruklarını sıkmasına sebep oldu. Bir şeyleri telafi edemeyeceğini anlamıştı. Onu öylece bırakıp kaşla göz arasında boş bekleyen taksiye binmeye yeltendim. Beni kolay kolay bırakmayacaktı. "Efsun lütfen. Bir şeyleri halletmemiz gerekiyor. Biraz olsun huzurlu uyuyabilmem için buna ihtiyacım var."

 

"Bırak kolumu."

"Hayır!" Diye inat ettiğinde çevremizdeki insanlara can havliyle bağırdım. "Bu sapık beni rahatsız ediyor. Lütfen yardım edin." İri kıyım, pos bıyıklı adam yanımıza gelip Güney'in beni kavramakta olan elini çözdü. "Bırak lan! Gecenin köründe kızlara sataşmaya utanmıyor musun?" Güney hayretle bana bakarken ikimizin arasına giren bir başka adam önünü kesit. Böyle bir şeyi yapacağımı zerre kadar ummadığını biliyordum. Ve evet onu zor duruma düşürmüştüm.

 

"Kimseye sapıklık yaptığım yok. Sadece konuşacağız." İri adam Güney'den çok daha uzun ve kalıplıydı. Onu itip aramıza daha fazla mesafe girmesine sebep oldu. "İstemiyor işte! Zorla konuşacak değilsin ya! Bırak oğlum bu işleri." İçinin acıdığını biliyordum. Keşke aramızda yaşananlar konuşarak çözülebilecek türden olsaydı.

 

"Karışma işime!"

"Allah Allah!"dedi pos bıyıklı. "Bu ülkenin namuslu kızlarına sarkıntılık edeceksin biz de buyur yap diyeceğiz. Yok ya! Senin ana güzel mi dallama? Çekil şurdan. Gece gece elimden bir kaza çıkmasın."

 

Onlar kapışırken taksiye binmeye yeltendim. Güney yeniden bana doğru atılmak istediğinde pos bıyıklı yüzüne sert bir yumruk attı. Islak gözlerim iri iri açılırken ellerim dudaklarıma kapandı. Yere düşmüş, kaldırım kenarına iki büklüm serilmişti. Burnu kanıyordu ve tek bir yumruk bile yüzünün dağılmasına yetmişti.

 

Hadi Efsun. Git artık! Bırak onu. Anlaması gerekiyor. İkiniz için mutlu bir son yazılamaz. Aşkı sadece şarkılarda kalmalı. Ve şarkıların en büyük yalanı aşk olmalı. Gençlere sevda vaatleri verip kavuşamayanlara ağıt yakmalı o dizeler ve melodiler bu gece ikiniz için ağlamalı.

 

Taksicinin gerginlik ve şaşkınlık arasında mekik dokuyan bakışlarını görmezden gelerek araca bindim ve onu öylece kaldırım kenarında bıraktım. Bakışlarım dikiz aynasına odaklanırken doğrulmaya çalıştığını net bir şekilde görebiliyordum. Hıçkırıklarımı daha fazla zapt edemeyip hüngür hüngür ağladım. Taksici mendil uzatırken içimden taşanlar kalbime ağır geliyordu. Onu orada bırakmış ve benim yüzümden yaralanmasına sebep olmuştum. Onu daha fazla hırpalayacaklar mıydı? Neden kalkıp karşılık vermemişti? Bunu yapabileceğini biliyordum. Neden gönüllü bir şekilde canını yakmalarına izin vermişti?

 

"Çok ağlıyorsun abla!" dedi taksici. O an düştüğüm krizin farkına varmıştım. O geceden sonra ağlamadan uyandığım sabah sayısı üçü beşi geçmezdi. Ben çok gülerdim. Hayatı parti gibi yaşarsam ve hiçbir şeye gereğinden fazla değer vermezsem acılarım silinir gider sanmıştım. Güney bana ağlamayı öğretmişti. Gülüşlerimin ardına gizlediğim gözyaşlarımı birkaç sözle ortalığa dökmüştü. Artık gülemiyordum.

 

"O sapık falan değildi. Belli ki canını yaktı sen de intikam aldın." Sözlerine cevap bile vermedim. Belki de haklıydı. Canım yandığı için onun da canı yansın istemiştim. Onu acıtarak kendi acılarımı unutmak işime gelmişti. Ama şimdi çift kişilik vebali ve attığım iftiranın günahını vicdanımda taşıyordum.

 

"Seviyorsan acele karar verme! Herkes hata yapar abla. Biz de geçtik bu yollardan. Bazen öfkeliyken insan ne dediğini hiç bilmiyor." Sanki her şeyi biliyor, nabzıma göre içime işleyecek bir şerbet veriyordu.

 

"Söz ağızdan çıkmadan önce insanın esiridir, ağızdan çıktıktan sonra ise insan onu esiri." Sustum. Artık esir olan sadece Güney değildi. Ben de sözlerimin ve yeminlerimin esiri olmuştum. Artık istesem de unutup geri dönemezdim.

 

"İnsan gerçekten sevip kaybedince bir daha eskisi gibi olamıyor. Onlarca insan hayatına uğrasa da aynı sokak lambasının altında vazgeçtiğin günkü gibi onu bekliyorsun. Bazen aşkı unutmak affetmekten daha acı verici oluyor." Biliyordum zaten. Pişman olacaktım. Onu özlediğimde beni arayıp sorması için dakikaları sayacak, gece bile uyumayacaktım ama affedemiyordum. Ağır geliyordu. Hem de çok ağır...

 

Dakikalarca telefona gelecek bir çift mesajı bekledim ama cevap yoktu. Bu geceden sonra benden vazgeçecekti. Ve haklıydı. Onu sırtından vurmuştum. Bana dair olan hislerini kalbine gömme kararı alması en gerçekçi sonuçtu. Taksinin ücretini ödedim ve Melis'le kaldığımız apartman dairesi geçtim. Anahtarların çınlaması ve açılan ışıklar Melis'i doğruca yığıldığım koltuğa getirmişti.

 

"İyi misin?" Başımı reddeder gibi salladım ve bir kez de onun yumuşak, tombul dizlerinde gözyaşlarına boğuldum. "Ah Efsun ah!" Görünüşüm bir faciaydı. Her şeyi mahvetmiştim. Kendimi küçük düşürmüş ve ne kadar çapsız olduğumu sanatıma değer veren insanlara kanıtlamıştım. Defileyi izleyememiş ve Harun Bey'i utandırmıştım. Beni bir daha görmek isteyeceğinden emin değildim. O içkiyi içmeseydim bu kadar kontrolsüz olmayacaktım. Keşke zamanı geriye alabilseydim.

 

Dakikalar sonra biraz olsun sakinleşebilmiştim. Doğrulup dakikalardır bir şey söylemek için kıvranan Melis'e ilgiyle baktım. "Ne oldu? Ruh görmüş gibisin." İç çekip parmak boğumlarını çıtlattı. "Kayıt cihazı için aradılar. Önce seni aramışlar. Ulaşamayınca bana döndüler."

 

"Sonuç!"dedim lafını merakla beklerken. "Cihazı Güney'in menajerine vermişler Efsun." Duyduklarım beynimde şimşekler çakmasına sebep olmuştu. Nasıl olurdu bu? Avuçlarım yüzümü tamamen kapattı. Bu beklediğimden çok daha korkunçtu. Şans neden hep başkalarından yana olmak zorundaydı ki?

 

💫💫💫

 

 

 

 

 

Bazı kayıplar vardı. İnsan ne yapsa yeri dolmazdı. Unutmak isterdin sökülüp gitmezdi içinden. Hançer yarası gibi yüreğine tüner ve her nefeste acısı kalbini kavururdu. Ben hayatımda iki yitiği yıllar geçse de aşamamıştım. Birincisi babamın o asfalta dökülen kanıydı. İkincisi ise annemin o hapishanedeki intiharı.

 

Annem aşık olmuştu. Kendisine yasak olan, belki de hayatına asla girmemesi gereken birine sevdalanmıştı. O mavi gözlü, siyah saçlı adam onun aklını nasıl başından almıştı bu kadar bilmiyordum. Ama o deli rüzgar babamın kanının eline bulamasına sebep olmuştu. Sevdiği adamla kaçma planları yaparken ani bir polis baskını tüm hayallerini çamura batırmıştı ve bileğinde kelepçelerle kendisini parmaklıklar ardında bulmuştu.

 

Annemin intihar haberini aldığımda çok üzülmüştüm. Demek bizden koparıldığı gün son günümüzdü. Hapse girdikten sonra amcamı defalarca aramış, beni kendisine getirmesi için ağlayarak yalvarmıştı. Onlar telefonla konuşurken ahizenin cızırtılı sesinden nasıl ağladığını, beni ne çok özlediğini her fırsatta dile getirdiğini duyabiliyorum. Sesi çok yorgun ve ıssızdı. Zaten hiçbir zaman hayat dolu olmamıştı. Bu kadın bizimleyken bile ölümü ve hüznü saç tellerinde, dilinin ucundaki hüsran dolu kıvrımlarda taşırdı. Bizimleyken bile hiç bizim olmamıştı. Ve artık sahip olduğu o aileyi, küçük gecekondu mahallesini ve eksik olan onlarca eşyanın arasında kurduğumuz güven dolu yuvayı mumla arıyordu. Her şey için çok geçti.

 

Amcam dindirilemez bir öfkeyle ahizeyi parmaklarının arasında ufalar gibi sıktı. "Defol hayatımızdan."diye bağırdığında annemin sesi eskisinden çok daha zayıf ve güçsüzdü.

 

"Bizden uzak dur! O kadar iyi bir anneydin neden kocanı öldürdün? Neden dostunu yuvana tercih ettin? Bir kadın yuvasına sahip çıkmaz mı ha! Abim neyini eksik etmişti söyle! İhanetinin bedelini ödeyeceksin. Efsun'u unut! Sakın karşımıza çıkma yoksa abimin yapamadığı yapar seni bu dünyadan ben silerim."

 

Böyle demişti işte! Aramızdaki tüm bağları bir çırpıda kesip atmış ve beni annesiz koyacak o umutsuzluğu telefonun diğer ucundaki kadına haykırmıştı. Ve sonra bir haber geldi uzaklardan. Yine telefon acı acı çaldı. Fakat bu sefer açan amcam değil yengemdi. Birkaç cümlenin ardından annemin ölüm haberini "başınız sağolsun" jargonuyla duyduk. Ölmüştü. Ben sessizdim. Konuşamıyor, anlayamıyordum. O gün orada ağlayabilmiş olsaydım bana nasıl bir tepki verirlerdi bilmiyordum. Bu kadar heveskâr bir annenin arkasından ağladığım için bana kızarlar mıydı? Hırpalayıp ceza verirler miydi haberim yoktu.

 

Amcam beni görüş gününe götürmediği için kendisine kıydığını zannetmiştim. İlk defa onun gözünde değerli olduğumu sanmıştım. İlk defa gerçekten pişman olduğuna ve bir şeyleri telafi edemeyeceğini düşündüğü için ölümü seçtiğine inanmıştım. Ve yine yanılmıştım. Benim yanımda bir şey demeseler de kendi aralarında konuşurlarken duydum gerçeği. Babaannem amcamı "Bir kez olsun götürseydin!" diye paylarken amcam gerçekleri bir çırpıda söyleyivermişti.

 

"Evlat hasretinden değil aşk acısından ölümü seçti. Dostu olacak o şerefsiz bunu bırakıp başkasıyla evlenmiş." Gerçekler canımı yakıyordu. Sevdiği adamın düğünü onun ölümü olmuştu. Ve ben yine bu hikayenin değersiz bir köşesinde önemseneceğim günü bekliyordum. Annelerin hatalarının bedelini kız çocukları ödüyordu. Çünkü üzerlerine daha doğdukları gün bir etiket yapıştırılıyordu ve insanlar o etiketteki kaderin ve imajın gerçeğe dönüşmesini dört gözle bekliyordu.

 

Kahve makinasının uyarı veren sesi zihnimdeki acı hatıraları darmadağın etti. Ciğerlerimdeki efkarı atölyemin kahve kokusuyla hemhal olan şirin odasına bıraktım. Bakışlarım odadaki her bir detayı süzerken her şeye rağmen içim içime sığmıyordu. Burası bana aitti. Hayatımda ilk defa bir şey bana ait olabilmişti.

 

Çok güzel bir dikiş makinam vardı. Tablolarım nefisti. Kahve makinam ve mutfağım vardı. Nefis kokular geliyordu fırınımdan. Koltuklarım tam istediğim gibi pudra renginde, küçük ve şirindi. Çizim masam, avizeler... Harun Bey'in isteğiyle her şeyi tam da zevkime göre planlamıştım. Çizim masamın üzerinde parlak yıldız şeklinde çıkartmalar vardı. Yıldız şeklinde masa lambası ve kokulu mumlar bana nefis bir iklimi yaşatıyordu.

 

Kahvemden bir yudum alıp seyretmeye doyamadığım atölyeye neşeyle baktım. Her şeyin en iyisini almıştık. Tamamen içime sinmesi için Harun Bey her mağazayı didik didik etmiş ve bana isteğim her şeyi bulmuştu. Kitap okuyup yapacağım işleri planladığım ajandalarla ve kalemlerle dolu makam masası bana gurur veriyordu. Üzerindeki isimlikte adımı görünce kıkırdadım. Efsun Dumanlı...

 

Kahvemden küçük bir yudum daha aldığımda "Eyvah" diyerek hemen mini fırınıma yöneldim. Browniyi fırın eldivenleriyle çıkarıp masanın üzerine koydum. Sonunda kurabiyeden browniye terfi eden tatlım harika görünüyordu. Bir dilim kesip tabağa aldım ve masama geçtim. Artık Harun Bey'le çalışıyordum. Benden yeni reklam filminde oynayacak modeller için ambiyansa uygun çizimler istediğini söylemişti.

 

Güzel bir maaşım vardı ve bu sayede Melis'e yük olmaktan kurtulacaktım. Eve katkım olacağını düşününce içim içime sığmıyordu. Güney'den aldığım ücret sayesinde eve elim kolum dolu çıkıp gidebilmiştim. Kendi ellerimle akşam yemeğini yaptığımda işten yorgun argın gelen Melis'in yüz ifadesini unutamıyordum.

 

Ben kafamdakileri hayata geçirmek için kalemle kağıda dost olurken çalan zil tüm dikkatimi dağıttı. Kapının dışını gözetlediğimde Harun Bey'in naif duruşuyla karşılaştım. Çat kapı ziyaret etmesi beni heyecanlandırmıştı. Daha fazla bekletmeyip içeri buyur ettim ve geçmesi için yer gösterdim. Tatlımın tadına baktığında halinden fazlasıyla memnun görünüyordu. Ona karşı mahcuptum. O geceyi mahvetmiş olmanın verdiği mutsuz ifadeyi ne yapsam aklımdan silemiyordum. Benim için yaptıklarına karşılık o defile gecesi Harun Bey'i utandırmıştım. Muhtemelen buraya o gece hakkında konuşmaya gelmişti. Ne diyeceği bile bilemiyordum.

 

"O gece olanlar için üzgünüm!"dediğinde nefesimi tutup hayretle gözlerine baktım. Sanırım bu sözü benim söylemem gerekiyordu. "Lütfen böyle konuşup beni daha da utandırmayın. Yaptıklarım için yeterince..."

 

"Hayır Efsun. Kokteyli bilerek içmediğini biliyorum. Böyle bir şey olabileceğini tahmin edip seni uyarmalıydım. Sarhoş olmanda benim de ihmalkarlığım var." Başımı eğdim. Bu kadar nazik biri olması beni içten içe mutlu ediyordu. Çevremde her fırsatta suçu başkalarına yükleyerek kendini aklamaya çalışan insanlar vardı. Bu adam lav deryasında bulduğum bir damla su gibiydi.

 

"Benim için çok şey yaptınız. Lütfen bir de kendinizi suçlayıp beni daha fazla üzmeyin. Her şeyi mahvettim. Dostlarınıza karşı başınızı eğdim. Muhtemelen benim bir alkolik olduğumu düşündüler." Yüzünde açan hüzünlü tebessüm başımı daha da eğmeme sebep oldu. Bu düşünceli yaklaşımı hak ediyor muydum?

 

"Olanları olgunlukla karşıladılar. Senin yanlışlıkla içtiğini daha önce tatmadığın için kokteyl olduğunu bilmediğini söyledim." Harun Bey yine kurtarıcım olmuştu. "Neyse ki Güney çabuk müdahale etti. Bu gerçekten önemliydi." Güney'in adını duymak bile kalbimin çarpıntısını artırmış o kaslı dokunun tüm ritmini bozmuştu.

 

Sözlerine sadece başımı sallamakla yetindim. "Evet." dediğinde derin bir iç çektim. "Güney çok iyi bir çocuktur. Uzun zamandır ailevi sorunlarımız vardı. Abim evi terk ettiğinde büyük bir boşluğa düştük. Onu geri dönmeye ikna etmeye çalıştım fakat sevdiği kadınla evlenmeyi tercih etti. Babam ve annem onun sıradan biriyle evlenmesini istememiş ve kendi buldukları kızla hayatını birleştirmesini arzu etmişti. Olmadı. Aşkı için her şeyden vazgeçti abim. Güney doğduğunda onlarla iletişim kurmaya devam ettim ama ailemizin bir araya gelmesini sağlayamadık. Abimi erken kaybettik."

 

"Başınız sağolsun!"derken içim burkuldu. Güney aslında oldukça zengin bir aileden geliyordu. Ama belli ki aile büyükleri olgunluktan uzak insanlardı. "Maddi açıdan zor duruma düştüklerini öğrendiğimde yardım etmek istedim fakat Güney çok gururluydu. Benden gelecek hiçbir yardımı kabul etmedi. Kendisi bilmiyor ama tıklanma rekoru kıran o videoyu müzik yapımcısı arkadaşıma dinletip keşfedilmesine yardımcı oldum. Onda harika bir sahne ışığı kendini gösteriyordu zaten fakat hayatının sihirli bir dokunuşa ihtiyacı vardı. Bu büyüleyici ses sadece sarrafını bulacaktı hepsi bu."

 

Gülümsedim. Bunu Güney'e söylememesi büyük nezaketti. "Bu gün hâlâ o arkadaşım keşfi için bana teşekkür eder."

 

"Çok başarılı bir sanatçı. Bundan çok daha fazlasını yapabileceğini biliyorum." dediğimde kahvesinden bir yudum alıp bana kupamı işaret etti. "Evet öyle. Sanırım yakında dünya starı olacak. 6 ay için bir konser turnesine katılacak. Anladığım kadarıyla Amerika'ya yerleşmeyi düşünüyor. Bilirsin sanatçılar yurt dışındaki imkanların cezbediciliğine kolay kolay hayır diyemez."

 

Cümlesi tamamlandığında nefes alıp vermeyi bile unuttuğumu fark ettim. Demek gidiyordu. Bana bir veda bile etmeden çekip gidecekti ve belki de artık yüz yüze gelemeyecektik. Ona sadece telefon ekranından bakacak ve sesini sadece söylediği şarkılardan duyacaktım. Hayatına pek çok farklı insan girip çıkacaktı ve ben basit bir sekreter kız olarak bile yanında yer edinemeyecektim.

 

Onun da bana karşı boş olmadığını biliyordum ve artık hislerinin bir önemi kalmamıştı. Beni unutacaktı. Mesafeler var olabilecek tüm güzelliklerin üzerini örtecek ve çıkmaza sokacaktı. "İyi misin?" Dediğinde duygularımı saklamak için gülümsemeye çalıştım. Fakat dolan gözlerim ve kaymak için fırsat kollayan dudaklarım buna izin vermeyecekti. "Onun adına sevindim." Dedim kursağımdaki cam kırıklarını kanaya kanaya gerisin geriye iterken.

 

"Aranızın iyi olmadığını biliyorum." Çatalını bir kenara bırakıp tüm dikkatini bana yöneltti. "Bazen geç olmadan bazı şeylerin farkına varmak gerekir Efsun. Gerçek aşk insana hayatında bir kez değer. Onu kaybettiğinde yeni bir sevdaya yelken açsan bile yarım kalan kalbin tamamlanmaz. Herkeste ondan bir parça ararsın. Gecikmişliğin telafisi yok." Kahvemi dudaklarıma gömüp başımı onaylar gibi salladım.

 

"Evet. Sanırım sizin de başınızdan hüzünlü bir aşk rüzgarı geçti." Brownisinden son çatalını alıp kahve kupasını dipledi. Ayaklandığında sohbetin bittiğine üzülmüş, içimdeki aşk acısını kahrederek yapayalnız utanıp sıkılmadan yaşayacağım için sevinmiştim.

 

"Ben kalkayım. Yaşadığım aşk serüvenini de başka bir gün anlatırım artık. Kahve ve tatlı için teşekkürler. Söylediklerimi düşün!" Bana rahatsız etmeyecek bir mesafede vedalaşmak için sarıldığında kokusu bana tanıdık bazı anıları hatırlattı. O kapıdan çıkarken geçmiş yine perde perde önüme serildi.

 

💫💫💫

 

Küçük Efsun elindeki kağıttan gemiyi mahalledeki çeşmenin küçük havuzunda hüzünle yüzdürmeye çalışıyordu. Kağıttan gemiler suyun yüzeyinde alabora olmadan akıp giderken mavi gözleri hüzünle onu takip ediyordu. Gemiler küçük havuzun aşağı sarkan ince kollarına ulaşıp mahallenin aşağı kısmına doğru yol almaya başlarken o da oturduğu yerden gidişini seyrediyordu. Bir anda kağıttan gemi kocaman bir botun altında ezilip suyun içine gömüldü. Efsun başını kaldırdığında bu çirkin hareketin Demir'den geldiğini anlayarak öfkeden kıpkırmızı kesildi. Demir ise Habeş maymununu hatırlatan esmer suratıyla ve sümüklü burnuyla karşısında meydan okuyarak gevrek gevrek sırıtıyordu.

 

"Ha ha ha! Küçük baş belasının gemisi suya kapılıp dağıldı. Ha ha ! Gemin de senin gibi zavallı!" Efsun yumruklarını sıkıp ona atılacağı esnada karşısına geçen bir başka el kendisini durdurdu. Küçük kız başını kaldırdığında Cemal'in mavi gözleriyle karşılaştı.

 

"Bırak onu! Eğer kavga etmezsen sana daha iyi bir gemi alabilirim."

"İstemem!"dedi Efsun. Ondan gelecek hiçbir şeyi kabul etmezdi. "Neden? Sana küçük bir gemi hediye etmek istememin ne mahsuru var?" Efsun nefretle bakan gözlerini Cemal'den ayırmadan kinle "İstemem!" diye bağırdı. Cemal'i her gördüğünde babasının ölümünü hatırlıyor ve ona bakan gözlerinden bile nefret ediyordu.

 

"Senin için bir şey yapmak istiyorum."dedi Cemal. Onun kırılan kalbini onarıp mutlu etmek için dünyayı karşısına alabilirdi. "Yapma. Sadece git! Bir daha karşıma çıkma. Yüzünü bile görmek istemiyorum." Genç adamın yüzü hüzünle karardı. Bakışlarını kaçırıp karşısındaki küçük kıza küskünce baktı. Ona kızamıyordu. Bilakis hak verdiği bile söylenebilirdi.

 

"Gitmemi bu kadar çok mu istiyorsun?" Efsun hiç düşünmeden "Evet!" Diye bağırdı. Cemal ona yaklaşıp nefretle bakan gözlerine aldırmadan at kuyruğu yaptığı saçlarına dokunmak istedi. Küçük kız bu dokunuşa bile izin vermeyecek saniyeler için ondan uzaklaşıp çeşmenin yanındaki asma ağacının ardına saklanacaktı.

 

"Tamam!"dedi Cemal. "Bir daha karşına çıkmayacağım ama bir şartım var." Efsun beklediğini bulmuş olmanın verdiği merakla asılan yüzünü değiştirdi. "Ne istiyorsun?"

 

"Ben senin bir dileğini gerçekleştireceğim sen de karşılığında sana bir kez olsun sarılmama izin vereceksin." Efsun bu istekten hoşlanmamıştı. Annesi ve babası hep yabancılarla konuşmamasını, onların kendisine dokunmasına izin vermemesini öğütlerdi. Şimdi bu adamdan kurtulmak için onları çiğnemesi gerekecekti. Onu bir daha görmemek için biraz düşündükten sonra "Kabul!" Dedi. "Ama bir daha yanıma gelmeyeceksin. Gelirsen..."

 

"Gelirsem?" dedi Cemal merakla. Efsun öç alır gibi yüzünü kasıp, "Seni bu mahalleden taşlayarak kovarım. Arkandan da İbibik Cemal, tosbağa Cemal diye bağırırım."dedi. Cemal dolu dolu gözlerle gülümsedi. Küçük kızın aldığı intikam bile hoşuna gitmişti. "Tamam. Şimdi söyle bakalım benden ne istiyorsun?"

 

"Babamın mezarını ziyaret etmek istiyorum." dedi Efsun bir an bile düşünmeden. Cemal bir şey söylemeden küçük kızın eline uzandı. Fakat Efsun o eli tutmayı reddetti ve şoförün açtığı kapıdan direk aracın arka koltuğuna oturdu. Cemal de omuzlarını silkip hemen yanına ilişmişti. Hiç konuşmadan mezarlığa gittiler. Efsun babasının mezarı başında gözyaşı döküp toprağına dokunurken Cemal içinin ezildiğini, pişmanlığın her zerresine sirayet ettiğini hissetti.

 

Küçük kız daha sonra Cemal'den aynı mezarlıktaki annesinin mezarına götürmesini rica etti. Mezara gittiklerinde ruhsuzca toprağına baktı. Tek bir kelime etmeden bir damla gözyaşı akıtarak arkasını dönüp uzaklaştı. Araca binmeden önce Cemal'e dönüp "Sadece bir kez sarılacaksın."diye kuralları hatırlattı. "İçimden 20'ye kadar sayacağım. 20 dediğimde bırakacaksın." Hemen ardından "Öpmek de yok!" diye ekledi. Cemal başını sallayıp yanında diz çöktü. Onun uzun boyunun, kalıplı bedeninin aksine Efsun minicikti.

 

Ellerini küçük kızın sırtına sabitleyip yavaşça kendisine çekti ve sımsıkı sarıldı. Gözlerini yumduğunda saçlarından burnuna ulaşan zambak sabununun kokusuyla 20 saniyelik bir düş uykusuna yattı. Efsun ise onun aksine çoktan içinden saymaya başlamıştı. Kalbi heyecanla atarken Cemal'in teninden ve saçlarında gelen kokuyla yabancı bir iklime yolculuk etti.

 

20 dediğinde genç adam ayrılık zamanının geldiğini düşünüp bedenini ondan kopardı. Ve arabaya geçtiler. Bu birlikte geçirdikleri son gündü.

 

 

💫💫💫

 

Harun Bey gideli yarım saat olmuştu ve ben sadece ardındaki kapıya uzun uzun bakmakla yetinmiştim. Kapı zili beni düş uykumdan uyandırıp kendisine yöneltti. Önünde oduncu gömleği giymiş iki adam vardı. Tuhaf bir merakla kapıyı açıp "Kime baktınız?" diye sordum. Yüzlerindeki sinsi gülüşü gördüğümde kapının zincirini çıkartmamak gerektiği kanaatine varmıştım. Kapıyı yüzlerine çarpmak istediğimde kocaman elleriyle ve araya sıkıştırdıkları iri çizmelerle bana engel oldular. Ben direnirken zinciri kırıp bana rağmen içeri girdiler.

 

"Kimsiniz siz? Defolun burdan!" Diye haykırdım. Öndeki sıska adam beni kolumda tutum yüzüme elinin tersiyle okkalı bir tokat patlattı. Bu zayıf bedenimin savrulup yere yığılmasına sebep olmuştu. Ben kanayan burnumla cebelleşip şaşkınlıkla toparlanmaya çalışırken arkası boş demir kitaplığı sertçe üzerime devirdi. Dizime saplanan ağrı haykırmaya sebep oldu. Acımdan menün bir şekilde üzerime eğilerek boğazımı sıktı.

 

"Sakın bir daha yanlış insanlarla oyun oynama!"

 

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%