Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. bölüm: tutsak

@syildiz_koc

Medya: Efsun (Kaldık Böyle)

 

 

 

Merhaba arkadaşlar. Sizlere yeni bölümle gelebildim sonunda. Günlerim epey yoğun geçiyor ama gerekirse uykumdan feragat ediyor ama bölümlerimi yazmayı ihmal etmiyorum. Yapay zeka görselleri de hikayeye ekledim. Umarım seversiniz.

 

Efsun ve Güney ilişkisi her geçen gün biraz daha ilerliyor. Ben yavaş ilerleyen arkadaşlıkları tercih ediyorum ama bir sonraki hikayemi yeni bir ilişki üzerinden değil köklü bir ilişki üzerinden başlatmayı düşünüyorum. Yeni kurguladın haberini instagramdan vereceğim. Ama önce elimdekilerin bitmesi gerekiyor. Beni takip etmeyi unutmayınız. Yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. ☺️💫

 

 

 

Gözler de yalan söylerdi biz doğruluğuna inanmak istesek bile. Güney'in gözleri beni hep hasret kaldığım sevgiye boğarken aslında yalan söylemişti. O beni çok seviyormuş gibi baksa da aslında yalanlamaları davranışları yapmıştı. Bana Işıl Işıl bakarken, gökyüzüne asla erişemeyeceğini düşünen zihnimi yalanlayarak avuçlarıma yıldızları bırakmıştı. Ben de çocuksu bir saflıkla o yıldızlara dokunabileceğim inanmıştım.

 

Aptaldım çünkü tüm hayallerini kaybetmiş bir çocuk olduğumu unutarak asla benim olamayacak bir adama tutulmuştum. Ve bir şapşal gibi onun tarafından sevileceğimi zannetmiştim. Güney'in sevgisi ve bağlılığı yaralayıcıydı. Beni iyileştirmemiş yaralarımın üzerine tuz basmıştı ve acı beni kirli elleriyle kıskıvrak yakalarken uzaktan izlemişti. Şimdi gidiyordu benden. Çok uzaklara gidiyordu. Ben onun bu ülkedeki eski serüveni, unutulmaya mahkum anılarıydım. Geriye dönüp baktığında eski, yitik bir hatıra düşünmeye bile gerek görmeyeceği gölgede kalmış silik bir kadın bulacaktı. Ben onun için hiç varolmamıştım.

 

Düştüğüm yerde kıvrandım. Dizime büyük bir darbe almıştım. Canım yanıyordu. Bacağımın kırılmasından endişe duyuyordum ve bu demir kitaplığı üzerimden bir an önce çekip kalkmak zorundaydım. Gözlerimi açmaya çalıştığımda başımın zonkladığını hissettim. Yüzüm başıma aldığım darbeyle kan içinde kalmıştı. Bir sızı yüzümün her zerresine yayılıp kulaklarımın uğuldamasına sebep oldu. Güçlükle gözlerimi açıyor, her açtığımda ise her şeyi çifter çifter görüyordum. Kanın kekremsi kokusuna yabancı değildim. Beni mahvolduğum geceye götürmesi dışında duyarsız kaldığımı bile söyleyebilirdim.

 

Titrek ellerim üzerimdeki demir kitaplığı güç bela itip hırpalanmış bedenimden uzaklaştırdı. Dudaklarımdan dökülen belli belirsiz inlemeler canımın yangısına isyan ediyordu. Ayağa kalkmak istediğimde dizim beni dinleyecek gibi değildi. Tırnaklarımı koltuğun kenarına yerleştirip inledim. Bedenimi tüm kuvvetimi kullanarak zeminden yukarı kaldırdım ve neyse ki tutunup gövdemi sere serpe koltuğa atabilmiştim.

 

Cep telefonum neyse ki benden uzakta değildi ve daha fazla canımı yakmadan Melis'i arayabilmiştim. Ses tonu bendeki ölüm sessizliğini algıladığında belirgin bir telaşa kapıldı. Dakikalar sonra içeri girdiğinde başımdaki yaranın icabına bakıyor, onu temizlemeye çalışıyordum.

 

"Biliyordum başıma geleceğini!"diye öne atıldı. Bana değer verdiği için fazlasıyla mutlu olsam da gerçekten umutsuz vakaydım. Yine bela dönüp dolaşıp beni bulmuştu. Acaba bende mıknatıs falan vardı da ben mi fark etmemiştim. Paratoner gibi bütün şimşekleri üzerime çekiyordum.

 

Yanıma yaklaşıp alnımdaki yaraya baktı. "Of offf! Çok kötü olmuş bu Efsun. Temizlememiz gerek!" Eline aldığı pamuk ve tentürdiyotla alnımdaki yarayı her dokunuşunda bağıran bana rağmen güç bela temizlemeyi başardı. "Yanıyor bu yanıyor, Uf uf!"diye sızlandım. Acısı gözlerimin dolmasına kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu.

 

"Biraz dayan! Temizlenmezse daha kötü olur." Sulanan gözlerimi silip mırıl mırıl küçük kurbağa şarkısını söyledim. "Küçük kurbağa, küçük kurbağa kuyruğun nerede? Kuyruğum tok kuyruğum tok yüzerim derede." Melis kıkırdadı. Ne zaman korksam ve canım acısa şarkı söylediğimi bilirdi. Korkunç sesime rağmen şarkı benim tek kaçış noktaydı.

 

"Daha bitmedi mi?"

 

"Bitmedi. İstek parça atabiliyor muyuz? Sen biraz da Ali babanın çiftliğinden söyle en iyisi!"

 

"Meliiiis!" Kahkahalarla güldüğünde tombul kollarını ısırmamak için kendimi zor tuttum. Dişlerimi her an o pamuk gibi beyaz derisinde bileyebilirdim. Sonunda temizleme işlemi bitince rahat bir nefes almıştım. Morelim biraz düzelir gibi olsa da ne yazık ki sevinmekte acele etmiştim. Bacağıma dokunur dokunmaz "Ah!"diye bağırdım. Daha fazla kendimi tutamayacaktım. "Orada da mı yara var?" Başımı olumsuz anlamda sallayıp bacağımı Melis'ten biraz uzaklaştırdım ve değerli bir eşya gibi sehpanın üzerine yerleştirdim.

 

"Yara yok!" Dedim inlerken. Terleyen alnım ve buruşan yüzüm Melis'in rahatlamasına engel oluyordu.

 

"Aç bakacam!"dedi bacağıma doğru atılırken. "Hayır!" Diye karşı koymaya çalıştım. Maalesef bu tepkim onu daha çok üzerime düşmeye itmişti. "Doktora gitmeliyiz. Kırık çıkık olabilir."

 

"Hiçbir şey yok!" Eliyle alnına bir şaplak atıp tek ayağının üzerinde tepindi. "Polise gitmeliyiz Efsun. Biri burda seni fena benzetmiş. Kim yaptı söyle! Harzem denen şerefsiz mi, bilmek istiyorum." Başımı titretir gibi salladım.

 

"Harzem değil Melis. Oğlumu benden alan o belalı adamlar yaptı. Beni tehdit ettiler. Peşlerini bırakmamı, oğlumdan vazgeçmemi istiyorlar." Melis gözlerini fal taşı gibi açıp yanıma geldi. Ne yazık ki korkunç sözlerimin ederi bundan çok daha fazlasıydı. Kollarımı göğsümde birleştirip gözümden damlayan o birkaç damla yaşa esir oldum.

 

"Eğer bundan birinin haberi olursa oğlunu öldürürüz dediler." Titrek bir nefes ciğerlerime dokundu. Oğlumu görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Onu benden aldıklarında altı aylıktı şimdi ise 4-5 yaşlarında olması gerekiyordu. Büyüdüğünü görememiştim. Kokusunu doya doya içime çekememiş, benden gidişine seyirci kalmıştım. Şimdi de çok daha kötüsü karşımdaydı. Ölümü... Onu tamamen kaybetme ihtimali keskin bir hançeri boğazıma dayamış ve soluğumu kesmişti. Dilim istesem de susmaktan fazlasını yapamayacaktı.

 

"Ne yani! Böyle eli kolu bağlı mı duracağız? Hiçbir şey yapmayacak mıyız?"Hıçkırırken, "Yapamayız!"diye sayıkladım. İçim kan ağlasa da hakkımı savunamaz dilimin bağını çözemez, gerçeklere karşı kör olmaktan vazgeçemezdim. İşin sonunda oğlumu tamamen kaybetmek vardı. Bununla yüzleşecek gücüm yoktu.

 

Melis gözyaşlarıyla nemlenen yanaklarımı iki elinin arasına aldı. Gözlerinden şefkat, derya deniz olmuş akıyordu. Ama benim anneliği hazmedemeden hasrete düşen zavallı kalbim onu bile dinleyecek durumda değildi.

 

"Harun Bey'e gidelim. O bize yardım eder. Çok güçlü bir adam. Parası var, namı var, çevresi geniş.... Biz onun yanında kartondan kuklalar gibi zayıf ve değersiziz. Ondan yardım istersek bizi çaresiz bırakmaz. Oğlunu bulur, peşindeki o adamların hepsini alt eder. Neden denemeyelim ki? Kaybedecek neyimiz var?" Ellerini bir çırpıda indirip bana bakan minik gözlerinin kafesinden topallaya topallaya uzaklaştım.

 

"Harun Bey'e oğlumdan bahsedemem. Bu tüm hayatımı sökük bir kumaş gibi onun avuçlarına iter. Ben onun geçmişimi öğrenmesini istemiyorum. Harun Bey'in geçmişimi bilmesi demek Güney'in bilmesi demek. Bunu kaldıramam." Acıyla gülümsedim. "Hoş Güney Bey ucuz asistanına zerre kadar değer vermez ya neyse." Kısa bir duraksamanın ardından "Gerçekleri saklamamın bile bir önemi yok artık!"diye sayıkladım. Sesim umutsuzdu. "Çekip gittikten sonra geriden kalanın ne önemi var!"

 

Melis önümdeki çizim masasını tek eliyle sertçe itip suratını kinle kastı. Onu gören tek dostumu değil de düşmanımı karşıma aldığımı sanırdı. "Yeter! Şu Allah'ın belası geçmişinle barış artık! Ne zaman aklını başına alacaksın söylesene?" Nefesini tuttuğumu fark edemeyecek kadar şaşkındım. Bana ilk kez bağırıyor, ilk kez korkaklığımı yüzüme haykırıyordu. Ve ben haklılığı karşısında susmaktan fazlasını yapamıyordum.

 

"Yalanların yüzünden Güney'i kaybettin! Seni bırakıp Amerika'ya gidiyor. Her şey çok farklı olabilirdi. Birlikte mutlu olabilirdiniz. Ama sen ne yaptın?" Başımı eğip gözlerimi kaçırdım. Her şeyi berbat etmiştim. Lanet olsun! Salağın tekiydim ve başta Güney olmak üzere kendimi herkesin nazarında yerle yeksan etmiştim.

 

"Herkesten her şeyi saklıyorsun. Uydurma bir geçmişin arkasına saklanarak kendi gerçekliğini yalanlarla cilalıyorsun. Bir gün her şeyi öğrenemeyeceğini mi sanıyorsun? Bunca yalandan sonra istese de sana güvenebilir mi Güney? Harun Bey öğrendiğinde sana saygısı kalır mı? Yol yakınken her şeyi bilmeleri en iyisi."

 

"Anlayamazsın!"dediğimde sesim beklediğimden çok daha aciz çıkmıştı. Haklıydım anlayamazdı. Bunca yıl ben ötekileştirilmiş, ben itilip kakılmıştım. Yaşadıklarımı yaşamadan bu kadar yüksek sesle konuşmak kolaydı. Derdimi benden başka kim bilebilirdi?

 

"Efsun." Dedi sakinleşmek için elimi tutarken. "Bu iş iyice çığrından çıktı. Bak seni ve oğlunu ölümle tehdit ediyorlar. Atölyeni dağıtıp tehdit mesajları atıyorlar. Seni dövüp hırpalıyorlar. Buna sessiz kalamayız."

 

"Anlamıyor musun?"dedim gözyaşlarına boğulurken. "Oğlumu öldürebilirler. Bu nasıl bir şey biliyor musun? Hayattaki tek varlığını kaybetmek. Nerde ne yapıyor, nasıl yaşıyor bilmeden günlük hayatın koşuşturmasıyla kendini oyalamak nasıl bir zehir haberin var mı? Bilemezsin. Yüzünü görmeden önce bedenimde büyüyen şeye bir tümörden daha fazla değer vermiyordum. Onu nefret ettiğim adamdan kalan bir mikrop gibi görüyordum." Kollarımı kucaklar gibi havaya kaldırdım. "Şu kadarcıktı onu kucağıma aldığımda. Gözleri yumuk yumuktu. Bana öyle muhtaçtı ki! Kokumu almadan uyumazdı bile." Parmak uçlarımla gözyaşlarımı sildim.

 

"Ona benim yüzümden bir zarar verirlerse ne yaparım? Nasıl yaşarım?"

"Böyle eli kolu bağlı duramayız. Harun Bey'e söyleyelim. İnan pişman olmayacağız. Kendi torunu gibi arar bulur. Bize yardımcı olmaktan asla çekinmez. Güçlü bağlantıları var, parası var. Daha ne istiyorsun? O kurtlarla ancak böyle biri baş edebilir." Bunu düşünecektim. Ama biraz sabırlı olmak ve Harzem'e ulaşmak istiyordum. Kanımı neden aldığını bilmek ve ondan düşmanlarım hakkında bilgi toplamak derdindeydim.

 

"Harun Bey iş için geldiğinde zaten seni görecek ve Güney'in olanlardan haberi olacak !"

 

"Olmayacak! Belli etmezsen nerden bilecek? Saklanırım çıkmam karşısına. Darp edildiğimi bilmez sadece tehditlerden haberi olur."

 

"Yardım istemeliyiz Efsun! Yoksa her şey daha kötü olacak!" Bu işin beni aştığını zaten biliyordum ama ona gerçekleri söylemek çok zordu. Sanırım yine de deneyecektim. Harun Bey'e çok şey borçluydum. Bu kadarını isteyerek hata mı yapıyordum bilmiyorum. Yüzsüzleşmek istemiyordum ama oğlum için yalvarmam gerekirse kadınlık gururumu bir kenara bırakır ve yalvarırdım.

 

"Tamam." Dedim. Kararımı vermiş olmanın rahatlığını hissedebiliyordum. "Bu tecavüz meselesini açmayacağız. Sadece küçük yaşta zoraki bir evlilik yaptığım bilinmeli. Daha fazlasının ayak altına düşmesine tahammül edemem."

 

Melis bozulan dağınık topuzumdan bir tutamı alıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ah Efsun. Bazen o kadar saf oluyorsun ki! Harun Bey pek çok piyasanın kurdu. Emrinde senin gibi onlarca eleman çalıştırıyor. Seni araştırmadığını mı sanıyorsun? Bu sabıka meselesini bilmediğini nasıl düşünürsün? Sana maaş yatırıp sigortanı ödüyor. Sence gbt'ne ve sabıka kaydına bakmama gibi bir hata yapmış mıdır?"

 

Bunu hiç düşünmemiştim. Bunları konuşmuyor olmamız Harun Bey'in benimle ilgili bir şey bilmediği anlamına gelmiyordu. Peki ama neden beni işe alıp bu atölyeyi açmama yardım etmişti? Kendi can güvenliğinden nasıl bu kadar emin olabiliyordu? Kimdim ben? Yeni yetme modacı kırıntısından başka neydim ki onun gözünde? Bunca iyiliğin karşılığını alacağı bile şüpheliydi. Benim yerime bu işin okulunu bitirmiş, deneyimli tasarımcılarla çalışamaz mıydı? Daha az emekle daha iyi işlere ulaşamaz mıydı? Ulaşırdı! Madem öyle niye benimle bu kadar vakit kaybediyordu ki?

 

"Haklı olabilirsin?" Kalbime çöreklenen korkuyu dilimden kovmak nefesimi bile boğazıma tıkıyordu. "Ya Güney de benimle ilgili..." Hayır olamaz. Bunun ihtimali bile delirmeme sebep olabilirdi? Bunca zaman bir katil olduğumu bile bile benimle görüşmeye devam mı etmişti yani? Sanmıyordum. Yaptıklarımdan sonra beni yanında tutmaz ilk fırsatta tazminatımı ödeyip kapı dışarı ederdi. Ben onun babasının kızı değildim ne de olsa. Niye çekecekti ki kahrımı? Hoş kovmasa da kovmaktan beter etmişti zalımın oğlu ama bu yine de çok fazlaydı.

 

"Korkutmak istemem ama bu mümkün!" İçime kocaman bir öküz oturmuştu. Gerçeği öğrenmeden nasıl rahat ederdim bilmiyorum. Aslında üzülmem ya da korkmam yersizdi. O artık burada olmayacaktı. Önce bir turneye çıkacak ardından da bir daha asla yan yana gelemeyeceğimiz o çorak günlere başlayacaktı. Güney'i kaybetmiştim. Hayır asıl o beni kaybetmişti. Köftehor... Niye ben kaybediyor muşum? Fıstık gibi kızım beni alan yaşadı. O kadar da kendime haksızlık edemem. Kötü şeyler yaşadım diye ne demeye bu kadar özgüvensiz olmuştum ki? Hayat bana gül bahçesi sunmuştular ben mi çamura bulanmaya seçmiştim? Allah Allah ya!

 

"Yine içinden konuşmaya başladın Efsun!" Melis'in kırışan alnı düşünme balonumu patlatıp çabucak toparlanmama sebep oldu. "Buna inanmak istemiyorum."

 

"İnanmaman bir şeyi değiştirmez. Ses kayıt cihazını görevliler menajeri Kıvanç'a teslim etmişler. Eğer kaydı dinlediyse zaten her şeyi çok iyi öğrenmiş olacak. Dinlemediyse bile kayıt cihazının bize ait olduğunu söylediğimizde bilmediğini söyleyip kendisine dinlemek için zaman ayıracaktır. Kısaca her halükarda yalanların ortaya çıkacak Efsun. Kendini buna hazırlamalısın. Ya da boşver. Zaten çekip gidecek. Olanları bilse de bir şey fark etmez. Nasıl olsa bir daha karşı karşıya gelmeyeceksiniz. Sözleşmeyi bitirdiğine göre aranızda bir bağ kalmadı."

 

"Biliyorum." Dedim kendimi kanepeye sere serpe bırakırken. Yollarımızın bir daha birbirine rast gelmeyeceğini kabullenmem gerekiyordu. Aksi takdirde çok üzülecektim. İçimdeki duygusal hezeyan tüm enerjimi bitirmişti. Güney ne zaman aklıma düşse bir kılıç tüm bedenimi lime lime ederek içimden çıkıyordu. Gidişiyle bende bıraktığı bu derin yarayı tek kişilik yaşamak zorunda kalacaktım. Kılıç bedenimdeyken zaten kanıyordum bedenimden çıktıktan sonra ise çok daha fazla kanayacaktım. İyileşemeyecektim biliyordum. Bana söylediği o söz aklıma her geldiğinde kinim ve sevdam kapışacak ve ikisi arasında örselenip duracaktım.

 

"Affet onu! Sana söylediği o sözü unut. O anlar hiç yaşanmamış saysan olmaz mı?" Gözlerimi tavana dikmiş öylece ruhsuz ruhsuz asma tavanı izliyordum. "Yapamam. O sözü Güney'den duymanın bana ne hissettirdiğini hiçbir zaman anlamayacaksın. Affedemem. Kayıt cihazında konuşulanları Güney'in öğrenmesi artık bir şey ifade etmiyor. Yarın gidip ondan cihazı isteyeceğim. Sonra da cihazla birlikte polise gidip oğlumu kurtarmak için kendime bir şans yaratmaya çalışacağım."

 

"Efsun." Dedi kanepenin yanına diz çökerken. Tombul göbeği bu hamlesiyle birlikte katlanmıştı. "Adam çekip gidecek. Sana geldiğinde onu geri çevirme. İkiniz de bir şansı hak ediyorsunuz. Çok mutlu olabilirsiniz."

Gözlerimi kapadım. "Bizim için bir mutluluk söz konusu bile değil."

 

 

 

***

 

 

Doktor bacağımdaki kas ezilmesine ilaç yazdıktan sonra fazla hareket ettirmemem için sardı. Bir süre üzerine fazla basmamam gerekiyordu. Benim gibi hareketli bir kadını bu sargı nasıl durdururdu ben de bilmiyordum. Ama bir süre en azından iyileşene kadar bu tavsiyeler uysam çok iyi olacaktı.

 

Melis beni sargımla eve getirince soluğu mutfakta almış ve bana dumanı üzerinde nefis bir çorba pişirmişti. Varlığı öyle güzeldi ki desteğini bir ömür boyu unutamayacaktım. Melis anaç biriydi. Bana hep destek oluyor, varlığıyla hep iyikim olmayı başarıyordu.

 

Kumandanın tuşuna basıp televizyonu açtım. Listeden izlemek istediğim filmi seçip tam karşısına kuruldum. Biraz kafamı dağıtmam iyi olacaktı. Elbette yine tercihim Titanik olmuştu. Film başladığında elimde mendillerim hazır bir şekilde bekliyordum. İlk eğlenceli sahnelerden sonra romantik sahneler beni heyecana sürüklemişti. "Ah ah. Bu Jack de aynı Güney'e benziyor. Şu hale bak ya! Resmen adam bumerang gibi dönüp dolaşıp beni buluyor. Ben onu unutmak için film izliyorum film bile onu hatırlatıyor."

 

Dakikalar geçtikçe ben iyice filme çekiliyordum. Artık Jack'in yüzünde iyice Güney'i görür olmuştum. "Allahsız Rose, resmen göz göre göre sevdiğin adamı ölüme terk ettin. Hah! Erkekler de hep böyle yüreksiz kadınları sever zaten! Hah şuna bak bir de ağlıyor. Biraz kenara kaysaydın Jack de yaşıyor olabilirdi. Evet tatlım, seni şımarık zengin bebesi seni. Hah bir de götürdü milyonluk elması okyanusa attı. Deli ya deli! Bildiğin deli! O elmasla bir sürü sokak çocuğu doyabilirdi. Balıklar elması ne yapsın? Boynuna takıp gezemez ya! Laf işte!"

 

"Gerçekten kendi kendine konuşuyor. Bu kız bir kaçık!" Sesin geldiği tarafa baktığımda Güney'in kapının önünde öylece dikildiğini gördüm. Kendimi filme öyle kaptırmıştım ki kapının çaldığını duymamıştım bile. Sesini duyar duymaz battaniyeyi yüzüme çekip tüm bedenimi tamamen kapattım. Beni bu halde görsün istemiyordum. Alnım davul gibi şişmişti. Bacağımdaki o yarayla ve yüzümdeki beş parmakla nasıl bir belanın içine düştüğümü muhteşem starımızdan gizleyemezdim.

 

"Seni gördüm! Boşuna saklanma. Ölü taklidi yapmak için de fazlasıyla geç kaldın!" Adım sesleri her geçen saniye kulak tırmalayıcı bir şekilde daha yakından geliyordu. Karşımdaki berjerin gıcırdadığını duyduğumda oturduğunu anladım. "Konuşmak için geldim. Umarım bu sefer de beni dövdürmek için birilerini toplayıp getirmezsin."

 

"Hala bekliyorum. Çocuk gibi davranma ve karşıma otur." dediğinde söylemek için en doğru cümleleri seçip kombinlemekle meşguldüm. Her zamanki gibi yanlış bir zamanlamayla karşı karşıyaydık.

 

"Belki de bu son konuşmamız olacak!" Sesindeki hüznü hissettiğimde boynuna sarılıp ağlamamak için kendimi zor tuttum. Belli ki bu bir veda konuşmasıydı. Biraz sonra birkaç hisli cümle kuracak ve akabinde çekip gidecekti. Hep öyle olurdu. Yıllar sonra dönüp geldiğinde belki de kendisine yakışabilecek bir eşi ve çocukları olacaktı. Ona uzaktan bakacak ve kurduğum hayalleri bir başkasının yaşadığını görecektim. Hatta belki ben de evlenmiş olacaktım. Hata bir de oğlum olmuş olacaktı ve ne tesadüftür ki oğlumun adını da Güney falan koymuş olacaktım. Filmlerde hep öyle oluyordu ne yazık ki. Bizim o başrol karakterlerden neyimiz eksikti? Hakkımı kimseye yedirecek değilim!

 

Ah ayrılık! Hayat neden hep acılı Adana modunda olmak zorundaydı ki? İzlediğim film sahnesi gözümün önüne geldi. Siyah beyaz bir Yeşilçam filmi... Güney'e Ayhan Işık bıyığı kondursak bana da yüksek boy takma kirpik ve kabarmış küt sarı saçlar... Tam o rollerin adamı olurduk.

 

"Yine kendi kendine ne konuşuyorsun? Keşke örtüyü kaldırıp benimle konuşmayı denesen!"

"Git burdan! Hiçbir şey konuşmayacağım."

"Gelip o örtünün altına girer ve seninle anladığın dilden konuşurum. Üçe kadar saydığımda umarım karşıma oturmaya cesaret edebilirsin."

 

Parmaklarım sıkıca örtüyü kavramıştı. Karşısında bu şekilde nasıl duracaktım? "Üç" Ne? Ne ara üç olmuştu? Adım seslerini hemen yanıbaşımda hissettiğimde, "Tamam gelme!" diyerek kendi örtümü gözlerimi kapayarak kendim açtım. Kirpiklerimin arasına sıkışan gözbebeklerim çerçevesini genişlettiğinde bana bakan şaşkın gözleri yutkunmama sebep oldu. Yüzündeki hüzne çalan kızgın ifade nefes almayı unutturmuştu.

 

Dizlerini kırarak yanıma oturduğunda lacivert hareleri nazar boncuğu gibi ışıldayan adamın gözlerine bakamıyordum. Başımı eğdim. Dolu dolu olan gözlerim bir inci tanesini usulca göz pınarlarımdan yanaklarıma doğru akıttı. Alnım davul gibi şişmişti. Kaşım hafifçe patlamış, dudaklarım ısırmaktan morarmıştı. Parmak uçları kirpiklerimin üzerine düşen minik perçemi geriye itip yüzümde gizlemeye çalıştığım acınası izleri açığa çıkardı. Karşısında böyle zavallı durmak içimdeki çocuğu öyle çok örseliyordu ki derdimi dökecek kelime bile bulamıyordum. Yüzüme kıymışlardı ama bana asıl acı veren şiddetin gururuma attığı tekmelerdi.

 

"Bunu sana kim yaptı?" Ayağa kalkıp gitmek için bedenimi ondan çevirmeye çalıştığımda kollarımdan tutup beni cüssesine yaklaştırdı. "Ah!" Canım yanıyordu. Kemiklerim aldığım darbe yüzünden sızım sızım sızlıyordu.

 

"Kim yaptı Efsun bir şey söyle!" Sonra bir adım uzaklaşıp düşünceli düşünceli, "Bileğindeki morluk..."diye sayıkladı. Büyük bir muammayı çözmüş gibi başında yanan ampulle yanağımı avuçlarına aldı. "O gece üzerine biri direksiyon kırmıştı. Orada olmasam seni ezecekti." Başını iki yana salladı. Beklediğimden çok daha zekiydi. Parçaları bu kadar kısa zamanda birleştirmesine akıl sır erdirememiştim.

 

"Hayır sandığın gibi değil."dedim ona sırtımı dönerken. Ellerim mısır örgüsü yaptığım saçlarımın uçlarında gezindi. "Ben komşuyla kavga ettim." Yalan bir tebessüm inanmayan gözlerine el salladı.

 

"Bilirsin. Kavgacının tekiyimdir." Omuzlarımı silkip umursamaz alaycı öfkemle, "Sen bir de onun halini gör!" Diye vızıldandım. "Hah hay! Ağzı burnu dağılmıştı. iki gözü iki çeşme ağlayarak gitti yanımdan. Ne sandın sen beni! Ben..." Bir hıçkırık dudaklarımdan firar ettiğinde yalanlarımı gözyaşlarım ispiyonladı. Keşke daha profesyonel bir yalancı olabilseydim. "Ben..." Ona sırtımı dönüp akan gözyaşlarımı gizlemeye çalıştım. Keşke kesik hıçkırıklarımı duyamayacağı bir mesafede olabilseydik.

 

Elleri omuzlarımı kavradığında o iki yanımı mesken tutan keder dağları bir anda tuzla buz oldu. Keşke dermanım onda saklı olmasaydı. "Yalan söylüyorsun! Sana bunu kim yaptı? Yine başın belada değil mi? Yine birileri peşinde ya da sen düştün belanın avuçlarına." Gövdemi kendine çevirdiğinde başımı eğdim. Ona sarılıp ağlamak istiyordum fakat kalbimin muhafızı gururum buna izin vermiyordu. Hep aynı söz kulaklarımda yankılanıyordu. Bu kadar ucuz musun sen? Ucuz beden...

 

Terleyen ellerimi elbisemin baldırlarına sürüp, ondan uzaklaşmaya çalıştım. Adım atmaya çalıştığımda dizim kanepenin kenarına çarptı. "Ah!" Artık bakışları çoktan dizime yerleşmişti. "Bakma sapık mısın sen?"

 

Gözleri dolu doluydu fakat dudakları gülümseyerek onları yalancı çıkardı. "Sapığım!" Kanepeye dik bir şekilde oturdum. Daha fazla ayakta kalamamıştım. "Canını yakmışlar. Neden bana hiçbir şey söylemedin? Senden ne istiyorlar Efsun? Niye bırakmıyorlar peşini?" Suskundum. Bir şey anlatmak istemiyordum. Zaten gidecekti. Neden kurcalıyordu ki olanları?

 

"Git Güney. Madem vedalaşmak için geldin. Vedalaştık işte! Sen Allah'a ısmarladık dedin ben de güle güle! Hepsi bu kadar. The end! Finish! Tamam mı? Oldu mu? Benim sorunlarım sadece beni ilgilendirir. Sen kendi hayatına odaklan. Kariyerine, kız arkadaşına mesela... Benden başka her şeyi düşünebilirsin. Beni düşünme! Ben kendi başımın çaresine bakabilirim." Bunca sözümün içinden tek bir cümleyi cımbızla çekip aldı.

 

"Benim kız arkadaşım falan yok! Ceyda sadece iş arkadaşım hepsi bu!"

 

"Aranızda ne olduğu beni hiç ilgilendirmiyor!"dedim dişlerimi sıkarken. Bu sözüme kargalar bile gülerdi. "Hem ben hastayım niye beni tutuyorsun?" Elimle kapıyı işaret ettim. "Hadi git. Dinlenmek istiyorum. Ucuz kadınlarla uğraşıp daha fazla zamanını tüketme."

 

Kapının ardında gizlenip bizi izleyen Melis'i gördüğümde bana kızgın kızgın baktığını fark ettim. Vedalaşmayı bile becerememiştik. Buradaki suçta aslan payı benimdi. Yokluğunda hasretten yanıyor, varlığında canına ot tıkıyordum. Ne sağı solu belli olmaz, ensesinde baykuşlar uçuşan bir kadındım ben böyle! Dengesizdim dengesiz! Eteğimde kırk tane maymun oynuyordu resmen. Çok sevgili starımız beni yola getirecekti de ben de görecektim. Hah!

 

"Ne zaman dinecek öfken? Pişmanım anlamıyor musun? Deli gibi pişmanım. Haklısın! Seni dinlemeden kötü düşüncelere kapılmamalıydım." Üzgün olması bana kendini affettirmesi için yeterli değildi. "Keşke affedebilseydim."dedim gözlerine bakma cesaretini gösterirken. "Yapamıyorum. Bende öyle bir ziyana sebep oldun ki... İçimi öyle kırıp döktün ki tarifini bile yüreğim kaldırmıyor."

 

"Anladım!"dediğinde boğazı düğümlenmişti. "Telafi etmeme izin vermeyeceksin." Başımı onaylar gibi salladım. "İzin vermeyeceğim. Affetmek istemiyorum. Kalbim yeterince yorgun. Bir hezimete daha tahammül edemez. Git! Eğer Amerika senin için daha iyi olacaksa bir an bile düşünme! Başımın çaresine bakabilirim. Hayatımda hep sen yoktun!"

 

Ciğerlerindeki efkarı kederli yüreğinden uzaklaştırdı. "Keşke gidebilsem. Ardımdakini düşünmeden çekip gidebilsem... Gitmek geride kalmaktan daha zormuş meğer. Adımların giderken yüreğin geridekiyle kalıyor. Ruhun başka yerde kalbin başka yerde... İnsan her şeyini yerleştiriyor da bir kendini yerleştiremiyor gurbete." Burnunu çekip gözlerini sıktı. Bu sözleri söylemek onun için de zordu.

 

"Sevmek ne uzun kelime demiş şair. Haklıydı. Keşke sadece uzun olsaydı. Bir sancı giriyor insanın her yanına. Ben sadece uzaklara gidersem gurbeti yaşarım sanıyordum. Gurbet en çok istediğinden uzak olmakmış meğer. Hasret sadece uzakta olana duyulmazmış mesela. Kader kavuşturmadıktan sonra İnsan en büyük hasreti yanındakine duyarmış."

 

Topallayarak kapının önüne kadar gelip onu dışarıya buyur ettim. "Bize gurbetten başkası yakışmıyor. Gitmen ikimiz için de en iyisi. Bazı şeylerin telafisi mümkün olmuyor. Zorlamak daha çok yoracak biliyorum." Adımları onu tam karşıma getirdi. "Bana sana neden zarar verdiklerini söylemeden, o adamların isimlerini vermeden bir yere gitmeyeceğim." Onu sertçe itip kapının dışına gitmeye zorladım. "İstenmiyorsun büyük star Güney Tunç Atasoy. Zorla evimi zapt edecek değilsin!"

 

"Efsuuuuun!" Melis'in davranışım karşısında dili tutulmuştu. İkazı ise umurumda bile değildi. Nasıl yayından fırlayan ok geri gelmezse sözlerimin de bir dönüşü olamazdı.

 

"Gitmeyeceğim. Beni yüz kere kovsan da gitmem anladın mı? Aşağıdayım. Seni orada bekleyeceğim. Ne zaman bana gerçekleri anlatırsın işte o zaman çekip giderim." Kapıyı sertçe yüzüne kapayıp, "Ne halin varsa gör!" Diye bağırdım. Melis hırstan tepinecek kadar gerilse de Güney'i kovmuş ve hiç pişman olmamıştım. Birbirimizi daha fazla incitmemizin hiçbir gereği yoktu.

 

"İyi halt ettin!"dedi Melis tombul poposunu büfeye yaslarken. Saçları kızgınlıktan diken diken olmuştu. "Deli gibi seviyorsun ama bir aptal gibi duygularından ve duygularının sahibi olan adamdan kaçıyorsun! Gerçekten amacın ne?"

 

"Hiçbir şey!"dedim sakin sakin. Ben sadece kendi yoluma bakmak istiyordum. Kırılan hiçbir şeyi toparlayamayacağımızı biliyordum. Oma çok yalan söylemiştim ve gerçek benle tanıştığında hayalkırıklığına uğrayacaktı. Başlamadan bitmesi ikimiz için de en doğrusuydu.

 

"Güney sana yardım edebilir biliyorsun değil mi? Gücünü kullanarak oğlunu bulmanı sağlayabilir. Neden bir şeyleri düzeltmesi için ona fırsat vermiyorsun? Pişman olmuş! İnsanlar hata yapabilir. Bazen öfke dilimizden dökülenleri çıkmaza sokabilir. Ama telafi edilemeyecek bir şey değil." Başımı koltuğa yasladım. ayağımı ise önümdeki kahverengi küçük sehpaya koydum.

 

"Bu işin sonu yok Melis. Hiçbir şeyi telafi edemeyiz. Ben yaşadığım o korkunç olaydan sonra istesem de hayatıma birini alamam. Yeniden bir yuva kurma ihtimalimin olduğunu bile zannetmiyorum. Korkuyorum. Birinin bana dokunması acı verici. Bana hep o geceyi hatırlatıyor. Yaşadıklarımın benimle gelmesinden nefret ediyorum. Bu koşullar altında onunla nasıl bir gelecek kurarım?"

 

İç çekti. İçimdeki hasarın sandığından çok daha fazla olduğunu anlamıştı. Umutsuz vakaydım. "Sen bilirsin. Umarım bir düğün yaşayabilecekken yaşayamadığın mutluluklar için pişman olmazsın."

 

O sofrayı hazırlamak için kalktığında kendi kendime kızmaktan kurtulamıyordum. Sağlıklı, iyi bir ailede büyümüş olsaydım acaba yine de böyle biri olur muydum? Bu acıları yaşar mıydım? Bunu hiçbir zaman bilemeyecektim. Ötekileştirilmiş yitik çocuklar nefes aldığı müddetçe böylesi bir hayatın hayalini kurar ama gerçeğe dönüştürmekten korkardı. Ne yazık ki ben de onlardan biriydim.

 

Gazeteyi elime aldığımda manşetlerdeki haberle nefesim kesildi. Öyle ki neredeyse gözbebeklerimin sayfaya akıp gideceğini düşündüm. "Ünlü starın gizemli aşkı... Dolu dizgin sevda sınır tanımıyor. Güney Tunç Atasoy gizemli sevgilisi hakkında henüz bir açıklama yapmadı."

 

Allah'ım ölmek istiyorum. Bunlar nasıl bilip bilmeden bizi sevgili olarak yazardı ki? Of of! Deli gibi haykırmak istedim. Bu saçmalıklar yüzünden kocam olacak pisliğin akrabaları peşime düşecekti. Oğlumu bulamadan ellerinde kalacak, bir namus cinayetini daha sayfalara düşürecektim.

 

Melis, oflamalarımı duymuş olacak ki masaya tabakları yerleştirirken tüm vücudu bana yöneldi. "Neler oluyor?"

 

"Yine gazetelerdeyiz. O kokteyl çıkışı biri uzaktan bizi çekip magazincilere haber uçurmuş. Baksana haberimiz bile yok kayda alındığımızdan." Melis fotoğraftaki kucak kucağa duruşumuza bakıp gülümsedi. "Çok yakışmışsınız! Ne ara bu kadar yakınlaştınız?"

 

Kaşlarımı çattım. Resmen kasap koyun can olayına girmiş durumdaydık. Ben ne dertteydim o ne dertteydi. Şaka gibi! Melis eline tabletini alıp haberin görüntülerine ulaşmaya çalıştı. Önümüze gelen videoda Güney'in beni nasıl aracın önünden aldığını, sonrasında ona nasıl sığındığını çok net görebiliyorduk. Ama bu amatör kamerayla çekilmiş bir görüntüydü. Belli ki oradan geçen her hangi bir vatandaş tarafından para kazanma gayesiyle çekilip servis edilmişti. Ve itiraf etmeliyim ki biz şimdi çıkıp basın açıklaması yapsak bile hiç kimse sevgili olmadığımıza inanmazdı. Görüntüler aramızda bir şeyler olduğunu düşündürecek cinstendi.

 

"Melis şuraya bak. Bana çarpmak üzere olan aracın plakası görünüyor. Modeli, her şeyi son derece net!"

 

Tabletin ekranından videoyu durdurup görüntüyü yakınlaştırdı. Biraz bulanık da olsa aracın plakası okunaklıydı. "Evet. Plakayı bir şekilde sorgulayıp kime ait olduğunu bulabiliriz. Böylece seni tehdit etmek için atölyeni basan ve üzerine direksiyon kıran hayvanı buluruz."

 

"Hayvanı değil, hayvanoğlu hayvanı buluruz hemde." Melis kıkırdarken biraz olsun neşem yerine gelmişti. "Belki."dedim suratımdaki sırıtışı gizlemeye gerek görmeden. "Onu bulursak oğlumu da buluruz. Aracın sahibi belki bizi oğluma götürür." Bir damla yaş elmacık kemiklerime doğru süzüldü.

 

"Onu görmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki. Yüzünü, sesini hayal bile edemiyorum Melis. Bana benzeyip benzemediğini bile bilmiyorum. 5 yaşına basacaktı bir hafta sonra. Eğer şimdi yanımda olsaydı onun için harika bir pasta alırdım. Üzerinde en sevdiği çizgi film karakterinin resmi olurdu. Acaba meyveli pasta mı isterdi yoksa çikolatalı mı? En çok hangi oyunu oynardı? Benim gibi ayıcıklardan hoşlanır mıydı?"

 

Melis bana sımsıkı sarıldığında gözyaşlarımın istilasına uğrayan yüzüm acılarımı ve hayallerimi ele verdi. Ne zaman Yiğit'i düşünsem içimdeki o nehir göz pınarlarımdan kabarıp taşardı. Yüzümü kendisine çevirip gözlerime baktı. "Yiğit'i bulamazsak üzülmeyeceksin değil mi?" Dediğinde acıyla gülümsedim. "Çok üzüleceğim. Bu konuda benimle pazarlık yapma. Onun büyüdüğünü göremedim. Ölmüş olsaydı onu bir mezara koyar toprağının üzerine çiçekler ekerdim. Ama yaşıyor. Belki bir sokak dilencisi oldu. Belki her gün dayak yiyor. Bana düşman yetiştiriliyor bile olabilir. Bu belirsizlik ölümden daha beter."

 

Bana uzattığı mendille gözyaşlarımı sildim. "Harzem iyi yaşadığını söyledi. Bir çocuk annesinden uzakta ne kadar iyi olabilir ki?"

 

"Moral bozmak yok. Trafik şubede bir polis arkadaşım var. Ona ekran fotoğrafı aldığımız bu aracı göstereceğim. Plakadan araç sahibinin kimliğine ulaşacaklar. Biz de izini süreceğiz."

 

Düşünüyordum. Melis çorbayı koyarken aklımda o gece olanlar ve sonrası vardı. Beni darp ederek ölümle korkutacak kadar gözleri dönmüştü o adamların. Bu ev ne kadar güvenliydi? Melis çorbasını bitirdiğinde ben hâlâ sessizliğimi koruyordu. "Melis..." Başını çorbadan kaldırıp yüzüme baktı. Sözler boğazımda tıkanıp kalmıştı.

 

"Evlerimizi ayıracağız. Benim yanımda yer alırsan sana da bir zarar verebilirler. Benim en kısa zamanda burayı terk etmem gerekiyor. İçimden bir ses o adamların burayı da bildiğini söylüyor. Harzem onlara bu işin peşinde olduğumu söylemiş olmalı."

 

Melis elindeki kaşığı tabağına sertçe bıraktı. Ensesine akbabalar tünemiş, öfkesi gözlerine taşınmıştı. "Öyle şey olmaz."

 

"Olur Melis. Ya seni öldürürlerse. Ya bana yardım ettiğin için harcanırsan. Bunu kaldıramam. Hemen yarın evini terk etmek zorundayım. Senin bu işten uzak durman en iyisi. Daha fazla yılan yuvasını eşeleyemezsin."

 

"Hiçbir yere gitmeyeceksin. Gerekirse polise başvururuz. Ne gerekiyorsa yaparız. Ama yolları ayırmak falan yok."

 

O umursamazca yemeğini tamamlamaya çalışırken benim tüm iştahım kesilmişti. "Pişman olmanı istemiyorum. Bu tehditler bitmeyecek."

 

" Sadece korkutuyorlar!" Dediğinde söylediğine kendisi bile inanmıyordu. Neler olabileceğini ikimiz de iyi biliyorduk. "Şimdilik..." Sözüm Melis gibi yemek düşkünü bir insanın bile iştahını kocaya kaçırmıştı. "Bir daha bu konuyu açma Efsun! Seni yalnız bırakmam!" Sustum. Zamanın beni haklı çıkarmamasını ummaktan başka şu an için elimden bir şey gelmiyordu.

 

Bir şeyler yemeye çalışıp pencere kenarına geçtim. Perdeyi araladığımda sokak lambasının altındaki bedenle neye uğradığımı şaşırmıştım. Güney... Melis yanıma gelip tombul bedeniyle beni hafifçe itti. "Ayyyy! Gerçekten de gitmemiş. O adamlar yine gelir de sana zarar verir diye pencerenin altını mesken tutmuş." O, yüzündeki mahsun ifadeyle bana bakarken ruhumun köklerinden kopup toprağında ayrıldığını hissettim.

 

Güney'den kaçmaya çalıştıkça kendimi yine onun yanında buluyordum. "Yağmur yağıyor Efsun. Bari arabasına geçse. Üşütüp hasta olacak."

 

"Of Güney. Neden her şeyi zorlaştırıyorsun?" Perdenin altından onu uzun uzun izledim. Beni görüyor olmalıydı. Ne yazık ki ondan kaçamıyordum. Bakmak istemesem de kendimi onun gözlerinde boğulurken buluyordum. Islanıyordu. Git işte dedim içimden. Senin beni korumanı istediğimi mi zannediyorsun? O adamlar beni gözden çıkarırsa acımaz seni de siler atar. Canının daha fazla yanmasını istemiyorum. Başını belaya sokmadan çekip gitsen ne olur?

 

Yaklaşık iki saat geçmişti. Gitmesini bekliyordum ama inatla yağmurun altında öylece dikiliyordu. Dışarıda keskin bir ayaz vardı ve bu gidişle ayazın etkisiyle kısa sürede hastalanıp ateşlenecekti. Yemek de yememişti. Birazdan bayılıp kalırsa hiç şaşırmazdım. İnada bak be! İstanbullu Çetin ceviz çıktı. Hiç değilse arabasına binse biraz olsun rahatlardım. Binmiyordu. Sözleri için kendisini cezalandırıyor olamazdı değil mi? Kendisini affetmem için mi yapıyordu tüm bunları? Buna daha fazla devam etmese iyi olurdu çünkü kalbime oturan taş çoktan yerinden oynamaya başlamıştı. Bu gidişle onu affetmek için kendime yeni sebepler üretmeye başlayacaktım. Hatta başlamış bile olabilirdim.

 

Daha fazla dayanamayıp kendimi asansöre atmaya çalıştım. Fakat o kazulet bir türlü çalışmak nedir bilmedi. Bu canına yandığımın apartmanında bir gün olsun asansörün çalıştığını görsem semtteki tüm fakir fukaraya para dağıtırdım. Ama nerdeeeee!

 

Yaklaşık beş dakikanın sonunda ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırıp, "pes!" Dedim. "Sen kazandın. Şimdi topuklarıma basa basa gidiyorum ama döndüğümde bunu yanına bırakmam. Başına kadar dolu kocaman bir çöp poşetiyle gelip suyunu akıta akıta hayatı sana dar edeceğim. Kimsenin temizlemesine de izin vermeyeceğim. Hah!"

 

Üzerimdeki siyah uzun kolu sade elbiseye aldırmadan üçer beşer merdivenleri indim. Saçımdaki lastiği çıkarıp örgümü bozdum. Sanırım açık uzun saç bana daha çok yakışıyordu. Çocuksu ev halime onun yanında devam edemezdim. Dış kapıyı araladığımda yağmurdan sırıl sıklam olmuş atletik bedeniyle tam karşımda duruyordu. Sarı saçları alnına dökülmüştü. Yüzünden damla damla sular yaralarına değerek süzülüyordu. Saatlerce ayakta beklediği için bacaklarının ne kadar ağrıdığını tahmin edebiliyordum. Yorgunluktan üzerime yığılıp kalmak üzereydi.

 

Beni gördüğünde bakışları kısılsa da yüzündeki solgun ifade bozulmadı. Beni bu kadar telaşlandıran ve suçlu hissetmemi sağlayan adama dişlerimi gıcırdatıp yumruğumu sıktım. Her an üzerine atılıp dünyanın tüm bucaklarını önüne sıralayabilirdim. Üzerine doğruyorlar adımlar atıp onu iki elimi kullanarak sertçe ittim. Birkaç adım gerilese de dik duruşundan bir şey kaybetmedi. Deri ceketi sırılsıklamdı. Tek tesellim altındaki tişörte ıslaklığın geçmemiş olmasıydı.

 

"Sen benim başıma bela mısın? Niye geldin? Haydut gibi kapımı zapt etmek sana mı kaldı?" Sustu. Fakat bakışları gururlu ifadesinden hiçbir şey kaybetmedi. "Sana diyorum. Hemen git burdan yoksa polisi çağırır seni attırırım. Bilirsin yaparım!"

 

"Yaparsın!"dedi sakince. Bundan hiç şüphesinin olmadığını biliyordum. "Git o zaman. Başının belaya uğramasını istemiyorsan toz ol!"

 

"Yap!" Bunu gözlerimin içine baka baka söylemişti. Blöf yaptığına inanmak istiyordum. Gözünü bile kırpmıyor, en ufak bir endişe ibaresi göstermiyordu. Cebimdeki telefonu çıkardım ve ısırarak kan kırmızı yaptığım dudaklarımı dişlerimden kurtarıp gözünün içine baka baka tuşları çevirdim. Fakat arama yapacak cesaretim yoktu. Tek isteğim korkup çekinmesiydi. Böylece güvenliğinde emin olacak o iğrenç insanların Güney'i bu sokak ortasında avlayamayacağını bilerek huzurla uyuyabilecektim.

 

"Alo bir ihbarda bulunmak için aramıştım." Kaşının birini kaldırıp yan yan beni süzdü. Buna inanır bir hali var mıydı bilmiyordum ama bozuntuya vermeden oyunuma devam ettim. Buraya polislerin ve gazetecilerin gelmesini isteyeceğini hiç zannetmiyordum. Bu kariyerini mahvederdi. Başımı kaldırdığımda Melis bana yukardan el sallıyordu. Tek ayağımı huysuz bir kısrak gibi yere vurduğumda gülüp aşk sarhoşluğuyla ellerini kavuşturdu. Ve bana baygın baygın baktı. Resmen yağmurun altında sıçan gibi sırılsıklam olduğumuz için memnuniyet duyuyordu.

 

"Şu an evimin önünde sarışın bir adam var ve tüm ısrarlarıma rağmen çekip gitmiyor. Bize yönelik hain planları olduğunu düşünüyorum." Derken yüzündeki duygusuzluk tebessüme dönmüştü. Onu umursamadan "Evet evet. Şu hit şarkıların sahibi... Güney Tunç Atasoy... Adam bildiğiniz başıma bela oldu. Çekip gitmesini söyledim elbette ama gitmiyor. Biraz daha beklerse kök salıp meyve verecek." Bir kaç saniye durup, "Ona ucuz olmayan kadınlarla görülmesini söyledim ama ne yazık ki benim başıma bela olmayı tercih etti. Ayrıca sesi de berbat! Hep mikrofonlar sayesinde buralara geldi. Korkuyorum biraz sonra serenat falan da yapmaya başlar." Güney'in gülüşü iyice sesli bir hal almıştı. Yağmurda ıslanmak ne onun ne de benim için bir problem teşkil etmiyordu.

 

"Evet hemen bir ekip istiyorum." Göz ucuyla onu süzdüğümde kıkırdamaya devam ediyordu. Çocuk kandırır gibi telefonu kapattım. "Birazdan geldiklerinde anlarsın. Yaka paça sürükleyerek götürecekler seni. O zaman kim yamanmış görürsün bay Güney Tunç Atasoy!"

 

"Sen bana kamera şakası falan mısın? İlkokul müsameresindeki çocuklar bile senden daha iyi rol yapar. Beni polise verecekmiş!" Omuzları inip kalktığında sinirden titriyordum. "Şimdi de domates gibi kızardı. Ah ah!"

 

"Hemen git buradan!" Kollarını birbirine bağladı. "Gitmezsem ne yaparsın?"

 

"Senin..." Onu tekrar itmeye çalıştığımda buna izin vermedi. Kollarımı tutup beni duvar ve gövdesi arasına sıkıştırdı. "Güvende olmadığını biliyorum. Bana her şeyi anlatana kadar ne sen bir yere gidebilirsin ne de ben!Bu kadar kolay değil. Hayatın tehlikede. Birlikte bir karar vereceğiz. Ama önce dürüst olman gerekiyor."

 

Kollarımı göğsüne sertçe indirmeye çalıştığımda beni zapt etmekten gocunmadı. "Oyun bitti. Her şeyi bilmek istiyorum. Seni konuşturmak için ne gerekiyorsa yaparım. Yalan yok, gerçekler dökülecek ortaya!" Çığlık atmaya çalıştığımda ağzımı kapadı. Alınlarımız birleştirdi. Ona bu kadar yakın olmak kalbimi çok yoruyordu. Yağmur usulca saçlarımızı ve tenimizi ıslattı. Giderek şiddetleniyordu ama bunu umursadığını hiç sanmıyordum.

 

"Seni bir kez daha incitmelerine izin vermeyeceğim. Canını yakamayacaklar. Artık bu benim meselem." İlk kez biri bana sahip çıkıyordu. Beni üzenlerden hesap soruyordu. Beni tanımadığı halde yanımda olmaya çalışıyordu. Ben babamdan sonra kimsenin yanında kendimi güvende hissetmemiştim. Kimseye inanmamış, kaybetmekten korktuğum için bağlanmaya çabalamamıştım. Çok sevmek benim kitabımda yazmazdı. Çok seven kalbin derdi hiç bitmezdi, hem de hiç! Sevmeyince ne ihanet acıtırdı ne de şiddet. Bu yüzden çok korkuyordum onu sevmekten. Sevdiği her şeyi kaybetmiş, oyuncak ayısını bile huzurla sevememiş bir kız çocuğuydum. Bazı şeyler artık kalbime ağır geliyordu. Keşke bu kadar korkak olmasaydım.

 

Gözyaşlarım şıpır şıpır yanağıma damladı. Gözleri kapalıydı, beni ağlarken görmediği için halimden memnun olmam gerekirdi. "Bana acıma!"

 

"Acımıyorum!"derken elleri ıslak yanaklarımda dolaştı. Yağmura minnet borçluydum çünkü gözyaşlarım onunkilerle karıştığı için büyük star tarafından fark edilmeyecekti. Uzaklaşıp gitmek için gerilemeye çalıştığımda sımsıkı sarıldı. "Biraz böyle kalamaz mıyız?"

 

"Lütfen!" dediğinde dilimi ısırdım. "Buna ihtiyacım var." Sarılması ve beni kendine mühürlenmesi ruhuma zor geliyordu. "Sadece 20 saniye."dedim parmak uçları saç diplerimi okşarken. "Saymaya başlıyorum, yirmi dediğimde biter." Kıkırdadı. "Tamam anlaştık." Gözlerimi kapatıp saymaya başladığımda ortamda sadece yağmurun sesi duyuluyordu. "Yanındayken huzurluyum." Ne yazık ki hislerimiz karşılıklıydı. Onunlayken mutlu olduğumu inkar edemezdim. "20!" dediğimde belimi saran kolları çözüldü. Artık şakaklarımız ve yanaklarımız birbirine değmiyordu.

 

"Burada kalamazsın. Bu ev yeterince güvenli değil." Bunu ben de biliyordum ama ancak birkaç gün içinde kendime yeni bir ev bulabilirdim. Bunun için biraz avansa ihtiyacım vardı. Bir süre atölyede kalmam gerekecekti fakat orası da güvenlikli değildi. "Polise haber verdiniz mi?" Başımı salladım. Şaşkınlık yüzünün her zerresine sirayet etti. Bana delirmişim gibi bakıyordu. "Neden? Şikayetçi olman için daha ne yapmaları gerekiyor? Ölmek mi istiyorsun?"

 

"Evet ölmek istiyorum!" Dediğimde başını göğe isyan eder gibi kaldırdı. "Ben ölmek istiyorum ben! Bu gidişle sen beni kalpten götüreceksin!" Onu orada bırakıp yeniden eve yönelmek istedim. Parmakları bileğimi kelepçelerken bunun o kadar kolay olmayacağını anlamıştım.

 

"Hiçbir yere gidemezsin. Bu işi çözmeliyiz. Derhal polise başvuralım. Önce düşmanımızın kim olduğunu anlamamız gerek!" Açtığı araç kapısını sertçe kapatıp "Gidemem!"diye bağırdım. "Beni sevdiklerimi öldürmekle tehdit etti." Kimden bahsettiğimi soracak diye korkudan kızardım ama neyse ki sormadı. Bir yalan daha söylemeyeceğim için şanslı sayılırdım.

 

"Bana gidelim. Orada benden habersiz kuş bile uçmaz. Güvende olursun!"

"Hiçbir yere gelmiyorum. Her fırsatta evine alıyorsun. Neyim ben? Odalık falan mı? Hiçbir yere gelmiyorum!"

 

Mavi gözleri bedenimi dilim dilim kesti. Şu zayıf noktam onu resmen deli ediyordu. Adamı Nuri Alço gibi yaftalamalarım bu gidişle hiç bitmeyecekti. Resmen tecavüzcü Coşkun muamelesi yapıyordum.

 

"Seni koynuma alma derdinde değilim Efsun Dumanlı. Sadece güvende olmanı istiyorum. Dışardan bakıldığında sapık gibi mi duruyorum? Sürekli bana Abaza muamelesi yapmaktan vazgeç! Oldu olacak her kuşun eti yenmez falan de de tam olsun! Hah!"

 

"Benimle dalga geçme! Melis'i yalnız bırakıp hiçbir yere gelmeyeceğim."

"Anladığım kadarıyla o adamların Melis'le bir işi yok. Dertleri sensin. Artık kimin kuyruğuna bastıysan!" Kinayeli sözü kulaklarımdan alevler fışkırmasına sebep olmuştu. "Yine ben suçlu oldum değil mi? Ne de güzel destek oluyorsun öyle! İstemem yardımın sende kalsın." Anlık boşluğunu fırsat bilip koşar adım eve yöneldim. Kısa sürede toparlanıp önüme geçti. Leylek gibi uzun bacaklı olmanın lüksünü yaşıyordu kerata. Kaçmak için Süreyya Ayhan gibi doping yapmam lazımdı.

 

"Hiçbir yere gidemezsin. Güvende olduğundan emin olmam lazım." Yüzümü sinirden titreterek, "Gelmiyorum!"diye bağırdım. "Geleceksin!"

 

Tepinerek, "Gelmeyeceğim!"diye haykırdım. İnadım inattı. Bu konuda benimle aşık atması imkan dahilinde değildi. "Öyle mi?" Derken bir sonraki hamlesini merakla bekliyordum. Ne olduğunu bile anlamadan kendimi omuzlarında buldum. "Şimdi de gelme görelim."

 

"İndir beni!" Hırsından çatla der gibi aracın aracın kapısını açıp beni bir eşya gibi içeri tıktı. Kaçmayayım diye şoför koltuğuna atmış ve diğer koltuğa geçmeye zorlamıştı. Kendisi de yerleştiğinde kilit sesi ortamdaki çığlıklarımı birkaç saniyeliğine de olsa durdurdu.

 

"Gelmeyeceğim seninle! Neden anlamıyorsun? Artık patronum bile değilsin, ne hakla beni evine götürebilirsin?" Aracı park ettiği yerden kurtarırken sessizdi. Başımı kaldırdığımda Melis'in neşeyle bize bay bay yaptığını görürdüm. Bu tombul güvercin ne zaman Güney'in safına geçmişti ki?

 

"Kemerini tak! Artık peşindekilerin muhatabı benim!"

 

 

💫💫💫

 

 

 

 

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. 💫☺️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%