Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. bölüm: aşk oyunu

@syildiz_koc

Medya : Amor mio

 

 

 

Yıllar Önce:

 

İnsanın direnemediği yegane şeydi kader. Bazen bir şeyler bizlerden bağımsız gerçekleşirdi ve ne yapsak bu gelişmelere engel olamazdık. Efsun kaderin kendisine ördüğü o siyah ağlardan habersiz aynanın karşısında kendisini izliyordu. Artık o küçük, haylaz kız değildi. Haylaz kısmı fazla değişmese de bedeni serpilmiş, bahar dalları gibi hayat dolu bu ruh kendisinin olmuştu. Aynanın karşısında yeni aldığı pudra renkli çiçekli elbiseye hayranlıkla baktı. Bunu yengesiyle birlikte çarşıdan almıştı. Karpuz kolları ve sade, düz kesim eteğiyle bedenine cuk diye oturmuştu. İnce beline, ipeksi teninin kuşattığı zarif bacaklarına hayranlıkla baktı. Yıllar ona çok şey katmıştı. Bedeni gül tomurcuğu gibi açmış güzelliği ve zerafeti görene bir kez daha baktırır olmuştu.

    

Burcu'dan tırnakladığı düzleştiriciyi alıp ipeksi kahverengi saçlarında gelişi güzel dolaştırdı. Onları şekillendirmeyi çok seviyordu. Asla kıyıp da kesmez, salıp ahenkle dans edişini izlerdi. Bu gün Ramazan'ın ilk günüydü. Serpil teyze bahçesinde harika bir iftar yemeği veriyordu. Elbette bu lezzet şölenine amcası ve yengesi de davetliydi. Şimdiden karnı zil çalıyordu ve Efsun bilirdi. Yemek konusunda mahallede Serpil Teyze'den daha mahir olanı bulunmazdı.

 

Nefis bol kıymalı karnıyarıklar, incecik manken kılıklı sarmalar, güveç, pilavın en tane tane olanı, kadayıf dolması ve daha bir sürü enfes güzellik... Serpil demek yemek demekti yemek demek de Serpil. Bu yüzden Efsun ezan saatini büyük bir iştahla bekliyordu. Bu gün diğer günlerden farklı olarak Nihat Hatipoğlu'nu izlemeyeceklerdi. Babaannesi yemek programlarına bakıp sulanan ağzını şapırdatarak ezan sesini kollamayacaktı. Bilakis O kocaman limon ağacının altında beyaz örtülerle kaplanmış uzun iftar masasının başında takma dişlerini tıkırdatarak sohbete neşe katacaktı. Şimdi iş makyajı tamamlayıp yardım için Serpil Teyze'lere gitmeye gelmişti.

 

Kalemini çekip pembe bir rujla hafif bir makyaj yaptı. Ramazan ramazan boya fıçısı gibi olmaya gerek yoktu. Kendine özeniyordu ama eşeğin kulağına su kaçırmak da anlamsızdı. Olan vardı olmayan vardı neticede. Burcu etrafında kıskanç kıskanç dolaşırken onu daha fazla kudurtmak istemiyordu.

 

Yıllar geçmiş mahalle değişmiş, fidanlar bile büyütüp ağaç olmuştu ama bir şey hep aynı kalıyordu. Kuzeni Burcu'nun kıskançlığı... Efsun güzelleştikçe ona da bir haller oluyordu. Daha bir kıskanmaya her fırsatta laf sokarak genç kızı üzmeye çalışıyordu ama nafileydi. Yıllar Burcu'ya değil Efsun'a yoldaş olmuş, en çok onu taze ve dinç kılmıştı. Bir de başarılı okul yılları düşünülünce amcasının isteğiyle sağlık lisesine giden Efsun'un Burcu'nun radarına yakalanmadığı gün sayılıydı.

 

Her zamanki yerinde horlayan babaannesine yakalanmadan genç kız kendisini sokağa attı. Adımları kendisini takip eden bir çift bakışın verdiği huzursuzlukla anlık duraksadı. Gövdesi ürkek dallar gibi koruluğa çevrildiğinde bakışları biraz olsun yumuşamıştı. "Hey Ercan! Demek beni takip eden sendin. Korkuttun beni ufaklık!" Minik, pamuk elleri küçük çocuğun kızıl saçlarını sevgiyle okşadı. İnce parmakları saç tellerini ayıklar gibi aralarında yuvarlak daireler çizdi.

 

Ercan çilli suratındaki şımarık ifadeyi bozmadan ağzı kulaklarına varacak şekilde otuz iki diş sırttı. Üst ön dişlerinin arasından resmen tren geçiyordu. Dökülen süt dişleri Efsun'u daha da güldürmüştü. "Demek diş perisi sana da uğradı bu hafta." Ercan işaret parmağının tırnağıyla başını kaşıdı. Ona göre periler ve devler sadece masallarda olurdu. Efsun bunu neden bilmiyordu?

 

"Diş perisi var mı?" Efsun "Hı hı!" Diyerek ona gülümsedi. Bu çocukla uğraşmayı çok seviyordu. "Diğer ikisini yatağımın altına koyduğumda bir işe yaramamıştı ama!" Duraksayan genç kız yüzündeki sevimli ifadeyi bozmadan devam etti. "Ramazanda yoğunluk olduğundan sıra sana gelmemiştir. Sen dua ederek yatmaya devam et." Ercan kıkırdayarak Efsun'un etrafında dönmeye devam etti. Efsun da bu tuhaf oyundan hoşlanmıştı. Ercan daireler çizerken devam ederken Efsun dönen başıyla ona yalvarmaya çoktan başlamıştı. "Bu gün tekne orucu tuttuğumu biliyor musun? Bütün sevapları ben aldım. Melek hep benim için çalıştı." Efsun gülen gözlerini esirgemeden "Bak seeeeen!" Diye karşılık verdi. "Yaaaaaaa! Ninem beni öpüp orucumu satın aldı. Bana kocaman bir papağan alacak. Yaaaaaaa!"

 

"Yaaaaa!"dedi Efsun onun gibi gözlerini kocaman açıp suratını şebekleştirerek. "Papağana ilk ne öğreteceğim biliyor musun?" Dönmeye devam ederlerken, "Neeee,"diye bağırdı Efsun. Her an Ercan'ın suratına kusabilirdi. Bu çocuğun kendisini vantilatör gibi döndürmekten daha iyi işleri yok muydu? "Güzel Efsun bal Efsun demeyi öğreteceğim." Artık Efsun daha fazla dayanamayarak "İnsafsız dur artık!"diye bağırdı. Bu çocuklarla başa çıkılmazdı.

 

Ercan'ın minik elleri kendisinden ayrıldığında Efsun birkaç adım sendeledi. O an bedenine dokunan ellerle neye uğradığını şaşırmıştı. Tırnaklarını geçirip belini kavrayan elleri dokunduğuna dokunacağına bin pişman etti. "Şşşş sakin ol!" Efsun'un çatık kaşları karşısındaki fütursuz yüzü daha da heyecanlandırmıştı. "Demek sendin! Neden şaşırmadım acaba? Dur bir düşüneyim! Belki de bir pislik olduğunu çocukluğumdan beri bildiğim içindir."

 

Demir pişkin pişkin sırıttı. Efsun'un tahkir edici sözlerini üzerine bile alınmıyordu. "Daha kibar olmanı beklerdim. Düşmeni istemediğim için dok..."

 

"Kes... Sen bana dokunma ben kanalizasyona bile düşmeye razıyım." Demir'in esmer yüzüne kinle baktı. Ondan nefret ediyordu. Çocukluğundan bu yana değişmeyen tek şey Demir'e duyduğu olumsuz hisleriydi. O yakınındayken asla kendini iyi hissetmiyor, sesini duymaya yüzünü görmeye tahammül edemiyordu. İnsanın sevmediği ot dibinde bitermiş derler ya. Demir de tıpkı o ot gibi Efsun'un gözünün değdiği her yerde hazır ve nazır olarak bekliyordu.

 

Efsun onun sevimsiz esmer yüzüne baktı. Çocukken olduğu gibi sümükleri akmıyordu ama yüzüne çöreklenen sevimsiz ifade her zamanki gibiydi. Sinsi, tekinsiz tavırları tüm nefretine rağmen Efsun'un bakışlarının olduğu yerdeydi. Üzerindeki tişört ve dar paça siyah kot pantolonuyla genç kızın bakışlarını istila eden zararlı bir haşereden farksızdı.

 

"Kalbimi kırıyorsun Güzellik. Büyümek seni daha da çekici kılmış ama davranışlarındaki çocukluğu hiç değiştirmemiş. Daha ne kadar kılıçları çekeceğiz? Bence artık dost olmanın zamanı geldi." Efsun onu sertçe itip aralarındaki mesafeye bir yenisini ekledi. "Ölsem bile seninle dost olmam. Yılışıklığın hiç değişmemiş." Demir iltifat duymuş gibi pişkin pişkin sırıtırken onu baştan aşağıya bir kez daha süzmüştü. Efsun Demir'i orada bırakıp iftar yapacakları bahçeye yöneldi. Aynı bahçeye Demir'in de geleceğini biliyordu. Bu durum ne yazık ki tüm iştahını kaçırmaya yetmişti.

 

Efsun önüne dönüp onu umursamamaya çalışsa da Demir'in bakışları üzerinden hiç ayrılmıyordu. Peşinden girip tam karşısına oturarak resmen nisbet yapıyordu. Efsun, Demir'in kendisini her fırsatta baştan aşağıya süzmesinden delicesine bir tiksinti duyuyordu. Çocukluğundan bu yana değişmeyen tek şey hisleriydi. Ona karşı olumlu hiçbir duygusu olmamıştı ve bundan sonra da olacağını hiç sanmazdı.

 

"Kız Efsun!Bu ne güzellik böyle! Maşallah sana. Gün geçtikçe güzelleşiyorsun, akça pakça bir kız oluyorsun."

 

"Saol Ayten teyze!" Demir, Efsun gelenlerle selamlaşıp sohbet ederken gözlerini bile kırpmadan Efsun'u izliyordu. Genç kız bu bakışlardan duyduğu huzursuzluğa katlanmakta her geçen dakika daha da zorlanır olmuştu. Bakışlarını kaçırıp sıkılganlıkla saçlarını geriye attı. Artık açlıktan değil, bıkkınlık duygusundan zaman geçmek nedir bilmiyordu. Bu yemeğe katıldığına katılacağına çoktan pişman olmuştu ama şimdi çekip gitmek Serpil teyzesine çok ayıp olacaktı. Biraz daha tahammül edebilirim diye düşünüp önündeki tarihi esere bakar gibi bakmaya devam etti. Ne yazık ki şanssızdı. Bardağa bile Demir'in itici sureti yansıyordu.

 

Zihnini Demir'den uzaklaştırmak için etrafı kola,an etti. Başını çevirdiğinde Burcu'nun imalı bakışlarını görmüş masanın üzerinden atlayıp saçlarını yolmamak için içinden bildiği tüm sureleri hatmetmişti. Burcu Demir'i işaret ederek dudaklarını öne topladı ve öpücük atar gibi büzdü. Sofrayı Demir'in kafasına geçirmek isteyen Efsun'la epey eğleniyor gibiydi. Üzerinde siyah bir kot ve o tonlarda siyah dar bir gömlek bulunuyordu. Matemin esintisini Efsun'un yaralı yüreğine esti. Efsun yumruğunu sıkıp eline geçirdiği tabaklardan birini Burcu'ya ve Demir'e atmamak için sabır üstüne sabır diledi. Demir elleriyle yüzünü sıvazlayıp Efsun'a çapkınca göz kırptı. Bu genç kızın sabrını taşıran son damla olmuştu. Eline aldığı bardağın içindeki tüm suyu Demir'in suratına çarptı. Etraftaki bakışları umursamadan hevesle oturduğu o sofradan nefret püsküren alevli solumalarla kalktı. İnsanlar bu öfkeyi hayretle izlerken kimin ne düşündüğünü zerre kadar önemsemiyordu.

 

Efsun kendisine seslenen insanları umursamadan kaçar gibi giderken Demir'e ardından önündeki perçemlerini didiklemek kalmıştı.

 

 

💫💫💫

 

Günümüz

 

Harun Bey, gerginlik dolu dakikalarına bir yenisi daha ekleyerek saatine baktı. Kızgındı. Efsun'un nerde olduğunu Melis'ten öğrendiğinden beri elini ayağını koyacak yer bulamıyor, öfkeyle hop oturup hop kalkıyordu. Soluğu Güney'in evinde almıştı almaya ama ne çare! Efsun ilk kendisinden yardım alması gerekirken bu birlikte yaşama işine resmen gönüllü talip olmuştu. Şimdi her yerde birlikte yaşadıklarına dair haberler çıkacaktı ve hayat bu taze, güzel hanımefendiyi yanlış bakışların nazarında küçültüp değersizleştirecekti. Efsun onca sorununun içinde bir de bu saçma dedikodularla uğraşacak, uğraşırken de her geçen gün biraz daha yıpranacaktı. Harun Bey, Efsun'un daha fazla üzülmemesi için Güney'i gerekirse karşısına alıp yanlış giden her neyse bir çözüm bulmadan evine dönmeyecekti.

 

Kapının açılma sesi Güney'e geldiğini haber verdi. Bu ciddi odanın star yeğeninin çalışma odası olduğumu biliyordu ve siyah beyaz detayların arasında aslında en çok kendi çatışmalarını çözmeye çalışıyordu.

 

Güney spor ceketinin ceplerinden ellerini çıkarıp pişkin ve kararlı bir tavırla Harun Bey'in tam karşısında yerini aldı. Güney, sakinliğini korumaya çalışarak kendisinden bir açıklama bekleyen amcasını odanın ortasındaki siyah deri misafir koltuklarına davet etti. Harun Bey yüzündeki kızgın ifadeyi bozmadan kendisine söylenilen yere oturup ayaklarını birbirinin üzerine attı. Yaklaşık on saniye sonra Güney de tam karşısında yerini almıştı.

 

"Geleceğinizi bildirmemiştiniz amca." Harun Bey keskin bakışlarını Güney'den ayırmadan iç çekti. "Evet. İyi ki gelmişim. Yoksa saçmalıklarından haberdar olamayacaktım." Bu sözler Güney'i daha da kızdırmıştı. Amcasının Efsun'u bu kadar önemsemesinden rahatsızlık duyuyordu. Kalbine sızan sevdanın bir benzerini yaşadığına inanmak içinde tutuşan tüm duygulara ağır geliyordu.

 

Harun Bey evli bir adam olduğunu hatırlamalı ve artık haddini bilmeliydi. Efsun ona uygun biri değildi. Bir karısı ve oğlu varken Harun Bey'in gündemi genç bir kızla yaşayacağı gönül macerası olmamalıydı. Üstelik bu kız Güney'in sırılsıklam aşık olduğu Efsun'dan başkası değildi. Bir an önce konumunu hatırlamalı ve sevdiği kızı rahat bırakmalıydı. Parasıyla yeterince Efsun'un başını döndürdüğünden emindi. Resmen aralarının kötü olduğu bu günleri fırsata çevirmiş ve Efsun'u parasıyla yakınında tutmayı başarmıştı. Güney daha fazla bu duruma sessiz kalamazdı. Amcasını kırıp hayatından tamamen çıkarma pahasına Efsun'la aralarında oluşan tüm bağı koparmaya yemin etmişti.

 

"Nasıl bir saçmalıktan söz ediyorsunuz amca." dedi Güney kızgınlık dolu yüz ifadesiyle. Harun Bey daha fazla eteğindeki taşları tutamayarak, " İçerdeki saçmalıktan söz ediyorum." Diye karşılık verdi. Güney elinde evirip çevirdiği cep telefonunu bakışlarını amcasından ayırmayarak kurcaladı. "Saçma olan hiçbir şey yok. Efsun'la birbirimizi seviyoruz. Bu yeni olan bir şey değil. Birbirini seven her insan gibi ilişkimiz için bir evlilik kararı aldık. Artık bir aile olarak birlikte yaşamak istiyoruz. Bunda anlaşılmayacak ne var?"

 

Harun Bey ayağa kalkıp pencereye yöneldi. Aydınlık hava, masmavi gökyüzü ve gökyüzünün kıymetli bir neferi olan beyaz bulutlar içine çöreklen endişenin ruhuna saklanıp kaybolmasını sağladı.Yeniden sabırla Güney'e yöneldi. Onu bu birlikte yaşamaya saçmalığından caydırması gerekiyordu.

 

"Onunla evlenmeni benden daha çok isteyen kimse yok. Fakat bu evliliğin olması gerektiği şekilde saygıya layık bir çerçevede gerçekleşmesini istiyorum. Sen herkesçe tanınıp bilinen bir sanatçısın. Efsun ise hayata karşı yorgun düşen masum bir genç kız. Siz gençler pek çok şeyi özgürlük olarak görebilirsiniz ama evlilik gerçekleşmeden bir arada yaşamanız senden çok onu yıpratır. Dışarıda nasıl bir imajı olacağını düşün. Yolun bu kadar başında olan birini bencilce yanında tutamazsın."

 

Güney kalkıp amcasının yanına geldi. Belli ki bir şeyleri oturup sakince konuşmaları pek mümkün olmayacaktı. "Efsun'un ne hissettiği sizin neden bu kadar umurunuzda? Sadece birkaç hafta önce tanıştınız birinin bugün onun hayatını yönetecek kadar kendinizi hak sahibi olarak görüyorsunuz. Benimle aynı evde kalması sizin sorununuz olamaz. Efsun'u zorla yanımda tutmuyorum. İstediği zaman çekip gidebilir ama bunun kararını siz veremezsiniz. O yetişkin bir kadın, kendisine neyin iyi neyin kötü olacağının ayrımına varabilir. Bu konuda kendinizi sorumluluk sahibi olarak olarak görmeniz onun haklarına yaptığınız bir saygısızlık. Sonuçta patron -eleman ilişkisi dışında aranızda herhangi bir bağ yok."

 

Bu sözler Harun Bey'i daha da çileden çıkarmıştı. Güney'in kafasında onunla ilgili ne kurduğunu az çok tahmin ediyordu etmesine ama yine de bu kadar bencilce hareket etmesinin tutarlı hiçbir yanı olduğuna inanmıyordu.

 

"Anlamıyor musun? Bilerek ya da bilmeyerek ona zarar veriyorsun. Hayatını kazanması için yardımcı olmaya çalışıyorum fakat sen onunla aynı evde yaşayarak imajını alt üst ediyorsun. Bu yanlış davranışlarının kurbanı olabileceğini hiç düşünmüyorsun."

 

Harun Bey tehdit eder gibi Güney'e doğru eğildi. İşaret parmağının hedefi Güney'in delicesine dövünüp duran kalbi olacaktı. "İyi bir eğitim alıp moda dünyasında hatırı sayılır bir yer edinebilir. Özel hayatıyla değil işleriyle gündeme gelmeli. Artık insanlar çalışacakları kişilerin yaşam tarzlarına da önem veriyorlar. Kendi hayatına dön bak. Çalkantılı gece hayatının kariyerine nasıl zarar verdiğini söylememe gerek bile yok değil mi?"

 

Okların kendisini bulması Güney'i daha da öfkelendirmişti. "İleri gidiyorsunuz amca!" dedi yumruklarını sıkarken. Artık Harun Bey'i karşısında görüyordu, hasmı gibi her söylediğini didikleyip kendine nefret payı çıkarıyordu. Dilinin altındaki baklayı çıkarması için tek bir kıvılcım bile yeterdi ve Harun Bey bu kıvılcımı bile isteye kendi isteğiyle Güney'in ellerine tutuşturmuştu. "Güney!"

 

"Gerçekten seni anlamıyorum. Mutlu bir ailen var. Bir oğlun ve karın... Ondan ne istiyorsun? Hayatını, emek verdiğin her şeyi basit bir heves uğruna mahvetmeye değer mi?"

 

Harun Bey yakıştırmayı duyduğunda elindeki bardağı öfkeyle yere indirdi. Bu çocuk halinden anlamamak için neden bu kadar ısrarcıydı? Çınlama sesi Güney'i rahatsız etse de bakışlarını amcasının gök mavisi minik gözlerinden ayırmadı. Düşüncelerinden rahatsız oluyordu ama hiç kimse Güney'in bu yakıştırmayı yapmakta haksız olduğunu söyleyemezdi.

 

Harun Bey'in Efsun'la bir davası vardı. Evet ilk yardım ettiği genç Efsun değildi ama hiçbirine bu kadar büyük bir ilgi gösterme gereği duymamıştı. Ona olan bakışları bile farklıydı. Bambaşka bir sıcaklıkla Güney'in sevdiği kadına bakıyor, ona yaklaşırken incitmekten korkar gibi üzerine titriyordu. Hiç kimse yeni tanıdığı biriyle böylesine güçlü bir bağ kuramazdı. Bu işin içinde güçlü bir hoşlanma ve hevesten başka bir fikir Güney'in zihnini meşgul etmiyordu. Harun Bey daha fazla Güney'i kendinden soğutmadan bu saçma davranışlarına bir son vermeliydi.

 

Güney, amcasını kindar bakışlarla süzerken Harun Bey de üzerine yapılan ithamın altında ezilip un ufak oluyordu. Böylesine yanlış yorumlanabilecek nasıl bir davranışta bulunduğunu bir türlü kabul etmek istemiyordu. "Onu kendime metres yapmaya çalıştığıma inanıyor musun gerçekten?" Dedi boğazına yapışan zakkumu yutkunmaya çalışırken.

 

Güney dünyanın en haklı savunmasını yapıyor gibi yüz kıvrımlarını alayla amcasının bakışlarına düşürdü. Böyle düşünmekte sonuna kadar haklı olduğunu biliyordu.Efsun'u kıskanmak artık hayatının kuralı haline gelmişti. Bu kıskançlık yüzünden hem kendine hem de Efsun'a büyük acılar vermişti ama ne yapsa kalbindeki o sinsi duygudan kurtulamıyordu. Onu kaybetmekten korkuyordu. Tamam hastalık derecesinde bir kıskançlık duygusu yoktu ama söz konusu Efsun olduğunda tanınmayacak birine dönüştüğü de bir gerçekti.

 

"Harun Cemal Taşpınar... Buna inanmamam için bir sebep göster. Yeni tanıdığın birini bu kadar sahiplenmen ne derece makul? Nerdeyse evine alacaksın! Hayatına ortak edeceksin. Onu evimde bornozla gördüğünde yüzünün aldığı şekli bir ömür boyu unutamam. Resmen Efsun'la aramızda bir şeyler yaşandığını düşünüp delirdin. Söylesene onun özel hayatı neden seni bu kadar ilgilendiriyor? Bir erkeğin ona dokunması ihtimali neden çıldırmana sebep oluyor?" Güney ses tonunu biraz daha yükselterek "Efsun'u neyin olarak görüyorsun? Nesiniz siz, kimsiniz? " diye haykırdı. Harun Bey yıkılan omuzlarını güçlükle dikleştirdi. Ona hiçbir şey anlatmak istemiyordu. Güney'in sözleri kalbini öyle yaralamıştı ki ona dert anlatmak şu an yapacağı son şey bile değildi.

 

"Tamam." Dedi Güney'e sırtını dönerken. Omuzlarına bindirilen enkaz boynunun borcu gibi ağır ve külfetliydi. Güney'e gerçekleri söylediğinde bu sözlerden pişmanlık duyacağını adı gibi biliyordu ama hiçbir sözün dilinden onun zihnine dökülmesini istemiyordu. Bunca zaman amcasını tanıyamamış bir yeğene dert anlatacak kadar kendini düşüremezdi. Harun Bey yeğeninin kafasındaki tüm şeytanları dağıtıp kendisine güvenmesini beklerdi. Kendisinin karakterinden şüpheye düşmesi genç bir kadını heveslerine alet edeceğine inanması kalbine ağır geliyordu. Demek birbirlerine gerçekten samimiyetle bağlı değillerdi. Demek o güven duygusu aralarına hiç girmemişti. Ne acı! Efsun ve Güney'i birbirine yakıştırırken ortaya koyduğu silahın dönüp dolaşıp kendi şakağını bulacağını hiç düşünmemişti.

 

"İstediğine inan! Umarım bu düşüncelerinden pişmanlık duymazsın." Güney sözlerinin ağırlığı altında ezilirken Harun Bey tek bir söz daha söylemeden hırsla karışık bir hüzünle kapıyı çarparak odadan çıktı. Merdivenleri inerken Efsun'a rastlamıştı fakat incinen duygularını ondan saklayamayacağını bildiğinden kurmak için çırpındığı cümlelerini yutup arkasına bile bakmadan hole geçti. Kaliteli deri ayakkabılarının bıraktığı tıkırtılara aldırmadan Efsun'un kırgın bakışlarının arasında golden cinsi köpekleri geride bırakarak dış kapıdan çıkıp gitti.

 

Manzaranın diğer şahidi olan yengesi oğlunun son sözlerinden sonra daha fazla duramamış Harun Bey'den çok önce evi terk etmişti. Güney onu durdurmak için çırpınsa da başına buyruk tavırları kırılan yaşlı kadının onurunu tamir etmeye yetmemişti. Bir anne olarak oğluyla ilgili böylesi bir konuda geri plana atılmak annelik duygularını incitmişti. Güney'deki bu değişimi fark ediyordu aslında ama kendisinden saklamasının sebebini bir türlü anlayamıyordu. Ona bu güveni yıllar önce vermişti. Şimdi kalbindeki bu tatlı sarsıntılar neden annesine karşı bir giz olarak kalıyordu ki? Neden annesine sarılıp yüreğini açacak değeri vermiyordu?

 

Güney hüzün ve merak duygusunun esir aldığı benliğini görmezden gelerek pencereden uzaklaşan lüks araca baktı. Efsun'un arkasından kendisini seyrettiğini fark edemeyecek kadar düşüncelerinde boğulmuştu.

 

 

💫💫💫

 

 

"Sana çok kızgındı giderken. Harun Bey'i hiç böyle görmemiştim. Ne söyledin de öfkeden morarmış bir şekilde gitti?" Güney hiçbir şey söylemeden kendini odanın dışına attı. Güney'in sessizliği beni de huzursuz etmişti. Harun Bey'e değer veriyordum ve öz yeğeniyle benim için kötü olmasını kavga etmesini istemiyordum. Peki neden Harun Bey Güney'le olan durumumuza bu kadar bozulmuştu?

 

Güney peşinde oluşumu umursamadan alt kata mutfağa yöneldi. Bu gün yardımcısı izinliydi ve ev sahibi olarak bir şeyler hazırlama görevi kendisindeydi. Mutfağa geçip birkaç patatesi elindeki soyacakla soymaya başladı. Ben ise sadece merakla onu izliyor, bana bir açıklama yapmasını bekliyordum.

 

"Tüm bunlar ne demek oluyor?" Patatesleri süzgece koyup sözlerime duyarsız kaldı. Konuşmak istemediği her halinden belli oluyordu. Harun Bey'le ne konuştuysa Güney de epey olumsuz etki yaratmıştı. Haşlamak üzere koyduğu yumurtaları kenara alıp diğer kahvaltılıklarla hoş bir tabak hazırladı. Hazırladığı tabağa gıpta ederek baktım. Dilimlenmiş domatesler, şekilli salamlar, yıldız şeklinde doğranmış salatalıklar, zeytin çeşitleri...

 

"Of be!" diyerek dudaklarımı yalamama sebep olmuştu. İtiraf etmeliyim ki Güney iyi bir ev sahibiydi. Kalbime gidecek yolun midemden geçtiğini beni tanır tanımaz anlamıştı. Böyle harika sofralar kuran birini sevmemek ne mümkündü? Hayır Efsun! Oyuna gelme. Biraz önce yok sayıldın. Senin adına kararlar aldı bu star bozuntusu. Ağırlığını koruman gerekiyor. Seni şekerle kandırılan çocuk konumuna düşürmesine izin verme!

 

"Sana diyorum. Beni görmezden gelmeye çalışma. Onlara evleneceğimizi söyledin. Bu büyük yalanı ortaya çıkacağını bile bile nasıl dile getirirsin?"

 

"Söylediğime pişman değilim!" Dediğinde küçük çaplı bir kalp krizi geçirdim. Ne yani gerçekten benimle evlenmek mi istiyordu? Biraz önce olan o şey gerçek miydi? İşlerin bu kadar hızlı ilerlemesine şaşırmıştım. Evlenmek yakın uzak planlarım arasında yoktu ama söz konusu Güney olduğunda aklım kalbime karşı gardını alıyor ve beni saf dışı bırakıyordu. İkisinin kavgası resmen içimde ikinci dünya savaşının çıkması gibi bir şeydi. Şımarık kalbim ve hitler kılıklı beynim dövüşürken aldığım tutarsız kararlarla ne İsa'ya yarıyordum ne de Musa'ya. Biri bu cambaz ikiliye dur demeliydi değil mi?

 

Benimle evlenmek istemesi harika bir şeydi bunu inkar edemem. Gururum okşanmıştı. E tabi benim kadar tatlı ve güzel bir kıza rast gelen normal her erkeğin yapması gereken şey belliydi. Nikahı bastırmak... Zaten Allah'tan arıyordum. Ona yakın olmak, yanında durmak için delirdiğimi inkar edemezdim. Ama her şeyin bu kadar ani gelişmesi psikolojik açıdan yıpranmama sebep oluyordu. Daha oğlumu bulamamıştım. Güney'le yeterince birbirimizi tanımıyorduk. Ve en önemlisi yaşadığım o korkunç olayı unutamıyordum. Şu koşullar altında sağlıklı bir evlilik söz konusu bile olamazdı.

 

Tiz, kısa bir ıslık çalıp Natalie ve Esmer'i yanına çağırdı. Sevimli kızlar mama kaplarına bırakılan pahalı ganimeti görünce sevinçten nerdeyse takla atacak hale gelmişti. Onlar neşeyle kuyruk sallayıp mamalarına gömülürken ben hâlâ açıklama bekliyordum. "Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum. Bana sormadın bile ve şimdi..."

 

"Şimdi seninle evleneceğimi söylüyorum değil mi?" Başımı salladım. Eğer zekası problemli biri değilsem tam da böyle bir durumun içindeydik. Patatesleri virtüözün içine koyup salatalık ve hazırladığı tabağı mutfak masasına yerleştirdi. Salam, sosis, peynir ve zeytin çeşitlerinin olduğu tabakları da koyduğunda benim ona tımarhane kaçkını gibi bakmamı hâlâ umursuyor gibi görünmüyordu.

 

"Bana bir şey isteyip istemediğimi sorduğunu sanmıyorum. Tek başına karar alabileceğin bir konu üzerine tartışmıyoruz." Yüzü düşmüştü fakat verdiğim tepki çok da yerinde olmayan bir tepki değildi. Çok yakışıklı ve karizmatik olabilirdi. Buna ekstra olarak zengin ve şöhretli olması da hakkını vereceğim diğer gerçeğiydi. Ona duyduğum aşkı hiç söylemiyordum bile ama bu başına buyrukluk biraz fazlaydı. Her onurlu kız gibi hayırdır birader demeliydim yani! Böyle damdan düşer gibi ne evliliği? Cariye miyim ben? Gel deyince gel, git deyince git! Mavi gözlü deve bir destur lazımdı. Öyle değil mi sevgili yıldızlar?

 

"Evet, biraz ani olduğu doğru. Zor bir duruma düşmüştük. Seni daha fazla utandırmamak için bir yalan söyledim. Planlı değildi ama planlasam bile bundan iyisi olmazdı." Kızaran patatesleri tabağa boşaltırken "Dur biraz!"dedim. Kafamda kocaman bir ampul yanmıştı.

 

"Ne demek istiyorsun?" Natalie ve Esmer haldır huldur yemeğini yerken o da tamamlanan kahvaltı sofrasına oturup nazik hareketlerle küçük lokmalar aldı. Kontrollü, uslanmaz tavrı beni sinir hastası ediyordu.

 

"Peşinde belalı adamlar olduğunu sanıyordum, yanılıyor muyum?" Başımı sözünü kolladığını hissettirerek salladım. "Evet var." Yüzünde bir tebessüm açarken kendimi aptalların kraliçesi gibi hissettim. Ben ne planladığını kavrayana kadar atı alan Üsküdar'ı geçecekti. "Tamam işte! Senin burda himayemde kalman gerekiyordu benim de annemin "Evlen artık Güney!" baskılarından kurtulmam. İkimiz de amacımıza ulaşmış olduk. Ben bir süre nefes alabilirim. Sen de peşindeki o adamlara karşı bu evde güvende olursun."

 

"Sen ne saçmalıyorsun! Ne yani bu sebeplere dayanarak benimle evlenmeyi mi düşünüyorsun?" Ben alık alık bakarken otuz iki diş sırıttı. Bu fikirden hiç de rahatsız olmuş gibi değildi. "Merak etme seninle evlenip başımı müebbet belaya sokacak değilim. Arı kovanına girip vızvızlarla tango yapmak bile daha mantıklı."

 

Sözleri canımı sıkmıştı. Sanki ben bu sarı budalayla evlenmek için can atıyordum. O kim benimle evlenip hayatıma girmek kim? Bozulmuştum ama tabiki bunu ona belli edemeyecek kadar da gururluydum. İstese de yanında kalmazdım. Resmen beni kullanıyordu. "Bir süre sevgiliymiş gibi rol yaparız. Sonra da arkadaş kalmaya karar verdik deyip yolları ayırırız. Böylece ikimizin de isteği olur." Yolları ayırmak istemediğine yemin edebilirdim ama ispatlayamazdım. Oyuna gelme Efsun oyuna gelme.

 

Elindeki bardağı alıp hızla yere fırlattım. "Sen beni ne zannediyorsun söylesene! Ben rol falan yapamam. Senin sevgilin olmak falan da istemiyorum. Annenin gazabından bu kadar korkuyorsan başkasını bul. Bir manken ya da oyuncu... Ama asla bana bulaşma." Ayağa kalkıp gitmek için hareketlendiğimde başını kaldırıp yüzüme bile bakmadı. Yine kılıçları çekmiştik. "Demek ölmek istiyorsun!" Omzumun üzerinden burktuğum yüzümle ona ters ters baktım. "Evet ölmek istiyorum!" Dedim kızgın bir boğa gibi sert sert solurken. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmıyordu. Tebessümüne bakılırsa diklenmem hoşuna bile gitmiş olabilirdi.

 

Yeniden sırtımı döndüğümde "Peki ya Melis?"diye zırvaladı. "Onun ölmesine de dayanabilir misin? Yanında kaldığın sürece güvende olamayacak." Melis'e olabilecekler içimin burkulmasına sebep oldu. Haklıydı. Onun yanında kalmam sakıncalıydı. Melis'i bu işten uzak tutmak zorundaydım. "Neden bunları düşünüyorsun ki? Bu benim meselem! Seni hiç ilgilendirmez. Velim gibi her işe salça olma!" Ayağa kalkıp yanıma geldi. Tebessümü çoktan silinmiş, yüz kıvrımlarına akbabalar tünemişti. "İlgilendirir. Seni buraya zorla getirmedim. İstersen gidebilirsin. Bu hakkı sana vermiştim. Kalmayı tercih ettin. Şimdi bu kararının olası sonuçlarını sırtlanmamız gerekiyor. "

 

"Senin bunu önemsediğini zannetmiyorum." Dedim onu omzundan iterken. "Amacını anlamadığımı zannediyorsun değil mi?" Gözlerimin feri söndü bir anda. Artık gerçekleri idrak edebiliyordum. Güney'in derdi bana yardım etmek değildi. Onun tek derdi kariyeriydi. "Neymiş amacım!"dediğinde bu kadar saf olduğum için kendime bin kez lanet ettim. Bu adam beni ne zannediyordu? Bir kukla gibi parmağında oynatabileceğine nasıl inanırdı? Bu kadar değersiz miydim ben? Sırf kariyerine katkı sağlamak için Ali Cengiz oyunları oynayacağı basit bir figüran... Tüm o yaklaşmaların amacının bu olduğuna inanmak istemiyordum. "Sana bana yakıştırdığın amacı sordum."

 

"Üzerimden kariyerini güçlendirmek." Bir çırpıda söyleyivermiştim işte! Oh! Dünya varmış! Dert beni yiyeceğine onu yesin. Sinirden altı terledi. Çatık kaşları yerinden sökülüp beni boğazlayacakmış gibi hoyrattı. Yüzündeki tanıdık öfke yutkunmama sebep oldu.

 

Söylediklerim için bana kızamadı. Olan biteni düşündüğümde bu kanaate varmam hiç de haksız sayılmazdı. Keşke daha önce bazı şeylerin ayrımına varabilmiş olsaydım. Kolumu tutup bedenlerimizi birbirine yaklaştırdı. Kalbi o kemik yığının arasında deli gibi dövünüp duruyordu. Bedeni sıcacıktı. Parmakları sırtımı kavradığında düştüğüm kafesten korkmuyordum. Utanmıyordum. Hiçbir esaret bana böyle güven vermemişti. Bedenindeki kemikler ve kaslar benim düştüğüm hapishanedeki parmaklıklar gibiydi ve ben ondan bir parça olan bu parmaklıkları bile seviyordum. Ama bunu itiraf edemiyordum. Gözlerime kırgın kırgın bakması içimdeki sevda rüzgarlarının yankısı oldu. O maviliğin içindeki tatlı lacivert hareler deryanın içine düşen melek balığı gibi ruhumdan tüm öfkemi çekip aldı. Büyü falan mı yapmıştı gözlerime. Resmen onlara baktığımda hipnotize oluyordum.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?" Ayılmıştı. Histerik bir şekilde gülümsedim. "Gerçekleri konuşuyorum." Öfkem tahtını kederime bırakmıştı ve yeni veliaht göz yaşlarımı taç misali başına geçirmişti. "Önce bana o imzayı attırıp seninle çalışmamı sağladın. Sonra da zaafımı kullanıp klibinde oynattın. Dur hatırlatayım. Bir de şu magazin haberleri vardı değil mi? Sosyal medyadaki o video... Hepsi bir pr çalışmasının ürünü. Yeni albümün için güçlü bir zemin hazırlıyorsun." Yüzü hayal kırıklıklarıyla darma dağın olmuştu. Amacının bu olduğundan emin değildim ama öfkem ağzımdan daha iyi sözcüklerin çıkmasını engelliyordu. Resmen bana meydan okuyor, beni taşımak istemeyeceğim yüklerin altında eziyordu. Küstah sözleri tahammül edemeyeceğim kadar yaralayıcıydı. Böyle olmasını ben istememiştim.

 

"Kırıcı oluyorsun!"dediğinde bakışlarındaki ıslaklık kalbime alevli bir közü yapıştırmıştı. "Senden benim kariyerim için bir şey yapmanı istemiyorum. Burada uzun süre kalmayacağımı söylemiştim. Planımı ertelememin tek sebebi sensin. Bu işi çözmeden gitmek istemiyorum. Aklım sende kalacak."

 

Avuçları yüzüme hassas bir şekilde dokunduğunda söylediğim söze duyduğum pişmanlık da artmıştı. Olayların onun planı olmadığını biliyordum. Kader bizim için ağlar örüyordu. Oysa ben daha onu dualarıma bile eklememiştim. Mutluluk benim için öyle imkansızdı ki böyle birinin benimle olacağını düşünmüyordum. Ben zayıf biriydim galiba. Onun parlak yıldızlarının altında kendimi miniminnacık hissetmekten kurtulamıyordum. Şimdi kendisinin sevgilisiymiş gibi rol yapmamı bekliyordu. Onunla paparazzilerin karşısına çıkacak elini tutup mutluluk pozları verecektim. Biz bunu organize etmek istemesek de bizi kendi halimize bırakmayacaklardı.

 

Kocam olacak pisliğin ailesinin peşimizde olduğunu biliyordum. Oynadığım o klip, çıkan haberler ve dahası... Güney farkında değildi ama ben gitgide bataklığa gömülüyordum. Benden intikam almak için her türlü kötülüğü yapacaklarını bilmediği için istemeden de olsa beni onların kucağına itiyordu.

 

Peşime düştüklerini biliyordum. Beni bulmaları an meselesiydi. Oğluma ulaşmak için bu şehirde kalmaya mecburdum. Kaçsam kaçamazdım. Oğlumu bulsam bile hayatı benimle olduğu sürece tehlikeye girebilirdi. Güney gerçekleri öğrendiğinde söylediğim onca yalandan sonra asla bana güvenmezdi. Geçmişim her zaman yakamızda olacaktı ve ben buna tahammül edemiyordum. Benim Güney'den ve parlak ışıklarından uzak durmam gerekiyordu.

 

"Annenle konuşup gerçekleri söyleyelim." Dedim fikrimi onaylayacağını umarken. "Bu olay dallanıp budaklanmasın. Basına da sadece bir asistan olduğumu söylersin. Ben de bir an önce burdan çekip giderim."

 

"Gitmeni istemiyorum." Dediğinde duraksadım. Beni bana bırakmayacaktı. Ona direnmek güçtü. "Böylesi çok daha iyi. Senin başını belaya sokmak istemiyorum." Dilinin beni düşürdüğü ateş her geçen dakika daha da artıyordu. "Ben başımı belaya sokmak istiyorum. Bu insanların muhatabı ben olursam işleri çok daha zor olur. Korumalarım var. Kullanmasam da silahım da çekmecemde beni bekliyor. Seninle kıyas edilemeyecek kadar güçlüyüm. Bir kadına karşı koymak spot ışıklarının altındaki bir stara karşı koymaktan çok daha kolay. Üstesinden gelebiliriz."

 

Bakışlarımı yere indirdim. Gözleri beni ikna etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Onlara direnemiyordum. Gözlerin de dili vardı. Her fırsatta bana inkar ettiğim gerçeğimizi haykırıyordu. Olabildiğince maviydi. Tıpkı umutlarım gibiydiler. Karın ayazında açan nefis bir çiçeğin ürkekliği vardı onlarda. Pırıltıları yıldızlardan çalınmış bir çift elmas gibiydi. Karşısında ben gibi olamıyordum. Ezberlediğim tüm gerçekleri unutuyor ve olmayacak hayallere kapılmaktan kurtulamıyordum.

 

"Basın çoktan bizi mimledi. Açıklama yapmam bize karşı olan iştahlarını daha çok kabartır. Sadece arkadaşız sözü buyrun peşimizden gelin burda kocaman magazinel bir ilişki var demekten daha az değil. Seni daha çok sıkboğaz edecekler. Kaçtıkça peşine düşecekler. Geçmişi kurcalayacaklar. Kaçmamak şu durumda daha doğru."

 

Ben geçmişin kurcalanma lafını duyduktan sonra tüm kulaklarımı tıkamıştım. Beynimde gerçekler saz çalıp şarkı söylüyordu. Ben direndikçe gerçeklerim peşimi bırakmıyordu.

 

"Bilmediğin şeyler var. Kabul etmek istemiyorsun ama benimle olursan sen de tehlikeye girersin. Sadece sen değil, kariyerin ve sahip olduğun her şey. Bırak peşimi... Kendin için neyin iyi olduğunu düşünüyorsan onu yap." Bunları dilim söylüyordu. Kalbim ise dilime karşı bilenip duruyordu. Bırakma beni, sensizliğe dayanamıyorum diyen yüreğime tokat atıp hayalleri susturmak çok zordu. Onunlayken kötü olan her şeyi unutuyordum. Zemine er yada geç çakılacağımı bile bile pembe bulutların üzerinde ölüm gününü bekleyen kelebekler gibi dans ediyordum. Ben kendimi durduramıyordum bu yüzden gereğini Güney yapmalıydı.

 

"Mutlu olacağın hayatı yaşa!" Dediğimde bir an bile düşünmeden "Zaten öyle yapıyorum." diye karşılık verdi. Kaşımı kaldırıp ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım. Onun için iyi olmam mümkün değildi. Ben ne kendime ne de oğluma iyi gelmemiştim. Elimi kanına bulmadığım adam bile bin pişman olmuştu bana bulaştığına. Tabi ki ailesi de aynı pişmanlığı yaşıyordu. Güney'in kendine yapacağı en büyük yatırım benden uzak durmak olacaktı. "Kendine kötülük yapıyorsun sevgili Güney Tunç Atasoy. Hayatın bu kadar değersiz olmamalı."

 

Ondan uzaklaşıp tezgahın önünde durdum. Bana kendimi oyalayabileceğim bir şey bırakmamıştı. "Hayatım seninkinden daha değerli değil" dediğinde elime aldığım patates kabuğunu bıçakla küçük parçalara ayırmaya başladım. Kafamdan geçenleri söylememem için zihnimi dağıtmak zorundaydım. "Beni doğru düzgün tanımıyorsun bile."dediğimde iç çekti. Onu yalanlarla kandırmıştım. Yaşadığım o korkunç yılları saklamış ve hayali bir geçmiş çizmiştim. Şimdi ise yalanlarımın altında eziliyordum.

 

"Belki de asla tanımak istemeyeceğin, normal şartlar altında yanında dolaşmasına bile izin vermeyeceğin biriyim. Belki bir suçlu... Belki bir akıl hastası... Uğruna bir şeylerden vazgeçilecek kadar değerli olduğumu bu kadar çabuk nasıl düşünebiliyorsun?"

 

Elimdeki kabukları bıraktırıp omuzlarımdan tutarak gövdemi kendisine çevirdi. "Ben seninle her şeye razıyım." Yanılmış mıydım ben yoksa beni her halimle kabul edeceğini söyleyen kişi Güney miydi? Yo hayır. Buna inanamazdım. Şu an böyle söylüyordu ama gerçeklerim ona ağır gelecekti. Bir gün pişman olacaktı. Hal böyleyken ona nasıl inanırdım? Onca yalandan sonra bana güvenmesini nasıl beklerdim? Bir gün sözlerinin altında ezilecekti. O gün gelmeden ona taşıyamayacağı gerçekleri göstermeliydim. Belki de en başından beri yapmam gereken buydu.

 

"Bana gerçekleri anlat Efsun! Seninle ilgili her şeyi bilmek istiyorum. Seni koruyabilmem için bu gerekli. Birbirimizi anlayabilmemiz için çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Sana güvenmek istiyorum. Sana inanmak, seni tanımak istiyorum. Bırak uçurumlar dağılıp gitsin, yalanlar ayaklarımızın altından çekilsin. İkimizin de mutlu olmak en doğal hakkı."

 

"Bana biraz zaman tanı!" Dediğimde iç çekti. Olayların bu kadar hızlı gelişmesi rahatsız ediciydi. "Tamam." Dedi. O kabul etse de bir şeylerin tamam olmadığını biliyordum. Güney sabırsızdı ben ise korkak. İki karpuz bile bir koltuğa sığardı ama biz aynı hayatta aynı amacın sinesine sığamazdık. Belki de yanılıyordum. Bunu zaman gösterecekti.

 

"Yaraların. Onlara pansuman yapıp krem sürmeliyiz." Kahvaltı orada beklerken bunu yapmak istediğimi sanmıyordum. İçeri geçip vestiyerdeki gözden bir çanta çıkardı. Üzerinde tentürdiyot olan pamukla önce boynumdaki sonrada omzumdaki çiziklere pansuman yaptı. Kokusunu bu kadar yakından hissetmek ürkütücüydü. Ama daha fazla korkaklığımı konuşturmayacaktım. Kötü olan her şeyi siyah bir poşete koyup çöpe atmıştım. Onlar artık benimle değildi. Tamam. Kontrolümü kaybetmeyecektim. Bana dokunan Güney'di. O asla bana zarar vermezdi. Sadece pamukla pansuman yapıyordu.

 

Kalkmak için hareketlendiğimde "Krem de süreceğim biraz sabırlı ol!"dedi. Parmak uçlarını boynumda hissettiğimde gözlerimi sımsıkı yumdum. Tırnaklarım çoktan avuçlarıma mızrak gibi saplanıp kalmıştı. Titrediğimi hissediyor muydu? Sadece ince, zarif parmaklar... Bu parmaklar yabancıya değil Güney'e ait. Boynumda nefret ettiğim birinin salyaları dolaşmayacak. Tırnakları derimi kazımayacak. Bileklerimdeki tüm damarların yabancı birinin ellerinde kan akışımı durduracak kadar sıkılmayacağını biliyorum. Her şey yolunda! Kötü şeyler geride kaldı.

 

"Bitti işte! Yara bandını birkaç gün çıkarmasan iyi edersin." Başımı onaylayarak salladım. Sabırlı olabilmiştim. Bir ucube gibi bağırarak uzaklaşmamıştım. Bu iyiye işaretti.

 

"Merhaba. Umarım yanlış bir zamanda gelmedim." Melis'in sesi toparlanmamıza sebep oldu. Ne zamandan beri oradaydı. Konuşmalarımızın ne kadarına şahit olduğunu bilmiyordum ama söylediklerimi duyduysa muhtemelen ilk fırsatta yakama yapışıp bana delinin teki olduğumu söyleyecekti. Güney, zoraki gülümsemeye çalışarak "Hoşgeldiniz." Dedi. Yüz ifadesinden bu ziyareti hoş karşılamadığını anlamıştım. Benimle olan sorunlarını çözüp aramızdaki gizemlerin iç yüzünü öğrenmeden sohbete bir başkasının dahil olmasını istemiyor gibiydi.

 

Melis mahcup bir şekilde dudaklarını kıvırdı. Zamanlamasının yanlış olduğunu düşündüğünden midir bilinmez epey isteksizdi. Bense bu durumdan memnundum. Güney'e bilmesini istediğimden daha fazlasını anlatamayacaktım.

 

Melis, Güney'in açtığı servis tabağının hemen önüne oturup gergince parmaklarını sıktı. "Umarım kahve seviyorsundur. Nefis bir şey yaptım." Güney'in nezaketi Melis'i gülümsetmişti. Şarkılarını dinlediği ve konserlerine gittiği birinin evinde, hazırladığı sofrada yemek yiyor olmak muhtemelen onu da büyülüyordu. Ünlü insanların sahnenin dışında nasıl bir hayat yaşadığını hep merak etmiştim. Şimdi ise onlardan biriyle tuhaf bir hikayenin baş kahramanı oluyordum.

 

Melis kızartmalardan birkaç çatal alıp atıştırdı. Ben de büyük bir iştahla tabağımı silip süpürüyordum. Kaygısız gibi görünsem de aklım hâlâ konuştuklarımızdaydı. Melis boynumdaki izlere bakıp gülümsedi. Aklından ne geçtiğini anladığımda onu öldürecekmiş gibi baktım. Bir yanlış anlaşılmaya daha metalim yoktu. Melis, "Benim seninle konuşmak istediğim önemli şeyler var."dedi ciddi görünmeye çalışırken.

 

Güney'in gözleri parlamıştı. Beni konuşturmayacağını anlamış gibi bakışları tombul yanaklı sevimli dostum Melis'e kaydı. "Şu darp meselesiyle ilgili mi konuşacaktınız Melis Hanım?" Melis, "Hanım demenize gerek yok. Melis yeterli!"dedi. "Ve evet. Şu darp meselesiyle ilgili bazı gelişmeler var." Güney kararlı bakışlar attıktan sonra "Efsun Hanım'la bir karar aldık. Artık şu meseleyi ortaya çıkarana kadar birlikte hareket edeceğiz. Yani gizlimiz saklımız yok. Gelişme her neyse benim yanında konuşabilirsin Melis." Diye ekledi.

 

Biz ne zaman böyle bir karar almıştık ki? Resmen bana Bizans oyunu yapıyordu sevgili starımız. Uyanık! Melis'ten daha fazla bilgi almadan rahat etmeyecekti.

 

Melis kararsızca bana bakıp izin ister gibi kıvrandı. Tombul yanakları stresten kıpkırmızı kesilmişti. Ben kaşlarımı kaldırırken Güney gelinini köşeye sıkıştıran kaynanalar gibi "Eveeeeett!"diye vızıldandı. İşimize salça olmadan durmayacağını anlamıştık. Melis suskunca tabağına gömüldü. Aklı sıra vakit kazanmaya çalışıyordu. Güney ise sabırsızdı. Peşimizi gerçekleri öğrenmeden bırakacak gibi durmuyordu.

 

"Efsun şu kayıp bebek olayından bahsetti. Peşindeki adamlar bebek için ona gözdağı veriyormuş. Muhtemelen üzerine direksiyon kıran da darp eden de aynı kişi. Şimdi bunlara ek olarak ne öğrendin?" Artık kaçışımın olmadığını anlamıştım. Sakladıklarım beni daha çok Güney'in kucağına düşürecek ve onu da daha fazla beni araştırmaya sevk edecekti.

 

"Şey..." dedi Melis boğaz ayıklarken. "Sosyal medyada dolaşan o videoda Efsun'un üzerine direksiyon kıran aracın videosu dolaşıyor. Oradan aracın plakasına ulaştım. Levent isminde polis bir arkadaşım var. Plakadan aracın kime ait olduğunu öğrendik. Sinan Yankı isminde birine ait görünüyor. Yaklaşık bir hafta önce araç kendisi tarafından satın alınmış. Levent'le birlikte mekana gittik."

 

"Sonuç..." Güney benden çok daha aceleciydi. "Mekan tanıdıktı. Efsun'la Harzem'in peşinden gittiğimiz yer. Gönül wip... Bu adamın Harzem'le bir bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Harzem'in oraya gitmesinin bir sebebi olmalı." Bağlantıları birleştirince düşüncemizde haklı olduğumuzdan emin olmuştum. Harzem oğlumun peşinde olduğumu bağlantıları sayesinde o karanlık insanlara söylemişti. Belki de Harzem'e de Sinan'ın aracılığıyla ulaştılar.

 

"Sinan'a ulaşıp azmettiricilerinin kimler olduğunu bulmamız lazım."dedim içimde patlamaya hazır bulunan heyecanımla. Oğluma yaklaştığımı bilmek kalbimin her dakika biraz daha teklemesine sebep olmuştu. "Doğru. O mekana gidip Harzem ve Sinan'la ilgili bilgi toplamalıyız. Belki bu sayede Efsun'un kanını neden aldıklarını da öğrenebiliriz!" Güney'le aynı fikirdeydim. Beklemek anlamsızdı. Bir an önce Yiğit'i kollarıma almak istiyordum.

 

Melis "Biz gittik!"dediğinde gözlerimi kocaman açtım. Arkadaşım yokluğumda hiç boş durmamıştı. "Bir şey öğrenebildiniz mi?" Melis başını dudaklarını genişleterek salladı. "Temizlik görevlisine biraz para ateşleyerek bazı bilgilere ulaştık. Harzem'le Sinan tanışıyormuş. Harzem sık sık orada bir kadınla buluşuyormuş. Sarışın ela gözlü 35 yaşlarında çekici bir kadın olduğunu söyledi. Mor renkte, lüks bir araca biniyormuş. Buluştuklarında Harzem'e her seferinde bir zarf veriyormuş."

 

"Para..."dedim heyecandan titreyen sesimle. "Benden çaldıkları bebek için ödeme yapıyor. Belki de şantaj parası..." Güney bana bir bardak su uzatıp sakinleşmem için destek oldu. "Böyle batık adamlar bir kaynak bulduğunda kurutana kadar peşini bırakmaz. Kadını muhtemelen şantaj yaparak sömürmeye çalışıyordur. Ben Güney'i onaylarken Melis heyecanlı heyecanlı havadisleri taşımak için kıvranıyordu. "Genellikle cuma günleri buluşuyorlarmış Efsun. Ve bu gün cuma..."

 

"Oraya gidip kadının kimliğini öğrenmemiz gerek." Dediğimde Güney'in çatılan kaşları sözlerimin devamına düşman oldu. "Sen hiçbir yere gitmiyorsun."

 

"Bu da ne demek? Benden çaldıkları bebek için onlarla hesaplaşmayacak mıyım yani? Bu kadar basit mi?"

 

"Efsun!" Tehditkar sesi cesaretimi baktalamaktan geri durmayacaktı. "O insanlar seni öldürmeye çalıştı. Bunu neden bir daha denemesinler? Oraya gidemezsin. Ben gerekeni yapacağım. Gerekirse tek başıma gider ve o pisliklerle yüzleşirim." Şakaklarımda hoyrat kasırgalar esiyordu. Bu adam daha dün hayatıma girip nasıl beni diskalifiye edebilirdi?

 

"Güney Tunç Atasoy... Bu benim meselem. Sana daha önce de söyledim. Geri planda kalmanı istiyorum." Kızgınca soludu. Ne kadar gerildiğini tahmin edebiliyordum. Kendisini saf dışı bırakmam onu deli ediyordu. "Hayır. Siz bu işe karışmayacaksınız. O kadını bulup arkasındakileri kapana kıstıracağım. Sonra da bebeği bulup haklarımızı yasal yollardan arayacağım." Güney'in daha fazla bu işe girmesi iyi olmayacaktı. Yiğit'in babasını öğrenmesi bütün düğümün çözülmesi demekti ki ben bu gerçeklerin ortaya çıkmasına izin veremezdim.

 

"Olmaz Güney! Sana karışmanı istemediğimi söyledim."

 

"Neden!"dediğinde yalvarır gibi Melis'e baktım. Bir şeyler söyleyip beni kurtarması gerekiyordu. Yoksa gerilimden delirecektim. "Senin bu işe karışman itibarına zarar verebilir Güney. Nasıl insanlarla karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz. Levent, Efsun ve ben... Birlikte hareket ederek bu işi çözebiliriz." Güney ellerini başında kavuşturup şakaklarına parmak uçlarıyla masaj yaptı. Ona olan tavrımız hiç hoşuna gitmiş gibi durmuyordu. "Ne olacağı umrumda değil!"dedi. Kariyeri de onu durdurmaya yetmemişti. Bana sandığımdan çok daha fazla değer veriyordu. Bu beni mutlu etse de onu düşünmek zorundaydım.

 

"Bu akşam oraya gideceğiz. Siz Hanımlar geri planda kalacaksınız. Ben ve Levent o adamların ardında sakladığı gizi çözmek için elimizden geleni yapacağız. Hem Harzem sizi tanıyor. Orada olduğunuzu gördüğünde sarışın kadına haber uçurur ve görüşmeyi engellemeye çalışır. Kısacası eliniz boş sırtınız yaş geri dönmek zorunda kalırsınız. Yabancı yüzlere ihtiyacınız var."

 

Küçük bir kahkaha kopardı. "Yabancı yüz isteyene bak. Beyefendi siz büyük star Güney Tunç Atasoy değil misiniz? En son Harzem tarafından bıçaklanmıştınız." Dedim yalancı resmiyetimle. " O adamlar Harzem'le olanları çoktan öğrenmiştir. Yani orada olmanızın bize bir faydası olmaz zararı olur." Alaylı tavrım gözlerini kısıp dişlerini gıcırdatmasına sebep oldu. "Merak etmeyin bayan problem. Oraya şarkıcı kimliğimle gitmeyeceğim. Tanınmamak için kılık değiştirmeyi akıl edecek kadar zeki olduğumu düşünüyorum. Tabi siz böyle her fırsatta beni saf dışı bırakmaya çalışmazsanız bir şeyleri yoluna koymayı başaracağız."

 

"Kılık değiştirmeyi akıl edecek kadar zeki olan sayın bay. Sahte kimlik kullandığımızda başımızın belaya girebileceğini hiç düşünmüyor musunuz?" Parmaklarını yumruğunu sıkarken çıtlattı. Karşı karşıya gelmemizden hoşlanmıyordu.

 

"Siz bir polisi böyle yasa dışı bir operasyonda kullandığınızda başınızın belaya gireceğini düşünmüyor musunuz?" Dediğinde haklı olduğu gerçeğiyle afalladım. Resmen kanun adamını bir çeteye dahil ediyorduk. Bu iş açığa çıktığında hepimizin başı yanabilirdi. Ben zaten anadan doğma yanıktım. Melis de yaşıyor sayılmazdı. Cin bebek gibi ölü doğmuştu. Aramızda parlak hayatı olan bir Güney vardı bir de Levent. Farkında değillerdi ama battığımızda ilk onların başı ezilecekti ve basın çete üyesi olan bir star ve polis memurunu gazetelere manşet yapmak için bir dakika bile beklemeyecekti.

 

"Başka çaremiz yok. Madem Harzem'in başındakileri bulmak istiyoruz risk almaktan çekinmemeliyiz. Bana kalsa siz hanımlar aracın içinde bekleyin derdim ama senin nasıl keçi gibi inatçı olduğunu biliyorum. Başını belaya sokma konusundaki üstün becerilerini düşününce yakınımdan ayırmamam gerektiğine daha çok inanıyorum."

 

"Didişirseniz operasyonumuzda başarıya ulaşamayız."dedi Melis yine son noktayı koyarken. Bunlar resmen delirmiş. Üç kağıdımızın adı şimdi de operasyon oldu iyi mi?

 

"Oldu olacak kulaklık falan da taksaydık."dedim dalga geçer gibi elimdeki kahve fincanını masaya çarparken. Poz atmak benim işimdi. Hayırdır! "Tabi ajanız ya biz. Bir kulaklığımız eksikti. Bir de gökdelenin tepesine bir keskin nişancı yerleştiririz! Demeyin keyfimize. Vay be! Kral fikir. Bundan iyisini düşünemiyorum. Ben bayan Smith Güney bay Smith... Görevimiz de tehlike falandır kesin. Bence şimdiden keleşleri hazırlayalım." Önce bana ardından da birbirlerine bakıp gülmek ve kızmak arasında bocaladılar.

 

"Bu harika bir fikir Efsun. Sen bir dahi olmalısın." Melis beni övünce omuzlarım kontes gibi dimdik oldu. Kafamdaki kocaman soru işaretine küçük bir şaplak atıp dudaklarımı yukarı doğru kıvırdım. Evet dahi olduğum konusunda haklı olabilirlerdi. Sonunda birileri beynimin muhteşem işleyişini fark etti. Aslında ben çok daha zeki insanlarla takılmalıyım. Yüksek zekalılar okuluna falan gitmeliyim. Buralarda harcandım sanırım. Sevgili yıldızlar bu konuda bana bir işaret gönderirseniz çok mutlu olurum. Ya da göndermeyin ben zekiyim kendi başımın çaresine bakabilirim.

 

"Sonunda Efsun Hanım'dan yaratıcı bazı fikirler çıkabildi." Dedi Güney alayla gülümserken. Şu an elimin tersinde durduğunun farkında bile değildi.

 

"Ne yani! Keleşle mi gideceğiz oraya?" Diye vızıldandım. Güney iç çekip, "Tabiki de hayır."d,ye son noktayı koydu. "Sadece kulaklıkla gideceğiz. Bir de gözcüye ihtiyacımız olacak. Olur da kaçarlarsa gözcü sayesinde peşlerine düşüp onları takip edebiliriz. Böylece vakit de kaybetmemiş oluruz. Olası bir polis baskınından bizi haberdar edecek işlerin kontrolümüzden çıkmasına engel olacak bir gözcü lazım."

 

"Kim yapar bunu?" Dediğimde açılan kapının sesinden sonra içerde yankılanan ince bir sesle bakışlarımız malum şahsı buldu. "Tatlıııııış! İznim bitti, sonunda kavuşabildik." Olamaz bu Kıvanç denilen şebeleğin ta kendisiydi. Bize kıskanç bakışlar atıp kendisine sinsi sinsi bakmakta olan Güney'e masum masum gülümsedi. "Aradığımız gözcü bulunmuştur. Kıvanç bu özel görevi şan ve şerefle yapmaktan çekinmeyecektir."

 

Zavallı Kıvanç perma yaptırdığı sarı saçlarını havalı havalı geriye iterken nasıl bir belanın içine düştüğünden habersizdi. Güney önce onu masaya davet etti. Ardında ise olan biten her şeyi anlatıp kendisine yardım edeceğinin kesin emrini verdi. Kıvanç'ın yüzü domates gibi kıpkırmızı olmuştu. Kaşlarını çatıp "Olmaz!"diye bağırdı. "Ben bu çırpı bacaklı için kendimi kodese tıktırmam tatlış." Bir an beynime çekiç yemişçesine irkildim. Bu ifadeyi benim için kullanmış olamazdı değil mi? Yok canım! Kıvanç bile bu kadar saçmalayamaz. "Sen çırpı bacaklı diye kime dedin bay sarı muhallebi?"

 

"Sana!"diye keskin keskin soluğunda masayı kafasına geçirmemek için içimden üç kulfu bir elham okudum. "Bu herif resmen cami duvarına işiyor. Çarparlar adamı çarparlar! Görürsün sen düdük makarna. Ben de seni bu lafa pişman etmezsem!" Güney sıkılmış bir şekilde ellerini masaya hafifçe vurdu. Bu sayede gürültümüz biraz olsun kesilebilmişti. Boşuna artistlik yapmamalı bence çünkü biraz önce bıyık altından güldüğünü belli etmemek için mimiklerini dansöz gibi kıvırıyordu. Melis baygın gözlerle kokmuş balık gibi bakarken tırnaklarımı çoktan mutfak masasına geçirmiş Kıvanç'ın üzerine atlamak için bam telime bir kez daha değmesini bekliyordum.

 

"Bana bizi yalnız bırakacağını söylemeyeceksin değil mi?"dedi Güney. Sesinin resmen pazuları vardı. Sıkıysa Kıvanç şimdi de reddetsin görelim. "Yapamam Güney. Kariyerimi düşün! Ben ne anlarım gözcülükten?" Güney kendisinden bekleyemeyeceğim bir olgunlukla ipeksi saçlarını sıvazlayıp lüks telefonuna uzandı. Gözlerimizin önünde rehberden bir numara çevirip karşı tarafın açmasını bekledi.

 

"Alo! Pelin Hanım." Karşı taraftan kızıl kraliçenin tok sesi duyuldu. Güney Kıvanç'ın açılan gözlerinin küçümser bir bakış atıp "Kıvanç Bey işi bırakıyor, hemen çıkışını verin." Diye ekledi. "Ama Güney." Güney telefonu elinde tutarken Kıvanç ecel terleri döküyordu. Melis'le birbirimize bakıp gülümsedik. Bu Güney alem çocuktu. Resmen Kıvanç'ı köşeye sıkıştırmanın yolunu iyi buluyordu. "Artık senden bir şey rica etmemi gerektirecek bir durum yok." Biz kıkırdarken düdüklü makarna bin pişman olarak "Tamam!" Dedi. "Ne istersen yapacam. Alacağın olsun Güney!" Son sözlerini yüzünü çok komik bir şekle sokarak söylemişti. Artık akşam için plan yapma zamanıydı. Oğluma çok yaklaşmıştım.

 

 

 

Merhaba arkadaşlar. Bu bölüm yine sürprizlerle doluydu. Bizi bol heyecanlı, romantik ve gizemli bölümler bekliyor. Benden söylemesi. ☺️🥰

 

Aralarında tatlı bir aşk oyunu başladı. Birbirlerine olan duygularını inkar edemiyorlar. Hikayemize bir de polis karakter dahil oldu ve bana Melis'e de bir ışık yanmış gibi geliyor. Ne dersiniz? 🫢

 

Harun Bey, Efsun'a aşk anlamında bir şey hissetmediğinden emin. Bu da yakınlık göstermesini başka sebeplere bağlamamıza sebep oluyor. Çoğu arkadaşımız bu konuda tahmin yürütmüştü. Sizce bu operasyonda suçun ardındakileri bulabilecekler mi?☺️

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. 💫💫

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%