Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. bölüm: operasyon

@syildiz_koc

Medya: Zeynep Bastık (Lan)

 

 

 

 

 

Hep adalet adalet der dururdum. Ulaşılmaz bir kuşun kanadındaki zümrüt broş gibiydi adalet. Peşinden koştukça insanı nefessiz koyar ama vazgeçilemeyecek kadar kıymetli olduğundan bitaplığına aldırmadan ulaşmaya çalışırdık. Bazen zalimlerin tepesine binerdi ahı bazen de zalimler yüzünden masumların. Kimine kamburdu kimine kanat. Kimi hasretle yolunu gözlerdi kimi ise gazabından yıldırımdan kaçar gibi saklanır dururdu.

 

O gün beni oğlumdan koparanlarla yüzleşmek için Güney'le bir plan yapmıştık. İçime sinmese de Melis ve Güney'i kendi karanlık yoluma davet etmiş ve benimle o yolda zarar görebilecekleri gerçeğini düşünmemeye çalışarak yürümeye başlamıştım. Harzem'in sözleri içime ektiği fitne fidanlarını yaşadıklarımdan sonra yeşertmişti. Çok güçlü insanlar olduğunu söylemiş, beni oğlumdan uzak tutmak için türlü felaket senaryoları yazmıştı. Bu gün onun ardındaki gerçek düşmanlarımı tanıyacak ve oğluma ulaşmak için elimden geleni ardıma koymayacaktım. Önce bana sonra da adalete verecekleri iyi bir hesapları olsa iyi olurdu. Onlara karşı durmak için her şeyi yapardım. Sonucu ne olursa olsun kaybedeceğim bu savaşa dahil olmaktan çekinmeyecektim.

 

"Sessizsin." Başımı çevirip bana uzun uzun bakan Güney'e tatlı tatlı gülümsedim. Yanımda olması öyle güzeldi ki yaşadığım kötü şeyleri varlığıyla yenebiliyordum. Saçlarını kapatan o peruk ve yüzündeki makyaj beni bir yabancıyı görüyormuş gibi utandırsa da onun sevdiğim adam olduğunu biliyordum. Bu gün o masaya bir Fransız konuk olarak oturacak ve uzaktan Harzem'in o kadınla olan görüşmesini kayıt altına alacaktı. Elindeki eldivenler ve Fransız tarzı uzun kuyruklu pardesüsüyle kıkırdamalarımın sebebi oldu. İtiraf ediyorum bu adam karizmanın ta kendisiydi. Her haliyle bir insanı nasıl büyüleyebildiğini tanıdıkça daha da hayretle karşılıyordum. Nefis mavi gözleri kahverengi lensin altındaydı ama bu tatlı kumral haliyle de çok çekici görünüyordu.

 

"Bu gece o bebeği bulacağız." Histerik bir şekilde gülümsedim. "O artık bir bebek değil. Beş yaşlarında dünyalar tatlısı bir çocuk... Yani öyle olduğunu düşünüyorum." Güney suskundu. Gözlerimin derinliğine kayıp bir geçmişi yoklar gibi uzun uzun baktı. Aradığımız bebeğin benim oğlum olduğunu bilmiyordu. Bilseydi ne tepki verirdi hayal bile edemiyordum.

 

"Ondan bahsederken gözlerinin içi gülüyor. Nasıl bir bebekti? Yüzünü hatırlıyor musun?" Yüzü aracın içindeki loş ışıkla kısmen de olsa aydınlanmıştı. Kirpikleri göz altlarına ince, siyah gölgeler bırakıyordu. Açık pembe dudakları erkeksi, kemikli yüzünü zarif ve çekici kılan ezgisel detaylardan biriydi.

 

Bakışlarım ondan ayrılıp aracın camındaki tenha yola mıhlanıp hüzünle uzaklara daldı. Bir hayale bakar gibi hisliydim ama aslında ben her gece o hayali kalbimin yorgun, ürkek ikliminde yaşıyordum. Yüzünü hiç unutmamıştım. Unutmamak için hep kendi kendimle mücadele etmiştim. Bendeki fotoğraflarını uzun uzun izlemiş, o güzel masum yüzünün her bir zerresini zihnime oya oya kazımıştım. Korkuyordum anne olduğumu unutmaktan. Bir gün uyandığımda onsuzluğa alışmış olmaktan korkuyordum.

 

Sustu. Yiğit'in bendeki yerini anlamıştı. El demek istiyordum ama anne yüreği işte! Adını her andığımda kalbime oturan kör bir bıçak gibi batıp kanatıyordu. Meğer ölmek evlat acısından çok daha kolaymış. Yokluğunda her gün ölmek daha çok yıkarmış insanı. Bir yerlerde var olduğunu bilerek yokluğuna dayanmaya çalışıyordum. Ölse bir mezarı olurdu. Çiçekler, fidanlar ekerdim. Onları gözyaşımla sular, yavrum diye sarıp sarmalar ve büyütmesini izlerdim. Yiğit'in yerine onları büyütür, evladımın kokusunu o narin yapraklardan goncalardan, lalelerden alırdım. Yokluğuna alışmayı, toprağıyla konuşmayı öyle ya da böyle öğrenirdim. Yaşadığını, bir yerlerde nefes aldığını bilmek ama dokunamamak zordu. Aynı gökyüzüne bakıp ayrı hayaller kurmak acılara karşı hayal kurmaktan başka bir meziyeti olmayan bana bile ağır geliyordu. Gerçekler acıydı, hayat ise bizim gibilere topal bir bacakla koşmaya çalıştıracak kadar zordu.

 

"Bu kadar çok mu seviyordun?"dediğinde düşler eteğimden dökülüp gitti. Sevmek içimden kopup gelenleri ifade etmede öyle yetersiz öyle zayıf kalmıştı ki Güney'in bu sözüne içimdeki annelik melekeleri isyan edip kahkahalarla güldü. "Evet çok seviyordum. Benim bir parçam gibiydi."dedim. "O yanımdayken güneş sol omzuma konup sanki sadece beni ısıtırdı. Yağmur sesi şarkı olurdu. Ölüm yamacımdan sendeleyerek kaçıp giderdi. Geçmiş silinir gelecek kocasını bekleyen taze bir gelin gibi duvak altından bana gülümserdi. Korkmazdım. O yanımdayken korkmak ya da üzülmek boştu. Ben sadece bir birine sarılıp tutunan ömrümü yaşıyordum."

 

Sözlerim huzur ve huzursuzluk duygusunu her an patlamaya hazır bir mayını yüzüne yerleştirmişti. Ve haklıydı. Yiğit'i sahiplenişim emanet kelimesine sığdırılamayacak kadar içtendi. "Duygularını çok güzel ifade ediyorsun. Kısa sürede büyük bir bağ kurmuşsun. Çocuğunu sokağa atan kötü kalpli anneleri düşününce sendeki bu bebek sevgisi içimi burktu. Bakışlarında annemin merhametini ve sevgisini gördüm." Tehlikeli sularda yüzüyordum. Söylediğim yalanı biraz daha konuşursam kendim ele verecektim. Bu sevgi, bu bağlılık çok fazlaydı. Böylesi bir yangının sebebi sadece evlat hasreti olabilirdi.

 

Daha fazla kurcalamamasını umuyordum. Bir gün gerçekleri öğrenmesi gerekirse bunu sadece ben yapmalıydım. O köhne gururumu bir kenara bırakıp tüm gerçekleri haykırmalıydım. Beni affeder miydi, yoksa kızıp tamamen siler miydi bilmiyordum. Sonuç ne olursa olsun beni bilmeye hakkı vardı. Kaderimde kaybetmek yazıldıysa buna asla engel olamazdım. Kendimle barışmak zorundaydım. Kendini sevmeyeni kimse sevmezdi.

 

"Boşuna üzülüyorsun!"dediğinde başımı kaldırıp güzel gözlerine baktım. "Bulacağız. Merak etme. Onu bulana kadar bu işin peşini bırakmak yok!" Gözlerimi kaçırdım. Yanımda olması öyle büyüleyiciydi ki konuşarak bu güzel anı mahvetmek istemiyordum. Büyük beyaz bir minibüsün içindeydik. Oldukça lüks bir iç tasarımı vardı. Mini dolaptan pek çok yiyecek bulabiliyordunuz. Karşılıklı büyük koltukları beyaz ve deri kaplıydı. Minibüsün kapısı açıldığında gelenler gözlerimizi kocaman açmamıza sebep oldu. Biraz önce hüzünden ağlayacak kıvama gelen biz değilmişiz gibi müthiş bir kahkaha tufanına tutulduk. Güney'e baktığımda gözlerinin gülmekten kızardığını, ağlıyormuş gibi sulandığını görebiliyordum.

 

"Harika bir çift olmuşsunuz." Dedim Levent ve Melis'e bakarken. Levent, turuncu saçlarıyla ve kabadayıları aratmayacak kıyafetiyle çok komik görünüyordu. Uzun boylu esmer bir gençti. Ve itiraf edeyim Güney kadar olmasa da çok yakışıklıydı. Bu turuncu saçlarla, üzerine geçirdiği renkli gömlekle çok uyumlu ama komik olmuştu. Elinde kehribar rengi ilginç, parlak bir tesbih vardı. Her fırsatta tesbihini evirip çeviriyor, hapishanedeki müebbetlik mahkumlar gibi sağa-sola sinir bozucu bir şekilde sallayıp poz atıyordu.

 

"Selamin aleyküm Hemşo!" Güney ve Melis'e bakıp bir kahkaha daha attım. O karizmatik delikanlıya bunu asla yapmamalıydılar. Karşımda Harzem özeti gibi durması sinirimi bozmuştu. Aklıma Yarım Elma dizisindeki "kıroyum emme para bende," repliği geldi. Tam köyden dönüp İstanbul'da pusulayı şaşıran çaylak delikanlı tipi vardı bu çocukta. Ve Harzem kendisi gibi olanları sevip hemen bağrına basardı. Yani skorda önde olduğumuzu söylememe bile gerek yoktu.

 

"Ayağındaki o siyah kunduralarla harika görünüyorsun!" Dedi Melis gülmekten kavuşmayan ince dudaklarıyla. Levent iğreti bir şekilde sırıttı ve elini göğsüne bastırıp eğilerek "Sağol gözüm!"dedi. Biraz önce tanıştığım karizmatik delikanlı bu adam olamazdı. İnanılmayacak derecede iyi değişmişti ve kılığına uygun bir şekilde kıro tarzı şahane konuşmaya sahipti. Onu tanımasam ve şu kılığıyla sulanarak yanımdan geçse muhtemelen bana seslendiğinde ilk işim ayakkabının topuğunu kafasına mıhlamak olurdu.

 

"Hadi ama istediğimiz bu değil miydi? Harzem'e ve yanındakilere kimliğimizi göstermeden iş üstünde yakalamak için çırpınmıyor muydunuz? O kadını ve ardındakileri bulmak zorundayız."

 

"Haklısın!"dedim gülüşümü güçlükle bastırırken. Bu kadar inandırıcı olması suç değil nimetti. "Beni yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim." Şaka değil gerçekten minnet duymuştum. Yeni tanıdığı biri için şu kılığa girmek her yiğidin harcı değildi. Melis öne atılıp "Tabiki bırakmayacağız." Dedi. O an Levent'in dudakları gülcekmiş gibi kıvrıldı. Bakışları parlamıştı. Yok ya! Bu oğlan benim kankaya göz koymuş olabilir miydi? Ah be tombul güvercinim yoksa seni de gelin falan mı edeceğiz biz şimdi?

 

"Tamam! Bu kadar şamata yeter." Dedi Güney. "Şimdi iyi bir plan yapmalıyız. Levent, sen Harzem'in masasına geçeceksin onlarla oyun oynayacaksın. Bir fırsatını bulup bu ses cihazını onun yakasına iliştir. Böylece kadınla ne konuştuğunu öğrenebileceğiz. Muhtemelen kadın geldiğinde masanızdan kalkıp onun yanına geçecek. Melis, kadının Harzem'le olan görüşmelerini kayda alacak. Elde ettiğimiz görüntüler sayesinde mahkemeye delil sunabileceğiz. Ses kayıtları mahkemelerde genellikle yanıltıcı olabiliyor. Üzerinde oynanmaya daha müsait. Bu yüzden elimizi kuvvetlendirmeliyiz."

 

"Ben ne yapacağım?"diye öne atıldığımda Güney bana yan yan bakıp Melis'e yöneldi. Altın gününde annesini çekiştiren yaramaz bir çocuk gibiydim. Sanki kimse beni kaale almıyordu. "Sen garson olacaksın Melis. Böylece masalar arasında özgürce dolaşabilirsin. Bu da pek çok açıdan görüntü elde etme olanağını sağlayacak." Melis, "Tamamdır!"dedi büyük bir hevesle. Sanırım uzun zamandır aradığı aksiyonu Güney sayesinde bulabilmişti. Tombul bedeni mutluluktan hop oturup hop kalkıyordu. Bayan Smith olmaya dostum bayağı bayağı hevesliymiş. Birazdan silahını çıkarıp havalı havalı ucuna üflerse hiç şaşırmam. Saygı bile duyarım!

 

Hadi ama! Bu ekşın dolu dakikalarda ben de bir rolü üstlenmeli dağılan karizmamı kahramanlık yaparak düzeltmeliydim. Melis'in görevlendirmesinin bittiğini anladığımda "Ben ne yapacağım!"diye yeniden atıldım. Muhteşem starımız bana yine ezik bakışı atıp ulvî bir görev veriyormuş gibi ciddiyetle diğerlerine yöneldi.

 

"Benim görevim en son başlıyor. Fransız sanatçı ve milyoner olarak kadının aracına çarpacağım ve aracı tamirhaneye bırakıp ona bir şeyler içmeyi teklif edeceğim. Kaşla göz arasında kimliğine ulaşacağız. Üzerine yerleştireceğim kamerayla buradan çıkışta kime gittiğini ve ne işler çevirdiğini anlayacağız. Muhtemelen Harzem'le yaptığı görüşme konusunda sahibine rapor verecektir. Biraz şansımız varsa telefon görüşmesinden daha fazlasını yapar. Bu kamera sayesinde evini, girip çıktığı mekanları görebileceğiz. Kameradaki özellik bize konumu hakkında sinyal verecek. Benzer bir kamerayı ben onunla görüşürken Kıvanç tamirhanede aracına yerleştirecek." Minibüsün önünde horultuları duyulan Kıvanç'ı dürter gibi eliyle onun koltuğuna sert şaplaklar attı. Biz kıkırdarken neyse ki Kıvanç da gözünü baygın mayhoş bir edayla açabilmişti.

 

"Hadi artık uyan!" Dedi Güney sert sert solurken. Bu işe Kıvanç'ı dahil ettiğine pişman gibi bir hali vardı.

 

"Ah! Her şeyin bir kabus olduğunu sanıyordum. Güney tatlış ne olur bu çırpı bacaklı için hayatımın kaymayacağını söyle."

 

Ben ters ters bakarken Güney "Ben senin suratını kaydıracağım az kaldı." Diye homurdandı. Bu adam hep hislerime tercüman oluyordu. "Duydun mu sarı saçak?" Sarı lafını duyunca Güney kaşının birini kaldırıp jön edalarıyla baktı. "Merak etme sen çirkin sarı değilsin." Dedim şirin görünmek için taktığım sevimli maskeyle. Yüzünde beliren sırıtış pot kırdığımın nişanı gibiydi. Levent ve Melis gülmemek için dudağını dişlerken Güney "Demek beni yakışıklı buluyorsun!"diye arandı. Bu adam beni utandırmak için özel ders falan mı almıştı? Resmen çapkın çapkın beni süzüyordu. Ahlaksız teklif yapmışım gibi ne demeye kızarıp bozarıyordu ki. Herife bak! Sanki kanına girip kötü emellerime alet edecektim. Peh!

 

"Hiç yakışıklı değilsin."dedim düzeltir gibi. Hemen havalara girmemesi en iyisiydi. Yüzünü burktu. Sanırım hevesleri kursağa tıkama konusunda oldukça hatrı sayılır bir karizma yapmıştım. Bakışlarını kaçırarak gözlerini kıstı. "Hıh! Sen de hiç güzel değilsin." Dediğinde bunun yalan olduğunu biliyordum. Hadi ordan! Seni beni izlerken az mı yakaladım? Bu numaralar bana sökmez. Kıvanç memnuniyetle salyalarını yutkunup "Tam bir çırpı bacaklı!"diye söylendi. Melis ve Levent kıkırdarken "Sarı yılan!" Diyerek yumruklarımı sıktım. Güney bu atışmadan hiç rahatsız gibi durmuyordu. Bıyık altından gevrek gevrek sırıtıp bakışlarını kaçırdı.

 

Görevlendirmenin bittiğini fark ettiğimde yeniden "Ben ne yapacağım!"diye söylendim. Bana bir cevap verse iyi olacaktı. Oyuna alınmayan zavallı çocuk gibi kenardan onları izlemek istemiyordum. Zekamın ve becerikliliğimin farkına varmaları için daha ne yapmam gerekiyordu? Güney, darlanmış bir şekilde "Sen uslu uslu burada Kıvanç'la oturacaksın ve şirin ellerini hiçbir şeye bulaştırmayacaksın."dedi. Kıvanç ile ikimiz aynı anda "Ne?" diye bağırdık. Resmen iki kuma gibi sürekli didişip duruyorduk. Sanırım burda iki kadını idare eden kişi de Güney'den başkası olmuyordu.

 

"Ben çırpı bacaklıyla bir dakika bile arabada kalmam."diye söylendi Kıvanç. Bu sarının permalı saçlarını benzin döküp yakmak istemem fazla mı tuhaftı? "Bana bir kez daha çırpı bacaklı dersen seni aracın tavanına asarım süslü Can (Barbie'nin erkek arkadaşı)." Kıvanç bende o deliliği görmüş olacak ki yutkunmaktan kurtulamadı. Benim gibi biri kolay kolay pes etmez ölse araçta eli kolu bağlı durmazdı. Güney'i o sarışın kadınla yalnız bırakmak isteyeceğimi hiç sanmıyordum. Ölürdüm ben ya! Ya kadın onu öperse! Ya orasına burasına dokunmaya kalkarsa. Allah yarattı demem yakarım bu mekanı.

 

"Ben de geleceğim!"diye omuz silktim. Güney ve diğerlerinin iç çekmesini umursamayıp kapıya asıldım. Ellerimi kavrayan o naif parmaklar bedenimi durduran tek şey oldu. Elleri sıcacıktı. Buz tutan bedenim sanki onun dokunuşuyla ısınmış, sıcacık olmuştu. Karın ayazından baharın toprağına, dallarına sığınmış bir serçe gibiydi ürkek kalbim. Ruhumun kanat çırpışlarını gerçekten duyabiliyor muydu?

 

Susmuştum. Levent ve Melis gülümseyip birbirlerine bakarken elini çekti. "Gidemezsin. Karşımızdaki insanlar sıkıntılı. Bu mekanda daha önce ne yaşadığımızı biliyorsun. Seni tehlikeye atamam." Sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim. Mavi gözlü dev beni mi koruyup kolluyordu? Üzerime titremesinin altında yatan gerçek ilgisiyse ki umarım öyledir. Bundan hoşlandığımı inkar edemezdim. Hi hi!

 

"Ya demek öyle!"dedi Melis. Yüzünde bu durumdan hoşlanmış bir ifade yoktu. Burada "Demek ilk harcadığın biziz öyle mi? Biz ölelim canım ne olacak? Yaşamamız hata zaten. Bir tek Efsun ekselans yaşasın. Biz kimiz ki! Şu an Fatma Bacı'nın kağnısındaki öküz bile benden daha değerlidir. Hatta ineğin kaşağısı bile..." Melis sen bir sus ya! Bir öküzü kıskanmadığın kalmıştı onu da yaptın.

 

"Yeter Melis. Ne ateş püskürdün! Romantik yapıyor işte!" Tam Levent'e iyimserliği için teşekkür edecektim ki ellerini perde yaparak Melis'e eğilmesi ve fısıltılı son sözü kaşlarımı çatmama sebep oldu. "O çok sakar. Başımıza bela olabilir."

 

"Bunu duydum!" dediğimde "Bana müsaade!" deyip kaçar gibi araçtan çıktı. Herife bak, resmen ayaküstü taşlayıp sinirlerimi zıplattı. Teker teker gelin. Hep mi bana çalışırdı bunlar? Sakarlığım herkesin dilindeydi.

 

Dakikalar sonra Melis üzerindeki garson kıyafetiyle ve gotik tarzıyla büfede yerini almış, loş ışıkların olduğu mekana bir ajan edasıyla süzülmüştü. Koyu renk makyajı, mor dudakları ve siyahın üzerine attığı rengarenk takma saç tutamlarıyla hiç arkadaşım gibi durmuyordu. Onu yolda görsem muhtemelen metalci ya da bir devrin tarihi emo kızlarından falan sanırdım. Ama değildi. O benim dostumdu. Melis'in ortama girişiyle önümdeki mini ekranda gönül wip'in kumar salonu göründü. Sarı ışık, loş ortam tıpkı o günkü gibiydi.

 

Yaklaşık 25 tane büyük masa vardı ve masaların üzeri püsküllü kadife, kırmızı bir örtüyle kapatılmıştı. Büyük kocaman bir büfe, büfenin önünde konuklara içki servisi yapan barmanler, müzikten sorumlu DJ ve ortalıkta dolaşan mini etekli garson kızlar bulunuyordu. İş bu ya hepsi de Melis gibi gotik tarzda giyinmişti. Sanırım mekanın konsepti bunu gerektiriyordu.

 

Melis, büfenin arkasına geçti. Hemen ardında kocaman bir Cam vitrin vardı. Vitrin kıran kırana içki kaynıyordu. Melis bir kadehi alıp elindeki bezle parlatmaya başladı. Gövdesi Levent'in bulunduğu masaya çevrilmişti. Levent ustalıkla masaya elindeki paraları sert bir şekilde bırakarak bir oyun teklif etti. Paraları gören Harzem iştahla pis pis sırıtıp onun teklifini kabul etmişti. Oyuna başladılar. Kumardan nefret ederdim. Levent'in yüz ifadesine baktığımda onun da benden farklı olmadığını anladım. Resmen elindeki iskambil kağıtlarına iğrenerek bakıyordu. Yalandan keyif alıyormuş gibi rol yapsa da kaçamak, gergin bakışlarından zoraki bir şeyler yaptığı anlaşılabilirdi.

 

"Haha şanslısın Harzem Bey!"dedi Levent. "Bu gün şeytanlar hep senin başına kümelenmiş. İlk oyundan beni tuşa getirdin." Harzem sırıtıp iğreti bir özgüvenle paraları elleriyle kendine çekti. Her sırıtışında ekrana yansıyan altın dişi sinirlerimi bozuyordu. Pislik herif... Utanmasa para diye it kırpacaktı. Böyleleri para kazanmak için anasını boyar babasına Adriana Lima diye satardı. Dinleri de imanları da paraydı.

 

"Öyleyimdir Tahir Bey! Umarım evine donsuz gitmezsin. Devam etmek istediğinden emin misin?" dedi Harzem. Sesindeki alaylı ton gülümsememe sebep oldu. Kendisini hapse göndermek için tezgah kurduğumuzu bilse böyle konuşur muydu acaba?

 

"Sen oynamana bak!"dedi Levent. "Bende don çok." Melis kıkırdadı. Sanırım o da tüm konuşulanları duyuyordu. Güney kulağındaki kulaklığın mikrofonunu açıp "Melis içki servisini yap artık. Şu ses kayıt cihazını Harzem'in ceketine yerleştirelim. Kadının eli kulağında neredeyse gelir." Levent bozuntuya vermeden "Sıcak oldu. Birer içki alalım."dedi. Bu teklif Harzem'in de hoşuna girmiş olacak ki başını onaylayarak salladı. Levent, eliyle biricik garsonum Melis'e tatlı bir işaret yaparak yanına çağırdı. Dakikalar sonra Melis elindeki büyük bardaklarla Harzem'in masasının yanında yerini almıştı. Melis benim meraklı ilgim arasında Levent'e bir bakış atıp elindeki bardağı burkulan ayağını kullanarak Harzem'in siyah pahalı ceketine boca etti.

 

"Aferin sana Melis!" Dedim kendimi tutamayarak. Güney dudaklarını kıvırdı. Yüzünde beliren gülümse sinirlerimi bozmuştu. "Bu işi sana vermeliydik. Hem rol yapmana gerek bile yoktu. Kendin olman yeterliydi. Tanıştığımız günü hatırlıyor musun? Üzerine bindiğin salıncakla sahnede öyle bir üzerime düşmüştün ki tüm kemiklerimin kırıldığını hissettim. Hâlâ ölmediğim için yaratıcıya teşekkür ediyorum Efsun."

 

O geceyi hatırladığımda kıpkırmızı kesildim. Ah ne gündü. Bir anda kendimi sahnede dansçı olarak bulmuştum. Zavallı seyirciler. Üzerlerine kustuğumu her hatırladığımda utançtan kıpkırmızı kesiliyordum. Benden sonra bir daha konsere gitmeye tövbe etmiş olmalıydılar.

 

"Suç bende değildi."dedim kindar kindar bakarken. "Senin şapşik çalışanlarının işi. Beni dansçı zannedip sahneden attılar. Ölmediğim için şanslıyım. Salıncakta kafasına kustuğum o zavallı insanlar umarım bu travmayı atlatmıştır." Sözlerim kahkahalarının frekansını arttırmıştı. Bana yaramaz bir çocuğu süzer gibi ilgili bir şekilde baktı. Keşke hep böyle baksa dedim içimden. O böyle baksın ben heykel gibi cansız olmaya bile razıyım. Gözlerinin değdiği her yere bahar geliyor çiçekler açıyor sanki.

 

"O gece orada olmasaydım sahnen berbat olmayacaktı. Rehin alınmayacaktın, bıçaklanmayacaktın."Kırgın bir ses tonuma rağmen gülüşü bir nebze bile solmamıştı. Gözlerim hafiften nemlenmişti. Dönüp baktığımda hayatına beladan başka bir şey getirmediğimi görmüştüm. Belki de daha fazlası olacaktı. Güney sadece bunun için bile benden nefret edebilirdi. Nefretinden neden bu kadar korkuyordum? Ben zaten hiçbir yerde çok sevilen biri olmamıştım. Kimseyi umursamamışken neden Güney'in nefreti bana bu kadar ağır geliyordu?

 

Ben çocuksu bir masumiyetle ona bakarken, "İyi ki geldin."dedi. Gülümsedim. Kara bulutlar bir anda dağılmıştı. Sanki kırlangıçlar ayazdan kaçıp aşkistana gelmişti. Dilinden akan bir cümle beynimdeki kırçları tuzla buz etmişti. Benim en büyük savaşım kendime karşıydı. Bu gidişle yenilgim kaçınılmaz olacaktı.

 

Tebessümüm yanımıza yanaşan araçla soldu. İçinden çıkan sarışın kadın Melis'in tarifine çok uyuyordu. Güney kulaklığa asılıp "Geldi Melis. Ses cihazını Harzem'in ceketine yerleştirip iade et. Çok fazla temizlemekle uğraşma." Melis söylenileni yapıp ceketi yüzeysel sildi ve mahcubiyetle Harzem'e uzattı. Neyse ki Harzem paraların büyüsüne kapılıp onu görmemişti bile.

 

Son el tamamlandığında Harzem saatine bakıp, "Bu günlük bu kadar yeter! Seni ütme işine daha sonra devam ederim!"dedi. Levent bu girişime "Zevkle!"diye karşılık verdi. Ve ceketini alıp dışarı çıktı. Melis'in gövdesi kapıya yöneldiğinde o sarışın kadının güzelliği karşısında dudaklarımı ısırdım. Demek Güney bu kadınla flörtleşecekti. Of nasıl dayanacaktım ben buna. Ya ondan hoşlanıp çıkmaya falan başlarsa. Delirmem an meselesiydi.

 

Kadın siyah dekolteli bir elbise giymişti. Bronz teni ve ela gözleri endamını en çarpıcı şekilde ortaya çıkarmıştı. Ağır büyük küpeleri ve sivri topuklu ayakkabılarıyla süs bebeği gibi salınarak içeri girdi. Sarı saçları işlem gördüğünde kısmen yıpranmıştı ama çekiciliği bunu örtüp yok edecek kadar güçlüydü. Adımları Harzem'in yakınındaki bir masaya iliştiğinde Harzem de heyecanla ona yöneldi. Birlikte mekanın en ücra masasına geçtiler. O sırada mekandaki diğer garsonlardan biri ceketini Harzem'e iade etti. Harzem ona tiksintiyle bakıp masanın kenarına astı. Onu giymemesine şaşırdığımı itiraf etmeliydim. Kendisi ceketten daha pasaklı olduğu halde bu tiksinti fazlasıyla saçmaydı. Ceketin giyildiğinde ondan tiksinmesi gerekiyordu. Zavallı şey bataklığa düşse bundan daha iyi muamele görürdü herhalde.

 

"Kıvanç, sıra sende. Şu alıcıyı hemen arabasına yerleştir. Nereye gittiğini anlamamız gerek. Onu takip edeceğiz." Kıvanç tembel bedenini çimento torbası gibi isteksizce yapıştığı koltuktan kaldırdı ve öfkeleye püfleye sıkıntıyla araca yaklaştı. Kaşla göz arasında bulabildiği en müsait yere alıcıyı yerleştirdi. Bu sanırım Güney'in b planıydı. Her ihtimale karşı kadına kamerayı takamazsa bu alıcı onu bulmamız konusunda bize yardımcı olacaktı. Umarım bu kadın tuvalete gitmezdi ya da biriyle sevişme girişiminde bulunmazdı, aksi takdirde çıkacak rezilliği düşünemiyordum.

 

Güney'le gözlerimiz kesiştiğinde gülmemek için dudaklarımızı ısırdık. Sanırım o da en az benim kadar sinsi ve komplocuydu. Deli deliyi görünce sopasını saklar diye boşuna dememişler. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş kapak yuvarlanmış tenceresini bulmuş.

 

"Yine benden ne istiyorsun? Hak ettiğinden daha fazlasını verdik. Neden gözün bir türlü doymuyor?" Harzem tesbihini sevimsiz bir şekilde yuvarlak hareketlerle salladı. Ekrandan gelen uğultulu ses ikimizin de dikkatini oraya kitlenmişti. "Sakin ol Zişan Hanım."

 

Harzem sırtını oturduğu sandalyeye iyice yerleştirip hafifçe gerindi. "Sana değerli bir emanet verdik. Kendimi tehlikeye atıyorum sürekli. Elbet bunun bir karşılığı olacaktı." Yan yan sahte bir hüzünle sarışın kadını izledi. Dekoltesini gözleriyle yırttığına, masayı tırnaklarıyla didiklerken kadını hayal ettiğime yemin edebilirdim ama ispatlayamazdım.

 

"Yengem sizin yüzünüzden öldü. O Efsun denen yılkı atını hiç söylemiyorum. Başım beladan kurtulmuyor. 'Yiğit'in yeri söyle' diye beynimi gagalayıp duruyor hasbam. Yaptığınız o korkutma eylemleri işe yarasa bu kadın peşime düşüp beni sıkboğaz etmezdi." Kadın burun deliklerini büyütüp sert, huzursuz nefesler alırken Harzem kenar mahalle kabadayısı gibi parmaklarıyla yüzünü sıvazladı. "Ne işiniz bitti ne belanız. Kıçımı koltuğa rahat koyamaz oldum. Eh! Mesele devam ettiğine göre kesenizi sonuna kadar açıp bana gerekli ödemeyi yapacaksınız. Patronuna söyle elini korkak alıştırmasın."

 

Kadın, elindeki beyaz zarfı leopar desenli, küçük el çantasından çıkardı ve suratına atar gibi Harzem'in önüne fırlattı. Bereket versin Melis tam onlara döndüğü için görüntü kalitemiz şahaneydi. Sesi de ceketten dinliyorduk. Değmeyin keyfimize. Yanımda mısır getirmediğim için pişman bile sayılabilirdim. Ama adımın geçmesi ister istemez canımı sıkmıştı. Her an Harzem geçmişimle ilgili bir şeyler yumurtalayabilirdi. Yiğit'in oğlum olduğunu, onu hapishanede doğurduğumu söyleyebilirdi. Tecavüz meselesini düşünmek bile istemiyordum.

 

"Bu son Harzem. Böyle bir şey için bir daha beni rahatsız etme. O kadın hâlâ Yiğit'in peşinde mi?"

 

"Evet. Keçi gibi inatçı. Ne dediysem ikna edemedim. Vazgeçmiyor..." Kadın sinsi bir tebessümle tüm dişlerini gösterdiğinde kalbim küt küt atıyordu. "Sesini kesmesini biliriz biz. Kendi eliyle hayatını mahvediyor."

 

Bakışlarım sözlerin ardından Güney'i buldu. Yumruklarını sıkıyordu. Gözlerinden fışkıran alevi görmek bile içimi ürpertmişti. Onun öfkeli anları hep içime bir ateş düşürürdü oysa. Bu sefer o ateş yakmıyor ısıtıyordu. Çünkü ilk defa biri benim için mücadele ediyordu. Kanatlarını üzerime bırakmış, ruhumun ıssızlığını cennete çevirmişti. Külden ömrümü yeşertmişti. Beni bana rağmen bırakmayacağını anlamıştım.

 

"Sana yeniden ulaşmaya çalışırsa bana bilgi ver! Ağzını da sıkı tut! Patronlar bu işin ele ayağa düşmesini istemiyor."

 

"Bu o kadar kolay değil."diye sayıkladı Güney. Beni onlara yem etmemeye kararlıydı. Tek korkum benimle birlikte harcanabilecek olmasıydı. Kadın sandalyeyi diziyle itip Harzem'e tepeden bakarak ayağa dikildi. Yüzündeki kinli ifadeyi beğenmemiştim. Tek dişi kalmış bir canavar gibiydi gözümde. Kaybedecek çok şeyi vardı ve her an saldırıp kanlı dişlerini Harzem'n boğazına geçirebilirdi. Dumanı tüten başı sabrının sınırlarını zorladığını gösteren hayali bir sinema perdesi gibiydi. Harzem denilen soysuz artık onları ne kadar üddüyse kadının manikürlü tırnakları avuçlarına batmaktan ortaya çıkmıyordu. Sabrının ne kadar kalacağı ise şüpheliydi.

 

Ayağa kalkıp paletin sarısı saçlarını eliyle omuzlarından geriye doğru havalı bir şekilde savurdu. Açıcı zavallı telleri kabartıp elastik bir görüntü oluşmasına sebep olmuştu. Zavallı tutamlar çoktan ölmüştü de arkasından Fatiha okuyup gömeni yoktu. Yine de Allah için konuşayım güzel kadındı. Orta yaşlı olmasına rağmen çekiciydi. Güney'le yan yana geleceğini düşününce içime düşen kurt kalbimin üzerinde derin yarıklar oluşturuyordu. Ruhumda açılan tüneli kıskançlık doldurmuş bu duygu tüm bedenimi ele geçirmişti. Sanki kalbim kan değil haset pompalıyordu. Tek dileğim bu işin çabuk bitmesiydi. Yoksa bana ufaktan ufaktan geliyorlardı.

 

Kadın afilli bir kalkışla masayı terk ederken Harzem benim mahvolan hayatımı satarak kazandığı parayı zarfın içinde yoklamaya girişmişti. Yüzündeki memnuniyet sırıtışı gözümden bir damla yaşın süzülmesine sebep oldu. Bir ceset gibiydim. Kemirgenler, haşereler ve akbabalar etrafıma toplanmış sulanan ağızlarıyla ve mide bulandırıcı iştahlarıyla etimi didiklemeye çalışıyorlardı. Ben Yiğit'in hasretiyle solup tükenirken onlar bizim acılarımız üzerinden yeni bir hayat kurmuş keyif ediyorlardı. Benden çaldıklarını onlara ödetecek ve kaybettiklerimi geri alacaktım. Sonumun ölüm ya da hapis olması artık umurumda değildi.

 

"Kıvanç, aracın yanından uzaklaş. Kadın salondan çıktı. Bundan sonrası bana ait."

 

"Tamamdır tatlış. Umarım beni o çırpı bacaklıyla yalnız bırakmayı düşünmüyorsundur." Güney kıkırdarken telefondaki cızırtılı sese en sinirli halimle cevap verdim. "Sarı pişmaniye. Umarım benim yanıma gelirsin çünkü seni zevkle söylediklerine pişman edeceğim. Bana yalvaracaksın. Hem de çok!" Diye karşılık verdim. Bu adam canına susamıştı.

 

Güney "Uslu dur! Aklım sende kalmasın!"diyerek çıktığında hâlâ kıskançlıktan dudaklarımı yemekle meşguldüm. O uzaklaşır uzaklaşmaz hemen minibüsün şoför koltuğuna geçtim. Arkada uslu uslu duracağımı düşünüyor olamazdı değil mi? Güney'in yakasındaki kamera adım seslerini ve hatta nefes alışverişlerini duymamı sağlıyor olsa da benden uzaklaşması yine o bilindik yalnızlık duygusuna düşmeme sebep olmuştu. Yok arkadaş benden adam olmazdı. Çekilmeyeceksin sevmeyeceksin diye kendi kendimi yemediğim tek bir gün bile yokken adamın ensesine tüneyen baykuşlar gibi guruldayıp duruyordum. Kıvanç beni koltukta görünce hayretle cins cins baktı. "Umarım araba kullanmayı düşünmüyorsundur."

 

Yüzümde beliren sinsi tebessüm korkaklıktan kızaran yüzünde bomba gibi patladı. Sanırım nasıl intikam alacağımı biliyordum. Yüzümü yapaylaştırıp sesimi çocuklaştırarak "Aaaaa! Aşk olsun hiç yapar mıyım ben öyle şey! Unuttun mu ben uslu bir kızım. Hiç öyle yaramazlıklar yapmam. Senden intikam almak için hele hiç yapmam." Gözlerini kocaman açarak titreyen dudaklarını yalayıp heyecanla birbirine kavuşturmaya çalıştı. Bu sarı pişmaniye Allah'tan belasını bulur muydu bilmiyordum ama benden iyi bir ders alacaktı o kesin.

 

Dikiz aynasından Güney'in bindiği aracın hareket ettiğini gördüm. Emniyet kemerimi bağlayıp anahtara asıldığımda Kıvanç salyalar akıtarak "Dur dur!" Diye bağırdı. Bu kadar ödlek olması hoşuma gitmişti. Gün intikam günüydü. Allah'ını seven beni tutmasın. Hi hi!

 

"Onları tabiki baş başa bırakmayacağım sevgili şebek dostum. Güney nereye biz oraya!" Gaza yapıştığımda Kıvanç çoktan sümüklerini genzine çekerek ağlamaya başlamıştı. "Ehliyetin olduğuna eminsin değil mi?"

 

"Hayır yok!"dedim pişmiş kelle gibi sırıtarak. Ehliyeti almıştım ama onun bunu bilmesine hiç gerek yoktu. "Bırak şu direksiyonu!" dediğinde kaşımı kaldırıp dudaklarımı büzdüm. "Hiç sanmıyorum." Araç kullanmayı öğrenmiştim. Melis sağolsun birkaç günde bana harika bir öğretmen olmuştu. Aracın hızını arttırıp Güney'in peşine takıldım. Yaptığım doğru değildi ama şu an bunu düşünecek durumda da değildim. Umarım İstanbul beni başına bela olarak aldığı için pişman değildir.

 

Sanırım saatten olsa gerek yollar neredeyse boştu. "Ne olur dur!"diye ağlayan Kıvanç'a acıyarak bakıp kıkırdadım. Fakat hızım arttıkça ağlamasının şiddeti de artmıştı. "Ölmek istemiyoruuuuuum!"diye bağırdığında benim heyecanım da zapt edilemez bir boyuta erişmişti. Farları açıp önümü iyi görmeye çalıştım. Güney önde biz arkada yollarda tozu dumana katıyorduk. Sokak lambaları ve işaretler hızımdan olsa gerek gözlerimin önünde uçulan ateş böcekleri gibiydiler.

 

"Midem bulanıyor. Tansiyonum düşüyor, çarpıntım başladı. Allah'ını peygamberini seversen dur artık. Hiç iyi değilim." Başımı anlık Kıvanç'a çevirdim ve yemyeşil olan suratına eğlenerek baktım. Bu adam nasıl bu kadar yüreksiz olurdu akıl erdirememiştim. Kış değip kovaladığım tavuklar bile bundan cesurdu. Hatta aralarında yumurtalarını korumak için üzerime atılacak kadar delikanlı olanları bile çıkmıştı. "Kusmak üzeriyim!"dedi Kıvanç ağzını tutarak. Her an üzerime attırması an meselesiydi. Kaşlarım telaşla yer değiştirdi. Bu manzaraya tahammül edebileceğimi hiç sanmıyordum.

 

"Sakın kusma! Eğer kusarsan kendimi tutamam ben de kusarım. Ortalık kusmuk gölüne döner." Elime geçirdiğim poşeti önüne bıraktım. "Al şunu. Biraz idare et. Ortalığı berbat edeceksin." Sanırım şakanın dozunu kaçırmıştım. Harika! Güney'e gereğinden fazla ayak bağı olarak ölüm fermanımın üzerine hatrı sayılır çeltikler atmıştım.

 

"Umarım arkamdaki trafik canavarı sen değilsindir Efsun!"dedi kulaklığımdan gelen ürkütücü ses. Ne yazık ki benim Güney. Yutkundum. "Benim sanırım!"

 

"Sanır mısın?"dediğinde Kıvanç avuçladığı başımı kendisine çekip kulak zarımı yırtar gibi bağırarak konuştu. Ağlamaktan sesi çatallanmıştı. "Kurtar beni Güney! Bu deli ikimizi de öldürecek. Yaşamak istiyorum. Daha dünya turuna bile çıkmadım. Bankada param var yiyemedim. Altılıyı tutturamadım. Kedim portakal doğurmadı. Ölmek için çok yakışıklı ve gencim! Flört edeceğim çok fazla kız var. Kurtar beni aşkilotam!" Güney "Ya sabır!" çekerken nasıl bir gece yaşıyorum diye söylenmeye çoktan başlamıştım. Bu adam delinin tekiydi. Güney buna nasıl tahammül ediyordu? "Sana dur demiştim ya Efsun. Lafımı geri alıyorum. Durma! İnsanlığın selameti için Kıvanç'ın kanatlanıp terk-i diyar etmesi lazım!"

 

Sinirden deliren Kıvanç'a dönüp "Aklın yolu bir." Dedim, fakat Güney'in ağız değiştirmesi uzun sürmemişti. "Efsun, aracı kenara çek ve benden haber bekle! İstanbul'un selameti için o direksiyonun senden kurtulması şart."

 

"Ya!"demeye kalmadan Güney'in keskin fren sesiyle afalladım. Sanırım kadının üzerine direksiyon kırıp arabasına planımızda olduğu gibi küçük bir hasar vermişti. Kenara çekilip olacakları dinlemeye koyuldum. Güney'in bir anda değişen aksanı hoşuma gitmişti ama kadına nasıl baktığını göremediğim için kafamda türlü komplo teorileri üretmeye çoktan başlamıştım. Ne yapacaksa yapmalıydı artık. Ben o ikisinin karşı karşıya durmasına bile tahammül edemiyordum. Muhteşem adamımız Pier, kendini kadına takdim ettiğinde Zişan denilen yılanın değişen heveskar ses tonu delirmeme sebep olmuştu. Resmen Güney'den hoşlanmıştı. Hatta hoşlanmak şöyle dursun resmen onunla görüşmek ve yaptığı teklifi kabul edip çay içmek için delirecek bir moda düşmüştü.

 

Allah şu sinir bozucu karizmanın belasını versin Güney. Ah şuna bak! Kadın da dünden razıymış. Vay arkadaş! Resmen kaşla göz arasında kibir çuvalını avucunun içine aldı. Şaka gibi!

 

Kadın birkaç iltifattan sonra gevşemiş ve kendini Pier zannettiği Güney'in aracının içine atmıştı. İnsan yeni tanıdığı birine bu kadar çabuk nasıl güvenebilirdi? Ya kötü biri çıksaydı! Ya kendisine zarar verseydi! Pes ya pes!

 

İtiraf etmeliyim Güney bu gün daha bir hoş görünüyordu. Büyük cepli pardesüsü, kafasındaki yuvarlak şapka ve deri kemeriyle tam bir Fransız erkeği gibiydi. Zengin duruşunu fark eden Zişan'ın ondan etkilenmesine hiç şaşırmamıştım. Araçlarına binip yol aldıklarında ben de yeniden gaza asıldım. Peşlerini bırakmaya hiç niyetim yoktu. Bu şeytan kadın onun aklını çelebilir miydi? Of buna inanmak istemiyordum. Bu kadar dirayetsiz duruşu olan biri için üzülmem akıl kârı olmazdı ama gel de şunu deli divane olan kalbime anlat! Hiç durmuyordu kerata! Nerde bir imkansız var onu istiyordu. Kalbimle ikimiz birbirine vahşi batıda silah çeken kovboyla gibiydik. Kimin kime diş geçireceği hiç belli olmuyordu.

 

Bu tenha yolda önüme çıkabilecek tüm geyiklere selam çakıp hızımı onlara yetişecek kadar arttırdım. Bunu fark eden Güney de beni ardında bırakabilmek için kolları sıvamıştı. İkimiz de aynıydık işte! Yaramazlıklarımız hiç bitmiyordu. "Ne olur dur artık! Biraz söz dinle tatlış!" Yüzümde sahici bir gülümsemeyle yeşeren Kıvanç'a baktım. Elindeki çantayı bana uzattığında neredeyse kusacaktım. Poşeti beğenmeyip benim çantama kusmuş olamazdı değil mi?

 

"Her şeyim bir bedeli var tatlış!" Biz yenişemeyeceğiz galiba. Skor 1-1 devam ediyor. Güney'i gözden kaçırmamak için dikkatimi yeniden yola çevirdim. Araç bir otele gelmişti. Kıvanç'ın arkamdan seslenişine aldırmadan girişe yöneldim. Neden buraya gelmişlerdi şimdi? Kıvanç arkamdan koştururken beni durdurmaya çalışan resepsiyon görevlilerini geri bırakıp katlar arasında dolaşmaya başladım. Onu arıyordum.

 

"Güney!" Başta sayıklama gibi çıkan sesim yüzüme çarpılan her kapıyla biraz daha artıyordu. "Güney nerdesin?"

 

"Çırpı bacaklı dur artık!"dedi Kıvanç arkamdan sitem yüklü sesiyle bağırırken. Bir düş yakamdan be! Çattık iyi mi? Kapılara sertçe yumruklar atıp onu bulmaya çalıştım. Yoktu. Yoksa o sarı yılanla mı birlikteydi. Kaşla göz arasında ne işlere girişmişti? Plandan vazgeçip o kadına gitmiş olamazdı değil mi? Buna inanmak istemiyordum. Soluk soluğa onlarca kapıyı çaldıktan sonra alnımı duvara yaslayıp dizlerimin üzerine çöktüm. Güney onunla gitmişti. Beni yardım etmek için düştüğü bu yolda bir yabancıya tutulmuştu. Belki bir hevesti. Belki değersiz, hissiz bir şeydi ama şimdiden yüreğime saplanan jiletlerin acısını iliklerime kadar yaşıyordum. O böyle karaktersiz olamazdı. Sadece basit bir kahve içeceğini söylemişti. Aşık olduğum adam ne zaman bu kadar muhteris olmuştu?

 

Omzumda hissettiğim el boşalmak için çıldıran sinirlerimi daha da altüst etmişti. "Defol Kıvanç!" Diye deli gibi bağırdım. Çığlığım düz koridorda korkunç bir yankı bırakmıştı. Sesim kırmızı halının üzerinde dolaşmış ve benden uzaklaşıp duvarlara çarpmıştı. Israrcı eller omuzlarımdan kavrayıp sarıldığım duvardan zavallı güçsüz bedenimi uzaklaştırdı. Ne olduğunu bile anlayamadan kendimi o tanıdık kokuyla bütünleşmiş bir halde bulmuştum. Başım göğsündeydi. Kollarının beni sarıp sarmaladığını hissettiğimde içimdeki fırtınanın dindiğini hissettim. Gitmemişti. Yanılmıştım. O beni sırtımdan vuracak kadar düşük karakterli biri değildi.

 

"Ne hissettiğini biliyorum." İçimde sönen volkan yeniden alev aldı. Bedenimi saran kolları hırsla çözüp onu duvara doğru ittim. "Demek ne hissettiğimi biliyorsun!" Tavrım onu afallatmıştı. Neredeyse şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. "Efsun!"

 

"Sus!" Haykırışım otel odalarının bazılarının kilit sesiyle ıssızlaştı. Birileri bize defolup gitmemizi söyleyecekti ve haklıydılar. "Planın dışında hiçbir şey yapmadım." Güney'i duymuyordum. Çay içmek için burayı tercih etmesi ne kadar normaldi. "Seni dinlemek istemiyorum."diye bağırdım. Çok öfkeliydim. Hisleri ve düşünceleri umrumda bile değildi. "Senin amacın ne?" Dedim gözlerine kızgınlıktan ateş püsküren bakışlarımı yerleştirerek. İyi bir açıklaması olması gerekiyordu. Aksi takdirde elimden bir kaza çıkabilir.

 

"Senin amacın ne?"diye bir kez daha bağırdım. "Bunu neden yaptın söylesene!"

 

"Yaptım!"dedi keskin kararlı bir ses tonuyla. "Çünkü bazı şeyleri anlamanı, fark etmeni bekliyorum." Bocalamıştım. Bunu bilerek yaptığını kabul mü ediyordu yani? Ama neden? Burada olmasının beni üzeceğini hiç düşünmemiş miydi? Aklıma kim bilir neler gelecekti? Belki de Güney'den nefret edecektim! Bu durum onu korkutmuyor muydu? Oyun mu oynuyorduk biz? Tek amacı beni kıskandırmak, üzmek miydi? Bunları hissetttiğimde narsist bir pislik gibi mutlu mu olacaktı?

 

Histerik, acıklı bir gülümseme benden açıklama bekleyen stara verebildiğim tek cevap oldu. "Ne anlamasından bahsediyorsun sen?" Elleri hassas bir şekilde kollarımı kavrayıp beni kendine yaklaştırdı. "Kaçıp saklandıklarımız acı veriyor artık. O pislikler sana zarar verebilir. Ölünce mi bizim..."

 

"Yeter!" Sözünü tamamlamasına asla izin vermeyecektim. Bana yeniden yaklaşmak istediğinde onu itip delice bir hızla merdivenlere koştum. Peşimden geliyordu. Arkamdan Kıvanç'ın "Tatlış nerdeydin!" Diyen sesini duymuştum. Ve buradaki tatlışın ben olmadığımı çok iyi biliyordum. Asansörle uğraşmayıp direk tabanları merdivenden tarafa yağladım. "Durur musun artık!" Arkamdaki adam artık benim için ciddi bir sorundu. Şu an Zişan'ı izlemek için minibüse dönmemiz gerekiyordu ama bunları düşünebilecek kafada kesinlikle değildim. Aklımdaki tek şey bana oyun oynamasıydı.

 

Beni durdurmaya çalışan görevlileri aşıp çıkışa yöneldim. Kıvanç arkadan "Bir durun artık!"diye bağırıyordu ama onu ne Güney ne de ben duymayacaktık. Sözleri umurumuzda bile değildi. Kapıdan geçip kendimi hızla minibüsün şoför koltuğuna attım. Kapıları kilitlediğimde cama vurup beni durdurmaya çalışan adamın hiçbir hükmü kalmayacaktı.

 

"Efsun dur diyorum. Konuşmamız lazım." Yüzüne bile bakmadan aracı park ettiğim yerden kurtarıp yola revan oldum. Ona bana yaptığı şeyin bedelini ödetmeden asla durmayacaktım. Beni durdurmak için önüme geçmişti. Tekerleklerin altından kalma pahasına gidişimi engellemeye çalışmıştı. Ve yine kazanan ben olmuştum. Hızımı artırdım. Peşimden geleceğini iyi biliyordum. Beni bu kadar öfkeliyken asla yalnız bırakmazdı. Başıma kötü bir şey geleceğini düşünürdü. Belki bir kazaya kurban gitmemden endişelenirdi ki benim de istediğim tam olarak buydu. Beni korkuttuğu kadar onu korkutmak... Beni üzdüğü kadar onu üzmek... Oyunun kralını ben oynayacaktım haberi bile yoktu.

 

Bakışlarım dikiz aynasına kaydığında tereddütsüz peşime düştüğünü anladım. Kulağımdaki kulaklıktan "Durdur arabayı!" Diye deli gibi bağırıyordu. Elbette onu deli etme fikrinden caymak gibi bir derdim yoktu. Yaptığının bedelini ödemekten kurtulamazdı. Hızımı artırdım ve kendimi şehirden uzak yollara bıraktım. Kimsenin canına kast etmek gibi bir derdim yoktu. "Efsun dur artık!" Kulağımdaki kulaklığı kapatıp yan koltuğa savurdum. Benden haber alamadığı her dakika biraz daha çıldıracaktı. Bu kadar kolay değil Güney Bey. Benimle oynamak ne demekmiş göreceksin!

 

Hızımı arttırıp çok kötü olduğunu bile bile makaslar atmaya başladım. Aracı savurmak canıma maal olabilirdi fakat tek derdim Güney'i üzmek olduğu için bunu göze almaktan çekinmedim. Arkama baktığımda Güney'in aracını görememiştim. Beni bırakıp nereye gitmiş olabilirdi? Benden uzaklaştığımda bu deliliklerime bir son vereceğimi mi düşünmüştü? Bilmiyordum. Ama haklıydı. Bu kısmen yavaşlamama sebep olmuştu ve makas atmayı da bırakmıştım. Aracını bir anda karşımda bulunca şaşırdım. Demek öteki yoldan dolaşıp beni kenara kıstırmaya çalışmıştım. Zeki sarışın!

 

Güzel, karizmatik aracını önüme kırdığında tüm yol kapanmıştı ve ben de istemeye istemeye durmak zorunda kalmıştım. Kilidi açtım. Aracından çıkıp kapımı saniyeler içinde açtı ve kucaklayarak zoraki dışarı çıkardı. Kapıyı diğer eliyle çarptığında duyduğum tek söz "Ölebilirdin!" Oldu. Bunu öyle hisli ve korkarak söylemişti ki kızgınlığımın beni terk etmesi uzun sürmemişti. Bana sımsıkı sarıldığında onda bıraktığım etkinin tahmin ettiğimden çok daha fazla olduğunu anlamıştım. Kıvanç aracın içinden çıkıp öfleyip püflerken ikimiz de onu zerre kadar önemsemiyordum. Dakikalar uzadıkça kolundaki saati kontrol etmesi de umurumuzda değildi.

 

Güney sol eliyle belimi sararken sağ eliyle saçlarımı okşadı. "Orada olmanın nasıl bir his olduğunu biliyorum. Özür dilerim." Başımı göğsüne yasladım. Kalp atışları bana huzur veren tek şeydi. O iri nefesler alırken saç tellerim havalanıyor, kalkıp inen göğsü yanaklarımı okşuyordu. Yanında bu kadar mutluyken uzak durmaya çalışmak öyle zordu ki. Ona gerçekleri anlattığımda da beni sevecek miydi? Beni kabullenebilecek miydi? Bunca yaşanmışlıktan sonra onunla yeni bir başlangıç yapmak çok zor geliyordu. Peşimdeki insanları düşününce bu konuda hiç de haksız sayılmadığımı anlamıştım. Güney hayatımızın tehlikede olduğunu biliyordu. Benim yüzümden daha büyük bedeller ödemek zorunda kalabilirdi. Fakat sonuçlarını düşünmeyerek bunu görmezden geliyordu.

 

"Şu kokun..."dedi iç çekerek. "Kim bilir bana daha neler yaptıracak!" Gözlerimi kapattım. Yanındayken ondan başka hiçbir şeyi düşünemiyordum. Beynim kapılarını düşüncelerime kapatırken kalbim tüm varlığımı onun avuçlarına bırakıyordu. Onunlayken mutsuz olmak imkansızdı. Yanaklarımız birbirine temas ediyordu. Sağ eli ise sadece yüzümdeki o yumuşak dokuyu keşfediyor ikimiz için belki de asla gerçek olamayacak bir hayalin kapılarını açıyordu.

 

"Hadi ama! Yeter bu kadar romantizm. Eve gidip uyumak istiyorum." Birbirimizden ayrılıp ona baktık. İkimizin de elinden bir kaza çıkması an meselesiydi. Güney beni minibüsün arka tarafına yönlendirdi. İlk işi Zişan'ın kayıtlarını kontrol etmek olmuştu. Kadın Güney'le çay içtikten sonra arabasına geçip bir telefon görüşmesi yapıyordu. Bu kişinin adını duymak istemiş ama bir cevaba ulaşamamıştık. Zişan kısa bir görüşmenin ardından platin sarısı saçlarını savurarak araçtan indi. Sanırım evine gelmişti. Güney'le birlikte ekrana düşecekmiş gibi baktık. Kadın bizden habersiz elindeki çantayı sallayarak kapısının kilidini açtı. Bu ev sahibi olduğuna yönelik bir fikir verse de emin olmak zorundaydık.

 

"Etiler de bir villa..." dedi Güney. "Evinin konumu burası..." Bakışlarından ilk fırsatta soluğu burada alacağını anlamıştım. Gözü en az benimki kadar karaydı. Bense onu bu işlerden uzak tutmanın derdindeydim. Bir yanım oğlumu bulmayı deli gibi isterken diğer yanım Güney için titriyordu. Bu ikilem daha ne kadar sürecekti bilmiyordum. Kalbim severken çok fazla yorulmaya başlamıştı.

 

"İçerde biri daha var."dedi Güney zihnimdeki kara bulutları dağıtırken. Zişan elindeki anahtarı vestiyerdeki yerine bırakmış ve direk üst kata çıkmak için hareketlenmişti. Ahşap zemin kahverengi evin her yerine nüfus etmişti. Yanan şömine birilerinin bu eve daha erken geldiğini haber veriyordu. Ayakkabılarının tıkırtılarına nefes sesleri eşlik etti. Ceviz, omalı kapı açıldığında çantanın görüş açısı kısmen daraldı. Zişan çantayı sürekli salladığından görüntü netliğini yakalamak çok zordu. Bu sarsıntılar yüzünden ekrana bakmaktan midem bulanmıştı.

 

"Demek sonunda geldin,"dedi karşısındaki iri yapılı adam. Kravatını boynundan çözüp cebine attı. Kravatının bir ucu hâlâ bacağına doğru sarkıyordu. Gömleğinin birkaç düğmesi açıktı ve sol göğsünün hemen üzerinde siyah bir balta dövmesi kendini gösteriyordu. Bu dövmeyi zihnime kazıyıp yeniden karşı karşıya geleceğim anı bekledim. Keşke yüzünü bir kez olsun görebilseydim. Adını bir kez oldun söyleselerdi. Bu insanları tanımıyordum. O halde bana böylesi bir kötülüğü neden yapmışlardı?

 

Biz bir umut adamın yüzünü görsek diye beklerken Zişan elindeki leopar desen çantayı yere fırlattı. Böylece adamın yüzünü görme hayallerimiz de tamamen son bulmuştu. Gelen seslerden kucaklaştıklarını anlayabiliyordum. Sanırım bu adamın Zişan'la arasında özel bir şeyler vardı. Çantanın yere düşmesiyle kamera görüntüsünü kaybettik ve hemen ardından da yırtıcı bir cızırtı eşliğinde sesler son buldu. Bu iyi olmamıştı. Henüz ne adamın kimliğine ne de Zişan'ın arkasındaki esas kişilere ulaşabilmiştik. Elimizde Zişan'ın ev adresi ve sevgilisinin boynundaki balta dövmesinin dışında bir şey yoktu.

 

Güney, "Kahretsin!" diyerek elini sertçe ön koltuğa indirdi. Beklediğimizden daha başarısız bir operasyon olmuştu. "Ziyanı yok!"dedim teselli etmek ister gibi. "O kadının evini biliyoruz. Yeniden peşine düşüp yeni bilgiler alabiliriz. Er ya da geç hata yapacaktır." Başını sallayıp bana uzanmak istedi. Hâlâ ona kızgındım. İstese de bu kadar çabuk kendini affettiremezdi.

 

"Susadım!"dedim zihnine zamansız sözümle alt üst ederek. Yüzüne yerleşen hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak araçtan indi. Ardından kapıyı aralayıp inmem için bana nazikçe elini uzattı. Kıvanç'a minibüsü getirmesini söyleyip onun aracına geçtik. Sakindim. Aslında söylemek istediğim onlarca şey vardı ama susmak istiyordum. Bazen kırgınlıkları atmak için bir ömür bile gerekebiliyordu. Güney tam da bu sözün hatırını yerine getirmiş gibiydi. Benden hislerimin farkına varmamı istemişti. Onu sevdiğimi biliyordu. Ne kadar gizlemeye çalışsam da içimden geçenleri bir kitap gibi okumuştu.

 

Her şey bittiğinde gideceğini söylemişti. Ama artık görebiliyordum. Ne o gidebiliyordu ne de ben gitmesine izin verebiliyordum. Kalbim başka dilim başka söylüyordu. Onu sevdiğimi kabul etseydim bile ne olacaktı? O kadar farklıydık ki hayatlarımızı nasıl birleştirecektik? Ben mazi saçlarıma yapıştığında korkak bir kedi gibi herkese pençe savuruyordum. Güney'e nasıl iyi bir eş olacaktım?

 

"Güzel bir mekan biliyorum. Birlikte..."

"Hayır!"dedim. Bakışlarım keskin, tavrım netti. Bana bu kadar kolay kendini affettiremezdi. Burun kemerini sıkıp iç çekti. "Pekala. Başını belaya sokmadan burda bekle. Birer soğuk kahve alıp geleceğim. Başka bir şey..."

 

"Yok..."diye kestirip attım. Bunu yaparken yüzüne bile bakmamıştım. İsteksizce benden uzaklaşıp yakınlardaki bir büfeye gitti. Işıklı tabelası oldukça dikkat çekiciydi ve nefis kokular saçarak oradaki varlığını hatırlatıyordu. O ücreti öderken etrafımdaki koşuşturmaca dikkatimi çekmişti. Dakikalar içinde elinde kahvelerle bana gelmeye çalışan Güney'in etten bir duvar örerek yolunu kapattılar. "Güney Bey. Klibinizde oynattığınız hanımefendiyle aranızda bir şey olduğu söyleniyor. Bu söylentiler bir açıklama yapacak mısınız?" Güney sıkılganlıkla nazik olmaya çalışarak bana yönelmeye çalıştı. Bu o kadar mümkün olmayacaktı. "İlişki söyletileri doğru mu?"

 

"Lütfen Güney Bey bir açıklama!" Aramızdaki insanlar beni fark ettiğinde kameralarını alarak koşmaya başladılar. Kapıyı açıp araca girecek kadar bile vakit bulamamıştım. Sırtımı ağzıma mikrofon sokmak için fırsat kollayan o anlayışsız kalabalığa döndüm. Bu insanlar çıldırmış olmalıydı. Kameraların karşısına çıkmak istemeyeceğimi düşünecek kadar akıllı olamazlar mıydı? Eski kocam olacak iğrenç insanın akrabaları peşimdeyken bu kadar göz önünde olmak akıl kârı mıydı? İstanbul'a gelip başıma bela olmaları an meselesiydi. Ve ne yazık ki Güney'in tüm bu saçmalıklardan haberi bile yoktu.

 

"Hanımefendi neden yüzünüzü gizliyorsunuz?"

"Şarkıcı Güney Tunç Atasoy'la bir ilişkiniz olduğu doğru mu?"

"Harun Cemal Taşpınar'la gizli aşk yaşadığınız hakkındaki dedikodulara bir açıklama yapacak mısınız?"

"Amca yeğeni birlikte idare ettiğiniz söyleniyor, bu konuda bir şey söylemeyecek misiniz?"

"Neden gizemli kalmaya çalışıyorsunuz?"

 

Şiştim. Yemin ediyorum şiştim. Size neeeeeee diye bağırsam çok mu fazla gelirdi? Yüzümü kapatmaya çalışıyordum ama arkamda Azrail gibi dikilen bu insanlara istediğini vermeden kurtuluşum mümkün görünmüyordu. Kolumu kavrayan el beni kaçtığım simalara büyük bir özgüvenle çevirdi. Bakışlarım hayretle üzerine çevrildiğinde benim aksime yüzünde kocaman bir tebessüm açmıştı. Aşk dolu bakışlarla belimi sarıp beni göğsüne yaklaştırdı. Ben kameralara ışık görmüş tavşan gibi bakarken saçlarıma dolu dolu bir öpücük kondurdu. İnsanlar ilgiyle bizi dinliyor, flaşlar ikimizi aynı kareye sığdırıp belgelemek için patlıyordu. Allah'ım sen bana sabır ver! Ben kaçtıkça hayat beni kaçtıklarıma adım adım yaklaştırıyordu. Öyle şaşkındım ki Güney'i reddedecek kadar bile konuşamıyordum.

 

Kameralar beni o iğrenç düğün gününe götürüyordu. Yanımda o pislik sırıtırken yaşadığım kabusa bin kez lanet ediyordum. Kameramanın 'gelin biraz gülümsesin!' diye saçma talimatlar vermesini şimdi bile unutamıyorrum. Davul zurna ile bana kefen giydirmişler, gülüp eğlendikleri o zımbırtıya ise düğün adını vermişlerdi. Etrafımızda dolaşan bahşişçiler, yemeği reddettiğim düğün pastası ve daha bilmem ne saçmalık. Ah ah! Bu gün bile çocukluğum bana isyan ediyordu. Nasıl sabredip dayandın diye soruyordum kendime. Cevap bile veremiyorum. Ben dolu dolu gözlerle Güney'e bakarken o halinden memnun gülücükler saçıyordu.

 

"Daha fazla gizlemeye gerek görmüyorum." dedi elimi tutup dudaklarına götürürken. Tatlı bir öpücük ilgili bakışların hevesini arttırdı. "Efsun Dumanlı hanımefendi ile mutlu bir beraberliğimiz var. Heyecanımıza ortak olduğunuz için teşekkürler."

 

Güney kapımı açıp beni nazikçe yerleştirirken şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyordum. Dediğini yapmıştı. Artık insanlar bizi sevgili zannediyordu. O zaman ne yapacaktım? Aracı hareket ettiğinde Güney halinden fazlasıyla memnundu fakat ben bu memnuniyetin zerresini bile taşımıyordum. Artık hayat benim için çok daha zordu. Meğer tehlikeli bir sabıkalı olmaktan daha zor bir kimliği üzerime giydirecek işim. Güney Tunç Atasoy'un sevgilisi kimliğini... Gerçeklerimi istesem bile saklayamazdım. Kaos çok yakındı. Hem de çok...

 

 

💫💫💫

Merhaba arkadaşlar. Biraz gecikti bölümümüz ama uzun oldu. Maalesef enfeksiyon kapmışım. Günlerdir hastaydım bu yüzden aktif olamadım. Şimdi daha iyiyim. Hüsran'ı tamamlamak üzereyim. Muhtemelen yarın paylaşırım. Şimdilik hoşçakalın.

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız☺️💫

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%