Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm: Aşkın Gözyaşları

@syildiz_koc

Medya : kimsesizlik

    

 

 

Öfke tüm çocuklarını cehennem çukuruna atan dişi bir iblis gibi kanımın içinde deli divane ederek dolaşıyordu. Saç diplerime kadar titriyordum. Tırnaklarım avuç içlerime saplanan beyaz mezar taşları gibi ürkütücü ve ıssızdı. Her halimle patlamaya hazır bir bomba gibi Güney'in aşk dünyasını alaşağı edeceğim anı kolluyordum. Gözleri yüzüme kısa ve manalı tırnak darbeleri attı. Gururum bana attığı pençelerle yara almış ve burnundan soluyan kızgın bir boğa gibi saldırıya geçeceği anı bekliyordu.

 

Mavi gözlü dev suskundu. O her şeyin en iyisini bilen muhteşem adam yediği halttan habersizmiş üzerine püsküreceğim anı bekliyordu. Biraz önce öpüp kokladığım saçlarım şimdi koyu bir cehennemin lav deryası olmuş, dokunanı yakıp küle çevirmek için kendi kendine binbir intikam masalı uyduruyordu.

 

"Hâlâ bir açıklama yapmanı bekliyorum."dedim ay ışığının aydınlattığı çekici yüzünü santim santim incelerken. Bakışları anlık bir şekilde duraksasa da mimikleri verdiği karardan pişmanlık duyamayacak kadar kararlı görünüyordu. "Ne söylememi bekliyorsun? Bunu yapacağımı sana sebepleriyle açıklamıştım."

 

Elimi aracın göğsüne sertçe indirdim. Kirpikleri bile oynamamış, yüzüne her hangi bir çekingenlik sirayet etmemişti. Hah! Şaka gibi! Resmen kararıyla gurur duyuyordu. Tek amacı beni korumaktı ve bunun için de bu oyun tartışılamayacak kadar gerekliydi. Peki benim ne istediğimin bir önemi yok muydu?

 

"Boşuna kızıyorsun? Basit bir aşk oyunu için kendini yiyip bitirme. Bu işi çözene kadar birlikteymiş gibi davranacağız. Sonra çok istiyorsan istediğin yere gidersin. Ben barzo değilim. Sana istemediğin hiçbir şey yapmam." Yumruklarımı sıkıp, "Anlamıyorsun!"diye sayıkladım. "Tanınmış biri olmak istemiyorum. Senin kolunda o muhabirlerin karşısına sevgilinmiş gibi çıkamam." Gözlerimden boşalan o yaşları karanlık ortamda görmesini istemiyordum.

 

"Kendi hayatını tehlikeye atarak bana yardım etme! Benim yüzümden bedel ödemeni istemiyorum. Benim kameralardan kaçarak gözden uzak yaşamam gerekiyor ve sen ne istediğimi bile sormadan beni kendine mecbur bırakıyorsun."

 

Gözleri üzerimde şüpheli bakışlarla dolaştı, neyseki yeniden yola revan olması uzun sürmemişti. Güney bize ne yaptığını bir bilsen. Klibinde oynamam bile korkunç sonuçlar doğurabilecekken sen beni göz göre göre bilmeden ateşe atıp küllerden bir kefen giydiriyorsun. Beni kendi elinle kendinle birlikte mezara itiyorsun. Uyan artık! Ne ben senin dünyana aitim ne de sen benim cehennemime layıksın! Uzak dur benden! Ben kaçamıyorum, sensiz yapamıyorum sen yap. Çekil ömrümden. Düştüğümde sarma yaralarımı, ağladığımda silme gözyaşlarımı. Bırak bir tek babamın taradığı o saçlar sana acem kalsın. Ben sana acem kalayım.

 

Aracı durdurup güzel gözleriyle yorgun ruhumu ince bir elekten geçirdi. Duygularımı anlamaya çalışıyordu ama ben kolay anlaşılabilecek biri değildim. "Tek amacım sana yardım etmek. Merak etme. Fazla göz önünde dolaşmayız. Bu çocuk meselesini daha fazla uzatmaya hiç niyetim yok. İşimiz bittiğinde bu ilişki de unutulur. Her gün gündem değişiyor. İnsanlar kaçıp saçma sapan davranmadığımız için bizden sıkılırlar." Keşke her şey bu kadar kolay olabilseydi.

 

Aracın torpido gözünü açıp içinden bir kağıt mendil çıkardı. Kağıt mendili bana uzatırken gözlerim hiç ummadığım bir anda hayretle büyüdü. Bu benim ses kayıt cihazımdı. Harzem'in sesini kaydetmiş oğlumu bulmak için bu kayıt cihazını kullanmaya karar vermiştim. Otel odasında düşürdüğüm bu cihaz nasıl Güney'in eline geçmiş olabilirdi?

 

Bana uzatılan mendili alıp Güney'in cihazın olduğu bölmeyi kapanışını izledim. Yutkunamıyordum. Gözyaşlarım ise çoktan dinmişti. Düşürdüğüm cihazı Güney'e vermişlerdi. Dinlemiş miydi kaydettiklerimi? Duymuş muydu ondan köşe bucak sakladığım korkunç hayatımı? Aracın camını açtım. Şu an Güney'e oynadığı aşk oyunu için kızacak modda değildim. Artık bundan çok daha fazla dert etmem gereken meseleler vardı.

 

Güney tecavüz meselesini öğrenebilirdi. O pisliği öldürdüğümü ve peşinde olduğumuz çocuğun aslında oğlum olduğunu duyabilirdi? Duymuş olabilir miydi? Belki de bana bu yüzden iyi davranıyordu. Peki bu cihazı neden burada tutuyordu? Keşke içecek almaya gittiğinde bu cihazı fark edip alabilmiş olsaydım. O zaman gerçekleri öğrenmemesi için kendime bir şans yaratabilirdim.

 

Gözlerim güzel yüzünde dolaştı. Yalanlarımı öğrenmesi an meselesiydi. Oğlum olmasa çoktan çekip gitmiştim. Gidemiyordum. Kalbimle kurduğu o bağ onu bırakmama engel oluyordu. Ah! Ne vardı olmazları sevecek. Asla gerçek olmayan bir duaya amin demek neden hep benim kaderimdi? Omuzlarıma dökülen kahverengi düz saçlarımı geriye itip başımı eğdim. Yol boyunca kendime sakladığım tüm sözleri hemen şimdi açığa vurmak istiyordum. Ondan sakladığım her şey kalbimi örseliyordu.

 

"Sana biri yalan söylemiş olsaydı gerçekleri öğrendiğinde onu affeder miydin?" Gözleri hassas bir şekilde üzerimde dolaştı. Yeniden önüne döndüğünde adem elmasının inip kalktığını, dudaklarının yitirmediğini fark ettim. "Eğer haklı bir sebebi varsa affederdim."

 

Haklı pek çok sebebim vardı ama yine de dilimin düğümünü çözmek benim için çok zordu. Geçmişimi bilmesini her şeye rağmen istemiyordum. Belki kızacak belki de acıyacaktı. Benim için ikisi de öldürücüydü. Bana acımasını istemiyordum. Bunun için kol kanat germesi canımı yakardı. Eğer birlikte olacaksak bile bu ilişkinin ne kadarının aşk ne kadarının acıma olduğu kafamda merak konusu olurdu.

 

"Ya haklı bir sebebi yoksa..." Bakışları benden başka her yerde oyalandı. Dikiz aynaları, torpido gözü, camlar, aracının önündeki boncuklu süs ve daha fazlası... Bana gerçekleri söylemeliydi. Kalbimle oynayıp, beni sırtımdaki kamburla bir başıma dikenli yollarda bırakmamalıydı. Hadi dedim içimden. Kötü şeyler söyle! Kır şu gerçekleri duyurma hevesimi. Haklı çıkmak için bana bir şans daha ver! Yalanlarıma devam etmem için vicdanıma kabullenmek zorunda kalacağı bir bahane daha uzat!

 

"Onu anlamaya çalışırdım." Dediğinde beklentim yine tuzla buz olup kulaklarımdan aktı. "Bazı insanları kaybetmeyi göze alamıyor insan. Bazen o kişiyi o haliyle kabul etmek çok daha kolay geliyor." Beni yüreklendirmek için mi bunları söylüyordu? Neden konuşamıyordum? Neden anlatamıyordum? Ben onun vazgeçemediği insanlardan biri miydim? Değer veriyor muydu bana? "Bazı hisler anlatılamaz. İnsan ancak yaşadığında nasıl bir cehennemin içinde olduğunu anlayabilir. İnsan her gün kanarken en büyük acısını ve hayal kırıklığını nasıl anlatır?"

 

"İnsan sevdiğine güvenmez mi Efsun Dumanlı? Güvenmediği adam sevdiği olabilir mi? Hayat sadece mutlulukları paylaşmak için midir? İnsan acılarını da paylaşmak istemez mi?"

 

"İster!"dedim başımı eğerken. Ben onun hayatında asla yer edilemeyeceğime kendimi öyle inandırmıştım ki bir gün onun da beni sevebileceği aklımın karanlık limanına hiç uğramamıştı. Acılarım birbirini doğururken bundan fazlası ne elimden ne yüreğimden gelmemişti.

 

"En acı gerçekler bile yalandan değerlidir."dedi gözlerimin içindeki o kanadı kırık kuşa bakarken. Konuşacak çok şeyimiz vardı ve hüsranlı yüreğim onun temiz gözlerinde akisler oluşturacak kadar kaygan ve zavallıydı. Konuşacaktım. Kendimi hazır hissettiğimde yanında yerimi alacak ve gözlerinin içine bakarak gerçekleri söyleyecektim. Bunu ona borçluydum. Aramızda asla yalan olmamalıydı. Eğer gerçekten bana karşı duyguları varsa bir şeylerin yoluna girmesi için bu gerekliydi. Yalandan temiz bir aşk hikayesi çıkamazdı. Artık yalanlarımın esiri olmayacaktım. Yalanlarım dürüstlüğümün esiri olacaktı.

 

Elindeki küçük kumanadayla garajın kapısını açtı. Birkaç saniye sonra aracını her zamanki yerine park etmiş ve kemerini çıkarıp bana eşlik etmek için kapımı açmıştı. Araçtan inip onunla yan yana sessiz bir şekilde evin yolunu tuttum. Bir şeyler yemeyi teklif etmişti ama bu gece olanlar midemdeki açlık hissinin katili olmuştu. Duygularım buz tutmuş gibiydi. Çözülmem zaman alacaktı. Güney, geçmişimi öğrendiğinde bu enkazın altından kalkabilecek miydik bilmiyordum. Ama artık sakladıklarım yüreğime ağır geliyordu.

 

"İyi geceler!" dileyip bana ayırdığı odaya geçtim. Gardrobumdan kendime beyaz, ipek bir gecelik seçtim. Aslında daha çok evli insanların tercih edebileceği türden bir şeydi ama televizyonda sık sık böyle şeyler gördüğümden epey heveslenmiş ve bir çırpıda üzerime geçirmiştim. Saçlarımı yumuşak bir fırçayla tarayıp beyaz uyku setinin olduğu güzel geniş yatağa uzandım.

 

Çift kişilikti. Muhtemelen Güney rahat edeceğimi düşünüp büyük olmasını istemişti ve haklıydı. Hiç bu kadar rahat bir yatağa devrilip yatmamıştım. Üzerime nevresimi çekip gözlerimi yumdum. Yatağı dönme dolaba çevirdiğim halde bir türlü uyumayı başaramamıştım. Gözümün önüne gelen ses kayıt cihazı sinsi bir yılan gibi boynuma dolanmış uyumamam için nefesimi kesip duygularımı ateşe vermişti. Yapamazdım. Güney'in o cihazı dinlemesine izin veremezdim. Gerçekleri benden öğrenmeliydi. Bana yeniden güvenebilmesi için dürüst olmam gerekiyordu. O cihazın amaçlarıma limon sıkması korkunç olurdu.

 

Ciğerlerimdeki kasvetli nefesi hırsla bırakıp pofuluk terliklerimi giydim. O anahtarı Güney'e hissettirmeden alıp cihaza erişmeliydim. Başka çarem yoktu. Ancak o zaman ikimiz için bir umut olacaktı. Ona gerçekleri söylecektim. Eğer gerçekleri öğrendikten sonra da beni sevmeye devam ederse duygularımı açmaktan asla çekinmeyecek ve ona bir şans verecektim.

 

Parmak uçlarımda hole geçip vestiyerin tüm çekmecelerini kurcaladım. Bulamamıştım. Belli ki anahtarı buraya koymamıştı. Şimdi olabildiğince sessiz olmaya çalışarak odasına girecek, habersiz bir şekilde anahtarını alıp cihaza ulaşarak görevi tamamlayacaktım. Ellerimi kalbimin üzerine yerleştirip derin bir nefes aldım ve sessiz bir şekilde yeniden merdivenlere yöneldim. Güney etrafında dönüp durduğumu görecek diye resmen ödüm kopuyordu. Kapının aralığından uyuyup uyumadığını kontrol ettim. Neyse ki hemen uyumuştu.

 

Kapının kulpunu azami bir yavaşlıkla indirip usulca içeri süzüldüm. Tam tahmin ettiğim gibi... Araba anahtarı baş ucundaki komodinde duruyordu. Odasındaki tüm duvarlar nota tablolarıyla doluydu. Gardrobu kocamandı ve sanırım içine dünyayı sığdırmıştı. Derli toplu olmasından hoşlanmıştım. Bu herkeste bulabildiğim bir özellik değildi. Yüzümde şapşal bir gülümseme belirdi. Mışıl mışıl uyuyordu. Tam sırasıydı.

 

Elimi uzatıp aracın anahtarını tek hamlede alıp kaçmaya çalıştım. Bir anda bileğimi kavrayan el korkup çığlık atmama sebep oldu. Beni kaşla göz arasında kollarının arasına almıştı. Uyku mahmuru mavi gözlerini gözlerime dikip nefesimin yerini yurdunu şaşırıp ciğerlerime hapsolmasına sebep oldu. Yutkundum. Yüzümde beliren aptal ifadeden utanıp yalan kotamın dolup dolmadığından emin olamadım. Ah Güney ne vardı uyanacak? Daha ne kadar sessiz olabilirdim ki? Karıncaların ayak izi bile benden daha sesliydi. Belli ki uykuya dalmamıştı.

 

"Demek uyumadın?"dedi kaşının birini kaldırırken. Başımı "Hı hı!"diyerek salladım. Lafın sonunun nereye gideceğini gerçekten merak ediyordum. "Burası benim odam." Başımı çevirip tüm odayı lazer ışınıyla tarar gibi zihnime yerleştirdim. Ve sırıtarak "Evet!" Dedim. O da sırıtarak cevap verdi. "Şu an gece!"

 

"Hı hı!" Dedim aptal aptal penceredeki ay ışığını işaret ederken. Bakışlarını benden bir an olsun ayırmıyordu. "Ve sen benim odamdasın. Hımmm!"dedi düşünür gibi dudaklarını yukarı doğru kıvırırken. "Neden?"dediğinde ne demek istediğini az çok anlamıştım. Kaşlarımı çatıp beni kafese alan bedenini sertçe itip kolunu çimdikledim. Ürkmemişti bile. "Umarım saçma sapan şeyler için heveslenmiyorsundur. Hıh" Kollarından kurtulduğumda yeterli açıklama yapmadığımı biliyordum. Ben ona sırtımı dönerken siyah geceliğiyle yatağının üzerine oturdu.

 

"Hımm o zaman gelmek için epey önemli bir sebebin vardır. Gece gece gül yüzümü özleyip gelecek değilsin ya!" Ellerimi yanlarıma doğru serbest bırakıp saten geceliğin sabahlığına terini sildim. Umarım gerçekten yanlış bir şey düşünmemiştir. "Değilim tabi!" dedim kızaran yüzümü gizlemeye çalışırken. "Bir şeyimi kaybettim. Onu arıyorum." O şaşkın şaşkın bakarken kendimi belime kuvvet yere bıraktım. Yerde titrek ellerimle oyalanırken yerinden kımıldamadan tip tip bana bakmaya devam ediyordu.

 

"Ah nerde bu?"

"Ne arıyorsun odamda?" Sonundaki vurgu kafasına bir şey geçirme istediği uyandırmıştı. "Şey şey işte!"

"Neymiş!"derken kırışan alnı kaşlarını martı gibi birleştirmişti. "Şey işte! Gözlüğüm!"

"Gözlüğün mü?"dediğinde çoktan yatağın altına girmiştim.

 

Ne saçmalıyordum ben öyle. Kedim falan desem daha mantıklı olabilir miydi acaba? "Hımm!"dedi kinayeli kinayeli. "Demek gözlüğünü arıyordu Sevgili Efsun Dumanlı. Senin hiçbir zaman gözlüğün yoktu ki! Güneş gözlüğü bile takmazsın sen!" Neden bu kadar dikkatli olmak zorundaydı. "Gözlüğüm mü dedim. Hayır gözlüğüm değil. Küpemi kaybettim. Hay Allah! Dede yadigarıydı. Ailemden kaldı. Servet değerinde. Of uf nasıl bulacağım? Gitti güzelim küpe!"

 

Yatağın altında deli dağ keçileri gibi dönüp dururken örtüyü kaldırıp ters bir şekilde pişmiş kelle gibi sırıttı. Ben yatağın altında o ise üstünden aşağı doğru sarkarken tam bir deli gibi duruyorduk. İki deli birbirimizi iyi bulmuştuk.

 

"Muhteşem akıl küpü. Siz ne zaman odama girdiniz ki küpenizi burada arıyorsunuz? Bu odaya girmediğinize göre küpenizi burda bulma ihtimaliniz yok!" Doğru ya! Ben onun odasına hiç girmemiştim. O tepetaklak sırıtırken alt dudağımı dişlerimin arasına geçirip sırıttım. Haklıydı. Bu adama annesi hamileyken ne yemişti. Kesin avakado, ceviz, fındık falan yemişti. Hatta ölümüne somon balığı bile yemiş olabilirdi fakat bu benim için çoğu zaman iyi olmuyordu. Bu gün zekiliği gereksiz bir şekilde üstündeydi. İnsan hiç değilse uyku sersemi biraz şapşallaşırdı. Ama nerdeeeee? Yürüyen sarı beyin...

 

Yatağın altından yuvarlanarak çıktım. Hafiften alnıma vurup saf gibi "Doğru söylüyorsun!"diye sırıttım. "Ah uyku sersemliği. Salonda arayacaktım, buraya gelmişim. Hay Allah! Görüyor musun sen? Bak şimdi."

 

O tuhaf gözlerle bana bakarken yüzümdeki şaşkın ifadeyle söylene söylene dışarı çıktım. Öyle çok söylenmiştim ki lafı ağzına tıkılıp kalmıştı. "Hiç olacak iş mi? Ah benim şaşkın kafam! Zaten uyku sersemi olunca ne yaptığımı hiç bilmiyorum." Sonunda kapıyı kapatabildiğimde derin bir iç çekip mahvolan hafiyelik planımı altüst ettiğim için kendime kocaman bir aferin dedim. Işıkları kapatıp odama gittim. Neyse ki peşimden gelmemiş tahtaları eksik Efsun'u kendi hayal dünyasına bırakmayı tercih etmişti.

 

Dakikalar geçmiş odanın ışığı söneli tam yarım saat olmuştu. Şimdi daha dikkatli olmaya çalışarak yeniden deneyecektim. O anahtarı almadan bana gün ışığı haramdı. Bu gece bu iş bitecekti. Saten geceliğimin sabahlığının kuşağını bağlayıp parmak uçlarımda hareket ederek hole geçtim. En ufak bir ses yapmamaya azami gayret etmiş, amacıma onun mahmur yüzünü seyrederek adım adım yaklaşmıştım. Bu sefer derin uyuyor gibi bir hali vardı.

 

Kirpiklerine uzun uzun baktım. Hareket etmiyorlardı. Bu uykuya daldığını gösteren iyi bir ibareydi. Sabahlığımın kollarını dirseklerime kadar sıvayıp anahtarı tek hamlede alarak parmaklarımın arasında sıktım. Anahtara bakarken gözlerimde kocaman bir ılık huzmesi kök salmıştı. Yaşasın yaşasın diye her an halaya durabilirdim. Akıllı Efsun! Zeki Efsun! Haylaz Efsun! Yürü be kızım kim tutar seni? Hah hay! Benim elimden ne kurtulmuş ki?

 

Anahtarı sevdiğine kavuşan maşuk gibi aşkla öpüp bağrıma bastım. Anahtar anahtar olalı böyle aşk, böyle sevda görmemişti. Utanmasam nikah kıyıp helalim yapacaktım. Hi hi! Aynı sessizlikle Güney'in odasından çıkıp hole ardından da merdivenlere yöneldim. Tüy kadar hafif adımlarla yürüyor, onun evden çıkışımı hissetmemesi için nefes dahi almıyordum. Sonunda açık garajdan içeri girdim. Elimdeki anahtarda bulunan kilit açma düğmesine bastığımda hiç beklemediğim bir şey oldu. Korkunç bir alarm sesi tüm evi ayağa kaldıracak kadar güçlü ses dalgaları yayıyor, ben ise yükselen ses yüzünde dikene basan kedi gibi hop oturup hop kalkıyordum.

 

"Sus! Sus diyorum! Deli misin sen? Evi ayağa kaldıracaksın!" Elimdeki anahtarın düğmelerine defalarca basıp alarmı durdurmaya çalıştım. Nafileydi. Tam durdu dediğim anda yeniden devasa bir ejderha misali ayaklanıyor, eskisinden çok daha yüksek sesle böğürüyordu. Allah'ım nasıl bu kadar şansız olabilirim?

 

"Sus insafsız sus dedim! Ölmek istiyorum! Kazma kürek yok mu şu yeri yarıp içine gireyim."

 

"Ne işler çeviriyorsun?" Arkamı döndüğümde Güney'in kızgınlık püsküren bakışlarına tosladım. Yine arkasından iş çevirmiş ve maalesef yakayı ele vermiştim. Yanıma kadar gelip arabayı açtı.

 

"Ne istiyorsun? Ne arıyorsun Efsun! Artık sırlar yok demedik mi?" Uyumamıştı. Beni izlemiş, neyin peşinde olduğumu anlamak istemişti. Muhtemelen alarmı da yedek anahtarla o devreye sokmuştu. Aracında dikkate değer bir şey yoktu. Ben bir araba hırsızı da değildim. O zaman bu oyunun amacı neydi?

 

Güney ıslak bakışlarıma aldırış etmeden beni kolumdan tutup kendine çekti. "Neyin peşindesin? Buraya gelmenin, bu anahtarı çalmanın bir sebebi olmalı. Bana gerçekleri söyle!"

 

"Ben sadece..."dedim mırıldanır gibi. Sözümün devamını getirmeye güç yetiremiyordum. "Ne arıyorsun?"

 

"Cihaz..."dedim sayıklar gibi. "O bana ait. Otelde düşürmüştüm." Yüzü hayret dolu bir ifadeyle kasıldı. Ben nemli gözlerle ondan gelecek iç açıcı bir söze hasretken bakışları önce benim üzerimde ardından da aracın içinde dolaştı. Gözleri tüm sırlarını ele verecek gibi hırslıydı. Üzerindeki eşofman takımı karanlığın içinde kısmen parlıyordu. "Neden bunu benden doğrudan istemek yerine gizlice almayı seçtin? Ne var o cihazda?"

 

Ellerimi beyaz saten sabahlığın iki yanına bocalayarak bıraktım. "B-bir şey yok. Sadece almak istedim." Adımları beni geride bırakıp açık kapının önünde duraksadı. Aracın içine eğilip endişeli bakışlarımı umursamadan cihazı aldı. Ben karşısında bir mum gibi eriyip tükenirken cihazı en ince ayrıntısını bile ıskalamadan tek tek inceledi. Korkuyla ona uzanmak istediğimde cihazı kontak bir hareketle benden uzaklaştırdı.

 

"İçindeki kaydı dinlemek istiyorum. Bakalım seni bu kadar tedirgin eden ne?" Düğmeye basmak için harekete geçtiğinde "hayır!"diyerek elindeki cihaza uzandım. Buna dayanamazsın. Tüm o konuşmaları gözlerimin önünde dinlemesini, yalanlarımı böyle alçak bir şekilde öğrenmesini kaldıramazdım.

 

Üzerine yürüyüp cihazı almak için çabaladım. Fakat onu bana kaptırmamaya kararlıydı. Elindeki cihazı arkasına saklayıp benden birkaç adım uzaklaştı. Bakışları sorgulayıcı bir şekilde bana her döndüğünde nefesimin daraldığını, gözlerimin yanıp başımın bir topaç gibi döndüğünü hissettim. Ava giderken avlanmış, pirinç peşinde koşmaktan farkına bile varmadan bulgurumun cenaze namazını kılmıştım. "İçindeki kaydı dinlemek istiyorum. Aramızda daha fazla sır olmasına tahammülüm yok!"

 

Öne atılıp onu kucaklar gibi yaklaştım. Gerçekleri öğrenmesini istemiyordum. Buna hazır değildim. Duyacaksa bile benden duymalıydı. Bir yalancı olduğumu adi bir ses kaydından üstelik Harzem'in ağzında duymasına dayanamazdım. "Hayır Güney , buna tahammülüm yok!" O cihazı benden uzak tutmaya çalışırken daha büyük bir hırsla elini benden saklayıp kurtardı. "Onu hemen bana ver!" Yüzünde kırgın bir tebessüm vardı. Neler duyacağını hissetmiş gibi bakışları mahzunlaşmıştı fakat kararlılığını lacivert hareleri denizdeki köpükler gibi her geçen an biraz daha arttırıyordu.

 

"Hayır!"diye bağırıp aracın etrafında bir tur döndü. Benden daha çevik olmasına şaşırmıştım. Oysa ona göre ufak tefek sayılırdım. Bu haliyle resmen benden rol çalıyordu. Yeniden atıldım, sırlarımı elinden almadan bana huzur yoktu. Kör dövüşünü andıran bir kovalamacanın eşiğine düşmemiz uzun sürmemişti. Dakikalar sonra bahçeye ardından da açık bırakılmış kapıdan eve geçtik. O kaydı bana vermeyecekti. Biliyordum, artık bu gidişin dönüşü yoktu. Çalışma odasına geçip kapıyı yüzüme kapattı. Gözyaşları içinde dizlerimin üzerine çöküp kapıya yaslandım. Ellerim kapının ardındaki hayali okşar gibi pürüzsüz yüzeyde dolaştı.

 

"Lütfen onu bana geri ver!" Ağlamaklı sesimin sonucu değiştirmeyeceğini bile bile ondan medet umdum. Geçmiş ellerimden kayıp gitmiş, yaşadığım korkunç şiddet karabasan gibi üzerime çullanmıştı. Demir sesleri kulaklarımda yeniden çınlamaya, yağmur gök gürültüsüyle karışıp o gecenin günahını zihnime taşımaya devam etti. "Güney!" Sesim eskisinden çok zayıf çok daha çaresizdi artık. Sırtımı kapıya yaslayıp başımı kollarımın arasına aldım. Karnıma bastırdığım dizlerime hayatımın eksik bir seremonisi haline gelen anne şefkatini arar gibi yaslandım. Bunu öğrenmesine hazır olduğumu sanmıyordum.

 

💫💫💫

 

İlahi bakış açısı

 

Güney kapıyı ardından kilitleyip büyük bir merakla elindeki cihaza yöneldi. Bakışları üzerindeki küçük tuşa sabitlendiğinde ne dinleyeceğinden haberi yoktu. Efsun, o otel odasına gittiği gün Harzem'le bir çay bahçesinde buluşmuş, ardından da yarı uyuşuk vaziyette soluğu onları bastığı mekanda almıştı. Muhtemelen bu kayıtta Harzem'in sesi vardı ve konuştukları her neyse Efsun bunu Güney'in öğrenmesini istemiyordu.

 

Güney Efsun kapının önünde sayıklarken elindeki cihaza büyük bir kurtarıcı edasıyla bakıp iç çekti. Bu yaptığının doğru olmadığını biliyor, içten içe davranışının altında eziliyordu. Kayıt cihazının sesini sadece kendisi duyabileceği kadar açtı. Harzem'in Efsun'la olan konuşmasını dinlerken nefes almaktan bile çekiniyor, tek bir cümleyi bile ıskalamak istemiyordu.

 

Efsun'un "Oğlum nerde?" Diyen sesini duyduğunda büyük bir hayret dalgasını iliklerine kadar yaşadı. Yüzünün tüm kanı çekilmişti. Üşüdüğünü, başının döndüğünü hissetti. Yiğit'in Efsun'un tecavüz mahsülü çocuğu olduğunu öğrendiğinde dizlerinin üzerine çöküp nefessiz kaldı. Alnından boşalan terler şakaklarına, çekici yüzünün her zerresine yayıldı. Efsun'un kendi kocasını bir kez daha tecavüze uğramamak için öldürmek zorunda kaldığını öğrendiğinde elindeki cihazı taşıyacak gücü bile kalmadı. Dudaklarından firar etmek için kaçışan tüm hıçkırıkları gerisin geriye benliğine itti. Yerdeki cihaz son cümleleri cızırtılı bi sesle dalga dalga ısmarladığında gözlerinden boşalan sessiz yaşların kurbanı oldu.

 

Ayağa kalktı. Bakışları donuk, gözleri aşinası olmadığı bir acıyla hemhal olmuş, kıpkırmızı kesilmişti. Gazap içini kemiren haylaz bir fare gibi tüm kemiklerini dişlemiş, kalbinin içinde derin yarıklar oluşmasına sebep olmuştu. Beyni öfkenin kara sularında vicdan salına binmiş, olanları idrak etmek için kan soluyordu. Ayağa kalktı. Sıktığı yumruklarını odasındaki eşyalara gelişi güzel savurdu. İki eliyle masanın üzerindeki her şeyi tek bir darbede büyük bir gürültüyle yere indirdi. Attığı her adımda öfke dudaklarından büyük, anlaşılmaz bir çığlık, bir homurtu olarak çıkıp odada akis bırakmıştı. Terleyen bedeni, bitap düşüp çarpmanın etkisiyle kanayan elleri Güney'in umurunda bile değildi. Yerdeki anahtarı alıp hırsla kapıya yöneldi. Diz çöküp bedenini saklamakla meşgul olan Efsun'u geride bırakarak merdivenlere yöneldi. Efsun onun ne kadar öfkeli olduğunu görmüş, bu öfkenin sebebi olduğunu düşünüp delirmeye çoktan başlamıştı.

 

"Ne olur gitme dur!"dedi Güney'in peşinden merdivenlere koşarken. Ama sesi öfkeden deliye dönen adama en ufak bir etkide bulunamayacak kadar zayıf ve hassas kalmıştı. Genç adam, onu dinlemeyip korkunç gazap ateşine teslim oldu. Efsun o yağmurlu gecede sırılsıklam peşinden koşarken gözleri onu görmemek için göz bebeklerine hayali, siyah bir perde indirmişti. Aracına binip anahtarı çevirdi. Efsun aracın buğulu camlarına vuruyor, Güney'e kendisini içeri alması için yalvarıyordu.

 

Güney, yüzüne bakamadığı kadına tek bir cümle bile söyleyemeden çekip gitti. Onunla konuşacak cesareti, acılarına ve tükenişine verecek cevabı yoktu. İçini pişmanlık ateşi yakıyordu. Utanıyordu kendinden. O Harzem itine inanıp Efsun'u bir kalemde harcadığı için içten içe deliriyordu.

 

Nasıl yapabilmişti bunu? Nasıl Harzem'in iğrenç ithamlarını kabullenip Efsun'u bir hiç uğruna üzüp ağlatmıştı. Onca acıdan sonra dağılan bu masum kadının savunmasızlığından ve saflığından yararlanıp nasıl sözleşme imzalatmıştı? Pişmanlığı yaşadıklarını düşündüğü her an biraz daha büyüyüp çoğalıyordu. Geçen her dakika içindeki közü harlıyor, göğü mesken tutan aya kadar ulaşıp yüreğini yakıyordu. Hızını sonuna kadar arttırıp bir trafik canavarı gibi soluğu Harzem'in dairesinde aldı. Dolu olan asansörü beklemeye bile sabrı kalmamıştı. İyi değildi Güney ve bu saatten sonra Efsun'un baş düşmanı da iyi olamayacaktı. Güney onun adını kara listeye almıştı. Yemin etmişti. Efsun'un canına yakanın canını yakacak, acı verip ağlatan kim olursa olsun inim inim inletecekti.

 

Asansörün gelmeyeceğini anladığında merdivenlere koşup tok ayak sesleri bırakarak 8. Kata kadar çıktı. Kini gözlerinden fışkırıyordu. Bu saatten sonra tek duası elini kana bulamamak olurdu. Aceleci bir tavırla zile ardı ardına bastı. Saniyeler uzadıkça genç adamın kapıyı omzu atıp kırma ve o iti sürükleye sürükleye merdivenlerde yuvarlama isteği artıyordu. Kahverengi kapının tokmağına asılıp aceleci tıkırtıları apartman sakinlerini uyandırma ihtimaline aldırmadan acımasızca kapıyanın ahşap yüzeyine hapsetti.

 

"Ulan geldik be! Muhabbetin içine sı...!" Duyduğu ses içindeki deryayı iyice kabartmış, beynini uyuşturacak bir nefret dalgasını yüreğinden boşaltmıştı. Kapı açılır açılmaz dişlerini gıcırdatıp karşısındaki ebleh surata tüm yüzünün şeklini bozacak kadar güçlü bir yumruk savurdu. Bağırıp inlemeleri umrumda bile değildi.

 

"Ne oluyor lan!" Yumruk Harzem'in tezek torbası gibi dağılıp yerde bornozuyla yuvarlanmasına sebep oldu. Güney yanlış bir zamanda geldiğini biliyordu fakat zamanın yanlış veya doğru olmasıyla ilgilenmiyordu. İstediği tek şey intikamdı.

 

Bir kadın çığlığı öfkeden bulanan zihninin ayılmasını sağladı. Üzerinde pembe bornozu öylece Harzem'in ağzını burnunu dağıtmakla meşgul olan Güney'e bakıyordu. Güney, bakışlarını yeniden ellerinden kurtulmaya çalışan Harzem'e çevirdi. Sevgilisiyle vakit kaybetmek istemiyordu. Ardı ardına indirdiği yumruklar Harzem'in böğürtüsünü daha da arttırmıştı. Burnundan boşalan kanlar çenesinden boynuna akmış, dişi dudağını kesip patlatmıştı. Gözleri Güney'in yumruklarından sonra evde hayali yıldızlar görmeye başlamıştı. Sarhoş kumarbaz resmen umutsuz vakaydı.

 

Güney Harzem'in ön kakülünden yakalayıp başını havaya sertçe kaldırdı. Uzun zaman sonra beyefendi imajını bırakıp kavgacı mahalle delikanlısı moduna geçmişti. Annesinin şirin oğlu olmak yerine böyle biri olduğu için o durumda hiç de pişman değildi. "Dur! Dur ulan öldüreceksin beni!"

 

"Geber şerefsiz." Biraz önce bornozla yanlarında dolaşan kadın üzerini giymiş ve çoktan poposuna baka baka topuklamıştı. Fakat onun ne yaptığı Güney'i zerre kadar ilgilendirmiyordu. Şimdi ilgilendiği tek kadın Efsun'du. Onun geçmişi, çalınan hayatı ve oğlu... Harzem'in ona vereceği hesabı olsa iyi olurdu. Aksi takdirde Güney şu an ki nezaketinin zerresini bile ona nasip etmezdi.

 

"Niye lan? Ne istiyorsun? Ne yaptım sana?" Güney dişlerini sıkarak gözlerinin kinini Harzem'in üzerine boşalttı. Hemen şuracıkta onu boğsa ne olurdu? Dünya bir pislikten kurtulsa kim niye hesap sorardı ki?

 

"Her şeyi biliyorum köpek! Efsun'a, oğluna neler yaptığınızı biliyorum." Harzem'in yüzü alık bir ifadeye büründü. Güney'den çekiniyordu. O Efsun gibi değildi. Parası, namı vardı ve gerçekten çok güçlüydü. İstese onun hayatını kaydırır, Harzem'i kendi tükürüğünde boğardı. O sabıkalı kızın bu starla yakınlaşması hiç de iyi olmamıştı. Artık karşılarında çok daha dişli bir düşman vardı.

 

"Sana kim ne dediyse yanlış demiş. Ben Efsun'a hiçbir şey yapmadım. O..."

 

"Kes lan sesini! O iğrenç ağzına Efsun'un adını alma. Efsun'un neden hapse düştüğünü biliyorum. Ne kadar korkunç şeyler yaşadığını da. Ona nasıl bir oyun oynadığınızın farkındayım. Tüm tehditlerinizin, onu maruz bıraktığınız bedensel ve duygusal şiddetin.... Her şeyin farkındayım."

 

Güney, Harzem'in suratına sert bir yumruk daha geçirdiğinde cani adam neredeyse acıdan hüngür hüngür ağlayacak kıvama gelmişti. Bu starın yumrukları demirden olmalıydı, aksi takdirde dalyan gibi adamı tek seferde yere serip suratındaki kemikleri çatlatmazdı.

 

"Yiğit'e ne yaptınız? Kime sattınız söyle!" Harzem elinden kurtulmak için çabalasa da Güney onu bırakacak gibi durmuyordu. Harzem kocaman hale getirdiği itici gözlerini kırpıp acıyla yutkundu. Güney onu korkutmayı başarmıştı.

 

"Hep o pi... yüzünden başım belaya girdi zaten. Yemin ederim biz kimseye zorla bebek satmadık. Adamlar bebeğin bizde olduğunu öğrenince peşine düştü. Yengemi çok sıkıştırdılar. Zavallı kadıncağız çaresiz kaldı. İstemeye istemeye verdi bebeği."Güney Harzem'in yanaklarını avuçlarının arasına alıp ufalar gibi sıktı.

 

"Bir daha o çocuğa hakaret etmeyeceksin. Duydun mu beni! Hakaret edip aşağılayacağın son insan bile değil Efsun. Başkalarının günahının bedelini ödediği yeter artık." Harzem boğazını tıkayan kanı yutkunurken Güney sorgulama işini bırakmamaya kararlıydı.

 

"Neden istiyorlar onu? Bebek mi kalmadı? Madem güçlü, zengin insanlar yüzlerce sahipsiz bebek varken bu bebeği neden annesinden ayırmaya çalıyorlar?" Harzem gürültülü bir şekilde burnunu çekip "B-bilmiyorum."diye geveledi. "Ben de akıl sır erdiremiyorum. Adamlar sadece onu istiyor. İsteseler ben onlara Yiğit'ten daha afilli bir sürü çocuk bulurdum ama ille de onu isterim diye tutturdular. Her şeyi onlar ayarladı. İstesek de karşı koyamazdık. Çok güçlüydüler."

 

Güney bu kadarıyla da yetinmeyeceğini iyi biliyordu. Bu adam tam bir para avcısıydı. Para için değil Efsun'u, kendi anasını bacısını bile hiç acımadan, utanmadan satardı. Böyle adamlar kumar masasına namusunu koymaktan çekinmez, müptelası oldukları kumar masasına fazladan iki kuruş koyabilmek için başkalarını harcamayı ayıpsamazdı. Artık sahneye Güney çıkmıştı. Efsun'u ve oğlunu bu muhteris girdaptan kurtarmak için elinden geleni ardına koymayacak, onları oynadıkları oyuna pişman edecekti.

 

"Kendini mazur göstermeye çalışma. Bu ülkede polis var. Seni tehdit edenleri şikayet edebilirdin. Sen para yiyip keyif sürmeyi tercih ettin." Harzem yüzünü olabildiği kadar acıklı bir hale getirip, "Pişmanım!"diye sayıkladı. "Bu herifler yüzünden başım beladan kurtulmuyor. Adamlar bir yandan, Efsun bir yandan, yengemin ölümü bir yandan... Herkesle ayrı ayrı uğraşıyorum. Kadın ne yaptıysak çocuğunun peşini bırakmadı. Öldü gösterdik, 'ben inanmam' diye tutturdu. Beş kuruş parası yok, yapıştı yakamıza bırakmak nedir bilmedi." Efsun'un bu çaresiz durum karşısındaki duruşu Güney'in gülümsemesine sebep oldu, fakat Harzem'i yumuşatmamak için kıvrılan dudaklarını hemencecik toparladı.

 

"Yiğit nerde?" Harzem korkuyla başını sallayıp, "Bilmiyorum!"diye sayıkladı. "Vallahi bilmiyorum. Anam avradım olsun nereye, kime götürdüklerinden haberim yok. Verdiğimizde el kadar bebeydi. Şimdi, beş yaşlarındadır. Efsun'un hapiste olmasını fırsat bilip çocuğu sattık, o gün bu gündür neye benzediğini bile bilmem. Sadece iyi olduğunu söylüyorlar ama yeri yurdu gizli."

 

Güney, Harzem', nefretle ayağa kaldırıp sertçe duvara yasladı. Bu itiş kakışla birlikte sırtında yüzü gibi sızlamaya, "Kim lan arkandaki adamlar? Ne istiyorlar el kadar bebekten? Bana kime köpeklik ediyorsan hepsinin tek tek ismini vereceksin." Harzem başını reddeder gibi salladığında Güney sıktığı yumruğunu Harzem'in burnunun tam ortasına hışımla indirdi. Kendisinden istese de bu kadar çabuk kurtulamazdı.

 

"Bana o pisliklerin isimlerini vereceksin. Konuş!" Harzem burnunu avuçlarının arasına alıp inim inim inledi. Canının yangısı kolay kolay dinecek gibi durmuyordu. "Ah yandım anam! Yandımmm!" Güney onu duvardan sıyırıp savurur gibi yemek masasına yasladı. Çıkan keskin sese Harzem'in çığlığı ve horultuları eklenmişti.

 

Düşmanlığı karakterinde sindiren aç gözlü adam masasının sert yüzeyine çarpan sırtını elinin tersiyle ovup bir kez daha, "Bilmiyorum."diye bağırdı. "Bana sadece Zişan'ı gönderiyorlar. Ondan başkasıyla konuşamıyorum. Kendilerini ele vermemden çekinip sadece o kadınla konuşmama izin veriyorlar."

 

"Zişan tek başına bu işin üstesinden gelemez."dedi Güney tırnaklarını Harzem'in yüzüne geçirirken. Bülen derisini söker gibi sıktığında Harzem minik bir sincabı andırıyordu. "O sadece kukla. Arkasında birinin olduğunu anlamak hiç de zor değil. Ben gerçek suçluları istiyorum." Harzem pişmanlıkla başını salladı. "Ben başka kimseyi tanımıyorum. Yemin ederim başka kimseden haberim yok." Güney kirli bir donu kenara atar gibi Harzem'i bıraktı. Daha fazla elini kirletmek istemiyordu. Bu adam zaman kaybetmeye bile değmezdi.

 

Daha fazla konuşmaya gerek görmeksizin çıkışa yöneldi. Kapının kolunu çevirdiğinde adımlarını duraksatan tek şey Harzem'in yorgun sesiydi. "Neden? Neden yapıyorsun bunu? Sen zengin bir adamsın! O zavallı kadın için niye kariyerini, hayatını riske atıyorsun? Neden bu insanları karşına alıyorsun?"

 

Güney bu sorunun cevabı için yüzlerde dörtlük, binlerce şarkı yazabilirdi. Ama Harzem kendisine cevap vermeye bile değmeyecek biriydi. Yüzünü kan revan içinde kalan o çirkin simaya döndü. Bakışlarındaki acınası ifade Güney gibi yufka yürekli bir delikanlının bile kalbini yaralamamıştı. Efsun için söylediği şeyleri düşündükçe kini ve nefreti kalbinde kendi kendini yeniliyor, bir kez ölse bin kez yeniden dirilip ruhunun derinliklerine doğru kök salıyordu.

 

"Sen ve senin gibi soysuzlar genç bir kızın hayatını çaldı. Umudunu, hayallerini öldürdü. Ben sizin kahrettiğiniz, soldurduğunuz o hayatı Efsun'a geri vereceğim. Artık hasmınız o değil, benim..." Harzem bornozun uzun tüylü koluyla dağılan zavallı, iri burnunu sildi. Artık gürültülü burun çekmeleri akan kanı engelleyemiyordu. Mavi gözlü adam onun aksine berrak bir su damlasını andıran çekici yüzünü kararlılıkla çıkışa çevirdi ve sert bir şekilde kapıyı çarpıp çıktı.

 

Gelişinin aksine sakin sayılırdı. Adımları aceleci olmaksızın asansöre yöneldiğinde seramik kaplı merdivenler ve asansörün çevresi meraklı birkaç kişiyle dolup taşmıştı. Bakışlarını çevirdiğinde insanlar hortlak görmüş gibi bakışlarını kaçırıp yüzlerini çevirdi. Güney'i belki de ilk defa bu kadar yakından görme şansını elde etmişlerdi. Çılgın ve çekici sahne kıyafetlerinin aksine şık bir eşofman takımı şekilli atletik bedeninde her bir kıvrıma hükümranlık ediyordu. Dağınık saçları ve mahmurluğunu kaybetmiş uykulu gözleri merdivenlerdeki simalarda dolaşınca gürültü ve konuşmaların herkesçe duyulduğundan emin oldu.

 

Asansör geldiğinde tek bir söz dahi söylemeden kendini kabine attı. Omuzları öğrendiği gerçeklerin ağırlığıyla sarsılmış, kalbi hışmına uğradığı bıçakların keskin izleriyle hemhal olmuştu. Aracına binip gelişiyle kıyas edilemeyecek bir sakinlikle geldiği yola revan oldu. Aklı duyduğu her bir cümleyi tek tek beynine kazıdı. Kulakları o sözcüklerin zehriyle yanıp uğulduyordu. Duydukları sanki daha yeni yeni yüreğine hücum ediyordu. Gözlerinin önüne düşen her bir hayal gözlerinden akan firari yaşlara kelepçelendi.

 

Birinin aşık olduğu kadına zarar verdiğini, acı çektirdiğini düşünmek Güney'i mahvediyordu. Efsun'un canının yanması, elini kendini korumak için kana bulaması en az onun kadar Güney'e de zor gelmişti. Bir başka erkeğin ona dokunmuş olması kaldırabileceği bir durum değildi. Canını yakıyordu. Bir oğlu olması sorun değildi elbette ama o çocukta Efsun'un acılarını görmek, asla yaşadıklarını unutamayacağına şahit olmak yüreğini burkmuştu.

 

Onu çok önceden tanımış olmayı diledi. Belki o zaman bir şeyler değişecek, Efsun o kara günleri hiç yaşamayacaktı. Kim bilir hapiste katil damgası yemenin ağırlığını nasıl hissetmişti? Kim bilir ne kötü insanlarla yan yana aynı sofraya oturmak zorunda kalmıştı. Kaç gece korkuyla, çığlık atarak uyanmış, kaç kez korkunç adamın ismini sayıklamıştı. Kendisine zarar verdiği o sabahı hatırladı.

 

O duş kabininde geçmişini anımsadığında kim bilir ne korkunç anlar yaşamış ve bedenine zarar verecek kadar delirmişti. Şimdi Efsun'a klip çekimini terk ettiren o şeyi biliyor olmanın manevi yükünü en derinlerde hissediyordu. Ona dokunduğunda hayatını karartan adamı hatırlamıştı. Belki de bu yüzden uzak duruyordu kendisinden. Bu yüzden ona yaklaşmaya çalıştığında kendisini geri çekiyor, bir erkeği daha bedenine, hayatına kabul etmek istemiyordu.

 

Vicdanı yüzüne dikenli tokatlar savurdu. Harzem'in sözlerine inanıp, Efsun'u ağlattığı için dili fısıltı halinde küfürleri öz benliğine yükledi. Pişmandı ama pişman olmak için çok geç kalmıştı. Aracını evinin garajına park edip ruhundaki tonlarca ağırlıkla evin kapı kilidini açtı. Efsun onun geldiğini görmüş üzerindeki sabahlıkla karşısına çıkıp çıkmamakta tereddüt etmişti. Duvarın ardına saklanarak merdivenlerin girişinden onu izledi. Güzel gözleri matem gelinliğini mavi ışıltıların altında gizledi. Her şeyi biliyor muydu Güney? Öğrenmiş miydi gerçekleri? Biliyor olmalıydı? Aksi takdirde bu yıkılışın başka bir anlamı olamazdı.

 

Güney, büfeye geçip büyükçe bir içki şişesinin tıpasını kaldırdı. Her üzüldüğünde gelen o içme isteğiyle yine baş edemiyordu. Sağlığını ve en değerli mücevheri olan sesini bu alkol alışkanlığına kurban vermek üzereydi. Yaptığı onca hataya rağmen yine de çözümü sarhoşlukta buluyordu. Sadece bir kaç yudum diyerek kendini kandırmaya çalıştı. Duyduklarını unutmak ve içini kavuran vicdan azabıyla baş etmek için o soğuk, sevimsiz tada muhtaçtı. Ya da öyle olduğunu sanıyordu.

 

Efsun Güney'i uzaktan mutsuz bakışlarla izledi. Canının sıkkın olduğunu biliyor, hıncını kendinden alacağını düşünerek ona yaklaşamamanın acısıyla titriyordu. Terasa geçti. Dışarda nefis bir yağmur başlamıştı. Toprak kokusu içindeki ıstırabı kısmen dindirdi. Huzur veriyordu bu ev. Güney'in sonunda kendisine döneceğini bilmek ve onu kendi kokusunun sindiği evde dokunduğu eşyaları görerek beklemek biraz olsun gücünü artırıyordu. Gözlerini kapatıp o güzel mevsimin tadını çıkardı.

 

"Uyumamışsın." Yağmurun sesi ardındaki sıcak nefesi kısmen bastırmıştı. Başını çevirdi.Yaşadığı öfke patlaması bir şeyler duyup öğrendiğine delil olabilir miydi?

 

"Uyku tutmadı!"dedi Efsun hafifçe titrerken. Güney'in varlığı ona zarif teninin ıslak bir şekilde ayazı kucakladığını hatırlatmıştı. Güney elindeki ince battaniyeyi Efsun'un omuzlarına bırakıp titreyişleri dindirdi. Bakışları genç kadının ıslak yüzünde dolaştı önce ardından belirgin elmacık kemiklerinin elmas bir yüzük gibi ortaya çıkardığı iri güzel gözlerine odaklandı. Bir insanın onun zarif yüzünü nasıl ölü toprağına gömebildiğine hâlâ hayret ediyordu Acılarını ve gözyaşlarını düşündükçe kanayan yüreği binlerce kez ölümü diliyordu. O pislik bu gülen gözleri, bu masum çehreyi nasıl kirine bulayıp günahının koynuna almıştı?

 

Efsun ondan türlü anlamazlar çıkarmaya uğraşırken aşık olduğu tene bir adım daha yaklaşmak istedi, fakat sendelemek genç starın kaderi olmuş her geçen gün imkansızlaşan aşkına bir de mesafeler düşman kesilmişti. "İçmişsin!" Dedi Efsun. Kendisini terlemesinden çekinse de duygu ve düşüncelerini itiraf etmeden duramıyordu.

 

"İçtim." Efsun başını eğip onun hüzünlü güzel gözlerine baktı. Parmak uçları çekingenlik Güney'in zarif yakışıklı çehresinde keşfe çıktı. Güney gözlerini yumarken Efsun çoktan cüretkarlığından utanıp kendini geri çekmişti.

 

"Lütfen kötü hissetme. Yanımda olduğun için mutluyum!" Efsun bakışlarını yumuşacık olan kalbine aldırmadan sertleştirip kaşlarını çattı. Güney'i böyle zavallı bir halde görmek istemiyordu. "Sarhoş olmanı istemiyorum. İçki sana iyi gelmiyor." Güney başını eğdi. Ben senin aksine acıları tek başıma göğüsleyemiyorum. Senin kadar güçlü olamıyorum demek istedi fakat dili lâldi. Figanını söylemeyen dili kalbin esiri olan kedere derman olamayacaktı.

 

"İçmesen olmaz mı? Hep sağlığına da zararlı!" Güney dolu gözlerle hüzünlü bir tebessüm bıraktı genç kadının bakışlarının odağına. "Olur!" Efsun aldığı cevaptan hoşnut gülümsedi. Artık kalbi bu konuda sakinleşir dövünmeye bırakabilirdi.

 

"Boynundaki yaralar biraz daha iyi görünüyor. Tırnak izleri kısmen kalsa da kabuklar küçülmüş." Efsun istem dışı parmak uçlarını boynundaki yaralara değdirdi. Yüzü o banyo faciasından sonra buruk, hisli bir hal aldı. "Evet, sanırım epey iyileşti."

 

Kısa bir sessizlik yağmurun ıssız türküsüne eşlik etti. Tükenen kelimeler kurmak için yanıp tutuştukları tüm diyalogları yüreğinden hançerledi. Sesinde arkasına saklandığı aciz durumun ürkekliği ve utancı vardı. Efsun'un kendisinden çok daha güçlü olduğunu biliyordu. O, acılarıyla yüzleşmiş ve aslında gerçekleri kendi için az çok çözebilmişti. Aksi takdirde oğlu için böylesine büyük bir mücadelenin içine giremezdi.

 

Güney reddedilmeyi göze alarak Efsun'un zarif bedenini kavradı ve onu hassas bir çiçek gibi tenine yasladı. "Üşüyorsun hasta olacaksın!" Karşılığı ise sadece Efsun'un reddeden baş sallayışı oldu. Güney, yüzündeki hüzünle tebessümü gizleyerek ona biraz daha sokuldu. Acaba şimdi de içinden 20'ye kadar sayıyor muydu? Ayrıldıklarında Güney elinden tutup onu hazırda duran büyük krem mindere yönlendirdi. Bu yağmurlu, dolunaylı gecede aşık olduğu kadının kollarında, onun sıcaklığını, nefes alışverişini hissederek uyuyabilirdi. Bu içindeki dermanı su yüzüne çıkarabilmesi için tek çare, tek yoldu.

 

Minderlere yerleşip sessizce dolunayın parlak kavislerini, gökyüzünün mistik şarkısını dinlediler. Efsun içindeki binlerce soruyu sormak istiyor ama duyabileceği gerçeklerden hiç olmadığı kadar çok korkuyordu. Yeniden eskisi gibi olabilecek miydi? Aralarında değişen ne olmuştu bilmiyordu. Bunu öğrenmenin tek yolu ise Güney'in dilindeki baklayı çıkarmaktı.

 

"Ses kaydını dinledin mi?" Güney Efsun'un zemine düşen bakışlarına hüzünle baktı. Ona duyduklarını nasıl söyleyecekti? Gerçekleri öğrenmesini istemediği belliydi. Kalbinin kırılacağı bu davranışın nasıl bir telafisi olabilirdi. Efsun sessizlik uzadıkça bakışlarını Güney'in mavi mızraklarına hapsetti. Dudaklarından alamadığı cevabı, gözlerinin derinliklerindeki dağılmış cennetten alacaktı.

 

"Dinleyemedim. Kayıt bozuktu galiba. Birkaç cızırtıdan başka bir şey duyamadım." Güney elindeki kayıt cihazını Efsun'a uzatırken doğru karar verdiğinden şüphe etmiyordu. Bu Efsun'un özeliydi ve eğer isterse kendi isteğiyle ona hayatıyla ilgili bir şeyler anlatabilirdi.

 

Efsun, elindeki cihazı inceleyip hayretle Güney'e baktı. "Gerçekten dinlemedin mi?"

"Hayır. Telefonum çalınca acil çıkmam gerekti. Önemli bir şey olsaydı sen bana söylerdin!" Efsun, kafası karışmış bir şekilde başını kaşıdı. "Neden kızıp ortalığı dağıttın o zaman?" Güney, bakışlarını kaçırıp "İşle ilgili bir sorun çıktı. Ona sinirlendim."dedi. Güney'in iş konusunda hassas olduğunu bilen Efsun bu konuyu daha fazla kurcalamaması gerektiğini düşünüp sustu. Yine muhtemelen bir şeyler ters gitmişti, Güney'in her zamanki gibi kontrol delisi damarı tutmuştu.

 

Bir şimşek yağmurun sesini gürültüyle bastırdı. Efsun korkup Güney'in göğsüne biraz daha sindi. Büyük star mutlulukla gülümserken Efsun yüreğindeki korkunun çekilip gittiğini hissetti. "Demek hâlâ gök gürültüsünden korkuyorsun." Efsun sindiği yerden uzaklaştı. "Korkmuyorum. Büyüdüm artık. Boş bulundum!" Güney kıkırdarken Efsun yüzünü örten ıslak saçların gölgesine sığınıp Güney'in çapkın, sevimli bakışlarından kaçtı.

 

"Hımmmm! Demek boş bulundun!"

"Boş bulundum dedim ya!" Dedi kızgın kızgın.

 

Güney, onun sevimli hallerini görünce dağılan sinirlerini biraz olsun unutmuştu. Önüne düşen birkaç perçemi parmak uçlarıyla usulca kulağının arkasına sıkıştırdı. Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra Efsun kaçamak bakışlarla yüzüne baktı. "Burada sık sık oturur musun?"

 

Güney bakışlarını gökyüzündeki parlak detaylarda gezdirdi. "Ne zaman kendimi yalnız ve anlaşılamamış hissetsem bu terasa gelir ve kendi kendimi dinlerim. Yıldızların da Melodisi vardır. Dinlemeyi, hissetmeyi bilene türlü şarkılar söyler." Efsun onun sanatkâr kişiliğine ne kadar hayran olduğunu sesini her duyduğunda kalbinin nasıl titrediğini çok iyi biliyordu. Güney Efsun'un üzerini biraz daha örtüp battaniyenin sıcaklığını hissetmesini sağladı. O tir tir titrerken zihnine toparlayamıyordu.

 

"Benim için bir şarkı söyler misin?" Efsun'un tatlı bakışları Güney'i sarhoşluktan biraz olsun kurtarabilmişti. Onu öyle çok seviyordu istekleri genç adam için bir rica değil adeta ödüldü.

 

"Söylerim tabiki! Hangisini istiyorsun?"dedi mahzun mahzun. Onu mutlu edecek, geçmişteki yaralarına biraz olsun iyi gelecek bir şeye asla hayır diyemezdi. Efsun hiç düşünmeden "Leylim ley!"diye cevap verdi. Güney onu mavi bakışlarına sevgiyle baktı.

 

"Sanırım bu şarkı senin için önemli. Klip çekimini yaptığımız gece de benden bunu söylememi istemiştin." Efsun bakışlarını kaçırdı. Bu şarkı onu çocukluğuna, babasına götürüyordu. Kalbinin buzları çözülüyor, sanki o korkunç gün hiç yaşanmamış gibi ruhu sevgi ve merhamet esintileriyle doluyordu. Babasının güzel gözleri, onu daha da samimi yapan bıyıkları geldi aklına. Kerim Bey'in yüzüne ne zaman dokunsa avuç içlerini kaşındıran o güzel dokuyu bile özlemişti Efsun. Kalbi kaç yaşına gelirse gelsin baba sevgisi arıyor, binlerce nasihat dinlese de annesinin sevgilisi için yaptığı ihaneti ve zulmü unutamıyordu.

"Neden sustun?"

"Hiç!"dedi Efsun çocuksu bir hüzünle omuzlarını silkelerken. "Bazen bir melodi, tek bir söz, bir koku bile insanı geçmişe, çok mutlu olduğu günlere götürür. Bu şarkıda çocukluğumun güzel günlerini görüyorum. Tanıdık bir bağlılık ve merhamet sıcaklığı hissediyorum. Bana asla unutamayacağım birini hatırlatıyor." Güney onun uzaklara dalıp gidişini izledi. Yanındaydı ama çoktan ruhu bir kuşun kanadına sarılmış ondan uzaklarda başka bir diyara yolculuk yapmıştı.

 

"Sen çok gülüyorsun. Yüzündeki tebessüm hiç eksilmiyor. Belki de en çok bu yüzden seni üzebilecek bir şeylerin olduğunu düşünemiyorum. Acıyı gülen gözlerine, içli bakışlarına yakıştıramıyorum." Efsun o sahte tebessümlerinden birini daha dudaklarına yerleştirdi. Gözyaşlarının ardındaki o maskeyi istese de bir süre daha bırakamayacaktı. Efsun'un uzayan sessizliği Güney'in sesi oldu. Dudakları yine o tanıdık Livaneli şarkısını sayıklar gibi mırıldandı.

 

Onun yanındayken şarkı söylemek bile bir başka mutluluk veriyordu insana. Yemek yemek bile ibadet gibi kutsal bir şeye dönüşüyor, o tatlı tatlı atıştırırken her bir lokmadan zevk alışını büyük bir hevesle izleyerek önce ruhunu sonra da karnını doyuruyordu. Sabahları uyandığında duştan gelen çocuk şarkılarını dinlemek, gülerek uyanmak, sakarlıklarını izlerken sürekli Efsun'la kapışmak harika bir duyguydu. O bu eve geldikten sonra aslında ne kadar yalnız ve mutsuz olduğunu bir kez daha anlamıştı. Bu kadar içmesine sebep hayatını müziğinden başka bir şeyin dolduramıyor oluşu muydu?

 

Güney ilk defa bu güzel kadınla hayatındaki güzellikleri fark etmişti. Belki de ıskaladığı gerçek duygular hep oradaydı ama Güney onu bir vitrine hapsettiğinden varlığının farkına bile varamamıştı. Camın ardında hep bir gün kendisini bulmasını bekliyor ama asla Güney'in yüreğine erişemiyordu. Efsun bu duyguların tozunu kaldırıp yeniden ona kazandırmıştı.

 

Güney'in kollarında sıcacık bir uyku genç kadının bulanan, yorgun zihnini ele geçirdi. Gün yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı. Aklının ucundan bile geçiremeyeceği bir anı aşık olduğu adamla paylaşmıştı. Onunla dünyanın en tatlı uykusunu yaşamış ve içindeki sevgi açlığı bitmişti. Saçları Güney'in sakallarına değdiğinde içindeki titremede de fark edilir bir şekilde tenini yoklamıştı. Başını omzuna yaslamak bile onun için büyük bir mutluluk sebebiydi. Güney'in de duyguları olduğuna inanıyordu. Şüpheler çıngıraklı bir yıkan gibi gerdanlığı sıkarken inandığı tek gerçek onun bu güven veren desteği, yaklaşımıydı.

 

Telefonun zil sesi uyuşmuş iki bedenin irkilmesine sebep oldu. Efsun gözlerini ovarken Güney duyacağı olumsuz haberi hissetmiş gibi telaşlıydı. İnce parmakları Efsun'un mavi bakışlarının arasında telefonu açtı. Arayan Melis'in polis arkadaşı Levent'ti. Alacağı kötü haberi hissetmiş gibi yutkundu. Göz bebekleri iri iri açıldı. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Bedenleri kısmen dinlense de hâlâ yorgun ve ruhsuzdu.

 

"Alo!" Efsun parmaklarını sıkıp sesin sahibinden gelecek bir açıklamayı kolladı. Saniyeler uzadıkça genç kadının sabrı da turşu küpü gibi kabına sığmaz olmuştu. Gözleri merakla Güney'in aydınlanan yüzünde, uzun kirpiklerinde oyalandı. Yüzü bir ay kadar berrak ve aydınlıktı. Bakışları kısmen kısılıyor, Efsun'un gözlerine her değdiğinde gözbebekleri kocaman oluyordu. Güney telefonu kapattığında Efsun duran nefesinin farkına varmış ve şişip isyan eden ciğerlerini umursamayıp titrek bir sesle "Ne olmuş?"diye mırıldanmıştı. Güney dişlerini sıktı. Kararsızca duraksasa da Efsun'un meraklı bakışlarına yenilmekten kurtulamamıştı.

 

"Melis..." Başını eğdi ve derin bir nefes çekti. "O... Hastaneye kaldırılmış. Şofben zehirlenmesinden şüpheleniyorlar. Levent hastaneden aradı."

 

💫💫💫

 

Merhaba arkadaşlar. Bayram dolayısıyla birkaç gündür aktif olamadım. Uzaktan misafirlerim gelmişti bu yüzden yoğunluk has safhadaydı. Önümüzdeki bölüm Efsun'un geçmişini aralamak istiyorum. Biraz geri planda kaldı. Muhtemelen kitaplaşma durumu olursa bölümlere eklemeler de olacak. Birinci kitap bitmek üzere. Serinin kaç kitap olacağı ise merak konusu. Henüz belli değil. Taslak olmadığı için yorum yapamıyorum. Şimdi sorularımıza geçelim👇🏻

 

💫sizce Yıldızların Melodisi isimli serinin birinci kitabının ismi ne olmalı?

💫Güney, Efsun'a gerçekleri öğrendiğini söyleyebilecek mi?

💫Melis'in başına gelenler gerçekten kaza mı yoksa ardında başka birileri mi var?

 

 

Yorumlarınızı bekliyorum. 🤭

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. 😉💫

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%