@syildiz_koc
|
🎶 Tuğkan: Kuş ölür 🎶
Yıllar Önce
Bazen büyük bir sancı düşerdi insanın içine. Kötülük koynunda dolaşırken, hevesler ve riyakar duygular aşk adı altında zulmü kumaşına işlerken insan olacağını bilmediği gerçeklerin eteğinde dolaşır dururdu. İnsan acımasızdı. İnsan saplantılıydı ve nefis olmayanı oldurmaya şeytandan aldığı dersle daha da hevesleniyordu. Efsun balkonda oturmuş o bahar sabahı yapraklara düşen çiğ damlalarına hüzünle baktı. Elindeki çizim defterine huzursuzca bir şeyler karalamaya çalışıyor fakat yapmaya çalıştığı işe bir türlü dikkatini veremiyordu. Kalem sanki elinden kayıp gidiyordu. Sanki zihni cam bir tabut gibi paramparça olmuş beynine batıyordu. Silgiyi alıp çizmeye çalıştığı elbise tasarımının bel bölgesini silip değiştirmeye çalıştı. Yeniden eline kalemi alıp bir başka detayı eklemek istediğinde aklı yine o düşünmek istemediği malum konuya sıçrama yapmıştı. Demir... Uzun zamandır onda beğenmediği pek çok tavır görmüştü. Etrafında dolaştığını, onu adım adım izlediğini biliyordu. Bakışları bedeninin muhtelif yerlerinde dolaştıkça genç kız onun bulunduğu ortamdan kaçmak istiyor, yeri yarıp içine hapsolmayı bile nimet sayıyordu. Gözlerinin önüne gelen manzara iliklerine kadar titremesine sebep oldu. Aklında dolaşıp duran fikirler saç diplerinin terlemesine, dişlerinin karşı karşıya gelen düşman ordusu gibi vuruşmasına sebep oldu. Gerginlik elindeki kalemin kağıdına baskı yapıp kırılmasına sebep oldu. Ucunu istemeden kırdığı kalemi açmaya bile hevesi kalmamıştı. Dışarı çıkmak istedi fakat onunla karşılaşma ihtimalini düşününce bu fikrinden hemencecik vazgeçti. Küçük tahta raflarla oluşturulmuş mutfak dolabına yönelip kahve kavanozuna uzandı ve kendisine dumanı üzerinde bir kupa dolusu latte yaptı. Dudakları nefis tadı alınca tatlı, küçük dokunuşlarla kıvrıldı ve dili köpüğün dudaklarındaki izlerinin üzerinde zevkle dolaştı. "Nefis olmuş!" Yeniden rahatlamış bir şekilde çizim defterine yönelmek istediğinde kapı tokmağının boğuk sesi hevesini bertaraf etti. Kuşkulu adımları taş merdivenleri heyecanla yokladı. Kapı açıldığında karşısında bulamadığı simanın verdiği hayretle etrafına bakındı. Kimsecikler görünmüyordu. Ayakları bir adım atar atmaz parmak uçlarına kapalı bir kutu ilişti. Gergin bir şekilde kutuyu evirip çevirdi. Zihni yine komplo teorileri üretmekten geri durmamış, akla hayale gelmeyecek bomba ve dinamit fikirleriyle bilinçaltını yoklamıştı. Çok film izliyorum diye söylendi kendi kendine. Kafasındaki düşünce balonunu patlatıp merakla kutuyu açtı. İçerisinden irice bir kırmızı elma çıkacağını aklının ucundan bile geçirmiyordu. Elmayı evirip çevirerek olağanın dışında bir şey aradı. Yoktu. "Bazı güzellikler bana cenneti kirleten o kötülüğü hatırlatır." İlk notta yazanlar Efsun'un huzursuzca yutkunmasına sebep oldu. Titreyen ellerini görmezden gelip ikinci notu ürkekçe okudu. "Aşk yasak tanımaz. Bunu sen de anlayacaksın!" Elma... Yasak meyve... Bu notu yazan Demir'den başkası olamazdı. Ona yaklaşmaya çalışıyor, çirkin beklentileriyle göz hapsine aldığı kızı romantik olduğunu düşündüğü kelimelerle köşeye sıkıştırıp taciz ediyordu. Efsun hışımla evden çıkıp birkaç adım mesafedeki tek katlı eve yöneldi. Tam tahmin ettiği gibi Demir uzaktan onu izliyor, vereceği tepkiyi hevesle takip ediyordu. Karanlık çökmüş, mahalle köşe başlarını tutan tekinsiz adamlarla dolup taşmıştı. Genç kız kendisini pis pis süzen delikanlıya elindeki sade kutuyu fırlattı. Kutu önce Demir'in kafasına çarptı ardından da kızgın bakışlarını arasında asfalt zemini boyladı. Elma yuvarlana yuvarlana heveskar delikanlının annesinin ayaklarını bulduğunda Efsun çekinmeden Demir'i sertçe itip duvara sendeletti. Artık o bakışların ardında bir cehennem yatıyordu. Gazap sinesine kıvrılan baykuş gibi ölümcül uğultular çıkardı. Akbabalar çoktan gururunu didikleyip kemirmeye başlamıştı. "Ne hakla böyle saçma mesajlar yazabilirsin Demir? Seni istemediğimi bildiğin halde nasıl beni böyle taciz edebilirsin?" Annesi müdahale etmek istediğinde Demir eliyle susması yönünde bir işarette bulundu. Kadın oğlunun suçunu görmezden geliyor, kızın çıkışını yersiz buluyordu. Demir genç adamdı neticede! Kanı deli akıyordu. Birkaç küçük nottan ne çıkardı (!) Demir sakin tavrını bozup Efsun'un üzerine yürüdü. Erkektir ne yapsa yeridir jargonuyla büyümenin hakkını sonuna kadar veriyordu. "Seni sevmemin suç sayılabilecek bir yönü olduğunu düşünmüyorum." "Seni sevmiyorum. İstemiyorum!"diye bağırdı Efsun. Hiddeti konu komşuyu daha ilk yankıda ayağa kaldırıp cama pencereye dikmişti. Kimse bu seyirlik rezilliği kaçırmak istemiyordu. Ertesi gün içecekleri ikindi çayına yeni malzeme lazımdı. Durup dinlemek varken kapıyı bacayı kapatmak kimin haddineydi? Demir, yüzünü kızartan genç kızı kolundan kavrayıp acımasızca göğsüne bastırdı. İri gözlerini, Efsun'un güzel mavi gözlerinden ayırmadan içine çeker gibi kokusunu almaya çalıştı. Ona yakın olmak istiyor, haddi olmadığını bile bile tenini arzuluyordu. Genç kızın yüzü bu temasla iyice öfkeden kızardı. Bedenini ondan kurtarmak için çırpındığında Demir'in sert elleri kollarında halka halka morluklara sebep olmuştu. Dokunuşları tiksindiriciydi. Genç kız üçüncü bir elin onu Demir'den çekip kurtardığını fark etti. Dönüp bakmaya bile fırsat bulamadan Demir'in yediği yumruk darbesiyle sarsıldı. "Adi herif! Bir daha kızı rahatsız ettiğini görürsem seni lime lime ederim." Bu Oğuz'un sesiydi. Efsun kuzenini yanında bulduğuna hiç bu kadar memnun olmamıştı. Demir kanayan burnuyla ardından bakarken başını çevirip bir kez daha gözlerine temas etmemiş ve onu yönlendiren kuzenine gönüllü teslim olmuştu. Demir'in öfkesinin boyutlarının tahmin edemeyecek kadar toydu. İçindeki sesi susturamıyordu. Bir şeylerin mahvolacağını hissediyordu ama bununla nasıl baş etmesi gerektiğini bilmiyordu.
💫💫💫
Efsun'un Kaleminden
Pişmanlıklar sarmıştı her yanımı. Kızgındım kendime. Suçlamak, beni bu kadar bencil yapan beynimi demir bir şişle dağlamak istiyordum. Yine mahvetmiştim her şeyi. Yine beni sevip korumaktan başka bir suçu olmayan birilerini istemeden de olsa acıtmıştım. Melis benim hiç sahip olamadığım kardeşim gibiydi. Onunla her şeye göğüs germiş, yaşadığım acıların ve haksızlıkların inadına kahkahalarla gülmüştük. Birbirimizin ailesi, dermanı olmuştuk. Aynı evde, ayrı dünyaların ve acıların sahibiydik ve birbirimizi tamamlamıştık.
O gün sevdiğim adamın kollarındayken çalan telefon mutluluğumun üzerine siyah bir tül gibi düşmüş, güzel olan her şeyi paramparça etmişti. Şofben zehirlenmesi... Levent gideceği hastaneyi bildirdiğinde olabilecek en hızlı şekilde hazırlanıp araca yerleştik. Güney büyük bir dikkatle aracını sürerken benim gözyaşlarım çoktan sel olup akmaya başlamıştı. İçimden bir ses bunun bir kaza olmadığını ve Melis'in hayatının nasırlı kötü insanlar tarafından saldırıya uğradığını söylüyordu. Buna sebep olduğumu düşünmek kalbimin üzerine bindirilen kantarlar dolusu yükten bile daha ağırdı. Ne yazık ki hislerimde kolay kolay yanılmazdım. Birileri peşine düştüğümüzü anlamış ve bana gözdağı vermek için en yakın arkadaşımı harcamaktan çekinmemişti. Onların hayatında olduğum sürece her daim benim yüzümden zarar göreceklerdi.
Güney kornaya asılıp hastane güzergahında ilerlerken daha fazla hıçkırıklarıma engel olamadım. Sabahın ilk ılıkları şehri aydınlatmaya başlamıştı. Güneş kızıllığını ki ilk buketler halinde dünyaya sunarken hayatımın kaosundan güzelliklerin farkına bile varamamıştım. Güney beni fark ettiğinde torpido gözündeki kağıt mendili uzattı. "Sakin ol!! Ona hiçbir şey olmayacak. Gerçekten bir kaza meydana gelmiş olabilir. Bunu ancak gittiğimizde öğrenebiliriz." Başıma onaylar gibi sallayıp önümdeki trafik lambalarına odaklanmaya çalıştım. Bir şeylerle meşgul olmalı, düşüncelerden zihnimi kurtarmalıydım. Güney defalarca Levent'i arasa da ulaşamamıştı. Muhtemelen Melis'le ilgileniyor bize cevap verecek zamanı bulamıyordu.
Güney sarsarak arabayı durdurduğunda hafifçe öne doğru irkildim. Aracı düzgün park edip etmediğiyle bile ilgilenmemiş bizimle aynı anda orada olan Levent'in siyah sade arabasına odaklanmıştı. Bakışları 'sedye getirin!' diye bağıran Levent'i buldu. Rüyada gibiydim. Koşuşturan asistan doktorlar, hastanenin girişinde yazan yazı, nemli asfaltta dönüp duran tok ayakkabı sesleri ve en yakın dostumun solgun zavallı yüzü... Hepsi hayali bir sinema gibi gözlerimin önünde kaçışıp duruyordu. Güney'in elimi tutup beni onlara yönlendirmesiyle biraz olsun kendime gelebildim ve dudaklarım o yıkıcı isimle hemhal oldu. Melis...
Levent Melis'i sedyeye yerleştirmelerine yardım ederken çoktan yanlarına ulaşmış sel olup akan gözyaşlarıma en yakın dostumun ismi eşlik etmişti. " Melis buradayız. Yanındayız lütfen dayan!" Güney elimi sımsıkı tutup yanımda olduğunu hissetmemi sağladı. Asistan doktorlar sedye ile Melis'i uzaklaştırırken ellerim onun tombul avuçlarında ıssız bir çiçek gibi sulanıp canlanacağı anı bekliyordu. Hissettiğini biliyordum. Elleri kırağı tutan hassas bir bulut gibi soğuk ve nemliydi. Dudakları belli belirsiz aralandı ve küçük bir inleme eşliğinde birkaç kelimenin kulaklarıma değemeden benden uzaklaştığını fark ettim.
"Melis buradayım yanında! İyi olacaksın!" Dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldığında beni duyduğunu anlamıştım. Ben gözyaşlarıyla ardından bakarken Güney çoktan ağlamaktan kızaran yüzünü avuçlarının arasına alıp göğsüne bastırmıştı. Burnumun kırmızılıktan çıkıp morardığına yemin edebilirdim. Her ağladığımda en büyük darbeyi ondan yiyordum. Sürekli aktığı yetmezmiş gibi bir de kıpkırmızı kesilirdi.
"Güçlü olmak zorundasın. Onun bize ihtiyacı var." Başım dönüyordu. Olacağını düşünmek yaşayacağım acılar karşısında gücümü tüketen gardımı indiren keskin bir kılıç gibiydi. Yaşayacağım vicdan azabına hazır değildim. Bakışlarım güçsüzce duvarın dibini mesken tutan Levent'in üzerinde dolaştı. Onun ilgili bakışlarını operasyon gecesinde fark etmiştim. Beni tanımıyordu ve buna rağmen Melis'in hatırı için büyük bir tehlikeye atılmaktan çekinmemişti. Tombul güvercin gözlerine her baktığında kızardığını avuçlarının titrediğini fark edebiliyordum. Birileri gizli saklı arkadaşlık hissesi altında Melis'e derin hisler besliyordu anlaşılan. Melis için aynı şeyleri söylemek zordu fakat Levent'e ne kadar değer verdiğinin farkındaydım. Zamanın ne göstereceğini bilemesem de ben Levent'i enişteliğe çoktan kabul etmiştim.
Güney sandalyede umutsuzca haber bekleyen Levent'e yaklaşıp onu teselli etmeye çalıştı. Kısa sürede yakın dost olmuşlardı. O operasyon gecesinden sonra Levent de takıma alınmış bizden biri olmuştu. Uykusuz gözlerine baktığımda içinden geçen binbir türlü kederi fark etmiştim. Onun için en az benim kadar endişe duyuyordu. Gözyaşlarının arasında zayıf bir ses tonuyla konuşmaya başladığında olanları öğrenmek için ruhumda yanan o ateşi zapt etmekte güçlük çekiyordum.
"Öğrendiğim bilgileri onunla paylaşmak için sabaha kadar sabredemeyip gece aradım. Defalarca telefon çaldığı halde bana cevap vermedi. Tedirgin oldum. O benim hiçbir aramamı yanıtsız bırakmaz olabilecek en kısa zamanda en azından mesaj atarak karşılık verirdi. Daha fazla içimi kıvrandıran korkuya dayanamadım ve soluğu evinde aldım. Kapıyı güç bela açabildim. Banyoda bornozuyla yere serilmiş ölü gibi yatıyordu." Ağlamamak için ne kadar direndiğini görebiliyordum. Sanırım o da gözyaşlarının görülmesinden rahatsızlık duyuyordu.
Hava aydınlanmaya, gökyüzü gecenin siyahında sabahın nuruna erişmeye başladı. Dışarıdan müthiş bir sis gökyüzünden ellerini uzatmış, bulanık olan zihnimi daha da kasvete gömmüştü. Yağmur yeniden başladı. Pencereden gelen o nefis koku ve kulaklarımı dolduran şıpırtı köze dönen yüreğimi serin bir lavanta kokusuyla doldurdu.
"Ne işi var burada?" Güney'in sorusu ruhumu yeniden hastane koridorunun kasvetli zeminine ulaştırdı. Harun Bey her zamanki bakımlı haliyle telaşlı bir şekilde bize doğru yürüyordu.
"Melis'in en çok aradığı numaralardaydı. Bir akrabası olduğunu düşünüp haber vermek istedim." Duyduklarım şok etkisi yaratmıştı. Harun Bey ve Melis çok yakın sayılmazdı. Aralarında bir akrabalık olduğunu söylemek de güçtü. Neden Melis Harun Bey'le bu kadar görüşme ihtiyacı hissetmişti ki? Bunun mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Düşen yüzüm Güney'in kabaran öfke damarlarıyla daha da belirginleşmişti. Amcasıyla arasının bozulduğunu biliyordum ve sanırım bunun sebebi de bendim. O bornoz faciasından sonra ipler kopmuş, sinirler epey gerilmişti.
Harun Bey bir adım yakınıma kadar gelip yüzündeki hüzünlü ve karamsar ifadeyle "Geçmiş olsun. Durumunda bir gelişme var mı?" diye sordu.
"Hoş geldiniz. Bekliyoruz. Henüz doktordan haber gelmedi." Güney Harun Bey teselli maksadıyla elimi tutmak istediğinde beni omuzlarımdan yakalayıp yanına doğru çekti. Yine şu sevgili masalını oynadığını anlamıştım. Harun Bey'in bana olan yakınlığından hoşlanmıyordu. Bedenlerimiz birbirine değecek kadar yakınlaşmıştık. Bu pozisyonda nefes almak bile benim için lüks halini almıştı. Harun Bey'in yüz ifadesinden Güney'e kırgın ve kızgın olduğunu anlayabiliyordum. Harun Bey'e olanları kısaca özet geçtiğimde yüzündeki hüzün büyüdü. Nihayet doktordan bizi mutlu edecek o haberleri alabilmiştik. Hayati tehlikeyi atlatmıştı ve bunun Levent'in sağ duyusu sayesinde olduğunu biliyordum.
Levent yüzünde belirgin bir şekilde açan o huzur dolu ifadeyle Melis'i görmek istemiş ve ne yazıkki doktor bir süre daha beklemesi gerektiğini söylemişti. Artık Levent'i hastanede tutmak pek mümkün olamayacaktı. O da benim gibi bu işin arkasında birilerinin olduğunu düşünüyordu. Yiğit'i kaçıranların temiz bir ölüm için kolları sıvadığı tahmin edilebilir bir gerçekti. Benim düşüncelerimi paylaşan Güney ve Levent Melis'in evine iz bulmak için gittiğinde Harun Bey'le baş başa kalmıştık. Yüzüm utançtan kıpkırmızı kesiliyordu. Bana kötü sözler yakıştırmasından endişe duyuyordum. Çocukluğumdan bu yana annemin utancını yaşadığım için bu davranışlara karşı idmanlı sayılırdım aslında. Ben zaten kimsenin yanında ak pak olamamıştım. Eksik ya da fazla fark etmezdi. Fakat Harun Bey'e olan güven duygum ve yakınlığım duyarsızlığımı bir şekilde yok ediyordu.
"Solgun görünüyorsun. Sanırım kantine inip bir şeyler yesek ikimiz için de iyi olacak." Teklifini kabul etmemek için hiçbir sebep göremiyordum. Gülümseyip ayaklandığımda mesajı almıştı. Asansör kısa sürede bizi en alt kata indirmişti. Kahverengi ahşap masalardan birine geçip oturdum. Elindeki karışık patates kızartmasıyla ve tostlarla resmen guruldayan mideme büyük bir mutluluk bahşetmişti. Bana uzattığı çaya dolu dolu üç kaşık şekeri bocaladığında kaşları havalandı. Bu kadar şekerli çay içmemi tuhaf karşılamış olmalıydı ve evet tuhaftı. Neyse ki çok çay içen biri değildim.
" Patates kızartmasını seversin diye düşündüm. Ne seveceğini bilemediğimden karışık bir şeyler almak istedim."
Bir çatal dolusu patatesi ağzıma tıkıştırırken "Bundan daha iyi bir tercih düşünemiyorum."dedim. "Kızartmaya bayılıyorum. Ve tostta da... Daha şimdiden gözlerimin önündeki siyah perde kalktı. Açlık bana hiç iyi gelmiyor." Sadece üst ön dişlerini gösteren küçük bir kıkırdamanın ardından çatalını ganimete daldırdı. Ben çoktan hapır hupur tabağındakileri silip süpürmeye başlamıştım." Çocukken annem de böyle nefis kızartmalar yapardı. Babam fırından taze pide ekmeklerini getirdiğinde karnım küp gibi şişene kadar yerdim. Sonra da babamla birlikte bisiklet sürmeye giderdik. O yürürken bir adım yakınında bütün caddeleri ilmek ilmek dolaşırdım. Kollarımı iki yana açıp çocuk şarkıları söyler ve o güzel günün tadını çıkarırdım."
Sözlerim Harun Bey'in gülümseyen yüzüne küçük bir hüzün gölgesi düşürdü. Kaçan rengi dikkatime değmeyecek gibi değildi. "Babanı çok seviyorsun galiba.Ondan bahsettiğinde gözlerinin içi gülüyor." Hafif dolan gözlerimi gizlemeye çalışarak kocaman gülümsedim. "Evet çok seviyorum." Boynumdaki kolyeyi çıkarıp ona uzattım. Küçük bir duraksamanın ardından içini açıp titrek dudaklarındaki gülümsemeyi esirgemeden bakışlarını küçük resimlerin üzerinde gezdirdi.
"Birbirinize pek benzemiyorsunuz. Babanızın gözlerinin kahverengi olmasına şaşırdım. Sizinkiler badem şeklinde ve küçük, onunkiler ise kahverengi ve iri. Sanırım annenize benziyorsunuz." Harun Bey'in sözleri yüzümde belirgin bir düşüşe sebep oldu. Babama benzemiyordum. Anneme benzediğimi ise kimse söyleyemezdi. Ama Harun Bey neden bu konuyu tam da şu anda gündeme getirmişti bilemiyordum. Ama sebepsizce canım sıkılmıştı. Ben babama benzemeyi isterdim. Yüzüme her aynaya baktığımda onun simasının izlerini görmek, hayatımın en güzel günlerini yüzümün her santiminde seyretmek karanlığın içindeki cılız bir mum ışığı gibiydi. Bana güç veriyordu.
Duraksayışım daha fazla göze batmadan "Ben pek kimseye benzemem." dedim elimdeki çayı alel acele ağzıma yaklaştırırken. Hızlı içmiştim ve dilim yanmıştı. Ama bunu ona belli ederek kendimi şapşal göstermek gibi bir derdim yoktu. Yangı yüzünden hafif sulanan gözlerimi peçeteyle silip konuyu değiştirmek istedim. Harun Bey benim için değerliydi ve Güneyse söylediğim yalanları ona da sıralamak istemiyordum. "Genlerin azizliğine uğramış olmalıyım anneme de pek benzemem." Birkaç patates kızartmasını ağzıma tıkıştırıp bakışlarımı kaçırdım. "Çok lezzetli." Bunu sadece konu değişsin diye söylemiştim. "Evet bence de." Dediğinde konu değiştiği için bir bando mızıka çalmadığım kalmıştı.
"Eşim Sare Hanım da kızartmayı çok sever. Hamileyken en çok karışık kızartma aşermişti. Gece gece ona kendi ellerimle pek çok kez kızartma yapmıştım."
"İlginç! Genellikle kızartma aşermezler ama..."
"Eşimin aşermediği bir şey kalmamıştı. İstanbul kazan biz kepçe o yemişleri bulmak için epey çırpındık." Harun Bey'i sokak sokak bir şeyler ararken hayal edince gülümsedim. "Ben en büyük sıkıntıları hamileyken yaşayacağımızı sanırdım. Meğer bu sadece başlangıçmış. Felaketten önceki ilk sahne..." Dudaklarını kıyamet sonrası gezgini gibi hafif,e dişiyle çekiştirdi. "Bebek doğduktan sonra evi büyük bir curcuna almıştı. Emeklemeye başladığında onu tutabilen yoktu. Yürüdüğünde, koştuğunda biz iki ihtiyar peşine düşmekte epey zorlandık. Baba olmak da geçmiş bizden. Zamanındaymış bu güzellikler." Duyduklarımla birlikte gözlerim kocaman açıldı.
"Yoksa yeni mi oldu?" Harun Bey başını salladı. "Hiç sormayın Efsun Hanım. Sare Hanım'dan bir çocuk sahibi olamayacağımı anlamıştım. Onlarca tedaviden sonra babalığa dair bir umudum kalmamıştı. Sonra bir gün mide bulantıları başladı. Kusmalar, şişen ayaklar, baş dönmeleri, aşermeler... Ultrasonda oğlumu ilk gördüğümde neredeyse heyecandan kalbim durma noktasına gelmişti. Bu harika bir duyguydu. Kalp atışları öyle hızlıydı ki! Neredeyse annesinin karnında maraton koştuğunu düşünecektim."
Kıkırdadım. Elbette elimin kolumun bardağa çarpıp çayı devirmesi sonucu kahvaltımız bayağı bir dağılmıştı ama neyse ki gülmekten daha fazla bir tepki vermemişti. "Ben de gençken bayağı sakardım. Kaç tane dosya benim kahve dökmelerim yüzünden dağıldı bilemezsin. Babam elimde kahveyle dolaşırken bana yaklaşmazdı bile. Şimdi de Doruk... Oğlum... Evde kırıp dökmediği hiçbir şey kalmadı. Annesi doğum yaptıktan sonra evde her şeyi monte ettik sanırım."
Onun heyecanlarını düşündüğümde aklıma Yiğit'i doğurduğum o gün geldi. Ani bir doğum olmuştu. Hapishane koğuşunda bir anda sancı tutmuş ve ayaktayken daha ne olduğunu bile anlamadan bacaklarımın arasından gelen su ile neye uğradığımı şaşırmıştım. İlk hamileliğim ve ilk doğumumdu. Hastaneye gitmek istemiştik fakat doğum o kadar ani ve hızlı gelişmişti ki buna vaktimiz bile kalmamıştı. Büyük bir acıydı yaşadığım ama onu kollarıma aldığımda hepsi geçmişti. Yaşadığım tüm kötü şeyler bir anda silinip gitmişti. Anneliğin ne demek olduğunu onunla öğrenmiştim. Ona sımsıkı tutunup o pisliğin bende bıraktığı yaraları iyileştirmiştim.
"Şimdi kaç yaşında?" dedim çayımdan buruk bir yudum alırken. "Beş..." Yiğitle aynı yaştaydı. Benim çabuk kaybettiğim o ebeveyn olma duygusunu Harun Bey doya doya yaşamıştı. Bakışlarımı hüznümü kursağıma iterek kaldırdığımda onun da benzer bir acıyla dağlanıp kanadığını fark etmiştim. Yoksa bebeğe bir şey mi olmuştu? O an bileğimi kavrayan bir el sormak istediğim tüm soruları sürgüne gönderdi.
"Güney!"
"Melis uyanmış, durumu da gayet iyiymiş. Yanına gidelim sevgilim..." Sözlerini kararlı bir şekilde Harun Bey'in yüzüne bakarak söylemiş ve sonundaki "sevgilim" kelimesini özellikle vurgulamıştı. Harun Bey'le aralarındaki gerilimi fark etmiştim fakat bunu bir türlü Güney'e soramamıştım. Karanlık bakışları Harun Bey'i pare pare tutuşturmuştu. Bu durumun Harun Bey için de Güney'den farklı olmadığını anlamıştım. Melis'in durumunun iyi olması aralarındaki gerilimi unutmama sebep oldu. Onu görmek istiyordum.
"Bir şeyler yemeyi teklif eden bendim." Güney ellerimi avuçlarının arasına hapsedip gözlerime baktı. "Eğer burada kalmak istiyorsa benim hiç sorun değil. Melis'i görmek isteyeceğini düşünmüştüm." Sözlerinde yanlış bir şey yoktu fakat bakışları öyle korkunçtu ki o bakışların odağındaki Harun Bey için endişelenmeye başlamıştım. Güney beni ondan kıskanıyor olamazdı değil mi? Bu düşüncelerden kurtulup dikkatimin yöneldiği tek konuya odaklandım.
"Melis'i görmek istiyorum." Harun Bey'e yardım ister gibi bakıp "Neden bize eşlik etmiyorsunuz?"dedim. Nezaketen gözlerini onaylar gibi kırpıp ardımızdan geldi. Kahvaltımızı tamamladığımız için biraz daha güç depolamış olarak asansöre yöneldik. Ne Güney'in ne de Harun Bey'in ağzını bıçak açmıyordu. Ben gerginliğimin oklarını kıran o pembe mutluluk bulutuna odaklanıp olanları ve olabilecekleri düşünmemeye çalıştım. Sonunda üçüncü kata çıkmıştım. Melis'in odasına doğru hızlı adımlarla ulaştım. Arkamdan gelip gelmediklerini bile bilmiyordum ama bunu umursayacak durumda değildim. Dar koridoru etrafımda dönüp duran hemşireler ve hasta bakıcılara aldırmadan geçtim. Melis'e ulaşmak için fazlasıyla sabırsızdım. Kapıyı çalma gereksinimi bile hissetmeden açtım. Keşke açmasaydım! Tombul güvercinin Levent'e sarıldığını, birbirlerine kördüğüm olduklarını nereden bilebilirdim?
Kapının açılma sesi bu harika ortamı bozmuştu. Onları öyle görünce gözlerim kocaman açıldı. Ölümsüz shipim sonunda yerini bulmuştu. Levent'le ne kadar tatlı durduklarını söylemeye bile gerek görmüyordum. Benim görünce gereksiz bir utangaçlıkla ayrıldılar. "Güvercinim."dedim ona doğru atılırken. Bana sımsıkı sarıldı. Bu kadar kısa sürede iyi olması beni çok mutlu etmişti. Onu kaybedeceğimi düşündüğümde neredeyse aklım başımdan gidecekti.
"Bizi ne çok korkuttun bir bilsen. Aklım başımdan gitti."
"Başım döndü düşüp kalmışım işte! Zehirlendiğimi anlayamadım bile." Elini tutup Levent'te hınzır bir bakış attı. "Sağolsun Levent yine Hızır gibi yetişmiş. Aklı fikri hep sende maşallah!" Levent dişlerini dudaklarına geçirip mahcup bir şekilde başını eğdi. Ölümcül utangaçlığını tebessümü gizleyememişti. "Efsuuuun! Yine yaramazlığın üzerinde." Melis bu ikiliyi bir araya getirmeme engel olamazdı. Kader bu ikisi için ağlarını çoktan örmüştü. Örmediyse de ben tutkal gibi onları bir araya getirmekten çekinmezdim. Hi hi!
"Yüreğim hâlâ ağzımın içinde atıyor. Ne kabus gibi bir geceydi." Levent Melis'in yatağının yanına siyah deri sandalyeyi çekip sıkılganlıkla kısa sakallarını sıvazladı. Melis ve ben gelecek sözleri anlamış pürdikkat onu bekliyorduk. "Dün Melis'in dairesine gittik. Güney de benim gibi işin içinde birilerinin olduğunu düşünüyordu." Başını titretir gibi sallarken dudakları sıkılganlıkla cık tarzında bir ses çıkardı. "Kamera kayıtlarını inceledik. Biri sen yokken kilidi açıp dairene giriyor. Yüzünde siyah bir maske var. Kameranın farkında ve özellikle yakalanmayı seçmiş. Yangın merdiveninden çıkmak yerine kendini gösterip göz dağı veriyor. Anlayacağınız şofben kasıtlı olarak bozulmuş. Seni şofben kullanmak zorunda bırakan da aynı şahıs."
Aklıma gelen yine başıma gelmişti. Ben hayatına girdiğim her insan için bir belaydım. Bana dokunan kül olmaktan kurtulamıyordu. Sanki yalnız kalmak zorundaydım. Alın yazım birileriyle mutlu olmama izin vermiyordu. İçime bir ateş düştü. Ya Güney de benim ateşimden nasibine düşeni alırsa? Ya o Melis kadar şanslı olmazsa. Onun kaybına nasıl dayanabilirdim?
"Bir şeylerin ters gittiğini hissetmiştim." Parlak ojelerimi avuç içlerime saplayıp dişlerimi birbirine çiviledim. Ciğerlerime yapışan zakkum her soluk alışverişimde kanatarak yerinden oynuyordu. "Bana yardım ettiğin için oldu. Senin Harzem'i soruşturmak için Gönül wip'e gittiğini öğrenmiş olmalılar. Öldürmek istediler. Bize göz dağı verme derdindeler. Ya daha fazlası olursa. O zaman ne olacak?"
"Kendini suçlamayı bırak!"dedi Melis. "Olacağı varmış. Yiğit'ten vazgeçmemiz için yapıyorlar. Sırf gözümüzü korkuttular diye beyaz bayrak sallayacak değiliz." Keşke onun kadar iyimser olabilseydim. Bunun devamının geleceğini iyi biliyordum. Levent gömleğinin kollarını sıvayıp boşluğa dalgın dalgın baktı. "Güney ve Kıvanç kamera kayıtlarından adamın peşine düştü. Zişan ve Harzem'in ensesine çökmek için kolları sıvadılar."
Güney'in adını duyar duymaz kalbimin üzerine çöreklenen sancı yine kıvranmaya sebep oldu. Neden bu işin peşini bırakmamakta direniyordu? Annemi babamı kaybetmiştim ben. Bana aile olduğunu söyleyen herkes ihanet etmişti. Oğlumu benden almışlardı. Şimdi sıra Güney'de miydi? Daha fazlasına dayanamazdım.
"Kendisini tehlikeye atıyor. Melis'e yapılanları gördüğü halde neden bu işe girmekte bu kadar heveskar?" Levent telaşımı yersiz bulmuş gibi sitemkâr baktı. "Yaptıklarını yanlarına bırakmayız. Seni oğlundan ayırmaya hakları yok. Bir bedel ödenecekse bundan kaçışımız olamaz. Gerçekler onlara rağmen ortaya çıkmak zorunda."
"Benim mutluluğumun bedeli bir başkasının hayatına mâl olmamalı. Bunun vicdan azabını taşıyamam."
"Hiçbir şeyi..." Levent sözünü tamamlayamadan tıklayan kapının sesiyle allak bullak oldu. "Merhaba! Rahatsız etmiyorum umarım." Gözlerime inanamıyordum. Bu Güney'in kuzeni Engin'di. Her zamanki gibi şık giyimi ve havalı duruşunu elindeki orkidelerle tamamlıyordu. Melis bakışlarını kaçırıp gülümsemeye çalıştı, Levent ise bu sürpriz ziyaretten hiç hoşlanmamıştı. Yüzü Levent bize her yaklaştığında biraz daha cansızlaşıyor, adeta rengini kaybediyordu. Gözleri ıssız külden bir ağaç gibi Melis'in yüzünü taradı. Engin'le yüz yüze gelmesinden hoşlanmamıştı.
"Hoş geldin!"dedi Melis doğrulmaya çalışırken. "Gel lütfen! Seni burada görmeyi beklemiyordum." Engin elindeki çiçek demetini hasta yatağında kızaran Melis'e uzattı. Levent omuzlarını gergince bırakırken ilk defa Engin'i gördüğüm için kendimi kötü hissettim. Romantizm Engin'in gelişiyle vakitsiz açan güz çiçekleri gibi solup bitmişti. Melis çiçekleri koklayıp bana uzattı ve ortamdaki gerginliği görmezden gelmeye çalışarak onları vazoya yerleştirirdim. Havadan sudan sohbetler etmiş, Melis'in ne kadar güçlü bir kız olduğundan bahis açıp durmuştuk. Levent suskundu. Muhtemelen o da benim gibi Melis'in Engin'e duyguları olduğunu düşünüyor, kendisini bu tabloda gereksiz bir ayrıntı gibi değersiz hissediyordu
Melis, "Sen nersin!"dediğinde gözlerim ortamdaki sohbeti zerre kadar önemsemeyen Levent'e takıldı. Aynı ortamda farklı bir rüyanın adamı olmuştu. Konuştuklarımız kulaklarına ilişmeden dalga dalga yayılıyordu. Yüzüne çöken hüznün yersiz olduğunu düşünüyordum. Ben Melis'i tanıyordum. Bu kadar kısa zamanda Engin'e gönül vermezdi. Hem böyle bir yakınlık olsa hisseder, bulduğum ilk fırsatta da Melis'in yakasına yapışıp onu soru yağmuruna tutardım. Bizim birbirimizden gizlimiz saklımız yoktu.
Engin'in Melis'i neşelendirmek için yaptığı şakalar odadaki samimiyetin dozajını arttırdı. Her şeye gülmek için bahane bulan ben ilk defa susmuş, tepkisizce ve çatık kaşlarla bostan korkuluğu gibi dikilip kalmıştım. Levent odada fazlalık olduğunu düşündüğünden midir bilinmez hiç ummadığım bir anda matruşka gibi ayağa dikilip hiçbir şey sözleşmeden kapıya yöneldi. Tokmağı kavradığında "Nereye gidiyorsun?"diye ardından seslendim. Melis ve Engin de aynı noktada Levent'in içinde kopanları görmeden donuk bakışlar atıyordu.
"Levent!" Sus tombul güvercin! Resmen çuvallar dolusu inciri rezil kepaze ettin! Amacını bilemem ama benden okkalı bir papara yiyeceğinden emin olabilirsin! "Ben gitsem iyi olacak!"dedi Levent yüzünü bile dönmeden bozuk bir sesle! "Dur lütfen! Seninle konuşmak istediğim..." Melis'in sözü Levent'in odadan çıkıp kapıyı çarpmasıyla son buldu. Melis'in dolan gözleri benim cık cık seslerimle usulca kapandı. "Bu iyi olmadı!"dedim ilişkinin içine bir bomba gibi düşen Engin'i didiklerken. Sensörlü lamba gibi kime niye yandığı belli değildi. Geçen aynı yakınlığı bana gösterirken bu gün Melis'in kırk yıllık eks aşkı gibi gövde gösterisi yapıyordu. Bu çocuğun amacını anlamak imkansızdı.
Melis kolundaki serumun hortumunu sertçe çıkarıp üzerindeki hastane kıyafetlerine aldırmadan kendini odanın dışına attı. Elbette ben de peşinden koridora koşturmakta gecikmemiş, en yakın dostumu ilk kalp ağrısında yalnız bırakmamıştım.
"Melis!" Beni duymamıştı. Birkaç hasta bakıcıya çarpıp bizi Levent'e götürecek koridorlarda tımarhane kaçkını gibi dolaşıp durduk. "Ah!" Durduğunu son dakika fark ettiğim Melis'e sırtından sertçe çarptım. Gözlerim nemli gözlerinin ateşlendiği yere düştüğünde boğazımdaki tükürüp bile kuruyup kalmıştı. "Levent!" Karşımızda iki polis memuru öylece kaskatı dikilmiş, Levent'e cüzdanlarındaki polis kimliklerini gösteriyordu.
"Levent Akdağ! Görevinizi kötüye kullanmak ve rüşvet almak suçlarından tutuklusunuz. Bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor. Avukatınız gelene kadar susma hakkınızı kullanabilirsiniz." Levent başını iki yana sallarken Melis'in hıçkırıklara boğulduğunu fark ettim. "Hayır, hayır!" Sayıklıyordu. Levent, "Bu yalan! Böyle bir şey olmadı!"dediğinde memurlardan sarışın, uzun boylu olan yanındakinin işaretiyle beline sabitlediği demir bileklerini çıkardı ve reddedişlerimizi umursamadan Levent'in güçlü, iri bileklerine geçirdi.
"Buna yargıç karar verir!" Levent direnmeden sessizliğini koruyarak bileklerinde şıngırdayan metalin sesine teslim oldu. Adımları asansöre döndüğünde Melis gözyaşları içinde sırtıyla bakışmayı sürdürüyordu. Hüzünlü gözlerle onu kolundan yakalayıp teselli etmek istedim. "Hata yapıyorsunuz lütfen!"dememe kalmadan Melis ellerimden kurtulup koridordaki tok adımların peşine düştü. "Hayır hayır durun! Yapmayın ne olur!" Beklediğimden daha hızlı ve çevik bir hamleyle yıkık dökük yürümeye çalışan Levent'in önüne geçti. Elleri titrek ama korkusuzca Levent'in kısa sakallarında dolaştı. Kendisinden köşe bucak kaçan ela gözlerini koyu gözlerine çivileyip "Sen asla böyle bir şey yapmazsın!"diye sayıkladı. Gözyaşları saçlarını yanaklarına yapıştırmış, dudakları ise çorak topraklar gibi çatlak çatlak olmuştu.
"Lütfen kendini savunacak bir şeyler söyle!" Levent küskünce kendisini yönlendirmeye çalışan memurlara eşlik edince Melis aynı kararlılıkla önüne atıldı. Elleri Levent'in yakalarına yapıştığında vakitsiz gelişen olayların tanığı olmanın sıkıntısını yaşadım. "Kendini savunmak zorundasın! Birileri bizi acıtmaya çalışıyor." Levent omzunu geriye çekip Melis'in ellerinin teninde süzülmesini sağladı. Melis ise ardından yalınayak koşmaya devam etti. Asansörün gelmeyeceğini anlayan memurlar merdivenleri çoktan birer ikişer inmeye başlamıştı. Dışarı çıktıklarında bizi karşılayan sert yağmur Melis'in ayaklarının çamura bulanmasına sebep olmuştu.
Ben onu tutmaya çalışırken polis aracına elleriyle vurup Levent'e sesini duyurmaya çalıştı. Gözyaşları gözyaşlarım olmuştu. Onunla gülüp onunla ağlamıştım ve şimdi acılarını yüreğimin en derinlerinde hissedebiliyordum. "Leveeeent!" diye uzaklaşan aracın ardından bir süre daha gözyaşı döktü. Ona sarılıp ıslanan bedenini göğsüme bastırdım. Üşümüştü fakat bunun farkında olduğunu bile zannetmiyordum. Saçlarını okşayıp, "Sakin ol Melis!"diye sayıkladım. "Güney'i arayıp soralım. Mutlaka bir açıklaması olmalı."
Melis gözyaşlarını silip toparlanmaya çalışırken Güney'in yokluğunu yeni fark ediyordum. Kantinde Harun Bey'le arkamdan geliyorlardı ama ne sebeptendir bilinmez vazgeçip bizden uzaklaşmayı tercih etmişlerdi. Elimde telefon defalarca Güney'i aramış ve olumlu tek bir dönüş alamamıştım. İçime düşen kurt yine iş başındaydı. Beni yalnız bırakıp Harun Bey'le nereye gitmiş olabilirdi? Hem de Melis desteğimize bu kadar muhtaçken!
💫💫💫
Güney hastanenin arkasındaki sokakta bulunan çay bahçesinde keskin gözleriyle Harun Bey'i lime lime ediyordu. İçindeki kıskançlık ateşi her geçen dakika şeytanın daha çok vesvese vermesine sebep oluyor, karşısında artık amcasını değil, azılı rakibini, düşmanını görüyordu. Cevapsız kalan bakışlarını önündeki soğuk çaya çevirdi. Yaklaşık 30 dakikadır burada olmalarına rağmen ne Harun Bey dönüp bir çift laf etmişti ne de Güney sormak istediği soruları aralarındaki bağa rağmen cesaret edip sıralayabilmişti. Çay kaşığını bardağın kenarına sürüp bakışlarını ve düşüncelerini oyaladı. Bu gün bazı şeylerin ortaya dökülmesi gerektiğini biliyordu ve amcasından gerekli cevapları alarak buradan gidecekti. İşin sonunda onu tamamen kaybetme fikri olsa da genç adam geri adım atmayı düşünmüyordu.
"Seni bekliyorum. Ne zaman konuşacaksın?" Harun Bey elindeki bardağı bırakıp arkasına yaslandı. "Ne öğrenmek istiyorsun?"
"Efsun'u neden bu kadar önemsediğini bilmek istiyorum. Ondan ne umuyorsun? Neden aramızda geçen o konuşmalara rağmen onunla ilgilenmekten vazgeçmedin? Bana bu soruların cevabını vermek zorundasın!" Harun Bey'in sessizliği uzadığında Güney'in sabrı da taşmak için yer aramıştı. "Onunla gönül meselen olduğunu zannetmiyorum." Harun Bey'in kaşları kalkıp alnını dilim dilim kırıştırdığında Güney ciğerlerindeki nefesi sesli bir şekilde boşalttı. Efsun'un üzerinde bir hakkı olup olmadığından emin değildi ama bu tuhaf ilişkiye bir açıklık getirmesi gerektiğinde son derece emindi.
"Evet tuhaf gelecek belki ama artık ona başka türlü yaklaştığını düşünmüyorum."
"Bu kanaate nerden vardığını merak ettim."dedi Harun Bey yüzündeki sinsi tebessümle. Yeğeniyle oynamak hoşuna gidiyordu. Güney, "Bakışlarından..." dediğinde dudaklarını düz bir çizgi haline getiren tebessümü büyüdü. "Ona benim gibi bakmıyorsun amca! Başka türlü bir yakınlık bu!"
"Sen nasıl bakıyorsun?"dedi Harun bey gözlerimdeki sevimli pırıltıları gizlemeden. Güney'in ağzındaki baklayı çıkarmasını ve açık olmasını istiyordu. İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın duygularından kaçamazdı. Güney'in de hislerine direnemediğini ayan beyan görüyordu. "Cevap vermedin. Benden farklı nasıl bir duygun var Efsun Hanım'a? Nasıl bir bakışmış bu merak ettim doğrusu!"
"Aşık gibi..." dedi Güney hislerini açık etmenin verdiği küçük bir mahcubiyetle. Harun Bey beklediği yanıtı duymanın memnuniyetini iliklerine kadar yaşadı. "Belli oluyor. Adını duyduğunda bile bakışların, davranışların değişiyor. Sen kariyerinden başka bir şey düşünmezdin."
"Biliyorum. Ona olan hislerim bende pek çok şeyi değiştirdi. Henüz Efsun'la açık açık konuşamadım ama bir gün ona dair olan düşlerimi öğrenecek."
"Ya istemezse!"Amcasının öne sürdüğü ihtimal kaşlarının çatılmasına sebep oldu. "O zaman çekip gideceğim. Duygularımın altında eziliyorum. Basit bir arkadaşlıkla yetinemeyeceğimi biliyorum. Efsun'la aynı şehirde, aynı ülkede varlığımı devam ettiremem. Bir gün bana gelebileceği beklentisiyle yaşayamam. Kendi yaramı dağlar çekip giderim." Güney'in netliği Harun Bey'i mutlu etmişti. Kararlı insanları severdi ve Güney sevdiği kadını mutlu edebilecek özel bir adamdı.
"Şimdi sorularıma yanıt verecek misin?" Harun Bey elindeki oymalı çakmağı masanın üzerinde evirip çevirdi. Bu derin hikayeyi daha fazla içinde saklamak istemiyordu. "Madem öğrenmek istiyorsun sırrımı kimseye söylememen kaydıyla sana açacağım. Yıllar önce hayatıma bir kadın girdi. Onu ilk gördüğümde hislerime kör kütük tutsak olacağımı anlamıştım. Babam hayırsever bir adamdı. Bir gezi sırasında köyde ihtiyar ninesiyle yaşayan bir kıza rastlamış. Perişan bir halde yaşıyorlarmış. Kadın hastalanınca onu doktora götürüp iyileştirmek istemiş ama gecikmiş müdahale kadının ölümünü engelleyememiş. Nine ölüp de kız yalnız kalınca da hayrına alıp evimize getirdi. O zamanlar baban 18 ben ise 16 yaşındaydım. Malikanede bize kardeş olsun diye getirilmişti Nergis. Ama asla kardeşim olamadı. Aynı evde sürekli yüz yüzeydik. Çok güzel bir kızdı. Benden farklı konuşuyor, sohbet ettiğimizde hiç görmediğim güzellikleri yanı başıma getiriyordu. Diğerleri gibi değildi. Saftı... Başka türlü hissetmek için çabalasam da kısa sürede birbirimize aşık olduk. Yanındayken dünya duruyordu. Hiç hissetmediğim özel duygular her yanımı sarmış ve kıskıvrak Nergis'e tutsak etmişti. Onunla evlenmek istiyordum."
Harun Bey'in gözleri hüzünle hemhal olduğunda Güney bu işin hayra çıkmayacağını anlamış gibi Harun Bey'in yüzündeki ölümcül pişmanlığı izledi. Hikayenin sonunun nereye bağlanacağını bilemiyordu.
"Aradan yıllar geçti. Bu aşk ikimiz içinde de gün geçtikçe serpilip hayat buldu. Birlikte olduk. O evde gizli saklı büyük bir aşk yaşıyorduk. Yaşadıklarımızı annem Ahuzar Hanım'a bildirdim ve Nergis'le evlenmek istediğimi söyledim. Artık 20 yaşında, kendi kararlarını alabilen güçlü bir delikanlıydım. Başlarda evde resmen terör estirdi. Kendi camiasından, zengin ve soylu biriyle evlenmemi istiyordu. Kendi değimiyle basit bir beslemeyi hayatıma almam ailemize utanç getirecekti. Onu güç bela ikna edip evlenme fikrini kabul ettirdim. Bir iş için seyahat etmem gerekiyordu. Dönüp geldiğimde her şeyin bu kadar değişmiş olacağını bilmiyordum. Nergis evden kaçmış ve bir başkasının karısı olmuştu."
Son duydukları Güney'in beyninde kıvılcımlar çıkarmıştı. Sevdiği kadının bir başkasına yâr olduğunu bilmek... Onu tamamen kaybetmek... Bu nasıl bir imtihandı? "Sonra!" Geçen her dakika sabrının biraz daha taşmasına sebep oluyordu. Amcasının kırık aşkına üzülmüştü ama onun en büyük derdi Efsun'du. İşin Efsun'u ilgilendiren kısmını duymak için sabırsızlanıyordu.
"Onu aradım. Beş yıl sonra sıradan bir gecekondu mahallesinde kocasıyla ve kızıyla yaşadığını öğrendim. Nergis'i benden kaçırmak için Kerim isminde bir adamla evlendirmişlerdi. Nergis mecbur kaldığını söylüyordu. Tehdit ve zorlamalar onu bu evliliği yapmaya zorlamıştı. Evlendiği adamın benimle yaşadığı aşktan haberi yoktu. Onunla mutsuzdu. Beni özlüyordu. Onu sevemiyor ve kendisine sunduğu hayatı benimseyemiyordu." Güney duyduklarını sindirmeye çalışırken dudaklarının arasından efkarlı efkarlı soludu.
"Kötü bir kader! Ahuzar Hanım ona bu zulmü reva görecek kadar nasıl taşlaşmış olabilir?"
"Bilmiyorum!" Harun Bey, elindeki çakmağı evirip çevirdi. Kalbine çöreklen acıyı iliklerine kadar yaşıyordu. "O günlerde bir kızım olduğunu öğrendim. Bana benziyordu. Mavi güzel gözleri vardı. Fakat benim aksime oldukça haylaz, hareketli bir çocuktu. Nergis hamile olduğun bana söyleyemeden evlendirilmişti ve Kerim olacak adam onu bebeğiyle kabul edip sahip çıkmıştı." Hikayenin burasına gelindiğinde Harun Bey'in öfke şakaklarında kaynadı. Gözleri tüm kıskançlık zehrini akıttı. Güney ondaki bu değişimi fark etmiş ve duyacağından emin olduğu sözleri sabırsızlıkla beklemeye başlamıştı.
"Benim hayatımı çalmıştı Güney. Sevdiğim kadını, kızımı almıştı. Kızım gözlerimin önünde ona baba diyordu. Ona sarılıyor, babası gibi öpüp kokluyordu. Yavrum benim değil onun kollarındaydı, sokak sokak gezip sözde babasının etrafında dolaşıyordu. Ben büyüdüğünü bile görememiştim. İlk adımlarında yanında olamamış, saçlarını öpüp okşayamamıştım. Tüm bu güzellikleri bir başkası yaşıyordu. Buna nasıl dayanabilirdim?"
Güney duymaktan korktuğu sözleri kesik nefeslerle bekledi. Öğrenecekleri şimdiden omzuna ağır geliyordu. "Ne yaptın?" Harun Bey başını eğip dudaklarını düz bir çizgi olana dek birbirine bastırdı. İçinde yanlış yaptığı o günün vicdan azabını taşıyordu. Yıllarca aynı manzaranın beynine işlediği pişmanlığı evirip çevirip her anında yeniden yaşıyordu.
"Ne yaptın amca?"
"Sevdiğim kadını ve kızımı alıp kaçmaya çalıştım." Güney amcasına kınayan bakışlar attı. Yaşadığı acıyı anlasa da Kerim'i bu ihanete reva göremiyordu. Harun Bey toyluğunun cehaleti karşısında binbir pişmanlıkla emekten renge girdi. "Babam, Nergis'i ve ondan olan gayrimeşru kızımı kabul etmemişti. Tek bir çare vardı. Kaçmak... Nergis benimle çekip gitmeye dünden razıydı ama kızımız baba bildiği adamdan vazgeçemiyordu. Olayları anlayabileceği bir yaşta değildi. Bu yüzden onun bana ve yeni hayatımıza alıştırması zaman alacaktı. Kaçacağımız gün Kerim denen o adam bize güçlük çıkardı. Kızımı bize vermek istemiyordu. Onu öz kızı gibi benimsemişti. İtiraf etmeliyim ona çok iyi bir baba olmuştu. Ama o küçük kız bize aitti. Bizimle gelmesi gerekiyordu. Aramızda arbede çıktı. Güçlü bir adamdı. Beni dövüştüğümüzde neredeyse boğmak üzereydi. O an aklımın ucundan dahi geçemeyecek bir şey oldu. Nergis yere düşürdüğüm silahla Kerim'i gözlerimin önünde vurdu. Kızımıza korkunç bir acı yaşatmıştık. Bizden nefret ediyordu. Kaçmaya çalışsak da bir gün sonra yakayı ele vermekten kurtulamamıştık. Nergis hapse girdi ve ben kızımın nefreti karşısında diz çöküp ondan uzak durmak zorunda kaldım. Gayrimeşru kızımı ailem kabul etmiyordu ve ben onlara karşı duramamıştım. Nergis hapse düştükten sonra benden tamamen vazgeçti. Yaşadıklarını hazmedemediğinden psikolojisi bozulmuştu. Artık ailemi bir araya getirmeye dair bir umudum kalmamıştı. Babam hastalandığında onun isteğine boyun eğip ortağının kızıyla evlendim. Kızımı uzaktan izleyip ona bakan aileye her ay yüklü bir miktar para ödedim. Eğer benimle gelmeyi kabul etseydi onu yanıma almakta bir an bile tereddüt etmezdim. Olmadı. "
"Amca..." Güney'in kuşkulu bakışları Harun Bey'in dilinin kördüğümünü çözdü. "Efsun Dumanlı benim kızım Güney. Yıllardır uzaktan izleyip hasretiyle kavrulduğum kızım... Karşısına çıkmaya cesaretim yok. Beni kabullenmeyeceğini biliyorum. Yakınında olabilmek için, biraz olsun onunla zaman geçirebilmek için kim olduğumu gizliyorum. Ona kaybettiği hayatını geri vermek istiyorum. Bir umudu olsun istiyorum."
Güney öğrendiği gerçeğin şokuyla ayağa kalktı. Artık Efsun'un neden ailesiyle ilgili yalan söylediğini biliyordu. O annesinden utanıyordu. Gerçekleri öğrendiğinde yargılanmaktan korkuyordu. Belki de bir araya gelmelerinin önündeki en büyük engel buydu. "Ne yaptın sen amca? Küçük bir kıza nasıl bu acıyı yaşattınız? Aşkınız uğruna mazlum bir adamın kanını nasıl akıttınız?"
Harun Bey ayağa kalkıp Güney'e bir nefes kadar yaklaştı. Elleri hırçın dağlar gibi dimdik duran geniş omzuna tutundu. "Olayların bu hale geleceğini bilseydim asla geri dönmezdim. Aileme sahip çıkmak istemiştim. Kötü bir niyetim yoktu." Güney yüzünü ona döndüğünde öğrendiklerini hiç bilmemiş olmayı diledi. Eğer amcasının söyledikleri doğruysa Efsun biricik babasının ölümüne sebep olan adamı asla affetmezdi. Bildiklerini ondan saklayıp bu oyuna nasıl ortak olacaktı? Ya gerçekleri öğrenirse! Güney'in sakladıkları ya umutlarının üzerine kara bir lanet gibi çökerse! Bu yükün ağırlığını nasıl taşıyacaktı?
"Şimdi söyle! Sırrımı saklayacak mısın? Kızımı kazanmama yardım edecek misin?" Güney başını eğdi. Amcasının pişmanlığını görmüş ve Efsun'un mutluluğu için bir şeyleri düzeltme istediğiyle dolmuştu. Harun Bey'i reddedemezdi. Geçmişi telafi edemese de bu baba-kızın yeni bir şans kazanmasını istiyordu. Şimdi işi eskisinden çok daha zordu.
|
0% |