Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. bölüm: elveda

@syildiz_koc

 

🎶Elveda Deme bana (Ercan Demirel)🎶

 

 

Yıllar Önce

    

"Vay canına! Harika oldu. Efsun bunu görünce bayılacak." Burcu Hakan'ın kuzeni için yaptıklarına bozulan sinirini belli etmemeye çalışarak gülümsedi. Kıskançlık, zehrini çoktan kalbinden beynine pompalamaya başlamıştı. Arkadaşı ve platoniği olan bu yakışıklı çocuğun Efsun'la ilgilenmesi, ona böylesi bir sürprizi hazırlamak için günlerce çalışması deli olunmayacak gibi değildi. Artık sabır taşı çatlama noktasına gelmiş, ruhu kine bulanıp cehennem zebanileri gibi siyahının ağırlığıyla bedenine sığmayıp taşmaya başlamıştı.

 

Çocukluğundan bu yana kuzenini kıskanmadığı gün sayısı sınırlıydı. Efsun şöyle güzel bir kız, şöyle tatlı, böyle başarı... Şakacı, çekici, güler yüzlü... İnsanların dili bir türlü susmak nedir bilmemiş, Burcu'nun akan kanını bile Efsun'un methine düşman edecek kadar aşırıya gitmişti. Efsun suratlarına tükürse onda bile bir sevimlilik arayacak, ellerinden gelse Tanrının sağ koltuğunu bile bu kimsesiz, sakar kıza ayıracaklardı. Onlara göre Burcu hep suratsızdı. Efsun pamuk gibi bembeyazken Burcu kazan dibi gibi kapkaraydı. Görücüler hep Efsun'a gelirdi. Erkekler hep Efsun'u isterdi. Efsun Efsun Efsun...Bu insanların Efsun'dan başka bildiği bir şey yoktu. Yaptığı sakarlıklarla her şeyi berbat ederdi, insanlar bunu bile görmezden gelmeyi marifet saymıştı. Sünepe, kimsesiz bir kızın bu kadar göz önünde olması sinirlerini bozuyordu.

 

Neşe, kareli mavi okul eteğini savurarak sınıfa girdi ve işaret parmağıyla 'sus' işareti yaptı. "Geliyor. Metin ışıkları kapa. 3 dediğimde 'Sürpriiiiiiz!' Diye bağıracağız. Oyunbozanlık yok!" Burcu "Hıh!"diye yüzünü sallandırırken Hakan içi içine sığmaz bir vaziyette son hazırlıkları kontrol ediyordu. Efsun okulda kendisi için hazırlanan partiden habersiz sınıfa girdiğinde koyu renk perdelerin çekilmesiyle kapkaranlık bir ortama giriş yaptı. Gözlerini ovup onu şaşırtan dostlarına hayretle baktı. Dudakları heyecanla aralandı. Karanlığa ilk girdiğinde ürkmüştü. Demir saçma sapan davranmaya başladığından beri bu his sık olmaya başlamıştı. Her yerde takip edildiğini düşünüyor, geceleri kabuslar görerek uyanıyordu. Yine aynı korkuyu kalbinden kovmaya çalıştı.

 

"Şu mutluluğa bak!"dedi Neşe Efsun'u boğacakmış gibi heyecanla kucaklarken. "Teşekkür ederim. Bu kadar kısa zamanda nasıl organize edebildin?" Neşe utangaç utangaç kenarda gizlenen Hakan'ı bir adım atarak yanına çekti. "Her şeyi Hakan planladı. On numara parti hazırladı vallahi. Değil mi Hako?" Hakan utangaç bakışlar attı. Söz konusu Efsun olduğunda dili damağına yapışıyor, kuracağı tüm sözler zihninin derinliklerine kaçışıyordu. Yeşil gözleri heyecandan dolu dolu oldu.

 

"Önemli değil. Hep birlikte hazırladık. Sonuçta biz arkadaşız." Son sözünü titrek bir sesle, gergince söylemişti. Efsun, "Evet, arkadaşız!"diye onayladı. Neşe ise kokmuş balık gibi göz devirmişti. Bu saçma arkadaşlık meselesini kimse yemediği halde Hakan nasıl böyleymiş gibi davranabiliyordu bunun açıklamasını yapmak zordu.

 

Neşe öne çıkıp "Arkadaşlığınıza daha sonra devam edin."diye geyiği sonlandırdı. "Şimdi dilek tutma zamanı!" Efsun çevresinde ıslık çalan arkadaşlarının önünde coşkusunu dizginleyerek gözlerini kapadı ve çok başarılı bir modacı olmayı diledi. Bir gün birilerinin çizimlerini fark etmesini istiyordu. Yarışmalara katılacak, aldığı harika eğitimle en güzel kostümleri ve kıyafetleri insanlara sunacaktı. Dilekleri de duaları da en çok bu düşünce etrafında şekilleniyordu.

 

Sınıf arkadaşları alkış tufanı patlatırken kendisine hazırlanan 18 mumu hevesle üfledi. Arkadaşları tebriklerini sıralayıp onu samimiyetle kucakladı. Gözleri mutluluktan ışıl ışıl olmuştu. Kızaran yanakları elmacık kemiklerini daha da ortaya çıkarmıştı. Neşe pastadan küçük bir çatal alıp Efsun'un ağzına alkışlar eşliğinde tıkıştırdı. Aynı çatalla Hakan'a da büyükçe bir lokma ısmarlamıştı. Limonata kadehleri havalara dikilirken harika bir müzik partiye renk kattı. Efsun arkadaşlarına katılıp bir kaç kıvrak hareketle eğlenmeye çalışsa da zihnini sapığı haline gelen Demir'den uzaklaştıramıyordu.

 

Başını çevirdiğinde gözleri Demir'le buluştu. Kendisini huzursuz eden bakışların istilasına burada bile uğradığı için tüm keyfi kaçmıştı. Efsun bu tahammülü güç duruma daha fazla dayanamadı ve ilk fırsatta bedenini pistten uzaklaştırıp arkadaşlarının tüm eğlenme çağrılara red cevabını verdi. Ortamın havası kaçmıştı ve Efsun'un mutlu gününden geriye bir şey kalmamıştı. Onun keyifsizliğini gören Burcu marifetinden hoşnut bir vaziyette piste atlayıp eğlenmeye başladı. Dakikalarca kenarda kıskanç bakışlarla Efsun'un mutluluğunu izlemiş ve beklediği misafir geldiğinde zevkten dört köşe olmuştu.

 

"Onu sen çağırdın değil mi?" Efsun'un sert eli Burcu'nun yüzünü değiştiren tek şey oldu. Kolunu Efsun'un tırnaklarından kurtarıp ilgisiz bir tavırla kalçasını kıvırmaya devam etti. "Ne var bunda? Eğlenmek onun da hakkı! Biraz dolaşır ortalıkta, bir dilim pasta yer gider!" Efsun Burcu'nun kolunu tutup onun sınıftan zoraki çıkardı. "Onu sırf huzursuz olmam için getirdin! Neden yapıyorsun bunu? Anlaşamadığımızı bildiğin halde neden onu yakınımda tutmaya çalışıyorsun?"

 

"Bir şey yaptığım yok! Sen fazla abartıyorsun! Ne var senden hoşlandıysa. Böyle şeyler hep olur!" Efsun Burcu'nun anlayışsızlığına kınayan gözlerle baktı. Duyarsızlığı sinir bozucuydu. "Ona hemen gitmesini söyle!" Burcu Efsun'u itip "Umurumda değilsiniz!"diye zırvaladı. Efsun rahatsız olsa da Burcu bu çekişmeli iklimden son derece memnundu. Müzik son ses ortamı kavururken, ikili mutlu iklime yakışmayacak kadar gergindi.

 

Neşe Burcu'nun gözlerinin önünde Efsun partiye dönmeye mecbur etti. Doğum günü kızı olmadan hiçbir şeyin tadını çıkaramıyorlardı. Efsun bozulan moralini örtmek için tebessüm etmeye eğleniyormuş gibi canlı olmaya çalıştı. Fakat Demir her fırsatta bedenini baştan aşağıya süzerken bu roller pek bir işe yaramıyordu. Sıra hediyeleri açmaya geldiğinde Efsun isteksiz görünmemeye çalışarak paketlere uzandı. Neşe kendisine nefis bir çift küpe almıştı. Hakan ise piyano sesi eşliğinde dönen kar küresi şeklinde bir gece lambası hediye etmişti. Elbise, kolye, kitap ve daha pek çok hediye sırası geldiğinde açılmıştı. Efsun tamamını bitirdiğini düşünürken gözardı ettiği son hediye paketi Neşe tarafından fark edildi.

 

"Ah şunu da aç! İçinde ne olduğunu merak ediyorum." Efsun titreyen parmaklarını hissettirmemeye çalışarak pakete uzandı. Burcu parlayan gözleriyle anbean paketi izliyordu. Demir ise uzaktan Efsun'un etrafında fır dönen Hakan'a öldürücü bakışlar atıyordu. Tek derdi çıkışta o züppeyi(!) yalnız yakalayıp bir güzel benzetmekti. Gözleri Efsun'un beyaz gömleğinin düğmelerini tarasa da görmeyi umduğu hiçbir şeye kavuşamayacaktı.

 

Efsun bir türlü açılmak nedir bilmeyen paketi sertçe yırtmaya kalktığında kağıt rahatsız edici bir sesle işaret parmağını kesti. Bu beklenmedik durum arkadaşlarının da gerilmesine sebep olmuştu. Neşe "hay Allah!"diyerek Efsun'un kanayan parmağını peçeteyle sarmaya çalışırken Efsun delirmiş gibi paketten çıkan nesneyi inceliyordu. Elini neşeden kurtarıp avuçlarından damlayan kana aldırmadan nefretle Demir'e baktı. Kinini ve öfkesini anlatacak tüm kelimeler tükenmişti. Neşe ve Hakan da tıpkı diğerleri gibi hediyeye hayret dolu bakışlar attılar. Ortamdan çıt bile çıkmıyordu. Neşe hediyeyi Efsun'un duyarsız, zayıf elinden alıp inceledi ve dudaklarını ilgisizce kıvırdı.

 

"Isırılmış bir kırmızı elma... Gerçekten bu aptal şakayı kim yaptı?"

    

 

💫💫💫

 

    

Günümüz

 

Ben sevmeye korkuyordum. Sevmek çok yorucu meşakkatli bir iş gibi gelmişti yıllarca. Ya ben eksiktim ya da birileri fazla. Yanlış masallar mı dinlemiştik bilmiyorum. Çok sevsem ve çok mutlu olsam bile uzun süreceğine inanmıyordum. Bir gün ansızın bir fırtına bizi bulup farklı iklimlere sürükleyip ayıracaktı. Sindirella'nın kül kedisine, güzel at arabasının bal kabağına dönüşmesi fikri ne yapsam içimden gitmiyordu. Hevesleri hayatı adımladığı ilk anda kayan çoğu kız çocuğunun dermansızlığı vardı zincirli gönlümde. Ben mutlu olacağıma inanmak istedikçe attığım bir adıma karşılık on adım geriye gidiyordum.

 

Hastaneden çıkıp Melis'le birlikte Güney'in evine geldik. Güney onun da benimle birlikte gelmesini istemiş ve güvenliği için Melis'i yanımızda kalmaya ikna etmişti. Bir şey bize savaş açmıştı biliyordum ve bu savaştan bir taraf mağlup olana kadar yara alacağımızdan da hiç şüphem yoktu. Melis'i odasına götürüp yatağına yatırdım. Suskundu. İçindeki ıssızlık beni de huzursuz etmişti. Battaniyeyi üzerine örttüğümde ellerinin titrediğini fark ettim. Duyguları da beyni de donmuştu sanki. Tokatlasam tepki veremeyecekmiş gibi bir hali vardı. Yanı başına oturup eğilen başını kaldırdım.

 

"Toparlan! Böyle olmanın Levent'e bir faydası yok." Gözündeki yaşları silip saçını kulağının arkasına kıstırdı. "Ya benim yüzümden bedel ödemek zorunda kalırsa. İşinden, hayatından olursa." Elini alnını tokatlar gibi başına vurdu. "Ah! Keşke en başından bu işe onu karıştırmasaydım. Bunun olabileceğini biliyorduk."

 

"Yeter Melis. Kendini yedin bitirdin. Eğer bir suçlu varsa o da benim. Sizi zarar görebileceğinizi bile bile kendi meseleme alet ettim. Hatalıydım. Tüm olanlar benim suçum." Biraz daha doğrulup elleriyle sırtımı sıvazladı. Her şeye rağmen benimle olduğu için pişmanlık duymadığını biliyordum ama bu suçluluk duygusuyla yaşamak zordu.

 

Düşünceleri yüzünden yalpalayan arkadaşımın bileğine küçük bir çimdik atıp imalı imalı göz kırptım. Melis afallasa da beklediği sorunun sonunda geldiğinin farkındaydı. "Söyle bakalım tombul güvercin. Senin daldan dala konan uçarı kaçarı gönlün kimi seviyor? Engin'le olan o samimiyetin pek hayra alamet değil. Levent'e karşı da kimse boş olduğunu söyleyemez. O zaman biz kim için hayırlı olsun diyeceğiz?" Melis kızarıp bozarırken gülmemek için adeta yanaklarımı içten dişlerimin arasına almış öylece kasılıyordum. Gözlerini birkaç kez kırpıştırıp başını eğdi ve yüzündeki hüzün dolu tebessümle bakışlarını kaçırdı.

"Engin benim sadece arkadaşım. Uzun zamandır Levent'i seviyorum ben. Ama..."

 

"Ama..." Kafamdaki soru işareti kancasıyla resmen beynimi oymuştu. Aşkın aması maması olur mu diye sorgulamak istedim. Sonra aklıma Güney geldi. Yalanların ikimizi nasıl birbirimizden uzaklaştırdığını düşündüm. Bazen sadece aşık olmak yetmiyordu. Yolların üzerindeki dikenler iki yaralı kalbi bir araya getiremeyecek kadar hoyrat olabiliyordu.

 

"Senin de amaların var bayan çok bilmiş! Terzi kendi söküğünü dikemez diye boşuna dememişler. Bana nasihat edip Güney'e yaklaştırırken sen de içinde gizli bir aşk yaşıyormuşsun." İmalı bakışlarım yüzündeki utancı cilalayıp onu güldürdü. Haklıydım. Başkasına konuşmak ve kendine istemek arasında fark vardı.

 

"Levent'le aramızda olan, arkadaş ilişkisinden fazlası değil. Başlarda ben de pek bir şey hissetmiyordum. Şakalaşıp duruyorduk." Kaşlarını martı gibi birleştirip "Hadi kanka sana kız falan ayarlayalım bile dedim. İnanabiliyor musun resmen onu bir başka kıza itecektim. Sanırım beynim beni birkaç dakikalığına küsüp terk etmiş olmalı. Çocuğun başını bağlayacaktım durduk yere. Omzuna yumruk atmalar... Kulaklarını çekmeler... Onun sürekli saçımla dalga geçip 'Besleme' demesi. Sonra kız arkadaşı olduğunda ne giyeceğini bana danışması. Bildiğin kankaydık. Bana öyle davrandı ki çocuğun beni başka türlü göreceğine ölsem inanmayacağım gibi bir kanaate ulaştım."

 

Yaptıklarına kahkahalarla güldüm. Kulağımı çekiştirip "gülme!" dedi. Bu iki şapşal 'bir ilişki nasıl başlamadan rezil edilir' isimli çalışmalarının ne kadar farkındaydı acaba? "Gülme şapşik gülme!" Sonra bana olan bakışlarını bir anda yumuşatıp benzer kahkahaları kendisi atmaya başladı. Dışardan tımarhane kaçkını gibi göründüğümüzü söyleseler önce Melis'i kafasındaki huniden öper ardından beyaz gömleğimi tersten giyip dudaklarımı dürte dürte ambulansa binerdim. Gerçekten tuhaftık.

 

Kahkahalarının arasından "Yere düştüm ve çanağı kırdığımı düşünüp ağlamaya başladım. Düşünebiliyor musun kankam olarak burnumu bile o sildi. Hem de hiç iğrenmeden. Söylesene böyle bir ilişkiden nasıl bir partner çıkardı ki? Sevgiliden başka her şeye benziyorduk." Ben kahkahalarımı kıkırdamaya dönüştürürken yaşaran gözlerini bluzunun koluyla sildi. Ancak o zaman içten içe ağladığını fark ettim. Kendi dertlerimle öyle hemhal olmuştum ki yanı başımda Marmara çırası gibi yanan dostumun farkına bile varamamıştım.

   

Hüzünlü bir tebessümle bana baktığında gözlerinin ağlamaktan kızardığını çok net görebiliyordum. "Ona sırf duygularımı gizleyebilmek için isim taktım. Uzun boyunlu zürafa dedim. O da bana dombili dedi." Gözyaşları sarsılan ağacın yeşil yapraklarından düşen çiğ damlaları gibi yanaklarından çifter çifter döküldü. "Bir de gottik var tabi. Onun için bir kızdan başka her şeye benziyordum. Hiç mi dişil enerjim yoktu benim? Daha ne kadar çoluk çocuk gibi muamele görecektim?" Başını göğsüme yaslayıp sözlerinin devamını beklediğimi hissettirerek "hımmm!"dedim.

 

Çocuksu bir masumiyetle omuzlarını silkti. "Benim için o gece çok telaşlanmıştı. Bir arkadaştan fazlası olup olmadığımı bilmek istiyordum. Ben de Engin'e yakın davranarak onu kıskandırmaya çalıştım. Ve..." Sözünü tamamlayamadan hıçkırıklara boğuldu. "Onu kaybettim!"Saçlarını okşayıp onu teselli etmek istedim. Demek her şey Levent'in gerçek duygularını ortaya çıkarmak için yapılmış. Hi hi! Ne yalan söyleyeyim ben de olsam aynısını yapardım.

 

"Merak etme! Eğer Levent'in duyguları arkadaşlıktan fazlasıysa eminim bunun farkına varıp ikiniz için bir şeyleri düzeltmek isteyecek."

 

"Artık çok zor!" Kıkırdadım. Ellerimi alfa kadın edalarıyla belime yerleştirip kirpiklerimin arasından tırnaklarımı havalı havalı inceledim. "Tabi ki de zor değil. Güney onu çıkarmak için çoktan bir avukat buldu. Tabi ben yine boş durmadım. Harun Bey'i ve bağlantılarını kullanmak için kolları sıvadım. Bu gün detayları konuşmak için buluşacağız. Sen dinleneceksin biz de bu işlerle uğraşacağız." Melis minnet dolu gözlerle baktı. Bana güvendiğini Harun Bey'in samimiyetine inandığını biliyordum. Ve evet üstesinden gelebilmek için her şeyi yapacaktık.

 

Onu daha fazla yormamak için odasında yalnız bıraktım. Uyumasını söylemiştim fakat biliyordum. Levent üzerine yapışan bu iftiradan kurtulmadan Melis'e uyku haramdı. Merdivenleri birer ikişer inip salonda ayak ayak üstüne atmış bir şekilde beni bekleyen Harun Bey'in karşısına geçtim. Yüzümdeki yorgun tebessümden bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. "Hoş geldiniz Harun Bey! Kusura bakmayın beklettim." Harun Bey her zamanki sıcak gülümsemesiyle "Sorun değil."diye karşılık verdi. Yine jilet gibi giyinmiş, olgun duruşunu karizmatik ciddi tarzıyla buluşturmuştu. Karşılıklı koltuklara yerleştik. Ona telefonda kısaca durumdan bahsetmiştim. Bu iş için en güvendiği adamını ayarlamış ve çoktan işe girişmişti.

 

"O gün bir anda gidince epey şaşırdım. Melis'i görmeden gideceğinizi düşünmemiştim."dedim oldukça sakin bir ses tonuyla. "Evet! Güney'le bir işimiz vardı. Sonra da ailemle ilgili bir mesele çıktı size dönemedim. Kısmet bu güneymiş."

 

"Haklısınız. O gün Güney biraz gergindi." Kendi sözüme ben bile inanmıyordum. Resmen star bozuntusu yanardağ gibi patlayacak yer arıyordu. "Aramızda olumsuz bir şey yaşanmadı. Ben zaten hemen oğlumun yanına dönmek durumunda kaldım. Bana ihtiyacı vardı." Kaşlarım havalandı. Boğazına acı verici bir şeylerin takıldığını görebiliyordum. "Bir sorun mu var? Biraz üzgün görünüyorsunuz." Dedim.

 

"Keşke sadece sorun olarak nitelendirebileceğim bir şey olsaydı. Bazen hayat bizi çok daha zor şeylerle imtihan edebiliyor." Sözünün devamını bekliyordum ama duruşu bile zayıflamıştı. "Anlayamadım! Nasıl bir imtihan bu? Yani..."

 

"Oğlum kanser Efsun Hanım!" Bir anlığına kalbimin durduğunu, nefesimin ciğerlerimi dağlayıp un ufak ettiğini hissettim. Ağzımda zakkum çiğnemişim gibi buruk bir tat vardı ve ne kadar uğraşsam da hissiz duramıyordum. "Bu..." Yurkundum. Beklediğim sorunların hiçbiri bu cevaba uymuyordu. "Ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok üzgünüm. Küçük bir çocuk için bu acılar çok fazla." Arkasına yaslanıp duygularını biraz da olsa gizlemeye çalıştı. "İnanın içinde olduğunuzda bu cümlelerin gölgesi bile yetmiyor. Onu kurtarabilmemiz için uygun donör bulmamız gerekiyor. Bir ilik... Her şey uygun vericinin bulunmasıyla bir hayale dönüşecek. Hayatımız yeniden eski güzel günlerine dönecek."

 

Yüzümdeki kahredici tebessüm umut pırıltıları arayan gözlerime eşlik etti. "Siz çok güçlü birisiniz. O donörü bulmak sizin için çok zor olmasa gerek. Yani... Sonuçta..." Ne kadar saçma cümle varsa olayın duygusallığıyla kurmuştum. Keşke duyacağım söz de benim kadar iyimser olabilseydi.

 

"Aramadığımız yer kalmadı. Bulabileceğimiz her yeri taradık. Yok... İnsanlar bu konuda yeterince duyarlı değil. Erişebildiğimiz bankalar kısıtlı imkanlar sunuyor. Daha fazlası gerekiyor." Yumruklarını direncini korumak için sıktı. "Tedavi için yollar aramak için çırpınıyorum. Ne yazık ki bir çaresini bulamıyoruz. Umudumu yitirmek üzereyim Efsun Hanım. Üstesinden gelememe ihtimalimizi düşündüğümde kahroluyorum."

 

"Belki de çözüm dışardadır." Dedim iyi bir şeyler duyacağımı umut ederek. Ne yazık ki o kadar şanslı değildik.

 

"Uzunca bir süredir Amerikadaydım zaten. Babam da kanserle mücadele etti 2 yıl kadar ve sonunda yenildi. O sıralarda o kadar yoğundum ki iki üç sene Türkiye'ye gelemedim. Buradaki işleri kayın biraderim Zahir idare etti. Eşim Sare Hanım'ın kardeşi... Babamı kaybedince dönmek zorunda kaldım. Eşim o sıralarda 6 aylık hamileydi. Oğlumun aramıza katılmasıyla her şeyin geride kaldığını düşünüyordum. Yanılmışım. Meğer evlat acısı yüreği daha fazla yakarmış." İç çekti. Gözleri inkar eder gibi kapanıp açıldı. Başını geriye bırakıp gücünü toplamaya çalıştı. "Bu illet önce babamı aldı ardından da..." Devamını söylemeye cesaret edemiyordu. Henüz olmuş bir şey yoktu. Uygun ilik bulunsa o çocuk yeniden hayata dönebilecekti. Sadece bir donör... Neden bu kadar ulaşılması güç olmak zorundaydı ki?

 

"İkinci bir çocuk şansı arttıramaz mı?" Zekice konuşma saatim geldiği için ikimiz de şanslıydık.

 

"Bunu denedik." Başını sağlı sollu iki kere salladı. "Olmadı. Zaten ilki de çok zor olmuştu. Hatta doktorlar yaşayabileceğinden emin bile değildi. Doruk'a kavuşabilmek için tüp bebek tedavisi gördük." Kahvesinden bir yudum alıp alelade bir şeyden bahsediyormuş gibi rahatladı. "Aslında ben yıllarca baba olmamaya alışmıştım ama Sare Hanım bu fikri bir türlü kabullenemedi. Sonunda dualarımız kabul oldu ve tedavi sonuç verdi. Onu ultrasonda ilk kez gördüğüm günü unutamıyorum. Kalp atışları çok hızlıydı. Çok hareketli bir bebekti. Onun yıllar sonra böyle bir hastalığa düşeceğini düşünmezdim." Yüzü hüzünlü bir tebessümle kıvrıldı. "Sevincimiz uzun sürmedi ne yazık ki. Doğum haberini aldığımda onlara kavuşmak için yerimde duramıyordum. Oğlum ayrılık rüzgarları esen ilişkimize çok iyi gelmişti. Yeniden güçlü bir bağ kurabildik. Görüyorsunuz işte! Hayat mucizelerle dolu... Oğlum zavallı evliliğimizi kurtardı."

 

"Buna sevindim. Yuvaların yıkılmasını sevmiyorum. İnsanlar sorunlarını konuşarak halledebilmeliler." Kolundaki pahalı saati heyecanla kontrol etti. "Hay Allah! Lafa daldım unuttum. İki gündür bizim yumurcak için hazırlık yapıyoruz. Doğum günü partisi istedi. Beşinci yaş gününü kutlamak için herkes beni bekliyor olmalı." Ayaklandığında bu güzel sohbetin bitmesine üzülmeden edemedim. Harun Bey yufka yürekli, sıcak kalpli bir adamdı. Ona kısa sürede güvenip bağlanmıştım. Daha sık görüşmek istiyordum. Böylece Güney'le aralarındaki buzlar da hemencecik eriyebilecekti.

 

Telefonu gerginlikle avucunun içinde sıkmaya başladı. "Şey... Aslında ben sizi oğlumun doğum günü partisine davet etmek için gelmiştim. Siz de çok zor günlerden geçtiniz. Bu işlerle uğraşmaktan takip edemedim. Bize katılmak ister misiniz? Hem ailemle de tanışmanızı çok isterim. İş yapacağım önemli insanları genellikle evime davet ederim. Bunun motivasyonu arttırdığını düşünüyorum."

 

Terleyen ellerim gayriihtiyari kot pantolonumun baldırlarını buldu. "Aslında çok isterim. Melis ilaçlardan uyudu. Bir iki saat ayrılmam sorun olmaz." İnce zarif ellerini siyah kumaş pantolonunun cebine bırakıp "Harika!"dedi. Bu kadar sevineceğini düşünmemiştim. Yüzünde güller açmıştı. Ayağa kalkıp kollarımı Reyting düşmanı sunucular gibi iki yana açtım.

 

"O zamaaaaan hemen hazırlanıp geliyorum." O ardımdan kıkırdarken yerimden zıpkın gibi fırlayıp merdivenlere yöneldim. Koşarken belimi tırabzanlara çarptığımın ancak morardığında farkına varabilmiştim. Gardırobu açıp içinden tüllü, karamel rengi bir elbise çıkardım. Saçlarımı tarayıp dalgalı görüntüsünü tel tokalarla şekillendirdim ve makyajımı tamamladıktan sonra artık rüzgar gibi esmeye hazırdım.

 

Merdivenleri hızla inip beni bekleyen Harun Bey'e eşlik ettim. Onu ilk kez evinde ziyaret ediyordum ve heyecandan kalbim durmak üzereydi. Ayağımdaki topuklu ayakkabılara saydırma ihtiyacı duymuyordum çünkü onlara alışmış verdikleri rahatsız hissini beynimden silmiştim. Kardeş kardeş geçinmemiz artık çok da güç değildi. Yol boyunca ufak sohbetlerle neşelendik. Her şeye rağmen güçlü olmasına ve umudunu kaybetmemesine sevinmiştim. Yol önümüzden akıp giderken gördüğüm bir oyuncakçıyla sesimin frekansını ayarlamakta zorlandım.

 

"Şey burada durabilir miyiz lütfen!" Harun Bey şoföre işaret ettiğinde hâlâ heyecanımın sebebini bilmiyordu. Dudaklarım bir çizgi oluncaya dek gerildi ve mahcup tebessümüme ilgiyle karşılık verdi. "Şey... Ben Doruk'a bir hediye almak istemiştim. Tabi sizin için de bir mahsuru yoksa."

 

Saatini kontrol ettikten sonra "Sorun değil. Bende henüz hediyemi almamıştım zaten."diye karşılık verdi. Tam bir zaman planlayıcısıydı. Her şey zamanında olmalıydı. Aracın kapısını şoförü beklemeden açtım ve geçmesi için ona yol verdim. Şu yumurcak kız tavırlarını bir türlü bırakmayı beceremiyordum. Birlikte mağazaya girip içeriyi dolaştık. O kadar çok seçenek vardı ki aralarından birini seçebilmem için bir ömür gerekebilirdi. Epey bir raf dolaştıktan sonra ayıcıklarla dolu bir rafın önünde adımlarım duraksadı. Bakışlarımın odağına gelen kareler beynimi lime lime ediyordu. Gözlerim doldu. Avuçlarım o pembe peluş ayıcığı bulduğunda gözyaşlarım asi birer savaşçı gibi yuvalarını terk edip karanlık mazime karıştı.

 

O günü hatırladım. Babamın omuzlarında büyükçe bir mağazaya girdiğimi, orada Bobi ile tanıştığımızı ve asfaltı boyayan o yoğun kan birikintisini... Bir kurşun sesi resetlemek için çırpındığım o karanlık duyguları gün yüzüne çıkardı.

 

"İyi misiniz?"

"Evet." Toparlanmaya çalışarak gülümsemeye çalıştım. "İyiyim. Bazen böyle oluyor işte!" Yüzünde beliren hüzünlü kırışıklıkları mimikleriyle düzeltmeye çalışıp beni etkileyen şeyi anlamış gibi bir başka rafa yönlendirdi. Neyse ki burada ayıcık oyuncakları yoktu. "Doruk tam bir Süperman hastası! Sanırım ona şuradaki kostümü alsam iyi bir tercih yapmış olurum." Kostüme baktığımda başımla onaylar gibi gülümsedim. "Bundan daha iyisini düşünemiyorum." O güzelim kostümü incelerken hemen rafın yanı başındaki ses çıkaran oyuncak Süperman'e yöneldim. "Bu oyuncakla ikisi müthiş bir takım olacak." Kasaya yönelip ödemeyi yaptık.

 

Artık o partiye gitmek için hazırdık. Kısa sürede kendimizi Harun Bey'in büyük malikanesinde bulmuştuk. Büyük kapı gürültüyle açıldı. Evin yapısı büyük bir şatoyu andırıyordu. Heybetliydi ve eve bitişik pek çok bölme üzerinde çatı barındırıyordu. Büyük bir havuz ve kış bahçesi vardı. Bitkiler peyzajın ölümsüz örneklerini her bir köşede gözlerimize sunuyordu. Aracı park etmek için takım elbiseli bir delikanlı geldi. Biz girişe yönelirken kendimi gereksiz bir şekilde gergin hissediyordum. Harun Bey'e göz ucuyla baktığımda onun gerginliğinin de benden daha az olmadığını fark ettim.

 

Birkaç metre ilerimizde geniş yarım daireler şeklinde dar giriş merdivenleri vardı ve merdivenlerin üzerine dizilmiş birkaç kişi burayı bir yas evine çevirmek için midir bilinmez oldukça huysuz ve gergin görünüyordu. Esmer, Harun Bey'e kıyasla biraz daha genç bir duruşa sahip olan kadının eşi Sare Hanım olduğunu anladım. Bakışları titrek ve bocalar bir şekilde bende oyalandı. Yanı başında 40'lı yaşlarında bir hanım ve hanımefendinin hemen yanında 35 yaşlarında daha genç sayılabilecek esmer bir adam vardı.

 

"Bizi kapıda karşılayacağınızı bilseydim bir giriş töreni hazırlardım."dedi Harun Bey esprili bir dille. Ben tebessüm etsem de kimsede mimiğin zerresi bile oynamamıştı. İlk hareketlenen göğsündeki broşla Sidal Hanım oldu. Adını daha önce de duymuş, internetten Harun Bey'le olan fotoğraflarına göz atmıştım. Beni sıcak karşılamış ve dakika kaçırmadan elimi sıkıp sarılmıştı. Samimiyetinden hoşlanmıştım ama diğerleri için aynı şeyi söylemek güçtü. Sidal Hanım Harun Bey'in kız kardeşiydi ve daha önce hiç evlenmemişti. Üzerindeki renkli ceketli takımla hoş bir tarzı vardı. Sonra Sare Hanım olduğunu düşündüğüm kadın öne atıldı ve bir şey yapması gerekiyormuş gibi samimi olmaya çalışarak elimi sıktı. "Hoşgeldiniz. Tanıştığımıza sevindim." Ona aynı yakınlıkla karşılık verdim.

 

Harun Bey bizi keskin keskin süzen genç adama beni takdim ederken içimi saran huzursuzluk hissiyle mücadele etmem gerekti. "Bu bey Zahir. Benim yokluğumda buradaki işleri idare etti. Taşpınar holdingin büyümesinde onun yadsınamaz bir katkısı var." Zahir Bey elimi mesafeli bir şekilde sıkıp samimi olmayan bir tebessümle "Memnun oldum."dedi. "Bende!"diye karşılık vermiştim fakat bunu sadece dilim söylüyordu. Sebepsizce yüreğim sözüme kahkahalarla gülmüş ve inatla kaçmaya çalıştığı hisse saplanıp kalmıştı.

 

Hep birlikte güzel cam bir kapıdan içeri geçtik. Evin içi de süslü püslü görünüyordu. Yıldız saçanlar, konfetiler, balonlar... Her yer rengarenkti. O an koltukta oturan yaşlı kadına odaklandım. Beni süzüyordu. Koyu bir makyajla süslenmiş iri kahverengi gözlerinde şefkatin zerresini bile görememiştim. "Annem Ahuzar Hanım." Harun Bey beni takdim ettiğinde elini sıkmak için uzandım. Bakışlarım büyük yüzüklerle çevrili parmaklarında dolaşsa da o parmaklar koltuğun kenarına mıhlanmış gibi bir santim olsun seğirmemişti. Dik bakışları benden çok bir düşman görmüş gibiydi.

 

Çekingenlikle Harun Bey'e baktığımda öfkelendiğini görebiliyordum. "Hoş geldiniz küçük hanım. Harun geleceğinizden bahsetmişti. Daha doğrusu bir ihtimal olduğunu söylemişti. Pek beklemiyordum." Sözü kafamdaki soru işaretlerinden bir yenisini daha beynime çiviledi. "Anlamadım." Parmakları bulunduğu yerde örümcek bacağı gibi kıpırdandı. "Genelikle elemanlar patronlarıyla bu kadar samimi olmaz. Evine girip ailesine karışacak kadar içli dışlı olmak yeni bir durum sanırım. Harun görmeyeli huy değiştirmiş." Sözler incinmeme sebep olmuştu. "Ahuzar Hanım!"dedi Harun Bey her an annesine atılacakmış gibi bakarken. Ahuzar Hanım açık sözlü bir kadındı. Beni bu evde gereksiz bulduğunu evirip çevirmeden açık açık söylemişti. Belki de haklıydı. Bu ailenin yanında tam da bu özel günde ne işim vardı ki?

 

"Benim hatam!" Birkaç adım geriledim. "Buraya gelmemeliydim. Sonuçta bu sizin aileniz için önemli olan bir toplantı." Harun Bey mavi gözlerine işlediği karanlıkla bizi ifadesizce süzen annesine baktı ve eli kapıya yönelen gövdemi yeniden Ahuzar Hanım'a çevirdi. "Hayır. Siz benim davetlimsiniz. Annem yaşlandıkça konuştuğu sözlerin kırıcılığını önemsememeye başladı. Lütfen üzerinize alınmayın." Ben ısrarla kapıya yönelmek istediğimde rica yüklü bakışları tüm duygularımı ele geçirdi.

 

"Buradaki desteğinize ihtiyacım var." Ahuzar Hanım ifadesizce yerinden kalkıp yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle kış bahçesine yöneldi. Harun Bey'i daha fazla üzmemek için bana gösterilen koltuğa oturdum. Kendimi bu eve ve bu insanların hayatına yabancı hissediyordum. Tek başına Harun Bey bu duygularımı değiştirmekte yetersiz kalıyordu.

 

"Babam gelmiş." Salonun parke zemininde yankılanan ayak sesleri bakışlarımı bahçeden koşarak gelen o küçük çocuğa yönlendirdi. Başı bir ayna gibi pürüzsüzdü. Güzel yüzü beyaz bir maskeyle gölgelenmiş, maskenin hemen üzerinde parıldayan gözleri ise yaşama sevinciyle dolup taşıyordu. Solgun yüzü zayıflıktan daha da küçülmüştü. Kaşlarının bulunduğu yer pürüzsüzdü. Yoğun bir şekilde kemoterapi görmesinin neticesi olarak vücudunda tüye dair bir ibare bulunmaz olmuştu. Üzerindeki tişört ve pantolonuyla oldukça şık görünüyordu ve tüm bu üzücü detaylar bile güzel yüzünü mutsuzlaştırmaya yetmemişti.

 

Benim hayran bakışlarımın arasında afacan bir şekilde mavi gözlerini babasına çevirdi ve ona sımsıkı sarıldı. Elimizdeki hediyeleri gördüğünde neşesi daha da artmıştı. Sarılma Faslı bitince Harun Bey beni işaret edip " Seni Efsun Hanım'la tanıştırayım." Onu bana çevirip "Oğlum Doruk!"diye takdim etti. Bakışları bende dolaştı. Onu ilk gördüğüm anda kalbime yerleşen duygunun esiri olmuştum. Bakışları öyle samimi, öyle huzur vericiydi ki Güney'in gözlerine baktığımda bile bu kadar mutlu olmamıştım. Gözleri dolu doluydu. Yüzünü çevreleyen maskeye rağmen güzelliği içimde uçuşan kelebeklere eşlik etti.

 

"Hoş geldiniz." dediğinde ona sarılmak için uzandım. Bu bir istek değildi, bir ihtiyaçtı. Yıllarca oğluma duyduğum hasretin bedenimde, ruhumda bıraktığı sevdaya çorak gönlümün bir ihtiyacı... Dizlerimin üzerinde çökmüş kollarımı dolduran zayıf, sıcak bedeni hissettim. Saniyeler sonra bir el Doruk'u benden kopardı. Bakışlarım bize kızgın bir şekilde bakan Sare Hanım'ı buldu. "Doruk hasta. Basit bir mikrop bile hastalığını tetikleyip kötü sonuçlar doğurabilir. İnsanlardan uzak durması daha iyi olacak."

 

"Özellikle de yabancı insanlardan."diye ekledi Zahir Bey. Bakışları benim annelik hissiyatımı kurşuna dizmişti. Onlardan bir nebze iyi enerji almış olsaydım tek dertlerinin bu olduğuna inanabilirdim. Ama almıyordum. Doruk gözlerini benden ayırmadan kırık bir bakış attı ve onlara rağmen elimi "Memnun oldum!"diyerek sıktı. Neyse ki bu kadarı kimsenin derdi olmamıştı. Kısa bir sessizlik oldu. Harun bey kızmak ve kırılmak arasında bocalarken Doruk çabuk değişen ruh haliyle elimizdeki paketlere yöneldi. Partinin başlamasını bekleyemeyecek kadar heveskâr ve aceleciydi.

 

"Vay canına! İstediğim Süperman kostümü..." Elindeki kostümü önce biraz uzaklaştırıp enine boyuna inceledi. Ardında da vücuduna tutup kendi etrafında heyecanla dönmeye başladı. "Doruk yorulacaksın. Oğluuuum!" Sare Hanım çekirge gibi oradan oraya sıçrayan oğlunu kontrol altında tutmakta zorlanıyordu. Dakikalar içinde minik Doruk annesinden kaçarak yan odada kostümünü giyindi. Aynadaki görüntüsüne bizim mutlu bakışlarımız arasında hevesle baktı. Pelerinini savurarak koltuğun tepesine çıktığında Sare Hanım neredeyse endişeden bayılmak üzereydi. Buna Harun Bey'in korkulu gözleri eklenince Doruk'un bu aileyi ne kadar yorup tükettiğini anlamış oldum. Hastalık ibarelerini görmesem onun yaşıtlarından çok daha sağlıklı olduğunu düşünebilirdim.

 

Bendeki paketi teşekkür edip aldı. İçindeki oyuncağa öyle aşkla bakıyordu ki doğru tercihi yaptığım için kendimle gurur duymadan edemedim. Oyuncağı havaya kaldırıp sıçramalarını artırarak "Ben büyük Süpeymen'im."diye bağırdı. "Üstün güçleyimle bana meydan okuyan tüm kötüleyi alt edeceğim." Elindeki maskeyi gözlerine takıp sözde lazer görüşünü kullanarak hepimizin dost olduğundan emin oldu. O evdeki uşağın omzuna binip kahramanlıklar yaparak bağırırken hepimiz kahkahalarla gülüyorduk. Fakat keyifsizliği her fırsatta gözüme batan Ahuzar Hanım bu ortamda bambaşka bir zihni yaşıyordu. Bana nefretle baktığından emindim fakat bunun sebebini bir türlü anlayamamıştım. İnsan ilk kez tanıştığı birinden neden bu kadar nefret ederdi ki?

 

Güç bela zapt ettiğimiz Doruk'u da alıp asıl parti mekanına yöneldik. Harun Bey oğlunun keyifli halinden oldukça mutluydu. Doruk'un enerjisi onun da kasvetli ruh halini dağıtmıştı. Bu gün hava güneşliydi. Bahçede Doruk'un arkadaşı olduğunu öğrendiğim kızlı erkekli pek çok çocuk vardı. Hepsi oldukça neşeliydi. Doruk'un etrafında onunla mesafelerini koruyarak dolaşıp oyun oynuyorlardı. Buradaki balonlar içeridekinden çok daha fazlaydı. Süslü, simli kağıtlardan fenerler yapılmış ve tavandaki ışıklandırmaların arasına yerleştirilmişti. Etrafta çocuklara göz kulak olmak için yetişkin başka bireyler bulunuyordu. Çocukların pek çoğu ailesiyle birlikteydi. Sare Hanım'ın da Doruk'la ilgilenmek için elinden geleni yaptığını fark ediyordum.

 

Animatörler çocukları eğlendirmek için şarkılar söyleyip dans ederken Doruk'un bakışları da uzun sayılabilecek sürelerde üzerimde dolaşıyordu. Ona bu kadar çabuk ısınabileceğimi düşünmüyordum. Maskenin altındaki güzel yüzünü görmek için sabırsızlanıyordum. Büyük süslü kostümüyle sihirbaz kendisine ayrılan yere geçtiğinde nefesimizi tutmuş hevesle gösterisini bekliyorduk. Şapkadan çıkam tavşanı kucaklamak için içimde beliren hevesi yutkunmak zorunda kaldım. Ama Doruk benim kadar bile sabırlı değildi. Çoktan arkadaşlarını bırakıp tavşanın peşine düşmüştü. Üzerindeki Süperman kostümüyle oradan ortaya zıplamaya, uçup lazerli gözleriyle insanları taramaya devam ediyordu.

 

Yanımdan geçerken ayağı takıldığında düşmemesi için dizlerimi bedenine siper edip onu kucakladım. Gözlerimiz yeniden buluştu. Ona her baktığımda içimden akıp gidenlere isim bulmak oldukça güçtü. Mavi gözleri pırıl pırıldı. Onda oğlumu görüyordum. Kokusunda Yiğit'in masumiyetini buluyordum fakat bunu kendime bile ifade edecek gücü bulamıyordum. Ona gülümsedim. Bana karşılık vermiş, kırışan alnı ve kısılıp bademleşen gözleri ise bana gülümsediğini gösteren tek emare olarak kalmıştı. Onu kolundan yakalan iri elleri fark ettiğimde düş uykusundan uyanmam uzun sürmedi. Gürültülü müzik sesinin arasından Sare Hanım'ın gergin yüz ifadesine eşlik eden dudak hareketlerini fark ettim. Sanırım Doruk'un dinlenmesi gerektiğini söylüyordu.

 

Harun Bey'in yanından çekip gittiler. Annesi Doruk'la ilgilenirken bu davranışlardan iyice sıkıldığımı anlamıştım. Harun Bey'in uzattığı meşrubat bardağından irice bir yudum aldım. Nefis kayısı tadı dilimin üzerinde hoş dalgalar oluşturdu. "Sıkılmadınız umarım." Saçlarımı geriye itip "Hayır. Burada olmaktan mutluyum." dedim. "Ne kadar hayat dolu değil mi? En büyük korkum onu kaybetmek. Bir gün bu gülen gözlerin solup kapanacağını düşündüğümde kalbime saplanan hançerin acısıyla kıvranıyorum. İyileştiğini görmeden bana huzur yok. Her gece onu kaybettiğimi gördüğüm kabuslarla uyuyup uyanmaktan yoruldum." Yaşadığı acıyı öyle iyi anlıyordum ki. Belki ben olsam böylesi bir korkuyla bu kadar bile baş edemez dağılıp biterdim. Beni hayata bağlayan şey Yiğit'in bir yerlerde iyi olduğunu bilmekti.

 

"Onun için hep dua edeceğim. Doruk çok güçlü bir çocuk eminim bunun da üstesinden gelecektir." Elindeki bardağı kokteyl masasının üzerine bırakıp kollarını göğsünde buluşturdu. "Kore'den haber bekliyorum. Bu günlerde bana bilgi verecekler. Tek umudum bir an önce gerekli donörün bulunması. Başka türlüsünü düşünmek bile istemiyorum."

 

Bardağı avuçlarımın arasında sıktım. "Daha fazla insana ulaşmanın bir yolu olmalı. Güney... Neden onun medyadaki gücünü kullanmıyoruz? İnsanlara Doruk'un ve onun gibi hasta olan başka çocukların hikayelerini duyurabilirsek bu konuda bir farkındalık oluşturabiliriz. Bu sayede insanlar hasta çocuklara umut olmak için hastanelere koşarlar ve bizlerde gerekli nakli bekleyen hastalara yardımcı olmuş oluruz." Bu fikri duyduğunda Harun Bey'in olgun ve çekici yüzü aydınlandı.

 

"Bunu hiç düşünmemiştim. Aslında çok parlak bir fikir." Ellerim parmak boğumlarımı sıkıp heyecanımı güç bela dizginlemeye çalıştı. "Evet!"dedim heyecandan yüksek çıkan sesimi umursamadan. "Güney'in hâlâ milyonlarca fanı var. Tek bir sözüyle her şeyi değiştirebilir."

 

"Bu konuyu Güney'le görüşsem çok iyi olacak." Biz konuşurken animatörlerin başındaki şahıs eline mikrofonu alıp davetlileri ve çocukları hazırlanan masanın etrafında topladı. Doruk babasının kucağında insanların doğum günü şarkısını bitirmesini bekliyordu. Ve heyecanını görmemek için kör olmak gerekiyordu. Beş mavi mum, büyük dikdörtgen şeklindeki pastanın üzerinde Işıl Işıl parlıyordu. Pastanın üzerinde Supermanin resmi vardı. İş mum üflemeye geldiğinde Doruk annesinin gözüne bakarak maskesini hafifçe indirdi ve mumları üfledi. Geri maskesini taktığında Ahuzar Hanım'ın bakışları yüzümde keyifsizce dolaştı.

 

"Bir an önce odana dönsen iyi olacak Doruk. Yine hastalanmanı istemiyorum." Doruk'un annesine verdiği cevap ise başta Harun Bey olmak üzere herkesi güldürmüştü. "Süpermenley hasta olmaz. Süperman ölümsüzdüy." Ne buruk bir gülümsemeydi oysa. Böylesine tatlı, güzel bir şeyin bu kadar küçük ve hayat doluyken yaşamak için mücadele etmek zorunda kalması kalbimi çok incitiyordu. Ona baktığımda içime doğan hislere isim vermek zordu. O kısacık anda bile Doruk'un yüzünü maskesiz görmek beni çok etkilemişti. Yiğit'e benziyordu. Bakışları, hal ve hareketleri bile Yiğit'le birebir örtüşüyordu. Keşke oğlumu bulmak konusunda biraz daha şanslı olabilseydim.

 

Doruk odasına çekilmiş, çocuklar ise ebeveynleri tarafından toparlanıp araçlarına yerleştirilmeye başlanmıştı. Harun Bey'e veda edip beni bırakmak için hazırda bekleyen araca bindim. Güzel bir gün geçirmiştim. Yiğit'i daha çok özlediğimi hissetsem de Doruk'la tanışmak mutluluk vericiydi. Sessizce yolun bitmesini bekledim. Ellerim telefonuma iliştiğinde Kıvanç tarafından arandığımı ve telefonuma ses kaydı gönderildiğini fark ettim. Muhtemelen yine bana laf sokmak için teknolojinin imkanlarını sonuna kadar kullanma derdindeydi.

 

"Efsun Güney'e ulaşamıyorum. Lütfen bana dönüş yap! Başım belada! Efsun beni ara!" Ses kaydı bacaklarımın buz tutmasına sebep olmuştu. Şoförden beni Kıvanç'ın attığı konuma götürmesini istedim. Onu daha fazla meşgul etmemem gerektiğini biliyordum ama içimin rahat edebilmesi için Kıvanç'ı görmem gerekiyordu. Telefonunu defalarca aradığım halde ona ulaşamamıştım. Gerginlikten tırnaklarımla el yüzeyimi resmen aşındırmıştım.

 

Şoföre beklememesini söyleyip araçtan indim ve koşarak hiç tanımadığım o eve yöneldim. Gösterişli, zengin bir muhitte 2 katlı modern bir evdi. Koşarak kapısına yöneldim. Kapıyı itmemle açılması bir olmuştu. Sanki biri özellikle kapıyı açık bırakmış, benim içeri girmem için planlı hareket etmişti. İçeri girdim. Kalbim deli gibi atıyordu. Nefesimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Ayakkabılarımın topuk sesi dışında ortamda bir ses duyulmuyordu. Gözlerim yerde boylu boyunca yatan Kıvanç'ı bulduğunda dudaklarımdan bir çığlık firar etti. Ona doğru atılmak istedim, fakat kollarım ince, dikenli bir dalı hatırlatan parmaklarla esarete mahkum olmuştu. Başımı çevirdiğimde gözlerim neredeyse hayretten yuvalarını terk edecekti.

 

"Sen?" Dudakları aralandı. Parlak porselen dişleri bir tuzağa çekildiğimizi müjdeleyen kristaller gibiydi. "Zişan!" Elinin tersiyle suratımı sert bir tokat patlattı. Başparmağının değdiği her noktanın karıncalandığını hissettim. Yüzümü kezzap sıçramış gibi kavurucu bir ateş sarmıştı. Şaşkınlıktan eblehleşen suratımı toparlayıp bana attığı tokatı mumla aratacak bir şamarı suratının en nadide noktasına yerleştirdim. Bu kadın haddini sınırını bilmeyi öğrenecekti. Seni küçük maymun! Büyüdün de beni benzetmeye mi çalışıyorsun?

 

Zişan platin sarısı saçlarını gözlerinin önünden çekip hırsla soludu. "Peşime düştüğünüzü anlamayacağımı mı sanıyordun?"Üzerine yürüyüp çenesini kavradım ve onu vestiyere doğru itip sıkıştırdım. "Oğlum nerde? Kime çalışıyorsun?" Birkaç kahkahayı ardı ardına sıraladı. Beni dikkate almaması sinirlerimi bozmuştu. "Bunu öğrenmek isteyeceğini sanmıyorum." Elindeki böcekleri gözlerimin önünde kahverengi parke zemine bıraktı.

 

"İşte aracıma yerleştirdiğiniz o şeyler..." Bakışları yerde kanlar içinde yatan Kıvanç'a mıhlandı. "Onu yerleştireni de bulup hesabını kestim." Bakışlarım Zişan'ı bulduğunda yüzündeki gülümseme de büyüdü. Saçlarını parmaklarıma dolayıp "Konuş! Ona ne yaptın?"diye bağırdım. İkimiz de kadındık. Güçlerimiz eşit sayılırdı. Bana verebileceği her zararda elim armut toplamaz gereken karşılığı fazlasıyla verirdim.

 

"Ona ne yaptın? Söyle dedim! Ne yaptın?" Saçını çekiştirdim fakat bu acı umrunda bile değildi. Gözleri hırsla kısılmıştı ve yaptığından duyduğu memnuniyeti söylememe gerek bile yoktu. "Hak ettiği karşılığı buldu. Şu an kan kaybediyor. Hayatı senin iki dudağının arasında."

 

"Bana oğlumun yerini söyleyeceksin. Onu kimin benden aldığını bilmek istiyorum. Ne işler çeviriyorsunuz?" Saçlarını elimden kurtarıp kalçasını vestiyerin bölmesine yasladı. "Bana hesap soracak durumda değilsin?" Benden pişkin tavırlarla uzaklaşıp büyük ekran tv'nin kumandasına bastı. Gördüklerim karşından ayakta durmakta bile zorlanır olmuştum.

 

"Güney!" Gözlerimi ayırmadan nefes almaktan bile imtina ederek ekrandaki donuk yüze hisli hisli baktım. Karşımda gördüğüm Güney'in ta kendisiydi. Arabasının şoför koltuğunda baygın bir şekilde oturuyordu. Alnındaki yara şakaklarına ve elmacık kemiklerine doğru iri kan damlalarının akmasına sebep olmuştu. Yaranın yüzeyi pıhtılaşmış, kan beklediği için daha da koyu bir renge bürünmüştü. "Neden?"diye bağırdım yanı başımda dudaklarını büzüp havalı havalı bakışlar atan Zişan'a. Bu kadını tanımıyordum. Benden oğlumu almışlardı. Hayatımı elimden almış ve yıllarca acı çekmeme sebep olmuşlardı. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi bana bedel ödetmeye kalkarlardı?

 

"Çok acelecisin!"dedi arkamdan dönüp yarım daire şeklinde bir tur atarken. Omzuma yapışan elleri velisinin karşısında öğrencisini şikayet eden öğretmen gibi huzursuz ediciydi. "Bence bunu görmek isteyeceksin. Biricik star sevgilinin hayatı üzerinden nefis bir görsel şölen izleyeceğiz." Zişan telefonu alıp kendisine bağlanan adamı aradı. "Ne yapacağını biliyorsun! Zamanı geldi." Bir adam kamerayı Güney'den uzaklaştırırken plastik kutudaki maddeyi hızla Güney'in beyaz aracının üzerine boca etti. Önce aracın üst kısmını ardından da kenarlarını ve motorunu aynı sıvıya maruz bıraktı. Ben gözlerimden boşalan yaşlarla haykırmak istediğim tüm çığlıklarımı bastırmaya çalışıyordum, Zişan ise bu oyuna büyük bir hevesle devam etmekten çekinmiyordu.

 

"Sevgiline veda etmeye hazır mısın?"

"Hayır! Hayır!" Dedim titreyen zavallı sesimle. "Bunu yapamazsın!"

"Bana sen mi engel olacaksın?" Kaşının biri yapamazsın der gibi alnını karıştırarak havalanmıştı. Onun gözünde ürkek bir kedi yavrusundan farksızdım. "Onun bir suçu yok! Güney'i bu işe bulaştıran bendim. Ne yapacaksan bana yap!"

 

Saçlarımdan bir tutamı yapmacık bir şefkatle eline alıp kıvırdı. "Senden istediğim şeyleri yapacaksın! Aksi takdirde yakışıklı sevgilin gözlerinin önünde yanarak can verir. Bunu yapmaktan bir an bile çekinmem!" Gözyaşlarımı silip "Ne istiyorsun?"dedim. Gözlerimdeki öfke bu evi ateşe vermek için yeterdi. Yenilgiyi kabul etmek istemesem de hem Kıvanç'ı hem de Güney'i kurtarmak için istediğini yapmak zorundaydım. "Buradan çekip gideceksin! Oğlunun peşini bırakacaksın! O star sevgilinle tüm bağını koparacaksın!" Duyduklarım hafifçe sendelememe sebep oldu.

"Hayır!"

 

"Başka çaren yok! Bu ikisinin hayatı sana bağlı." Başıyla yerde her geçen dakika kan kaybeden Kıvanç'ı işaret etti. "Her geçen dakika onu ölüme yaklaştırıyordu. Kan kaybediyor ve sen benimle pazarlık yapmaya çalışıyorsun! Arkadaşlığınız bu kadar değersiz mi?" Ekranı işaret ettiğinde bugün Güney'in yanında olamadığım için şansıma lanet ettim. "Peki ya aşkınız!" Bizi gerçekten Güney'le birlikte sanıyordu. Oysa gerçek bir ilişki yaşadığımızı kimse söyleyemezdi.

 

"Onlara bir zarar vermeyeceksin! Polise gider her şeyi anlatırım. Kayıtlar var. Gerekirse kendimi de bu işte olan herkesle birlikte yakarım. Umrumda bile olmaz. Ben hapise alışkınım. Oralar bana medrese oldu bunca zaman. Peki ya sen? Acımam inan! Tüm ömrünü orada süründürmek için her şeyi yaparım!" Elleriyle beni alkışlayıp kahkahalarla güldü. İri, dolgun dudaklarına yeterince büyük değilmiş gibi kırmızı rujunu taşırarak sürmüştü ve bu haliyle annesinin makyaj malzemelerini izinsiz kullanan yaramaz bir yumurcaktan farksızdı.

 

Bana elindeki telefonu yakalamam için fırlatır gibi attı. Ekrana baktığımda bana ihbar etmem için numara yazacak kadar güvendiğini gördüm. Tek bir tuşla kendisini yakma hakkını bana vermiş ve ne yapacağımı bizzat uygulamalı olarak görmek istemişti. "Hadi yap!" Telefonla Zişan arasında gözlerim gidip geldi. Çok zor bir karardı. Söylemekle yapmak arasındaki farkı şimdi çok daha iyi biliyordum. "O ihbarı yaptığında kaçmadan teslim olacağım ama büyük star da atılan bir kibrit tanesiyle aracının içinde yana yana can verecek. Ona bir veda bile edemeyeceksin." Belindeki silahı alıp bizden birkaç metre uzaktaki Kıvanç'ın üzerine doğrulttu.

 

"Sevgili metroseksüel dostun da kafasına yediği bir kurşunla bu evde hayata veda edecek. Bunun vicdan azabını taşıyabilecek misin?" Yapamazdım. Onları bu felakete sürükleyen bendim. Engin, iftiraya maruz kalmıştı, Melis zehirlenmiş ve Kıvanç gözlerimin önünde ölüme terk edilmişti. Onlar tüm hayatlarını benim için feda etmişti. Artık sıra bendeydi. Her şeyi mahvettiğim gibi toparlayacak ve bir felaketin daha olmasına izin vermeyecektim.

 

"Bir mektup yazacaksın! Buralardan çekip gittiğinde ardındaki herkesi durduracak bir mektup... Başka bir ülkeye gideceksin. Merak etme! Seni öldürmek gibi bir derdimiz yok! Elbette bu senin için iyi bir şey! Sadece gitmeni istiyoruz. Hiçbir şeyi darmadağın etmeden gideceksin. Oğlunun hayatından da dostlarının hayatından da silineceksin."

 

"Hayır!"diye sayıkladım. Beni duymuyordu bile. "Senin için yeni bir dünya hazırladık. Venedik... Nefis bir yerdir. Artık orada yaşayacaksın. Hesabına düzenli olarak para atılacak. Güzel bir evin olacak ve buradaki hayatından çok daha huzurlu bir düzen kurabileceksin." Gözyaşlarımla dalga geçer gibi gülümsedim.

 

"Kimse bu gidişi kabullenmez. Benim böylesi bir hayatı elde edemeyeceğimi bilirler. Güney kendisini bırakmayacağımı düşünür. Peşimdekilerin farkında olmadıklarını mı sanıyorsunuz? Bu bit yeniğini çözmeleri uzun sürmeyecek."

 

"Merak etme! Aptal değiliz. Tüm bunları düşündük. Bence bu vtr'yi izlemek isteyeceksin." Elindeki kumandanın birkaç tuşuna basıp videoyu izlememi sağladı. Ekranda Güney'le olan fotoğraflarımızı ve videolarımızı gördüğümde tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim. Plan beklediğimden çok daha büyüktü. Oynadığımız klip de dahil olmak üzere pek çok görüntü 'şok şok şok!' Jargonuyla kullanılmıştı. Hazırlanan kayıtta benim Güney'i dolandırmak için hayatına girdiğim, hem Güney'le hem de Harun Bey'le yakın ilişkiler kurarak onları dolandırdığım ve hesabıma aktardığım yüklü bir miktar parayla çekip gittiğim söyleniyordu. 'Genç star aşkının kurbanı oldu' başlığıyla haberler uzayıp gidiyordu. Beni sevdiklerimden ayırmak için her şeyi düşünmüşlerdi.

 

"Bana iftira atıyorsunuz. Adımı lekeleyerek sevdiklerimin nazarında bir hiçe dönüştürüyorsunuz. Hayır, bunu kaldıramam!"

 

Bana kağıdı işaret etti. "Başka şansın yok! Umarım şov yaptığımı sanmıyorsundur. Tek bir kıvılcım bile onu senden ebediyen koparır." Gözlerim değişen ekranda Güney'e mıhlandı. Acı çekiyordum ve biliyordum bu oğlum ve Güney olmadan geçireceğim günler düşünüldüğünde bir hiçti. "Tamam!"dedim dudaklarımı gözyaşlarımı boğmak için çekiştirirken. Bu durumdan duyduğu memnuniyet yüzünün her yerine sirayet etmişti. "Mektubu ben söyleyeceğim, sen yazacaksın."

 

Masanın yanına geçip bana ayrılan sandalyeye oturdum ve içim kan ağlayarak dediklerini harfiyen yazdım. Onlara son kez sarılıp veda etmiş olmayı isterdim. Bu ayrılık beklediğimden çok daha fazla canımı yakacaktı. Mektubun altına imzamı atıp kağıdın mürekkebine damlayan gözyaşlarıma dokunmadan ayağa kalktım. Ben bana gösterdikleri araca binerken Kıvanç tedavisi yapılmak üzere çoktan hastaneye götürülmüştü.

Hoşçakal Güney. Hayatına karşılık beni senden koparacak o kararı aldım. Yollarımız bir gün yine tesadüf eder mi bilmiyorum. Ama ben senden kalan bu sevda iziyle bir ömür yaşamak zorunda kalacağımı kalbimin üzerindeki yarada en derinden hissediyorum. Sana birkaç güzel hatıradan fazlasını bırakamıyorum. Oysa benim hayallerim engin denizler gibi şeffaf, gökkuşağı gibi rengarenkti. Gidiyorum... Üzerine düşürdüğüm tüm kara bulutları alarak hayatında tozumu bile bırakmıyorum. Bensiz daha iyi olur musun bir şey söylemek güç. Bildiğim tek şey ben tüm gülüşlerimi seninle bırakıyorum. Ardımda bıraktığım nefreti göremediğim için şanslı sayılırım. Bunu kabullenebileceğimi sanmazdım. Ne tuhaf değil mi? Oysa ben sende nefret görmeye alışalı çok olmuştu. Değilmiş! Meğer kendimi kandırıyormuşum. Hayallerimi gömeceğim mezarı göz göre göre kendim kazmışım. Meğer ben seni bu kadar çok isteyerek düşlerime en büyük olmazı kelepçelemişim. Aramıza kilometreler girerken eksik olan kalbimi, asla tamamlanamayacağını bilerek alıp gidiyorum. Elveda...

 

 

💫💫💫

 

Merhaba arkadaşlar. Bir bölümde daha sizlerle buluştuk. Bu bölümle birlikte Yıldızların Melodisi 1. Kitabı bitirmiş olduk. ☺️ Hikayemiz heyecanıyla devam ediyor.

 

Hüsran ana hikaye olduğu için üzerinde biraz daha çalışmak istiyorum ama bunu da boşlamamak için elimden geleni yapacağım. Bu iki hikayenin kitaba dönüşme ihtimali var. Yayınevleriyle bölüm kaldırmama konusunda anlaşmaya çalışacağım. Kabul edilmezse de sorun değil final ettikten bir ay kadar sonra bölümler kalkar. Yerine belki daha iyi başka hikayeler yazılmaya devam edilir. Belki de hiç basılmaz bu haliyle kalır. Hayatta her şey kısmet. ☺️🌹❤️

 

Şu an aklımda nefis kurgular var. Bir tanesine epey bölüm yazıldı bile. Daha yolumuz uzun. ☺️

 

 

💫💫Şimdi bölüm yorumlarını alalım. Sizce Efsun ve Güney bu engeli aşabilecek mi?

 

💫💫Zişan'ın perde arkasında kimler var?

 

💫💫 Melis ve Kevent kavuşabilecek mi

 

Yıldız atmayı unutmayınız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%