@syildiz_koc
|
🎶BENİ UĞURLA - EMİRCAN İĞREK🎶
Merhaba arkadaşlar. İkinci kitapla yeniden karşınızdayım. İlk kitabın adı "Yansıma" olacak. İkincisi ise "Dönence" Hikayemizin sırları biraz olsun aralandı fakat henüz yolumuz uzun. Pek çok farklı konu bizleri bekliyor. Yeni kurguma hazırlık yapmaktayım. Henüz hiç yayınlamadım. Yazılmış bölümlerim var ama güçlenmeden paylaşmam. "Hüsran" bittiğinde ona da hız verip başlayacağım. Umarım hep benimle kalırsınız. Bizim için güzel şeyler olacak. Buna tüm kalbimle inanıyorum. Yorum ve yıldızlarla desteğinizi bekliyorum. Hoşçakalın.
İnstagram: seyma_yldz_koc ☺️
Bugün takvimden bir yaprak daha kopardım. Onun hayatımda olmadığı, ona dair hayaller kurmamın anlamsız olduğu ve bir daha oğlumu göremeyeceğimi kabullenerek geçirdiğim fazladan bir gün daha. Şu an elimde kahve İtalya'nın en gözde şehirlerinden biri olan Venedik'e uzaktan bakıyorum. Büyük bir gökdelenin gösterişli dairelerinin birinde gelip geçen vapurları, kayıkları ve gondolları izliyorum. Yaz sezonu... Binlerce insan tatil amaçlı akın akın buraya geldi. 2 ay 5 gün 22 saat oldu ayaklarım bu toprağa basalı.
Senden ve oğlumdan çok uzaklardayım. Artık yeri yurdu bilinmeyen tek kişi Yiğit değil. Geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalan ruhum aramıza giren kilometreleri düşünerek kahroluyor. Güney... Senden ayrı geçen her gün sadece neşemden değil ömrümden de bir şeyleri alıp götürüyor. Uyumak istiyorum. Uyumak hatıraların beynimde bıraktığı derin izleri göz kapaklarıma düşürüyor. Gözlerim hep caddenin üzerinde. Beyaz, lüks bir aracın kapımın önünde durmasını, seni bana getirmesini bekliyorum. Duyduğum her melodide seni özlüyorum. Sesinin tınısını, şarkılarındaki o manalı sözleri arıyorum. Rüzgara küskünüm. Bana yemyeşil ormanların, tuzlu suyun, saksımdaki çiçeğin kokusunu getiriyor ama sensizliği kabullenen kalbime seni hatırlatan o menekşe kokusunu getirmiyor.
Başımı kollarımın arasına aldım. Yine seni yaşadığım saatlerden birindeyim. Meydandaki büyük saat gürültüyle gece yarısını vuruyor. Muhtemelen terasında elindeki gitarla bir şeyler çalıp bestelemeye çalışıyorsun. Ya da sadece beni düşünüyorsun. Belki kızgınsın belki de hasret. Hangisini yaşadığını tahmin etmek güç.
Buralarda hava iyice ısındı. Göçmen kuşlar yeniden yuvalarına dönmeye başladı. Doğa canlandı. Her şey nefis görünüyor. Biraz önce kısa bir yağmur yağdı. Etrafta mis gibi toprak kokusu. Ben eskiden çok gülerdim. Tüm bunlar senden önce neşe verirdi bana. Artık hayatımdaki boşluğunu yalancı gülüşlerim dolduramıyor. Artık içimdeki kara bulutlar neşeli kahkahalarımla dağılıp ruhumu güneşin kollarına teslim edemiyor. Kalbim üşüyor. Bir poyraz ki beni kirpik uçlarıma kadar dondurduğunu hissediyorum. Esen her rüzgar acaba senin sesini bana getirir mi diye yaralı bir umut açtırıyor yüreğimde.
Sığamıyorum bu koca iklime. İnsanların arasına karışıp seni hiç tanımamışım gibi büyük büyük rol kesemiyorum. Aralarında geçmişim hiç yokmuş gibi davranamıyorum. Yiğit'in bir yerlerde benden uzakta yaşadığını bile bile onu var olmamış sayıp yoluma devam edemiyorum. İnsanların hiç bilmediğim o dilini yabancı karşılayamıyorum artık. Senden bu kadar uzakken konuşmaların ne olduğu ya da beni ne kadar ilgilendirdiğinin bir önemli olmuyor. Farklı yemekleri tatmak gibi bir hevesim de yok. Yabancısı olduğum bu diyarda adımlarım sana çıkmadıktan sonra olacak hiçbir şey kalbime işlemiyor.
Elimdeki çizim defterini bir kenara bıraktım. Yaklaşık bir aydır aynı yerde aynı sayfada bir şeyler tasarlayabilmek için çırpınıp duruyordum. Aklımı ve kalbimi Güney'le öyle çok doldurmuştum ki ellerim zihnimden emir almadan güzel bir şeyler ortaya koymayı başaramıyordu. Kaderimi değiştirecek o kararı verdiğimde yaşamaya çalıştığım bu hayatın benden neler alacağını tahmin etmiştim. Tamamen kaybetmek uzakta bir yerlerde yaşadığını bilmekten daha acı verici geliyordu. Güney'in orada ölmesi, güzel yüzünün tanınmayacak hale gelmesi, kokusunun yanmış et kokusuna karışması zihnimde öldürücüydü. Her şeye rağmen bu kararı verdiğim için pişmanlık duyamıyordum.
Örmeli, sepet tipi sandalyemden kalkıp bana ayrılan Amerikan tipi mutfağa yöneldim. Acıkmıştım. Bir şeyler yeme isteğini hissettiğim nadir anlardan birindeydim. Açlık duygusu bedenimi terk etmiş gibiydi. Melis'le olan neşeli sohbetlerimizi düşününce tek başıma bir şeyler atıştırma fikrine sıcak bakamıyordum. Dünden kalan kıymalı kol böreğini mikrodalga fırına bırakıp dakikasını ayarladım. Kahve makinasına yönelip buharı üzerinde sütlü, yumuşak bir kahve yaptım. Artık mini ziyafetim hazırdı.
Burası güzel bir şehirdi. Su kanallarıyla ünlü olduğunu duymuştum fakat bir gün kendimi bu atmosferde bulabileceğimi düşünmüyordum. Aslında ben buraya fazla olduğumu düşünmüyordum fakat birileri eksikti. Güney ve oğlum olmadan bu güzelliklerin hiçbiri kalbimi titretmiyor, neşe ve heyecan vermiyordu. Tamamlanabilmem için onların da burada olması gerekiyordu. Birkaç lokma aldıktan sonra tıka basa doymuş gibi tabağı kendimden uzaklaştırdım. Kendimi yeniden uçuşan, yıldız desenli tül perdenin ardındaki huzur verici terasta buldum.
Sesini duymak istiyordum. Arka planda çalan o güzel şarkılar yetmez olmuştu artık. Güney'in sesini duymak istiyordum. Artık o basit müzikçalardan fazlasını arzuluyordu kalbim. Sürekli dinlenen telefonların canı cehennemeydi. Birkaç saniye sesini duymamın kimse için bir sorun olmaması gerekiyordu. Tuşları çevirdim. Telefonun birkaç kez çaldığını biliyordum ama hâlâ cevap yoktu.
"Alo!" İşte duymak için delirdiğim ses. Yutkundum. Ona cevap vermek gibi bir derdim yoktu. Dönemezdim. Yeniden hayatını tehlikeye atmak istemiyordum. "Kiminle görüşüyorum?" Nefesimi tutup gözlerimi kapadım. Hemen şurada bir delilik yapıp kim olduğumu söylesem düşüp gelir miydi peşimden? Hesap sorup bağırır mıydı? "Kimsiniz?" Sesindeki heyecan bilinmeyen bir aramayla açıklanamayacak kadar belirgindi.
"Bana kim olduğunu söyle!"dediğinde bir damla gözyaşı ıslak bir çizgi bırakarak dudaklarımın kenarından çeneme doğru akıp gitti. Söylemeye cesaretim yoktu. "Tatlım! Kiminle konuşuyorsun?" Ahizeden gelen diğer ses dudaklarımın aralanmasına gözlerimin dolmasına sebep oldu. Bir kadın sesi... bu Ceyda olabilir miydi? Telefonu sertçe kapattım. Ayakta duracak kadar bile gücüm yoktu. Benim için üzüldüğünü düşünmüştüm. Yanılmışım... O çoktan yerime bir başkasını bulmuştu. O çoktan benim olmadığım bir dünyaya alışmış, ayak uydurmuştu.
Tek taraflı sevmelere alışkın değildim. Tek taraflı fedakarlıkların kadını olacağımı kim bilebilirdi? Sevdiğini sanmıştım. Ne büyük heves... Hayallerim tüm kanını aldığı büyük yarayla yitirmiş Anka kuşu gibi dizlerime serildi. Onlarda yaşayacak güç kalmamıştı ben de ise iyi bir şeyler olacağını düşünmeye heves. Gökyüzü parça parça avuçlarıma döküldü. Bulutlar içlerinde gamı, derdi biriktirdi bu ikindi saatinde. Belki de en çok bu yüzden griydiler. Akşamları taşıdıklarının yüküyle belini büken zavallı bir çınar gibi dikilirdim olmayacak düşlerimin karşısına. Omzularıma ağır gelen bir sevda yükü vardı ve altında eziliyordum.
Yalınayak terastaki sandalyeme oturdum. Demek doğruydu. O aşk dedikoduları gerçekti. Güney eski sevgilisine dönmüştü. Belki de beni hiçbir zaman sevmemişti. Şimdi anlıyordum benim gibi sıradan birine neden bu kadar yaklaştığını. Yara bandıydım onun için. Aslında hiçbir önemi olmayan, sadece bir acıyı dindirmek için yaraya bastırılan sıradan bir kağıt. İşimi hakkıyla yerine getirmiş ve kendimi o kabuk bağlayan yaradan ayırıp çöp tenekesinde bulmuştum.
Başımı masaya idamlık bir mahkum gibi teslimiyetle bırakırken yağmur başladı. Yüzüm her geçen saniye tazeliğini ve rengini yitirirken uzaklardaki insanların yağmurdan kaçışını izledim. Oysa yağmur güzeldi. Bahar tatlıydı. Gri bulutların ardındaki güneşin er ya da geç çıkacağını bilir ve sadece anı yaşardınız. Yağmurun teninizden silinişini izlerdiniz. Bu gün yağmur yüzüme utangaç yavrularını bırakırken küskündü. Bir uykudan uyandırıyordu beni. Asla gerçek olamayacağını bildiğim bir hayalden kurtarıyordu tatlı fiskeleri. Birazdan ay düşecekti pencereme. Yıldızlar dökülecekti avuçlarıma. Sessiz bir akşamı daha bu ılık terasta geceye yâr edecektim. Sığamadığım bu dünyada bir geceye daha elveda diyecektim. Alışmaktan korkuyordum. Unutmaktan korkuyordum. Bir gün uyandığımda Güney'in herkes gibi olmasından korkuyordum.
Yüzüne baktığımda eski bir tanıdık görmekten, bir yabancıyı izlemekten korkuyordum. Bana hissettirdiği duygular öyle yoğun öyle deliciydi ki ben ondan gelen acıları bile seviyordum. Eski, karanlık dünyama dönmek ağır geliyordu artık.
***
Güney havuzunun başında elindeki söz defterine yazabileceği en güzel sözleri dökmek için çabalıyordu. Yapamıyordu. Efsun'un olmadığı bu evde eski huzuru kalmamıştı. Kendisi için hazırlanan kahvaltıya baktı. Efsun'la geçirdiği günleri düşündü. Şimdi yanında olmuş olsaydı sakarlıklarıyla onu neşeye boğar, bir anlatır bin güldürürdü. Güney'e kahvaltı hazırlamak için mutfağa girer ve her yeri darmadağın edip mutfağın içinden geçerek her şeyi eline yüzüne bulaştırırdı. Güney de bu tatlı kadının yüzümdeki mahcup, sevimli ifadeye bakarak kahkahalarla gülerdi. Yokluğu canını yakıyordu.
2 ay öncesini düşündü. Onu son gören amcası Harun Bey'di. Doruk'un doğum günü partisine gitmiş, şoföre kendisini atılan konumdaki eve bırakmasını söylemişti. Gittiği ev Zişan'ın eviydi. Bunu iyi biliyordu Güney. O operasyon gecesinde Zişan'ın aracına yerleştirdiği alıcı onları dosdoğru bu eve yönlendirmişti. Şoförü sorguya çektiğinde yanılmadığını anladı. O gün bir şeyler olmuştu. Darp edilip soyulması, Kıvanç'ın kaldırım kenarına atılıp hastanelik edilmesi... Levent'in kendisine atılan iftira ile açığa alınıp tutuklanması... En kötüsü de Efsun'un sözde ihaneti... Bu kadar tesadüf fazlaydı. Gerçekler ortaya çıkmadıkça Güney'e uyku haramdı.
Kıvanç onun yorgun gözlerine dudaklarını kaygısızca kıvırarak baktı. İçten içe nasıl tutulduğunu görüyor, dostunun soğumayan yüreğine merhem olmak istiyordu. İşleri git gide boşlamışlardı. Her ne kadar magazin muhabirleri gece gündüz bu ihaneti yazıp paylaşsa da büyük star çalışmalarına devam etmek ve ceplerini doldurmak zorundaydı.
"İyi misin tatlış! Yine yorgun ve uykusuz görünüyorsun!" Güney oturduğu büyük yastıktan kalkıp maviliğe yansıyan ay ışığını keyifsizce süzerek içki şişesine yöneldi. Kesme detaylı şişenin kapağını açıp kadehi dolduracakken zihni Efsun'a verdiği o sözle tarumar oldu. "İçmeyeceğim!"demişti. Bu saplantısının ona zarar verdiğini, gece hayatının konserlerdeki performansını düşürdüğünü bu dünyaya ait olmayan bir kadın bile fark etmiş ona hayat tarzını değiştirmesi için reddedilemez bir teklifte bulunmuştu.
Güney yeniden toparlanmaya çalışıyordu. İyi olmak zorundaydı. Bol bol sebze tüketip spor yapıyor, içki gibi ses tellerini olumsuz etkileyen maddelerden uzak duruyordu. Dinç ve enerjik olmalıydı ki bu dağılışın gölgesinde mahvolan kariyerini düzeltebilsin. Efsun'a söz vermişti. Bu söz bile onu her şeyi değiştirmeye itebilirdi.
Şişeyi yerine yerleştirip bağımlılığını geride bırakarak yüzünü Kıvanç'a çevirdi. "Efsun'dan bir haber var mı?"
"Maalesef!Kadın yer yarıldı da içine girdi sanki. Akıl almaz bir durum. Hesabından çekilen paranın Efsun'a ait olduğu düşünülen bir hesaba aktarılması nasıl mümkün olabilir? Bu kız böyle bir şeyi başaramaz Güney. Bu işlerden anladığını bile sanmıyorum. O zaman bu nasıl mümkün olabilir?" Güney, bu dolandırıcılık palavralarına zerre kadar inanmasa da işin arkasında karanlık birilerinin olduğunu biliyordu. Bu kişiler Efsun'u bir şekilde kendisinden uzaklaştırmış ve bu sayede onu çıkışsız bırakmıştı.
"Onun Türkiye'de olduğunu sanmıyorum. Kamera kayıtları 2 ay öncesine ait. Sonrasında kadın buhar olup uçtu sanki. Burasıyla ilişiği kesilmiş. Kaçıp gitmiş."
"Uçak yolcu kayıtlarında adı yok Kıvanç. Havaalanına giriş yapmamış. Özel uçakla kaçmış olamaz mı?" Kıvanç uzamaya başlayan sakallarını sıvazlayıp zayıf bulduğu bu ihtimal üzerinde detaylıca düşündü. "Olabilir ama bu kızın özel uçağı yok ki Güney. Kiralayacak parası olduğunu da hiç sanmıyorum. Pasaport, vize daha bilmem ne menem! Bir sürü iş var. Ne ara yaptı hepsini? Üstelik sabıkalı! İzin alması kolay mı sanıyorsun?" Güney alev saçan gözlerini kısıp sıktığı yumruklarını çenesinin altında birleştirdi.
"Bu işin arkasında bir iş var. Amcam deli gibi araştırıyor. İlgin bilgilere ulaştık. O gün İstanbul üzerinden üç tane özel uçak uçuş izni almış. Saat 20.09'da ilki Venedik'e uçmuş. 16'da biri Amerika'ya, 10'da ise Brüksel uçuşu gerçekleşmiş. Bu uçakların kimlere ait olduğunu araştırdık. Venedik uçağı Taner Özyılmazel isminde bir iş adamına ait. Adam en son Zişan'la telefonda görüşmüş. Akrabalık ilişkileri olduğu düşünülüyor." Kıvanç kafasındaki soruları doğru cevaplarla eklerken Güney umutla nefesini bıraktı. İçimden bir ses aradığım gerçeklerin Venedik'te olduğunu söylüyor Kıvanç. Oraya gitmek zorundayım. Kalbim beni oraya sürüklüyor. Efsun'u orada bulmadan dönmeyeceğim. Hayatımızı çalıp yollarımıza mayın döşeyenler er ya da geç gereken karşılığı görecek." Kıvanç, sürahiden doldurduğu bir bardak suyu Güney'e uzattı. Hâlâ viski şişesi ile su arasında gidip geldiğini biliyordu. Güney tereddüt etmeden bir bardak suyu dikip bitirdi.
"Ertelediğimiz turneyi öne alıyoruz. Buradaki tüm işlerimi iptal et. Konser, albüm çalışması falan istemiyorum. Bu sene ağırlıklı yurtdışı konserlerine katılacağım. En azından Efsun'u bulup gerçekleri ortaya çıkarana kadar..." Kıvanç elindeki tabletle birkaç parmak hareketi yapıp notlarını aldı. Bakımlı saçlarını yine bukle bukle yapmış, Güney'e zekice kararından ötürü göz süzüyordu. Bu adamı biraz tanıyorsa Efsun'u bulmadan buraya cenazesinin bile gelmesine izin vermezdi.
"Bakıyorum yine hiç boş durmuyorsunuz." Güney ve Kıvanç yüzlerindeki sevimsiz ifade ile yanı başlarında ayrık otu gibi biten Ceyda'ya ters ters baktı. Güney ciğerlerindeki havayı sitemle bıraktı. Kıvanç ise yaramaz, ergen bir kız gibi dudağını kulağına kadar sarkıttı. Bu kadını görünce bitlenmiş gibi derisi kaşınıyor, tüyleri balon balığını aratacak kadar dikenleşiyordu. Ona küçümser bir ses tonuyla "Çapkın kız kurusu da geldi. Hah! Fırsatını buldun yapış yapışa bildiğin kadar!" Kendisini boğazlamak için kurban bayramını bekleyen Ceyda'ya sırtını dönüp sağ omzunu cilveli cilveli yükseltti.
"Ah tatlış! Sen baş belası kadınları çeken sarı bir mıknatıs olmalısın. Bu kara dulun yeniden hayatına bulaşmasının başka bir açıklaması olamaz. Kariyer danışmanlığı bahanesiyle ciklet gibi yapıştı sana!" Güney bıyık altından gülerken Ceyda'nın alı alına moru moruna karışmıştı. Bu küstah menajer bozuntusu Güney'in karısı gibi niye her şeye karışıyordu ki? Başlaması muhtemel ilişkilerine bu davranışlarıyla resmen kara çalıyordu.
"Unuttun galiba sarı papatya. Beni Güney'in ajansı atadı. Onu ve kariyer planlamasını düzenlemem ve yaşanılan aksilikleri fanlarına unutturmak için çalışmalar yürütmem gerekiyor. Senin beceremediğin işleri topluyorum tatluuuuuş!" Son cümlesini dudaklarını kız gibi öne toplayarak bebeksi bir sesle söylemişti. Güney gözlerini devirip onu dikkate almadığını hissettirecek şekilde homurdandı. Bu kadını hayatından çıkaralı uzun zaman olmuştu ve ne yazık ki ajans gereksiz bir şekilde onu yeniden başına bela etmeyi uygun görüyordu. Saçma aşk dedikodularının kimden çıktığını anlamak hiç de zor değildi.
"Kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş!" Kıvanç'ın kırıtışı ve imaları Güney'i güldürmüştü. Bu adamın Güney'in yanındaki hiçbir kadına tahammülü yoktu. "Muhteşem kurtarıcı Ceyda!" Genç adam elini beline koyup çamaşırcı teyze modlarına büründü. "Ne oldu cicim? Yoksa Güney'e tercih ettiğin yönetmen sevgilin seni terk mi etti? Dur bakalım buna ne diyorlar? Hımmmm buldum sanırım. Etme bulma dünyası! Ya daaaaaaa tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı." Güney dudaklarını kemirip gülüşünü bastırmaya çalıştı. Efsun'un yokluğunda bu ikilinin dalaşmaları onu eğlendiren tek şey olmuştu.
Ceyda kırıştırdığı burnuyla morarırken Güney evine yöneldi. Burada daha fazla oyalanmak istemiyordu. Venedik için hazırlık yapmalı, oradaki bağlantılarını kullanarak Efsun'u kazıyarak girdiği yerin dibinden kurtarmalıydı. Önce salona ardından da merdivenlere geçip birkaç dakika içinde odasını buldu. Gardrobu açıp büyükçe bir valize günlük tarzda giyebileceği kıyafetleri yerleştirmeye başladı. Sahne kıyafetlerini çoktan seçmiş ve kılıflarına geçirip daha büyük bir valize yerleştirmişti. Kozmetik ürünleri ve havlular küçük bir çantada yerini alırken yolculuk için içinde inanılmaz bir heyecan duyduğunu itiraf etmekteydi.
"Bu da ne demek oluyor Güney?" " Tam olarak neden bahsediyorsun?" Ceyda dalgalı saçlarını geriye doğru itip Güney'in meraklı bakışlarına karşı kızgınlık soludu. " Venedik konseri hazırlığı içindesin ve kariyer danışmanın olarak benim bundan haberim yok. Burada senin için özel konserler hazırlamıştım. Gala geceleri ve sanat dünyasındaki ünlü isimlerle söyleşiler... Tanrı aşkına harika bir programda özel konuk daveti bile hazırlamıştım. Albümünün çıkış şarkısını orada seslendirecektin. Bana danışmadan nasıl böyle bir karar alabilirsin?"
Güney sabrının neredeyse sonuna gelmişti. Kendisinden herhangi bir danışmanlık beklentisi olmadığı halde Ceyda onun hayatına ve işine nasıl bu kadar karışabilirdi? " Senden herhangi bir konuda izin almam gerektiğini düşünmüyorum. Oraya gitmek istiyorum ve gideceğim bu kadar! Eğer benimle çalışacaksan kurallarıma saygı duymayı öğrenmelisin. Sonuçta senden emir almıyorum yani patron değilsin."
"Ama sana yardım etmek için buradayım. Bir şeyleri düzeltebileceğimize inanıyorum. Her anlamda..." son sözcüklerini söylerken elleri Güney'in omuzlarında hevesle dolaştı. Güney ise yapmacık davranışlarına omuzlarını ellerinden kurtararak karşılık verdi. "Saçmalamaya başladın."
"Hayır Güney, ben ciddiyim. Güzel bir ilişkimiz vardı. Kariyerine olan katkılarımı inkar edemezsin. Birbirimizi seviyorduk. Her insanın hayatında bocaladığı dönemler olabilir. Neden geçmiş güzel günlerin hatırına bir şeyleri düzeltip yeniden başlamayalım?" Güney onu umursamadan çekmecelerini karıştırıp kimlik ve benzeri gereçleri küçük bir çantaya yerleştirdi. İçinden Ceyda'yı başına saranlara sayıp döküyordu.
Ceyda, genç adamın elini kavrayıp değerli bir mücevher taşır gibi okşadı. Gözleri aynı minneti diliyor, yaptığı hatanın bedelini daha fazla ödemek istemediğini haykırıyordu. Güney elini ondan kurtarıp sert bakışlarıyla Ceyda'yı hüsrana sürükledi. " Geçmişte olan biten her neyse benim için geride kaldı. Beni rahatsız edip o sayfaları karıştırıp durma. Yeni bir hayat kurdum ve senin olmadığı bu hayattan fazlasıyla memnunum. İkimiz için asla olmayacak şeyler düşlüyorsun."
"Neden olmayacak şeyler? Bir kez oldu yine olabilir." Güney, Ceyda'nın hevesini kursağına tıkamaya fazlasıyla hevesliydi. "Ben birini seviyorum. Onu böyle severken asla hayatıma kimseyi alamam."
Mutsuzluk genç kadının kahverengi gözlerini koyu gri bir sise boğdu. Güney'i kazanmak istiyordu fakat sevdiği adamın kalbi artık bir başkasına aitti. Ceyda Güney'i kolay kolay bırakacak biri değildi. Hayatına almak istediği her kimse karşısında kendisiyle savaşmak için hazır bir kadın bulacağından emin olabilirdi. "O mavi gözlü kız değil mi? Defilede Harun Bey'le bize katılan..." dedi Güney'in çekici çehresini incelerken. Bu sözler, genç adamı duraklatmış ve bakışlarını artık hiçbir duygu hissetmediği eski sevgilisine yönlendirmişti. Karşısındaki kadının dudaklarının kibirli aralandığını gören Güney yumruklarını sıktı. Ceyda'nın Efsun'un masumiyetini anlamasını beklemiyordu. Güzel giden bir ilişkileri varken hevesleri uğruna onu terk edip film yıldızı olma hayalleriyle bir başka adama giden bu kadından fazlasını bekleyemezdi.
"Gerçekten böyle birini sevmiş olamazsın değil mi? O kız daha kokteylin ne olduğunu bile bilmiyor. Senin dünyana ait biri değil. Eğitim seviyesi ve görgüsü düşük birini koluna takıp insanlara sevgilim diye göstermen ne kadar aklı başında bir davranış?" Güney titreyen dudaklarıyla çok ağır sözler sarf etmemek için kendini zor tutuyordu. Efsun'un Ceyda tarafından aşağılanması tahammül edebileceği bir durum değildi.
"Bir daha onu aşağılayacak herhangi bir sözünü duymak istemiyorum. Sen onu eleştirecek son kişi bile değilsin. Gerçekleri görmeni istiyorum. Artık ikimiz için hiçbir şey söz konusu olamaz. Sen kendi işini yap ben de kendi işimi." Ceyda daha fazla konuşmanın kimseye yararı olmadığını anlamış ve elindeki süslü minik çantayı da alarak merdivenlere yönelmişti. Güney'i yeniden kazanıp kazanamayacağının artık bir önemi yoktu. Güney hayatının en büyük hatasını yanlış kadını tercih ederek yapmıştı. Artık onun kendisine geri dönüp dönmemesinin ya da sevip sevmemesinin de bir önemi yoktu. Ceyda egoist bir kadındı ve bir erkeğin kendisini reddetmesine asla tahammül edemezdi.
Güney, her şeye sıfırdan başlamış sıradan bir sokak şarkıcısıyken ona bir kariyer imajı çizmiş, hem özel hayatını hem de iş hayatını olabilecek en iyi hale getirmesi için elinden geleni yapmıştı. Şimdi bu yeni yetme şarkıcı kendisini bugünlere getirdiği gerçeğini inkar edip onu yok sayarak bir başka kadınla mutlu olamazdı. Ceyda'yı böyle aşağılayarak, hayatına yapabileceği en büyük kötülüğü yapmıştı.
Genç kadın uzun, dalgalı, siyah, saçlarını savurarak merdivenleri indi. Başını kaldırdığında kendisine küstah bir gülüşle yan yan bakan Kıvanç'la karşılaştı. "Sonunda ağzının payını aldın tatlış. Yüzünün renginden starın sana gereken cevabı verdiğini anlayabiliyorum." Kıvanç, Ceyda'nın yanına gelip omzunu kullanarak genç kadını hafifçe ittirdi. "Güney kapısı sana sonuna kadar kapandı. O artık bir başkasını seviyor. Yaniiiiiii senin ağlarından kurtuldu. Biz artık hayatımıza, sevdiği adama ihanet eden kara dulları almıyoruz. Şöhret budalası kız kurularını da almıyoruz. Şantajcıları da... Yani baby, sana babay! Bir daha görüşmemek üzere... anlamişko?" Ceyda kaşını kaldırıp kendisiyle alay eden Kıvanç'a saldırıp tırnaklarını boğazına geçirmemek için kendini zor tuttu. Bu adam basit bir menajerden fazlası olmadığını ne zaman anlayacaktı?
"Ben pes ettiğimi söylemedim. Henüz yolun başındayız. Kimin bye bye yapacağına kimin selam çakacağına zaman karar verecek." Edalı birkaç adım atıp Kıvanç'ın burnunun dibine kadar yaklaştı. Ve gözlerini ondan ayırmadan ön perçemine kışkırtıcı bir şekilde üfledi. " Bence beni hafife almasan iyi edersin erkek kırıntısı." Sesini iyice kısıp tehlikeli bir tınıya çevirdi. "Gerçek beni tanıdığında her şey için çok geç olabilir." Kıvanç ellerini koyacak yer bulamayacakmış gibi bir titreme ile gözlerini kocaman açtı. "Ooooooo! Korkudan altıma kaçırmış olabilirim. Annemi istiyorum biri bana yardım etsin!" Kıvanç kahkahalarla gülerken Ceyda bozulduğunu belli etmemek için duyarsızca sırıtıyordu. "Sen de beni hafife alma tatlış! Ve şunu iyi bil! Güney ve Efsun'u yeniden bir araya getirmek için elimden gelenden çok daha fazlasını yapacağım. Sarışınımı bir daha sana yedirmek istediğimi hiç ama hiç sanmıyorum."
Ceyda yüzünde açan kocaman bir tebessümle "Ben izin almam yerim!" Diye tısladı.
💫💫💫
Elimdeki kitaba boş gözlerle bakıp camdan gökyüzünü izledim. Canım çok sıkılıyordu. Güney ve Yiğit kalbimi aklımı öyle çok işgal ediyordu ki onları düşünmek dışında başka bir şeyle meşgul olmak ancak benim için bir hayal olabilirdi. İki haftadır aynı kitabın aynı sayfasında tanıdık bir şeyler bulma umuduyla dolaşıp duruyordum. Gözlerim kitaptan bir saniye bile ayrılmazken zihnim sürekli benden uzaktaki iki parçamla hemhal oluyordu. Tabletin ekranını kaydırıp haberlere göz attım. Burası güzel bir şehirdi. Etrafta nazik, neşeli insanlar vardı. Fakat bir aidiyet duygusu ne kadar uğraşırsam uğraşayım yüreğimde yer edinmemişti. Vatanımı özlemiştim. İstanbul burnumda tütüyordu. O nefis boğaz manzarası, gelip geçen kayıklar vapurlar, koşuşturan neşeli insanlar, Limanda birbirinden lezzetli yiyeceklerin enfes kokusu... En önemlisi de Güney ve oğlumun benimle aynı yerde nefes aldığını hissetme duygusu...
Bunlar olmadan bu şehir bana bir zindandan fazlası olamıyordu. Sıla özlemi her yanımı sardığında bana vatanımı hatırlatacak her şey kalbime ulaşıyordu. Türkçe şarkılar dinliyor, bazen evimde bağır çağır türküler söylüyordum. Televizyonumda bile kanallar hep çıkıp geldiğim diyardan bir esinti tadıyordu. Türkiye'ye dönmek memleketime kavuşmak istiyordum. Bu gurbet ne zaman bitecekti?
Günler öncesini düşündüm.Gördüğüm haber yürek çarpıntımı zapt edilemez bir boyuta ulaştırmıştı. Ekranda Güney'in sahnedeki parlak ışıkların arasında şarkı söylediği bir kareyi görüyordum. Sayfanın Türkçe çevirisine baktığımda haftaya Venedik konserinin olacağı yazıyordu. Zişan'ın bana olan tepkisini umursamayıp ilk işim Güney'in konserine bir bilet almak oldu. İçimdeki hasrete daha fazla direnemiyor, onu görmek için kendime yaratacağım bu fırsatı geri tepemiyordum. Meydanlarda bayram havası vardı. Burada da Güney'in hatırı sayılır bir fan kitlesi olduğunu anlamıştım. Binlerce insanın arasında beni fark etmeyecekti. Konser salonunda bir silüet misali uzaktan, güzel yüzünü, mavi gözlerini doya doya izleyecektim.
Konserin başlamasına 3 saat vardı. Rahatlamak zorundaydım. Ona yaklaşmayacak, hayatını tehlikeye atacak hiçbir davranışa izin vermeyecektim. Sadece onu görmek istiyordum. Dokunamasam da, yanında olamasam da iyi olduğunu görmeye ihtiyacım vardı. Kurulanıp saçlarıma fön çektim. Siyah hakim yaka beyaz düğmeli mini bir elbise giyip önüme gelen saç tutumları iki ince örgüyle arka tarafta buluşturdum. Gözlerime koyu sayılabilecek bir makyaj yapıp dudaklarıma sadece parlatıcıyla müdahale ettim. Kokuları tenime işlediğimde artık konsere gitmek için hazırdım.
Venedik'te maskeler ayrı bir öneme sahipti. Buradaki halk uzun zaman önce maske ile çıkmak gibi bir alışkanlık edinmişti. İnsanlar kimliklerini gizleyerek toplumun hoş görmeyeceği bazı davranışlarda bulunuyor ve maskelerin ardında türlü suç ve günahları gizleyebiliyorlardı. Toplumsal karmaşa ve ahlaki çöküntü arttığında maskelerin yasaklanması ve sınırlandırılması nihai sonuç olmuştu. Venedik karnavalında insanların neredeyse tamamı maske takarken günlük hayatta aynı durum söz konusu olamıyordu. Siyah giysilerime ve gotik tarzıma uygun beyaz bir maskeyi elimdeki sapıyla yüzüme yaklaştırdı. Üzerime atılan onca iftiraya rağmen ak tutmaya gayret ettiğim yüzüme bundan daha çok yakışan bir şey düşünemiyordum. "Gatto!" adı verilen bu maske Güney'in karşısında kimliğimi koruyacaktı.
Maskeyi indirip bana hazırlanan evden çıktım. Güney'i onca yaşanılana rağmen görmek için oldukça sabırsızdım. Beni fark etmeyeceğini bile bile onu görme arzuma direnemiyordum. Bir kez olsun maskenin ardındaki yaralı gözlerime bakacağını ümid ederek taksiye bindim. Oldukça uzak olan konser alanına sonunda ulaşmıştım. Şoföre hatırı sayılır bir bahşiş bırakıp cebimdeki Euroların yarısını taksi ücreti olarak ödedim. Etrafımda maskeli başka kimseyi görmemiştim. İnsanlar ellerindeki telefon ışıklarını ve mumları havaya kaldırıp coşkuyla Star'ın sahneye gelmesini bekliyordu. Fakat hiçbirinin benim kadar heyecanlı olduğunu düşünmüyordum.
Büyük bir konser salonuydu çok yüksek bir tavan ve farklı tonlarda ışıkla ortamda yer tutuyordu. Dev gibi hoparlörlere devasa ekran eşlik etti. Gri metalik sahne havası beyaz platforma renk katmıştı. Işıklar söndürülüp sahne aydınlatıldığında tanıdık bir gitar sesi onu heyecanla bekleyen yüreğimi yerle yeksan etti. Mikrofon sabitlenmiş bir şekilde Güney'in tam karşısında yerini aldı. Sahne dekoru Venedik tarzını yansıtan bir seyirde devam etse de aradaki Türk üslubu dikkatimi daha ilk anda çekmişti. İnsanların Güney nidaları, farklı dilde atılan sloganlar, kahkahalar, burnuma bir koku cümbüşü sunan karmaşık içecek rayihası... Hepsi onun içindi.
Güney coşkulu kalabalığa selam verip sahnedeki yerini aldı. Onun yerinde olsam heyecandan düşüp bayılabilirdim. Beni böylesine büyük bir sevgiyle karşılayan topluluğa birkaç tatlı söz söylemek dolu dizgin kalbime zor gelirdi.. Düğümlenen dilimi düşünemiyordum bile.
Güney kollarını iki yana kucaklar gibi açıp hayranlarını coşkudan coşkuya sürükleyen İngilizce sözleri söylediğinde dudaklarımın titrediğini, kalbimin alev alev yandığını hissettim. Aramızda yüzlerce kişi olduğu halde benim görebildiğim tek kişi Güney'di. Yüzü her zamanki gibi kusursuz görünüyordu. Uzun kirpikleri ve hafif çekik mavi gözleri çekici kirli sakallarıyla uyum içerisindeydi. Kemikli yüzü temkinli ve hüzün doluydu. Alnına düşen düz saçları harika bir elden geçip şekillendirilmişti. Giydiği beyaz ceket gövdesinin arka kısmını örtse de üçgen vücuduna ve göğsünden karnına kadar olan kıvrımlarına gölge düşürememişti. Adının nidalarını her duyduğumda içimi saran heyecanın ruhumdaki yangına benzin döktüğünü hissettim.
Mikrofonun karşısına geçip ışıkların altındaki gölgeli güzel yüzünü dinleyicilerinden esirgemeden gözlerini kapattı ve en sevdiğim şarkılarından birini ruhumuza ısmarladı. Saniyeler sonra gözleri açıldı ve seyircilerin arasında büyük bir dikkatle dolaştı. Daha önceki konser videolarını izlediğimde etrafına karşı o kadar dikkatli olduğunu fark etmemiştim. O işine konsantre olur ve müziğin kendisini cezbedici ritmiyle alıp götürmesini beklerdi. Bakışlarındaki heyecan ve ilgi dikkatimden kaçacak gibi değildi.
İnsanların arasındaydım. Sahnenin epey uzağında sadece onun sesini duymak, onun yüzünü görmek için dakikalarca ayakta dikilmiş varlığını hissediyordum. Diğerlerinin aksine yerimde hoplayıp zıplamıyor Güney'in şarkılarına eşlik edip bağırmıyordum. Hiçbir söz ve hiçbir davranış ona duyduğum şu hasret dolu anlardaki heyecanı bana yaşatamazdı. İlk şarkı bittiğinde büyük bir alkış tufanı bu coşkulu ortamda yankılandı. Güney teşekkürlerini iletirken yanağımdan boynuma damlayan sıcak yaşlarla ona karşılık vermiştim. Hem beni fark etmemesini istiyor hem de görmesi için içten içe büyük bir arzu duyuyordum. Ona bir kez olsun sarılabilmek için dünyaları verebilirdim fakat onu kaybetme duygusu benden tüm ömrümü alırken dünyaların da bir önemi kalmıyordu.
Ardı ardına 3 şarkı daha söyledi. Ve sonra eline mikrofonu alıp sahneden dinleyicilere doğru yaklaştı. Bakışları çevresindeki her bir bireyi dikkatle süzecek kadar imtinalıydı. Yüzünde gizlediği bir hüzün vardı. Ne kadar neşeli görünmek için çabalasa da her an ağlayacakmış gibi duran gözleri gerçekleri gizleyemiyordu. Neşeli tebessümleri, sahnedeki hareketleri, etrafındaki dansçılarla yaptığı o nefis kareografi... Hiçbiri gerçek Güney'i gizleyemiyor maskenin altındaki özlemimi dindiremiyordu. Güney burada bir adım yakınımdaydı ama onu teselli edebilecek gücü kendimde bulamıyordum.
"Sevgili dinleyiciler... Repertuarımıza benim için özel anlam ifade eden bir besteyle devam etmek istiyorum. Sizler konserlerimde sadece bana ait olan parçaları dinlemeye alışkınsınız fakat bugün bu şehirde kaybolan Güney Tunç Atasoy'u bulabilmem için ruhumdaki melodiyi seslendirmeye herkesten çok ihtiyacım var. Ben kalbimi kaybettim ve onu bulmadan bu şehirden asla gitmeyeceğim." Bu sözlerin tamamını Türkçe söylemişti ve muhtemelen onu anlayan tek kişi de bendim. Aşina olduğum müzik kulaklarımda çınlarken ellerimin titrediğini ayaklarımın güçlükle bedenimi taşıdığını hissettim. Yaklaşık yarım dakika sonra Güney'in hasret kaldığım o sesini en sevdiğim şarkının dizelerinde duydum.
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa Leylim ley Seher yeli dağıt beni kır beni Leylim ley Götür tozlarımı burdan uzağa Leylim ley Yarın çıplak ayağına sür beni Leylim ley
Yedi yıldır uğramadım yurduma Leylim ley Dert ortağı aramadım derdime Leylim ley Geleceksen bir gün düşüp ardıma Leylim ley Kula değil yüreğine sor beni Leylim ley
Sözler bittiğinde gözyaşlarım zapt edilemez bir hâl almıştı. Kulpunu tutarak yüzümü örtbas ettiğim maske bile ellerime ağır gelmişti. Ne onu ne de gövdemi taşıyabilecek gücümün kaldığını düşünmüyordum. Sarsılıp bayılacakmış gibi olduğumda bir elin beni kollarımdan yakalayıp bacaklarımın üzerinde yeniden yükselttiğini fark ettim. Gözlerimi aralamış ve etrafımdaki birkaç kişinin müdahalesiyle biraz olsun toparlanabilmiştim. "Signora, stai bene!" (Hanımefendi, iyi misiniz?) Ne dediğini bile anlamıyordum. "Bırakın! Bırakın lütfen maskem!"
"Non hai un bell'aspetto" (İyi görünmüyorsunuz!) Yanındaki kızıl saçlı, kısa boylu kız maskemi aradığımı anladığından mıdır bilinmez hemen yerdeki maskeyi bana uzattı. Maskeyi yüzüme geçirdiğimde ışıkların çoktan bana yöneldiğini fark etmiştim. Güney de tersliği fark etmiş, karmaşanın benim etrafımdaki çemberde yoğunlaştığını anlamıştı.
Bana bakıyordu. Yüzümdeki maske dikkatini çekmiş olmalıydı. Ona farkına bile varmadan varlığımı hissettirmiştim. Gözleri heyecanla üzerimde oyalandı. Beni baştan aşağıya süzdüğünü görebiliyordum. Konser salonundaki dev ekranda maskeli yüzümü gördüğümde buradan bir an önce toz olmam gerektiğini anlamıştım. Hızla çıkışa yöneldim. İnsanların arasından geçmek imkansız gibiydi. Bu kalabalık Güney'den kurtulup salonu terk etmem için çelik bir gövde gibi engel teşkil ediyordu.
" Efsun hayır!" Bu Güney'in sesiydi. Beni bulmuştu. Bir cümle bile bilmediğim dili kullanamazdım. Bu sebeple insanların arasından geçerken "Özür dilerim, lütfen izin verin!" gibi Türkçe ifadeler kullanıyordum ve sanırım benim ne dediğimi anlamıyorlardı. Bu şekilde uzaklaşmak çok zordu. Hiç ummadığım bir anda bana yetişebilmek için kendisini sahnedeki insanların üzerine bıraktı. Bu hareketi ile birlikte coşkunun dozu daha da tırmanmış ve insanlar tuhaf halimizi sahnenin bir parçası sanmıştı. Oysa sadece uzatmaları oynuyorduk. Bu şekilde benden daha hızlı hareket etme imkanına sahip olabilmişti bense insanları ite kaka çıkışı bulmaya çalışıyordum.
Kahretsin hiçbir şey planladığım gibi gitmemişti! Sevgili şansım lütfen beni şu zor durumdan kurtar! Yıldızların kal falan mı geldi size neden yardımcı olmuyorsunuz? Hepiniz bizim bir araya gelmemiz için çabalama eğilimindesiniz ama bu buluşmanın ölüm getireceğini tahmin etmeniz gerekiyor. Ayağıma basan sevgili kalabalık, gerçekten hepiniz çılgınsınız fakat benim enerjim kalmadı. Sevgili ayaklarımın sizler tarafından hunharca ezilmesine daha fazla katlanabileceğimi zannetmiyorum. Sonunda çıkışa ulaşabilmiştim. Kapıyı açıp beni engelleyen insanlara Alex gibi çalım atıp daha dar bir koridora geçtim. Ayağındaki topuklu ayakkabıları çoktan çıkarmış kazan başında beslenme dansı yapan yamyamlar gibi yalın ayak koşturmaya başlamıştım.
Kırmızı bir halı koridor boyunca ince bir şerit halinde uzanıyordu. Duvarların kirişlerinde spot lambaları bulunuyor ve yolumu görebilmem konusunda hatrı sayılır şekilde destek oluyordu. Adımlarım aniden karşıma çıkan bir adamla duraksadı. "Bizden öyle kolay kurtulamazsın tatlış." Lanet olsun bu Kıvanç'tan başkası olamazdı. Sarışın ellerini horoz güreştirir gibi iki yana açmış bacaklarını ise kırarak bostan korkuluğu misali önüme dikilmişti. Ona sert bir tekme savurup yolumu yeniden açtım. Kimin kiminle dans ettiğini bilemeyecek kadar şaşkındı.
Maskeyi yüzümden ayırmadan arkamdaki sese yöneldim. "Yolu kapatın durdurun onu! Binadan çıkmasına izin vermeyin!" Güney çoktan bana yetişmiş, gideceğim tüm çıkışları kapatmak için girişimlerde bulunmaya başlamıştı. Önümü kapatan bir başka görevliyi iterek devre dışı bıraktım ve büyük kapıdan kısa bir süre sonra kendimi dışarı attım. Yalınayak caddeye fırladım. Tek derdim bir taksi bulup yeniden bulunduğum apartman dairesine geçebilmekti. Araba kornalarını duymamaya çalışarak araçların arasından büyük caddeye doğru yöneldim. İleride bir taksi durağı vardı ve eğer biraz şansım varsa onlardan birini atlayıp bu curcunadan kurtulabilecektim.
Ciğerlerim düzensiz nefes alışlarımla iyiden iyiye bitap düşmüştü. Boğazımın kuruduğunu dilimin damaklarıma yapıştığını hissedebiliyordum. Koşarken irili ufaklı birkaç sinek yuttuğumdan emindim ve sadece bu bile midemin bulanması için yeterliydi. Fenalık geçirmeme ramak kalmıştı. Kararsız birkaç adımım iki lüks aracın saniyeler içinde üst üste binmesine sebep oldu. Bu kazayla birlikte trafik çoktan felç olmuştu. Başımı geriye doğru çevirdiğimde Güney'in hâlâ peşimden geldiğini görebiliyordum. Güney önde Kıvanç arkada çoktan izimi sürmeye başlamışlardı.
Taksiciye işaret verip aceleyle aracın kapısını araladım. Bu Güney'i geride bırakmak için son şansımdı. "Hayır efsun! Bizden kaçamazsın. Çekip gitmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek! Bendeki seni öldüremeyeceksin!" Güney'in sözleri beni duraklatan tek şey oldu. Ondan kopmak benim için yeterince zorken her şeyi daha da imkansız bir hale getiriyordu. Elim taksinin kapısında dimdik ayakta öylece bekliyordum. Bir yanım kor bir yanım ise buzdu. Güney'in aşkı beni Arafa düşüren tek şeydi. Aklım kalbim karşısında çaresizce diz çöktü. Gözlerimin önüne düşen o yıkıcı anlar çekip gitmem için yüzüme okkalı bir tokat attı. Onu kaybetmeye dayanamazdım. Ne kadar canım yansa da çekip gitmek benim için bir mecburiyetti. Ölümünü görmeye hazır değildim.
"Veni signora." (Geliyor musunuz bayan?) cevap vermeden araca binip hızla kapıyı çektim. Yüzümdeki maskeyi indirip kağıda yazdığım adresi taksiciye verdim. Ben yolda hüngür hüngür ağlarken taksici ifadesiz yüzüyle sadece yola konsantre oluyordu. Muhteşem şehir ışıkları, yıldızlı nefis bir gecenin gölgesinde dinleniyordu. Çok mutsuzdum. O eski neşemden geriye kalan pek bir şey yoktu. Güney'in konserine gitmek bir hataydı. Onu gördüğümde kalbinde bir şeylerin yolunda gitmeyeceğini biliyordum. Kendimi ele vermiş ve Güney'in dikkatini çekmiştim. Peşime düşeceğini biliyordum. Sözleri kızgınlık kokmuyordu fakat sitem yüklüydü. Beni bulmak için her şeyi yapacak ve belki de amacına ulaşacaktı. Ama ona olumlu bir dönüş yapamayacağımı biliyordum. Beni bulsa bile her şeyi kabullenip duygularını reddetmem gerekecekti. Daha fazla benim yüzümden zarar görmesini istemiyordum.
Taksi ücretini ödeyip bulunduğum binaya yöneldim ve onuncu katı asansörde tuşlayıp kabinin yerden yükselmesine teslim oldum. Sakin sayılabilecek bir şekilde anahtarları çevirdim ve karanlığı sevmediğimden ilk işim odayı aydınlatan tuşlara basmak oldu.
"Demek sonunda gelebildin! Umarım iyi eğlenmişsindir." Bu cüretkâr ses karşısında delirmemek imkansızdı. "Zişan!" Saçlarını parmak uçlarıyla geriye doğru itip kalçasına kıvırarak oturduğu büyük berjer koltuktan kalktı. " Şeytan görmüş gibisin. Pek misafirperver görünmüyorsun!"
"Çünkü seni gördüğümde midem bulanıyor anakonda. 'Yine kim bilir ne zehir akıtmaya geldi?' Diye sorguluyorum kendimi. Varlığın hayra alamet olmuyor." Şuh bir kahkaha patlatıp abartılı bir kıvraklıkla bir adımlık mesafe bırakana kadar yaklaştı. "Açık sözlülüğün gözlerimi dolduruyor. Star sevgilinle nefis bir gece geçirmiş olmalısın. Kesin o yakışıklı konserde şarkılarını gözlerinin içine bakarak söylemiştir." Ellerini dalga geçer gibi kalbinin üzerine birleştirip, "Ne romantik!" Diye geveledi. Kafasına bir şey fırlatmamak için kendimi zor tutuyordum. O yanımdayken sabırlı ve olgun davranmak zordu. Özellikle de Güney'in ismini anarken sesindeki heves ve tutku tonu tırnaklarımı yüzüne geçirmeme sebep olacak kadar kışkırtıcıydı.
"Siyah bir gölge gibi peşinde olmak zorunda mısın?" Omuzlarını dikleştirip yapmacık bir şekilde dudaklarını öne doğru toplayarak "Sanırım öyleyim!" diye itiraf etti. "Bir saçmalık yapmaman için seni kontrol altında tutmam gerekiyor. Başımızın belaya girmesini istemeyiz değil mi? Ben düşünceli bir kadınım. Bu diğerleri için hiç iyi olmaz!" Hiç ummadığı anda şaşırtıcı bir hamle yapıp platin sarısı, kısa, küt saçlarını parmaklarımın arasına dolaladım ve başını tüm vücuduyla birlikte yere kadar eğdim. Lastik bir kız gibi iki kat olacak şekilde büküldü.
"Eğer onların tırnağına zarar gelirse seni doğduğuna pişman ederim. Hapse girmek beni korkutan bir şey değil, fakat belli ki sen mezara girmek konusunda pek hevesli değilsin. Seni o mezara kendi ellerimle koyarım ve emin ol tek parça halinde olmazsın. Bir kez kendimi kanıtladım ikincisi beni yormaz."
Gözlerindeki korku tatmin olmam için yetmişti. Hissetmediğim şeyleri söylüyordum fakat beni zayıf biri olarak görmesi yüreğini cesaretlendirebilirdi. Bunu yapacak kadar aptal değildim. Onu bıraktığımda bana sırtını dönüp pencereden dışarıyı seyretmeye başladı. "Buraya senin için geldi. Belli ki almadan da gitmeyecek. Seni ona vermek istemiyorum ama peşinden koşması da işime gelmiyor. İpuçları onu buraya getirecektir. O an geldiğinde ne yapman gerektiğini çok iyi biliyorsun." Başıyla berjerin yanındaki zigon sehpayı işaret etti. içeriye girdiğim andan beri fark ettiğim o deri çanta dudaklarının kulaklarına kadar kıvrılıp incelmesine sebep oldu.
"Hesabından çektiğimiz para ile aynı miktarda... Bu para çantasını ona iade et ve çaldıkların için özür dile. Yollarınızın bir daha bir araya gelmesini istemiyorum." Bana kontak bir bakış atıp elindeki süslü el çantasıyla kapıya yöneldi. "Dediklerimi yapmadığında ne olacağını biliyorsun."
💫💫💫
|
0% |