Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 PİNOKYONUN SEVDASI

@syildiz_koc

 

 

🎶Medya: Emre Fel (Bilmem bu yol nereye çıkar?"🎶

 

Yalan kendi evlatlarını evirip çevirip kendi kazdığı alevli hendeklere atan siyah bir cadı gibiydi. Geçmişimden utanmış ve Güney'e ailemle ilgili yalanlar söylemiştim. Gerçekleri kabullenmek bana ağır geliyordu ve o zaman bu yalanın dönüp dolaşıp beni mahvedeceğini bilmiyordum. Yalancı sevgililik meselesi Kıvanç'ın saçma müdahalesiyle evliliğe dönmüştü. İşin içine Güney'in annesi de girince peynir peşinde koşarken kapana kısılan zavallı bir fındık faresine dönüşmüştüm. Artık kaçışım kalmamıştı.

 

Bugün Levent'in aklanıp hapishaneden çıktığı gündü. Yaşadıklarından sonra neyse ki toparlanmış ve yeniden işinin başına geçmeye karar vermişti. Birileri bize korkunç bir oyun oynamıştı. Farkında değildik belki ama aslında büyük bir tezgahı bozmuştuk. Levent artık benim için çok değerliydi. Oğlumu bulmam için her anlamda bir abi gibi destek olmuş ve bu uğurda kendi mesleğini, işini, hayatını tehlikeye atmıştı. O hapishanede biz de dışarıda boş durmamış onu aklayacak her delillerin peşine düşmüş ve Harun Bey'le irtibat halinde olup Levent'i çıkarmanın yollarını aramıştık. Ve o güzel gün geldiğinde Melis ve ben çıkış kapısının önünde heyecanlı bir bekleyişe tutulmuştuk.

 

Kapının önündeki askerler duygusuzca adım adım bize yaklaşan Levent'e baktı. Bu duruma alıştıklarını ve artık tepki vermediklerini fark edebiliyordum. Ne yazık ki aynı durumda olduğumuzu söylemek güçtü. Melis beni ardında bırakıp Levent'e doğru koşmaya başladı. Aralarındaki mesafe bittiğinde bir an bile düşünmeden yaşanılan olumsuzlukları göz ardı ederek boynuna atıldı. Onun yokluğunda yemeden içmeden kesilmiş ve epey kilo vermişti. Günlerce spor yaptığını, Levent'in karşısına en güzel haliyle çıkmak istediğini biliyor ve onun bu heyecanına ortak oluyordu. Melis Levent'e sımsıkı sarılırken Levent duyarsızlığını korumaktan bir an bile vazgeçmiyordu.

"Bugünü ne kadar çok bekledim, bilemezsin!" dedi Melis mutluluk sarhoşu gibi cıvıldarken. Keşke Levent için de aynı şeyi söyleyebilseydim.

 

Levent ondan uzaklaşıp duygusuzca "Sağol!"dedi. Öküz... Deli miydi bu adam? Melis kendisine ne yapmıştı da ondan bu kadar uzaklaşıyordu? Sanki dün tanışmışlar gibi bir mesafe, bir ukalalık, soğukluk... Hâlâ Melis'e Engin'le yakınlaştığı günün hesabını mı soruyordu? Melis dolu dolu gözlerle ardından bakarken hayretle ağzımın açıldığını, nefesimin kesildiğini hissettim. Levent bakışlarınızın arasında sarışın bir kızla kucaklaşıyordu. Melis dokunsan ağlayacak bir pozisyondaydı ve ben ikisinin kafasını birbirine geçirmemek için kendimi zor tutuyordum.

 

"Bunlar ne ara bu kadar yakınlaştı ya?" Melis yutkundu. Cevap verecek gücünün kaldığını bile sanmıyordum. Levent ağlamaklı bir şekilde kendisini takip eden Melis'in yanına gelip kız arkadaşını takdim etti. "Elisa seni en yakın dostumla tanıştırmak istiyorum. Melis... Hayatım boyunca hep bana destek olan sığınağımdır." Melis dolu dolu gözlerle güçlü görünmek için çabaladı. Kız elini uzatıp onunla tokalaşmayı beklerken titrek elleri bir türlü ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Elisa'nın havada kalan elini yakalayıp Melis'in yerine yüzümdeki yapmacık kızgınlıkla ben sıktım.

"Henüz şoktan çıkamadı. Levent'in çıkmasını dört gözle bekliyorduk. Bu gelişmeler biraz ani oldu." Diye geveledim. Hemen şuracıkta Levent'i gebertmek istiyordum ama ne yazık ki arkadaşımı daha fazla yıpratmaktan fazla bir işe yaramayacaktı.

 

Elisa elimi samimiyetle sıktı fakat yeniden Melis'e uzatmak gibi bir hata yapmadı. Samimi, iyi yürekli bir kıza benziyordu. Ona karşı kötü bir duygu hissetmesem de arkadaşımın üzülmesine sebep oldukları için içimdeki kırgınlığa ve öfkeye engel olamıyordum. Levent ve Melis birbirlerine kızgın ve yorgun ifadelerle bakarken ortamda daha fazla durmamamız gerektiğini anlamıştım. Ortada gerçekten ciddi bir ilişki var mıydı bilemiyordum. Fakat her iki durumda da Melis acı çekecekti. Eğer bu ilişki gerçek bir ilişki ise Melis ve Levent için yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştı. Eğer Levent'in sözde intikam almak için uydurduğu düzmece bir ilişki ise yine ikisi için yapılabilecek bir şey kalmamış demekti. Güven bir kez kırıldığında bir daha asla tamir olmazdı. Melis asla kendisine yapılan ihaneti taşıyamazdı. Hiçbir şey söylemeden bize alık bakan Elisa'nın bakışlarından uzaklaştık. Levent'e veda etmek aklımızın ucundan bile geçmiyordu.

 

 

***

 

"Allah kahretsin! Kahretsin!" Diye höyküre höyküre ağladı Melis. Bir yandan burnunu çekerken diğer yandan elimdeki peçete kutusuna abanmış hunharca peçeteleri burnuna, ağzına tıkıştırmaya çalışıyordu. "Onu kaybettim!" Diye feryad etti tombul güvercinim. ne yazık ki ona bu konuda katıldığımı söylemek zorundaydım. Levent resmen Melis'le olması muhtemel geleceğini elinin tersiyle itmişti. Sadece basit bir yakınlaşma yüzünden Melis'e yaşattıklarına kızmadan edemiyordum. Ah be tombul güvercinim madem bu kadar seviyordun ne demeye tenceresi kaynar maymun oynar Engin'e o kadar yakın davrandın? Şimdi ayıkla pirincin taşını.

 

"Bir daha asla bir araya gelemeyeceğiz. Onun hayatında şişman, komik arkadaşı olarak kalacağım. Bir ailemiz olamayacak!"

 

"Haklısın!" Dedim alık gözlerimle onu süzerken. Sinirleri bozulmuş bir şekilde kaşının birini kaldırdı. Burnundan damlayan sıvılar bana hevesle el salladı. " Ne yani ben gerçekten şişman, komik bir arkadaş mıyım? Yani benim onun yanında sevgilisi olarak yerim yok mu?" Cevap vermeme bile izin vermeden deli gibi bağırarak ağlamaya devam etti. "Ha-hayır Melis! Neden öyle olsun? Sen çok güzel bir kızsın!" Epey bir feryat edip sağa sola sümük saçarken kekeleyerek bozulan morelini yerine getirmeye çalıştım. Rezil etmiştim ortalığı. Onu süsleyip püsleyip Levent'in karşısına çıkarma ve ilanı aşk ettirme planı Allah'a emanet olmuştu.

 

"Bir daha asla bir araya gelemeyeceğiz. O kızla evlenecek ve en yakın arkadaşı olarak bana da nikah şahitliğini yapmak kalacak! Bir kız bir de erkek çocuğu olur ve büyük bahçeli pembe panjurlu bir eve taşınıp sevimli bir kuçu kuçu alarak mutlu mesut yaşarlar. Ben de uzaktan onları izler, karşı binada her gün ağlarım." Başını masaya yaslayıp höyküre höyküre ağlamaya devam ettiğinde kafamdaki düşünce bulutuna yüzümdeki salak ifadeyle bakmaya başladım. Levent, Elisa ile evleniyor ve nikah masasının diğer ucunda Melis höyküre höyküre imza atıyor. Ay resmen kabus!

 

"Ay yeter Melis!" dedim Firdevs Hanım edasıyla. "Sen Melis Karasaçak'sın kendine gel. Oldu olacak bir de 'Gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar diye geveleyerek diz çöküp ağla da Bihter Ziyagil'den hiçbir farkın kalmasın. Umarım aynı finali yapmak gibi bir derdin yoktur."

 

Benim delice bir hızla söylediğim sözler Melis'in höykürmelerini durdurmuştu. Ve nihayet sümük seli evi basmadan bu ağlama ritüeline ara verebilmiştik. "Ama ben onu kaybettim. Birlikte bir şansımız olabilirdi. Artık istesek de olmayacak. Ve..." Devamını getiremeden tıkandı. Ve yeniden bir ağlama bombardımanı Melis'i buldu. "Elisa çok güzel. Taş bebek gibi! Ya ben! Ben..." Aynaya bakıp sulu gözlerle yüzünü buruşturdu. "Ben hâlâ, kocaman, iri yarı bir margarine benziyorum. Güneşe çıksam bu yağlarla eriyip zaten birkaç kilo veririm. Tombul, itici, askeri ücretinden ve iki göz odasından başka bir şeyi olmayan bir zavallıyım. O bir polis... Maaşı benimle kıyas bile edilmez. Neden Avukat Elisa dururken benim gibi bir garson kızla evlensin ki?"

 

Kulağıma "Kız haklı doğru söylüyor. Neden evlensin?"diye fısıldayan şeytana tükürüp kışkışladım. Gerekli gereksiz zamanlarda ortalığa allak bullak etmede üstüne yoktu. Aynaya acıyarak iki gözü iki çeşme baktı. "Şu halime bak. Yeti gibiyim. Hayvanat bahçesindeki yağlı su aygırının bile benden daha fazla dişil enerjisi var." Kıkırdadım. Bu kız kendini aşağılarken bile fazlasıyla komikti. "Sen çok tatlısın."dedim. "İnan bana erkekler kendini güldüren kızlara çok yakınlık duyar." Bunun böyle olduğunu görmesem de denemeye değerdi.

 

Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönen Melis'e yaklaştım ve kafasını gömdüğü masaya sert bir şaplak patlattım. Bu hamleyle birlikte avucum karıncalanmış yüzümdeki gururla ifade canımın acısıyla yaralı bir Tütavşanı andırır olmuştu. Melis hiçbir şey anlamamış bir şekilde gözlerini kırpıştırdı. "Kendini küçük görmekten vazgeç! Söz konusu aşk olduğunda insan biraz aptallaşabilir ama kendini toplamalı ve ona gücünü göstermelisin. Kendine saygı duy.. Belki de senden istediği de budur. Sen zayıf biri değilsin." Melis bordo bereli asker gibi dimdik ayağa kalktı ve önümüzdeki pembe duvara düşmanını gören vahşi bir aslan gibi ters ters baktı. Adeta winx Club'taki perilerin savaş esnasında gücünü toparlayıp dönüşüm geçirmesi gibi bambaşka duruyordu ve bu hali çok daha iyiydi. Bakışları bile değişmişti.

 

"Doğru söylüyorsun! Daha savaş yeni başladı. Onlara bizim kim olduğumuzu gösterelim." Birkaç adım atıp kıvırcık saçlarına parmaklarına doladı. "Bana yaptıklarının bedelini ödeyeceksin Levent efendi! Oyunu sen başlattın Nirvana'ya ben çıkaracağım. Görürsün!" O duvarı direk dansı yapacak gibi kılkırtıcı bir şekilde bakarken iki elimi birbirine vurup alkış sesi çıkardım.

 

"Pekala muhteşem dönüşümünü tamamladığına göre artık benim sorunlarıma çözüm bulma aşamasına gelebiliriz." Saçlarını tepeden ev topuzu yapıp elleriyle gözyaşlarını sildi. "Söyle bakalım senin sorunun ne? Yine ne işler açtın başına?" Yüzüme dökülen bir tutam saçımı dudaklarımın arasına geçirip kemirmeye başladım. "Ş-şey... Uff! Güneyin annesi beni babamdan istemek için hazırlık yapmaya başladı. Sahte sevgililik sahte evliliğe dönüştü. Şimdi de yalanlarımın altında eziliyorum. Ne yapacağım ben Melis? Güney'e söylediğim onca yalanın üstesinden nasıl gelebilirim? O benim mutlu bir ailede büyüdüğümümü zannediyor? Elimi kana bulayıp hapse girdiğimden haberi bile yok. Şimdi ne olacak?"

 

Melis tam bir şey söylemeye hazırlanıyordu ki zilin ağlak sesi tüm konsantremizi böldü. Melis kapının deliğinden bakınca tazı görmüş tavşan gibi "Eyvah!"dedi. Baskın yesek bu kadar panik olmazdı. Sadece salya sümük kahve içmiştik. Bu endişenin sebebi ne olabilirdi? "Olamaaaaaz! Kalık Nuriye gelmiş!"

"Kalık mı?"dedim Temel Reis'i gören Safinaz saflığıyla. "Kalık ya! Yani evde kalmış, evlenmemiş..

 

Bizim oralarda böylesine kalık derler. Yani benim gelecekteki halim!" Gözlerimi devirdim. "Aman Melis. İnsanlar evlenmeyi tercih etmemiş olabilir. Bunda anlaşılamayacak ne var?" Melis yüzünü buruşturup kahverengi çelik kapıya iyice yapıştı. "Aman bana ne kızıyorsun? Apartmandaki lakabı bu! Gelirse kafamızı ütüler durur! Demedi deme! Her işe salça olur. Apartmanın dedikodu dedektörü. Sakın yüz verme! Tutkal gibi yapışırsa seni ancak Müge Anlı kurtarır." Melis'in hastanelerdeki hemşire fotoğrafları gibi sus işareti yapmasına aldırmadan kıkırdadım.

 

"Kurtaramaz. Müge Anlı tatile çıktı. Memoli de yıllar önce final yaptı. Ve sanırım hanımefendiyle tanışıp dedikodu yapmak bana iyi gelecek! Hi hi!" Sevgili yıldızlar ben salağım! Evet salağım ve bunu belgelemeye de hiç ihtiyaç duymuyorum. O gün Melis'i dinlememiş ve derdimi Kalık Nuriye'ye anlatmıştım. Önce Melis'in derdine höyküre höyküre uzun uzun ağlamıştık ardından da bana çareler ve komplo teorileri üretmenin peşine düşmüştük. Ve hayatımın hatasını yaptığımı bir hafta sonra isteme gecesinde öğrenmekten kurtulamamıştım.

 

Bir hafta boyunca Güney'in peşinde dolaştığım halde bir türlü annemin ve babamın öldüğünü söyleyememiştim. Onun da bir şeylerden çekindiği belliydi ama aramızdaki şu saydamlık bir türlü oluşturulamamıştı. 2 gün önce fasulyeden kayınvalidemle birlikte nişan alışverişine çıkmıştık. Bana kendi elleriyle en pahalı olanlarından iç çamaşırları ve gecelikler almıştı. Ayakkabılar, çeyiz sandığı, oyalı yazmalar, Güney'in çeyizi için danteller... Ah daha neler neler! Bu alışverişi daha önce de yapmışlardı fakat ben yoktum. Beni istismar eden adamı polise ihbar etmemem için evin çatı katında alıkonulmuş, elleri ayakları bağlı bir vaziyette o iğrenç düğün gününü beklemiştim.

 

Bu gün o alışverişe çıkmak benim için çok zordu. Kafamda hâlâ cevapsız sorular vardı. Bu sorular karşılığını bulmadan deliler gibi sevdiğim adamın karısı olmak bile beni mutlu edemezdi. Onun beni gerçeklerimle kabul edeceğinden emin olmak istiyordum. Gerçek Efsun'u tanıdığında yine bu günkü gibi sevgi dolu bakabilecek miydi? Korkuyordum. Kafamda çok fazla cevaplanması gereken soru vardı. Bu soruların cevabını almadan hiçbir şey yapamazdım.

 

Ve o gün gelip çattı. Artık fasulyeden isteme törenim için hazırdım. Melis'in evindeydik. Harun Bey defalarca kendi evini bu iş için kullanmamızı teklif etmişti ama ben ona daha fazla yük olmamak için reddetmiştim. Eğer yalanlar söylememiş olsaydım muhtemelen beni Harun Bey'den istemelerini rica edecektim. Bana bir baba gibi sahip çıkmış, hatalarımı görmezden gelip destek olmuştu. Böylesi bir işe beni tecavüzcümle evlendiren amcamdan çok Harun Bey'i layık görüyordum. Ve git gide ona bağlanıyor, sevgi dolu bakışlarına kapılıp babama duyduğum özlemi onunla gideriyordum. Onu sevmeye korkuyordum. Babamı kaybettiğim gibi Harun Bey'i de kaybetmek istemiyordum.

 

Kalbim deli gibi atıyordu. Her şeyi hazırlamıştım. İkramlıklar, damat tepsisi, giyeceğim kıyafet, saç ve makyajım... İyi kahve yapabilmek için bile saatlerce Melis'le prova yapmıştık. Gün boyu kahve içmekten midemden tuhaf sesler gelmeye başlamıştı. İçimde küçük bir klozet olsa ancak bu kadar boğuk ses çıkarırdı. Tamam! Önümüzdeki 40 yıl boyunca kahve falan içmek yok! Bu kadar kahvenin değil kırk yıl bin yıl bile hatrı olurdu herhalde.

 

"Sevgili yıldızlar. Lütfen bana uğur getirin. Güney'i, Harun Bey'i ve her fırsatta angry birds gibi surat asıp viyaklayan müstakbel kayınvalidemi en güzel şekilde ağırlayıp bu kız isteme mevzusunu olabilecek en anlaşılır şekilde tamamlayayım. Bütün dilek haklarımı bu geceye saklıyorum. Yeter ki sağ salim çıkalım bu işin içinden." Beni yine yıldızlarımla konuşurken gören Melis "Deli!"diye kıkırdadı. Ve haklıydı. Aklı başında davrandığım zamanların sayısı o kadar azdı ki beni gören herkes en az bir kere deli demekten kurtulamazdı.

 

Bana çarpan Melis'in serzenişleri ayılmama sebep oldu. O kadar heyecanlıydım ki çöpü çöpün üstüne koyacak durumda değildim. Ful makyaj hazırlanmış, dizlere kadar uzanan tüllü, askılı mor renkteki elbisemle ve dalgalar attığım saçlarımla öylece gelecekleri anı bekliyordum. Kahve makinalarımız görevlerini icra etmek üzere hazır konumdaydılar. Kalabalık sayılırdık. Harun Bey, Sare Hanım, Güney ve annesi Zülal Hanım, bir de çok lazımmış gibi Zahir Bey geliyordu. Onun hayatımda bir şeyleri çıkmaza sokmasından öyle çok korkuyordum ki dua etmediğim tek bir an bile yoktu. Eğer o bilekliği kendi odasında bulduysa bir şeylerden şüphelendiğimi anlamıştı. Ve bu benim için hiç de iyi değildi.

 

"Geldiler Efsun! Güney ve Harun Bey iki ayrı arabayla kapının önünde!" Kemirmekten savaş alanına çevirdiğim dudaklarımı serbest bırakıp beyaz dantelli tülü hafifçe kenara çektim. Güney beyaz bir gömlek giymiş ve siyah pantolonuyla oldukça karizmatik olmuştu. Normalde resmi giyinmediğini bilirdim. Bu özen benim içindi. Büyük starla resmen aydınlanmıştık. Yanında Zülal Hanım vardı. Oğlunu her an kapıp kaçacakmışım gibi korkuyla elinden tutuyordu. Hayır Zülal Hanım bence boynuna tasma takın. Böylece tamamen sizin kontrolünüzde kalır. Minik kuçu kuçunuzla bir ömür saadet içinde yaşarsınız.

 

Harun Bey her zamankinden çok daha şıktı. Doruk'un hastalığıyla tadı kaçan siması bu gün ilk defa gerçekten içten bir şekilde gülüyordu. Ha ha! Dedim içimden. Sanki ben değil de kendi kızı Güney'le evleniyor. Bak bak nasıl da poz atarak, gururlu bir edayla yürüyor. Hi hi! Sahte de olsa bu isteme mevzusu eğlenceli görünüyordu. Yanılmıştım. Allah belamı versin ki çok fena yanılmıştım. Ah Efsun! Dilin tutulmalıydı seni. Eşek vızvızları gelip o pembe dilini soka soka süzgece çevirmeliydi. İnsan nasıl bu kadar çok yayılırdı hâlâ bilmiyorum.

 

Son kontrollerimi yapıp kapıyı açtım. Karşıma ilk çıkan Güney olmuştu. Karizması parmak ısırtacak türdendi. Sonra Ana kraliçe mesafeli bir edayla göründü. Harun Bey ve Sare Hanım koltuklarına yerleşirken ardlarından Zahir Bey salonumuza çirkin gülümsemesiyle giriş yaptı. Basit bir selam kelamdan sonra bakışlar bende oyalandı. Muhtemelen hayali anne babamın nerede olduğunu merak ediyorlardı. Sadece içlerinden Harun Bey'in bu bakışlardan rahatsız olduğunu anlayabiliyordum. Sare Hanım ise üzerindeki abartılı pırlanta kolyesiyle "Nerden geldim buraya?" der gibi umutsuz umutsuz evi inceliyordu.

 

Zil sessizliği bozdu. O an yapacağım son şey kapıyı açmak olmalıydı. Ölü taklidi yapmalı ya da kapının ardındaki belayı sürükleye sürükleye içerideki insanlardan uzaklaştırmalıydım. Yapamamıştım. Kalık Nuriye ortama şen kahkahalarıyla korkunç bir giriş yaptı. İnsanlar hep birden ayağa kalkmıştı. Bakışları Nuriye ile yanındaki yaşlı beyefendideydi. Beyaz pala bıyığı olan adamı daha yeni yeni tanıyordum. Bu Ayyaş Remzi'den başkası değildi. Ve maalesef o da Nuriye'ye Marmara çırası gibi yanan üst kat komşumuzdu. Bu ikisinin isteme merasimimde ne işi olduğu ise tam bir merak konusuydu. Üzerlerindeki kıyafetler oldukça şıktı.

 

"Efsun kızım tanıştırmayacak mısın misafirleri?"dedi Harun Bey bayılmak üzere olan çatlak bana. "Bu-bu!"diye kekeledim. "Ş-şey!" Melis alnına küçük bir şaplak atıp Allah belamızı versin bakışını zevkle attı. Ben bir şey demeye kalmadan Ayyaş Remzi bıyıklarını iki parmağıyla zevkle burktu ve kısık gözlerini güç bela açarken yavaş ve kararsız bir ses tonuyla Harun Bey'e yaklaştı. "Ben.."dedi ve demesiyle bir hıçkırık ağzından firar etti. O şapşallığın masterını yapan gülümsemesiyle ortalığın anasını ağlatırken delirmemek için akıl duası okuyordum. "Ben Efsun'un babasıyım." Hep birlikte "Ne!"diye gürledik. Zülal Hanım hariç tüm aile feryat figan tepki göstermişti. Güney pancar gibi kızarırken Harun Bey'in ağzı yarım metre açık kalmıştı. Sare Hanım'ın ise alı alına moru moruna karışmış, yüzü aborjinler gibi renkten renge girmişti.

 

"Babası mı?"dedi Harun Bey kendisine uzatılan titrek ele hayretle bakarken ve maalesef cevap değişmedi. "Eveeeet!"dedi bay zelzele. "Ben babasıyım Beyim." Hemen ardından kendisine aval aval bakıp gülümseyen Kalık Nuriye'yi yanına çekip "Bu da annesi!"diye ekledi. Bayılmak üzere minare gibi eğildiğim esnada Melis beni kolumdan yakalayıp Mimar Sinan edasıyla yıkılmaktan kurtardı. "B-ben memnun oldum!"dedi Harun Bey elini uzatırken. Ayyaş Remzi'nin bu eli bulup tutması yarım dakika sürmüştü. Sonunda sahte babam ve patronum el sıkışabilmişti.

 

"Ben aslında ben... Şey..."diye geveledi Remzi. Oturmak için poposunu koyacak yer arıyordu ama nafile. O kadar sarhoştu ki kendini berjere bırakmaya yeltendiğinde bile aradaki boşluğa düşmekten kurtulamamıştı. "Hay Allah! Ne ara koltuklar dans etmeye başladı. Hem bu odada ne kadar çok koltuk var böyle." Başını kaldırıp kendisine endişeyle bakan bizlere şapşal bir sırıtışla gülümsedi. "Neden hepiniz ikiz kardeşinizle geldiniz?" Hıçkırık... "Burası ikiz kardeşler evi mi?" Hıçkırık... Kafasını kaşıdı ve dudaklarını çocuk gibi büzüp "hayret!"diyerek omuz silkti. "Bu adam ayyaş Ayol!" Hadi ya! Biz anlamadık zaten Zülal Hanım. En zekimiz siz olduğunuz için bir tek siz farkına vardınız. Ne diyorum ben Allah Allah! "Burası iyice bara döndü ya! Hadi hayırlısı!" Diye araya girdi Zahir Bey. Biri şu adama çenesini kapalı tutmasını söyleyebilir mi?

 

Remzi, kendisine meraklı bakışlar atan Harun Bey'e "Biz buraya niye geldik." Diye söylendi. Aklımı kaçıracaktım. Yüzüm utançtan kıpkırmızı olmuştu. Bu adamın daha buraya niye geldiğinden bile haberi yoktu ve maalesef zilzurna sarhoştu. Onun babam olmadığını söyleyememiştim çünkü bundan çok daha fazla yalan söylediğimin farkındaydım. Geceyi kurtarmak imkansız gibiydi.

 

"Siz onun kusuruna bakmayın!" Diye sözü atıldı Kalık Nuriye yüzündeki kocaman sahte tebessümüyle. "Mutluluktan, heyecandan içkiyi biraz fazla kaçırmış."

" Ben böyle rezalet görmedim!" diyen Zülal Hanım'a ne yazık ki verecek bir cevabım yoktu. Bana da sürpriz olmuştu ama işin içinden çıkamıyordum.

 

Nuriye'yi 1 dakikalığına içeriye çağırıp Melis'le birlikte haşlama operasyonuna başladık. "Ah Nuriye ne yaptın abla sen? Biz ortalığı toparlamaya çalışırken seni iyice mahvettin. Remzi'yi alıp biz Efsun'un anne babasıyız diye karşımıza dikilmekte ne demek?" Melis'in serzenişleri Nuriye'yi utandırsa da kendini savunmaktan alıkoymadı.. "Ne yapalım Allah korkusuna yardım edelim dedik. Bu kızcağızı öyle öksüz öksüz ortalıkta bırakmak istemedik. En azından bir yuvası olsa fena mı olur?"

 

"Sayende artık bir yuvam olamayacak Nuriye abla. Güney'in annesi içerdeki ayyaş babamı fırsata çevirip beni almaktan vazgeçecek."

 

"Bari daha iyisiyle gelseydin!"diyen Melis'e akıl hastası mısın bakışı attım. "Aman kızım!"diye yükseldi Nuriye. "Koca mı var? Olsa zaten kendime alırdım." İçeriye yan yan bakış attım. Ortamın gerginliği hat safhaya çıkmıştı. Zülal Hanım'ı işaret ettim. "Her an kalkıp gitmek için fırsat kolluyor. Sevgili oğlunu benimle evlendirmek istemediğini yüz ifadesinden anlayabiliyor olmalısınız. Zaten ortalıkta gerçek bir ilişki yok. Şimdi sahte bir ilişkide kalmayacak." Bir of çekerek saçlarımı hafiften çekiştirdim. Bugün bir kabus olmalı kabus.

 

"Sen içeri geç ben hallederim." dedi Nuriye. Halledilebilecek ne kaldığını düşünemiyordum bile. Resmen söylediğim yalanların üzerine üflesem yıkılacak bir bina kurmuştum. O bina o kadar zavallı bir haldeydi ki binlerce demir kullansam bile ayakta tutabileceğimi zannetmezdim.

 

Başımı çevirdiğimde gördüğüm Güney'in ta kendisiydi. Telaşla "Bu adam da nereden çıktı Efsun? İçeride ortalığı birbirine katıyor." Yüzümde şapşal bir tebessümle bir şey yokmuş gibi davranmaya çalıştım. "Şey... O... biraz şakacıdır ama."

 

"Hem de bayağı şakacı." Diye karşılık verdi Güney. "Adam deli gibi sarhoş olmuş. Biraz önce duvarda kulağını arıyordu. Burayı lunapark zannediyor. Annemi atlı karınca zannedip kucağına oturdu. Zavallı kadını elinden zor kurtardık." Gözlerimiz kocaman olmuş bir şekilde Melis'le birbirimize bakış atıp duruyorduk. Bu curcunayı nasıl kurtaracaktık gerçekten ben de bilmiyordum. Remzi'yi hemen şimdi kapı dışarı etsem ve bunun bir şaka olduğunu söylesem her şey düzelir miydi? Güney'in sözlerine cevap vermek isterken içerden gelen curcunalı seslere daha fazla dayanamayıp yerimden fırladım.

 

"Ay ay aman! Kurtarın beni!" Zülal Hanım'ın sesinin geldiği yöne baktığımda dilimi yutmadığıma hâlâ hayret ediyorum. Ayyaş Remzi, Zülal Hanım'ın sırtına binmiş kıvırcık yolmalık saçlarına asılıp bir eli saçta bir eli havada "Savulun Battal Gazi geliyor." diye bağırmakla meşguldü. Ve ne yazık ki onu Zülal Hanım'ın sırtından almaya ne Harun Bey'in gücü yetiyordu ne de Sare Hanım'ın. Olayları uzaktan büyük bir heyecanla izleyen kişi ise Zahir beyden başkası değildi.

 

"Vallahi bunca zaman boşuna komedi tiyatrolarına para vermişim. Bundan daha eğlenceli bir ortam hiç görmemiştim." Başını bana çevirip, "Babanız gerçekten çok alem bir adammış Efsun Hanım. Kızını zengin bir aileye verdiğinden olsa gerek bugün pek bir neşeli. İçkiyi içmemiş resmen sünger gibi emmiş." Yumruklarımı sıktım. Madem savaş istiyordu şu saatten sonra gerekeni yapmakta bir an bile tereddüt etmeyecektim.

 

"Sizin Harun Bey'in mal varlığına yapışıp saman altından su yürütmeniz gibi mi?"diye sordum. Yüzü renkten renge girmişti. Benden böyle bir cevap beklemediği açıktı. Konuşmalarımız curcunanın içinde sadece ikimizin duyabileceği bir seyirde ilerliyordu, fakat gerçekleri öğrenmeden ve hak edene hak ettiği karşılığı vermeden asla rahat etmeyecektim. Bana keskin bakışlarını esirgemeden öldürecekmiş gibi baktı. Kılıçları çektiğimizi biliyordum. Şu saatten sonra tek amaçları bu evliliği engellemek olacaktı. Başımı yeniden zavallı Zülal Hanım'a çevirdim. Battal Gazi'nin atı olmaktan pek hoşnut görünmüyordu.

 

"İndirin şu kaçık adamı! Öldürecek beni!" Sonunda Güney Ayyaş Remzi'nin elinden annesini kurtarabildi. "Savulun Bizans surları bizi bekliyor." Ah be adam madem bir nane yiyeceksin insan hiç değilse buraya ayık kafayla gelir. Nuriye öne atılıp "Kusura bakmayın sevinçten öyle yapıyor. Kocam çok şakacıdır." İnsanlar kaşlarını çatıp kadına öldürecekmiş gibi baktılar. Aman Nuriye kırk yıllık platoniğini de benim için koca yaptın ya helal olsun. Oskar moskar ne varsa senin! Ufacık tefecik, kara kuru Remzi sevdiceği iri yarı Nuriye'ye yapıştı. "Aşk böcüğüm ne zaman kızımızı isteyecekler!" Kızımız lafını duyan bana baktı. Yok artık! Pes ki ne pes! Bu ikisinden benim doğduğuma kim inanır! Vallahi Kadir bile inanmaz!

 

Tamam kararımı vermiştim. Geçmişimi öğrenebilirlerdi. Hatta bizzat kendim bile itiraf edebilirdim. Hiçbiri şu anki kadar rezil kepaze etmeyecekti. Güney fasulyeden de olsa benimle evlenmekten vazgeçerse ona kızmaz bilakis alnından öperdim. Adam haklıydı neticede bu tımarhaneye bir değil bin Efsun için bile dayanılmazdı.

 

Ayyaş Remzi Nuriye'ye "Ceylanımmm!" Diye atılmaya çalıştığında bereket versin Nuriye tam zamanında deplasmanı terk etmiş, bağrını Remzi'nin salyalarından kurtarmıştı. Ne yazık ki aynı şansı bedbaht Zülal Hanım için söylemek güçtü. Remzi bu sefer de zavallı kadını kucaklayıp sarhoş sesiyle Kemancı şarkısını söylemeye başlamıştı. "Bırak beni be adam! Bu yaştan sonra... Ay ! Ay üstüme iyilik sağlık!" Kıkırdadım. Kadın genç olsa Remzi'ye yeşil ışık yakacak sanki! Sakallarını kesip saçlarını kısaltsak, üzerindeki ölü camış kokusunu def etsek sanki Remzi de az buçuk adama benzeyecekti ama... Ama işte! Hayaller ve hayatlar...

 

"Hadi beyefendi. Bence içmeye biraz da evinde devam etsen hiç fena olmaz." Dedi Harun Bey. Ona katılmak boynumun borcu gibiydi. Biraz daha kalırsa Zülal Hanım'a bu yaştan sonra çocuk Güney'e de kardeş gelecekti. Bakışlarım Sare Hanım'ı buldu. Olduğu yerde eltisine kıkır kıkır gülüyordu. Dur bakalım Sare Hanım. Bizim sinek ikili henüz sana bulaşmadı. Hi hi! Harun Bey Zülal Hanım'ı Remzi'nin kucağından alıp sakince koltuğa bırakmak istediğinde ayağı Sare Hanım'a takıldı ve kollarındaki Zülal Hanım'la birlikte kendisini Sare Hanım'ın kucağında buldu. Güney sinirden kahkahalarla güldü ve ben bu curcunaya gülmekten başka bir şey yapamıyordum. "Aman efendim lütfen!" Diye bağırdı Harun Bey ve ona Sare Hanım'ın "Bacaklarım!" Feryadı eşlik etti. Gülme komşuna gelir başına diye atalar boşuna dememiş!

 

"Zahir bir şey yap lan!"dedi Harun Bey. Elit, salon erkeği imajının yerinde yeller esiyordu. Resmen beyefendiliğini şeytan almış götürmüş, satamadan getirmişti. Zahir uzaktan izlediği gösteriye sırıtan ifadesini düzeltip kontak bakış atarak yeniden dahil oldu. "Gel bakalım Sünger Bob! Anneyle baba biraz dinlensin! Seninle dışarı doğru bir uzanalım!" Remzi dilini salyalarında gezdirip burnunu çekti. Şaş bakışlarına gülmeden edemiyordum. Bana mı bakıyordu yoksa Zahir'i mi süzüyordu anlamak güçtü. Sarhoşluk bir gözünü dağa diğerini bayıra kaydırmıştı. Kahverengi gözbebekleri bilardo masasının üzerinde istikrarsızca yuvarlanan bilardo topu gibi göz kenarlarına çarpıp hedefini şaşırıyordu.

 

Zahir, adamın koluna yapışıp kapıya doğru çekiştirmeye başladı. Onu gören bıçağı görünce kaçan kurbanlık koçu kesim alanına getiren kasaplara kısa bir saygı duruşunda bulunurdu. Remzi hoplayıp tırnaklarını Zahir Bey'e geçirerek kendini kurtardı. Zahir Bey kör dövüşünü andıran mücadelesinde hemen yılmamaya kararlıydı. Remzi'yi kucağına aldı ve çocuğunu parktan zorla evine götürmeye çalışılan ebeveyn gibi kapıya yaklaştı. "Iyyyy!"dedi bir ses. Sonra "Aman Allah'ım!"diye yükseldi biri. Bakışlarım parke zemine odaklandığında burnumu tuttum. Hepimizin bakışları sarı sıvıyla isyan halinde olan zemine kaydı. Ardından gözlerimiz gülmek ile kızmak arasında Zahir Bey'in beyaz gömleğine odaklandı. Sidik bize parke zeminde "Ben burdayım!"diye bağırıp el sallıyordu. En özel günüm Remzi sayesinde kanalizasyona dönmüştü.

 

Melis bakışlara aldırmadan kahkaha attı. Ve bir başka kahkaha bize rağmen firar etti. "Hiç bu kadar eğlenmemiştim çok komik!"diye gülen Melis'e açıkta kalan ağzımızı toparlayıp ters ters baktık. Hey gidinin Levent'i hey! Yakıp yıktığın hatuna dön de bir bak! Çoktan yerinde yeller estirdi, haberin yok. Bize bir doz Remzi bir doz da Nuriye lazımmış! "Ne olur arada evime gelin!"diyince Melis sabrımız konusunda çoktan eşeğin kulağına su kaçırmış bulundu. "Sus!" Diye aynı anda Güney'le beraber yükseldik.

 

Güney, Zülal Hanım ve Sare Hanım fenalık geçirirken Remzi'yi el arabası pozisyonunda ayaklarından yakaladı. Adam, ayaklarını Güney'e kaptırmış bir vaziyette elleriyle hole doğru yürümeye başladı ve neyse ki onu Nuriye takip etti. "Nuriyem'i getirin! Nuriyem!"

 

"Yürü ayyaş herif!"diye çemkirdi Nuriye. Onu yakaladığımda bu geceyi burnundan fitil fitil getireceğimden haberi yoktu. "Nuriyem! Battal Gazi nerde! Atım..." Remzi at gibi kişnerken Zülal Hanım "Götürün onu burdan Allah'ını seven durmasın! Kitleyin kapıları!"diye ağlak bir vaziyette bağırdı. Ondaki bu telaş nükleer patlama baş gösterdiğinde Çernobil'de bile olmamıştı. Kadın radyasyon değil feryadyasyon yayıyordu. Çığlıkları sayesinde dairenin taşlanmaması içten bile değildi.

 

Nuriye ve Remzi kapının dışına çıkıp uzaklaştığında Güney kapıyı sert bir şekilde kapattı ve saniyeler içinde bakışlarımıza aldırmadan tüm kilitleri akla zarar bir hızla kilitledi. Evin güvenliğinden emin olunca sırtını kızarmış yüzüne ve ter içindeki alnına aldırmadan kapıya yasladı derin bir nefes çekti. Salondaki herkes ona kurtarıcı gibi bakıyordu. Elini öpüp dergahına yüz sürmemiz an meselesiydi. Bu kutlu görevi icra eden Güney'in gururlu ifadesi görmeye değerdi.

 

Herkes derin bir nefes alıp rahatlamaya çalışırken dudaklarımdan bir hıçkırık firar etti. Beni Zahir Bey'in sidikli hali bile güldürmeye yetmedi. Korkaklığımla kendimi rezil etmiştim. Yalanlarım su yüzüne çıkmıştı. İnsanların gergin bakışlarının arasında kendimi Melis'in odasına kilitledim. Hemen gitmeliydiler. Hıçkırıklarımı Melis'in pembe yastığına bastırdım. Gözyaşlarım sel gibi akıp gidiyordu. Canım yanıyordu. Böyle olmamalıydı.

 

"Ah baba! Nerelerdesin!" Diye hıçkırdım. Onu öyle çok özlemiştim ki! Hayalini kurduğum her şeyi onsuz yaşamak zorunda gidiyordu. Beni babamdan istemelerini dilerdim. En mutlu günümü görmesini isterdim. Torununun doğduğunu görememişti. Ona sarılamamış, beni başıma kırmızı kurdele iliştirilirken alnımdan öpüp koklayamamıştı. Oğluma dokunmasını, "Torunum,"demesini isterdim. Onunla sarılıp uyuyacak, balık tutacak, futbol oynayacaktı. Yapamamıştı. Sevdiğim adamla mutlu olduğumu görmesini istiyordum. Belki o hayatımda olsaydı kimse beni zorla evlendiremezdi. O Demir pisliği bana el süremezdi. Babam beni korur kollardı, bir an bile elini üzerimden çekmezdi biliyordum. Bu acılarımı yaşasam bile hapse düştüğümde oğluma da teyzem yerine babam bakardı. Gözüm arkada kalmazdı. Bilirdim. Babam Yiğit'i canı pahasına korurdu. Babam güçlüydü. Onun bağrı hem bana hem de Yiğit'e kol kanat gerecek kadar büyüktü. Kocamandı.

 

"Efsun!"

"Ne olur git Güney! Bu iş olmayacak! Yalvarırım git!" Kapı defalarca tıklatıldı. "Efsun! Buraya senin için geldim ve sen olmadan da hiçbir yere gitmeyeceğim." Başımı pembe yastıktan kaldırıp boş gözlerle kapıya baktım. "O rezillikten sonra hâlâ nasıl beni istersin?"

 

"Umurumda değil. Sadece basit bir şakanın bizi dağıtmasına izin vermeyeceğim. Olanları yaşanmamış sayabiliriz. Senin bundan haberin olmadığını biliyorum." Evet bu sefer suçlu sayılmazdım. Davetsiz misafirlerin ortalığı karıştıracağını kim bilebilirdi? İçerden Zahir Bey'in sesini duydum. Yılmayacaktım. Bu aileyle olan bağımı asla koparmayacak ve gerçeklerin peşine düşecektim. Ayağa kalkıp toparlandım. Makyajımı düzeltip yeniden sağlıklı bir görünüme sahip olmak için fırçalara asıldım. Zişan ve belalılarına istediğini vermeyecektim. Güney'i yarı yolda bırakmayacaktım.

 

10 dakika sonra kilit açılmıştı ve en güçlü duruşumla misafirlerimin karşısında yerimi almıştım. İçerdeki curcunanın son bulduğunu fark etmiş ve korkularımdan sıyrılmıştım. İnsanlar yaşananların etkisinden beklediğimden çok daha çabuk kurtulmuştu. Bir açıklama yapmam gerekiyordu. "Ben... Hepinizden özür dilerim." Zahir hariç diye düzeltti iç sesim. "Bu gün böyle bir şeyle karşılaşacağımı ben de bilmiyordum. Üst kat komşum..." Dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. "Biraz haylaz bir kadın. Böyle bir şaka yapacağını hiç tahmin etmiyordum. Üzgünüm..." İnsanlar alık alık bakarken ortamı kahkahalara boğulmak suretiyle yumuşatan ilk kişi Harun Bey oldu.

 

"Gerçekten çok alem insanlarmış! Ha ha! Şimdi düşününce bayağı eğlendiğimi kabul etmem gerekir." Zülal Hanım, "Ya çok eğlendik!"diye kinayeli bir şekilde göz devirdi. "Anne!" Diyen Güney'in müdahalesine ne desem bilemedim. Zahir Bey üzerindeki sidikten kurtulmanın verdiği rahatlıkla, "Hiç sormayın çok eğlendik!" diye zırvaladı. " Ben artık içimden şu kız alma işinden vazgeçseler de çekip gitsek diye düşünmüştüm."

 

İlk müdahaleyi Harun bey yapmıştı. "Zahir. Efsun benim için çok değerli sevgili yeğenimle mutlu olduğunu görmek benim için her şeye değer. Bugün farklı insanlar tanıdık. Bence bu konuda mutlu olmamamızı gerektirecek bir şey söz konusu değil." Sare hanım tırnaklarını koltuğun tay tüyü yüzeyine saplarken, bakışları herkesin içinde sadece beni buldu. "Ttanıdığım en değerli insanlardan biri. Onu kendi kızım olsa ancak bu kadar sevebilirdim. Eğer kendisi de izin verirse Zülal'in Efsun Hanım'ı benden istemesini rica ediyorum." Zahir Bey ve Sare Hanım'ın yüzünde resmen güller açmıştı (!) Güney gözlerimin içine bakarak gülümserken kızaran yanaklarıma ve utandığımda ortaya çıkan gamzelere engel olamadım.

 

"Bence de en doğrusu bu! Bu işi daha fazla kurcalamanın bir anlamı yok!" Ilk defa Zülal Hanım'la aynı fikirdeydim. Güney iki dirhem bir çekirdek yerini alırken kahve yapmak üzere Melis'le birlikte mutfağa geçtim. Kalbimin çarpıntısı dışarıdan duyulacak diye ödüm patlıyordu. Bu gerçek bir isteme sayılmazdı. Formaliteden yüzük takacaktık aslında ama yine de karşımdaki Güney olduğu için fazlasıyla gergindim. İçimde onun karısı olamayacağım gerçeğiyle yaşıyordum. Bir daha kimsenin karısı olmak istemeyeceğimin bilincindeydim. Sadece bu anın tadını çıkarmak istiyordum.

 

Ben cezveye Güney'i öldürmeyecek bir kahve yapmaya çalışırken çabalarım Melis'in müdahalesiyle tuzla buz oldu. "Hey! Ne yaptığını sanıyorsun? O deterjanın kahvenin içinde ne işi var?" Melis sinsi bir şekilde sırıtttı. "Adettendir. Bakalım senin için bu iğrenç kahveyi içebilecek mi?" Ona çimdik attığımda haykırmamak için kendini zor tuttu. "Tuz at o zaman tombul güvercin. Deterjan çok fazla. Adamı nikah masası yerine mezara göndereceksin!" Melis kıkırdadı. Elindeki tuzluk ve biberliğe bakarak gözlerini kırptı. "Merak etme! Bol bol tuz ve biber koymaktan asla çekinmem. Boş duranı Allah sevmez!" Benim şaşkın bakışlarımın arasında dediğini yaptı. Ben kusmak üzereyken nihayet kahveleri ocaktan indirebilmiştik.

 

Melis içeridekileri izlerken kaşla göz arasında Güney'in kahvesini Zahir'inkiyle değiştirdim. Biri mide fesadı geçirecekse bu asla Güney olmamalıydı. Hi hi! Elimde kahvelerle tam karşılarında yerimi aldım. Harun Bey baş köşedeki büyük berjerde oturuyordu. Zahir Bey külhan beyi gibi diğer berjere tünerken Zülal Hanım büyük koltukta Sare Hanım'la yan yanaydı ve Güney'im onların hemen yanında biraz daha mesafeli ve utangaç bir tavırla kasılıp duruyordu. Onu her gördüğümde gözlerimden kalp çıkmasına engel olamıyordum.

 

Herkes kahvesinden birer yudum aldı ve neyse ki kahve sadece Zahir Bey'e zehir zıkkım olmuştu. Hi hi! Zahir Bey tam ağzını açıp bir şey diyecekti ki Harun Bey Zülal Hanım'ın müdahalesiyle ağzındaki kahveyle susmak zorunda kaldı. Zahir Bey, peçeteyi ağzına tıkıp içtiği kahve yudumunu kendinden uzaklaştırdı. Bakışları nefretle üzerimde dolaştı. Farkına varmıştı kinimin. Ben de onu sinsiler listesine çoktan ekleyip adının altını kırmızı kalemle oya oya çizmiştim.

 

"Sözü uzatmayı sevmem Harun'cum. Güney ani bir kararla evlenmeye karar verdi ve Efsun kızımızla bir yuva kurma hazırlığı içerisinde. Gençler anlaştığına göre bize söz demek düşmez. Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızımız Efsun'u oğlumuz Güney'e istiyoruz. Güney ciğerlerindeki nefesi bir çırpıda huzurla bıraktı. Harun Bey önce Güney'e ardından da sevgiyle bana baktı. Gözleri dolu dolu olmuştu. Onu gören öz kızı olduğumu düşünürdü.

 

"Bir ömür mutlu olsunlar." Bunu içtenlikle söylemişti. Melis alkış için insanları galeyana getirirken Harun Bey kendisine getirilen yüzük tepsisinden makas ve yüzükleri aldı. Birini Güney'in diğerini benim parmağıma takıp gülümsedi. Ve fotoğraf çekilme fasılları... Bir geceyi daha atlattığım için kendimle gurur duymuştum. Güney annesini eve bırakırken biraz balkonda nefes almak istedim. Elimde kahvem vardı ve merasim neyse ki bitmişti.

 

Gece yıldızlar görünmez olmuştu. Bu içimde bazı huzursuzlara sebep oluyordu. Onların karanlıkta kaybolduğu fikri ruhumu düğümlemişti. Batıl inanışlarım yoktu fakat kötü bir şey olacağında huzursuz olmaktan kurtulamazdım. "Merhaba!" Harun Bey'i gördüğümde ona oturması için sallanır beşikte yer açtım. "Buyurun lütfen!" Yanıma geldi. Mutluluğu yüzünden okunuyordu. "Seni benden istemeleri sürpriz oldu." Kıkırdadım. "Evet. Ben de beklemiyordum. Keşke tüm bunlar olmasaydı. Siz de benim yüzümden..."

 

"Hayır!"dedi keskin bir ifadeyle sözümü bölerek. "Ben halimden memnunum. Kabul etmeliyim ki halimiz biraz tuhaftı ama hiç bu kadar gülmemiştim." Ağzı tebessümle aralandığında dişlerini fark ettim. Şekli benimkilerle aynıydı. Öndeki iki dişi diğerlerine kıyasla biraz daha büyüktü fakat bu gülüşünü bozmuyor, tam tersine sevimli bir hava katıyordu.

 

"Aslında!"dedim sönmeye yüz tutmuş neşemi korumaya çalışırken. " Zülal Hanım'ın beni babamdan istemesini çok isterdim ama olmadı. Olamazdı." Yüzü düştü. Bana tam da şu anda bir şeyler sormasını bekliyordum ama sormuyordu. İçim yanıyordu. Ona günah çıkarır gibi gerçekleri söylemek istiyordum. Buna gücüm yetecek miydi?

 

"Benim babam yıllar önce öldü." dedim bir solukta. Yüzünde şaşkınlığa dair bir ifade görememiştim. Sanki biliyordu. Önüme dönüp daha kısık bir sesle devam ettim. "Güney bilmiyor. Onları hayatta sanıyor ama yalan! Benim uydurmamdan ibaret öğrendikleri. Ailemle ilgili ona asılsız şeyler söyledim. Gerçekleri anlatmaktan utandığım için hayali bir hayat çizdim kendime." Suskundu. Bir cevap vermedi. Ben de bunları anlatırken utanıp yüzüne bakamadım.

 

"Niye diye sormanıza gerek yok. Sebebi açık! Benim geçmişim kirli, ihanetlerle dolu. Güney'in beni yargılamasından korktum. Yeni tanışmıştık. Bana kötü şeyler yakıştırmasından çekiniyordum. Benim annem daha ben küçük bir kızken babamı öldürmüştü. Sevdiği adamla kaçıp gitmek istemiş ve beni almak için babamı bir çırpıda harcamıştı." Bir yaş o manzaraları hatırladığım an gözlerimden göğsüme süzülüp aktı. Acıyla gülümsedim. Hayır ağlamayacaktım. Babam ağladığımı görse çok üzülürdü.

 

"Siz elitler bu işlere yasak aşk der geçersiniz biliyorum. Ama bizim mahallede buna o...luk derler. Yıllarca bir yosmanın kızı olarak anıldıktan sonra Güney'in de bana aynı şekilde yaklaşmasından korktum. Böyle bir kadını..."

 

"Lütfen Efsun!"dedi. Dili ağzıma ihaneti küllendiren bir iğneyle sıkı dikişler atmıştı. "Annen için böyle şeyler söyleme! Bunları duymaya dayanamıyorum." Anlamsız bir ifadeyle yüzüne baktım. Yüzündeki acı ve öfke kalbime dokunmuştu. Bizim için üzülmüş müydü? Ben neysem de annem ve babam neden bu kadar derinden etkilemişti. Adam nerdeyse ağlayacaktı!

 

Yutkundum. "Babamı öldürmeden çekip gitseydi belki bir gün onu affedebilirdim ama artık asla! Onu asla affetmeyeceğim. Ona öyle çok kırgınım ki... Bazen kendi öfkemden kendim korkuyorum. Affedemiyorum." Histerik bir şekilde gülümsedim. "Bu kadar acı çekerken bana yaşama gücü veren şey nefretimdi. Annem hapiste intihar ederek beni bir de vicdan azabına düşürdü. Allah aşkına bari nefretimi elimden almasaydı." Ayağa kalkıp bana sırtını döndü. Sözlerimden etkilenmişti. Yumruklarımı sıktım. Tırnaklarım avuçlarımda derin kırmızı izler bırakmıştı.

 

"En çok da kime kızıyorum biliyor musunuz?" Başımı öç alır gibi sallayıp göz göze gelemediğim adamın sırtına baktım. "Annemin sevgilisi olacak adama... Dünyada milyonlarca bekar kadın varken evli bir kadına bulaşacak kadar insan nasıl karaktersiz olur hâlâ anlayamadım. O hayatımıza dahil olmadan önce mutlu bir Yüyuvamız vardı. Annemin aksiliklerine rağmen yüzümüzden tebessüm eksik olmazdı. Her şeyi o mahvetti. Cemal..." Harun Bey'in çöken omuzlarına aldırmadan devam ettim. "Bir gün yeniden karşıma gelirse ne yapacağım biliyor musunuz?" Sesim karanlık bir boyut kazandı. "Tüm kinimi boşaltır gibi gözlerinin içine bakacağım ve soracağım! Neden? Neden hayatımızı mahvettin? Neden yuvamızı yıktın? Neden küçük bir çocuğun kimsesiz, amcasının yanında sığıntı gibi büyümesine sebep oldun?Değdi mi diyeceğim."

 

Harun Bey'in ellerinin titrediğini görüyordum. Kalbim acıyordu. Ona bunları anlatmamam gerektiğini bile bile kendimi tutamamış sırlarımı açık etmiştim. Boğazını ayıklayıp bana yüzünü döndü. "Ben... Gitmem gerekiyor. Yani biliyorsunuz! Doruk evde yalnız. İyi olduğundan emin olmalıyım. Müsaadenizle!" Kafamda kocaman bir soru işaretiyle ardından öylece baktım. Pişman olmuştum. Bunlar benim aile meselemdi ve onun yanında konuşmamam gerekiyordu. Ah Efsun ah! Yine bir çuval inciri berbat etmiştim. Bir karar vermiştim. Güney'e her şeyi anlatıp kendi yalanlarımı bizzat kendim temizleyecektim.

 

Verandada oturup kukuman kuşu gibi düşünürken adım sesleriyle afalladım. Kimin geldiğini tahmin etmek hiç de güç değildi. "Özür dilerim!"dedi hemen yanımdaki koltuğa kendini bırakırken. Ona nemli gözlerle baktım. Bakışlarımı kaçırmamak için çok uğraştım ama yüzüne bakacak yüzü kendimde bulamıyordum. "Güney!"dedim sayıklar gibi. Sesim titriyordu. Ona sarılmak istiyordum. Belki kollarında ağlamak... Yapamıyordum. Gerçekleri öğrendiğinde vereceği tepkiyi düşünmek bile yıpratıcıydı. Parmaklarını saç diplerimde hissettiğimde başımı gözlerimi kapayarak geriye doğru bıraktım. Bana bu kadar iyi gelmek zorunda mıydı?

 

"Yalan söyledim." Dedim gözlerine bile bakamayarak. Bir tepki vermedi. Anlamıştı. Sürekli bahsettiğim o özel adamın bu geceki vahşet olmadığını sezmişti ama beni üzmemek için yalanıma dahil olmakta bir sakınca görmemişti. "Benim babam yıllar önce öldü!"dedim. Bu sözü her kullandığımda aynı şeyi yaşıyordum. Önce kopkoyu bir acı göğsüme saplanıp kalıyordu. Kanım zehir oluyor ve zehir tüm vücudumda dolaşıp beni yavaş yavaş çürütüyordu. Aslında çürüyen çocukluğumdu. Babamdan sonra ondan geriye bir şey kalmamıştı. "Onu çok önceden kaybettim!" Dedim dudaklarımı ön dişlerimle çekiştirirken. Güçlükle yutkunuyordum. Serin sayılabilecek bir hava vardı ve ben külden bir ormanı andırıyordu.

 

"Sana söylediklerim... Yani anılarım gerçekti. Diğer her şey ise yalan!" Bir damla komutanına itaat etmeyen asi bir asker gibi yanaklarıma süzüldü. "Söylemedim. Gerçekler canımı yakıyordu ve..."

 

"Şşşşş!" Yüzümü ona çevirdim. Benden bir açıklama duymak gibi bir derdi yoktu ama benim içimdeki kurtlar duracak gibi değildi. " Hiçbir şey söylemek zorunda değilsin." Ürkek kalbimi gizlemeden yüzümü göğsüne yasladım. " Ama sana yalan söyledim. Kendime sahte bir hayat çizdim. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabilirim?" Güney'in dudakları saç diplerinde dolaştı. Elleri okşar gibi tenime şefkatle dokundu. Kokusunda huzur vardı. Kendimi onun yanında güvende hissediyordum. Bir başkasının bana dokunmasına tahammül edemezken Güney bu uçurumu gitgide kapatıyordu.

" Bu oyunu çevirmek istemedim. Seni annene karşı mahcup etmek istemezdim." Güney, elimi tutup dudaklarına götürdü. Ürkek bir kelebeğin kanatlarına dokunur gibi temkinli bir edayla öptü. "Seni tanıyorum Efsun. Asla kimseye zarar vermek isteyecek biri değilsin. Beni utandırmak için uğraşmadığını da biliyorum. Annen ve babanla ilgili bir şey söylemek istemediğinde bunu ifade et. Kimse senden hiçbir şey öğrenmek zorunda değil sen de kimseye açıklama yapmak zorunda değilsin. Yalanlara başvurmana gerek yok. Hayat hepimize farklı senaryolar sunuyor ve bazılarımız taşıyabileceğinden çok daha ağır yüklerin altına girmek zorunda kalıyor. Kimse seni bunun için suçlayamaz. Ben seni her halinle kabul ediyorum."

 

Güney'e hayranlık duymaktan kendimi kurtaramıyordum. O kadar haklıydı ki ona verebileceğim bir cevabım bile yoktu. O farklı biriydi. İnsanlara değer veriyordu ama kendi sınırlarını çizmekten bir an bile tereddüt etmiyordu. Kimseye hiçbir şey anlatmak zorunda değildim. Bu konu hakkında konuşmak istemediğimi söyleyip daha samimi ve sınırları belli bir insan olabilirdim. Ama ben yalan söylemeyi tercih etmiştim. En çok da bundan utanıyordum. Davranışlarım içimdeki her şeyi açıklıyordu. Kendime yeterince güvenmediğim için yalanların arkasına saklanmıştım.

 

"Efsun... Ben seni çok seviyorum. En başından beri duygusal anlamda sana yakınlık hissediyordum fakat adına aşk demem zaman aldı. Çünkü ben de kendi yaşanmışlıklarımın acısını çekiyordum. Kimseye güvenemiyordum." Güney derin bir nefes alıp haylaz bir çocuk gibi gülümsedi. Gülüşü kalbimin can suyuna dalıp çıkması gibi bir şeydi. Biraz önceki karamsarlığın yerine neşe almıştı.

 

"O gece üzerime düştüğünde senin rakiplerim tarafından tutulan bir piyon olduğunu düşünmüştüm. Kariyerim korkunç gidiyordu. Her gün bir başka skandalla güne merhaba diyordum. Emek verdiğim her şeyin elimden çekip gitmesi ve piyasadan silinmem en gerçekçi sonuçtu. Üstüne bir de skandal ifşa görüntüleri ortaya çıkınca senin suçlu olduğun kafama yerleşti. Bu yüzden peşine düştüm. Bu yüzden seni takip ettim. İşe almam, sözleşme imzalamam hepsi bu düşüncemin bir ürünü olarak gerçekleşti." Duyduklarım karşısında hayretten ne diyeceğimi şaşırmıştım. Güney benden böyle bir şeyi nasıl bekleyebilirdi? "Ben..."

 

"Ne olur bir şey söyleme! Bu kadar tesadüf akla zarar bir şeydi. Kaderin bizi birbirimize ilmek ilmek bağladığını bilmiyordum. Seni tanıdığımda yanıldığımı anladım. Sen tanıdığım en masum, en özel insanlardan birisin. Ve..." Yüzümdeki kocaman tebessümle içim içime sığmazken "Ve..." diye karşılık verdim. Kıkırdadı. "Üzerime düşüp her şeyi mahvedeceğini bilsem de seni tanıdığım o geceyi yaşamakta bir an bile tereddüt etmezdim. Seninle çok mutluyum. Bu evliliği ve ilişkiyi gerçek kılmamamız için hiçbir sebebimiz yok." Parmak uçları yüzümü yeniden keşfeder gibi tenimde sevgiyle dolaştı ve bakışlarımı o ıssız derin maviliğe hapsetti. Gözleri bir uçurumdu. İnsan bir uçuruma düşmekten nasıl bu kadar keyif alırdı? O lacivert harelerin her biri ruhumu mızrak dolu bir elekten geçirir gibi sarıp sarmalamıştı. Ondan gelen acıları bile seviyordum. Benimle daha çok uğraşacaktı biliyordum. Yaramaz sevgilisi asla başını yastığa rahat koymasına izin vermeyecekti.

 

" Efsun... Evlen benimle! Karım olmanı istiyorum. Seninle yaşamak ve yaşlanmak istiyorum." Kalbim heyecandan durma noktasına gelmişti. Güney'in istediği şey kameralar önünde yaşadığımız sahte bir ilişki değildi. O benimle bir hayat kurmak istiyordu. Ayağa kalkıp ondan birkaç adım uzaklaştım. Bu kadar yakınımdayken zihnim uyuşmuş gibiydi. Mantıklı düşünemiyor heyecanıma yeniliyordum. Sandalyesinden kalkıp yanıma geldi. Bir adım arkamda vereceğim kararı bekliyordu. Uzun boyu ve kalıplı güzel cüssesi gözlerimin daldığı yerin ardında bir dağ gibi dikilmişti. Bana kendisiyle mutlu bir hayatı teklif ediyordu. Uyandığım her sabahta onu görebilmek, uyumadan önce son olarak onun sesini duyabilmek benim için dünyalara bedeldi. Artık istesem de onsuz bir hayatı düşünemezdim.

 

"Birbirimizden bu kadar farklı iken nasıl birlikte bir yuva kurup aile olabiliriz? Ben senin dünyana uyum sağlayabileceğimi zannetmiyorum Güney." Elimden tuttu. Alnım alnına değmişti ve alın çizgileri alın yazım olmuştu. " Aynı olmamıza gerek yok! Birbirimizi tamamlarız. Sevmek tamamlanmak değil mi?" Yüzümdeki hüzünlü tebessümle ona daha fazla direnemeyeceğimi anlamıştım.

 

Güney benim için bestelenmiş bir şarkı gibiydi. Onun yanında kendimi yaşadığım onca şeye rağmen dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyordum. Yeniden biriyle bir hayata yelken açsam tercih edeceğim kişi Güney'den başkası olmazdı. Ona sımsıkı sarıldım.. Ellerim iki kürek kemiğinin arasını buldu ve yüzüm yanaklarına değerek boynundan arta kalan o tatlı boşluğa kendini bıraktı. Kokusunda özgürlük vardı. Kokusunda vatan vardı sanki. Venedik'e beni almak için geldiğinde bile teninde vatanımı bulmuştum ve içimdeki gurbet çözülüp gitmişti.

 

"Seni seviyorum Güney. Senden başkasıyla bir aile kurabileceğime inanmıyorum. Varlığını hayatıma kazandırmak istiyorum." Saçlarıma sevgi dolu buseler bırakırken biraz önceki mutsuz zihnimin benden uzaklaştığını, kara bulutların ardına saklanıp beni terk ettiğini hissettim. Sevgili yıldızlar kalbimin ritmine erişemiyorum. Şu an resmen hayata karşı çevrimdışıyım. Kollarında sabahlamak istiyordum. Onu öyle çok seviyordum ki bir gün beni sevdiğime pişman etmesi en büyük korkum olmuştu. Sevmenin insana en acı veren tarafı insanın sevdiğini her an kaybetmekten korkmasıydı. Onun beni sevmeme ihtimali öyle büyük bir cezaydı ki bununla baş edemiyordum. Beni sinesine hapsetti. Kokusunu içime çektim. Belki de ilk defa gerçekten seviyordum.

 

"Güney..." dedim sadece onun duyabileceği çıkız bir sesle. "İyi ki varsın! Seninle çok mutluyum." Küçük sevgilisini kollarının arasına alıp minik göğsünü serçe yuvası haline getirdi. Orada özgürlük vardı. Orada saklı kalmış bir cennet vardı. Şarkılarında sevdanın notaları vardı ve cennetinde sesindeki o melodiye kulaklarım değil varlığım şahitlik ediyordu. Bu adam avuçlarıma bıraktığı yıldızların farkında mıydı?

 

Saatlerce öyle kaldık! Telefon çaldı. Bunu en son yaşadığımız anı hatırladığımda ürperdim. Güney de mahmur gözlerle bana baktı. Arayan Harun Bey'di. Telefonu açıp saniyeler içinde ayaklandı. "Burda kal!" Demişti. Elbette onu asla dinlemeyecektim. "Nereye gidiyorsun?"dediğinde çoktan dış kapıyı açmış kendini asansöre bırakmıştı. "Asansör açılır açılmaz kapının önüne geçip onu engelledim. "Ne olduğunu söyle Güney!"

 

"Doruk! Fenalaşmış, hastaneye kaldırmışlar!" Gözlerim iri iri açıldı. "Ne olmuş! Bana ciddi bir durum olmadığını söyle! Lütfen bir şey söyle Güney!" Önüme geçip asansörün giriş kata inmesini sağladı. Elbette ben de ona eşlik etmekte bir an bile düşünmemiştim. Gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Doruk'a bir şey olması ihtimaline dayanamıyordum. Hızla hastaneye gittik. Hiçbir güvenliğe takılmadan kendimizi onların bulunduğu kata atmaya çalıştık. Asansörü beklemek bile azap vericiydi. Koşarak merdivenleri çıktık. 3. katın girişinde Zahir'i görmüştük. Bu doğru iz üstünde olduğumuzun kanıtıydı.

 

"Giremezsiniz!"diyen Zahir'i sertçe itip kendimi odaya attım. Sendeleyip sırtını kapıya çarpması umurumda değildi.

 

"Doruk! Doruk!" Artık aklımla değil kalbimle hareket ediyordum. Sanki karşımda gördüğüm yüz Yiğit'e aitti. Sanki en başından beri onun kokusunu alıyordum. Gözyaşlarım oğlumu kollarıma aldığım ilk günkü gibi sel sebil olup aktı. Yüreğim büyüdü, büyüdü, büyüdü göğüs kafesime sığmaz oldu. Hasret akıyordu içimden kan değil. Diğerlerinin şaşkın bakışlarının arasında ona sımsıkı sarıldım. Sadece hıçkırıklar içinde ağlıyordum. Asla bağ kurmamam gereken çocuk için deli gibi ağlıyordum. Yokluğunu düşünmek neden bu kadar acı veriyordu?

 

Bir el hırsla çekip ondan uzaklaştırdı. Bunu öyle sert yapmıştı ki tüm vücudundan hortumlar geçen zavallı çocuk sarsılmadan edememişti. Yaşlı gözlerim Sare Hanım'ın kin yüklü gözlerine aktı. Odada bizden başka sadece Zahir ve Güney vardı. İkisi de şok içindeydi. "Uzak dur oğlumdan!"diye bağırdı. O sessiz kadının içinden bir canavar çıkmıştı. Beni hızla itip Doruk'tan uzaklaştırdı. "Ailemden uzak dur! Doruk'un annesi değilsin! Onun annesi benim!"

 

 

***

 

 

 

Merhaba değerli arkadaşlar. Şu sıralarda kötü günlerden geçiriyoruz maalesef. Wattpadde erişim engeli geldi. Bu platform kitaplarımızı diğer insanlara ulaştırmada değerli bir işleve sahipti. Şimdi yeniden açılıp açılmayacağı bile belli değil.😞

Daha onu sindiremeden İnstagram'dan darbe yedik. Bu gidişat ne olur bilemiyoruz. Her şeye rağmen aktif olmaya çalışıyorum ama morel bozukluğu gerçekten yıpratıcı. Bu gün yeni kitabım Artemis'in Gözyaşları'na bölüm biriktirmeye başlayacağım. Beni heyecanlandıran bir kurgu olacak diye düşünüyorum. Tabiki YM 2'ye de bölüm gelmeye devam edecek. ☺️❤️

Bu bölüm de bazı kırılmalar oldu ve bunun devamı gelecek. Bizi sarsıcı bölümler bekliyor. Zor sayılabilecek bir kurgu aslında ama Artemis'ten sonra aynı düşünür müyüm bilemiyorum.

Sizce Efsun gerçek babasını nasıl karşılayacak? Bu evlilik gerçekleşecek mi?☺️

Yeni duyurulardan haberdar olmak ve beni desteklemek için sizleri instagrama bekliyorum. Hoşçakalın

seyma_yldz_koc

Loading...
0%