Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟İZÜSTÜ

@syildiz_koc

Medya: ediz (yalancı)

 

 

 

 

29. BÖLÜM: İZÜSTÜ 🌟

 

 

 

Şüphe içimi bir ağ gibi sarıyordu. Kafamda oluşan kurt yuvalarına son duyduklarım ve gördüklerim temel olmuştu. Harun Bey'i bir baba gibi seviyordum. Bana olan destekleri göz ardı edemeyeceğim kadar ortadaydı. Fakat ailesinin davranışları, Zahir Bey'in kuşku uyandıran sözleri, Sare Hanım'ın Doruk'a her yaklaştığımda kapıldığı fark edilir telaş... Her şey beni şüpheye itiyordu. Hayatıma bir anda girmiş olmalarının ve kendileriyle her görüştüğümde bana böcek gibi davranmalarının mantıklı hiçbir açıklaması yoktu. Neydim ben? Kimdim ki bu insanlar bu kadar çekinip korkuyordu ?

 

Teyzem oğlumla ilgili gerçekleri bana söylememek için onunla ilk karşılaştığım gün deli gibi kaçmıştı. Harzem bile karşımda el pençe divan durmuş o adamların adını vermemek için elinden geleni ardına koymamıştı. Beni o zavallı çocukların belalısına ittiğini düşündükçe beynime balyozlar iniyordu. Elimdeki çizim defterine son rötuşları atıp başımı kaldırdım. Kafam allak bullaktı. En sevdiğim şey kıyafet tasarlamak olduğu halde kafamdaki düşüncelerden yaptığım işe konsantre olamıyordum.

 

Ayağa kalkıp Güney'in benim için hazırladığı odaya göz gezdirdim. Burada harika kumaşlar, ipler ve terzilik aletleri bulabilirdiniz. Her şeyi benim zevkime göre hazırlamış ve mine atölyemde huzurlu bir şekilde çalışabilmem için plak, müzik çalar, kahve makinası gibi araç gereçleri de ihmal etmemişti. Yakında evleneceğimiz için bu odanın hazırlanmasına karşı çıkmamış ve bana yaptığı bu güzel süprizin tadını çıkarmıştım.

 

Güneyi seviyordum. Onun yanında olmak yıldızlara dokunmak, ayın güzel parlak yüzeyinde dans etmek gibiydi. Hayatımı bir şarkı gibi yaşıyordum. Notalara sarılıp uyuyor ve sesindeki kadife tınıyla gözlerimi sabaha açıyordum. Acılarımın hayatıma kazandırdığı en güzel şeydi Güney. Böyle özel bir adamın hayalini kurmayı bile kendime haram kılmıştım oysa. Her şey bitti dediğim anda sokağın ardındaki o güneş çaresiz, küçük kızın kalbinde açmıştı. Buz tutan duygularım Güney'in varlığıyla ısınmıştı. Eskiden gülüşlerim yalandı. Onun varlığı sinema perdesinin ardındaki yalan gülüşleri de gerçek kıldı.

 

Tasarım için gerekli ölçüleri alıp iğneliğin başına geçtim. Küçük bir iğne topuzu alıp hazırladığım ölçülerde elbiseye yerleştirdim. Karşımda farklı vücut tiplerinde ve ölçülerinde pek çok cansız manken vardı. Onların üzerinde çalışmak harika bir duyguydu. Sakar bir kızdım ama ellerimin mahareti sakarlığımı gölgeleyecek cinstendi. Bu maharetli elleri girdiğim hapishanede geliştirmiş, oradaki kursa katılarak terziliği arkadaşlarımdan iyice öğrenmiştim.

 

Hasibe'nin kurşun dökmek ve fal bakmak dışında da nefis maharetleri vardı. Benim yalnızlığımı görmüş, elimden tutup anne gibi yol yordam, iş güç öğretmişti. Bir şeylerin üstesinden gelmem gerektiğini biliyordu. Gözyaşı döküp karnımdaki bebekle ranzasına sinen, küçücük yaşında büyük acıların altında ezilen o zavallı kız çocuğuna umut vermesi gerektiğinin farkındaydı. Aksi taktirde yaşama amacını kaybeden her insan gibi ölüme koşarak gidebilirdim. O günlerde çizimlerim dostum iğne iplik yoldaşım oldu. Birbirinden nefis tasarımlar yapmak istiyordum.

 

İtiraf etmem gerekirse hapishane hayatı benim için çok zor olmamıştı. İlk günlerde gardiyanlar bana ters davransa da zamanla çekinmeye ve istediğim her şeyi bana getirmeye hevesli oldular. Beklediğimden daha kısa sürede hapisten çıkabilmiştim. İhtiyacım olan araç ve gereçleri tek bir isteğimle bana getirmekten çekinmiyorlardı. Kadın derneklerinden gelen para yardımlarının ne haddi vardı ne de hesabı. Orada çaresiz kalan pek çok kadın olduğunu bildiğim için bana yapılan bu yardımları onlarla paylaşmaktan çekinmiyordum. Hapishaneden çıktığımda bile bana verilen paraları daha muhtaç insanlara vermekte bir sakınca görmemiştim.

 

Hapishanedeki arkadaşlarımı ziyaret etmeyi çok istiyordum fakat aramıza şehirler girmişti ve başım belada olduğu için onlarla sadece telefonda görüşebiliyordum. Bir gün oradan çıktıklarında onlar için elimden gelen her şeyi yapabileceğimi biliyorlardı. Hayalim olan tasarım evini açtığımda atölyemde çalışacak arkadaşlarım bana bu mesleği öğreten insanlardan başkası olmayacaktı.

 

Tasarladığım tamamlanmış elbiselere mutlulukla göz gezdirdim. Hayatıma güzel amaçlar kazandırdığım ve kendi hayallerimden vazgeçmediğim için güçlü hissediyordum. Amaçlarım ve hayallerim olmasaydı ben o günah günü yok olurdum. Kulağıma birkaç duvar ilerisinden gelen harika sesler iliştiğinde daha fazla burada kalmak istemediğimi anladım ve hazırladığım iki nefis kahveyle Güney'in kapısını çaldım. Yaptığı işe öyle konsantre olmuştu ki beni duymuyordu bile.

 

Kızmayacağını bildiğim için kapıyı hafifçe araladım ve yüzümdeki tatlı ifadeyle gitarına sarılan sevgili nişanlıma göz attım. Yüzünde tatlı bir yorgunluk vardı. Saçları hafifçe dağılmış fakat bakımlı halinden hiçbir şey kaybetmemişti. Elinde büyük açık renk bir gitar vardı. Onu dizine yatırıp sevgilisi gibi kucaklamıştı. Parmakları gitarın tellerinde oynak hareketlerle gezerken ara ara duraksıyor ve nota kağıdına eğilip anlamadığım yeni bir şeyler ekliyordu. Kıkırdadım. Bir sanatkarın hayatında olmak harika bir şeydi. Yakında bir ödül töreni olacaktı. Layık olduğu ödülü alacağı gün sevdiği kadın olarak yanında bulunmak benim için mutluluk vericiydi. Çok heyecanlıydım. Onun her geçen gün daha iyiye gittiğini görmek müthiş bir duyguydu. Ne yazıkki hâlâ bir oğlum olduğundan ona söz edememiştim.

 

Kapıyı yeniden tıklattığımda bakışları gitarından ve nota defterinden ayrılıp üzerime mıhlandı. Küçük bir şaşkınlığın ardından dudakları ince bir çizgi halini alana kadar gülümsedi. "Girebilir miyim?"

"Elbette!" Utangaç bir tebessümle yanıbaşındaki sandalyeye oturdum. " Yeni besten mi?"

 

"Evet!" Gözlerimden onu dinlemek için can attığımı anlamıştı. Gitarını biraz daha ciddiyetle kucaklayıp telleri arasında harika bir melodinin ziyafetini kulaklarıma sundu. Bir nefes kadar yakınımda hayatımın en eşsiz, en güzel şarkısını bana armağan etmişti.

    

"Benim için bir tek sen varsın.

Günümde gecemde yalnız sen

Kederimde gülüşümde bir tek sen

Sen... Hep sen... Bana aşkı hatırlatan kadınsın...

 

Benim için bir tek sen varsın

Şarkılarımda nefesimde yalnız sen

Umutlarımda geleceğimde bir tek sen

Sen... Hep sen... Beni aşkla yakan kadınsın."

 

Melodi kulaklarımda beynime ve kalbime nüfus etmişti. Mutluluğun gözlerimde küçük nemlenmelere sebep olduğunu biliyordum. Mavi bakışları utangaç bir şekilde üzerimde gezerken ona dokunmak, tenini saçlarını defalarca öpüp koklamak istedim. Bir zamanlar bana bu özel duyguları bir erkeğin yaşatabileceğine inanmıyordum. İnfilak eden kalbim yanardağ gibi ateş püskürüyordu. Güney bana gerçek duyguları, aşkı hissettiren adamdı. Ve kalbime melodisi ile girmişti. Onunla yıldızları izlediğim ve şarkılarıyla kendimi büyülediğim geceler beni aşkın varolduğuna inandırmıştı. Bunu sadece o başarabilirdi.

 

Şarkı bittiğinde güzel ince dudaklarını kıvırarak tatlı tatlı gülümsedi. Melodi beni kıskıvrak yakalamış notalardan oluşturduğu aşk dolu bir kafese hapsetmişti. Eğer sesinin bir rengi olsaydı mavi derdim. Benim gibi hayata bin tane sıfırla başlayan yaramaz bir kıza umut etmeyi öğretmişti. Gözleri de sesi de kalbi de maviydi bu adamın. Siyah karanlık dünyamdan mavi cennetine koşarak gelmiştim.

 

"Bir şey söylemeyecek misin? Bu besteyi senin için yaptım. Ödül gecesinde de ilk kez söyleyeceğim." Ben de bıraktığı heyecanı güçlükle zapt ederek, "Harikaydı!" dedim. "Melodi, sözler ve bunları anlamlandıran sesin öyle güzel ki. Senin sesinde özgürlük var. Onu her duyduğumda kalbimin kanatlanıp uçtuğunu ve bir çok iklimde dolaşıp yine sana koştuğunu hissedebiliyorum." Beni çenemden tutup kendine yaklaştırdığında ellerimin terlediğini hissettim. Gözleri yüzümün her bir zerresinde defalarca dolaştı. Ve dudaklarımda oyalandığında kendisini güçlükle zapt ettiğini anlamıştım. Düşüncelerinden vazgeçmiş gibi benden birkaç santim uzaklaştı.

 

"Aslında benim ilham kaynağım sensin. Senden önce beste yapmak bu kadar kolay olmazdı. Çoğu zaman telif hakkı verip hazır olanları almayı tercih ederdim. Hissederek yazmak gerçekten bambaşkaymış." Ellerimi tutup yeniden gözlerimizi birbiriyle buluşturdu. Bakışlarındaki şeyin adı sevgiydi. Güney bana hiç kimsenin bakmadığı gibi bakıyordu. Demir gibi bacaklarıma, göğüslerime ya da ona heves veren herhangi bir noktaya değil gözlerimin derinliklerine bakıyordu. Heves ile sevdayı ayırt edebilecek yaştaydım. Yıldızlar bana aşk yolunda doğru iz üstünde olduğumu söylüyordu.

 

"Bu fotoğraf!" Güney ile yüzüklerimizi taktığımız gün çekildiğimiz fotoğrafı işaret ettim. Başını salladı. İkimize ait bir şeye bakarak şarkılarını besteliyordu. Bu şarkılar bizim içindi. "Evet! Benim için çok fazla şey ifade ediyordu. Ben de orada dursun istedim." Dudaklarıma edileceğini sanıp gözlerimi kapadım. Fakat dudakları alnımı, kaderimin yazıldığı yeri bulmuştu. Başımı göğsüne yaslayıp gülümsedim. Oğlumu bulduğumda bu karenin tamamlanacağını biliyordum. Bunun için daha ne kadar beklemem gerektiğini kestiremiyorum.

 

Ellerim önümüzdeki baterinin üzerinde dolaştı. Tokmakla birkaç davula vurup tuhaf sesler çıkardı. Bana bakıp oyuncağına kavuşmuş küçük bir kızı süzer gibi güldü. "Bunlar çok hoş!" Dedim önüme bakıp anlamlı sesler çıkarmak için çıldırırken. "Olacak olacak! Devam!" Birkaç kez daha davullara vurdum ama bu beni yeterince tatmin etmemişti. Oradan kalkıp bakışlarının arasında piyanonun başına geçtim. Burası bir müzikal cennetini andırıyordu.

 

"Hep piyano çalmak istemiştim!" Dedim o siyah beyaz yapıya hevesle dokunurken.

"O halde durma! Enstrümanlarım emrinde!" Piyanonun iskemlesine oturdum ve içimden geldiği gibi tuşlara birer ikişer bastım. Anlamlı bir melodi oluşturmak güçtü. Güney'in işinin ne kadar zor olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyordum. Parmaklarımı tutup tuşlara dokundurdu.

 

"Enerjiyi parmak uçlarında hisset. Bırak duygular parmaklarına güç versin. Müziği hissetmeye, yaşamaya çalış. Piyano senin ruhunun bir parçası." Kıkırdadım. Dediği şeyleri yapmak benim için epey zordu. Gözlerini kapattı ve bana söylediği her şeyi bizzat uygulamaya çalıştı. Haklıydı biraz önce hunharca abandığım tuşlar ben de anlamlı bir bütün oluşturmasa da Güney'in parmaklarında bambaşka rüyalar kurmuştu.

 

"Muhteşemdi!" Gülümseyip parmaklarımı yeniden parmaklarının arasına aldı ve onların melodiye eşlik etmesine izin verdi. " Ritmini hissedebiliyor musun? Parmaklarının doğru zamanda doğru yerde olması çok önemli. Müziğin zihninde çalmasına izin ver." Birkaç parça melodi oluşturulmuştu fakat yine yalnızken ki performansının çok gerisinde olduğumuzu söyleyebilirdim. Şarkısı bittiğinde başımı göğsüne yaslayıp kalbindeki melodiyi dinlemek istedim. Aramızdaki bütün mesafelerin kalktığında hâlâ inanamıyordum. Yeniden bir şeylerin kötüye gitmesi ihtimali öldürücüydü.

 

Ayağa kalkıp müzik çalara yöneldi ve sakin bir şarkı açtı. " Eğer senin için de uygunsa bugün Harun amcamın at çiftliğine davetliyiz. Tam mevsimi. Orada şimdi minik taylar, doru, güçlü atlar vardır." Oraya gitme fikri benim de hoşuma gitmişti fakat Zahir Bey ve Sare Hanımın varlığı o güzel çiftliği bile çekilmez kılmaya yeterdi. "Bilemiyorum! Aslında güzel olurdu ama..."

 

"Aması maması yok! Bence bu geziye ikimizin de ihtiyacı var." Ben mahcup bir şekilde dalgın dalgın gülümserken duymak istediğim esas cümleyi sonunda dilinden çıkardı. "Hem Doruk da orada olacak. Son yaşananlardan sonra epey yoruldu. Varlığın, moralinin yükselmesini sağlayabilir. Biliyorsun hastalığı için moral çok önemli." Hastalığının söz edilmesi bile canımı yakmaya yetiyordu. Ne ölümü ne de bu kötü hastalığı Doruk'un masum güzel yüzüne, deniz gözlerine yakıştıramıyordum.

 

"Hâlâ uygun donör bulunamadı değil mi?" Güney başını olumsuz anlamda salladı. Biraz önceki mutluluğunun yerini koyu bir hüzün almıştı. "Maalesef! Amcamın her geçen gün kapılar daha fazla yüzüne kapanıyor. Doruk'u yaşatmak için herkesi seferber etti, fakat olmuyor. Mutlu sona kavuşmamıza bir şeyler engel oluyor." Bir şey söylemek istemiyordum. Şu an yapmak istediğim tek şey Doruk'u görmek ve o güzel tatlı bedenini kalbimin üzerine bastırıp hasret gidermekti. Buna ikimizin de ihtiyacı vardı. Yiğit'in yokluğunda Doruk bana merhem olmuş yaralarımı unutmama sebep kılınmıştı.

 

Boğazımdaki yumruyu yutkunup derin bir nefes aldım. " Keşke Harun bey ve Sare Hanım'ın bir çocukları daha olabilseydi. Kardeşler arasında uyum çok daha sık görülen bir durum." Eliyle çenesindeki sakalları kaşıyıp, "Keşke!" diye mırıldandı. "O zaman her şey çok farklı olabilirdi. Ne yazık ki yeniden anne baba olmak için oldukça yaşlılar." Sare Hanımın uzun yıllar tedavi gördükten sonra bir çocuğunun olması oldukça ilginçti. Yine beynim komplo teorileri üretmeye başlamıştı Zahir'in Zişan'la olan bağı bana Sare Hanım konusunda da şüphe duymam gerektiğini fısıldıyordu. O gün hastane odasında neden ısrarla Doruk'un oğlum olmadığını haykırmıştı? Ben oğlumu kaybetmiştim ve kimse onun yerine dolduramazdı. Doruk benim için küçük bir dosttu ve hiçbir zaman ona karşı annelik iddiasında bulunmamıştım.

 

Dalgın bir kafayla çıkışa doğru yöneldiği esnada adımlarım duraksadı. Omzumun üzerinden ardımdaki deniz gözlerine son kez baktım. "Sen hiç Sare Hanımı hamileyken gördün mü?" Güney dudaklarını küçük bir şaşkınlıkla öne doğru topladı. " Evet. Sanırım gördüm. Amerika'ya gitmeden önce vedalaşmak için evlerindeydim. Bebek henüz altı aylıktı. Ama kalp atışlarını duyduklarında ve tekme atışlarını fark ettiklerinde ne kadar heyecanlandıklarını hatırlayabiliyorum." Duyduklarım belirgin bir hayal kırıklığına sebep olsa da yüreğimin bir köşesi serinlemişti. Doruk'u çok seviyordum fakat Doruk'un Yiğit olma ihtimali canımı acıtıyordu. "Anladım!" Dedim gülümsemeye çalışarak. "Umarım oğullarını artık sağlıklı bir şekilde görebilirler." Son sözlerimi samimiyetle dile getirip veda ettim. Odama geçip hazırlanmaya koyuldum.

 

Duş başlığı başımın üzerine minik damlalar akıtırken aklım hâlâ Sare Hanım'ın sözlerindeydi. Neden Doruk'un annesi olmadığımı bu kadar telaşla vurgulamıştı ki? Akıl erdirmek imkansız gibiydi. Kafamdaki düşüncelerle duştan çıkıp üzerime bir şeyler geçirdim. Beyaz askılı bir tişört ve mavi bir kot pantolon iş görür cinstendi. At bineceğimiz için rahat olmam gerekiyordu. Saçlarımı fön çekip şekillendirdim. Şeftali tonlarında yaptığım makyajla oldukça iyi görünüyordum. Holde beni bekleyen Güney'in koluna girip at çiftliğine doğru yol aldık.

 

Şehirden uzaklaşıyorduk. Yeşillik oranı arttıkça kalbimdeki neşe ve coşku da aynı hızla artıyordu. Dağların yamaçlarındaki karlar erimişti. İstanbul'un kalabalığından uzaklaşmak ise bana çok iyi gelmişti. Güney'in yüzünde güller açıyordu. Aşkın insanda bıraktığı bu mucizevi etkiyi hayranlık duymamak imkansızdı. Artık yıldızları görmek için gökyüzüne bakmama gerek yoktu. Gökyüzündeki tüm yıldızlar Güney'in gözlerine sirayet etmişti. Onlar neşeyle parıldadıkça benim mutluluğum da aynı şekilde artıyordu.

 

O aracı sürerken müzikçalara en sevdiğim şarkılarından birini koydum. Sesin sahibi yanıbaşımda direksiyon sallarken sesi kulaklarımdan bir an olsun ayrılmıyordu. Başımı omzuna yasladım. Açık pencereden esen rüzgârlar saçlarımı yüzüne doğru savuruyordu. Teninden aldığım o güzel odunsu koku saçlarımın kokusuna karışıyordu. Ona dokunmak uçsuz bucaksız okyanusta hiç kimsenin erişemediği parlak bir inceye dokunmak gibiydi. Ona dokunmak gökyüzünü avuçlarımın arasına alıp hissetmekti. Ona dokunmak rüzgâra meydan okumaktı. Teninde özgürlük vardı bakışlarında vatan. Gülüşünde bir yuvanın gölgesini hissediyordu insan. Asla düşmanların giremediği kale gibi sağlam bir yuva...

 

"Temiz hava şimdiden içimi açtı. Bence geldiğimize pişman olmayacağız." Rüzgâr o kadar kuvvetli esiyordu ki onu doğru düzgün duyamamış kemküm seslerinin arasından sözlerini seçememiştim. " Anlamadım bağır biraz!" diye sesimi yükselttim. Kahkahalarla güldü. Birkaç kez daha tekrarladığı halde tam olarak ne demek istediğini kavrayamamıştım. O da benden umudu kestiğinde bağır çağır şarkı söylemeye başlamış ve benim silahımı bana doğrultmuştu! Hi hi hi hi!

 

Nihayet çiftliğe gelmiştik. Etrafa merakla göz gezdirdim. Geniş koşu arazileri vardı. Bu arazilerin etrafı tahta korkuluklarla çevrilmiş ve atların özgürce dolaşabileceği mekanlar yaratmıştı. Büyük bir patika yol gözlerimin çarptığı ilk şey oldu. Patika yolun bitiminde atların kaldığı barakalar fark ediliyordu. Onlarla ilgilenen bakıcıların selamını alıp barakalardaki atlara bakmaya başladık. Siyah, beyaz, kahverengi her çeşit atı burada görebilmiştik. Midillilerin tatlı duruşu daha şimdiden içimi ısıtmaya gitmişti.

 

Daha fazla oyalanmayıp bizi heyecanla bekleyen Harun Bey'in çiftlik evine doğru yürümeye başladık. Büyük ihtişamlı bir evdi. Bahçesinde çardaklar ve envai çeşit çiçekler hüküm sürüyordu. Binanın çatısı koyu kahverengi tonlardayken duvarları ise çok daha açık ve yumuşak kahve tonlarını sunmaktaydı. Büyük bir terası ve bölmelerin başına konulmuş üç büyük üçgen çatı detayı göze çarpmaktaydı. Taş ile ahşabın muhteşem uyumuna hayran kalmıştım. Evin zemine yakın iki metrelik kısmı arnavut taşlarıyla süslenmişti. Güney'in yanında beğenimi ifade etmek istemesem de duygularımı ele vermekten kurtulamıyordum.

 

"Evlendiğimizde hafta sonları sık sık burada kaçamak yapabiliriz. Bu Harun amcamın evi. Bizim evimiz çiftliğin diğer girişinde kaldı. Bence düğünden sonra balayına gitmeden önce orada birlikte zaman geçirmeliyiz." Çiftlik evinde kalma fikrini sevmiştim. Balayı fikri ise kanımın hararetle tenimde dolaşmasına sebep oldu. Basımı duygularımı gizlemek için olur anlamında sallayıp çok fazla hevesli görünmemeye dikkat ederek gülümsedim.

 

Birlikte çiftlik evinin yüksek girişine doğru yürüdük. Harun Bey bizi ayakta karşılamış ve ikimizi de büyük bir memnuniyetle kucaklamıştı. Elbette bunu beni görür görmez yerinden fırlayıp kucağıma atlayan Doruk'tan sonra yapabilmişti. "Efsun gelmiş! Efsuuuun!" O heyecanla kucağımda el çırparken bizi karşılamak üzere Zahir Bey ayağa kalktı. Onun bir adım gerisindeki Sare Hanım yapmacık bir tebessümle bana gülümsedi. Aramızdaki gerginliğin Harun bey tarafından fark edildiği aşikardı fakat ona hiçbir şikayette bulunmuyordum. Ailesiyle benim yüzümden gerilmesini istemiyordum.

 

Hafta sonu toplantımıza Doruk'un bakıcısı Karina da katılmıştı. Sare Hanım ona işaret edip Doruk'u benden uzaklaştırmasını kaş göz hareketleriyle söyledi. Karina bize yaklaştığında Doruk ona gitmemekte direndi ve başını bana daha sıkı bir şekilde yasladı. Aramızdaki diyaloğu ifade etmeye kelimeler yetmezdi. "Bir süre daha bizimle kalabilir. Yorulursa onu bırakırım." Karina Sare Hanıma endişeyle bakıp onay aldıktan sonra bizden uzaklaştı. Harun Bey ile koyu bir sohbete dalmıştık. Bize nefis bir mangal partisi hazırlamaya kararlıydı. Her şeye rağmen Doruk'a moral vermeye ve gücünü toplaması için yardımcı olmaya çalışıyordu. Ne kadar üzüldüğünü biliyordum fakat bu mutluluk oyununa eşlik etmekten başka bir çıkar yol göremiyordum.

 

Doruk ilk defa Süpermen kostümünü çıkarmış ve kendi kıyafetleriyle etrafımızda koşuşturmaya başlamıştı. Harun bey Güney'le mangalın etrafında Yelleme çalışmaları yaparken Doruk beni çekiştirip evdeki oyun konsolunu göstermeye çalışıyordu. Onunla birkaç el oyun oynadıktan sonra bizim için hazırlanan sofraya kurulup Güney'in yanına oturdum. Zeytinyağlı sarmalar, nefis ızgara et, çeşitli meze ve salatalar sofranın üzerinde gözlerime ziyafet sunuyordu.

 

"Mangal konusunda iddialı olduğumu söylemeliyim." Dedi Harun Bey büyük bir keyifle. Zahir bey onu onaylamakta gecikmedi. " Bu konuda sizden becerikli kimseyi görmedim. Bence Efsun Hanım da bu nefis etlerin tadına bakmak için sabırsızlanıyor." Güney ona ters bir bakış atarken özgüvenli bir şekilde gülümsedim. " Harun Bey'in en iyisini yapacağından şüphem yok!" Harun Bey aramızdaki çekişmeye gergin bir bakış hattı. Çevresinde anlam veremediği bir takım olaylar döndüğünü fark etmiş gibiydi.

 

Dudaklarını yalayan Doruk'a birkaç parça bir şeyler yedirmeye çalıştım. O iştahsız çocuk kollarımda oldukça farklı bir kimliğe bürünmüştür. Verdiğim her şeyi yiyor daha fazlasını vermem için beni yüreklendirmeye çalışıyordu. Biz kıkırdayarak bu güzel anın tadını çıkarırken bu durumdan hoşnut olmayan Sare hanım da huzursuzca yerinde kıpırdanıp çatalla tabağındaki dolmaları dürtüyordu. Harun bey "Aferin oğluma! Efsun ablasının elinden ne de güzel yemek yiyor!" Diyerek ona tatlı tatlı gülümsedi. Güney'in gözlerinden çıkan kalpleri söylemiyordum bile. Muhtemelen benim doğacak çocukları için iyi bir anne olacağımı düşünüyordu.

 

Sare Hanım bakıcısı Karina'ya Doruk'un ilaçlarını getirmesini söyledi. Bu güzel küçük çocuğun böylesi ağır ilaçlara mahkum olması çok acı vericiydi. Hastanedeki o solgun yüzü aklıma geldiğinde nefes alamadığımı, yüreğime yapışan güvelerin beni içten içe bitirdiğini hissedebiliyordum. Karina'nın getirdiği ilaçları teker teker Doruk'a uzatıp suyla yutmasına yardımcı oldum. "Hadi oğlum! Sen yerine otur da Efsun ablan da rahat rahat yemeğini yesin!" Diye atılan Sare hanıma Doruk isteksizce omuzlarını kaldırdı. Benden ayrılmak istemiyordu. İlk tanıştığımız günden beri aramızda müthiş bir çekim olduğunu itiraf etmeliydim.

 

"Sorun değil Sare hanım. İsterse burada kalabilir." Sare hanım önce bana ardından da Doruk'a ters ters baktı. Doruk mesajı almış olacak ki bana burukça gülümseyip yanımdaki örmeli sandalyeye oturdu. Bu olumsuzlukların hevesimi kaçırmasına, keyfimi bozmasına izin vermedim. Harun bey gerçekten başarılı bir aşçıydı. Bir daha bundan daha iyi bir ızgara yiyeceğimi düşünmezdim. Harun Bey'in askerlik anılarıyla nefis bir ikindi ziyafeti yaşadık. Sare Hanım onu onaylayarak sessizliğini korurken Zahir Bey tilki gibi etrafını taramaktan çekinmiyordu. Zahir Bey'in aileye karşı samimi olduğunu düşünmüyordum. İçimde kötü hisler vardı. Bu hislerin beni ele geçirmesini istemesem de tetikteydim.

 

Annesi Doruk'a uyuması konusunda ısrar ederken küçük afacan çoktan at binmek üzere Güney'in ve benim peşime takılmıştı. Birlikte at seçmek için ahırlara gittik. Doruk'un atlara fazla yaklaşmaması gerekiyordu. Mikroplara karşı oldukça temkinliydik. Orada bulduğum beyaz bir atı Güney'e işaret ettim. "Çok güzel değil mi? Güneşin altında beyaz tüyleri parıldıyor."

 

"Grçekten harika görünüyor. Bence onu seçmeliyiz." Doruk heyecanla hemen yanıbaşımızdaki minik ahırı işaret etti. "Bu çok tatlı! Efsun ne oluy onu da alalım! Ne oluyyy!" Minik Saçsız başını sevgiyle okşayıp "Neden olmasın kahraman! Burası süper güçlerini kullanman için harika bir yer!" Mutlulukla el çırptı ve atların etrafında Superman gibi dolaşmaya başladı.

 

Güney kendine siyah bir at seçmişti. Atların bakıcısı biz koşu alanına doğru giderken atları bizim için hazırladı. Yemyeşil bir alanın içinde bulmuştuk kendimizi. Atlarla aramızdaki tek engel üst üste bindirilmiş tahtalardı. Güneşli güzel bir gündü ve at kokularının arasına karışan nefis çiçek kokusunu tüm ruhumda hissedebiliyordum.

 

Beyaz atın adının Güldeste olduğunu öğrendiğimde kıkırdadım. Bana lisedeki bir arkadaşı hatırlatmıştı. Uysal bir attı. Beyaz kirpiklerinin arasından bana nasıl baktığını düşündükçe içimde çiçekler açıyordu. Güney vakit kaybetmeden bize şov yapmak için Dursun adını verdiği siyah atına bindi. Küçük adımlarla başlayan at yolculuğu dakikalar sonra daha da hızlanmış ve rüzgâra koşan bir yiğiti andırır olmuştu. Bir fırtına gibi estiğini kabul etmeliydim. Ben olsam çoktan kendimi çimlerin üzerinde Dursun'un ayaklarının altına bulmuştum. Bu haliyle çok karizmatik durduğunu itiraf etmeliyim! Şimşek gibiydi! Ellerini dizginlerden uzaklaştırdığında ondan çok benim yüreğim ağzıma gelmişti. Artistik hareketleri beni etkilemek için yaptığını biliyordum. Ve haklıydı. Hayallerimin siyah atlı prensi olabilirdi. Ve sanırım çoktan olmuştu da.

 

Güney yanımıza tekrar geldiğinde sıranın Doruk'a geldiğinin farkındaydım. Onun üzerine titriyordum. Mikrop kapmaması için ata dokunmaması ve maskesini bir an bile indirmemesi gerekiyordu. Doruk'tan güven sözü aldığımızda küçük beyaz Midillisini emrine sunmaktan çekinmedik. Dizginleri eline alıp atın üzerine iyice yerleşti. Sağ yanında Güney sol yanında ise ben hazır olda bekliyordum. Düşmesi ihtimaline karşı onu korumaktan vazgeçmeyecektik. Yavaş tempoda atın belli bir mesafe yürümesini sağladık. İnatçı bir at olmadığı için bunu yapmakta zorlanmıyorduk. Güney'in gözlerine baktım. Onda gördüğüm tek şey aşk değildi. Fedakarlık, bağlılık, vefa... Özel ve güzel olan her şey onun bakışlarında, ruhunda hayat bulmuştu. Bunca zaman sonra hayatın bana kazandırdığı en güzel şeydi.

 

Doruk "Yaşasın!" Diye mutlulukla el çırparken keyfine biz de eşlik etmiştik. "Dünyanın en güçlü Süpermani karşınızda! Doruk Taşpınar muhteşem şovuyla atının üzerinde hayranlarının selamlıyor!" Doruk onun şakalarına kahkahalarla güldü. " Supeyman'in gücü adına! Bütün kötü adamlay bizden koyksun!"

 

At hızlandıkça heyecanım zirvelere tırmanıyordu. Doruk bir kovboy edasıyla kıkırdarken onun mutluluğu bize de bulaşmıştı. Bakışlarım tahta iskelenin ardındaki Sare Hanım'ı ve Zahir Bey'i buldu. Yanlarındaki Harun Bey'in aksine oldukça umutsuz ve sıkıntılı görünüyorlardı. Harun Bey bize el salladı. Bu kadar eğlencenin Doruk için yeterli olduğunu biliyordum. " Hadi minik Superman. Bugünlük bu kadar yeter. Karina senin için nefis mantarlı kurabiyelerden hazırlamış. Bence portakal suyuyla nefis olur. Ne dersin tatlıyı birlikte yiyelim mi?" Başını olumlu anlamda salladı. "Doyuk bunu sevdi."

 

"Efsun bunu sevdi!" Diye taklit ederek karşılık verdim. İnsan bu çocukla üzülmek nedir bilmiyordu. Birlikte yeniden çiftlik evine yönelmek istedik fakat Harun Bey'in müdahalesi beni durduran tek şey oldu. "Bir dakika Efsun Hanım. Eğer sizin için de bir mahsuru yoksa birlikte küçük bir yürüyüşe çıkmak isterim. At binmeyi seveceğinizi düşünüyorum." Aslında bu durum hoşuma gitmişti. "Neden olmasın!"dedim. Bakışlarım istem dışı Güney'e kaydığında bu durumdan rahatsız olmamasına sevinmiştim. Birlikte seyisin yanına gidip Harun Bey'in en sevdiği atı aldık.

 

'Bu koca oğlan benim için çok değerli." Dedi atın burnunu sevgiyle okşarken. "Kendimi ne zaman kötü hissetsem onun yanına gelirim." Atın kahverengi saçlarını okşayıp yüzünü yüzüne yaklaştırdı. Sanki at kişneyerek ona duyduğu sevgiyi kendi dilinde ifade etmişti. Atın üzengisine basıp kendini dostunun sırtına bıraktı. At binmeyi çok fazla bilmesem de aynı hareketi yapıp Harun Bey'e eşlik ettim. Babamla at binmeyi çok istemiştim. Ne yazık ki Harun Bey'e kısmet olmuştu. Bu durumdan mutsuz değildim. Onunla da bir bağ kurduğumu itiraf etmeliydim ama babam çok başkaydı. Dizginlere asılıp birlikte geniş arazide dolaşmaya başladık. Henüz binicilikte acemi olduğum için beni zorlamamaya özen gösteriyordu.

 

"Hep senin gibi bir kızım olmasını isterdim!"dedi gözlerimin derinliklerine bakarken. Mahcup bir şekilde gülümsedim. "Bana hayalini kurduğum güzellikleri yaşatıyorsun. İlk defa biri benden kız istedi. Bu özel ana sayende tanıklık edebildim."

 

"Beni utandırıyorsunuz. Ben de babamla çok şey yapmak istemiştim ama nasip olmamıştı. Şimdi aynı güzellikleri sizinle yaşamak beni teselli ediyor." Aramızdaki mesafelere dikkat ederek atını biraz daha yakınıma yaklaştırdı. "Babanla başka neler yapmak isterdin!" Gözlerim hüzünde demlendi. Yüreğim güvercin gibi kanat çırparak onun yüreğine kondu. "Aslında pek çok şey! Balık tutmak, onunla Nevşehir'de balona binmek, birlikte şarkı söylemek, yemek yapmak... Kısacası aklınıza gelebilecek her şey... Her şeyi yapmaya hazırdım. Belki cennete! Artık bunların imkanı yok!"

 

Hızlanmak için fırsat kollayan atını dizginleyip benimle aynı hizaya geldi. "Sen de artık benim de bir kızım sayılırsın! Güney'le yüzüklerinizi taktık! Neden babanla yaşamak istediklerini birlikte yaşamayalım? Geç kalmak hiç yaşamamaktan daha kötü değil."

 

Yüzüne neşeyle baktım. "Ne diyeceğimi bilmiyorum. Aslında bu beni de çok mutlu eder."

 

"Doruk seni çok seviyor Efsun! Onunla ilgilenmen çok hoş!" Gözlerine hüzün çöktüğünde aramızdan kalkan mesafelerden mutluluk duydum. "Çok acı çekiyor. Bir baba olarak acılarına derman olamamak beni mahvediyor. Aslında..." Sözleri duraksadı. "Aslında?" Diye tekrarladım. "Evliliğiniz en çok beni mutlu ediyor. Yanlış anlama lütfen! Sizi oğluma feda edilecek kuklalar olarak görmüyorum ama babalık duygusu ister istemez insanı bencilleştiriyor."Gözlerimi kısıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Ağzından baklayı çıkarmakta zorlanıyordu.

 

"Nasıl yani? Biraz daha açık konuşamaz mısınız?" Bakışları üzerime mıhlandı. Birbirimize olan benzerliğimizi fark ediyordum ama bu gün bu benzerliği daha derinden hissetmiştim. O da benim gibi huzursuz olduğunda ellerini sıkıp burnunu kaşıyordu. "Efsun.... Onu iyileştirmek için denemediğim yol kalmadı. Pek çok ülkeden donör bulmaya çalıştım. Yok... Artık bizden geçti. Sare Hanım ve benim çocuk sahibi olabilmemiz çok zor. Belki imkansız! Ama sizin durumunuz çok farklı. Yani sen ve Güney anne baba olmaya karar verdiğinizde bu durum Doruk için de bir umut ışığı doğuracak!"

 

Yutkundum. Titreyen ellerim dizginleri kavramakta güçlük çekiyordu. "Ama biz..."

"Güney benim yeğenim Efsun! Sen de..."

"Evet!" Dudaklarını hüzünle toplayıp yutkundu ve kesik solumalarına bir yenisini ekledi. "Sen de kızım sayılırsın. Kardeşlerin uyumu çok fazla hastayı bu illetten kurtarıyor. Doruk'un bir kardeşi yok ama benim kanımdan olan birinden doğacak bir bebek onun için de kurtuluş olabilir." Sağ elim kalbime ilişti. Yeniden bir erkekle beraber olma fikri kalbimin deli gibi atmasına sebep olmuştu. Titriyor ve terliyordum. Karşımdaki insan Güney olsa da yeniden birinin bana dokunmasına tahammül edebilecek miydim?

 

"Efsun! Ben özür dilerim. Bu konu..."

"Hayır lütfen özür dilemeyin."dedim dik duruşumu ve titreyen sesimi toparlamaya çalışarak. " Bir baba olarak çocuğunuzu düşünmeniz çok normal. Ama..." devamını getiremiyordum. Bir şeyler söylemek için çok erkendi. Benim her şeyden önce en büyük amacım Yiğit'i bulmaktı. Bu amacı gerçekleştirmeden yeniden anne olma fikrine yaklaşamıyordum. "Zamana bırakalım!" Dedim bir sesle. "Ne olup biteceğini zaman gösterecek. Belki de buna gerek kalmaz. " Aramızda geçen konuşmaların bıraktığı sessizlikle biraz daha at bindik. İkindi saatleriydi. Artık geri dönme zamanına yaklaşmıştık.

 

Yeniden çiftlik evine döndük. Üzerimde tüm günün yorgunluğu olduğu halde kendimi oldukça mutlu hissediyordum. Harun Bey'le birlikte harika bir gün geçirmiştim. Sıcakkanlı hoşsohbet bir adamdı ve onun yanında geçen zamanın farkına bile varamıyordum. Harun bey Güney'le sohbet etmek üzere bahçeyi dolaştığında ben de çardakta ikindi çayımı içip büyük bir hevesle salıncakta sallanan Doruk'u izliyordum. Epey yorulduğunun farkındaydım, fakat onu hastalığı bile durduramıyordu.

 

Önüme bırakılan zarfla neye uğradığımı şaşırdım. Bakışlarımı kaldırıp zarfı önüme bırakan uzun pembe tırnaklara ve ardından o tırnakların sahibi olan Sare hanıma yorgun ve mutsuz bir ifadeyle baktım. "Bu para senin! Aslında Harun verecekti ama unutkanlığı her zamanki gibi üzerinde. Bu ayki maaşını elden vermek istedi." Zarfa uzanıp aldım. Harun bey için güzel kostümler tasarlamış ve reklam şirketindeki çalışmalarda adımı sıkça duyulur hale getirmiştim. O da her ay belli bir miktar ücreti tasarım başına hesabıma aktarırdı. Bu ay ise adeti olmayarak zarfa koyup elden vermeyi tercih etmişti.

 

"Teşekkür ederim." Annesinin ilgimden hoşlanmadığını bile bile yeniden bakışlarımı Doruk'a yönlendirdim. Aramızdaki iletişimi kıskanmasını gerektirecek bir durum yoktu fakat Sare hanım ve Zahir bey bu durumu anlayabilecek kapasitede değildi.

 

"Geçen gün olanlar için üzgünüm! Doruk hasta bir çocuk! Hastalığının her geçen gün onu biraz daha tükettiğini görerek hiçbir şey olmamış gibi yaşayamıyorum. Basit bir enfeksiyon bile onun için ölümcül olabilir. Daha dikkatli davranmamız gerekiyor." Annelik şefkatini anlayabilirdim fakat hiç kimse bana o senin oğlun değil diye haykıran bir kadının korkusunu endişe olarak öne süremezdi.

 

"Çocuğunuzun üzerine düşmenizde bir sakınca görmüyorum Sare hanım. Beni şaşırtan esas durum Doruk'un oğlum olmadığını haykırmış olmanız. Hiçbir zaman ona annelik yapma girişiminde bulunmadım fakat siz aramızdaki en basit bir yakınlığı bile hoş göremeyecek kadar körelmişsiniz. Bunun Doruk'un hastalığıyla ilgili bir şey olduğunu düşünmüyorum." Sözlerim yırtıcı pençeler atarken Sare hanım duyarsızlığını korumayı başarmıştı. "Haklısın! Bu süreçte ben de çok yıprandım. Doğru bir davranış olduğunu iddia etmiyorum. Belki zamanla beni anlayıp hak verirsin!" Bir cümle daha kurmak istedim fakat bize yaklaşmakta olan Doruk'un yalpaladığını ve burnundan dökülen kanların dudaklarından boynuna aktığını gördüğümde delirmiş gibi yerimden fırladım. Annesi Sare hanım da durumu fark eder fark etmez peşimden gelmişti.

 

Ellerim hassas çocuğun yanaklarını kavradı. "Doruk! İyi misin? Lütfen bir şey söyle!" Ayakta güçlükle durduğunu fark ediyordum. Cebimden çıkardığım peçeteyle burnundan damlayan kanları silmeye çalıştığımda Sare hanım onu benden koparıp büyük bir endişe ve ilgiyle bağrına bastı. Biraz önce söylediği sözlerin tam aksine yaptığının farkında bile değildi. Ya da farkındaydı sadece işine öylesi geliyordu.

 

Harun bey ve Güney de bir şeylerin ters gittiğini anlamış ve koşarak yanımıza gelmişti. Harun bey Doruk'u kucaklarken Doruk midesinde kalan son şeyleri de yere boşalttı. Güney onların ardından bakarken bana sımsıkı sarıldı. Sare Hanım'ın ve diğerlerinin davranışlarının farkındaydı. O da benim gibi bu durumdan işkillenmeden edemiyordu. "O iyi olacak Efsun! Bunun için elimden gelen her şeyi yapacağım!" Daha fazla gözyaşlarıma ve hıçkırıklarımı zapt edemiyordum. Doruk'u kaybetme fikri canımı öyle çok acıtıyordu ki aldığım her nefes ciğerlerime diken gibi batıyor, gözyaşlarım tenime değen kırçlar gibi ruhumu kanatıyordu. Onunla bu kadar kısa sürede böylesi bir bağ kurabildiğime hâlâ inanamıyordum.

 

"O..." dedim hıçkırıklarımın arasında. Devamını getirmeye ne dilim ne de yüreğim el vermiyordu. "O Güney ! Doruk gözlerimin önünde ölüyor." Ellerimi kaldırıp gözyaşları içinde avuçlarıma baktım. Güney de benimle birlikte çaresizliğime hüzünlü bakışlar atıyordu. "Ellerimden kayıp gidiyor. Hiçbir şey yapamıyorum! Ya tamamen kaybedersek! Ya ölürse Güney" Bana sımsıkı sarıldı. Böyle bir şeyin olması ihtimaline dayanamıyordu. Bir eli sırtımı okşarken diğeri belimi kavrayıp beni göğsüne bastırıyordu. Gözyaşlarım tişörtün ıslanmasına sebep olmuştu. Onun kalp atışını dinliyor, eşsiz kokusunun varlığıyla acılarımı dindirmeye çalışıyordum.

 

"Gidelim artık! Çok yoruldun, biraz dinlenmek sana da iyi gelecek!" Onu başımla onaylayıp yerdeki kanlı peçetelere kırgınlıkla baktım. Bu peçeteleri Doruk'un kanayan burnuna bastıran bendim ve artık onlarla ne yapmam gerektiğini anlamıştım. Aracını garajdan çıkarana kadar peçetelerle bakışmayı sürdürdüm ve sonra kararımı vermiş bir şekilde onları alıp çantamdaki küçük poşetin içine bıraktım. Sare hanımın ve Zahir Bey'in davranışlarının bir sebebi olmalıydı. İşin içine Zişan'ın Zahir beyle olan ilişkisi girdiğinde taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı. Bu peçetedeki kanı kullanarak Doruk'un Yiğit olup olmadığını anlayacaktım. Bir oyun dönüyordu! Artık bundan emindim.

 

Düşüncelerimden emin olmadan Güney'i amcasıyla ilgili hiçbir konuda şüphelendirmemem gerektiğini anlamıştım. Karşısına sağlam delillerle çıkmam gerekiyordu. Amcasıyla arası yeni düzelmişti ve benim yüzümden tekrar birbirlerine düşmelerine dayanamazdım. Harun bey Güney için olduğu kadar benim için de değerliydi. Onu kaybetmek istemiyordum.

 

Güney'le birlikte eve döndük. Yol boyu sessizce camdan dışarıyı izlemiş çantama ise sımsıkı sarılmıştım. Eve geldiğimizde Güney aracı park edip bana eşlik etti. Kendimi berjere bırakıp sadece olanları düşünmeye, aklımın eleğinden geçirmeye çalışıyordum. Güney evi koruma altına alan adamlarına iki gün sonra yapacağımız defile için koruma direktifleri verirken kafamın uğuldamasına daha fazla dayanamayıp kendimi duş başlığının altına bıraktım. Su usulca bedenimden akıp gitti. Zihnim alabora olan yaralı gemiler gibi çaresizce Sırlar denizinde salınıp duruyordu. Düşüncelerimin içinde boğulmuş gibiydim. İlk fırsatta Güney'e hissettirmeden aldığım örneklerle DNA testi yapacak ve Doruk'la ilgili sırrı açığa çıkaracaktım.

 

Kafamdakileri hayata geçirmem birkaç gün için mümkün değildi. Çok yoğun çalışmam gerekiyordu. Buraya geldiğimden beri aralıksız ilk defile için çaba sarf ediyor mankenlerle birebir görüşüp kıyafetleri üzerlerinde defalarca prova ediyordum. Harun bey bihassa moda dünyasının ünlü isimlerini çağırdığı yardım defilesi aracılığıyla beni camiaya kazandırmayı planlıyordu. Tasarımlarım her anlamda hazırdı fakat sunumun iyi olması, defilenin güzel bir formatta ilerlemesi önemliydi. Bunun için günlerdir prova yapıyor ve ve olabilecek hiçbir aksiliğe mahal vermiyorduk. Bu Doruk ve onun gibi lösemi hastası çocuklar için yapılan bir defile olduğundan hiçbir pürüze tahammülümüz yoktu. Güney en güzel yeni şarkılarını bu defilede ilk kez seslendirecek ve yardım etkinliğinin sunucusundan bizzat "yılın en iyi çıkış yapan sanatçısı" ödülünü teslim alacaktı. Günlerdir bu hazırlık çabalarıyla uğraşıyor hasta çocuklara destek olmak için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorduk. Bu yüzden dikkatimi işime vermek zorundaydım.

 

Üzerime sade bir elbise geçirip aşağıya indim. Güney'i atıştırmalık bir şeyler yaparken bulmuştum. Mutfaktan şimdiden nefis kokular gelmeye başlamıştı. Ona uzaktan büyük bir mutlulukla baktım. Açık renklerin hakim olduğu mutfağında şarkılarını kendisi için seslendirerek yiyecek bir şeyler hazırlamaya çalışıyordu. Üzerindeki sade spor kıyafetlerle ve beline bağlı halde duran mutfak önlüğüyle hayatımın aşkı gibi duruyordu. Ah Güney! Yakışıklılık ve karizma senin bedeninde hayat bulmuş olmalı. O kızartmak üzere sebzeleri hazırlarken hiç ummadığı bir anda ona sırtından sımsıkı sarıldım.

 

"Birileri ikimiz için nefis bir şeyler hazırlıyor sanırım!" Ona kuğala gibi yapışan bedenimi hissedince kıkırdadı. Başını yana çevirip alnıma tatlı bir öpücük bıraktı. "Bana bir yemek sözün vardı." Otuz iki diş gülümsedim. "Evet! Ama yemeği sen yapıyorsun!"

 

"Evet!"dedi başını emme basma tulumba gibi aşağı yukarı sallarken. "Henüz ölmek için fazla gencim!" Yüzümü sahte bir şekilde asıp sert, güçlü omzuna çimdik attım. "Çok kötüsün." Ellerini meyveli mutfak önlüğünün havlusuna silip bana sıcacık sarıldı. İçimdeki yaralar çoktan kabuk atıp iyileşmeye başlamıştı.

 

"Şaka yapıyorum. Sana İtalyan usulü karides yapıyorum. Bir de salatamız var." Gözlerim korkuyla karideslerde dolaştı. "O şeyler neden böcek gibi duruyor! Bıyıklı bıyıklı çok şey görünüyorlar!" Midemi tutma ihtiyacı hissettim. Bana kaşının birini kaldırıp canı süt çekmiş gibi ekşimsi bir yüzle baktı. "Ney görünüyorlar!" Yutkundum. "Sanırım biraz iğrenç! Kabuklu ve bıyıklı gibi!" Kahkahalarla güldü. "Daha önce karides yememiş olmalısın! Bakma öyle göründüğüne birazdan temizlediğimde bu görüntü gidecek." Dudaklarımı kemirmeye başladım. "Lütfen sevgili yıldızlar. Bu da misk kedileriyle olan kahve muhabbetimize dönmesin! Artık dışkılı içerik istemiyorum." Güney burnumu sıkıp kahkahalarla gülmeye başladığında Tom'a iş başında yakalanan Jerry gibi gülümsedim. "Sanırım bunu içimden söylemeliydim!"

 

Duruşum onu daha da gülümsetmişti. Tanrım yemin ederim şapşal olmak istemiyorum. Her şapşallığım ya ağzımdan ya elimden kaçıyor! Lütfen biri beni durdursun artık!

 

"Çok tatlısın yıldız perisi! İnsan seninle zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamıyor. Seninle olmak nefes almak gibi. Kalbimin bana kan değil yaşama sevinci pompaladığını düşünüyorum. Sanki okyanusun derinliklerinde bile nefes alıyorum." Başımı göğsüne yasladım. "Sen yanımdayken kötü olan her şeyi unutuyorum. İyi ki varsın Güney!" Hafif bir yanık kokusu aldığımızda kollarından sabun gibi kayıp hemen tavaya yöneldim. O ocağın altını kapatırken sakarlığım yine iş başındaydı. "Uffff!" Yine ne yaptın der gibi baktı. "Bileğini yakacağın belliydi. Sanırım mutfağa senin için güvenlik kilidi taktırmalıyım."

 

Şimdi senin derdin bu mu der gibi bakış attım. Minik mavi gözleri beyaz dişleriyle rekabete tutuşup kısıldı. "Hadi göster! Bakalım çok yanmış mı?" Bileğimi yakalamaya çalışan Güney'i Huysuz Vircin gibi itip saf dışı bıraktım. "İstemem! Kendi başımın çaresine bakarım ben!" Bileğimi yakalayıp bana meydan okudu. "İnatçılık etme!" Kaşlarımı çatıp dudaklarımı bücür cadı edasıyla keskin keskin karıştırarak büktüm. "Ben inatçı değilim star bozuntusu! Ellerime dokunmasan iyi edersin!"

 

"Bırakmazsam ne yaparsın Bayan sakarlık kraliçesi?" Dişlerimi sıkıp zoraki gülümsedim. "Gece saçlarını jilete vurup kel aynak kuşları gibi konsere gitmeni sağlayabilirim. Hi hi!" Sinsi gülüşüm yutkunmasına sebep oldu. Benden korksa iyi olurdu! "Bayan iki ayaklı Tazmanya canavarı. Homurdanacağınıza bileğinizi uzatsaydınız çoktan yanan bölgenin icabına bakmıştım." Ayaklarımı kızgınlıkla yere vurup resmen parkede alaylı bakışlarının arasında tepinmiştim.

"Hah! İşte ben de bundan söz ediyorum!"

 

"Çok kabasın dağ adamı! Fred çakmaktaş bile senden daha kibar!" Kaşlarını çatıp alayla güldü. "O zaman sana yaba daha duuu diyorum hanımefendi. Başka türlü anlaşamayacağız sanırım." Tek bir söz dahi söylememe izin vermeden beni belimden kavrayıp sürükler gibi musluğa yönlendirdi. Ve saniyeler içinde bileğimi açıp soğuk musluk suyunun altına tuttu. Bu yangıya gerçekten iyi gelmişti. Omzumun üzerinden ona bakmak istediğimde gözlerinin hâlâ musluk ve bileğim arasında gidip geldiğini görebiliyordum. Yakınlığı öldürücüydü. Bende her türlü serseriliği yapma arzusu uyandırıyordu. Hiç böylesine güçlü duygular hissetmemiştim.

 

Bileğimi huysuz bir kısrak gibi çekiştirdiğimde gülerek benle boğuştu. Resmen kaçma kovalamaca oynuyorduk. Ne olduğunu bile anlamadan kendimi mutfağın çıkışındaki kanepeye yayılmış bir halde buldum. Bana tutunan Güney de düşmenin etkisiyle üzerime kapanmıştı. Birbirimize bakıp çocuksu halimize kahkahalarla güldük.

 

"Fena yakmışsın! Hemen ecza dolabından yanık kremi alıp geliyorum. Ben gelene kadar uslu uslu otur, olur mu? Evimi tek parça halinde dağılmadan bulmak istiyorum." Bu sefer güldüm. Adam haklıydı yıldızlar ne yapalım şimdi? "Tamam patron!"dedim Sadri Alışık selamı çakarken. Mutluluğu yüzünden okunan bir ifadeyle dediğini yaptı. Bir dakika sonra yanımda bitmiş ve kremi yanık bölgeye yumuşak, yuvarlak hareketler uygulamaya başlamıştı. Biraz önceki gülüşmelerimizi düşününce kendimden utandım ve yüzümdeki tüm neşe söndü. Birkaç saat önce Doruk yanımızda fenalaşmış ve belki hastaneye kaldırılmıştı. Şimdi onu unutmuş gülüp eğlenebiliyorduk. Kendimi kötü hissettim. İnsanoğlunun bu kadar çabuk unutması ve duygu değişimi yaşaması bazen vicdanıma çok ağır geliyordu. Alışmak bazen utanç verici oluyordu.

 

Güney yarayı sarmaya çalışırken Harun Bey'i arayıp bilgi almak istedim. Fakat telefona cevap vermiyordu. Doruk'un durumunun iyi olduğuna yönelik mesajı okuduğumda içimin biraz olsun rahatladığını hissettim. Fakat artık içime çöreklenen acı bana Doruk'un hastalığını bile unutturmuştu. O güne gitmiştim. Arkadaşım Hakan'la bir proje ödevi için kırtasiye alışverişi yaptığımız güne... Demir'in karşıma çıktığı o an... Esmer teninden gelen izmarit kokusu... Kıskançlık krizine girdiğinde Hakan'la kavga edip günümüzü mahvetmesi. Hengamede beni yere savurup dizimin yaralanmasına sebep olması... Tüm bu yaşananalar siyah kareler halinde beynime köz misali yapışıyordu. Demir bende öyle kalıcı izler bırakmıştı ki her yaralanışım, duyduğum her demir sesi bende onu defalarca sinema makinesi gibi tekrar tekrar sardırıyordu. O sinema makinesinin tıkırtılarını etrafımdaki insanlar duymuyordu. Tıkırtılar benim beynimin içindeydi. O siyah böcek sadistçe beynimin ağlarının arasında dolaşıyor ve her an o tellerden birini kemirip bitiriyordu. Hatıralar Efsun'u ve yeni anılarını yok ediyordu.

 

"İyi misin? Rengin attı sanki!"

"İyiyim!"dedim sahte gülüşlerimden birini daha dudaklarıma yapıştırarak. "Sorun yok!"

 

"Doruk'tan bir haber var mı?" Kanepeden toparlanmaya çalışarak derin bir nefes aldım. "Kontroller yapılmış! Bir sorun olmadığını söyledi Harun Bey." O alık alık bakarken dalgın bir ifadeyle ayağa kalktım. "Ben ellerimi yıkasam iyi olacak."

 

"Tamam! Ben de sofrayı kurayım!"dedi ve salonu terk edinceye kadar ardımdan baktı. Hemen yukarı çıktım. Kapıyı ardımdan kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Güney beynimin içindekileri okumadığı için şanslıydım. Telefonumun ekranındaki isim beni kısa süreli depresyonumdan çıkaran tek şey oldu. Harzem... Bu pislik hâlâ benden ne istiyordu? İçimdeki öfkeyi ondan çıkarmak için delice bir istek duydum ve parmaklarım benden bağımsızlaşıp ekranı kaydırdı.

 

"Yine mi sen? Hâlâ benden ne istiyorsun?" Telefonda ilk duyduğum sabırsız ve korku dolu nefes sesleri oldu. "Dur Efsun! Kulun köpeğin olayım dinle beni! Başım belada! Yiğit'i alan adamlar ipimi çekmeye çalışıyor. Allah hakkı için yardım et! Kurtar beni!" Telefona hayretle bakıp geriledim. "Ne diyorsun sen? Şimdi de benimle mi oynuyorsun? Amacın ne pislik! Benden ne istiyorsun?" Hat aniden kapandı. Numarayı yeniden aradığımda ulaşamadım. Bu Harzem yine ne işler çeviriyordu? Tüm bunlar ne demekti?

 

 

 

 

Merhaba arkadaşlar. Umarım iyisinizdir. Aslında bölümü dün atacaktım ve tamamladım da ama saat çok geç olmuştu. Defne Lina'nın azizliğine uğradım maalesef. 🥲

 

Hikaye hızlanmaya başladı. Yeni bölümler sürprizlerle dolu olacak. 🥹🙏 Yeni kurgumun hazırlığı içerisindeyim. Çok heyecanverici iki kurguyu zihnimde hazırlıyorum. Farklı çeşit eserler okumanız için elimden geleni yapıyorum. Her şey çok güzel olacak.

 

Güney ve Efsun'u zor günler bekliyor. Okuyan arkadaşlarımız bir tik de olsa yoruma atarsa çok mutlu olurum. Sizi bu yorumlardan tanıyabiliyorum. ☺️❤️

 

Sizce Efsun babasını affedebilecek mi?

Güney ile olan ilişkisi nasıl ilerleyecek?

 

Instagram: seyma_yldz_koc

Wattpad:syildiz_koc

Loading...
0%