Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm: YM 2 DÖNENCE 🌟 BÜLBÜLÜN KÜSTÜĞÜ ŞARKILAR

@syildiz_koc

 

🎶 Medya: Emirhan İğrek (karanfil) 🎶

 

Hayat insanı acımasızca şaşırtıyordu. Bir ömür arkamda duracağını sandığım insanlar bana asla unutamayacağım tokatlar atıp hayatımdan sonsuza dek çıkmıştı. Hazırlıksız yakalanmıştım. Kendimi dünyanın en büyük güzelliklerine sahip olacağını zannederek yola çıkan fakat çıktığı yolda kara batıp yok olan zavallı bir karınca gibi çaresiz hissediyordum. Güney bana yeniden umut etmeyi öğretmişti. Melis ise dostluğu kardeşliği hatırlatmış ve bana bir savaşın hengâmesine düştüğüm o anlarda sığınak olmuştu. İnsanlara mütemadiyen güvenir asla ruhuma inecek hançerleri hesaba katmadan bir adım atmazdım. Beni en güvendiğim yanımdan vurmuşlardı. İhanete uğrayan kalbimdi ve kolay kolay kimseyi affedip yeni bir yol çizemeyecekti.

 

Güney'le konuştuktan sonra ıssız ıssız sokaklarda dolaşmıştım. Ne yapacağımı nereye gideceğimi bilmiyordum. Ne Melis'e geri dönebilir ne de Güney'e sığınabilirdim. Artık ikisinin de defteri benim için kapanmıştı. Yağmur hızını artırırken o gün karşımda beliren tek kişi Pelin'di. Pelin'in olaylardan haberinin olmadığını anlayana kadar zavallı kadına kök söktürmüş ve masum olduğuna inandığımda beni evine götürmesine izin vermiştim. ilk iş sıcak bir duş almak ve onun bana getirdiği temiz kıyafetleri giymek olmuştu. Benimle konuşmak istemişti fakat kalbimdeki sancılar dilimdeki tüm kelimeleri intihara sürüklemişti. Konuşamıyordum! İki lafın belini kırıp tatlı bir şeyler söylemek isterdim fakat beynim düşüncelerle giriştiği boks maçında darbe üstüne darbe almış ve infilak olmuştu. Bir süre kendimi dinlemem ve yalnız kalmam gerekiyordu. Düşüncelerimin ve hislerimin kuluçkaya yatma zamanı çoktan gelmişti.

 

Üzerime örttüğü battaniyeye sıkıca sarıldım. Günlerce bu şekilde bu evde kendi duygularıma ve düşüncelerime gömülmüştüm. Dışarı çıkmak istemiyordum. Hayatın bana vaat ettiği şeyler sadece canımı yakıyordu. Gözlerimi kapatmak ve biraz uyumak istiyordum fakat bu kolay kolay mümkün olacak türden değildi. Gözlerimi ne zaman kapatsam bakışlarımın odağına düşen, Güney'in hüzünlü nemli bakışları ve masum yüzü oluyordu. İkimizde çok yara almıştık. Ona inanmak istiyordum. Bir kez olsun gerçekten inanmak ve o adamla bir ilişkisi olmadığını düşünmek istiyordum. Fakat her şey o kadar açıktı ki buna inanmak kendi beynimi yalanlarla dolu bir hücreye hapsetmek demekti. Hayatım sanki kocaman bir yalan yumağından ibaretti. Bunca zaman Melis'in beni o adama karşı idare ettiğini düşündükçe beynime kızgın yağlar sıçrıyordu. Neden yapmıştı bunu? Her şey para için miydi? Tüm o dostluk sözleri... Anılar... İnanmak istemiyordum.

 

Daha fazla yatakla güreşmemem gerektiğini anlayıp ayağa kalktım. Pencereden dışarıyı izledim. Gri bulutlar her yerdeydi. Dünyanın üzerine çöken kasvet kalbimdekiyle neredeyse birebir aynıydı. Tatlı bir yağmur havası sardı içimi. Bir toprak kokusu girdi burnumdan tüm ciğerlerime. İyi hissetmek istiyordum. Ama bu ne yazık ki yaşadığım hayat şartlarında pek mümkün değildi. Bakışlarım apartman dairesinin etrafındaki araçlara yöneldi. Aracın içindeki yüzler kısmen de olsa tanıdıktı. Bu adamları etrafımıza saran kişi Güney'den başkası değildi. Güvende olmadığımı biliyor ve uzaktan da olsa iyi olduğumdan emin olmak istiyordu.

 

Beni defalarca aramıştı. Telefonuma her baktığımda ondan gelen bildirimlerle afallıyordum. Hiçbirine dönüş yaymamam darmadağın olan ilişkimize dair tüm umutlarınI söndürmeliydi. Bir kenara sinmiş olsa da benden hemen vazgeçmeyeceğini biliyordum. Ne yazık ki benim ne onun hayatına ortak olmaya ne de sevgi göstermeye gücüm vardı.

"Lütfen bir şeyler yiyin Efsun Hanım! Günlerce ağzınıza doğru düzgün tek bir lokma koymadınız. Artık endişelenmeye başladım."

 

"Canım istemiyor!" Ellerim karnıma sabitlenerek iştahsız bir şekilde guruldayan midemle baş etmeye çalışıyordu. "İtiraz kabul etmem. Hemen sofraya oturup güzel güzel yemeğinizi yiyorsunuz. Bakın size harika bir çorba yaptım. Yanında mevsim salata ve köfte de var. Bu lezzetli yemekleri yediğinizde kendinizi daha iyi hissedeceksiniz." Elindeki tepsiye kokmuş balık gibi yorgun ve baygın bir şekilde baktım. Benim için zahmet etmişti. Onu daha fazla geri çeviremezdim. "Tamam!"dedim yenilgiyi kaybedip beyaz bayrak sallarken. "Ama bir süre beni yemek konusunda sıkıştırmayacaksın!" Gevrek gevrek sırıttı. "Söz veremem!"

 

Muzır ifadesine gülüp ellerimi ve yüzümü yıkamak üzere lavaboya gittim. Yüzümü havluyla kurularken bakışlarım aynadaki yansımamda duraksadı. Gözatlarım kıpkırmızıydı. Döktüğüm gözyaşları De Walking Dead dizisinden fırlayan zombileri hatırlatıyordu. Yüzümün solan rengini söylemeye bile gerek görmüyordum. İşimi bitirdikten sonra daha güçlü görünmeye çalışarak Pelin'in salonuna doğru yürüdüm. Küçük bir apartman dairesinde yaşıyordu. Sade şık mobilyaları vardı. Evin her yeri pırıl pırıldı. Gereğinden fazla eşya biriktirilmemişti ve bu haliyle tatlı bir bekar evine anımsatıyordu.

 

"Ellerine sağlık! "Dedim bana ayrılan sandalyeye otururken. Pelin'in ilk defa saçları topuz dışında bir modelle gözlerimin önündeydi. Gülümseyerek, "Afiyet olsun!" Dedi. Önce çorbayı afiyetle içtim. Başta kabul etmek istemesem de Pelin'in yaptığı çorba bana oldukça iyi gelmişti. Ruhumun dinlendiğini kalbimdeki bazı yaraların benden biraz olsun uzaklaştığını hissedebiliyordum. Birkaç parça köfte ve salatadan yedim. Ben karnımı doyurmaya çalışırken Pelin de yüzündeki tatlı ifadeyi izlemiş ve hemen ardından televizyonu açmıştı.

 

Birkaç tane haber ilgimi çekmeden akıp gitse de tüm dikkatimin bir anda televizyona sabitlenmesi uzun sürmedi. " Güney Tunç Atasoy'un düğünü neden iptal edildi? Sahte bir ilişki ile karşı karşıya kalındığı söylentileri doğru mu?" Ekranda beliren fotoğraflarımız sinirlerimi altüst etmeye yetmişti. Ne kadar uzak kalmak istesek de kameralar peşimizi bırakmıyor ve hakkımızda yalan yanlış pek çok şeyi yazıp çiziyordu. Dış ses "Güney Tunç Atasoy muhabirlerimizi yanıtsız bıraktı!" diyerek Güney'le ilgili ilgili vtr'yi sunarken günler sonra onun yüzünü görmenin ruhumda bıraktığı ızdıraba teslim oldum. Bu kadar kısa sürede onu böylesine özlediğim için oysa en çok kendime kızgındım. Burada, yanımda olmasını istiyordum. Yine başımı göğsüne yaslayıp onun güzel şarkılarını kendi sesinden dinlemeyi arzuluyordum.

 

" Ceyda yine Güney Bey'e yapışmış!" Kaçırdığım bakışlarım yeniden televizyona kitlendi. O sersem hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Televizyondan gelen sesi kafasına bir şey fırlatma isteği uyandırıyordu. " Güney Bey açıklama yapmak istemiyor. Şu an sadece işimize odaklanmaya çalışıyoruz. Zor günlerden geçiyoruz ve bu yaşadıklarımızın bize zarar vermesine asla izin vermeyeceğiz." Tam da böyle konuşmuştu karadul örümceği. Biz kelimesinin içini kendisiyle birlikte Güney'le doldurmasından nefret ediyordum. Güney ondan hoşlanmadığını, onu istemediğini defalarca söylemişti ve yüzsüzce hâlâ onu kazanmaya çalışıyordu. Bir kadın olarak bu kadar gurursuzlaşmasına tahammül edemiyordum.

 

Gözlerimin önünde sevgilisi gibi Güney'in koluna girmeye çalışmış ve birliktelermiş gibi kameralara poz vermişti. Güney'in suratından bu durumdan hiç hoşlanmadığını ve ilk bulduğu fırsatta kolunu Ceyda'nın uzun tırnaklı pençeyi andıran ellerinden kurtardığını görmüştüm. Ne yazık ki bunu züğürt tesellisi olarak kabul edemezdim. "Hiç şaşırmıyorum biliyor musunuz?" dedi Pelin. Bakışlarım her zamanki görüntüsünden çok daha güzel olan Pelin'e kaydı.

 

Pelin elindeki çatalla iki kez masayı tıklattı. "Uyanın artık Efsun Hanım. Güney Bey size deli gibi aşık! Ve Ceyda denilen bu model eskisi onu elinizden almak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor!" Ellerini büyük bir şaşkınlığın girdabına düşmüş gibi hoyratça alnında gezdirdi. "Ona bu fırsatı vermeyin Efsun Hanım! Birbirinizi seviyorsunuz. Bu aşkın böylece yarım bırakılmasına gönlüm elvermiyor. Çağıralım Güney Bey'i karşılıklı oturup konuşun ve sorunlarınızı halledin! Bunda yanlış hiçbir şey yok!"

 

Boğazıma tıkanan lokmalar gözyaşlarıma eşlik etti. "Keşke aramızdaki basit bir tartışma olsaydı. Ne hissettiğimi anlayamazsın Pelin, Harun Bey korkunç bir adam. Acı dolu geçmişimin sebebi. Ve Güney onun yeğeni! Harun Bey'in hayatıma dahil olmasına sebep olan iki kişiden biri Güney. Ruhumda öyle büyük yaralar açtı ki hiçbir şey olmamış gibi onunla ilişkime devam edemem. Bana oynadığı bu oyuna rağmen onu affedersem kendimi duyduğum saygıyı kaybederim. Bir gün mahşerde babamın karşısına çıkmaya ve elini öpmeye yüzüm bile kalmaz. Güney beni davranışlarıyla kaybetti." Gözyaşlarım akmak için fırsat kollarken titrek bir nefesle ciğerlerimi doldurdum. Nefes alamıyordum. Sanki her an göğsümü kırbaçlarla dövüyor, kızgın demirlerle dağlanmış ruhumu tuza batırıyorlardı. Gerçekler çok acı veriyordu. Unutmaya çalıştığım her şeyi artık artık Güney'in gözlerinde göreceğimi biliyordum. En kötüsü de ona artık asla güvenemeyecektim. Tıpkı Melis'e güvenemediğim gibi.

 

" Efsun! Ben Güney Bey'in kötü biri olduğunu ve sizi üzecek herhangi bir şey yaptığını düşünmüyorum. O size deli gibi aşıktı, belki de en başından beri! O kaza gününde bile aranızdaki çekimi fark ettim. Siz birbiriniz için yaratılmışsınız! Tam olarak nasıl bir acıdan ve utançtan bahsettiğinizi bilmiyorum. Ama bunu aşabileceğinize inanıyorum." Dudaklarını bilmem der gibi birbirine bastırıp gözleriyle parmağımdaki yüzüğü işaret etti. Güney'in yüzüğünü taşıyordum. Onu çıkarmayı defalarca düşünsem de bunu başaramamıştım. Sanki yüzük beni terk ettiğinde Güney'le olan tüm bağım kopacak ve yaşadığım her şey bir hayal hükmünü alacaktı.

 

"Ben bu olanları aşabileceğimize inanmıyorum Pelin. Güney bana yapabileceği en büyük kötülüğü yaptı. Ona her baktığımda ihanetini hatırlayacağımı biliyorum. Tam da bu yüzden onu kendi içimde aklayamıyorum." Pelin sandalyesini çekip biraz daha bana yaklaştı. Başım onun derinlikli gözlerine mıhlandığında nefesimin durduğunu hissettim.

 

"Efsun Hanım. Ben Güney Bey'i çok iyi tanıyorum. Eğer bunu söylemediyse gerçekten iyi bir sebebi vardır. Neden onu bir kez olsun dinlemiyorsunuz? Belki de çok iyi bir açıklaması vardır. Melis Hanım'ı da hiç dinlemediniz. O sizin dostunuz değil mi? Bu kadar çabuk silip atmanız ne kadar doğru?"

 

"Dostumdu!" Diye düzelttim titreyen sesimizi zapt etmeye çalışarak. Kaşlarımın düştüğünü gözyaşlarımın tenime firar ettiğini biliyordum. Fakat onları durdurmaya gücüm yoktu. "Yanılmışım! Melis beni gerçekten sevmemiş! Belki de hiçbir zaman dostum olmadı. Onun tek derdi Harun Bey'e bilgi vererek para kazanmaktı. Benimle olması, bana evini açması... Her şey cüzdanını biraz daha şişirmenin hevesiyle yaptığı fedakarlıklarmış. Beni zenginleşmek için araç haline getirmiş! Dostluğumuzu satmış Pelin buna inanabiliyor musun? Dostluğumuzu baş düşmanımı hayatıma sokmak için kullanmış."

 

Daha fazla dayanamayıp ona sarılarak hüngür hüngür ağladım. Kendimi kullanılmış hissediyordum. Birkaç dakika bir şey söylemeden bekledik. Beni tutulduğum hıçkırık komasından Pelin'in düşünceli sakin sesi kurtardı. "Bunu hiç anlayamıyorum Efsun Hanım. Melis'i tanıyorum. Taksi parasını bile çıkarabilecek durumu olmadığını biliyorum. Harun Bey ona böyle bir iş için para verse neden gidip otellerde hizmetli olsun ki? Asgari ücretten daha fazla para kazandığını zannetmiyorum. Harun Bey böyle bir hizmeti yüksek ücretlerle karşılayabilecek bir adam! Siz Melis Hanım'ın böylesi bir kazancı hayatına dahil ettiğini ve daha lüks yaşadığını gördünüz mü?" İşin burası duraksamama sebep oldu. Pelin haklı olabilirdi. Melis'in çoğu zaman ay sonunu getirmeyi becerebildiğini düşünemezdim. Kazancı ev kirasına ve mutfak masraflarına anca yetiyordu. Aynı kıyafetleri defalarca yıkayıp kullandığını biliyordum. Harun Bey onu kullanıyorsa elbette bunun bir karşılığı olmalıydı. Melis'in hayatında hiçbir değişiklik olmamıştı.

 

Ben elimdeki mendille göz altlarımı silerken Pelin de ikinci bombayı atmaya hazırlanıyordu. "Peki ya Güney Bey! Size haksızlık ettiğini bile bile neden amcasını kayırsın? Onlar siz Güney Bey'in hayatına girmeden önce çok fazla görüşmüyorlardı. Onu biraz tanıdıysam adil duruşunu asla bozmaz. En zor zamanlarında bile amcasından yardım istemeyen o gururlu adam neden söz konusu sizin hayatınız olduğunda amcasına prim versin? Ben bu işin altında başka bir iş olduğunu düşünüyorum." Beni kaybetme pahasına neden amcasına yardım ettiğini ben de anlayamıyordum. Bana 'hiçbir şey sandığın gibi değil' derken neyi kast etmiş olabilirlerdi ki?

 

Daha fazla oturamadım. Pelin'i düşünceleriyle baş başa bırakıp balkona hava almak için çıktım. Birkaç dakika nefeslendikten sonra yüreğimin ağzıma gelmesine sebep olan şey basit bir kapı tıkırtısıydı. Hemen içeri geçip kapıya yönelen Pelin'i bileğinden yakaladım. "Kimin geldiğini biliyorum. Lütfen onu içeriye alma!" Pelin gözlerini kısıp birkaç defa kırptı. "Ama Efsun Hanım! Biliyorsunuz Güney Bey benim patronum ve işimi seviyorum!" Gözlerimi devirdim. Kasap et, koyun can derdinde dedikleri bu olsa gerekti.

 

"Lütfen Pelin! En azından bu seferlik! Güney seni kovmayacak bunu biliyorum." Pelin yüzündeki endişe dolu ifadeyle kapı ile benim aramda mekik dokudu. " Pelin lütfen, lütfen kapıyı açar mısın? Sadece Efsun'la konuşmak istiyorum. Beni anlamaya çalış!"

 

Pelin'e söz hakkı bile tanımadan "Git buradan Güney! Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok! Beni yalnız bırak!" Diye bağırdım. Pelin bağı bostanı yanan köylüler gibi bağrını dövmeye hazırlanıyorken kapı şiddetli bir şekilde daha çarptı. "Efsun! Yargısız infaz yapmayı bırak ve şu kapıyı aç lütfen! Sadece konuşacağız!"

 

"Açmıyorum! Hemen orayı terk etmezsen polise haber vermekten çekinmeyeceğim. Biricik eks aşkın Ceyda'nın yanına git! Birlikte kameralara poz falan verin! Artık birlikte olmamız imkansız!"

 

Güney daha şiddetli bir şekilde hasmını bulmuş kan davalı gibi kapıyı tekme tokat dövmeye başladı. "Sana aç dedim! Yoksa kırarım!" Pelin'in titrek masum sesi duyuldu. "Ah lütfen Güney Bey! Kapımı kırmayın! Ay sonuna daha çok var kapısız ne yaparım ben sonra?" Güney'in kapının ardında göz devirdiğini tahmin edebiliyordum.

 

"Pelin şu an sorunumuz kapı değil. Öyle bir şey yaptığımda sana kapı dükkanı açacak kadar yardımcı olacağım. Tek istediğim şu kapıyı açıp içeri girmek suretiyle yanındaki inatçı keçi ile görüşmek!" Dişlerimi sıkıp hırlar gibi konuştum. "Bye ukala Güney Tunç Atasoy. Sizinle konuşmak istemediğimi daha kaç kez söylemem gerekiyor? Aramızda hiçbir şey kalmadı. Ve bunun tek suçlusu da sizsiniz?"

 

Birkaç sert yumruk sesinden sonra yine onun alışılageldik ses tonu kulaklarıma ilişti. "Hemen kapıyı aç yoksa kırmaktan başka bir çarem kalmaz!" Ben, "Elinden geleni ardına koyma!" diye haykırırken Pelin ağlak bir sesle "Ne olur kırmayın! Sevgili kapım!" Diye sızlandı. "Üçe kadar sayacağım. Eğer açmazsanız sonuçlarına katlanırsınız! Biiiiir, ikiiiiiii ve..." Pelin'in aniden kapı koluna asılması ile birlikte üçe fırsat kalmadan Güney kendini içeride ve benim tam da üzerimde bulmuştu. Paldır küldür yere yuvarlanmamız sinir bozucuydu. Bunu oturup iyice konuşmamız gerekiyordu! Bu Star bozuntusu gerçekten kapıyı kırmak için gerinip içeri düşmüş olamazdı değil mi?

 

"Kalk üzerimden!" diye bağırdım. Hemen toparlanıp bedenimi bedeninden kurtardım. Zaten üzerimde çadır kurmaya niyetli değildi. "Seninle konuşmak için geldim ve konuşmadan şuradan şuraya adım atmayacağım." Üzerimi tozlanmış gibi silkeledim ve ona sırtımı dönüp kanepeye yaklaştım. "Seninle hiçbir şey konuşmak istemiyorum. Olan bitenden sonra birbirimize söyleyecek hiçbir şeyimiz kalmadı." Kolumdan tutup zoraki beni kendine çevirdi. Ne yaparsam yapayım deniz gözlerinden kaçamıyordum. Güney beni kendine hapsetmişti.

 

"Hiçbir şey sandığın gibi değil!" Bedenimi ondan kurtarıp Pelin'in benim için hazırladığı odaya geçmeye çalıştım ve ne yazık ki peşimden gelip kapıyı kitlemesi uzun sürmedi. Sert bir şekilde elimle kapıyı işaret edip hoyrat bir ses tonuyla "Şu kapıyı hemen aç!" Diye bağırdım. "Açmayacağım! Beni dinleyene kadar ikimiz de burada kilitli kalacağız."

 

"Hayır!" Diye bağırdım. Benim aksime oldukça sakindi. Birkaç dakika kapıyı zorladım. İki adım arkamda sessiz bir şekilde ne yapacağımı görmek istiyordu. "Boşuna zorlama! O kapıyı kırabilecek durumda olmadığını ikimizde biliyoruz." Ben tam bir şey söylemeye hazırlanırken Pelin'in nazik, endişeli sesi duyuldu. "Lütfen Efsun hanım! Kapımı kırmayın! Sizin ona ödeyecek paranız da yok! Güney Bey'den avans istemek zorunda kalmak çok utanç verici." Gözlerimi devirip, "Pelin lütfen sus! Şimdi kasap koyun olayına girmenin hiç zamanı değil!" Yeniden ikimizi yüzündeki kocaman tebessümle dinleyen Güney'e odaklandım.

 

"Seninle konuşmak istemiyorum anlamıyor musun? İstediğim tek şey buradan çıkmak! Eğer sen gitmezsen ben giderim." Bana yaklaşmak için attığı her adımda ona biraz daha çekiliyordum. Gözlerine her baktığımda ona duyduğum büyük aşk yüreğime serseri bir asker gibi girip her yanımı tarumar ediyordu. İnkar edemeyeceğim tek şey de buydu. Güney'i böyle çok isterken, mutluluğu ondan başka hiçbir erkekte bulamayacağımı bilirken o şapşal gururumdan başka hiçbir şeyi düşünmüyor oluşum öldürücüydü. Kendi kendime okkalı bir tokat patlatıp aklımı başıma getirmek istiyordum. Güney benim kalbim ile gururum arasındaki en büyük çıkmazımdı.

 

Kendinden emin bir şekilde yakınıma gelip ellerimi tuttu. "Aslında kırgın olması gereken kişi benim!" dediğinde kaşımın birini kaldırıp aval aval yüzüne baktım. "Haklısın!" dedim yüzümdeki öfkeli titrek tebessümle. "Sana yalanlar söyleyip bir şeyi gizleyen bendim neticede değil mi? Bir de beni suçluyorsun!" Elleri saçlarımı karıştırıp tenimde tatlı küçük izler bıraktığında ona sarılıp yokluğunun ben de bıraktığı tüm yaraları söküp atmak istedim. Sesim artık eskisi kadar güçlü çıkmıyordu. Ona böyle aşıkken direnmek çok zordu.

 

"Tek istediğim beni dinlemen Efsun! Sadece kendimi anlatmak istiyorum." Titreyen sesim gözlerimden firar eden yaşlarla onsuz ne kadar acı çektiğimi ele verdi. Yokluğu en az beni de onun kadar yaralıyordu. " Ne söylemek istiyorsan söyle ve hemen git!" Bakışlarımı gözlerinden çevirdim. Onları uzun süre bakamayacağımı baktığımda çözülüp tüm basiretimi kaybedeceğimi biliyordum.

 

" Efsun! Nasıl göründüğünü biliyorum ama inan bana sandığın gibi değil. Seni tanıdığım sıralarda amcamla aramızda neredeyse hiç aile bağı kalmamıştı. Onunla görüşmüyordum. O gün yani amcamla tanıştığınız gün bizi aramızdaki bazı sorunları halletmeye çalışıyorduk. Geçmişte böyle bir şeyler yaşadığınızı bilmiyordum." Yutkunup burunlarımızı birbirine yaklaştırdı. "Ailene istemeden de olsa yaşattığı bazı şeyler olduğunu çok sonra öğrendim. Sana söylemek istedim ama her şeyin daha kötü olmasından endişe duyuyordum. Bu ikinizi ilgilendiren bir meseleydi ve benim aranıza girmem doğru olmazdı." Onu itip aramızdaki mesafelere bir yenisini ekledim. Gözlerim kısıldı. Yanaklarımdaki nem, dökülen damlalarla daha da ıslak bir hâl alıyordu.

 

"Aramız diye bir şey yok Güney. O annemin sevgilisiydi. Hayatımıza girmemiş olsaydı ailem böyle darmadağın olmayacaktı. O kadar karaktersiz bir insan ki evli bir kadınla aşk yaşadığı için zerre kadar pişmanlık duymuyor." Yumruklarını sıkıp kapıya sert bir tekme savurdum. Hemen ardından Pelin'in sızlanmalarını duymamız uzun sürmemiş. "Efsun Hanım lütfen! Bir şeyleri tekmelemek istiyorsanız kilerdeki kum torbasını getirebilirim. Boks eldivenlerim de var." Tırnaklarımı ellerime batırıp dişlerimi sıktım.

 

"Bu kızın her şeyi bu kadar değerli olmak zorunda mı? Öfke sağaltımı ihtiyacımı nereden karşılayacağım ben?" Güney ciddi yüz ifadesini bırakıp kıkırdamaya başladı. " Pelin eşyalarıyla bağ kuruyor. Yalnız yaşadığı için her birini arkadaşı olarak görmeye başlamış olmalı? Bu onun takıntısı..." Sebebini anladığımdan kalbim biraz minnoşlaşmış olsa da hâlâ sertliğimi korumakta kararlıydım.

 

"Konuyu değiştirme! Harun Bey beni kandırdı. En yakın arkadaşımı kullanarak hayatıma sızdı ve babamın yerine geçmeye çalıştı. Yaptığı hiçbir şeyi asla affetmeyeceğim. Ben bu şehre oğlumu bulmak için geldim. Artık bana sunduğun yalancı aşk hikayesini istemiyorum."

 

"Ben de artık bu aşktan daha çok hayatımda bir şey istemiyorum. Bilmediğin şeyler var Efsun. Sana söylemek isterdim ama bu konuyu benim değil Harun amcamın seninle konuşması gerekiyor. Üzerime vazife olmaksızın öyle bir işe atılmam doğru olmaz." Yaklaşmaya çalıştığında kendimi ondan uzak tutmak için pencereye yöneldim.

 

"Onunla konuşacak hiçbir şeyim yok benim! Yüzünü görmeye sesini duymaya bile tahammül edemiyorum. Benim için bu kadar şey yapmasından bir tuhaflık olduğunu anlamalıydım. Ne yapmaya çalıştığını hâlâ bilmiyorum." Yüzümdeki kindar tebessüm Güney'in yazık eder gibi başını sallamasına sebep oldu. Kaşımın birini kaldırıp, "Galiba anlamaya başladım!" dedim. " Bana geçmişte yaşattığı her şeyin faturasını ödemeye çalışıyor. Hapisten çıkmış, zavallı, sabıkalı bir kadına yardım ederek vicdanını susturabileceğini zannediyor." Dudaklarımı öyle çok dişlerimin arasında sıkıştırmıştım ki kanamaları içten bile değildi. Başımı yalanlar gibi salladım.

 

" Bu kadar kolay değil Güney Bey! Amcana söyle bana verdiği hiçbir şeyi istemiyorum. Daha fazla vicdanını temizlemeye çalışmasın. Benden aldığı şeyler o kadar değerliydi ki birkaç banknot onların yerini doldurmaya asla yetmez. Ruhumda açtığı yaralar öyle derin ki binlerce kez sarıp sarmalasa kanamaktan vazgeçmez. Birbirimizi kandırmayalım." Ona kapıyı işaret edip, "Git!" Dedim. içimdeki binlerce kavuşma çığlığılığını susturup kal demek için ölüp biterken hayatımdan çekip gitmesini istedim. Gitmeyeceğini biliyordum. Benden kolay kolay vazgeçebileceğini zannetmiyordum. Çünkü aşk dediğim zehirli sarmaşık benim kalbimi ve ruhumu ele geçirdiği gibi Güney'i de es geçmemişti. İkimiz de hasretten kıvranıyorduk ve kaybeden aşk kazanan nefret olmuştu.

 

"Vazgeçemeyeceğimi biliyorsun!" dedi yalvarır gibi. "Buna rağmen benden çekip gitmemi istiyorsun. Amcamla olan karanlık kötü geçmişinin bedelini bana ödetiyorsun? Bu oyunun bir parçası olmayı ben seçmedim. Ama en büyük bedeli sensiz kalarak ben ödüyorum." Üzerime doğru gelip beni duvara sıkıştırdığında afallamış bir şekilde ellerimi koyacak yer bulamıyordum. Tenimin ısındığını, bacaklarımın avcı gören ürkek bir ceylan gibi titrediğini hissedebiliyordum. Bana bu kadar yakınken düşüncelerimi toplamak çok zordu. Bana sımsıkı sarılıp başımı gövdesine hapsetti.

 

"Bize karşı bu kadar acımasız olmamalısın! Hâlâ güvende bile sayılmazsın! Ne Zişan ne de diğerleri henüz tutuklanmadı. Yokluğumdan faydalanıp sana bir zarar verebilirler. Bunun olmasını istemiyorum. Pelin seni eve getirirken takip edildiğinizi söyledi." Ellerim beni sarıp sarmalayan kollarından kurtulmak için zihnime işkence yapıyordu. Beynimden gelecek tek bir emre kitlenseler de duygularım çoktan beynimi siyah parmaklıkların ardına hapsetmişti.

"Bunun bir önemi yok. Yaşamak istemeyeceğim kadar ağır şeyleri omuzladım. Artık bunu kaldıramıyorum." Sarılışı alnımda küçük bir ürpermeye sebep olsa da güçlü durmaya çalışıyordum. Kendime sadece on saniye vermiştim. On saniye sonra kalbim ne derse desin bu yakınlığı bitirecektim. Ve şimdiden başlamıştım saymaya!

 

" Benim için senden daha önemli hiçbir şey yok Efsun."

" Yalan!" dedim bir an bile pişman olmayarak. Sözleri kocaman bir yalandı. "Beni gerçekten önemseseydin Harun Bey'in aldatmacasına kanmama izin vermezdin. Çekeceğim acıyı düşünür ve amcanı karşına almaktan çekinmezdin. Haklı olmama saygı duymanı beklerdim." Sözlerimin sonunda başımı eğmiş ve hüznünü anlayıp çekip gitmesini beklemiştim. Yapmamıştı. Onun yerine çenemi hafifçe kaldırıp " Sana söylemek istediğim çok şey var ama bunları benden duymamalısın! Amcamın kendini sana açıklamasına izin ver! Bu kinle, nefretle yaşayamazsın Efsun!" Burunlarımız birbirine değecek kadar yakınken, "Bu kin ve nefret beni ayakta tutan tek şey..." dedim.

 

"Hem neden benimle uğraşıyorsun ki? Ceyda seni bir an bile yalnız bırakmıyor. Teselli bulmak için eski sevgilinden daha ideal birini hiç görmedim. Bir 'gel' desen benim aksime koşa koşa gelir. Ne de olsa yaşanmışlıklarınız var ve belli ki hâlâ bunların üzeri kapanmadı. Sana dair bir beklentisi olmasaydı peşinde dolaşıp seni yeniden kafese tıkmak için uğraşmazdı."

 

"Yine Ceyda!" Diye bıkkınlıkla soludu. "Onu sevmediğimi anlaman için ne yapmam gerekiyor? Ben onu senin kadar bile önemsemiyorum ama sen her fırsatta aramıza girmesi için elinden geleni yapıyorsun. Ceyda'nın hayatınızda kalacağı süre kısıtlı. Ve vakti geldiğinde çekip gitmemesi için hiçbir sebebimiz kalmayacak." Yanaklarımı kavrayıp dudaklarıma yaklaştığında ondan uzaklaşmak için tüm gardımı kullanmıştım fakat yeniden duygularıma esir olmaktan kurtulamamıştım.

 

"Senden sana rağmen vazgeçmeyeceğim." Dudaklarıma bir kez daha eğildiğinde zerre kadar güvenmediğim kalbim tekledi. Ve göğsümün üzerindeki kumaşı sıkıp gözlerimi sert bir şekilde yumarak, "Lütfen Güney bunu yapma!" Dedim. Ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor muydu acaba? Aramızdaki tüm mesafeleri kapattığı halde bir süre daha burun buruna kalmamıza izin verdi. İçindeki çatışmaları anlamıştım. Benden kopmak onun için de çok zordu. Nihayet kararını verdiğinde kilidi açıp dışarı çıktı. Pelin kapının önünde bir bana bir de apar topar çıkmak için hazırlanan Güney'e alık alık baktı.

 

Güney omzunun üzerinden bana baktığında içimin titrediğini hissettim. Gidişi canımı acıtıyordu. Tüm kovup itip kakmalarım boş bir çabadan ibaretti. Gönlüm efendisini çoktan seçmişti. "Yine görüşeceğiz!" Ben sevdiğim adamın ardından hasret ve hüzünle bakarken Pelin kararsızca boğaz ayıkladı. Kendimi Güney'den kurtardığım an gözlerim sonunda onu bulabilmişti. "Şey Efsun Hanım! Buna ihtiyacınız olacağını düşünmüştüm." Elinde gördüğüm şeyler bana yeniden "bir de bayıl istersen Feriha" repliğini hatırlatmıştı. Kocaman bir kavanoz dolusu Nutella, saç boyası, peçetelik ve bir kum torbası... Bu kız fazla film izliyordu!

 

 

***

 

 

Harun Bey kapının ardında geyik pozisyonunda bıraktığı karısına sırtını dönerek aceleyle üst kata çıktı. Günlerce ondan uzak kalmış, aramalarına cevap vermemiş ve nerede kaldığını söylemeye dahi gerek görmemişti. Sare Hanım ona yapabileceği en büyük kötülüğü yaşattığı gün aslında Harun Bey için ölmüştü. Harun Bey o cesede sırtını dönmekte bir sakınca görmüyordu. Hırsla odasına çıktı. Gardrobun bir kenarına iliştirdiği büyükçe bir bavulu fermuarını çekiştirerek açtı. Ne kadar yorgun ve mutsuz olduğu yüzünden okunuyordu. Suskundu. Konuştuğunda çocuğunun annesini ne kadar inciteceğini biliyor ve o patlama anını olabildiğince erteliyordu.

 

Sare Hanım büyük bir aceleyle kıyafetlerini bavula sıkıştırmaya çalışan Harun Bey'e kapının eşiğinden hüzünle baktı. Sabırsızlığıyla bu ilişkiyi mahvettiğinin farkında olsa da kendini haklı çıkarmak için sebepler inşa etmeye çalışıyordu. "Demek gidiyorsun!" Harun Bey'in cevapsız kalışı Sare Hanım'ı harekete geçiren tek şey oldu. "Senden cevap bekliyorum Harun." Harun Bey onu duymamış gibi birkaç kozmetik ürününü gelişigüzel bir şekilde valizin içine savurdu. Hareketlerindeki keskinlik karısına duyduğu öfkenin bir yansıması gibiydi. Daha fazla mutsuzluğa dayanamayan Sare Hanım elinden tutup onu kendine çevirmek istedi fakat bu girişimi Harun Bey'in kendini ondan kurtarmasıyla son buldu.

 

"Seninle konuşmak istemiyorum Sare! Bana nasıl bir kötülük yaptığının farkında bile değilsin! İkimizde şunu çok iyi biliyoruz. Efsun benim kızım. Bu evde, bu ailede, sahip olduğum tüm mal mülk de bir payı olduğunu kabul etmek zorundasınız. Yıllarca ona hasret yaşadım. Sizin aşağılık soyadınız gayrimeşru kızımla lekelenmesin diye çok şeye katlandım. Eğer beni bir kez olsun isteseydi, o kadar nefret etmeseydi onu yanımda tutar ne pahasına olursa olsun ailemin bir parçası olarak büyümesine izin verirdim. Ama beni istemedi. Onu zorla alıkoyduğunda bile nefret saçarak direndi. Her şeyin üzerine bir sünger çekip yeniden bir baba kız olmaya çalışıyorum. Bunun için ne kadar emek verdiğimi bildiğin halde kızımla aramızdaki tüm köprüleri bir pençe darbesiyle yıkıp attın!" Harun Bey yumruklarını sıkıp sert sert soludu. Gözleri nefretten alev saçıyor yüzü kinle hemhal olmuş bir şekilde mimikleriyle savaşıyordu.

 

"Ne bekliyordun Sare? Hiçbir şey olmamış gibi gelip boynuna mı sarılayım?" Sare Hanım histerik bir şekilde güldü. Dokunsan ağlayacak bir durumdaydı fakat yine de haklı görünmek için çirkefleşmekten çekinmeyecekti. "Her zamanki gibi yine ben suçluyum değil mi Harun? Benim ne kadar yıprandığımı, ne kadar mutsuz olduğumu göremeyecek kadar körsün." Harun Bey'e birkaç adım yaklaşık elindeki fotoğraf çerçevesini sertçe göğsüne yerleştirdi.

 

"Bu fotoğraftaki kadının kim olduğu hakkında bir fikrin var mı? Ya da boş ver! Bir fikrin olup olmamasının bir önemi yok. Çünkü ondan daha fazla sevip değer verdiğin kimse yok!" Harun Bey çerçeveyi eline alıp fotoğraftaki genç kadına hüzünle bakarken Sare hanım dudaklarını kinle birbirine bastırdı.

 

"İşte bundan söz ediyorum! Seninle evlendiğim gün onunla bir geçmişin olduğunu öğrendim. Üzerindeki gelinliğimle senden bir çocuğu olduğunu duyduğumda henüz 19 yaşındaydım. Her şeye yeniden başlamaya cesaret edememiş ve parmağıma taktığın o yüzüğü sana iade edememiştim. Korkak bir Sare vardı o gün. Sevdiği adamı kaybetmekten deli gibi korkan bir Sare vardı. Ve aynı zamanda aptaldı da! Başkasına aşık bir adamın zamanla kendisini de seveceğine inanacak kadar hayalperesti." Harun Bey başını eğdi. Hiçbir şeyi inkar edemezdi. Yıllar boyu düşündüğü ve özlediği tek kadın Nergis Hanım'dı. Onu unutamamış, aklının bir kenarında kızına ve hayatının aşkına yer vermişti. Kalbinin bir yerinde yerinde Nergis Hanım'la olması muhtemel o evliliğin hasretini çekmişti.

 

"Neden susuyorsun? Neden bana yanıldığımı söylemiyorsun? Çünkü haklıyım değil mi? Yıllarca kocamı asla hayatımızda olamayacak bir kadınla paylaştım ben. O kadının bu evde dolaştığını bilerek gelin oldum. Seninle bu evin kim bilir hangi odasında neler yaşadığını düşünerek kendi evimde ruhumu kelepçelerle durdurmaya çalıştım. Hatıralarınızdan nefret ettim. Bana her dokunduğunda onu hayal ettiğini düşünerek hayatı kendime zehir ettim. Hiç değilse bir çocuğumuz olsun istedim o da olmadı. Kendi eksikliğimi her fırsatta Ahuzar Hanım'ın dilinden duydum. Kendi teyzem senin geçmişini benden saklayarak aslında bana en büyük kötülüğü yapmıştı." Harun Bey iç çekerek sessiz bir şekilde Sare Hanım'ı dinledi. Gerçeklerle baş etmek her kadına zor gelirdi. Büyük bir hata yaptıklarını biliyordu. Gerçekleri söylemekte bu kadar geç kalmamalıydı.

 

"Bak Sare! Bazı düşüncelerinde haklı olabilirsin fakat bu haklığının faturasını Efsun'a kesmen doğru değil. Senin hayatıma gireceğini bilmeden sevdim Nergis'i. Bir yuva bir aile olabileceğimizi düşündüm ama olmadı. Eğer her şeyin bu şekilde gelişeceğini bilseydim davranışlarımı değiştirmeye gayret ederdim. Henüz toy bir delikanlıydım. Şimdiki gibi olgun düşünemiyor, duygularımın yoğunluğunda boğuluyordum. Sana haksızlık etmek istemedim Sare!" Sare Hanım'ın gözlerinden dökülen yaşlar yanaklarından süzüldü. Dişlerini sıkıyor öfkesini Harun Bey'e sert bir şekilde yansıtmamak için kendini zor tutuyordu.

 

"Bir başkasını severken neden beni hayatına aldın? Neden en mutlu olmam gereken zamanları mahvettin!" Hassaslaşan kadının avuç içleri yanaklarını sertçe sildi. Öfkeden delirdiği adam aynı zamanda sevdiği adamdı. Harun Bey'in aksine Sare hanım onu herkese ve her şeye rağmen sevmişti ve belki de bunca şeyi kabullenişin altında yatan esas sebep de buydu. Sevdiği adamdan vazgeçememek!

 

"Soğukluğundan yoruldum artık Harun! Bir başkasının gölgesinde seni mutlu etmeye çalışmaktan bıktım usandım! Şimdi o kadından kalan tek hatırayı hayatımıza dahil etmeye çalışıyorsun. Ona her baktığında annesini görmene tahammül ediyorum. Ailemin bir parçası olmasını istemediğimi bildiğin halde bizi bir araya getirmek için uğraşıyorsun! Artık olanları kaldıramıyorum! Doruk'un hastalığı yetmezmiş gibi beni bunca şeye mecbur etmen anlaşılabilir bir şey değil!" Harun Bey, Sare Hanım'a sırtını döndü. Bir kadın olarak incinmişliğini anlayabiliyordu fakat hayattaki en değerli varlığı çocuklarıydı. Sare Hanım'ın kompleksleri Efsun ile arasındaki bu bağı koparmaya yetmezdi.

 

"Seni hiçbir zaman bu evliliğe zorlamadım. Eğer benimle mutlu değilsen ilişkimizi bitirmemiz en doğru sonuç olacak. Eğer devam edeceksek Efsun'u kabullenmek zorundasın. Onun bana ihtiyacı var! Bir babası olduğunu bilmeye hakkı var. Bunu ikimiz için de zor olacağını biliyordum. bu yüzden kalbini kazandıktan sonra gerçekleri itiraf etmek istedim ama sen kıskançlığınla ve komplekslerinle her şeyi mahvettin. Bunu bize yapmaya hakkın yoktu Sare."

 

Harun Bey karşısındaki zavallı kadına acıyarak baktı. Yıllarca geçmişin hesabını çekmiş ve kinle ona dokunmuştu. O yaşananlar Sare Hanım'dan öncesine aitti. Şimdi bunların hesabını sorması yanlıştı. Üstelik düşünmeleri gereken hasta bir çocukları da vardı. "Senin günahını her gün karşımda görmek istemiyorum. Yüzünde annesine dair izleri aradığın o kadın asla hayatımızda olmamalı. Yıllarca sevilmemeye bile dayandım. Bir de gayrimeşru çocuğunun hayatımızda olmasına katlanamam."

 

"O halde temelde inşa ettiğimiz bu evliliği daha fazla yürütmenin kimseye bir hayrı olmayacak. Yapamıyoruz! Aramızdaki saygıyı aslında çok uzun yıllar önce kaybetmişiz ve ne yazık ki ben bunu şu an görüyorum. Biraz zamana ihtiyacım var!" Harun Bey çantasını ve özel eşyalarını toparlayıp kapıya yöneldi. Arkasından duyduğu cam kırığı sesi irkilmesine sebep olsa da yolundan döndüremeyecekti. Sare Hanım öfkeliydi fakat hiçbir öfke bir baba kızı ayırmasına yetecek kadar güçlü ve haklı olamazdı. Adımları önce salonu ardından da çıkış kapısını buldu. Aracının kilit düğmesine basarken karşısında gördüğü beyaz arabayla duraksadı.

 

Beyaz araç kapısı aralandığında Güney'in solgun, güzel yüzü göründü. "Merhaba!" Güney'in elini sıkıp aynı şekilde karşılık verdi. "Merhaba! Yorgun görünüyorsun!"

 

"Keşke sadece yorgun olabilseydim." dedi Güney. "Acı çekiyorum! Hayatımdaki en özel insanı bulmuşken ve mutluluğa bu kadar yaklaşmışken olanları kaldırmak çok zor!" Harun Bey kapıyı açıp onu aracına davet etti. "Burada konuşmayalım. Daha sakin bir yere geçelim!" Güney başını onaylar gibi sallayıp kendisine gösterilen yere oturdu. Birlikte evden uzaklaşıp sakin bir kafeye geçtiler. Yüzlerinden akan mutsuzluk çevrelerindeki pek çok insanın dikkatini çekmişti. O an Güney'in tek derdi kendisiyle fotoğraf çekilmek isteyen hayranlarının etrafta olmamasıydı. O kadar mutsuz ve kötü hissediyordu ki onlara güler yüz gösterip ilgilenecek gücü kendinde bulamıyordu.

 

Aracı valeye teslim edip şık bir kafeye yerleştiler. Güney daha fazla duramayıp parmaklarıyla ritim tutturdu masayı kendi haline bırakarak, "Dayanamıyorum!" Dedi. "Çok az kalmıştı. Bir ay içinde evlenip kendi yuvamızı kuracaktık. Anlayıp dinlemeden nasıl vazgeçer? Her şeyi bir çırpıda nasıl silip atar?" Harun bey başını mahcubiyetle eğdi. Yeğeninin ve kızının bozulan ilişkisinde en büyük paya sahip olduğunu biliyordu. Ve ne yazık ki elinden hiçbir şey gelmiyordu.

 

"Sare adına özür dilerim. Geçmişte yaşanılanların hayatını bu kadar etkilemesini istemezdim. Efsun'la aramızda güzel bir bağ oluşturmayı başarmıştık. Ne yazık ki şimdi eskisinden çok daha kötü bir yerde olduğumu kabul etmek zorundayım."

 

"Amca! Ona gerçekleri söyle! Babası olduğunu bilmek zorunda! Sadece aileyi bir araya getirmeye çalıştığını öğrenmeli!" Harun Bey hüzünle başını salladı. "Artık gerçekleri söylesem de hiçbir şey değişmeyecek! Efsun beni ailesinin katili olarak görüyor. Kendine göre haklı sebepleri var. Kızımla yeniden bir başlangıç yapmamız o kadar zor ki şimdi bir de nefret ettiği adamın babası olduğunu öğrenecek. En azından şu an kalbinde iyi bir baba imajı olan Kerim'i taşıyor ve kendini teskin ediyor. Gerçekleri öğrendiğinde bu yükü kaldıramamasından korkuyorum. O hayali kaybetmek Efsun'a iyi gelmeyebilir." Güney başını geriye yaslayıp dişlerini sıktı. Uykusuz gözleri kapanıp devrilmek için yer arıyordu.

 

"Anlamıyorsun amca! Gerçekleri er ya da geç öğrenmeli! O çok acı çekiyor! Belki de annesini affetmesini tek yolu çaresizliğinizi öğrenmesidir. Onun babasına ihtiyacı var yani sana! Her şey için çok geç olmadan bu gerçeği sindirmesi lazım. Yalanlarla yaşayamaz. Annesiyle olan ilişkinizin basit bir yasak aşk olmadığını anlamalı." Harun Bey'in bakışları gözlerinin önüne gelen yüzle bulanıklaştı. İçinde hâlâ Nergis Hanım'a karşı duygular taşıması canını yakıyordu. Asla sahip olamayacağı bir hayali kovaladığını biliyor olmak benliğinde büyük depremlere sebep olmuştu.

 

"Bırakalım biraz düşünsün! Gerçeği sindirmeye ihtiyacı olduğunu biliyorum. Cesaretimi toplayıp karşısına çıkacağım ve olan biteni onun bitmek bilmez nefretine rağmen anlatacağım. Ama önce benim de kafamı toplamam gerekiyor. Sare ile olan ilişkimiz büyük bir yara aldı. Artık devam edebilir miyiz bilmiyorum. Belki de ona bu kötülüğü daha fazla yapmamalıyım. Kalbi başkasına ait olan bir adamın karısı olmak onu bir canavara dönüştürüyor. Yeniden bir araya gelip sorunlarımızı konuşacağız ve eğer halledemezsek ayrılık kaçınılmaz olacak." Güney kısılan gözbebekleri ile Harun Bey'e endişeli bir bakış attı.

 

"Yo hayır! Doruk bu haldeyken ayrılmayı düşündüğünü söylemeyeceksin değil mi? Bu çocuğu yıkar! O hasta ve şu durumdayken en çok anne babasına ihtiyaç duyuyor. Bu işi zamana bırakın! Doruk'un tedavisi bitmeden ve sağlığına kavuşmadan asla böyle yıkıcı hamleler yapmayın! Biraz daha düşünmelisin!"

 

Harun Bey iç çekip parmak uçlarıyla olgun bir şekilde alın çizgilerini yokladı. "Haklısın! Şu an bizden daha önemli bir şey varsa o da Doruk! Sizin evliliğiniz Doruk için de bir umut olacaktı. Her şeyin bu kadar mahvolmasının oğlumuza da zarar vereceğini düşünmeliydi." Genç adam kızgınlıkla kaşlarını çattı. Güney Sare Hanım'ın yaptıklarını bir ömür geçse de unutmazdı. Bu nasıl bir kindi ki bütün geleceğimizi kendi elleriyle paramparça etmeyi kendine yedirebiliyordu? "Onunla yeniden konuşmak istiyorum!" dedi Güney önüne bırakılan çaydan bir yudum alırken. "Sorunlarınızı halletmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım." Eli amcasının bileğini kavradı. Bakışları ise kontak bir şekilde gözlerine mıhlanıp kalmıştı. " Lütfen sözlerimi düşün! Biliyorum başta sarsılacak ama aranızdaki bu kan bağı ve geç de olsa oluşan sevgi bir şeyleri halletmenize yardım edecektir." Harun Bey'in sözleri Güney'i umut cennetine sürüklemeye yetmişti.

 

 

 

***

 

 

Efsun'un Kaleminden

 

Elimdeki kumandayı belki 100. kez tuşlayarak sistematik bir işkenceye tabi tutmuştum. Zavallının en büyük sorunu kafası karman çorman olan benim elimde olmaktı. Saatlerdir televizyonun başında bir şeyler izleyip kafamı dağıtmaya uğraşıyordum ama ne beynim çabalarıma karşılık veriyordu ne de duygularım. Zihnim kördüğüm olmuş duygularım bana bile yabancılaşmıştı. Dün gece yine korkunç bir kabus görmüştüm. Kan ter içinde yatağımdan fırladığımda aradığım tek insan o karanlık evde Güney'di. Yanımda olsaydı onun göğsünün üzerinde uyur ve tüm acılarımı yeniden bilinçaltımın kör kuyularına hapsederdim. Yokluğu en çok içimdeki güven ve huzur duygusunu öldürmüştü. Travmalarımla baş etmekte artık çok daha fazla zorlanıyordum. Melis'in ve Güney'in hayatımda olmaması tahmin ettiğimden çok daha fazla canımı acıtıyordu.

 

Telefonumu elime aldığımda Melis'ten gelen onlarca mesaj ve aramayla karşılaştım. Aramalara dokunmasam da mesajları okumadan silip attım. Onunla konuşmak istemiyordum. Beni sırtımdan vuran birine ikinci kez nasıl güvenirdim? Daha fazla burada kalmaya dayanamadığım için dışarı çıkmak üzere gardroba yöneldim. Beyaz, dizlerime kadar uzanan, keten bir etek ve üzerine kısa kollu ön düğmeli, bebe yakalı, beyaz bir gömlek giydim. Düz saçlarıma uçlarına doğru küçük dalgalanmalar hakim olmuştu. Ne fön çekmeye ne de makyaj yapmaya hevesim vardı. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Neyse ki sahile yakındım ve yürüyerek gitmek bana sıkıntı vermeyecekti.

 

Birkaç metre yürüdükten sonra ayağındaki ayakkabıları çıkarıp çıplak ayakla parlak denizin ışığını kısılan gözlerime sunarak dolaştım. Etrafımı saran rüzgâr hafiften üşümeme sebep olsa da ruhumdaki yangınları söndürecek belki de şu an tek şeydi. Halsiz ve yorgundum. O kadar çok düşünüyordum ki düşünmek, yemek içmek gibi zaruri ihtiyaçların bile önüne geçmişti. Telefonumun zil sesini duyduğumda onu umursamadım. Muhtemelen Melis ya da Güney'di. Şu an hiçbirini ne görmek ne de duymak istiyordum. Israrla çalan telefon tüm sinirlerimi bozmuştu. Sonunda kızgınlıkla ekrana baktığımda Harzem'in adını görmem soğuk duş etkisi yaratmıştı.

 

Kapanmasından endişe duyup aceleyle ekranı kaydırdım. "Harzem!"

 

"Benim!" dedi cızırtılı bir ses. "Ne kadar çok aradım seni! Haftalardır ortalarda yoksun! Amacın ne? Yine ne işler peşindesin?"

 

"Saklanıyorum Efsun! Başım belada seninle görüşmem gereken çok önemli bir mesele var! Artık bunu daha fazla içimde tutamayacağım! Ulan ne olursa olsun artık be!" Ellerim kalbimin üzerini yokladı. "Bana gerçekleri söyle! Eğer yine oyun oynuyorsan yemin olsun seni affetmem! Canını yakmaktan çekinmem!"

 

"Oyun yok Efsun! Zaten ben bitmişim şu saatten sonra oyun oynasam kaç yazar? Polenezköy'de bir adres attım sana. Hemen o konuma gel. Ben gelemiyorum!"

Dişlerimi sıkıp sesimi olabildiğince korkunç bir tınıda çıkarmaya çalıştım. "Eğer beni üzecek bir şey yaparsan seni asla affetmem!" Telefon kapandığında içimdeki endişe daha da artmıştı. Oraya gidip gitmemek konusunda kararsızdım. Sesi gerçekten kötü geliyordu fakat söz konusu Harzem olduğunda insan yoğurdu bile üfleyerek yiyordu. İçgüdülerime dayanamayıp bulduğum ilk taksiyi çevirdim ve bana atılan konumu tarif ettim. Yaklaşık 40 dakika kadar sonra istediğim yere ulaşmıştım. Eski üskü döküntü diyebileceğim tek katlı bir ev beni karşılamıştı. Ahşap yapı pek çok yerden küflenmişti. Duvar dipleri yosun tutmuş bakımsız bahçe savaş sonrası Fransız karargahlarını hatırlatır olmuştu. Sanki eski bir nazi kampına girmiş ve ecelime susamıştım.

 

Etrafımı kolaçan ederek telaşlı adımlarla giriş kapısına yöneldim. Kapının üzerindeki sallanabilir küçük tokmağı birkaç kez ahşap yüzeye indirdim. 2 dakika kadar sonra beni ilk karşılayan şey gıcırtılı adımlar oldu. Hemen peşinden kapının zinciri küçük bir şıngırtıyla çözülüp aramızdaki mesafeleri kaldırdı. Ona bir şey söylemeye hazırlanıyordum fakat bir anda iri, bakımsız elleri beni içeri çekti. Söyleyeceklerim boğazımda resmen bang jumping yapmıştı.

 

Yakamı ve dağılan saçlarımı düzeltip "Ne yaptığını sanıyorsun Harzem!" diye bağırdım. Yüzündeki korkak ifade gülme isteği uyandırıyordu. İşaret parmağını dudağına götürüp, "Şşşş!" diye fısıldadı. "Kes sesini! Şu an ağız dalaşına girmenin sırası değil! Başım belada!"

 

Kollarımı birbirine kavuşup yüzümdeki sinsi sırıtışla "Belli oluyor!" diye karşılık verdim. "Beni arayıp yardım istediğine göre gerçekten durum bayağı vahim olmalı." Sert bir yumruğu ahşap duvara indirdi. "Ulan s... ben böyle işi!" Yüzümü buruşturup zavallı haline acıyarak baktım. Bu adam hiçbir zaman uslanmayacaktı. "Beni buraya neden çağırdın? Şu çok önemli meseleler neymiş öğrenelim artık!" Tırnaklarını alnına geçirip yüzünü iri şempanze gibi parmaklarıyla çekiştirdi. Yılgınlığı her halinden okunuyordu. Haftalarca yıkanmamış gibi pislik içindeydi. Bana dokunan ellerini 100 kere çamaşır suyuna yatırsam yine de temiz olduğuma inanmazdım.

 

"Beni bitirmeye karar verdiler! Peşime adam taktılar! Haftalardır saklanıyorum. Yiyecek bir lokma ekmek bile kalmadı. Senden başka yardım isteyecek kimsem de yok! Allah rızası için bir şey yap! Kurtar beni bu b... çukurundan! Kurban olayım ben ettim sen etme!" Ukala bir edayla tırnaklarımı inceledim. "Neden sana yardım edecekmişim? Oğlumu kaçıran o pisliklerle işbirliği yaptığın için mi? Yoksa beni o çocuk tüccarına sattığın için mi? Sen aşağılık bir adamsın Harzem bunu biliyorsun değil mi?" Başını eğip gözlerini kaçırdı. Bana yaptığı kötülükler bu kadar ortadayken cüretkarlığı dudak ısırtmıştı.

 

"Haklısın! Sana çok kötülük ettim. Sonunda Allah da belamı verdi! Ama çaresizim anla işte! Anam avradım olsun işin bu kadar beter bir hale geleceğini ben de çözemedim!" Onun pişmanlık cümlelerini dinlemeye tahammülüm yoktu. Bir kelime bile etmesine izin vermeden, "Niye seni bitirmek istiyorlar? İyi köpeklik ediyordun!" diye söylendim. Yamuk ağzı gerginlikle kıvrıldı. "Daha fazla para yedirmek istemiyorlar. Bu şantajların başıma bela olacağını anlamıştım!"

 

"Sana tek bir şey soruyorum Harzem! Oğlum nerede? Yiğit'i kime verdiniz?" Birkaç adım sendeledi. Yüzündeki korku dolu ifade yerini pişmanlığa bıraktı. "Zişan denilen o kadın çocuğu bizden aldı. Biz onunla muhatap oluyorduk ardındakilerin kim olduğunu başlarda bilemedim. Bir gün dayanamadım peşine düştüm. Takip ettim! Uzun boylu, geniş omuzlu, siyah saçlı, ela gözlü bir adamla buluşmuştu. Çok lüks bir arabaya biniyorlardı. Adamı takip edip peşine düştüğümde büyük bir malikanenin önüne geldiğini gördüm. Daha fazla para istedim. Bu bilgileri kullanarak onları ele vermemek için şansımı zorlayabildiğim kadar zorladım. Başlarda Yiğit'i vermek istemedik. Teyzen direndi ama kadını korkuttular. 'Ben de canından değerli değil ya ver gitsin' dedim. İstemeye istemeye vermek zorunda kaldı. Çocuğa ne yapacaklarını merak ediyordum. O malikaneye gidip uzaktan onları izledim. Yiğit'e evlatlık muamelesi yapmıyorlardı. Bebek çok mutlu görünüyordu. Her şeye sahipti. O evin küçük beyi olmuştu bizim velet! Ben de gönül rahatlığıyla para tırtıklamaya devam ettim. Vicdan azabı çekecek bir durum yoktu. Zaten sen de mahpusluktun! Kimin kimsen, paran yoktu! Onlar senden daha iyi bakacaktı! Velede iyilik yaptığım bile söylenebilirdi. Kimsesiz, zavallı bir p... kurusuyken koca imparatorluğun tek varisi olmuştu."

 

Son sözleri resmen beni sinirden delirme noktasına getirmişti. Suratına okkalı bir tokat attım ve yakasına yapışıp hızla duvara çarptım. "O benim oğlumdu aşağılık herif! Hiç kimse onu benden daha çok sevemez! Hiç kimse onun üzerine benden daha fazla titreyemez. Ben gerekirse taş kaynatır içerdim ama oğlumu kimseye muhtaç etmezdim. Benim yanımda, benim kokunla büyürdü anladın mı? O iğrenç, zavallı beynin bunları idrak edebildi mi?" Eli kızaran yüzünde birkaç kez dolaştı. Beş parmağımın izini Davinci tablosu gibi suratında görebiliyordum. Ve bunun için üzüldüğümü kimse söyleyemezdi.

 

"Bana o malikanenin adresini vereceksin! Polisle kapılarına dayanıp gereken neyse yapacağım! Benim için şahitlik yapmak zorundasın Harzem! Bunu bana borçlusun anladın mı?" Korkak yüz ifadesi aniden değişti ve akıl hastanesinde zincirlere mahkum edilen zavallı hastalar gibi kendi kendine gülmeye başladı. Kahkahalarının frekansı her geçen dakika daha da artıyordu. Biraz önce beni sessiz olmaya zorlayan adam gitmiş yerine şirinlerin baş düşmanı Gargamel gelmişti.

 

Yakasına yapışıp sarstım ve kafasını duvara sertçe vurdum. "Yaptığın iğrençliklere gülecek kadar nasıl kendini kaybedersin? Kendine gel! Bana bana oğlumun yerini söyleyeceksin!" Başını yalanlar gibi sallayıp gülmekten yere serildi. "Sen o evi benden daha iyi biliyorsun. Her gün oğlunun yaşadığı çatının altına girip çıkıyorsun. O insanlarla yiyip içiyorsun. Partilere katılıyorsun, haberin yok!" Sözleri bittikten sonra bir kez daha kahkahalara boğuldu. Sinirlerim bozulmuştu. Elimden bir kaza çıkmaması için kendimi zor tutuyordum.

 

"Sen neden bahsediyorsun?"

"O lösemili çocuğu hatırlıyor musun?" Elini düşünür gibi başına dayadı. "Neydi ismi? Haaaaa! Doruk!" Gözlerim korkuyla açıldı. Beni umursamadan "O senin oğlun! Onu benden satın alan kişi ise Zahir Bey'in ta kendisi!" Dedi. Sözlerini duymamla beynime balyoz yemiş gibi sendedim ve bacaklarım duyduklarımı hazmedemeyerek bedenimi kirli zemine bıraktı. Nefes alamıyordum. Bayılmamak için güçlü bir çaba sarf etmem gerekiyordu. Başımın döndüğünü bedenimin buz kestiğini hissettim. Titriyordum. Yıllarca aradığım çocuğun bu kadar yakınımda olduğuna inanmak güçtür.

 

Yüzümdeki korkak tebessümle, "Hayır bu mümkün değil." diye sayıkladım. "Olamaz! Dna testi yaptım! Doruk benim oğlum olamaz!"

 

"Seni fena kandırmışlar kızım! Kendi elimle koyduğum çocuğu bilmez miyim ben? Zahir denen pez... yine bir oyun oynamış olmalı. Doruk dediğin çocuk Yiğit'in ta kendisi! Seni otele götürdüğüm o geceyi hatırlıyor musun?" Başımı delirmiş gibi salladım. Gözlerim Harzem'den başka her yerde dolaşıyordu. "O gece seni kandırıp yanımdaki o kadınla birlikte kanını aldım! Başlarda anlamadım. Neden kanına ihtiyaç duyduklarını çözmek günler sonra nasip oldu. Çocuk hastaydı ve annesi olarak senin onun için uygun bir donör olup olmadığını öğrenmek istiyorlardı. Bunun için beni kullandılar! Keşke uyduğunu söyleyebilmiş olsaydım! Ne yazık ki oğlun için hiçbir şey yapamadın!" Avuçlarım ağzıma kapandı. Hıçkırıklarımı boğarak deli gibi ağladım. Doruk'la aramızda bir bağ olduğunu hissetmiştim. En başından beri Zahir Bey ve Sare Hanım onu benden bu yüzden uzak tutuyorlardı. Ben Yiğit'i tanımamdan, oğlumu geri almamdan korkuyorlardı. Düştüğüm yanılgıya dayanamayıp Harzem'in karşısında hıçkıra hıçkıra ağladım.

 

"Oğlum! Yiğit! Nasıl anlayamadım? Nasıl sana kavuşmakta bu kadar geç kaldım?" Beni kolumdan tutup sarsarak kaldırdı. "Bunları istemesem sana anlatmazdım! Ama yardıma ihtiyacım var. Çok çaresiz kaldım! Bana sadece sen yardım edebilirsin." Yüzümdeki zavallı ifadeyle korku dolu iri çıkık gözlerine baktım. Ağlamaklı bir şekilde, "Hâlâ benden ne istiyorsun!"diye sızlandım. Göğsü hıçkırık gibi inip kalktı ve yüzü aşağılayıcı bir ifadeye büründü. "Sen benim için hiçbir şey yapamazsın ama star nişanlın yapabilir. Adam zengin! Parası, şöhreti yerinde! Beni koruyup o pisliklerin maskesini düşürebilir." Gözleri parladı. Düşünceleri aklına çoktan yatmıştı, fakat bilmediği çok şey vardı.

 

"Söz veriyorum onları üttüğüm kadar size ilişmeyeceğim. Tek istediğim Londra'da yeni bir hayat. Bana bu imkanları sağlayıp kaçmama yardım edin ben de sizin için bu adamların tüm dalaverelerini ortaya çıkarayım." Birkaç damla yaş gözlerimden süzüldü. "Bu imkansız! Biz Güney'le çoktan ayrıldık! Nişan falan yok, evlilik de... Beş parasız ve yalnızım anlayacağın!" Gözleri beni öldürecekmiş gibi kocaman açıldı. Biraz önceki neşesiden ve gururundan geriye hiçbir şey kalmamıştı.

 

"Ne saçmalıyorsun sen! Adamı elinden kaçırdın mı?" Kahkahalarla gülme sırası bendeydi. Aslında içimde deli gibi ağlama arzusu kol geziyordu ama o kadar sinirlerim bozulmuştu ki duygularımı kontrol etmekte zorlanıyordum. "Gitti! Üstelik benden tahmin edemeyeceğin kadar çok şeyi alıp götürdü!" Harzem, "Allah kahretsin!" diye bağırıp dövünürken daha fazla duramayıp kapıya yöneldim. Omzumun üzerinden ona son kez bakıp, "Beni burada bekle!" dedim. Zaten benden başka bir çaresi de yoktu.

 

Birkaç metre ilerde beni almak için bekleyen taksiye binip doğruca Taşpınar Malikanesi'ne yöneldim. Geçen 50 dakikayı hayatımdan çalınan yüzyıla değişmezdim. Araç durduğunda parasını ödeyip hızla güvenliği geçtim. Beni tanıyorlardı. Bu yüzden geçmemde herhangi bir engele müsaade etmemişlerdi. Ardından Sare Hanım'ı arayıp haber vereceklerini biliyordum ve bu durum artık beni zerre kadar rahatsız etmiyordu. Kapıyı kıracakmış gibi öldürücü darbelerle tekmeleyip "Açın kapıyı!" diye bağırdım. Zil defalarca çaldığı halde beni görmezden geliyorlardı. Polisi arayacağımı söylediğimde sonunda kapı hizmetli tarafından açıldı. Evin içerisinde koşturmaya ve Sare Hanım'ın isminin nidalarını haykırmaya başladım. Onu resmen bir kaşık suda boğmak için deliriyordum. Topuk seslerini duyduğumda başımı merdivenlerin girişine çevirdim. Karşımda pişkin pişkin aralıklı dudaklarıyla gülümsüyordu.

 

"Demek sonunda geldin!"

 

 

🌟🌟🌟

 

Merhaba değerli okurlar. Umarım yeni bölümü sevmişsinizdir. Önümüzdeki bölümlerde şaşırtıcı gerçekler bizleri bekliyor olacak. Çok heyecanlanabilirsiniz benden söylemesi. 🌟☺️

 

"Artemisin Gözyaşları" isimli kurgum için bölüm biriktiriyorum. Çok yakında onunla da kavuşacağız. İnstagram hesabımda tanıtım filmini ve arka kapak tanıtım yazısını sizlerle buluşturacağım. Karakter tanıtımı da instagram üzerinden olacak.

 

Hüsran kurgusu sizlerin bildiği gibi kitap olacak. Yayınevi, isim ve kapak duyurusunu yine instagramdan yapacağım. Şu an editör masasında. Duyurular için beni instagramdan takip etmeyi unutmayınız. 🌟☺️ yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

İns: seyma_yldz_koc

Loading...
0%