Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 TESLİMİYET

@syildiz_koc

 

 

🎶Medya: Emircan İğrek (Dargın)🎶

 

 

Vakitsiz kanat çırpmaya çalışan her kuş gibi dibe vurmuştum. Kanatlarımın güçlendiğini sanıyordum. Ya da güçlü olmasalar bile en azından beni dimdik ayakta tutabilecek kadar kararlıydılar.. Olmamıştı. Güney'i geride bıraktığımda zedelemiş dizlerimin üstüne düşüp asla geçmeyeceğini bildiğim yaralara sahip olmuştum. Önce bir dayanak olup kaya gibi önümde duran Harun Bey'in aslında hayatımın en büyük hüsranı olduğunu öğrenmiştim. Sonra da aklımdan hiç çıkaramadım o hasta çocuğun aslında oğlumun ta kendisi olduğunu bir tokat gibi yüzüme çarpmışlardı. Hayatın bana indirdiği her darbe yaşama sevincimden bir şeyler alıp götürmüştü. Nasıl toparlanacağımı bilmiyordum.

 

Harzem gerçekleri anlattığında yüreğimden kopan feryat anlaşılması zor, dile getirmesi imkansız bir şeydi. Hesap sormak istiyordum. Gözlerimi kin bürümüştü. Benden çok şeyi almışlardı. Mutlu bir yuvam olmasına izin vermemiş sevdiğim herkesi kanatarak, acıtarak, kalbimden söküp çıkarmışlardı. Her şeye rağmen yaşamaya çalışıyordum. Ve Yiğit'i hayatımdaki en değerli şey olarak görüyordum. O benim temiz bir sayfa açmama yardım eden umudumdu. Güvercin gibi sol omzumun üzerine konduğunda ihtiyacım olan şeyin ne olduğunu anlamıştım. Sevgi istiyordum. Beni sadece ben olduğum için seven dünyadaki en özel ve masum şeyi bana kazandıracak olan temiz bir kalp... Bunu vereceğine inandığım tek kişi ise Yiğit'ti.

 

Karşımdaki kadının alaylı, nefret dolu yüzüne baktım. Pişkin pişkin karşımda gülümsemesi, tahmin ettiğimden çok daha rahat olan tavırları bende her türlü kötü davranışta bulunma isteğini uyandırıyordu. Merdivenleri birer ikişer indi. Evde kimsenin olmadığını anlamıştım. Harun beyle karşılaşmak isterdim. Ona sormak istediğim yüzlerce hesabım vardı, fakat bu gün bu kadar şanslı olamayacaktım.

 

"Neden yaptın?" Nereye ulaşacağını bilmediğim soruların ilkini söylemiştim. Ne diyeceğimi ne konuşacağımı bilmiyordum. Oğlumu benden ayıranlarla karşı karşıya geldiğimde söylemek istediğim onlarca cümle olduğunu düşünmüş ve kafamda onlarca yüzleşme sahnesi yazmıştım. O kadar kırgın ve kızgındım ki bunların hiçbirini aklımın ucuna getirebilecek durumda değildim. Bana adım adım yaklaştığında yumruklarımı sıkıyor içimden kopan tüm öfkeyi zapt etmek için çırpınıyordum.

 

"Neden yaptınız Sare hanım? Her şeyden haberim var."

 

"Neyden haberin var? Biraz daha açık konuş istersen!" Kollarını kavrayıp onu sert bir şekilde ittim. Belini yemek masasına çarpması ve yüzünün hafifçe kasılması umurumda değildi. " Oğlumu kaçırdığınızı, benden sakladığınızı biliyorum. Doruk adını verdiğiniz çocuğun en başından beri bana ait olduğunu öğrendim." Yüzüne pişmanlık emareleri yerleşirken ağzından cik tarzında bir ses çıkardı. " Harzem bütün iğrençliklerinizi anlattı. Artık oyun bitti!"

 

"Gerçekleri öğrenmene şaşırmadım. Burnumuzun dibine kadar girmenden başıma bela olacağını anlamıştım. Haklısın, söylediğin her şeyi yaptım!" Üzerine doğru eğilip onu sert bir şekilde yakaladım ve duvara yapıştırdım. "Yaptıklarınızdan utanmanız gerekiyordu. Pişkin pişkin beni onaylıyorsunuz. Siz ne biçim bir kadınsınız Sare Hanım? Yaptığınız şey korkunç! Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabilirsiniz? Bunun suç olduğunu bilmiyor musunuz?"

 

"Böyle olması gerekiyordu! Ben ..." Sözünü tamamlamasına izin vermeden ellerim gerdanını kavradı. "Kendinizi böyle mi tatmin ediyorsunuz? Küçük bir bebeği annesinden ayırmak nasıl doğru kabul edilebilir? Ne kadar acı çektiğimi biliyor musunuz? Onun hapishanede doğururken nasıl kıvrandığımı... Bilemezsiniz! Çünkü siz bir canavarsınız! Başkalarının acılarından beslenen korkunç yırtıcı bir canavar!" Bakışlarını kaçırıp derin bir nefes aldı. Sözlerimi önemsediğini zannetmiyordum. Ona çok daha fazlasını yapmak için deli divane olsam da kontrolümü kaybetmemek için kendime söz vermiştim. Davranışlarımla kendimi haksız çıkarmayacaktım.

 

" Oğlum hasta! Belki de bana en fazla muhtaç olduğu zamanda ona yakın olamadım. Yaralarını saramadım, düşüp yaralandığında elinden tutamadım." İşaret parmağımla göğsünü dürtüp, "Benden sahip olduğum en değerli varlığı koparıp aldığınız siz. Ve hala hiçbir şey olmamış gibi sakin kalarak benimle dalga geçiyorsunuz?" Diye bağırdım. Dişlerimi sıkıp gözlerimi öldürecekmiş gibi gözlerine diktim.

 

"Biliyorum. Yaptıklarımın iyi olduğunu söylemedim. Ama mecbur kaldım. Harun'la bir bebek bekliyorduk. Güç bela sahip olduğumuz ve belki de ilişkimize çok iyi gelecek küçük bir canlı... Çabalarımız sonuç vermedi. Onu kaybettim." Son sözlerinden sonra ona bir akıl hastası gibi bakıyordum.

 

"Yokluğunu benim oğlumla mı doldurmaya kalktınız yani?" Dedim kollarını sert bir şekilde sıkarken. Öfkemi bir şeylerden çıkarmamak için kendimi zor tutuyordum. " Sözümü kesme!" Bedenini ellerimden kurtarmaya çalışıyordu. "Böyle olmasını ben istemedim." Başını sağa çevirip pencereden bahçeyi gözledi. Yemyeşil çimlerin arasında peyzaj mimarisinin en nadide örneklerini görmüştüm fakat beni ilgilendiren tek şey Yiğit'in evdeki hizmetlilerle birlikte oyun oynaması ve çığlık atarak gülmesidi.

 

" Ona öz annesi gibi davrandım. Bir çocuğum olsaydı ancak bu kadar sever bağlanırdım." Gözlerini bana çevirdiğinde öfkemden tek bir toz zerresi bile eksilmemişti. "Buna karar veren kişi Ahuzer Hanımdı. Teyzem..."

 

Şaşırmıştım. Ahuzer Hanım'ı daha ilk gördüğüm an benden nefret ettiğini anlamıştım. Gözleri öfke ve nefret pırıltılarıyla doluydu. Onu serbest bırakıp başımı duvara yasladım. Öfkem öyle çok sarsılmama sebep olmuştu ki ona nefret kusacak kadar bile gücüm kalmamıştı. Yiğit hastaydı. Oğlumu yeniden bulmuştum ve kaybetmek ihtimaliyle yüz yüzeydim. Hiçbir şey bu gerçeği basitleştiremezdi.

 

"Nasıl bir kadınsın sen?" Dedim ağlamaklı bir şekilde. "Ben hapishanede oğluma kavuşmak için gün sayarken Yiğit'i nasıl ölen çocuğunun yerine koyabildin?" Artık kendimi daha fazla tutamıyordum. Arda ardına gözlerimden yuvarlanan yaşlar gururuma çalım attı. Dik durmaktan yorulmuştum. İçimde fırtınalar koparken ıssız bir deniz gibi suskunluğumda boğulmak bana göre değildi.

 

"Öldüğünü ilk düşündüğüm anlarda kahroldum. Defalarca kendimi öldürmeyi düşündüm! Yaşadığına inanmak için ne kadar çok insana yalvardım biliyor musun? Hayatta hiç kimsem kalmamıştı! Herkesin gözünde korkunç bir canavardan farkım yoktu. Diri diri mezara gömülmüştüm." Parmak uçlarımla yanağımdaki nemleri sildim. "Siz benden umudumu aldınız! Yaşama sebebimi aldınız! Beni karanlıkta acılar içinde yapayalnız bıraktınız. Bunları yapmaya nasıl bir gerekçe uydurdun gerçekten merak ediyorum."

 

Yüzü düşmüştü. Sözlerime karşı duyarsız kalmadığını biliyordum. Her şeye rağmen yokluğumda Yiğit'e annelik etmişti. Anne olmanın ne demek olduğunu bilirdi. Bebekler bir tohum gibiydi. Binbir zahmetli rahminize düştüğünde önce onun sizde bıraktığı sarsıntılara dayanmaya çalışırdınız. Dünyaya gelmeden kalp atışlarıyla varlığına alışır ve sonra da onun olmadığı bir hayata tahammül dahi edemezdiniz. Doğduğu an canına bir zarar gelmesi ihtimali öldürücü olurdu. Et tırnak gibi birbirinize bağlanır, ayrılığı hayalize bile getiremezdiniz. Ben hayatımın Yiğit'le birlikte hayatın anlamını da kaybetmiştim.

 

"Neden benim oğlum?"

"Söyleyemem!" diye kestirip attı. Benden ne sakladıklarını bilmiyordum fakat sırların ortaya çıkmak gibi gerçekçi görevleri vardı. Sakladıkları her neyse bir gün meydanlara dökülecekti.

 

"Anlayamıyorum!" dedim sesimdeki kırgınlığı gizlemeksizin. "Sokaklar sahipsiz, kimsesiz bebeklerle, çocuklarla dolu. Neden başımızı belaya sokacak böylesi bir işe giriştiniz? İstediğiniz bir çocuksa bunu elinizdeki maddi imkanlarla başarmanız hiç de zor olmazdı. Neden benim oğlumu annesinden ayırıp yalanlarla büyümeye mecbur bıraktınız?" Sustu. Bakışları yeniden Yiğit'in üzerinde dolaştığında içime dolan kıskançlık duygusunu gizlemekte hiç olmadığım kadar zorlandım. Onun annesiydim ve beni bir aile dostlarından farklı görmüyordu. Benim yerime bir başkasına anne diyor bir başkasıyla uyuyor, onun yaptığı yemekleri yiyordu. Kıskançlık zırhlı bir asker gibi içimdeki kaleleri tek tek feth ediyordu. İyimserliğimi korumak artık benim için imkansızdı.

 

"O eski tahta beşiğe baktığımda her gün kahroldum ben. Oğlumun o beşiğin içinde büyüdüğünü hayal ettim. Bir gün yeniden bana geleceğini düşündüm hep. Elbiselerinde kokusunu aradım. Bunları anlayamazsın. Benden uzakta büyüdüğü anlarda oğluma dair olan tüm hayallerimi defterlere yazdım. En güzel günlerini göremedim. Hastalandığında yanında olamadım. Acılarını saramadım." Yüzümdeki acının yerini tehdit kasırgaları aldı. "Benden çaldıklarınızın hesabını vereceksiniz. Polise gidip her şeyi anlatacağım. Bizi daha fazla birbirimizden koparmamıza izin vermeyeceğim."

 

Omuzlarını silkip, "Aptallık edersin!!" Dedi kaygısız bir şekilde. Oysa sözlerimin onu korkutmasını, geri adım atmaya mecbur etmesini bekliyordum. Yüzümdeki yorgun ifadeye aldırış etmeden, "Sana büyük bir iyilik yaptığımın farkında bile değilsin!" diye sayıkladı. "Kendini bir bak! Sen çocuk büyütebilecek durumda mısın?" Gözleri sahte bir acımayla bende dolaşırken, elleri kasvetli bir sevgili gibi gövdesini sardı. "Evin yok, araban yok! Doğru düzgün bir gelirin yok! Yuvarlanan kaya gibi yaşıyorsun farkında mısın? Üstelik sabıkalısın!" Yüzümü ondan çevirip tutmak için çırpındığım gözyaşlarımla pencereden Yiğit'in neşeli hallerini izledim. İçimde çağlayan acılar, baş edebileceğimden çok daha fazlaydı. Haklı olması beni mahvediyordu fakat ben zaten yok sayılmaya, kıyıda kenarda bırakılıp haksızlığa uğramaya alışmıştım.

 

"Doruk hasta! Çok yoğun bir şekilde tedavi görüyor. Harun ve ben onu iyileştirebilmek için her şeyi yaptık. Aklının alamayacağı yerlere elimizi uzattık. Her yerde donör aradık. Onu oğlum yerine koyup kapı kapı dolaştığımı biliyorsun. Dünyaya getirdiğim o çocuk da en fazla Doruk kadar sevgi görürdü. Geceleri uykusuz kalıyorum. Onu en iyi şekilde besleyip güçlendirebilmek için peşinde pervane oluyorum. Sen bunların ne kadarını yapabilirdin söylesene! Ona benim baktığım gibi bakabilir miydin? Bu evdeki gibi küçük bir prens muamelesi gösterebilir miydin?" Omuzlarım düşmüş bir şekilde burnumu çektim. Bu manzara oğluma kavuşmayı planladığım hiçbir hayale uymuyordu.

 

"Birlikte olduğumuzda her şeyin üstesinden gelebilirdik. Biz..." Kısık sayıklamalarım Sare Hanım tarafından bölündü. "Hayal görüyorsun! Dizi çekmiyoruz! Şu masalları bir kenara bırak ve gerçeklere odaklan. Doruk'u bizden alman onu öldürecek. En iyi hastanelerde, en iyi doktorlar tarafından inceleniyor. Buna rağmen onu tamamen iyileştirecek şeyi bulamıyoruz. Sen bunların hangisini Doruk'a verebilirsin? Kendine bile bakmaktan acizsin farkına var bunun! Hayat tozpembe değil. Eğer öyle olsaydı beli bükülmüş ihtiyarlara bile yakıştırılmayan ölüm Doruk'a bu kadar yakın olmazdı." Kolumu uyarır gibi sertçe tutup bakışlarımı oğlumdan uzaklaştırarak gözlerime sabitledi.

 

"Onun ölmesini mi istiyorsun? Kendi çocuğunu göz göre göre kaybetmeye dayanabilecek misin?" Nefes alamıyordum. Beni en acıyan yerimden hançerlemişti. "O asistan kızın yanında daha ne kadar kalabilirsin ki? Kendin sığamayacağın bir yere bu zavallı, hasta çocuğu nasıl sığdıracaksın? Akıllı ol! Bırak bizimle kalsın! Bırak yaşasın! O, bu evde bir veliaht gibi büyüdü. Senin ona sunduğun hiçbir şeyi kabullenemez. Bu zenginlik ve refah Doruk'un bir parçası oldu. Artık seni verdiğin hiçbir şeyi beğenmez. Senin standartlarında bir hayatı yaşayamaz." Alnımı pencerenin camına yasladım. Soğukluk tenimden düşüncelerime kadar sirayet etmişti. Sare Hanım'ın haksız olduğunu söyleyemezdim. Şu koşullar altında ona bu haliyle bakmam imkansızdı. Direttiğimde oğlumu kaybetmekle yüzleşebilirdim.

 

"Yıllarca yavruma hasret kaldım. Şimdi yanıbaşımda olduğunu bilerek nasıl uzak durabilirim? Üstelik bunca acıyı yaşamamıza sebep olan adamın evinde kalmasına, onun ekmeğini yemesine nasıl dayanırım?"

 

"Dayanacaksın! Başka çaren yok!" Elleri yolar gibi siyah omuzlarına kadar düşen bakımlı saçlarını çekiştirdi. O da en benim kadar gergindi. "Kısıtlı da olsa onu görmene izin veririm. Ama ağzını sıkı tutacaksın. Konuştuklarımızdan kimsenin haberi olmamalı." Kabullendiğim gerçeklerden deli gibi utandım. Oğlum yanıbaşımdaydı dokunamıyordum. Sarılıp kokusunu alamıyor, aramıza çizilen engellerin hiçbirini gerçekleri bildiğim halde aşamıyordum. Benim hayatım Yiğit'e hiçbir şey kazandırmayacaktı. Belki annesine kavuştuğunda mutlu olabilirdi fakat ben onu bu hastalığın pençesinde iken iyileştirmeyi başaramazdım. Beni bir anne olarak benimseyeceği bile şüpheliydi. O babasının çalışanı Efsun ablasını sevmişti. Aynı Efsun'u bir anne olarak kabullenebilecek miydi? Belki de burada Harun Bey ve Sare Hanım'ın yanında kalmak isteyecekti. Beni ne kadar tanıyordu ki? O böyle hastayken kafasını karıştırmam doğru muydu? Sare Hanım'ın ona ne kadar yakın olduğunu biliyordum. Ona öz oğlundan farklı davranmıyordu. Keşke her şey başka türlü olabilseydi.

 

"Seni kabullenmemesinden korkmuyor musun? Benim yanımda büyüdü. Beni annesi olarak tanıdı. Tam da bu kadar hassas olduğu bir dönemde tüm hayatının bir yalandan ibaret olduğunu öğrendiğinde mutlu olacağını nasıl düşünebilirsin? Bu çılgınlık!" Sare Hanım haklıydı. Şu an önemsememiz gereken tek şey Yiğit'in sağlığı olmalıydı. Çaresizlik belimi bükmüştü. Gerçekleri kabul etmekten başka çarem yoktu.

 

"Onu istediğim zaman görmeme izin vereceksin!" Emir dolu sesim Sare Hanım'ın yüzünün asılmasına sebep oldu. "Bu imkansız!"

 

"Hayır değil! O benim oğlum ve sağlığıyla ilgili her şey beni de ilgilendirir. Durumunu öğrenmek istiyorum. Onu istediğim zaman görmeme engel olmayacaksın! Hatta bilakis bu konuda bana herkesten daha çok destek olmanı bekliyorum." Yiğit'in başına gelebilecek kötü son ruhumun acılar içinde kıvranmasına sebep oldu. Belki de oğlumla ömrümün son güzel günlerini yaşayacaktım. O güzel günleri Zahir Bey ve Sahra Hanım'ın kirli oyununa kurban veremezdim. Kötü ihtimaller beni mahvetse de aklımın bir kenarında hep var olmaya devam edecekti.

 

"Tamam! Eğer bir anlaşma sağlayabilirsek bu kadarını yapabilirim." Başımı salladım. Bunu sadece uyuyan yılanı uyandırmamak için yapmıştım. Oğlumu onlara bırakmak gibi bir derdim yoktu fakat acele karar verip pişman olmak istemiyordum. Oğlumu onlardan geri alacak ve yaptıkları her şeyi ortaya çıkaracaktım. Bize yaptıkları bu kötülük asla cezasız kalamazdı. Şimdi bir kenara sinme ve güçlü delillerle bitirici hamleler için hazırlanma zamanıydı. Koşuşturarak bahçeden çıkan Yiğit'e hasretle baktım. Ona sarılmak, yılların tüm hasretini çıkarır gibi kanatlarımın arasına almak istiyordum. Artık uzaktan bakmaya tahammül edecek gücüm kalmamıştı.

 

"Tedavisinde bir gelişme var mı? Hâlâ neden nakil yapılmıyor? Neden iç açıcı bir sonuç elde edilemiyor?"

 

"Çünkü uygun donör yok! Her yeri aradık taradık ona uygun bir vericiyi bulamadık. Harun da ben de uzun zamandır onu iyileştirmeye çalışıyoruz. Fakat ne yazıkki bu konuda başarılı olabildiğimiz söylenemez."

 

Ellerimi duvara yasladım. "Nasıl bulamazlar akıl sır erdiremiyorum. Bu kadar arama, bunca çaba nasıl bir sonuç vermez!" Dedim kıvranır gibi. Sare Hanım başını olumsuz anlamda salladı. Yüzündeki hüzün benim için bir şey ifade etmiyordu. Oğlum gözlerimin önünde ölüyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Omuzlarımda bütün dünyanın yükünü taşır gibi yorgun adımlarla merdivenleri indim.

 

"Efsun abla!" Sıcacık zayıf bedeninin varlığını kollarımın arasında hissetim. "Demek sonunda geldin!" Hevesli ve heyecanlı hali içimdeki volkanları yeniden harekete geçirmişti. Dizlerimi kırıp onun boyuna erişene kadar eğildim. Ellerim hevesle soluk yanaklarını buldu. Ona ilk kez ablası gibi değil de annesi gibi yaklaşıyordum. Onu hasta bir şekilde gördüğümde eskiden de yüreğim kanar, düşündüğüm anlarda uykularım kaçardı. Fakat şimdi ki hislerim çok daha acı vericiydi. Doruk en başından beri benim oğlumdu. Bunu yüreğimin derinliklerinde hissetmiştim ama gerçekleri kabul etmem zaman almıştı. Gözyaşlarım onun gülen gözlerinin arasında yanaklarımdan süzüldü. İçim kan ağlıyordu. Ona bir yabancı olmak ciğerlerimi bir güvercin gibi kafese hapsetmiş, nefes aldıkça demirlerin arasında canım ezilmişti. Boynuna sarıldım. Kokusunu içime çektim. Evlat cennet kokar diyenlere gülüp geçerdim. Meğer ne kadar da haklılarmış. Yiğit'in yokluğu cehennemken varlığı cennetti.

 

Sare Hanım'ın tam karşımda ayakta dikilişine ve uyaran bakışlarına aldırmadan sadece benim duyabileceğim bir sesle "Oğlum!"diye fısıldadım. Seni bulduğum gün kaybettim. Artık senden uzakta kalmaya nasıl dayanırım? Sen bu hastalıkla boğuşurken nasıl diğer insanlar gibi hayatıma devam ederim? Bir yabancıyken bile ölme ihtimalini düşünmeye dayanamazdım. Şimdi nasıl acı haberini duyabileceğimi bilerek yaşarım? Haksızlık bu! Haksızlık! Yollarımız bu şekilde karşılaşmamalıydı.Yüreğim her gün soluşunu görerek anne olduğumu bana hatırlatmamalıydı.

 

Parmak uçlarım saçsız başını hasretle okşarken dudaklarım belki de ilk kez omzunu buldu. Ona doya doya sarılıp öpüp koklayamıyordum. Hastalığı aramızdaki mesafelerin kalkmasına izin veremeyecek kadar zalimdi. Benden bir enfeksiyon kapabilir ve en sevdiğim varlığı sırf bu yüzden kaybedebilirdim. Bunun ihtimalini düşündüğümde ondan uzaklaştım. Konuşamıyordum. Oğluma söylemek istediğim o kadar çok şey vardı ki hangisine nereden başlamam gerektiğine karar vermek bile imkansızdı. Şimdi susmak zorundaydım. Onu kurtarmak için her şeyi yapabileceğimi biliyorlardı. Beni kendi anneliğimden vurmuşlardı.

 

Bu duruma daha fazla dayanamayacağımı anladığımdan arkamı dönüp kapıya yöneldim. "Gidiyor musun? Daha yeni gelmiştin ama!" Bir şey söylemeye hazırlanırken Sare Hanım hafifçe dizlerini kırarak Doruk'un başını okşadı. "İşleri varmış bebeğim. Başka zaman yine gelir. Biz buradayız!" Yüzümde beliren nefret ifadesini sakinlikle karşıladı. Bakışlarım ıslak bir şekilde Sare Hanım'ı bulduğunda bunun uzun sürmeyeceğinden emindim. Yine gelecektim fakat bu defa beni susturmayı asla başaramayacaklardı.

 

"Yine geleceğim merak etme! Yokluğumda da güçlü olacağını biliyorum. Süpermenler asla yenilmez!" Sözümü tamamlar tamamlamaz kendimi hızla dışarıya attım. Cevabını duymayı kaldıramayabilirdim.

 

Sonbahar günleriydi. Kış yavaş yavaş kapıyı çalmaya başlamıştı. Dışarıda karla karışık bir yağmur yağdığını fark etmiştim. Bu beklenmedik bir şeydi. Karın bu kadar çabuk bastırması ona hazırlıksız yakalanmama sebep olmuştu. Daha fazla burada duramazdım. Üzerimdeki ince kıyafetlere aldırmadan uzaklaşmaya çalıştım. Bir şemsiye dahi almamıştım. Üşümem bir sorun değildi. İçimdeki yangın öyle derin, öyle büyüktü ki tenim düşen ısıyı hissetmiyordu bile.

 

Kapıda beni gören güvenlikçilerin şaşkın bakışlarına rağmen yorgun ve dalgın bir şekilde önlerinden geçtim. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı, kimden yardım isteyeceğimi bilemiyordum. Artık Yiğit'ten ayrı 1 dakika bile geçirmek istemiyordum. Amaçsızca sokakları dolaştım. Kirpiklerime düşen kar taneleri gözyaşlarıma karışıp yanaklarından aktı. Öfkem sabrım da demlenmişti. Düşünüyor ve içinde bulunduğum duruma bir çözüm bulmaya çalışıyordum. Çözüm yoktu. Ben bu şekilde Yiğit'e asla kavuşamazdım. Sare Hanım ne kadar zavallı bir halde olduğumu bilmiş ve çaresizliğimi suratıma çarparak bana güçlü bir oyun oynamıştı. Hava kararmaya başladı. Çalan telefonumu duymuyor ve umursamıyordum. Kimin aradığı ve benden ne istediği umurumda değildi.

 

Karşıdan karşıya geçerken aracın uzun farları irkilmeme ve hissizce duraksamama sebep oldu. Bir el kollarımdan kavrayıp beni kendine doğru çekti. Başım sıcacık göğsünü bulduğunda kokusunun içimde uyandırdığı güven duygusuna teslim oldum. "Efsuuuuun!" Islak saçlarımı parmaklarıyla geriye doğru itip burunlarımızı birbirine yaklaştırdı. Şu an herkesten çok ona ihtiyacım olduğunu biliyordum. "Güney!" Dedim fısıldar gibi. Bana sarıldığında başım göğsünü terk edip boynundan arta kalan o boşluğa ilişti. Yanaklarım hafifçe yanaklarına sürtündü. Sıcaklığını hissettiğim an tenimin buz kestiğini anlamıştım.

 

"İyi misin? Neyin var?" Telaşlı sesine verebilecek hiçbir karşılık bulamadım. Üzerindeki siyah deri ceketi çıkarıp omuzlarıma bıraktı ve bana yeniden sımsıkı sarıldı. "İyi misin? Lütfen bir şey söyle! Seni ne kadar çok aradığımı biliyor musun? Efsun sen..." Sözlerini tamamlamasına izin veremedim. Ayaz iliklerime kadar üşümeme sebep olurken gözlerim aniden karardı ve dizlerimin kırıldığını hissettim. Islak zeminle buluşacağımı düşünürken onun sıcacık elleri önce belimi ardından da dizlerimi kavradı. Kalp atışları kulaklarımda sevdanın melodisini çalarken yağmurun hafif hafif tenime doğru atıştırdığını hissettim. Sanki günler öncesinde ondan kaçıp yollarımızı tamamen ayıran ben değilmişim gibi göğsüne sinip küçük bir serçe gibi beni ısıtmasını bekledim.

 

Beni telaşla aracına bindirmişti. Zihnim tüm direnişlerime rağmen içinde bulunduğum zamanın dizgesinden ayrıldı. Sesler bir uğultu haline almış, kokular ise en keskin haliyle burnuma işlemişti. Yeniden gözlerimi açtığımda kendimi büyük bir yatağın üzerinde buldum. Üzerimdeki ıslak kıyafetler penye bir elbiseyle değiştirilmişti. Başımdaki ağrı ve sesler devam ediyordu. Kendime gelebilmek için yoğun bir çaba sarf ettim. Saatlerdir açtım ve bir şey yemek aklımın ucundan bile geçmemişti. Tırnaklarımı yatağın pürüzsüz yüzeyine geçirip şakaklarımdaki ağrının geçmesini bekledim.

 

Oda karanlıktı. Muhtemelen akşam saat 8:00 sularındaydı. Bazanın başlığında destek alarak bedenimi yataktan kısmen kopardım. Üzerimdeki siyah penye elbisenin rahatlatıcı teması üşüyen bedenimin iğnelerle hemhal olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Tahmin ettiğimden çok daha fazla üşümüştü. Bu kırgınlığın sonunun hayra alamet olmadığı belliydi. Yalınayak bir şekilde odadan çıktım. Holün sağ tarafı tırabzanlarla dolu büyükçe bir merdivene çıkıyordu. Burayı tanımıştım. Güney o halde Pelin'e gitmemizin doğru olmacağını düşünüp beni evine getirmişti. Pelin'e bırakmasını tercih ederdim.

 

Adımlarımı merdivenden tutunarak biraz daha hızlandırdım. Sessizliğim şöminenin başında közleri karıştıran Güney'in beni fark etmemesine sebep olmuştu. Ateş yüzüne yansıyordu ve bakışları mavi bir mücevher gibi yüreğime tatlı bir serabı işlemişti. Güzel yüzünü alevlerle aydınlanması içimi ısıtmıştı. " Güney!" Başını kaldırıp yüzündeki huzur verici ifadeyle ayağa kalktı. Saçları normale kıyasla biraz daha uzamış ve sakalları çok daha belirgin bir hal almıştı. Yorgun halini fark etmemek imkansızdı. Aramızda kopan o şey neyse ikimizi de farkında olmadan yavaş yavaş öldürüyordu. Bana yaklaşmak istediğinde elimi bir polis gibi kaldırıp durmasını işaret ettim. Yaşadığımız hiçbir şeyi unutmamıştım. Onu affetmem imkansızdı. O kadar kırgın ve kızgındım ki benden gizlediği şey her neyse onu bile dikkate almıyordum.

 

"Seni caddede öylece görünce..." Sustu. Aramıza öyle mesafeler koymuştum ki birbirimize duyduğumuz aşk bile bu mesafeleri aşmaya yetmiyordu. "Gitmek istiyorum." Cansız ses tonu bakışlarına hüznün bulaşmasına sebep oldu. Dudakları aralandığında bizi bir araya getirebilecek güzel sözler söylemesini bekledim. Yangında olmak istiyordum. Birbirimiz için yaratılmıştık ve tekinsiz inadım yüzünden onunla asla bir araya gelmeye cesaret edemiyordum.

 

"Gitmeni istemiyorum Efsun! Olmuyor! Ben sensiz eskisi gibi olamıyorum." Ona olan hislerim yine mızıkçılık yapmış ve dilimdeki tüm kelimeleri sevdama düğümlemişti. En küçük hareketi bile içimde büyük depremlere sebep olurken ona nasıl direnebilirdim ki? Kalbim bana ihanet ediyordu. Kendime verdiğim tüm sözler karşımda alayla gülüyor, her bir kalp çarpıntımda zayıflığımı yüzüme haykırıyordu.

 

"Gitmek istiyorum!" Yalandı. Güney'den sonra mutlu olamamıştım. Sesini duymadığım her gün cehennem duvarına atılmış bir çeltik gibi bana imkansızı yaşatıyordu.

 

"Burada kal!" Engellemelerime rağmen bana yaklaşmaktan çekinmedi. Yeniden sarmaş dolaş birbirimize kapılmıştık. "Senden ayrı tek bir günümün bile geçmesini istemiyorum. Bu yıldızlarla dolu süslü hayat artık beni mutlu etmiyor. Sensiz şarkıların bile anlamı yok!" Ellerim ona sarılmamak için gururumla müttefik olsa da başım onların hepsini hiçe sayıp göğsünü buldu. Yaşayacağımız birkaç saniyenin ömür olmasını dilerdim. Haksızlıktı bu. Beni bu kadar yaralamamalıydı. Affettiğimde kendimden utanacağım kadar büyük bir tokat yememeliydim. Kendime duyduğum o minicik sevginin de beni terk etmesinden korkuyordum.

 

"Bırak beni!" diye sayıkladım. Kullandığım harflerin hepsi tam tersini haykırıyordu. Aslında her bir zerrem beni bırakma diye yalvarıyordu. "Bize biraz zaman ver! Bugünleri atlatacağımızı biliyorum."

 

"Benim yaralarımı geçen onca yıl bile kapatamadı. Bundan sonra da kapanabileceğine dair bir inanç taşımıyorum." Burunlarımızı birleştirip gözlerini kapattı. Bana bu kadar yakınken zihnimi toparlayamıyordum. İçimdeki hasret başa çıkamayacağım kadar güçlüydü. "Benden gidiyorsun. Seni her geçen gün biraz daha kaybediyorum."

 

"Ben sen yanımda değilken içimde sakladığım ve büyüttüm tüm umutlarımı kaybediyorum. İçimde beni sana getirmek isteyen bir gemi var. Binip bombaladığın o limanlara girmeye cesaret edemiyorum. Kalbimdeki güvercin sana uçmak isterken gururum kanatlarını küle çeviriyor. Yapamıyorum!" Dudaklarıma yaklaştığında ona direnmek için tüm cephanelerimi harcamıştım. Aramızda geçen o tatsız şeyleri defalarca kez düşünmüş ama ona çekilen duygularımı zapt etmeyi başaramamıştım.

 

Daha fazla ısrar etmemeliydi. Çekip gitmeliydi. Ona dair hayaller kurmaktan vazgeçmeyen kalbim yalnız onun varlığıyla sükunete eriyordu. Çenemden tutup beni kendine çektiğinde daha fazla direnemeyeceğimin farkındaydım. Onun gözlerine bakamıyordum. Bana duyduğu aşkın tüm izlerini bir sedef gibi lacivert harelerinde taşıyordu. İnkar etmeye çalıştığım tüm gerçeklerin ayaklarıma dolaşmasından yorulmuştum. Telefonun zil sesi endişeyle yüzümün kasılmasına sebep oldu. Yutkunup güç bela ondan uzaklaşmıştım.

 

Telefonu zigon sehpanın üzerindeki kadife çantamdan çıkardım ve aceleyle ekranı kaydırdım. Arayan Harzem'di. Değişen yüz ifademi belli etmemeye çalışıyordum fakat Güney bir terslik olduğunu çoktan anlamıştı. Parke zeminde eri adımlarla kapıya yönelmek istedim fakat Güney'in bileğimi kavrayan elleri kapı ile aramda bir engel olmuştu. "Nereye gidiyorsun?"

 

"Sana söyleyecek hiçbir şeyim yok! Bırak beni!" Beni biraz daha kendine yaklaştırdı. Dokunuşları sert olmasa da kararlı ve kendinden emindi. "Sana nereye gittiğini sordum. Kim aramış bilmek istiyorum." Uyarır bir bakış atıp bileğime kenetlenen ellerini işaret ettim. "Kabalaşıyorsun. Sana hiçbir şey söylemek zorunda değilim. Biz evli değiliz ve nişanı atalı günler oldu. Artık üzerimde bir hak iddia edemezsin." Bileğime bıraktığında söylediğim sözler için çoktan pişman olmuştum. Yüzükler hâlâ parmağımızdaydı ve ayrı bedenlerde aynı kalp atışının ritmi ile yaşıyorduk. Hâl böyleyken sözlerimle ne kendimi ne de Güney'i asla kandıramazdım.

 

Aniden telefonu elimden kapıp ekrandaki isme çabalarıma rağmen göz attı. " Harzem... Bana hâlâ onunla görüştüğünü söylemeyeceksin değil mi?"

 

"Bu önemli Güney! Bilmediğin şeyler var. Neler hissettiğimi anlayamazsın." Burun delikleri tehditkar bir şekilde iri iri açıldı. "Haklısın! Benim senin hayatında bir yerim yok! Ama belli ki onun var. Harzem sana verebileceği en büyük zararları verdi. Seni o dilenci çetesine satması, bir araya gelmememiz için uydurduğu yalanlar. İftiralar... Belli ki sen bunları çoktan unutmuşsun." Bocaladım. Aramızdaki her şeyi bitirecek birine göre gereğinden fazla telaşlıydım. Evet öyle deyip kestirip atabilirdim fakat bir yanım onu kendimden itmeye çalışırken diğer yanım benden vazgeçmesinden deli gibi korkuyordu.

 

"Sana bilmediğin şeyler olduğunu söyledim!" Ses tonunu yükseltip, "Ben de söylemiştim!" dedi bastıra bastıra. " Ama ne yazık ki beni dinlemeye tenezzül bile etmemiştin. Sen çoktan beni yargılamadan infaz etmiştin." İç çekti. Sohbetin gidişatından endişe duyuyordum. Aramızdaki bütün bağların kopmasına ne kadar kendimi zorlasam da hazırlanıyordum. Yüzünde ilk defa umutsuzluk vardı. Geleceğimizdeki kara bulutların farkına varmıştı.

 

"Galiba sen haklısın. Ben kendi kafamda bir aşk hikayesi uydurdum. Sen beni sevmiyorsun, eğer sevseydin anlayıp dinlemeden arkanı dönüp gitmezdin." Sözleri bana Doktorlar dizisindeki Levent'i hatırlatmıştı. 'Ben bu ilişkiye olan inancımı kaybettim Ela.' Yoksa sonunda başarmış mıydım? Onu göz göre göre kendimden uzaklaştırıp Ceyda'nın kollarına mı itmiştim? Madem olması gereken buydu neden canım bu kadar acıyordu?

 

"Tamam!"

"Anlamadım!" Dedim yüzümdeki yorgun şapşal ifadeyle. Dudaklarını tebessüm etmek için kıvırmaya çalıştı fakat dokunsan ağlayacak bir modda olduğunu farkındaydım. "Tamam diyorum. Eğer gerçekten hayatında bana yer vermek istemiyorsan sana saygı duymaktan başka çarem yok. Seni zorla yanımda tutamam Efsun. Ben gerçek bir ilişkimiz olmasını istemiştim ve belli ki biz bunun için uygun insanlar değiliz. Ben seni olduğun gibi sevdim. Ama sen geçmişinle hiçbir zaman barışmadın. Benimleyken bile aslında hep eski günleri yaşadın. Ben seni bu kadar çok severken sen neden bir türlü kendini sevmeyi beceremedin?"

 

Güney beni iyi tanımıştı. Ben kendimi sevmeyi başaramamış bir kadındım. Yenilgilerim hep bu yüzdendi. Babasının ölümüne sebep olan o küçük Efsun hiçbir zaman kendini affetmemişti. Kendini Demir'den korumayı başaramayan o genç kız elindeki kanlarla oğluna bakarken hep utanmıştı. Ve oğlunu bile o kurtlar sofrasından kurtarmayı başaramamıştı. Bakışlarım meşalesini söndüren Güney'de hassas bir şekilde dolaştı.

 

"Belki bana hissettiğin şeyler bile gerçek değil. Bir boşluğu doldurmak için zihninin yarattığı bir handikap. Artık seni zorlamayacağım." Olmuştu işte. Sonunda Güney bizden vazgeçmişti. İçim kan ağlıyordu fakat cümlesini bozup ona bunun tam aksini söyleyecek hiçbir şeyi dilimden dökemiyordum.

 

"Bunu anladığına sevindim! "Dedim bir aptal gibi. Ona sarılmak, dünyanın en güzel sözlerini söylemek için belki de çok geç kalmıştım. " Senden tek bir ricam var Efsun." Suskun bir şekilde sözlerini tamamlamasını bekliyordum. Onun bakışları ise söylediklerine karşı bir inkar beklentisi taşıdığını ele veriyordu.

 

"Başının yanlış insanlarla belada olduğunu biliyorum. Senin peşindeler. Karşındaki insanlar çok güçlü, aksi taktirde bu kadar büyük bir oyun oynamaya cesaret edemezlerdi. Onları yakalayıp hapse attırana kadar hayatında olmama izin ver. En başından beri sahte bir ilişki yaşayacağımızı söylemiştik. Bırak bir süre daha oyunumuz devam etsin. Altı ay ver bana. O pisliklerin başını ezebilmek için kahrolası altı ay. Sonra istersen çekip gidersin! Söz veriyorum, sana asla ayak bağı olmam." Onunla yeniden bir araya gelme fikri ruhumun sancılanmasına sebep olmuştu.

 

"Bu mümkün değil Güney. Biz birbirimizi seviyorduk. Gerçek bir evlilik için gün sayıyorduk. Hâl böyleyken nasıl yalan bir ilişki içindeymişiz gibi insanları kandırırız. Bunu yapamam. Hem gerçekler er ya da ortaya çıkacak. Bu sahte ilişki sana ve kariyerine de zarar verecektir. Belki de seni hayatımın dışında tutmam sana yapabileceğim en büyük iyilik." Güney başını salladı. Ses tonu biraz öncekine kıyasla çok daha güçlüydü.

 

"Hayır! Asıl şu anki durumumuz bana zarar veriyor. Evlenmek için gün sayıyorduk. İnsanlar aramızda yaşananların bir oyundan ibaret olduğunu sanıyor. Eğer aşkımı istemiyorsan daha fazla seni buna zorlayamam. Ama göz göre göre o insanların avucuna düşmene de izin vermem. Bunu en azından bir vicdan ifadesi olacak algılayabilirsin. 6 ay... Sonra özgürsün."

 

Bir şey söyleyemiyordum. Bu benim yolun başında kaybettiğim bir oyundu. Eskiden rol yapmak bu kadar zor gelmezdi. Ben ona aşık olmuştum. Bu aşk her an kalbimi talan ederken nasıl yanında duygusuz biriymiş gibi dolaşırdım. Dokunduğu her yerde bir iz ararken, o izleri bile sadece Güney'e ait diye severken nasıl başka biriymiş gibi, onu hiç sevmemişim gibi davranırdım? İçimi kemiren iki kurt vardı. Biri aşkı kana kana içmemi sağlayan o yürekli adamı önüme bırakıyordu. Diğeri ise Güney'i karşıma simsiyah bir ihanet sarmalıyla sunuyor ve 'ailenin katilini korudu sustu o' diyordu. Güney içimdeki mavi bir sızıydı. Beni yaşamak zorunda bıraktıklarını unutamıyordum. Onu affedemiyordum. Yaralanacağımı bile bile nasıl o adamın bana dokunmasına, benimle zaman geçirmesine izin verirdi? Onu babamın yerine koymamı nasıl doğal karşılardı? Nemli bakışlarım yorgunlukla aksine hayran olduğum adamın ölüm kokan bakışlarında dolaştı. Amacı neydi? Yoksa benden vazgeçip sadece kariyerinin derdine mi düşmüştü? Beni unutmaya mı karar vermişti?

 

"Bir şey söylemeyecek misin?" Cevap vermedim. Ben kendi duygularımı bile yüzlerce tokat darbesiyle susturuyor, hiç yokmuş gibi davranıyordum. Çantamı alıp hiçbir şey söylemeden uzaklaştım. Kapıyı onun tükenmiş bakışlarının arasında yavaşça örtüp kendimi evin çıkışına attım. Omuzlarımdaki dağlar taşıyamayacağım kadar ağırdı. Zaman sinsi bir düşman gibi hayallerime pusu kurmuş, ölüşümün senfonisini çalıyordu. Adımlarım arttıkça onun kokusundan uzaklaşan zihnin dakikalar boyunca çalan telefonun sesini fark edebilmişti.

 

"Ne var Harzem? Yine ne istiyorsun?" dedi deli bir öfkeyle. Ses tonum sokağı inletecek kadar güçlü çıkmıştı. "Ulan aç kaldım! Saatlerdir neredesin?"

 

"Geber Harzem geber anladın mı? Tek derdim senin miden değil mi?" Bağırıp telefonu cevabını beklemeden yüzüne kapattım. Benim kendime hayrım yoktu şimdi bir de onu beslemekle uğraşacaktım. Yiğit aklımdan çıkmıyordu. İçimde öyle bir sıkıntı vardı ki ne yaparsam yapayım geçmiyordu. Sesini duymadan asla rahat etmeyecektim. Sare Hanım'ı yüzümün aklığından şüphe etmeyerek aradım. Üçüncü çalışta cevap verebilmişti.

 

"Ne istiyorsun yine!" Sert tepkisi dişlerimi sıkmama sebep oldu. Bir de üste çıkıyordu. "Benimle konuşurken ses tonuna ve ifadelerine dikkat et Sare Hanım. Güçlü konumda olmadığını hatırlatırım." Kısa bir duraksamanın ardından bir kaç nefes sesi bırakıp, "Neden aradın!"diye geri vites attı. "Oğlumu görmek istiyorum. Onun sesini duymam gerekiyor. Yiğit iyi mi?" Sesindeki ağlamaklı tını yüreğimin umutlarla beslenen vahşi bir canavar tarafından öğütülmesine sebep oldu.

 

"Hastanediyiz!"dedi kırık bir tonla. "Doruk fenalaştı." Nefesim kesildi. Bir an için zamanın dizgesinden çıkıp dünyanın yalpalayarak durduğunu hissettim. "Oğlum nerde? Ona ne oldu?"

 

"Bu gün senden sonra kemoterapiye geldik. Kaldıramıyor. Artık çok yoruldu Efsun! Anlamıyorsun!" Gözlerim ardı ardına hayal kırıklıklarımı damlattı. Onu göz göre göre kaybediyordum. "Aynı yerde misiniz?"

 

"Evet!"

"Geliyorum!" Bir telaş tınısı adımlarımı duraksatamayacak kadar zayıftı. "Gelemezsin Efsun. Harun burda! Ortalığın daha fazla karışmasını istemiyorum. Evliliğime zarar veriyorsun!" Telefonu suratına kapatmadan önce "Evliliğinin canı cehenneme!"diye deli gibi bağırdım. O esnada taksiye bindiğim için orta yaşın üzerindeki kır saçlı şoför gözlerini kocaman açıp bana hayret dolu bir bakış attı. Ona acele etmesini söyleyip Etiler'deki o lüks hastanenin yolunu tuttum. Taksiciye parayı uzatıp güvenlik engelini aşarak Doruk'un bulunduğu katı görevlilere sordum. Tam o sıra kolumu kavrayan bir çift elle sarsıldım.

 

"Sana buraya gelmemeni söylemiştim!" Kolumu sertçe çekip nefretle yüzüne baktım. "Oradaki benim oğlum! Ona ne olduğu bilmek zorundayım. Bana ihtiyacı var." Beni zoraki sarsarak kenara çekip gözlerini belertti. "Sana ihtiyacı falan yok! Annesi olduğunu bilmiyor bile! Lütfen hemen buradan git!"

 

"Oğlumu görmeden şuradan şuraya gitmem! İyi olduğundan emin olmak istiyorum." Sare Hanım ecel terleri döküyordu. "Seninle böyle anlaşmadık! Beni zor duruma düşürüyorsun. Bak neler hissettiğini anlıyorum. Onun bu durumu en az senin kadar beni de yaralıyor. Ama elimden hiçbir şey gelmiyor. Sırf ona umut olsun diye yeniden anne olmayı bile düşündüm. Hiçbir şey değişmedi." SareHanım'a cevap vermeye hazırlanıyordum ki karşımda gördüğüm adam söylemeyi düşündüğüm tüm sözcükleri intihara sürükledi.

 

" Sare neler oluyor?" Harun Bey tam karşımda gergin ve şüpheli bakışlarla beni süzüyordu. Aramızdaki bu tartışmaya anlam verememişti. "Efsun!" Bir şey söylemesine izin vermeden, "Sadece Doruk'u görüp gidecektim. Hastalandığını öğrendim." Dedim keskin bir tınıyla. Anlayış gösterdiğini hissettirir şekilde başını salladı. Ona duyduğum nefret o kadar büyüktü ki yüzüne bakmaya, sesini duymaya bile tahammül edemiyordum. Birkaç adım daha yanıma yaklaştığında Sare Hanım fark edilir bir telaşa kapıldı.

 

"Seninle konuşmak istediğim şeyler var Efsun! Bizimle ilgili!" Koluma dokunmak istediğinde kendimi geri çektim. Yüzümde alaycı bir tebessüm peyda oldu. "Benim sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok Harun Bey. Geçmişte olanlar o kadar aşikar ki varlığınız bende sadece nefret hissi uyandırıyor. Bana söyleyeceğiniz hiçbir şeyi merak etmiyorum ve öğrenmek istemiyorum." Gözlerindeki hüzün içimi kavursa da düşüncelerimde kararlıydım. "Hiçbir şey bilmiyorsun Efsun! Çok acele karar veriyorsun." İç çekti. Belli ki yaşadıklarımız ona da ağır geliyordu. "Bak kızım!"

 

"Bana kızım demeyin! Bu sözü ağzınızdan duymaya tahammül edemiyorum." Sabırlı davranmaya çalıştığını biliyordum fakat sözlerim beklediğimden çok daha ağır gelmiş gibiydi. Yüzünün kızarması ve bakışlarının nemlenmesi anlam veremediğim kadar aşikardı. "Güney'i boşuna suçluyorsun Efsun! O çok iyi biri. Sadece aramızdaki bazı meselelere karışmak istemedi. Bu sorunu ikimizin halletmesini bekledi. Ondan susmasını isteyen bendim. Seninle konuşmak için doğru zamanın gelmesini bekliyordum." Öfkeyle üzerine yürüdüm. Gözlerimden alev fışkırıyordu sanki. Öfkem mantıklı düşünmemin önündeki en büyük engeldi.

 

" Benim sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok. Bana konuşsak bile ne diyecektiniz? Annemle olan yasak ilişkinizin detaylarını mı tartışacaktık? Hâlâ bana ne büyük bir zarar verdiğinizin farkında değilsiniz. Bana ve aileme yaptıklarınızı bin yıl geçse de unutmam. Beni çok önemsiyormuş gibi rol kesmeyi bırakın. Vicdanınızı rahatlatmanıza asla izin vermeyeceğim. Geçmişte büyük hatalar yaptınız ve o hatalar pek çok insanın hayatına mâl oldu. Bence pişman olup üzülmeniz artık hiçbir şeyi değiştirmeyecek."

 

Bir şey söylemesine izin vermeden Doruk'un bulunduğu odaya doğru koştum. Ardımdan öylece bakıp kalmışlardı. Peşimden gelmemeleri sevindiriciydi. Muhtemelen ağzımdan bir şey kaçırma ihtimalime karşı Sare Hanım onu benden uzak tutmanın yollarını arıyordu. Cam pencerenin önünde oğlumun zavallı hasta haline baktım. Gözyaşlarım sel olmuştu. Bu acı tarifi imkansız bir şeydi. Şu ana kadar yaşadığım hiçbir şeye benzemiyordu. Anne baba acısı yaşamıştım. Onuruma leke sürülmüştü ve kendimi hayatımın en güzel yıllarını geçirebilecekken hapishanede mahkum olarak bulmuştum. Oysa şu an yaşadığım acı hepsinden daha beterdi. Geçmişimi bir şekilde telafi etmeyi başarmıştım fakat Yiğit'in içinde bulunduğu hâl asla telafi edebileceğim cinsten değildi.

 

" Oğlum! Bebeğim!" Sayıklamalarımı duyamayacağını bilerek için için kanadım. Ellerim veda eder gibi cam yüzeyinde hasretle dolaştı. Ona erişememek, dokunamamak, doya doya öpüp koklayamamak beni mahvediyordu. İyileşmek zorundaydı. Onu bulmuşken kendi ellerimle toprağa bırakmaya tahammül edemezdim. Burnundan geçen hortumları gördüğümde canını yakan her şeye lanet ettim. Bu şekilde olmamalıydı. Göz göre göre ölüp gitmesine izin veremezdim. Etrafımda dolaşan hasta insanları görmüyordum. Zihnim ve kalbim sadece oğlumla meşguldü. Beni engellemeye çalışan insanları geçip odasına onu tehlikeye attığımı bile bile girdim. Geçmişi telafi etmek bu kadar zor olmamalıydı.

 

Yatağında her şeyden habersiz derin bir uykudaydı. Gözlerindeki yaşama sevincini hatırladığımda yüreğimin bir kez daha ezildiğini, paramparça olduğunu hissettim. Bu küçük çocuk için bu kadar acı çok fazlaydı. İnsan anne olduğunda artık hayatı tek kişilik yaşayamıyordu. O küçük varlık teninize ruhunuza ömrünüze sirayet ediyor ve sizin bir parçanız oluyordu. Artık acılarınız dahi çift kişilikti. Solgun yüzüne parmak uçlarımla hassas bir şekilde dokundum. Boğmaya çalıştığım haykırışlarımı dudaklarımı ısırarak kendimden uzaklaştırıyordum.

 

"Affet beni bebeğim. Seni bu kadar geç bulduğum için, bunca acıyı yaşarken yanında olamadığım için beni affet! Çok üzgünüm! Sana çok hasretim inan! Beni hayata bağlayan tek şey sendin oğlum! Yalvarırım bana geri dön!" Hassas ve zayıf olan ses tonun baş etmeye çalıştığım yoğun duyguların etkisiyle bir kez daha şahlandı. "Yalvarırım bana geri dön! Böyle çekip gitme ne olur? Annen burada! Seni bekliyor! Yaşayacağımız çok fazla güzel şey var. Beni sensiz bırakma! Seni bulmuşken bir kez daha kaybedemem!" Buhranın içine çekildiğimi biliyordum.

 

"Lütfen dışarı çıkın! Bu yaptığınız çok tehlikeli!" dedi birkaç adım ardımdadaki ses. Doruk'la şu kısacık anlarda öyle çok şeyi paylaşıyordum ki bana seslenen doktoru duymamıştım bile. Onu umursamadan daha güçlü bir sesle yakardım. "Oğlum yalvarırım beni bırakma! Bebeğim aç gözlerini! Seni böyle görmeye dayanamıyorum!" Ellerim titrek bir şekilde zayıf soluk renkteki kollarını kavrayıp sarstı. Üzerine eğilmiş ve gözlerini açması için canhıraş bir şekilde yalvarmaya başlamıştım. "Uyan bebeğim! Annen burada aç gözlerini!" Doktorun güvenliklikle birlikte beni çekiştirmesine aldırmadan, "Aç gözlerini bebeğim! Buradan birlikte çekip gideceğiz. Kimsenin bizi ayırmasına izin vermeyeceğim!"

 

"Hanımefendi bu yasak! lütfen dışarı çıkın hastayı, tehlikeye atıyorsunuz!" Beni kollarımdan yakalayıp çekiştirerek dışarı çıkarmaya çalıştıklarında yerde sürüklenmek pahasına öne atılmış ve beni kavrayan insanların ayaklarını tepeleyerek direnmiştim. "Oğlum! Yiğit!"

 

"Hemen dışarı çıkarın! Bir daha böyle sorumsuzluk istemiyorum!" Yaşadığım sinir krizi insanların bana acıyarak bakmasına sebep olmuştu. Tımarhaneden kaçmaya çalışan bir akıl hastası gibi koltuk altlarımdan ters bir şekilde yakalanmış ve tüm direnişlerime rağmen insanların acıyan bakışlarının arasında koridorun sonuna doğru asansöre bindirilmiştim. Kendimi gözyaşları içinde yaka paça hastanenin dışında bulmuştum.

 

Daha fazla birilerinin itip kalkmasına maruz kalmamak için bizzat kendi isteğimle yağmurlu havaya aldırmadan dışarı çıktım. Herkesten uzak tenha bir köşe bulmuş ve dizlerimin üstüne çöküp hüngür hüngür ağlamıştım. Çok acı çekiyordum. Güney'le evlilik planları yaptığımız o dönemdeki mutluluğum şu anki acıların karşısında el pençe divan durmuş gözyaşı döküyordu.

 

Omuzlarım sarsılırken saçlarım yağmur damlalarıyla sırılsıklam olmuştu. Bugün hasta olmasam bir daha kolay kolay hasta olmazdım herhalde. Islak zeminde çamurun içindeydim. Bunların hiçbirini gözlerim görmüyordu. Kalbim közden bir ırmakken beni ne yağmur serinletiyordu ne de gözyaşı. Sare Hanım'ın sözleri beynimde şimşekler çaktırdı. İstedikleri donörü her yerde aradıkları halde bulamamışlardı. Bana onu iyileştirebilmek için yeniden anne olmayı göze aldığını söylemişti. Sözleri Harun Bey'in sözleriyle uyum içerisindeydi. Onlar oğlumu kurtarabilme şansı düşük insanlardı. Onu belki de sadece ben kurtarabilirdim.

 

Lösemi hastası çocukların pek çoğu donör olması beklentisi ile yapılan ikinci bir çocuk tarafından kurtarılıyordu. Kardeşler arasında uyumun olma ihtimali çok yüksekti. Bu yüzden çiftler hasta çocuklarını kurtarmak için genellikle bir kez daha ebeveyn olmayı kabul ediyordu. Şu anki koşullar altında Yiğit'in biyolojik babasıyla bir araya gelmem imkansızdı. O pislik çoktan cehenneme gitmişti. Geriye tek bir seçenek kalıyordu. Ve ben bunun için gururumu ayaklar altına almaya çoktan hazırdım. Üzerimdeki çamurları elimin tersiyle silkeleyip ayağa kalktım. Beni bu şekilde arabasını alacak bir taksi şoförü bulmak epey güç olacaktı. Nihayet yeniden Güney'in evine geldiğimde tüm cesaretimi toplayıp göz yaşlarımı sildim. Alel acele kendimi düzeltmeye bile vakit bulamadan zili çalmış ve Güney'in tam karşısına dikilmiştim.

 

Beni çamurlu giysilerin içinde ıslak saçlarımla görünce ilk başta bocaladı ve şaşkınlıkla içeri almayı akıl etti. "Hoş geldin! S-seni beklemiyordum." Elleriyle başının arkasını kaşıyıp kekeleyerek bocalar gibi konuştu. "Ya-yani öyle bir gittin ki uzun zaman bir daha benimle görüşmezsin sanıyordum. Sen iyi olduğuna emin misin?" Bakışlarım yorgun bir şekilde benden bir cevap bekleyen genç adama odaklandı. Yüzümde kararını vermiş bir kadının ıssızlığı yatıyordu.

 

"İyi değilim! Ama olacağım!" dediğimde gözlerini birkaç kez kırpıp alık alık baktı. " Bana benimle evlenmek istediğini söylemiştin. Altı ay için de olsa karın olmama razı olmuştun. Eğer teklifin hâlâ geçerliyse kabul etmek istiyorum." Küçük bir şok dalgası yüzünün her santimine yayıldı. Yüzü renkten renge girmişti. Yutkundu. Benden böyle bir çıkışı beklemediğini biliyordum.

 

Yarım bir tebessümle "Sen ciddi misin?" diye sordu. Başımı hafifçe salladım. "Evet! Hiç bu kadar ciddi olmamıştım. Ama benim de şartlarım var!" Aydınlanan yüzü gerilen kaşlarıyla tamamlandı. "Bu evlilik altı aylığına da olsa gerçek bir evlilik olacak. Yeniden anne olmam gerekiyor. Buna mecburum." Bakışlarım yere indirip kızaran yüzümü saklamadan ondan gelecek cevabı bekledim. O kadar şaşırmıştı ki biraz önceki kekelemelerini bile mumla arıyordum.

 

"Sana mecburum! Oğlumu buldum. Onu..." Yutkunamadım. Bunları konuşmak benim için çok zordu. "O kanser hastası. İyileşmesi için tek şansımız uygun donör olabilecek yeni bir bebek! Eğer bunu yapmazsam onu bulmuşken doyamadan bir kez daha kaybedeceğim." Sesim titredi ve gözyaşlarım bana rağmen akıp yüreğine damladı. "Onu kaybetmeye dayanamam Güney!" Sıklaşan nefes alış verişlerine belirginleşen alın çizgileri eklendi. Söylemek istediğim her şeyi kar an çorman anlatmıştım. Bana delirmişim gibi bakıyordu. "Kim? Kimden bahsediyorsun!"

 

"Doruk..." Yutkundum. " O benim oğlum Güney... Yıllarca izini aradığım oğlum!"

 

 

🌟🌟🌟

 

 

Merhaba arkadaşlar. Bu haftaki bölümünüz oldukça çarpıcı ve duygusal oldu. Umarım sevmişsinizdir. 🌟☺️ Biraz geciktik. Hem okulların açılması hem de Defne'nin iki kez üst üste hasta olması elimi yavaşlattı. Ben, eşim ve kızım hâlâ hastayız. Grip perişan etti. Umarım sizler iyisinizdir.

Efsun ve Güney'in ilişkisi çarpıcı bir şekilde devam ediyor. Yeni sırlar heyecan verici olacak. Bu arada Artemisin Gözyaşları da oldukça güzel ve heyecanlı gidiyor. Bence ilgi çekici bir kurgu olacak. 5. Bölüme bu gün başlarım. 8. Bölümü bitirdiğimde de tanıtım filmini yayınlayacağım. Böylece beklemeden okuyabileceksiniz. 😉

Hüsran'ın editöre geçmesi için bir kitaplık sıramız kalmış. Süreç biraz yavaş işliyor ama neyse ki ben hızlıyım. İkinci kitabı da teslim ettim. İnşallah güzel haberlerle karşınıza geleceğim. Yorumlarınız ve destekleriniz bekliyorum. Beni instagramdan takip etmeyi unutmayınız. 🌟☺️

 

İns: seyma_yldz_koc

Wattpad: syildiz_koc

Loading...
0%