@syildiz_koc
|
Medya : Emircan iğrek (facia)
"Gözleri kısıldı. Bakışları ıssızca yüzümün her bir zerresinde dolaştı. "Sen neden bahsediyorsun?"
"Güney! Doruk benim oğlum! Yıllar önce benden zorla koparılan oğlum. Sare Hanım ve diğerleri bana büyük bir oyun oynadı. Oğlumu çekip aldılar ve hiçbir şey yokmuş gibi hayatlarına devam ettiler." Yüzündeki anlamsız ifadeyle bir adım geriledi. Yoksa bana inanmamış mıydı? Beni anlayamamasından delicesine korkuyordum. "Anlayamıyorum. Neden? Bu kanaate nasıl varabildin?"
"Gerçekleri Harzem'den öğrendim. İtiraf etti! Yaşadıklarım sözlerini destekler nitelikte." Bakışlarındaki inançsızlık yüreğine dokunmuştu. "Ne yani! Her şeyi planladıklarını mı söylüyorsun? Yo hayır bu olamaz. Bunca şeyi Sare Hanım'ın yaptığına inanmak istemiyorum." Geçen her saniye hayal kırıklıklarımı daha da arttırdı. Yoksa Güney yalan söylediğimi mi düşünüyordu? Benden uzaklaşıp birkaç adım geriledi. Söylediklerime inanmakta güçlük çektiğini anlamıştım.
"O adam pisliğin teki. Ya bizi kandırıyorsa. Ya yine para sızdırmaya çalışıyorsa!" Etrafımda dolaşmaktan başımın dönmesine sebep olan Güney'i kollarından yakalayıp durdurdum. "Yalan yok Güney. Harzem her şeyi itiraf etti. Gerçekleri teyit etmek için Taşpınar Malikanesine gittim. Sare Hanım'la karşılaştık. Ona bana yaşattığı tüm acıların hesabını sordum. Yaptığı hiçbir şeyi inkar etmedi. Bana çaresiz olduğumu, oğlum o haldeyken gerçekleri ortaya çıkarmamın bir intihardan farksız olacağını söyledi. Kocasından bir şeyler sakladığını anladım. Susmamı istiyor." Yutkundum. O anlar aklıma geldiğinde nefes dahi alamadığımı hissettim. Oğlum o kadar hastayken nasıl her şeye susabilir ve benden uzak kalışına tahammül edebilirdim? Birbirimize ihtiyacımız vardı.
Duydukları Güney'in hayretten elinin ayağının birbirine dolamasına sebep oldu. En başından beri peşine düştüğümüz o çocuğun amcasının evinde olması şaşırtıcıydı. Bu kadarını kimse beklemiyordu. "Bu akılalmaz bir şey. Demek her şeyi kabul edip susmanı istedi. Gerçekten anlayamıyorum! Neden? O çocuğu kendi çocukları gibi gösterdiler? Amcamın gerçekleri öğrenebileceğini nasıl hesaba katmazlar?"
Dudaklarını dişlerinin arasına alıp bakışlarına odada boş boş gezdirdi. Hiçbir şey görmüyor sadece zihnindeki o karelere odaklanıyordu. "Neden senin oğlun? Kimsesiz, çaresiz o kadar çok çocuk var ki! Kaybolsalar kimse derdine bile düşmez! Neden onlardan birini almayıp sahipli bir bebeği öldü göstererek başlarını belaya soktular?"
"Bilmiyorum Güney!" dedim gerginlikle. Açıkçası artık bu durumu eskisi kadar sorgulamıyorum. Harun Bey'in ailemle bir irtibatını olduğu kesindi. Belki de ailemden geriye kalan tek kişiyi üzmek Sare Hanım gibi sadist duyguları olan bir kadını memnun etmişti. Belki de zayıf olduğum için peşlerine düşemeyeceğimi zannetmişlerdi. Hiçbiri umurumda değildi. Oğlumu istiyordum ve gerekirse bu arzumun bütün bedenlerini ödemekten çekinmeyecektim.
"Açıkçası artık hiçbir soruyla ilgilenmiyorum. Yiğit hasta. Uzun zamandır onu kurtaracak olan donör bulunamıyor. Eğer böyle devam ederse onu kaybedeceğim." Cümlenin sonunda sesim iyice kısılmış söylediklerim yüreğime ağır gelmişti. "Benden bu yüzden kan almışlar. İşin içinde Zahir Bey denilen o adam da var." Yığılır gibi koltuğa oturup başımı ellerimin arasına aldım ve gözyaşı dökmekten fazlasını yapamadım. Güney hemen yanıma oturup çenemden tutarak yüzümü kendine yaklaştırdı. Gözlerinde acımı paylaştığını görüyordum fakat ne yazık ki bu kadarı yetmiyordu.
"Bana inanmıyor musun ? Yalan söylemek için hiçbir sebebim yok ! Senin Doruk olarak bildiğin çocuk Yiğit'in ta kendisi !" Koltuğun üzerindeki çantamı açtım ve içinden ikimize ait olan hoş bir resim çıkardım. Dalgalı saçlarım ve mavi gözlerimin değdiği en değerli noktada beş aylık olan minik yavrum kameraya gülümsüyordu. Birlikte çekildiğimiz son fotoğraf canımı acıttı. Fotoğrafı Güney'e uzattığımda bakışlarındaki şaşkınlık yerini hüzne bıraktı.
"Üzgünüm! Olanlar gerçekten akıl alır gibi değil! Evet bu Doruk'un fotoğrafı..." Sonra yanlış bir şey söylemiş gibi geriledi. "Yiğit'in demek istedim. Onu Amerika'dan getirdiklerinde altı aylıktı. Üzerinde mavi renkte tatlı bir takım vardı. Annesi de dahil olmak üzere çevresindeki herkese yabancı gözlerle bakıyor ve sürekli ağlıyordu. Çok huysuz bir çocuktu. O sıralarda amcamla iyi ilişkiler kurabildiğimizi kimse söyleyemezdi. Şimdi her şey anlam kazanmaya başladı." O bana keskin keskin bakarken oğlumun benden sonra nasıl bir hayat yaşadığını bir de Güney'den duymak istiyordum.
"Şimdi her şey anlaşıldı. Demek Sare Hanım doğumdan sonra altı ay bu yüzden gelmek istemedi. Harun amcam batmak üzere olan işleri toparlamaya çalışırken o oğlunun yerine koyacak bir bebek arayışındaydı. Dedemin hastalığı için bir süredir Amerika'da kalıyorlardı. Sare Hanım dokuz aylık hamileyken dedemi kaybettik. Haşmet Taşpınar Amerika'da doktorların tüm uğraşına rağmen hayatını kaybetmişti. Amcam cenaze işleri için Türkiye'ye geldiğinde Sare Hanım doğum yaptı. O sıralarda öyle sıkıntılı bir haldeydi ki amcam yeniden Amerika'ya dönüp karısıyla ve çocuğuyla ilgilenemedi. Demek her şeyi o dönemde planlamışlar." Harun Bey adının geçmesi bile dişlerimi sıkmam için yetmişti.
"Belki de en başından beri her şeyin farkındaydı! Benimle bu kadar yakın ilişkiler kurmasının altında yatan sebep de buydu kim bilir?" Güney tuhaf bir şey söylemişim gibi geriledi. Düşüncelerimi desteklemekten vazgeçmeyecektim.
"Harun Bey en başından beri bizi evlendirmek istiyordu. Sana yakınlaşmam için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Sen onun kanındandın ben de Yiğit'in annesiydim. İkimizden doğacak bir çocuk oğlunu kurtarması için bir fırsattı. Bana bu konuyu açtığında afalsam da düşüncelerine hak vermiştim. Neden bir araya gelmemizi bu kadar istediğini şimdi çok daha iyi anlıyorum. Harun Bey de en başından beri bu işin içindeydi fakat fikrimce öne çıkmak ve suçlanmak istemedi." Güney dünyanın en aptalca şeyini söylüyormuşum gibi yüzünü burktu ve başını olumsuz anlamda salladı. Kimse haksız olduğumu söyleyemezdi. Geçmişte böyle derin yaralarımız varken Harun Bey'in bu kadar yakınıma gelmesi ve benimle bu kadar iyi ilişkiler kurması çok fazlaydı.
"Yanılıyorsun Efsun! Amcam böyle biri değil! Eğer çocuk evlat edinmek isteseydi bunu oğlunu elinden alarak yapmazdı. Zengin olduğu için fakir aileler çocuklarını güle oynaya ona verirdi zaten! Onu da bizi kandırdıkları gibi kandırmış olmalılar." Ayağa kalktı. Kapıya yöneldiğinde ben de peşinden gitmekte bir an bile tereddüt etmedim. "Gidip bunun hesabını soracağım! Amcamla konuşup her şeyi anlatacağım." Yerimden ok gibi fırlayıp kapının önünde bakışlarının odağında durdum. Nefes nefese halim ve korkudan dengesini kaybeden mimiklerim dikkatinden kaçmamıştı.
"Gidemezsin Güney! Yiğit'in hiçbir şey bilmesini istemiyorum. En azından şu hastalık ortadan kalkıncaya kadar. Hayatında bu kadar ani bir değişimin olması ona zarar verebilir. Gerçekleri ortaya çıkarsak bile bir pedagogdan yardım alarak bu durumu düzeltebiliriz. Harun Bey'in karşısına dikilip gerçekleri anlatacağım. Fakat bu şekilde değil! Elimizde güçlü kanıtların olması gerekiyor. Onları susturacak ve söyleyecekleri tüm yalanları bertaraf edecek güçlü kanıtlar..." Güney sözlerime hak vermiş gibi geriledi. Yüzüme her baktığında ne kadar acı çektiğini görebiliyordum.
"Haklısın. Karşılarına güçlü bir şekilde çıkmamız gerekiyor. Bunun için ne gerekiyorsa yapacağım yaptıkları haksızlıkların bedelini ödeyecekler." Bir süre sessiz kaldık. Görüşmediğimiz o zamanlarda sanki aramıza iki kara gölge girmiş ve bizi birbirimizden koparmıştı. Eskisi gibi ona huzurlu bir şekilde sarılamıyordum. Yaşadığımız kötü şeyleri unutamıyor ve eskisi gibi güvenemiyordum. Kaybetme korkusu beni geçmişe bir sünger çekmeye mecbur etti. Güney'e ihtiyacım vardı. Eğer oğlumun hayatını kurtarmam buna bağlıysa Güney'le evlenecektim. Bu teklifi yapmak benim için de çok zordu. Ama utancım oğluma duyduğum bağlılığın gölgesinde çok zayıf kalmıştı.
"Üzgünüm!" Dediğinde bakışlarımı kaçırdım. Hakkımda ne düşündüğünü bilmiyordum. Yaşadığım kabusa onu çekmek ne kadar doğruydu? Bana sarılmak için yaklaştığında bir an bile tereddüt etmeden başımı göğsüne yasladım ve ona sımsıkı tutundum. Çok acı çekiyordum, göğsünün üzerindeki o güzel yerde dinlenmeye ihtiyacım vardı. O yanımdayken kendimi iyi hissedebilirdim. Olan biteni unutmak bana bu kadar zor gelmemeliydi. Elimden tutup şöminenin yanındaki minderlere götürdü.
"Kıyafetlerin çok ıslak Efsun! Üşütüp hasta olacaksın. Senin için yeni bir şeyler getirmeliyim." Beni Ayağa kalkıp hole yöneldi. Birkaç dakika sonra dönüp geldiğinde üzerinde tatlı bir eşofman takımı vardı. Siyah takımın içinde kaybolacağımı biliyordum, fakat hiçbir şey ıslak bir sıçan gibi tir tir titremekten daha kötü değildi. Beni yalnız bırakıp mutfağa yönelirken üzerimdeki ıslak şeylerden kurtuldum ve saçlarımı getirdiği havluyu sardım. Bu şekilde daha iyi hissettiğimi söyleyebilirdim. Giyindiğimden emin olduğunda elinde telefonla içeri girdi. Kıvanç'tan kendisi için bir şeyler bulmasını istiyordu. İçinde Yiğit'in adının geçtiğini bilmek kalbimin deli gibi atmasına sebep oldu. Bu işin peşini bırakmayacağını, bağlantılarını kullanarak her şeyi ortaya çıkaracağını biliyordum.
Mutfakta bir şeyler pişirirken aynı zamanda Kıvanç'a bazı talimatlarda bulunuyordu. Yaklaşık yarım saat sonra elinde iki kase çorbayla yanıma geldi. Üşüdüğümü düşünüp bir şeyler hazırlamış olmalıydı. Tepsiyi önüme koyduğunda minnettar bir şekilde gülümsedim. "Teşekkür ederim!"
"Rica ederim. Çok üşümüş olmalısın! Sıcak bir çorba ikimize de iyi gelecek. Hem kafamızı toparlayıp ne yapacağımıza bir an önce karar vermemiz gerekiyor. Eğer düşüncende kararlıysan düğünümüzün gerçekleşmesine sadece on gün kaldı. On gün... Yiğit'i kurtarmak için bana o kadar uzak geliyordu ki. Çok geç kalmıştık. Onu kurtarabilmek için yeterli zamanımın kalıp kalmadığını bile bilmiyordum. Güney'i baba olmaya mecbur etmem ne kadar sağlıklıydı bilemiyordum. Güzel bir kariyeri, huzurlu bir hayatı vardı. Bana duyduğu aşkı kullanarak onu bu hayata mecbur etmem ne kadar sağlıklıydı? Söz konusu Yiğit olduğunda bencilleşmekten kurtulamıyordum. Onu hayatta tutmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım.
"Olanları hâlâ inanamıyorum." dediğinde yudumladığım çorbayı birkaç dakikalığına da olsa bıraktım. " Her şeyin böyle gelişmesi akıl alır gibi değil. Bunca zaman saman altından su yürütmüşler resmen." Masanın üzerindeki fotoğraflara bir kez daha baktı. Güney fotoğrafları evirip çevirdi ve hayretle bakışlarını üzerinde bir süre daha dolaştırdı.
"Doruk'un bebekliği..." Sosyal medya hesabını açıp uzunca bir taramadan sonra beş yıl önce çekildikleri bir başka fotoğrafı bana telefonunun ekranından işaret etti. "Bunu görüyor musun? Bileğindeki künye bile aynı!"
Fotoğrafa parmak uçlarımla dokunup, "Künyeyi onun için ben yaptırmıştım. İç tarafından isimlerimizin baş harfi yazıyor." Güney uzun uzun fotoğrafa dalarken oğlumun sağlıklı olan güzel yüzü ruhumda ölüm kelebekleri uçurmuştu. Ona öyle çok seviyordum ki saçının teline bile zarar gelse yüreğimden alevler yükseliyordu.
"Daha fazla susamayız Efsun. Eğer dediğin gibiyse bunu ortaya çıkarmak zorundayız! O insanlar amcamı kandırıyorlar. Bundan adım gibi eminim. Künye tek başına yeterli değil. Dna testi yapmalıyız."
"Daha önce dna testi yapmayı denedim. Sanırım test sonuçlarıyla oynayıp beni yanılttılar. Zahir bey ve Sare Hanım oyunları ortaya çıkmasın diye her türlü yanlışı yapmaya hazır. Biz test yaptırdığımızda da muhtemelen sonuçlarla oynandığını iddia ederek kendilerini haklı çıkarmaya çalışacaklar." Güney başını sallayıp haklılığımı onayladı. Gözleri tekrar esrarlı bir şekilde kısıldığında başka planları olduğunu anlamıştım.
"Amerika'daki hastanede mutlaka olayların şahidi olan birileri vardır. İsimsiz ölü bebeğin kaydına bir şekilde ulaşabilirsek işimiz kolaylaşır. Korkma her şeyin üstesinden geleceğiz. Sadece bana güven! Düğünden önce gerçekleri ortaya dökmek için her şeyi yapacağım." Güney'e güveniyordum. Fakat bu hengamede Yiğit'in zarar görme ihtimali her zaman vardı. Bu sebeple dikkatli olmak zorundaydık. Oğlumun daha fazla hastalanmasını istemiyordum.
Kendimi zorlayarak biraz daha çorba içmeye çalıştım. Kalben o kadar yorgunum ki ne çorbayı ne de bir başka şeyi gözüm görmüyordu. Oğlumun iyi olduğunu öğrenmeden asla huzur bulamazdım. Birkaç kaşık daha alıp ısınmak için şömine yakınına geldim. Çok üzgün ve mutsuzdum. Güneyin varlığı bile beni iyileştirmeye yetmiyordu. Kalbimi saran evlat hasreti aşkı çoktan gölgelemiş, beni parmağında oyuncak etmişti. Uzaklaşmam Güney'in de iştahını kesmiş olacak ki yanıma gelip sokuldu. Sözde sahte bir ilişkiden bahsediyorduk ama duygularım hiç olmadığı kadar yalın ve gerçekti. Güney'i unutamıyordum. Ona bir yabancı gibi davranmak benim için çok zordu. Çok yorgun ve uykusuz olduğumu hisseden bedenim kendini yavaş yavaş minderlerden Güney'in dizlerine doğru bıraktı. Kokusunu özlemiştim. Sıcacık gözleri dokunuşu ve ona dair olan tüm güzellikleri seviyordum. Eğer günün birinde yeniden anne olmak istesem bebeğimin babasının sadece Güney olmasını isterdim. Elleri saçlarımı okşarken uyku yavaş yavaş bedenimi esir almaya başlamıştı.
"Altı ay için bile olsa seninle olmak istiyorum. Ben aile sıcaklığımı sadece sende bulabiliyorum Güney." Bu sözleri uyku sersemi söylediğimi biliyordum ve ne yazık ki gerçek düşüncelerimdi. Keşke pişman olmayacağımın garantisini verebilseydim. Ne kadar unutmak için çaba sarf etsem de Güney o adamın yeğeniydi ve bana karşı onunla işbirliği yapmıştı. Bu gerçek nefes aldığım müddetçe hep benimle gelecekti.
***
Gözlerim usulca açıldı. İki gün önce Güney'le kurduğumuz planı hayata geçirmek için onun evine gelmiştik. Benimle ilgili her şeyle olduğu gibi konuyla da alakadar oluyordu. Birlikte kurduğumuz planın işleyişinin zarar görmesi en son isteyeceğimiz şeydi. Zahir Bey ve Sare Hanım'ın yalanlarını ortaya çıkarmak için kolları sıvamış ve gereken neyse yapmıştık. Güney bunun için tüm imkanlarını seferber ediyordu. Onu içimde kısmen aklayabilsem de tamamen affedememiştim. Benim için öyle çok çaba sarf ediyordu ki ona duyduğum öfkenin diri kalması şu koşullar altında neredeyse imkansızdı. Telefonla hiç ummadığım yerlerdeki insanlarla bağlantılar kuruyor ve bize gerçekleri getirecek delilleri avlamaya çalışıyordu.
Telefon görüşmelerinden birini daha yaptığını görerek çalışma odasına gittik. Onu affedebilmiştim değildim. Kalbimdeki sancının kolay kolay geçip gitmeyeceğini biliyordum ve onunla sınırlı sürede bir evlilik yapmayı planlıyordum. Her koca bir karmaşadan ibaretti. Güney'den bir çocuk sahibi olup olamayacağımı bilmiyordum. Olsa bile söz konusu çocuğun Yiğit'e uygun bir donör olması şüpheliydi. Tüm emeklerimizin boşa çıkması ihtimal dahilindeydi. Her şey bir yana Yiğit o dünyaya gelene kadar hayatını kaybedebilir ve organ yetmezliği gibi başka sorunlarla karşılaşabilirdi. Oğlumu kemoterapi ilaçlarıyla onu aslında bizzat ölüme ittiklerini biliyordum. Kötü bir haberle yüzleşmeye tahammül edemiyordum. Canım acıyordu. Bu cümlenin içini evlat acısından daha fazla neyle dolduracağımı bilmiyordum. İçim de dışımda yangındı. Ve bu yangın öyle büyüktü ki söndürmeye kimsenin gücü yetmezdi. Ne gözyaşlarım o közleri söndürebilirdi ne de feryatlarım.
"Bir şeyler yemelisin! Yiğit'in senin güçlü olmana ihtiyacı var. Ayakta durmamız gerekiyor." Yanağıma damlayan o birkaç damla yaşı silip nefes almaya çalıştım. Bir taş soluk boruma oturmuş, ciğerime girmeye çalışan tüm oksijeni durdurmuştu. Bir tabutun içinde kapalı kalmaya mahkum edilip canlı canlı çürütülen zavallı bir kelebek gibiydim. Geçen zaman bendeki tüm güzellikleri solduruyordu. Yiğit'i kurtarmak için korkularımı bir kenara bırakacak ve Güney'in karısı olacaktım. Bana dokunmasına izi vermek son yaşananlardan sonra çok daha zordu ama bunu başaracaktım.
"Beni duyuyor musun?" Titrek bir şekilde başımı salladım. "Canım istemiyor. Oğlum bu haldeyken hiçbir şey yapamıyorum."
"Üstesinden geleceğiz." Gözyaşlarım yanaklarımı aşındırırken yüzümde hüzünlü, alaycı bir tebessüm belirdi. "Buna olan inancımı güçlü tutmaya çalışıyorum." Bir hıçkırık dudaklarımdan firar etti. gözyaşlarımın sözlerimi yalancı çıkarması uzun sürmemişti.
"Güney... Onu göz göre göre kaybediyorum. Ya geç kalırsak! Ya hiçbir şey hesap ettiğimiz gibi gitmezse! Ya biz onu kurtarana kadar Yiğit..." Sözlerimin devamını getiremedim. Bana sımsıkı sarıldığında Güney'i terk eden gururumdan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Kanatlarının arasındaydım. Yanaklarının boynumda bıraktığı o tatlı hissi acı çekmekten bitap düşen yüreğime sundum. Sırtını kavrayan ellerim yaşadıklarıma duyduğum öfkenin hıncını çıkarır gibi tişörtünün kumaşını sıktı. Kokusu bu kadar huzur verici olmamalıydı.
"Sana böyle gelmek istemezdim. Seni baba olmaya mecbur etmek istemezdim. Bunu kabul etmek zorunda değilsin Güney!" Beni göğsünden uzaklaştırıp yüzümün sağ tarafını yumuşak avuç içleriyle okşadı. O gün aşktan çok şefkate ihtiyacım olduğunu anlamıştım. Tüm acılarımı iyileştirip beni ayağa kaldıracak olan şey bu duygu muydu?
"Sen..." dediğimde dudaklarımı kapatıp söyleyeceklerimi susturdu. "Mecbur olduğum için yapmıyorum. Senin acı çekmen beni öldürüyor. O neşeli haylaz kadını geri istiyorum. Sen beni çok sevmesen de ben seni tüm ömrümü harcayacak kadar çok seviyorum. Oğlunu... Oğlumuzu kurtarmak için sahip olduğum her şeyden vazgeçebilirim. Sadece..." Elleri yüzümü terk etti. Üşüdüğümü hissediyordum. Teninin benden uzaklaşmasına dayanamıyordum. "Sadece..."diye tekrar ettim. "Sadece beni sevdiğin için dönmeni isterdim. Ben senin bana yüreğin dışında hiçbir sebep için mecbur olmanı istemedim. Kurmak istediğim yuvanın temelinde sevda olmalıydı. Mecburiyetler değil."
Suskundum. Haklıydı. Onu affetme büyüklüğünü gösterememiştim. Yaptığı belki yanlıştı ama söz konusu Güney olduğunda daha anlayışlı olabilirdim. Onu tanıyordum. Bir daha karşıma bir benzerinin çıkamayacağını düşüneceğim kadar mert bir adamdı. Hal böyleyken davranışlarının altında yatan sebebi öğrenmeyi çekip gitmeye tercih etmem gerekirdi. Yapamamıştım. Kin ve nefret ağzıma kilit vurmuş yüreğim en güvendiğime sırtını dönmüştü. Onu içimde bitiremeyeceğimi bile bile hayatımda bitirmeye kalkmıştım.
"Güney..." "En çok daha canımı söyleyemediğim bir başka gerçek acıtıyor." Kaşlarımı kaldırıp alnımı kırıştırdı. Konuşmanın aramıza uçurumlar inşa edecek bir başka noktaya kaymasından korkuyordum. Onu sevdiğime inanmıyor muydu? "Ya o pislik ölmeseydi. O zaman böylesi bir konuda gideceğin ilk kişi ben olur muydum?" Cevap veremedim. Demir'den deli gibi nefret ediyordum. Bunu yapmayı zerre kadar istemezdim ama çaresizlik beni ona teslim olmaya bile itebilirdi. Oğlum her geçen gün biraz daha ölürken nasıl kendi gururumu ve mutluluğumu önceleyebilirdim? Bunu o çocuğa nasıl yapardım? Birlikte yaşayacağımız günler için buna değmez miydi?
"Sanırım cevabımı aldım. Senin hayatında bir tek bana yer yok! Tek taraflı yaşadığım bu duyguları istemezsen evliliğimiz 6 ay sonra biter. Seni hiçbir şeye zorlamak istemiyorum." Sözlerinin yanlışlığını anlatmak için ağzımı açtığımda, "Bir şey söylemene gerek yok!" diye kestirip attı. Kendisini sevmediğimi düşünüyordu. Oysa ondan başka kimseyi hayatıma alamayacak kadar kalbimi tıka basa onunla doldurmuştum. Biraz düşünmek istiyordum. Belli ki su akacak ve zamanla yerini bulacaktı.
"Biraz zamana ihtiyacımız var! Bir şeylerin durulması ve normale dönmesi gerekiyor."
"Peki! Madem öyle diyorsun." Uzaklaşmaya yeltendiğinde bir şey anımsamış gibi bana yöneldi. "Eğer istersen planladığımız düğünü iptal edebiliriz. Basit bir nikah da benim için sorun olmaz. Hem Yiğit hastayken böyle şeyleri düşünmemiz doğru olmaz." İnce düşüncelerinden etkilenmeden duramıyordum fakat sanat dünyasında bu tarz şeylerin ne kadar önemli olduğunu biliyordum. Apar topar düğünsüz bir şeyler yapmamız kariyeri açısından zararlı olabilirdi. "Çok fazla abartmamıza gerek yok! Uzun zamandır bunun hazırlığını yaptığını biliyorum. Seni hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Hem annenin düğün konusundaki heveslerinden haberim var. Çok üzülür benim yüzünden aranızın açılmasını istemem." Güney ü kırgınlıkla elimi tuttuğunda tenimin yeniden ısındığını hissettim.
"Hiçbir şey sizden daha önemli değil Efsun. Bizi düşünme!" "Sadece her şeyin olması gerektiği gibi olmasını istiyorum. Sen bu kadar uğraşmışken emeklerinin boşa gitmesini istemem. 2-3 saatlik sıradan bir düğün bizim için yeterli. Aynı şeyi nikah kıysak da yapardık muhtemelen." Yüzünde buruk bir tebessüm belirdiğinde dudaklarımın hafifçe kaymasına engel olamadım. "Düğünde de böyle somurtup gözyaşı dökecek misin? İnsanlara bu ağlak gelinin açıklamasını yapmakta zorlanabilirim."
Muzır muzır sırıttım. "Sorun olursa delinin tekidir başıma bela ettim o yüzden somurtuyor dersin!" Sesli bir şekilde güleceğini tahmin etmiştim. "Bence o gelinin güzelliği herkesi öyle büyüleyecek ki kimse bana bu soruyu sormaya cüret edemeyecek. Yollarımızın ayrıldığı gün güzelliğin dilimin tutulmasına sebep olmuştu. Heyecandan derdimi bile anlatamamıştım. Şimdi korkuyorum, nikah memuru adımı sorduğunda evet diye bağırırsam kaç gün magazin gazetelerine malzeme olurum?"
Kıkırdadım. Bu adam kalbime gidecek yolu hep bir şekilde buluyordu. Bir tatlı iki Güney'den gelen güzel sözler... Zaten beni de bu şekilde kandırmış olsa gerek! Erkek görünce şeytan çarpmış gibi olan Efsun Dumanlı ilk defa birine gönül veriyordu. "İnsanlar senin peşinde koşarken başka haber yazamıyorlar zaten. Utanmasalar kaşının üzerindeki perçemlerin bile reklamını yapacaklar. Ne anlıyorlar başka insanların özel hayatlarını karıştırmaktan hiç bilmiyorum. Bazen diyorum ki keşke sıradan biri olsaydın! Seni imza isteyen hayranlarınla paylaşmak bile bana zor geliyordu. Hatta bunu düşünüp uzunca bir süre huzurumun kaçtığı bile oluyor. Uykularımı kaçırıyorsun Star bozuntusu!"
Keyifsizliği geçmiş, yüzünde yeniden güller açmaya başlamıştı. "Seni haylaz cadı! Beni kendine aşık ettiğinden beri asıl benim uykularım kaçıyor! En son ne zaman deliksiz uyudum onu bile hatırlamıyorum. Doğruyu söyle yoksa bana büyü falan mı yaptın? Hani nerede sopan? İtiraf et kurtul! Ben böyle sevmeyi bilen bir adam değildim. Şarkı, beste falan da yapmak istemezdim. Şimdi içimden gelerek yazıp çiziyorum hepsini. Dünyaya derdimi anlatmam istiyorum. Küçük yaramaz kızın şarkıcıyı nasıl kandırdığını herkes çok merak ediyordur." Biraz önceki tek taraflı aşk edebiyatını bıraktığına sevinmiştim. Benim ondan başkasını gözüm görmüyorken nasıl sevmediğimi düşünebilirdi?
"Sana büyü falan yapmadım! Sen zaten şarkılarınla milyonları büyülüyorsun. Korkarım buradaki büyücü senden başkası değil! Başka türlü sana vurulmazdım herhalde! Kördüğüm olmuş bu kalbi sadece sen açabildin!" Bu aşk itirafından hoşlanmıştı. Yanaklarındaki o iki tatlı çukurun bana haylazca göz kırptığını hissettim.
"Beni gerçekten seviyor musun? Buna inanmalı mıyım?" Sözleri yüzümdeki tebessümün solmasına sebep oldu. Yeniden o kötü anları zihnimin kuytu köşelerinde hissettiğimde bir adım uzaklaşma ihtiyacı hissettim. Yanlış bir insan aramızdaki tüm güzellikleri öldürüyordu. Güney'in sokaktaki bir dilenci olmasını o adamın yeğeni olmasına tercih ederdim. Güney hayatımda olduğu sürece istesem de istemesem de Harun Bey'le karşı karşıya gelmekten kurtulamayacaktım. Gerçekleri ortaya çıkardığımda acaba biraz olsun birbirimizin yüzüne bakacak halimiz kalacak mıydı?
Ayaklarımda minik salyalar hisseder hissetmez küçük bir çığlık kopardım. Tom'u gören Jerry gibi Güney'in üzerine atılmam uzun sürmemişti. " Ay bu şey de ne böyle?" Güney hayranlıkla kucağındaki zavallı ben ve minik köpeği Natalie arasında bakışlarını dokudu. "Ona şey deme! Natalie hassas bir köpektir. Üzerine alınırsa birkaç gün asla yemek yemez. Patileriyle gözlerini kapatıp mırıl mırıl ağlar! O genç bir kız ve gururu çok çok önemli!" Kahkahalarla güldüm. Hâlâ kucağında iken minik köpeğe korku dolu bakışlar atıp endişeli bir şekilde sırıtmaktan kurtulamıyordum.
"Beni yemez değil mi?" Dünyanın en acayip şeyini söylemişim gibi kaşlarını çatıp yüzüme tatlı tatlı baktı. " Kızımın yamyam olduğunu söylemedim Efsun Dumanlı! Burası vahşi doğa değil! Natalie de kana susamış bir aslan değil! Golden cinsi sevimli bir köpekten bahsediyoruz. Natalie tenezzül edip kedilerin bile peşinden koşmuyor." Yeniden kıkırdadım. "Asil köpek neticede! Sahibi gibi biraz kibirli mi ne? Hanımefendi bir de kedi beğenmiyor! Kesin fare falan da yemiyordur bu şimdi!" Gözlerini devirdiğinde acayip ne söylediğimi merak ettim.
" Natalie bir köpek Efsun! Kedi değil! Kızım pirzolanın bile tazesini bayatından ayırıp yerken kuyruklu, bıyıklı bir fareciğe dönüp bakmaz tabi." Kucağında iken kollarımı birbirine bağlayıp yan yan haylaz bir şekilde baktım. "O zaman senin kız eve hırsız girse raks falan eder! Tenezzül edip hırsıza havlayacak değil ya! Cins hayvan sonuçta! Manikürlü tırnakları falan yanlışlıkla zarar görebilir, sesi kısılabilir değil mi?" Kahkahalarla gülüp sevimli köpeğe beni işaret etti. "Görüyorsun değil mi kızım? Seni hemen çözmüş!" Sonra bana dönüp gözlerimin içine bakarak şiir okur gibi tatlı tatlı konuştu.
" Natalie çok kırılgandır. Biraz sesimi yükseltsem bile psikolojisi bozulur. Bir keresinde Kıvanç'a kızıp yanlışlıklan Natalie'ye bağırmıştım. Üç gün pirzola bile yememişti! Uzattığım hiçbir köpek mamasına bakmadı bile! Kuyruğunu sallayıp mırıl mırıl sızlandı. Bir keresinde arkadaşlık etmesi için ona yeni bir köpek buldum. Ne yazıkki Natalie kadar bakımlı bir köpek değildi. Zavallı Çomar geldiğinde kızımın bana olan bakışını görseydin gülmekten ağlayabilirdin. Bana bunu mu layık gördünüz diye resmen çemkirdi. Kuyruğunu sallayarak kaçıp gitti ve bir hafta boyunca evin içinde onu bulamadım." Suratımda ekşi yoğurt yemişim gibi tuhaf bir ifade belirdi. Natalie ile Güney arasında bakışların birkaç kez mekik dokudu.
"Bu kız evde kalacak kesin! Çomar bulmuş beğenmiyor! İngiliz okulunda büyümüş köpek falan mı istiyor acaba?" Güney kahkahalarla gülerken sonunda kucağından indirince zavallısı Starcağıza koltuk muamelesi yapmaktan kurtuldum. Yardımcısı benim için yiyecek bir şeyler hazırlarken bir süre daha Natali'nin annesi Esmer'le birlikte de top yakalamaca oynadık. Aklımın biraz olsun Yiğit'ten başka bir şeyle meşgul olması iyi gelmişti. Bu sayede biraz olsun iştahımın açıldığını, bedenen ve ruhen güçlendiğimi hissedebiliyordum. Akıl sağlığımı koruyabilmem için kötü şeyleri düşünmemem gerekiyordu.
Güney'le el ele tutuşup büyük ceviz masanın sandalyesini çektik ve karşı karşıya oturup bizim için hazırlanan yemeklerden atıştırmaya başladık. Lüks evi her zaman pırıl pırıldı. Masadaki ana yemeği gördüğümde mutluluktan içimde kelebekler uçuşmuştu. "Tepsi kebabı... Bunu sevdiğimi nereden bildin? Sana hiç söylediğimi hatırlamıyorum."
Elindeki bıçakla yemeği iki parçaya bölüp büyük parçayı bana küçük parçayı kendine olacak şekilde servis etti. "Hataylı bir kızla birlikte olduğum için sevebileceği her şeyi araştırıp tatmak istedim. Senden sonra sana dahil olan her şeyi sevdim ben. Gezip gördüğün sokakları, yediğini düşündüğüm yemekleri, gözyaşı döktüğün mezar taşlarını bile sevdim." Ben neden bu kadar romantik olamıyorum diye kendimi sorgulamaya başlamıştım. Güney'in en büyük hatası benim gibi bir odunu bulup Leyla yapmaktı galiba. Adamın ruhunda vardı şairlik. Ben de o bana her güzel söz söylediğinde alık alık bakıp sessiz kalmaktan fazlasını yapamıyordum. E be Efsun! Hiç değilse avucunun içine birkaç tane şiir parçası yazsaydın ya! İşte böyle zamanlarda lazım oluyor! Çaktırmadan kopya çekerdim Güney farkına bile varmazdı!
Aklımdan geçenler pişmiş kelle gibi sırıtmama sebep oldu. İyi ki Güney'in zihnimi okumak gibi bir yeteneği yoktu. Aksi taktirde raporlu bir deli gibi muamele görmem içten bile değildi. "Şu kafandaki televizyonu kapatsan da ne düşündüğünü dilinden öğrensek!"
"Öyle işte işte!" Deyip onu siktim. Birkaç parçaya bölüp tepsi kebabının tadını çıkardım. Uzun zaman sonra damağım ilk defa gerçek bir yemekle karşılaşmıştı. Tat pulcuklarım teşekkür için elimi eteğimi öpse yeriydi. Haftalardır Pelin'in kötü yemeklerine maruz kalan dilim, gerdekte kocasını bekleyen taze gelin gibi yerinde duramıyordu. Tüm organlarım bu lezzet karşısında afallamıştı. "Bence bunu daha sık yemeliyiz!" dedim boğulacak gibi ağzıma tıkıştırırken. Bu kadar çabuk ruh halimin değişmesine şaşırmış olmalıydı. Onun yanında kendini kötü hissetmek favori hareketler listemin100. sırasında bile değildi.
"İsteyen sen olduktan sonra kolay! Sanırım bana hamilelik döneminde baya çektireceksin! Kışın karpuz falan istersen naparım hiç bilmiyorum." Kıkırdadım. " Seni korkunç günler bekliyor Güney Tunç Atasoy! Bence bir an önce bu pisboğazdan kaçıp kendini kurtarmalısın!" Kahkahalarla güldü. Birlikte o kadar mutluyduk ki kararlarımı sorgulamadan edemiyordum. Harun Bey gibi kötü bir insanla karşılaşmamak için Güney'i harcamam ne kadar doğruydu? Birbirimiz için yaratıldığımız su götürmez bir gerçekti. Düşüncelerimi boşverip yemeğimi keyifle yedim. İki gün önce hayatımın düştüğü bu sarsıntıyı hiç yaşamamışım gibi onunla dünyanın en güzel yarım saatini geçirmiştim. Keşke tüm ömrümü onunla geçirebilecek kadar şanslı olsaydım! Henüz kara bulutlar başımıza üşüşmemişti. Gerçekten bu kadar şanslı mıydım?
Telefonuma baktığımda defalarca kez arandığımı fark ettim. Ve elbette şaşırmamıştım. Arayan Harzem'den başkası değildi. Dün ona yiyecek bir şeyler bırakıp apar topar Güney'in yanına dönmüştüm. Güney de ikisini karşı karşıya getirmekten korkuyordum. Harzem tam bir pislikti ve Güney'in ona karşı sabırlı davranacağını hiç zannetmiyordum.
"Kim aramış?" Sessiz kaldım. Atan rengimi fark edeceğini bile bile konunun değişmesini umdum. Sıcacık elleri ellerimi bulduğunda ona karşı olan tüm gardım inmişti. "Sana yardımcı olabilmem için benden bir şey saklamaman gerekiyor Efsun! Kötü bile olsa her şeyi paylaşmalıyız! Aramıza giren uçurumların sebebi senden sakladıklarımdı. Eğer söyleyebilseydim belki çoktan evlenmiş olacaktık. Aynı hatayı yapmamanı istemiyorum! Birbirimize karşı açık olalım!" Başımı sallayıp, " Harzem!" diye itiraf ettim. Yüzündeki mimiklerin gerginleştiğini görmezden gelerek bakışlarım bir süre daha kullanılmış tabaklarda dolaştı.
"Ne istiyor yine?" Dudaklarımı birbirine bastırıp, "Bilmiyorum!" dedim zayıf bir ses tonuyla. "Ona yemek götürdüm! En az iki hafta idare edebileceği kadar yiyeceği vardı. Ama bundan fazlasını istediğini biliyorum." Harzem'le aramızda geçen konuşmaları düşününce saçlarımın diken diken olduğunu hissettim. Böyle bir durumda bile bencilce kendini düşünüyordu. Resmen Güney'in etinden sütünden yararlanarak hayatını yeniden inşa etme planları yapıyordu.
"Bu şekilde ne zamana kadar devam edecek? Bir daha benden habersiz onunla görüşmeni istemiyorum! O tehlikeli biri Efsun! Belli ki başı da belada! Oraya yalnız gitmen zarar görmene sebep olabilir. İlle de gitmen gerekiyorsa benimle birlikte gitmelisin! Şu pisliğin derdini birlikte anlayalım!" Anlaşılacak bir şey yoktu aslında! Her zamanki Harzem'di işte! Bencil, heveskar bir kumarbaz...
"Ne istediğini biliyorum Güney! Ona yeni bir hayat vermemizi istiyor! Peşindekilerden kurtulmak için yurtdışına kaçacak. Orada kendini idare edecek bir hayat kurmanın derdinde!"
"Bunun için de sana geldi değil mi? Benim ona bu hayatı vereceğime inanıyor! Senin için her şeyi yaparım. Ama o pislik bize bu kadar zarar vermişken paçayı kurtaramaz! Onu adalete teslim etmeliyiz! Cezası neyse çekmeli! Sonuçta Yiğitsi Sare Hanım ve Zahir'e veren Harzem'di. Teyzenin de bu konuda payı var elbette."
"O zavallı kadını korkuttuklarına inanıyorum. Çaresiz kalmasa bana ihanet etmezdi." Güney burun kemerini sıkıp başını onaylamadığını hissettirir şekilde salladı. "Bunun bir önemi yok. Bu ülkede polis var. Eğer tehdit altındalarsa onu polise bildirebilirlerdi. Bu şekilde davranmalarını hiçbir şeye haklı çıkarmaz." Ona hak veriyordum. Ama bir yönüm çaresizlik içinde kalan ve korkusu cehalet ile birleştiği için büyük hatalar yapan Teyzeme hak vermek istiyordu.
"Harzem'e gidip baksak iyi olacak. Bu kadar ısrarla aradığına göre ters gelen bir şeyler olabilir. Biliyorsun Harzem onlara karşı tek kozum!" Birkaç metre ileri gidip vestiyerin çekmecesindeden arabanın anahtarını aldı. "Seni yalnız göndermeyeceğim. Gidip yüzleşelim şu Harzem denilen pislikle!"
Başımı iki kez sallayıp onunla birlikte kapıya yöneldim. Solmaya başlayan bahçeden geçip demir kapıyı araladık. Neyse ki daha fazla vakit kaybetmeden yardımcıları arabayı önümüze kadar getirmişti. Yol boyunca konuşmak istemiyordum. Aklım yeniden Yiğit'e takılmıştı. Gün içinde Sare Hanım'ı defalarca aramış ve Yiğit'i görmek istediğimi söylemiştim fakat kendisi oralı bile olmamıştı. Güney direksiyonu evirip çevirirken şehir çok daha geri planda kalmıştı. Arabanın sarsıntılarına bakacak olursa çoktan Harzem'in saklandığı yere gelmiştik. Araçtan inip yavaş yavaş eve yaklaştık. Güney bana endişeli bir bakış atıp elimi tuttu. Bir şeylerin ters gittiğini düşünüp huzursuz olmuştu sanki. Kapının tokmağına atılıp birkaç kez tıklattık. Ne gelen vardı ne de giden.
"Buradan bir yere gidemez! Deli gibi korkuyordu." dedim kısık bir ses tonuyla. İçime doğan kara bulutları umutsuzluk çukurlarına gömmem kolay olmamıştı. Güney sabırsızca daha sert sayılabilecek darbelerle kapıyı yumrukladı. Herhangi bir cevap alamamıştık. "Bu işte bir terslik var!" Heyecandan parmaklarımı çıtlatmaya üzerimdeki trençkota daha fazla sarılıp sarmalanmaya başladım. Bedenim buz kesmişken ellerim terliyordu. Canı tehlikedeydi ve ters bir şeylerin olması şu an çok da beklenmeyecek bir şey değildi.
" Harzem!" diye bağırdı Güney! Ormanın içinde uluyan kurtlardan ve lanet hissini kalbime taşıyan baykuşlardan başka bir ses duyulmuyordu. "İçeri giriyorum!" Güney birkaç adım geriye gidip sert bir şekilde ayağını ahşap kapıya indirdiğinde çok fazla güç uygulamasına gerek kalmadan kapı kendiliğinden açıldı. Birkaç adım içeriye doğru atıp etrafa endişeyle göz gezdirdik. Güney'in bir adım gerisinde başımıza gelebilecek felaketlerin çetelesini tutuyordum. Güney'le aynı anda kıyafetlerimizin koluyla burnumuzu ve ağzımızı kapattık.
"Nu koku da ne böyle? İğrenç!" dedim öğürür gibi. Bir eliyle ağzını kapatırken diğeri ile kolumdan çekiştirip beni yakınında tuttu. Bu gizli kalması gereken bir durum olduğu için yanımızda korumalar yoktu. Olası bir zarar görmemiz halinde birbirimizden başka kimsemiz kalmamıştı. Birkaç adım daha attığımda Güney'in ağzını kapatan kolu yüzüme doğru meyletti ve elleri saniyeler içinde gözlerimi kapattı.
" Bakma!" Elbette merakım her zamanki gibi aklıma galip gelmişti. "Neler oluyor Güney?"
"Birkaç adım geriye git Efsun! Bunu görmeni istemiyorum." Daha fazla beni durdurmasına izin vermeden kolunu indirip sakladığı şeye hayretler içerisinde baktım. "Aman Allah'ım! Bu korkunç!" Bakışlarımın odağındaki manzara bir korku filminin dehşet sahnesini andıracak kadar mide bulandırıcıydı. Harzem bir küvetin içinde uzanmış öylece ruh gibi bembeyaz bir yüzle yatıyordu. İçinde bulunduğu küvetin neredeyse tamamı kanlar içinde kıpkırmızı olmuştu. Ağzı ve burnu tamamen suya gömülmüşken başının bir kısmı açıkta kalmıştı. Alnında morluklar ve şakaklarında tırnak izleri bulunuyordu. Saçlarındaki kan pıhtısına bakılacak olursa birileri onu öldürmeden önce ciddi şekilde hırpalamıştı.
"Yaklaşma Efsun!" Bu manzaraya daha fazla dayanamadım ve kan kokusunun da verdiği rehavetle dizlerimi kırıp bulunduğum yere midemde ne varsa boşalttım. Güney benden iğrençmiş miydi bilmiyordum ama şüphesiz bu odada en mide bulandırıcı görüntü Harzem'e aitti. Güney suyun içinde yarısı dışına çıkmış olan kolu incelediğinde, "Bileklerini kesmişler!" dedi. Bu midemi daha fazla bulandırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Daha fazla kan kokusuna maruz kalmayı kaldıramayıp akıl sağlığımı korumak için odadan birkaç adım daha uzaklaştım ve en azından manzarayı göremeyeceğim bir duvara yaslandım. Neyse ki Güney de peşimden gelmiş ve kabuslarımıza girecek o görüntüye daha fazla gözlerini maruz bırakmamıştı.
" Zahir yaptırmış olmalı! Zaten adamı ölümle tehdit edip duruyorlardı. Harzem it gibi korkuyordu. Demek sonunda onu bulup susturdu. Güney bana cevap dahi vermeden telefonuna asılıp adresi verdi ve bulduğumuz cesedi polise ihbar etti. Ardından bileğimi yakalayıp beni arabaya doğru sürükledi. "Burada daha fazla kalmamalıyız." Büyük bir şaşkınlık ve korku içinde dediğini yaptım ve aceleyle araca bindim. Güney, pedallara asılırken camı açmış ve derin derin nefes alarak gördüğüm şeyleri sindirmeye çalışmıştım. Güney torpido gözünden bir silah çıkartıp beline yerleştirdi.
"Bu da ne demek oluyor?" Gözlerime inanamıyordum. Bir starı gangstere çevirmek ancak benim gibi sepeti seyrek birinin işi olabilirdi. Bana cevap vermemesi canımı sıkmıştı. Bir kazaya kurban gitmeden bu tenha yerden ayrılmanın derdindeydi. Aksi taktirde ya ölecek ya da öldürecekti.
"Güney senden bir açıklama bekliyorum. Sen silahla dolaşmazdın!" Kaşının birini kaldırıp kirpiklerinin ucunda asılı kalan bir cesaretle dudağını kıvırdı." O, Zahir ve Harzem gibi şerefsizleri tanımadan önceydi. Bu adamların en başından başımıza bela olacağını anlamıştım. Kendimizi korumak zorundayız Efsun. Korumalar her zaman yeterli olmayabilir. Zahir zeki bir adam. Güvendiğim, canımı emanet ettiğim o insanlardan birilerini satın almadığını nereden bilebilirim ki? Bir B planı her zaman lazım!"
Sustum. Ona söyleyebileceğim tek bir söz dahi yoktu. Hayatıma girmeden önce yıldızlarla dolu parlak sahnelerin arzulanan yıldızıydı. Hayatında istemeden de olsa büyük depremlere sebep olmuştum ve şimdi ona akıl vermek yapabileceğim en büyük aptallıktı. Ağlak, zayıf bir sesle, "Ya sana bir şey olursa! Buna nasıl dayanırım?" diye sızlandım. Burada olmamalıydım. Onun hayatında yerim yoktu. Benim yüzümden zarar görebileceğini düşündükçe kahroluyordum.
"Bundan sonra anca beraber kanca beraber! O Zahir denilen pisliği ve peşindekileri kodese tıktırmadan bana huzur yok!" Hıçkırıklar içinde feryat figan ağlamaya başladım.
"Eğer gerçekten bunları Zahir yaptıysa her şey daha da korkunç! Oğlum o katille aynı evin içinde mi yaşıyor yani?" Aklıma gelen düşünceler eskisinden daha da ürkütücüydü. "Harzem'e bunları yapan cani oğluma bundan çok daha fazlasını yapabilirdi. Onu sevdiğini düşünmüyordum. Bana duyduğu nefret bile Yiğit'ten tiksinmesi için yeterdi.
Güney'in vites atan eline dokunup, "Oğlumu onlardan almak zorundayız Güney! Hayatı tehlikede olabilir! Durum düşündüğümden çok daha ciddi!" Güney bakışlarını yoldan ayırmadan omzunun üzerinden bana bakarak derin bir nefes verdi. "Bu iş artık sadece ikimizin meselesi olamaz Efsun. Belki de en başından beri olmamalıydı. En başından beri polisle peşine düşmeliydik!" Başımı yalanlar gibi sallayıp yeniden hıçkırdım. Torpido gözünden aldığım mendilleri gözyaşlarıma bastırarak ağlamalarımı biraz olsun zapt etmeye çalışıyordum. Öyle çok canım korkuyordum ki gözyaşlarıma direnip hıçkırıkların arasında derdimi anlatmak bile imkansız bir hâl almıştı.
"Daha önce polise başvurdum Güney. Beni doğru düzgün dinlemediler bile. Gözlerinde basit bir sabıkalıyım. Her şeyi kuralına göre hazırlamışlar, hiçbir delil bırakmaksızın Yiğit'le bizi birbirimizden kopardılar." Yüzünde endişe verici bir mimik peyda oldu. Yumruklarını sıkıp kendinden emin bir şekilde ellerimi tuttu. "Onlar çok güçlü olabilir Efsun ama benim nüfuzum da kimseden aşağı kalır değil. Günlerdir bu işi kovalıyorum. Polis merkezine gidip bulduğumuz bütün delilleri dosyaya bırakacağız. Elbette kopyalarını aldıktan sonra... Büyük süprizlerim var! Artık işin içinden kolayca sıyrılamayacaklar." Elimi kalbimin üzerinde birleştirip Allah'a yalvarmaya başladım. En büyük korkum oğlumun bundan zarar görebilecek olmasıydı. Yiğit bunu kaldıramayabilirdi. Bu yüzden dikkatli olmak zorundaydık.
Güney aracı dikkatli bir şekilde sürüp bizi polis merkezine getirdi. Gerekli aramalardan geçip derdimizi anlatmak üzere gerekli birimlere yönlendirildik. Savcılığa suç duyurusunda bulunacak ve edindiğimiz delillerle birlikte tam karşılarında yerimizi alacaktık. Güney ifade alan memura Harzem meselesini açıkladı. Gerekli suç duyurusunu yapmak için bir gün daha beklemek zorundaydık. Güney'in planlarının güçlü bir şekilde işleyebilmesi için sabırlı davranmamız gerekiyordu.
Cinayet bürodan bir birkaç ekip Harzem'in bulunduğu eve yöneldi. Bizden bu konuda ifade almış ve olayla bir ilişkimizin olup olmadığını sorgulamışlardı. Sorgu Güney için kolay bitmişti fakat ben onun kadar şanslı olamayacaktım. Harzem'in evine defalarca gidip gelmiş, fakat söz konusu durum hakkında polise herhangi bir şey bildirmemiştim. Bu durumun üzerinde durup beni daha fazla sorgulama ihtiyacı hissettiler. Polise suçlu olup olmadığını bilmediğim için ani karar vermek istemediğini söyledim.
"Ona polisten yardım istemesini söylemiştim fakat beni dinlemedi!" diye de ekledim. Güney buna ek olarak tehdit edildiğimi söyledi ve konu Harzem'in Manas destanını andıran sabıka kaydı düşünüldüğünde hemen kapatıldı. İnsanın adı çıkacağına canı çıksın diye boşuna dememişler! Sorgu odasından çıktığımda beyaz koridorda Güney beni karşıladı. Sağ ve sol tarafımızdaki insanları görmüyor, sandalyeleri bir bir aşıp binadan hızlı bir şekilde çıkmaya çalışıyorduk. Suskunduk. İkimiz de bir şeyler söylemek istiyor fakat verdiğiniz kararların sonuçlarını düşününce susmayı tercih ediyorduk.
Güney'e telefon geldiğinde bakışlarım üzerinde bir süre oyalandı. Telefondaki adamla konuşup cihazı kapattı. Rotasını değiştirmiş ve bana tanıdık gelen o adrese yönelmişti. "Güney neler oluyor? Eve gitmiyor muyuz?"
"Daha fazla beklememize gerek yok! Bugün bu iş bitecek. Gidip amcamla ve diğerleriyle yüzleşeceğim. Yiğit'in o evde Zahir denilen şerefsizle kalmasını istemiyorum. Zahir hapse girecek biz de huzurlu bir şekilde başımızı yastığa koyabileceğiz." Kalbim deli gibi atıyordu. O büyük anın geldiğine hâlâ inanamıyordum. Yaklaşık yarım saat sonra kendimi Taşpınar Malikanesinin dış kapısının önünde buldum. Zili çalıp bizi içeri almalarını bekledik. Güvenliği geçmemiz zor olmamıştı. Tanıdık simalar olduğumuz için Harun Bey'e haber verip hemen kapıyı açmışlardı.
Kapı açıldığında hayatımın katili olan adamla yeniden yüz yüze geldim. Ona öfke duymak istemiyordum. Öfkem her zaman zararlı çıkmama sebep oluyordu. Yüzündeki şaşkın ifadeyi silmeksizin şaşkın şaşkın baktı. "Sizi beklemiyordum!" Onu görmezden gelip Güney'le el sıkışmalarını umursamamaya çalıştım. Onu bir cevap bile vermeye layık görmemiştim.
Zahir Bey ve Sare Hanım istifini hiç bozmadan yemek masasında oturuyor ve hayretle bize bakıyordu. Güney onlara imalı bir bakış atıp sahte bir tebessümle amcasına yöneldi. "Kapatılması gereken bir hesap var Harun Cemal Taşpınar. Buraya bu hesabı kapatmak için geldik!" Harun Bey hayretle mimiklerini kontrol altına almaya çalışırken Sare Hanım korku dolu gözlerle inanmamak ister gibi bana baktı. Ondaki tuhaflığı fark eden Zahir Bey elini güven verici bir şekilde okşadı. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını biliyordum fakat yüzleşmeye hiç olmadığım kadar hazırdım!
Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️🌟
|
0% |