Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35. BÖLÜM: KADERE KISKIVRAK YAKALANDIM!

@syildiz_koc

 

 

Kötü günler yaşadığımı sanıyordum. Kırık bir kalple dolaşıp her an onu iyileştirmeye çalışan ben esas acı olanı yaşayacağımdan habersizdim. Kendimi tanıyamıyordum. Diz üstü yerlerde çok sürünmüştüm. İçimdeki öyle derin bir sızıydı ki ne yapsam çekilip gitmiyor, uykuda dahi tırnaklarını geçirerek can evimden sökercesine yakalıyordu. İyi olmak istiyordum. Umutlarımı kaybettiğim yerde arasam da mutlu son buzdan bir yüreği yaşatmaya çalışan zalim bir kor gibi pervasız ve hayalciydi. Aslında çok gülüyordum. Ağlayışlarımı ve göz pınarlarımdaki lavları başka türlü gizlemeyi bilmiyordum.

Bugün hayatımda bir şeyler kırılacaktı. Bunu hissediyordum. Güney’le karşılaşmamız kaderin bir oyunu, hayatın bitmiş bir tükenmez kalemle ruhuma kazıdığı derin bir yaraydı. Onunla bir şeyleri düzeltebileceğimize inanıyordum fakat inancım kalbimin üzerine yuva yapan ürkek bir kırlangıçtan farksızdı. Bugün buraya büyük bir yanlışı düzeltmeye gelmiştik. Bakışlarım Yiğit’i aradığında bulabildiğim tek şey Zahir Bey’in tehditkar solumaları oldu. Sare Hanım anlaşmayı bozduğumu anlamış ve belli etmese de herkesin içinde tutuşmuştu. Başını reddeder gibi salladığında artık okun yaydan çıktığını ve ne yaparlarsa yapsınlar beni bundan geri çeviremeyeceklerini biliyordum.

“Ne hesaplaşmasından bahsediyorsun Güney? Yüzünüz bembeyaz olmuş! İyi olduğunuzdan emin misiniz?”

“Çok iyiyiz Harun Bey! Yoksa Cemal mi demeliydim? Size ve ailenize rağmen iyi olmak için çabalıyoruz.” Harun Bey’in yüzündeki keskin hatlar daha da belirginleşti. Bakışlarında hüzün ve hayal kırıklılığından büyük bir mabet inşa etmişti. Yaralıydı fakat onun duygularını önemseyebileceğim bir zamanda değildim.

“Efsun bu konuyu daha detaylı bir şekilde konuşmamız gerekiyor. Seninle paylaşmak zorunda olduğum şeyler var!” Bakışlarını çevirip küskünce, titrek bir soluk bıraktı. “Bunca zaman bir bilinmezi yaşadığımızı sana söylemem gerektiğini biliyordum. Ama her şey o kadar ani gelişti ki derdimi bir türlü anlatamadım. Beni anlayamamandan korktum.” Harun Bey yavaş ve kendinden emin cümlelerini kurarken bakışlarım sadece hayatımı çalan o iki insandaydı. “Konuşmak için biraz bahçeye çıkabilir miyiz?” dediğinde kesin bir dille reddettim.

“Buraya sizinle konuşmak için gelmedim Harun bey! Benden çalınanların hesabını sormak için geldim.” Doruk burada olmadığı için eteğimdeki taşları boşaltmaktan çekinmemeliydim. Biz tuhaf tuhaf bakışırken dolgu topuk sesi merdivenlerden inen Ahuzer Hanım’ın varlığını müjdeledi. Beyaz saçlarını yine arkadan kuş yuvası gibi olacak şekilde toplamış, bu modelin bıraktığı gerginlikle yüzündeki kırışıklıkları biraz da olsa azalmıştı. Düşük göz kapaklarının altındaki minik, mavi gözleri tehlike çanları çaldırarak önce beni ardından da Güney’i buldu. Ondan çekinsem de söylemem gereken hiçbir şeyi yutmaya niyetli değildim.

“Sen neden bahsediyorsun?” Zahir ve Sare Hanım oturdukları yerlerden kalkıp tam karşıma Harun Bey’in arkasına dikildiler. Güney elimi hafifçe sıkıp başını çekinme der gibi salladı. Bunun üstesinden gelebileceğimi biliyor ve meseleme benden önce el atmıyordu. Onu Zahir Bey’in üstüme çullanacağı dakikalarda aktif göreceğimi biliyordum.

“Yıllar önce istismara uğrayıp hamile kaldım.” Diye başladım sözlerime. “ Ve ne yazık ki o sapığı öldürerek kendimi hapishanede bulacağımı bilemeyecek kadar toy olduğum zamanlardı. Dokuz ay sonra hayatımın en büyük acısını ve en büyük mutluluğunu dünyaya getireceğini bilmiyordum. Henüz 18 yaşındayken anne olmuş ve büyük bir sorumluluğun altına girmiştim. Bebek sürekli hasta oluyordu. Gün ışığı görmüyor ve yeterli derecede sağlıklı beslenemiyordu. Bu yüzden altı aydan sonra onu sütten kesmek zorunda kaldım ve teyzeme teslim ettim. Ne yazıkki kısa bir süre sonra bebeğimin öldüğü haberini aldım. Tüm dünyam başıma yıkıldı. Onun ölmediğini biliyordum. Bu yüzden onu benden alanlarla yüzleşmek için Hatay’dan İstanbul’a geldim. Teyzemi tehdit edip oğlum Yiğit’i benden koparmaya çalıştılar ve başardılar da. Oradan çıkana kadar elim kolum bağlı bir şekilde adalet haykırışlarından fazlasını yapamadım. Harun Bey…”

Beni başından beri pür dikkat dizleyen Harun Bey’in gözlerindeki hüzün yerini merak ve kuşkuya bıraktı. Söylediklerimin canını acıttığını hissetmiştim ama buna bir anlam yüklemek benim için o zamanlarda fazlasıyla zordu. “Sizin yıllarca babalık yaptığınız çocuk oğlum Yiğit’in ta kendisi!” Harun Bey’in yüzü titredi. Bakışları hayretle üzerimde dolaştığında Güney de bir adım öne çıktı. Hayatımı çalan adamın alnındaki minik terler hayretini ele veriyordu. Bir anda tüm kanı çekilmiş gibi bembeyaz olmuştu.

“Sen neden söz ediyorsun?” Bakışları Sare Hanım’ı bulduğunda onun neredeyse bayılmak üzere olacağını düşündüm. Gerginlik Sare Hanım’ın saçlarının uçlarını çekiştirmesine sebep oluyordu. Gözlerindeki nem dikkatimden kaçmamıştı. Başını yalanlar gibi salladığında kocası asla tatmin olmamış gibi geriledi.

“Doğru söylüyorum! Teyzemi tehdit ederek parayla susturdular. Acılarımı önemsemeyip oğlumu benden çaldılar. Bunu neden yaptıklarını bilmiyorum ama beş yıl boyunca ona hasret yaşamak zorunda kaldım.”

“Bu saçma sözlerine son vermen gerekecek Efsun Hanım! Çünkü artık şakanın dozajı iyice arttı. İthamlarına daha fazla katlanabileceğimi sanmıyorum!” Güney öne geçip burun buruna gelebilecekleri kadar Zahir’e yaklaştı. Gözleri tehlikeli tehditler savuruyordu. “İstersen tahammül etme, senin anlayacağın dilden konuşalım.” Harun Bey araya girip ikisi arasındaki tüm mesafeleri doldurdu.

“Bu nasıl olabilir? Yo hayır!” İç çekişmelerini anlayabiliyordum. Böyle bir ihtimalin olabileceğini kaç insan düşünebilirdik ki? “Yalan söylüyor Harun! Bilmediğin şeyler var?” Diye atıldı Sare Hanım. Bu çırpınışlarının boşuna olduğunu anlayamayacak kadar sersemlemişti. “Söylediklerim doğru! Sare Hanım’ın hamile kaldığı o dönemde ben de bir bebek bekliyordum. Bebeği öldü. Ve ne hikmetse o bebeğin yerine oğlumu koyarak sizi kandırdı. O yıl babanız kanser hastasıydı. Hayatının son günlerini Türkiye’de geçirmek istediğini söylediği için İstanbul’a dönmüştünüz. Sare Hanım yedi aylık hamileydi ve erken doğum neticesinde bebeğini kaybetti.” Sare Hanım geçmişi hatırladığında karşımızda hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Elleriyle yüzünü saklamaya çalışsa da ne büyük bir acı yaşadığını anlayabiliyordum. Bu durum Zahir Bey’de huzursuz kıpırdanmalara sebep olmuş ve ablasına öldürücü bakışlar atmaya başlamıştı.

“Ağlamayı kesip bana ne zaman gerçekleri anlatacaksın Sare?” diye gürledi Harun Bey.

“Ben hiçbir şey yapmadım!” Diye sızlandı Sare hanım. Oysa bilmediği bir şey vardı. Susmak da yapılan hataları kabullenmek ve ortak olmaktı. Güney elindeki kağıtları amcasına uzattı. “Bunlar ölen bebekle ilgili raporlar. Bebeği Zahir’in adına kimsesizler mezarlığına gömmüşler.” Harun Bey’in bakışları Zahir’i bulduğunda Zahir huzursuzca kıpırdandı. “Benim bir şeyden haberim yok!”

Harun Bey Zahir’in yakasını tutup sert bir şekilde duvara itti. “ Ulan senin adına alınmış, nasıl haberin yok!” Zahir yutkunarak başını sallarken Sare Hanım’ın feryatları daha fazla duyulur olmuştu. Ağlamaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Harun Bey karısını umursamayıp Zahir’in yüzünü avuçladı. “Benim evimde böyle bir şeye nasıl müsaade edersin? Nasıl ortak olursun?” Zahir yüzündeki öldürücü ifadeyi Harun Bey’in ellerinden kurtuldu ve bozmadan yakalarını düzeltip biraz önceki gibi dimdik durdu. Sanki bunca şeyi o değil de ben yapmıştım. İnsan utanmayı unutacak kadar karanlıklaşmamalıydı.

“Benim olan biten hiçbir şeyle bir ilgim yok Harun Bey! Tüm bunlar olup biterken sizinle birlikteydim. Hiçbir şey yapmadım! Her şeyi sizinle birlikte öğreniyorum. Ne yaşandıysa sevgili ablam ve teyzemiz arasında olmuş. Şu anki şaşkınlığımı söylememe gerek bile yok!”

“Yalaaaaan!” diye haykırırdım. Yumruklarımı sıkıp gözünün tam üstüne yumruğu yerleştirmemek için deliriyordum. Nasıl bu kadar ustaca yalan söyleyebilir ve kendini işin içinden sıyırmaya çalışırdı anlayamıyordum. “Bu kadını dinlemeyeceksiniz değil mi? Buraya ne için geldiği sizce de açık değil mi? Sizden intikam almak için bizleri kullanıyor! Ailemizin huzurunu kaçırmanın derdine düşmüş! Bu yalancı kadına daha fazla konuşma hakkı verilmesini istemiyorum.”

Güney bu ithamlarına daha fazla dayanamayıp onun üzerine gitti ve boğazından tutarak sert bir şekilde kafasını duvara çarptı. Bu hareket bile Zahir’i düşüncelerinden çevirmeye yetmemişti. O kadar profesyonelce rolünü oynuyordu ki olan biteni bilmesem ben bile sözlerine inanabilirdim. Karaktersizlik de Nirvana’ya ulaşmıştı. “Onun hakkında düzgün konuş! Bir daha karımı incitmene izin vermeyeceğim!” Henüz nikahımız kıyılmadığı halde bana bu şekilde hitap etmesi mutlu etmişti ama ne yazık ki o ortamda buna sevinecek durumda değildim.

“Onun yalanlarına ortak olduğuna göre senin de kafana da tilkiler üşüşmüş! Gerçekten çok merak ediyorum amacın ne?” Sözlerindeki imayı anlamamıştım. Güney’in benimle evlenmek istemesinin altında aşk dışında nasıl bir sebep olabilirdi ki? Zaten fazlasıyla zengin ve güçlüydü. Benim hayatındaki varlığıma aşk dışında sahip olduğum ne etki etmiş olabilirdi?

Güney bir an bile düşünmeden kafasını Zahir’in zayıf, esmer yüzüne geçirdi. Bu hamleyle birlikte düşmanımızın burnundan kanlar boşalmaya başlamıştı. Sare Hanım derdini unutup ona koştu ve peçeteyi burnuna bastırmaya çalıştı. “Güney ne yaptığını sanıyorsun kendine gel!” Harun Bey girdiği şoktan kurtulup aralarına girdiğinde daha büyük bir kavganın oluşmasına engel olmuştuk. Zahir bilerek ya da bilmeyerek konunun değişmesine sebep olmaya ve okları üzerinden uzaklaştırıp mağdur edebiyatı yapmaya başlamıştı. Öfkemizi kontrol etmemizi engelleyerek şaşırtmaya çalışıyordu. Ve ne yazık ki başarılı olduğunu söylemeliydim.

“Buraya kavga etmek için mi geldiniz?” diye haykırdı Ahuzer Hanım. Yaşlı sesi kulak tırmalayıcı bir ritimle devam ediyordu. “Buradan derhal gitmenizi istiyorum!” Karşısında dimdik durup dişlerimi sıkarak ona nefret dolu bakışlar attım. “Oğlumu almadan hiçbir yere gitmiyorum! Yiğit artık benimle kalacak! Ondan bir an bile ayrılmaya tahammülüm yok!”

Sare Hanım’ın haykırışları bakışlarımı ona çevirdi. Zahir’i kendi haline bırakıp merdivenin önüne geçerek bana engel olabileceğini zannediyordu. Gerekirse buraya dozerle girer yine de bütün evi başlarına yıkmak pahasına Yiğit’i almadan bir yere gitmezdim.

“ Oğlumu hiçbir yere bırakmam Efsun! Onu ben büyüttüm! Gece gündüz demeden bu yaşa getirdim. Hiç kimsenin bizi ayırmasına izin vermem!” Boğazına yapışıp onu merdivenin girişindeki meşaleyi andıran iri tırabzana doğru eğdim. Birkaç küçük inleme çıkarsa da bana direnecek güçte değildi. Öfkem öyle hoyrattı ki değil Sare hanım tüm aile karşıma geçse başa çıkamazdı.

“Oğlumu benden almasaydınız ona çok iyi bir anne olabilirdim!” Harun Bey kolumu tutup karısını elimden kurtardı. Bana dokunmasına tahammül edemiyordum. Elimi sertçe çekip onu ittim. “ Efsun sakin olmalısın! Doruk yukarıda uyuyor bu şekilde hiçbir şeyi halledemeyiz!”

“Size oğlumu almak için geldiğimi söyledim.” İşaret parmağımı kaldırıp ona gözdağı verdim. “Benimle gelecek! Ve Taşpınar ailesi yaptıklarının bedelini mahkeme koridorlarında hesap vererek hapiste ödeyecek!”

Zahir öne atılıp, “Hiçbir şey yapamazsın! Adalet senin dayanaksız sözlerini dikkate almayacaktır.” Diye zırvaladı. Güney ona cevap vermekte geri kalmayacaktı. Akşam saatleri olmasına rağmen asaletinden ve yakışıklılığından hiçbir şey kaybetmemişti. “Her şeyin farkındayız Zahir! Suçlu olduğunu biliyoruz, boşuna uzatmaları oynuyorsun. Harzem her şeyi anlattı. Tüm olan biteni planlayan ve hayata geçiren sendin!” Zahir kahkahalarla güldüğünde Harun Bey hâlâ kime inanacağından emin değildi. Muhtemelen bir yanlışlık olduğunu düşünüyor ve mantıklı bir açıklama getirmek için zihninde kendi kendi ile kavga ediyordu.

Zahir toparlanır toparlanmaz bize doğru yaklaşıp gözlerimizin içine bakarak alaylı bir şekilde güldü. “Demek Harzem diye biri beni karalamak için sizinle işbirliği yapmayı kabul etti! Öyle mi?” İç çekip başını dalga geçer gibi salladı. “Tamam! Madem öyle çağırın gelsin! Yüzleşelim! Buraya onu getirmemeniz hata!” Güney’le birbirimize baktık. Bu şeytan resmen bizi çaresiz bırakmak için taş üstüne taş harcayarak öne çıkmaya çalışıyordu. Giriştiğimiz satrançta Zahir tüm taşlarını harcaması gerekse bile bizi şah mat yapmaktan çekinmeyecekti.

“Onu getiremeyeceğimizi biliyorsun Zahir! Ve kabul etmeliyim ki iyi bir oyuncusun! Oyun bitti anla artık!” Harun Bey Zahir’in üzerine yürüyen Güney’i kolundan çekiştirerek uzaklaştırdı. Kalbinin bizden yana olduğunu biliyordum. Ama haksızlığını ortaya koymadan Zahir’e bedel ödetmeye girişmeyecekti. Onu biraz olsun tanıdıysam emin olmadan bir karar almaz ve kararlarını uygulamaya koymazdı.

“O nerede Güney? Bahsettiğiniz tanığı neden yanınızda getirmediniz?” diye sordu Harun Bey. Ben merdivenleri tutan Sare Hanım’ı nefretle süzerken Güney yumruğunu Zahir’in yüzüne patlatmak için öne atılmak istedi.

“Çünkü bu şerefsiz onu öldürdü! Sırf bildiklerini anlatmasın diye adamı intihar süsü vererek harcadı!” Harun Bey, Güney’in sözlerinden sonra irileşen gözlerini öldürecekmiş gibi Zahir’in üzerine dikerken ayakta duracak gücünün bile kalmadığını düşünüyordum. Yiğit’in onca zaman bu katille aynı evin içinde yaşaması fikri tüm kanımı bedenimden çekip alıyordu.

“Bunu yaptın mı?” Harun Bey’in sorusu Zahir’in yüzünden en ufak bir mimiği bile oynatmamıştı. Kravatını yakasından söküp tortop ederek cebine sıkıştırdı. Saçlarını elinin tersiyle dağıttığında tam bir serseriye benzemişti.

“Ben hiçbir şey yapmadım sevgili enişteciğim! Bahsettikleri kişiyi tanımam bile! Değil ölümü yaşadığından bile haberdar değildim! Sahte şahitlerle sizleri kandırmaya çalışıyorlar. Doruk’la ilgili hiçbir şeyden haberim yok.”

“Yalan söylüyor!” Diye bağırdım. “Harzem her şeyi anlattı! Zahir ona susması için yıllarca para ödedi. Oğlumu bulmamı istemiyordu. Gerçeklerin ortaya çıkması demek her şeyi kaybetmesi demekti. Sizin ona olan güveninizin bitmesini engellemek için her şeyi planladı.” Harun Bey kravatını gevşetip nefes almaya çalıştı. Bunca yalan onun gibi düzenbaz bir adama bile ağır gelirken sıradan bir mahallede büyümüş ve entrikayı sadece dizilerde görmüş olan ben bu oyunlara nasıl dayanırdım?

“ Harzem denilen adamı tanımıyorum. Onunla daha önce karşı karşıya bile gelmedim. Yiğit mi Doruk mu adı her neyse! Onun kaçırılmasıyla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Ben sadece sizin yanınızda işimi yaptım hepsi bu kadar!” Güney onu itip Harun Bey ile arasında mesafeyi açtı. Bu hareketle birlikte Zahir sendeleyerek birkaç adım geri çıkmıştı.

“Amca! Beni çocukluğumdan beri tanıyorsun! Asla yalan söyleyip menfaat kasacak bir adam olmadığını bilmeni istiyorum. Uzun zamandır Efsun’un kayıp olan oğlunun peşindeydik. Adım adım izlerini sürdük. Harzem’in, Zahir’in sevgilisi Zişan denilen bir kadınla buluştuğunu bizzat kendi gözlerimle gördüm. Aralarında geçen tüm konuşmaları duydum. Kadının evine gidip delil topladım.” Güney cebinden çıkardığı çakmağı Harun Bey’e uzattı. “Bu çakmak Zahir’e ait! Ve bilin bakalım nereden çıktı?” Harun Bey çakmağı eline alıp üzerindeki oymalı ismi inceledi. Zahir’in adı yazıyordu ve ne hikmetse çakmak en olmadık yerden çıkmıştı.

Harun bey, “Bu çakmak sana ait!” diye sayıkladığında Zahir’in yüzündeki ürkütücü ifade yutkunmama sebep olmuştu. Bu işin içinden çıkabilir miydi bilmiyordum ama sonuna kadar düşüncelerimin arkasında olacağımı biliyordum.

“Evet! Çakmağın sahibi benim! Ama bu olanlarla bir ilgim olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.” Güney. “Hıh!” Tarzında mırıldandı. “Bu çakmak Zişan’ın yatağından çıktı. Orada ne haltlar karıştırdığını söylememe gerek olduğunu sanmıyorum!” Zahir’in yüzü allak bullak olmuştu. Titreyen dudaklarını güçlükle zapt ediyordu. İfadesiz kalmak deliller ortaya çıktıkça güçleşiyordu.

Harun Bey Zahir’in üzerine yürüyerek yakasından tutup yüzünü kendine yaklaştırdı. “Senin o kadınla ne işin vardı Zahir! Madem olaylarla bir ilgin yok onun evinde ne yapıyordun?!”

“Zişan’la kısa süreli bir ilişkimiz oldu! Önemli sayılamayacak bir ilişkiydi! Birkaç gece aramızda bir şeyler yaşandı ve bitti! Muhtemelen o zamanlarda unuttum. Zişan’ın böyle işler karıştırdığını bilmiyordum. Tensel bir ilişki yaşadığım her kadını araştırmak gibi bir zahmete girişmem! Onunla kısa bir süre önce ablamın da katıldığı bir partide tanıştım. Ablam ve Ahuzer Hanım’la böyle bir iş üstünde olduğundan haberim yoktu.”

“Yalan!” Diye öne atıldığımda Güney elimi sımsıkı tuttu. Bakışlarından sakin olmam gerektiğini anladım. Birbirimizi yanlış hareketler konusunda uyarıp haksız çıkmamaya gayret ediyorduk. “ Zahir’in sözlerine inanma amca! O her şeyin en başından beri içindeydi. Efsun’la birlikte Harzem’in peşine düştük. Harzem’in yakasına yerleştirdiğim ses alıcısı sayesinde Zişan’la ne konuştuklarını öğrendik. Zişan patronunun olduğunu ve ondan emir aldığını söylüyordu.” Güney’in sözlerinin ardından Zahir’i aşağılar gibi keskin keskin süzdü. Ve devam etti.

“Onu evine kadar takip ettim. Harzem’le görüştükten sonra Zahir’in yanına gitti. Göğsünün üzerindeki balta dövmesinden adamın Zahir olduğunu anladık. Zişan Zahir’den emir alıyordu.”

“Size olan bitenle hiçbir ilgim olmadığını söylemiştim! Zişan’ın ne işler karıştırdığını hâlâ bilmiyorum. Ablamın da bu işlere isteyerek girdiğini sanmıyorum.” Harun Bey gergin bir şekilde bize yöneldi. Doğru olanı öğrenmek istediğini biliyordum ve tüm nefretimi kenara koyup ona mantıklı bir açıklama yapma kaygısı taşıyordum.

“ Doruk’un senin oğlun olduğundan nasıl bu kadar emin olabilirsin? Dna testi yaptın mı? Sözlerinin bilimsel bir geçerliliği var mı bilmek istiyorum!” Harun Bey’in sorusuna karşı çaresizce başımı salladım. Yaptığım dna testini ortaya atmam hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. “Dna testi yaptığımda sonuçları değiştirdiler. Yiğit’e ait kan örneklerini aldığımı biliyorlardı.”

“Tabii ya!” Diye atıldı Zahir! “Benim tüm derdim sendin zaten! Hâlâ bu sözlere nasıl inanabiliyorsunuz enişte! Bu kadın her türlü yalanla sizi kandırmaya çalışmadı mı? İstemeye gittiğimiz gün bile sahte anne babasıyla bizi karşılamadı mı? Onu nasıl karşınıza alıp dinlersiniz?” Harun Bey’in öfke şakaklarından esti. Beni böyle aşağılamasına beklediğimden çok daha sert bir tepki vermişti. Kollarından sarstığı Zahir’i bir adım itti. Bu Sare Hanım’ı merdivenlerden uzaklaşıp kardeşine yönelmeye sevk etti.“Onun hakkında düzgün konuş! Efsun’la uğraşmayı bırak ve sözlerinin haklı olduğunu bize kanıtla! Zişan’la işbirliği yapmadığına nereden bilelim?”

“Ben suçsuz olduğumu söylüyorum! Mantıken delil olmaksızın hiç kimse kimseyi suçlayamaz! Kanıtlanmayan hiçbir suç ithaf edileni zanlı statüsünden öteye götüremez! Madem suçlu olduğumu iddia ediyorlar bunu kanıtlamak da onlara düşer.” Teyzemin bana bıraktığı mektubu çantamda çıkardım. Ama bunların hiçbiri Zahir’i suçlamaya yetmiyordu. Öyle kurnazdı ki işlerinin tamamını maşa kullanarak halletmişti ve şimdi de sıkıştığında tüm suçu Zişan’ın üzerine atarak kendini kurtarmaya çalışıyordu.

Harun Bey kendisine verdiği mektuba göz gezdirdi. Mektupta bir kadının yanında iki tane korumayla gelerek kendisini tehdit ettiği ve bu tehditler yüzünden evinde hır gür çıktığı yazıyordu. İstemediği halde bebeği onlara vermiş ve bana da o yalanları söylemek zorunda kalmıştı. Kendisinin kenara çekildiğini fakat Harzem’in onlardan para didiklemek için her fırsatı değerlendirdiğini de yazmıştı. Ne yazık ki yazılanların hiçbirinde Zahir’in ne adı ne de fiziksel özellikleri geçmiyordu. Çünkü Zahir asla kendini öne çıkarmamış ve Harun Bey’in gözüne batacak bir şey yapmamak için de dikkatli davranmıştı.

“Burada bahsi geçen kadın Zişan olmalı!” dedi Harun bey düşünceli bir sesle. “ Fakat Zahir’in suçuna dair bir şey yok!”

“Anlamıyorsunuz! Üzerime bütün suçları yıkıp beni sizden ve Güney’den uzak tutmaya çalıştılar. İki ay kadar Venedik’te her hareketimi izlediler. Özel uçakla kaçırıldım. Zişan ne çok zengin biri ne de çok güçlü! Bunların hiçbirini tek başına yapamaz. Ona bu konuda Zahir’den başkası yardım etmiş olamaz. Tüm bunlar olup biterken ilişkileri devam ediyordu. Bununla ilgili olan ses kayıtları elimizde!” Devam etmek istediğimde Zahir üzerime yürüdü.

“Yalan söylüyor!” Güney onu itip bana yaklaşmasına engel oldu. İkimizde ona çöp arabasında ezilen atık gibi bakıyorduk. “Doğru!” Dedi Güney. Gözlerimizin önünde benim kaçırıldığım uçakla ilgili resimleri ve uçuş bilgilerini çıkarıp Zahir’in yüzüne fırlattı. “İşte burda! Ne zaman uçuş yaptığı, koordinat bilgileri, uçağın kime ait olduğuna ilişkin diğer ıvır zıvırlar! Tüm oklar seni gösteriyor!” Tüm bunları ne ara araştırdığını o an ben de büyük bir şaşkınlıkla inceliyordum. Demek tüm o telefon görüşmeleri bunlar içindi.

“Uçağı birkaç günlüğüne ödünç verdim. Zişan’ın böyle bir işe girişeceğini bilmiyordum.” Güney’le burun buruna gelip birbirlerinin üzerine yürüdüler. “Her şeyi bu pislik planladı. Zişan’a olan zaafımı ve ilişkimi kullanarak tüm suçu üzerime atmaya çalışıyor.”

“Daha ne kadar inkar edeceksin! Her şeyi kabullenmekten başka çaren yok anla artık! Yaptıklarını yanına bırakmayacağımızı ne zaman göreceksin?” Eline geçirdiği bibloyu hırsla yere savurduğunda Sare Hanım merdivenin tırabzanına çarpan biblo ile kulaklarını kapatıp küçük bir çığlık kopardı. “Bu yaptığınızın bedelini ödeyeceksiniz! Bu iftiraları ayağınıza dolayacağım!” Ahuzer Hanım güçlü nefesler alarak düştükleri zavallı hali izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Sıranın ona gelmesini büyük bir zevkle bekliyordum. İçimden bir ses bu olan bitenle bir ilgisi olduğunu söylüyordu.

“Tüm deliller seni gösteriyor Zahir! Git gide batıyorsun!” Diyen Harun Bey teyzesi Ahuzer Hanım’ın ardına saklanan Zahir’e öldürecekmiş gibi baktı. Koynunda yılan beslediğinin daha yeni farkına varıyordu.

“İthamlarına dikkat et Harun!”diye uyardı Ahuzer Hanım. “O ailemizin bir parçası. Ve ben ona güvenmekte hâlâ bir an bile tereddüt etmiyorum.” Bu kadın aklını kaybetmiş olmalıydı. “Zahir birini öldürmüş olamaz. Her şeyin mantıklı bir açıklaması olmalı.”

“Yok Ahuzer Hanım!” Diye kestirip attım. “O en başından beri her şeyi biliyordu. Yiğit hasta olduktan sonra Harzem’le bir plan yapıp benden kan örneği aldılar. O zamanlar bunun niçin yaptığını bilmiyordum! Şimdi biliyorum. Oğlumu kurtarmam için beni bir donör olarak kullanmak istediler. Eğer uyuşsaydık benden ona nakil yapmaya çalışacaklardı. Harzem ölmeden önce her şeyi itiraf etti. Zahir Bey’in peşine düşüp bütün tezgahını çözmüş. Zaten bu yüzden susturuldu. Eğer yaşasaydı onu korumamız karşılığında bize yardım edecekti!”

Harun Bey ellerini ensesinde birleştirip birkaç kez odanın iki farklı noktasında tur attı. Kendisine oynanan bu oyunu bir türlü hazmedemiyordu. “Aklımı kaybedeceğim! Delirteceksiniz beni sonunda.” karısına yönelip kollarından tuttu ve hırsla sarstı. Her sarsışında Sare Hanım’ın küt kesim saçları ileri geri savruluyor ve utançtan kızaran yüzünün büyük bir kısmını kapatıyordu. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü ve ne yazık ki onun bu haline üzülmek aklımın ucundan bile geçmiyordu.

“Bana gerçekleri anlat! Karnında taşıdığın o bebeğe ne oldu?” Sare Hanım korkuyla bizi izleyen Ahuzer Hanım’a baktı. Tüm iplerin kimin elinde olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Teyzesinden çekiniyor ve gerçekleri anlatmayı düşünürken bile ondan izin istiyordu.

“İstemedim! Böyle olmasını istemedim. Seninle tartışmıştık. Türkiye’ye döndüğün gün o tartışmanın da etkisiyle erken doğum yaptım. Bebek öldüğünde her şeyin daha da kötüye gideceğini biliyordum. Ayrılmak üzereydik ve ilişkimizi kurtaran şey karnımda taşıdığım bebekti. Küslüğü bahane edip uzun bir süre telefonlarına çıkmadım. Ben…” Harun Bey onu itip bir adım uzaklaşma ihtiyacı hissetti. Kalbini de ruhunu da koyacak yer bulamadığını anlamıştım. Bu ihanet affedilir gibi değildi.

“İlişkiye devam edebilmek için bir bebeği annesinden çalmaya kalktın öyle mi? Bu kadar basit mi?” Güney’le birbirimize baktık. Biz olanları atlatmaya çalışırken yaşlı bir ses tüm bakışlarımızı kendine çekti. Ahuzer Hanım sonunda suskunluk orucunu bozmuştu.

“Onu suçlamayı kes artık! Tek suçu beni dinlemekti!” Dananın kuyruğu şimdi kopmuştu. İnsan annesine de güvenmezse kime güvenirdi bu hayatta. “Ayrılmanızı istemiyordum! O zavallı bebek senin ahmaklığın yüzünden öldü. Aptal takıntın yüzünden Sare’ye hiçbir zaman hak ettiği değeri vermedin! Geçmişe takılıp kaldın! Bir türlü hayata dönemedin!”

Histerik bir şekilde gülüp, alayla karısına ve annesine baktı. “Siz de bir başkasının çocuğunu kaçırarak bana sahte bir yuva kurmaya çalıştığınız öyle mi?”

Ahuzar Hanım beni işaret ederek tükürür gibi hadsizce konuşmaya devam etti. “Bu kadının annesi ailemizin üzerine karabasan gibi çöktü. Ne ölüsü bizi rahat bıraktı ne dirisi.” Harun Bey sinirden zangır zangır titriyordu. Yıllarca aldatılmış olması bir yana tüm bu kötülükleri yapan insanlar tarafından yine en suçlu kendisi ilan edilmişti.

“O kan örneğini almasını isteyen bendim. Doruk’un yaşamak için gerçek annesinin kanına ihtiyacı vardı. Zişan’ı bulup bu işleri benim yerime halletmesini istedim. Zahir ve Zişan’ın flört ettiğinden haberdar değildim. O da bizim böyle işler çevirdiğimizi bilmiyordu. Ne Zahir’in ne de Sare’nin olan bitenle bir ilgisi yok! Sare’yi tehdit ederek susturdum. Ölen bebeğinin yerine Doruk’u koymak zorunda kaldı. ” Harun Bey nefes almakta bile zorlanır olmuştu. Masanın önündeki sandalyeyi çekip dirseklerini masaya bıraktı. Kriz geçirmesi an meselesiydi.

“Bana ait olmayan bir bebeğe babalık yapmamı istediniz! hem de o bebek…” Sözünün devamını getirememişti. Başını yıkılmış bir şekilde eğdiğinde bu hikayede neden var olduğumu sorgulama ihtiyacı hissettim. Yıllar önce annemle aralarında bir şeyler yaşanmıştı ve bu benim umrumda bile değildi. Bu adam hayatımda asla yer edemeyecek biri iken neden oğlum onun kollarına bırakılmıştı?

“O zavallı bebeğe büyük bir iyilik yaptık! Şu kadına bir baksana! Sence çocuk büyütebilecek biri gibi mi duruyor? Daha kendini yetiştirememiş, üstelik sabıkalı olan birinden annelik nasıl umabilirsin? Doruk’un bir Taşpınar olarak bu evde büyümesini istedim! Sabıkalı annesini asla kabul etmezdim! Adımıza leke sürülmesine müsaade edemezdim. O da annesi gibi basit bir kenar mahalle kadınıydı! Ama oğlu bu aileye layık olabilirdi. Senin soyunu sürdürebilirdi! Taşpınarların mal varlığını idare edip imparatorluğumuzun devamını getirebilirdi. Atalarının emeklerini senin kanından birinin korumasını istiyordum. Annesini reddetsem de oğlu bir şans sayılabilirdi. Bu evde bizim terbiyemizle büyüdüğünde büyük annesinin ve annesinin varoş hayatının hiçbir izi kalmayacaktı. Bizden biri olacaktı.”

Okların beni bulması kafamda binlerce soru işareti doğurmuştu. “Siz neden bahsediyorsunuz Ahuzer Hanım!” Diye üzerine yürüdüm. Eğer yaşlı olmasaydı Zişan’ın saçlarını yolduğum gibi onun saçlarına da yapışabilirdim. O zaman kenar mahalle kadını olmak nasıl olurmuş görürdü.

“Benim oğlumu neden kaçırdınız? Bu evde neden bir Taşpınar olarak büyümek zorunda? Siz kendinizi ne zannediyorsunuz? Kim olduğunuzu sanıyorsunuz Ahuzar Hanım? Beni bu eve layık bulup bulmamak sizin haddiniz mi? Ne hakla bu yorumları yapabilirsiniz?” Yüzünde nefret dolu kindar bir tebessüm belirdi. Bu kadın yaşlı bir şeytandan fazlası değildi. Harun Bey bile kötülükte el etek öpse onun seviyesine yetişemezdi.

“Hâlâ anlamadın değil mi? Ne yazık ki sen de bu ailenin bir parçasısın! Harun’un gayrimeşru kızısın! Benim nefret ettiğim, bu evde bir saniye bile barındırmak istemediğim kadının tohumusun! Ve asla bu aileye kabul edilmeyeceksin! Kendi kocasını göz göre göre öldüren bir zavallıyı soyuma karıştırmayacağım.” Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Bakışlarım önce Harun Bey’i ardından da gözlerini benden köşe bucak kaçıran Güney’i buldu. “ Ne saçmalıyorsunuz! Ne dediğinizi bilmiyorsunuz siz? Benim babam Kerim Dumanlı! Ve sizin burun kıvırıp beğenmediğiniz o kenar mahallede büyüdüm! Saçmalıklarınızı daha fazla dinleyemeyeceğim.”

Sözlerinin bir yalan olduğuna inanıyordum. Üzerinde durmaya gerek bile görmüyordum çünkü bu adam asla benim babam olamazdı. Merdivenlere tekrar yöneldiğimde Sare Hanım önüme bir set çekti. “Onu sana bırakmam!”

“ Çekilin önümden! Yoksa canınızı yakmaktan çekinmem! Artık yalanlarla beni durdurmaya çalışmayın. Ben bu ailenin bir parçası değilim ve artık oğlum da olmayacak! Eğer dava etmekten vazgeçmem için bu yalanları söylüyorsanız sizi doğduğunuza bin pişman ederim!” Sare Hanım’ı çekiştirerek merdivenden uzaklaştırmaya çalışırken kollarım yaşlı bir çift elle buluştu. Yüzümü ona çevirdiğimde karşımda gördüğüm kişi Harun Bey’den başkası değildi.

“Sana konuşmamız gerektiğini söylemiştim Efsun! Bu şekilde öğrenmeni istemezdim. Ben…” Kolumu sertçe çekip, “Yeter susun artık!” diye bağırdım. “Yalanlarınıza daha fazla tahammül edemeyeceğim! Kim olduğunuzu çok iyi biliyorum bay Harun Cemal Taşpınar! Annemin sevgilisi benim ise düşmanımsınız. Hayatımı ailemi yıkan adamsınız! Asla aramızda bundan fazlası olmayacak biliyorum. Bu sözlerin yalandan daha farklı bir yere çıktığına inanmıyorum.” Elleri titrek bir şekilde kollarımı, ardından ise saçlarımı ve yüzüme buldu.

“İnkar etmen boşuna görmüyor musun? Sen benim kızımsın! Ne annene ne de o adama zerre kadar benzemiyorsun! Kararsızlığın, hassaslığın, gözlerin, yüzün, zevklerin bile benimle aynı!” Gözlerimden dökülen o bir damla yaşı hoyratça parmak uçlarımla sildim. “Sana babam olmadığını söyledim. Benimle oynamaktan vazgeç! Eğer şu korkunç aileni bu şekilde adaletin kollarından kurtarmaya çalışıyorsan boşuna uğraşıyorsun. Ölürümde davamdan vazgeçmem! Şimdi çekilin önümden! Oğlumu alıp çekip gitmek istiyorum.” Ellerini kendimden uzaklaştırmak için çırpındığımda bana daha fazla yaklaştı. Gözlerindeki hasret canımı yakıyordu. İki cihan bir araya gelse ikimizi aynı yerde yan yana hayal etmeyeceğimi bildiği halde neden bu aptal oyunu oynadığını bir türlü anlamıyordum.

“Daha ne kadar sana hasret yaşayacağım!” diye yükseldiğinde bu kadar cesaret bana çok fazla gelmişti. “Bırak beni! Babam değilsin hiçbir zaman da olmadın! Hayatımdan çık! Yeterince zarar verdin zaten! Benden daha ne istiyorsun?” Son cümlemi ailedeki herkesi tek tek süzerek nefretle söylemiştim.

“Anlamıyor musun?” Beni kolundan tutup kalbinin üzerine bastırdı ve diğerlerinin çirkin bakışları arasında sımsıkı sarıldı. “Sen benim kızımsın! Benden nefret etsen de beni baban olarak görmesen de kızımsın! Kanımdan canımdan bir parçasın!”

“Hayır hayır!” Nemli mavi gözleri beni kıskıvrak yakaladı. Onunkilerden daha genç olmakla birlikte aynı tadı bırakan bakışlarımı hasretle izledi. “Artık bunu içimde saklamaktan yoruldum! Artık sensiz kalmaktan yoruldum. En güzel anlarına şahit olamadığım bu hayatı yaşamaktan bıktım usandım. Sen Kerim denen o adamın değil benim kızımsın! Hayatında yer edinmek için rol yapmak istemiyorum.”

Ahuzar Hanım bize sırtını dönüp yemek masasında stresli tırnak ritimleri tuttururken başımı defalarca salladım. Bunu kabullenmeye tahammül edemezdim. “Hayır hayır!” Haykırışlarım gerçekleri bastırabilecek miydi? Beni kolumdan tutup odadaki büyük aynaya yönlendirdi. Aynayı karşımıza alıp tuhaf gözlerle yansımalarımızı izledik. Delirmiş gibiydim. Basit bir maskot gibi beni nereye çevirirse oraya gidiyor ve ne yapacağımı bilemez bir halde titriyordum.

“Bak bana! Kendine bak! Sence de birbirimize fazlaca benzemiyor muyuz? Baban olduğumu anlaman için daha ne olması gerekiyor?” dudaklarım ısırmaktan morarmış bir şekilde delirirmiş gibi aynaya baktım. Bu benzerliğin en başından beri farkındaydım ama böylesi bir şeyi aklımın ucundan bile geçirmemiştim.

“Sen benim kızımsın! Yıllarca kavuşmak için beklediğim kızım…”

“Aman ne dramatik!” Diye araya girdi Zahir büBey. Ahuzar Hanım’ın keskin, sesli solumaları iyiden iyiye sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Hiçbir şey söyleyemedim. Dilimin kökünden koptuğunu, zihnimin bulandığını hissettim. Şaşkınlığım öyle büyüktü ki ne gülebiliyordum ne ağlayabiliyordum ne de onu inkar edecek bir şey söyleyebiliyordum. Onu inkar ederek yanından uzaklaşmak istedim. Bana dokunmasını istemiyordum. Kalbimde biriken yılların kini hiçbir şeyi affetmeyecekti! Bakışlarım uzaktan büyük bir hüzünle bizi izleyen Güney’i buldu.

“Biliyordun! Onun oyunlarına bu yüzden ortak oldun!” Dedim öfke dolu bir tınıyla. Güney başına eğdi. Her öğrendiğim gerçek bir diğerini mumla aratacak cinstendi. Güney’e mecburdum ve hayatımdaki gerçekler ona olan öfkemi her geçen gün biraz daha kabartıyordu. Nefes bile alamıyordum. Kalbimin üzerine bindirilen yükler o kadar çok yorucuydu ki onları taşımak artık tokatlanarak büyütülmüş zavallı ruhuma bile ağır geliyordu.

“Ne anneni ne de seni bu evde istemedim! Senin geçmişin karanlık ve çirkindi! Gayrimeşru bir çocuğun bu soyadını taşıması kabul edebileceğim bir şey değildi. Ama yine ne yaptın ne ettin hayatımıza bir şekilde girdin!” Ahuzer Hanım’ın nefret kusmaları benim öfkemi daha da kabartmıştı. “Ben sizin hayatınıza girmedim! Siz beni yaptıklarınızla buna mecbur bıraktınız! Bu evde, bu hayatta hiçbir zaman gözüm olmadı.” Bana hasretle bakan Harun Bey’le aramıza bir sandalye devirip öfkemi boşalttım. “Bu adamı da hiçbir zaman babam olarak kabul etmedim etmeyeceğim!” Islak bakışlarım daha büyük bir yıkımla hayatımı karartan insanlarda dolaştı ve en sonunda kötülüğün mimarını buldu .

“Bana daha nasıl bir kötülük yapabilirsin diye düşünüyordum. Merakımı gidermiş oldun Harun bey! Geçmişime dönüp baktığımda tek mutluluk kaynağımı da çekip elimden aldın. Kendimi hiç değilse iyi bir babaya sahip olduğumu düşünüp avutuyordum. Sen onu bile bana çok gördün. Annemle yaşadığın yasak ilişki umurumda değil! Seni babam olarak hiçbir zaman kabul etmeyeceğim! Hayatımdan öyle çok şeyi alıp götürdün ki sizin yasak meyveniz olmayı asla kabul etmeyeceğim. Benim babam Kerim Dumanlı! Ona ihanetiniz ve beni de bu ihanete alet etmiş olmanız umurumda değil!” Sözlerimin devamını getirmeme izin vermedi. Yeniden bana dokunmak istediğinde kendimi ondan uzaklaştırdım. Bu hareketim daha fazla canının yanmasına sebep olmuştu.

“Gerçeklerimizi ne zamana kadar inkar edeceksin? Bilmediğin çok şey var Efsun! Utanmanı gerektirecek bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Ben sadece ailemi bir araya getirmeye çalıştım.” Kendini savunması daha fazla delirmeme sebep olmuştu. Sesimi son perdesine kadar kullanarak bağırdım. “ Annemi babamın koynundan çalarak mı yapacaktınız bunu?”

“Ben kimseyi kimsenin koynundan çalmadım.”

“Şu saçma aile tartışmanızı bitirir misiniz artık? Saat yeterince geç oldu.” Zahir Bey’in bu umursamaz tepkisine ikimiz de aynı anda, “Kes sesini!” diye karşılık verdik. Şu an onun sızlanmalarını dinleyecek durumda değildik. Harun Bey benden uzaklaşıp ailesine yöneldi. Üçü de karşımızda olacakları bekliyordu. Kimin hakkı kimin suçlu olduğuna karar verecek kişi Harun Bey’di. Zahir ve diğerleri hak ettiğini bulana kadar bir süre daha ona tahammül edebilirdim.

“Defolun evimden! Hiçbirinizin yüzünü görmek istemiyorum!” diye bağırdı Harun Bey. Annesi de dahil olmak üzere bu işte parmağı olan herkese kapıyı göstermişti. Ahuzer Hanım gözlerini kocaman açarak Harun Bey’in üzerine yürüdü. “Sen ne yaptığını sanıyorsun? Annenim ben senin! Her şeyi senin için yaptım!” Harun Bey dalga geçer gibi gülümseyip beni işaret etti.

“Bir anne nasıl olur da bir başka annemin canını bu kadar çok acıtır söylesene! Üstelik canını yaktığın kişi benim öz kızım! Sana rağmen kabullendiğim evladım!” Ahuzer Hanım yüzünü titretir gibi salladı. Utanmasa Harun Bey’e küçük bir oğlan çocuğunu döver gibi meydan dayağı çekecekti. “Sana diyorum Harun! Anneni kapı dışarı mı edeceksin yani? Seni böyle mi yetiştirdim ben?” Harun bey öfkeden bulunduğu yerde tepinecek bir haldeydi. Bunca zaman kandırılmış olmayı hazmedemiyordu. Zahir’i kolundan tutup tüm direnmelerine rağmen salondan dış kapıya kadar ite kaka götürdü. Onun serzenişlerini zerre kadar umursamamış ve kararını bu zalim adamı ailesinden uzaklaştırmakta sabit kılmıştı.

“Size suçsuz olduğumu söyledim enişte! Nasıl bunlara inanabilirsin?” diye bağıran Zahir bu itiş kakışta bilmem kaç kere duvara ve dolaplara çarpmıştı. Harun Bey vestiyerden aldığı pardesüyü kapının dışındaki Zahir’in suratına fırlattı. “Eğer masumsan masum olduğunu kanıtla! Koynumda yılan beslemediğimi kanıtla! Duydun mu beni? Yüzünü ağartmadan bir daha sakın karşıma gelme ulan! Holdingte de yüzünü görmek istemiyorum. Hisselerini senden satın alıp hayatımızdan defolup gitmeni istiyorum!”

Zahir yumruklarını sıkıp öldürücü bakışlarını üzerimde gezdirdi. Harun Bey’in bu kadar kesin ve ağır kararlar vereceğini düşünememiş olacak ki içinde bulunduğu durumdan o da bizim kadar şaşkındı. “Pişman olacaksınız! Onları dinlediğiniz için çok pişman olacaksınız! Bir gün gerçekler ortaya çıkacak!” Harun Bey dudaklarını birbirine bastırarak başını alayla salladı.

“Bana masum olduğunu kanıtlamadan bir daha bu eve adamını bile atamazsın!” Sare Hanım söyleyecek bir sözü var gibi öne atılıp, “ Harun lütfen!” diye bağırdı.

“Kes sesini! Seni de bu evden bu şekilde atmak isterdim, fakat dua et Doruk seni annesi biliyor ve Allah kahretsin ki sana ihtiyacı var! Eğer Zahir’le görüşmeye devam edersen Doruk’u düşünmem seni de onun gibi kapı dışarı ederim.”

Zahir’in tüm çırpınmalarına rağmen sert bir şekilde kapıyı yüzüne çarptı. O katilin bu ortamdan çekip gitmesi biraz olsun huzur bulmama sebep olmuştu. En azından Doruk’la aynı çatının altında olmadığını bilmek güvende hissetmemi sağlıyordu. Güney’e olan küskünlüğüm bakışlarım ondan köşe bucak saklamama sebep olmuştu. O ise ne tepki vereceğini bilmiyordu. Konuşmamız gereken çok fazla şey vardı ve bu sefer onu dinlemek konusunda hiç aceleci olmayacaktım. Hoş! Bana dünyanın en büyük kötülüğünü de yapsa arkamı dönüp gidemezdim. Oğlumu kurtarmak için Güney’e ihtiyacım vardı. Bunu bir kez olsun denemeli ve Yiğit için fedakarlık yapmalıydım.

Harun Bey dokunaklı bir yüzle, biraz daha sakinleşmiş bir şekilde yanıma geldi. Öfkeden kırmızılaşan gözlerimi ve nemli yüzümü ona çevirmeyecek kadar gururluyum. Doğru bir karar vermiş olması ona duyduğum öfkeyi azaltmayacaktı.

“ Efsun! Yaşananlardan dolayı çok üzgünüm! Sana sahip olduğum her şey üzerine yemin ederim ki olan biten hiçbir şeyden haberim yoktu. Oğlum olduğunu sanıyordum. Böyle düşünmem için her şeyi yaptılar. Eğer gerçekleri bilseydim böyle bir sebepten tek bir gün bile acı çekmene izin vermezdim.” Gerçekleri bilmediği ortadaydı. Ona bu konuyla ilgili hiçbir şeyin hesabını sormak istemiyordum. Benim içimi yakan şey başkaydı. Yıllarca hasretiyle kavrulduğum adamın babam olmadığını öğrenmiştim. Ve aynı gün düşmanım “Benim kanımdansın!” diyip o adamın yerine geçmişti. Çok fazla konuşulacak şey vardı ama oğlum bu haldeyken hiçbirinin hesabını sormaya gücüm kalmamıştı.

Güney “şimdi ne olacak?” diye yanımıza geldiğinde ona olan kırgınlığım kalbime ağır geliyordu. Öyle rezil bir durumun içindeydik ki bataklıktaki kurbağalar gibi çırpındıkça batıyorduk. “Doruk çok hasta! Olan biteni ona açıklayamayız! Sare’ye çok düşkün bana da… Efsun’u sevse de onu annesi olarak hemen kabul etmeyebilir. Daha da fenası hayatındaki bu ani, ağır değişim sağlığının daha da bozulmasına sebep olabilir.” Gözyaşlarım yanaklarımı istila ederken acıklı bir şekilde gülümsedim. Sare Hanım’a bakarak “Ne harika bir iş çıkardınız ama! Şimdi hasta bir çocuğa hayatının en büyük skandalını yaşatmak zorundayız! Yaptığınız canavarlıkla gurur duyabilirsiniz!”

Güney beni teselli etmek ister gibi kolumu tuttuğunda aramızdaki mesafeleri aşmasına izin vermedim. Ona öyle çok kızıyordum ki içimdeki bu sevginin ağırlığı bile öfkemi dindirmeye yetmiyordu. “Efsun! Bunları daha fazla konuşmamızın ne yeri ne de zamanı! Bir şeyler düşünmeliyiz!” Sonrasında soracağım hesapları hissettiren bakışlarım birkaç saniye Güney’de dolaştı.

“Ne yapmamı istiyorsun? O bu haldeyken nasıl uzak dururum?”

“Durma!” dedi Harun Bey. “ Doruk iyileşene kadar bir süre burada birlikte kalalım. Onu bizden daha iyi tanımıyorsunuz. Hangi ilaçları kullanacağına, nasıl bir tedavi uygulanacağına, doktorlarının yöntemlerine bizim kadar vakıf değilsiniz. Bırakalım bir süre daha eski düzen devam etsin. O iyileştiğinde bir pedagogdan yardım alarak durumu izah etmeye çalışırız.” Umutvar bir şekilde gözlerimin içine baktı. “Hem burada sana daha fazla alışır. Sen de onu merak etmekten kurtulursun. Birlikte yaşarsak olayları kabullenmesi de hızlanır.”

Harun Bey’le bir arada kalmak istemiyordum fakat oğlumun sağlığı için başka bir çıkar yol da görünmüyordu. Ona uzak kalmaktansa Harun Bey’e ve ailesine tahammül etmeyi tercih ederdim. Hiçbir şey onun sağlığından daha önemli değildi. Güney gözlerime baktığında gururumu ve öfkemi bir kenara bırakıp “Tamam!” dedim. Ve ekledim. “Bunu sadece oğlum için yapıyorum! Seni babam olarak asla kabul etmeyeceğim. Bu düşüncemi değiştirmeye çalışmayacaksın ve benden olabildiğince uzak duracaksın! Doruk iyileşmeye başladığında da çekip gideceğiz.”

“Öyle olsun!” dedi kabullenmekte zorlandığım biyolojik babam. Gözlerimi ondan ayırıp merdivene diktiğimde pijamaları içindeki zavallı yavrumu gördüm. Uyku mahmuru gözlerini ovuşturup mermeri andıran pürüzsüz başını hafifçe kaşıdı. Hepimizi bu saatte böyle ayakta görmek onu şaşırtmış olmalıydı. Ahuzer Hanım beni nefret dolu bakışlarla kıskaca alırken Sare hanım Doruk’un varlığına minnet edecek durumdaydı. Doruk koşarak Sare Hanım’ın yanına geldi ve bacağına sımsıkı sarıldı. Kabus gördüğünü düşünüyor ve benim yerime ona sarıldığı için acı çekiyordum. Ona annesi olduğumu söylediğimde vereceği tepkiyi hayal dahi edemiyordum. Her şey çok zordu. Ama mücadele etmeden asla geri çekilmeye niyetim yoktu. Zahir durmayacaktı ama ben ona layık olduğu sonu vermek için elimden gelenden çok daha fazlasını yapacaktım.

 

 

yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız.

Loading...
0%