@syildiz_koc
|
Medya: kördüğüm (Tuğçe Kandemir) 🎶🎶
İnsan bazen bildiklerinin bazen sevdiklerinin esiri olurdu. Bildikleri sarsıcı olsa da en acı gerçekleri yalanla cilalayıp ömrüne işlemek çoğu zaman zor gelirdi. Ben hiçbir zaman çok güçlü bir kadın olmamıştım. Yaralı bir tarafım vardı. Haylaz, muzır, tembel fakat mücadeleden asla vazgeçmeyen delinin tekiydim. Çocukken de. aynı davranışların beni bulduğunu söyleyebilirdim. Başarılı ve zeki olduğumu söylerlerdi ama hiçbir zaman kendime cesaret konusunda on üzerinden on verememiştim. Kendimi hep diğerlerinden farklı bir yere oturtmuş ve zamanımın çoğunu asla gerçekleşmeyecek hayaller kurarak geçirmiştim. Küçük kızın büyük hayalleri vardı ama hayat ona karşı fazlasıyla acımasız olduğundan bunları dillendirecek cesareti bile kendinde bulamazdı.
Yüreğimdeki feryatların hiçbiri susmadı. O koğuş odasını düşledim. Oğlumu benden aldıklarında yaşamam için onu bulmak hayatımın en önemli gayesi haline gelmişti. Ve sonunda en büyük arzuma ulaşmış ve Yiğit'e kavuşmuştum. Kafamda ona dair pek çok senaryo yazılıp çizilmişti ama hiçbiri şu anki durumumuza uymuyordu. Yiğit annesini bilmiyordu. Yıllar geçmişti ve onunla yaşadığı hatıralar yok denecek kadar azdı. Sare Hanım'ın annesi biliyor ve içinde bulunduğu hastalık onun iyiliği için bizi susmaya mecbur ediyordu.
Onunla geçiremediğim her güne büyük bir pişmanlıkla bakıyordum. Oğlumun en güzel günlerini görememiş, bebekliğini o sevimli hallerinin tadını çıkaramamıştım. Çok geç sayılmazdı aslında ama insan satın alamadığı en değerli şeyin zaman olduğunu düşündüğünde kavuştukları için yeterince sevinemiyordu. Yiğit'in iyileşmesi her şeyden önemliydi. Çünkü o iyi olmadığında kalbimdeki oyuğun her geçen gün biraz daha büyüdüğünü düşünüyordum.
Güney'e olan kırgınlığım geçmemiş bilakis perçinlenmişti. Benden o kadar çok şey saklamıştı ki ona bir daha nasıl güvenirdim bunun cevabını vermek oldukça güçtür. Onu deliler gibi sevdiğimi biliyordum. Bir gün birine güveneceksem ve onu hayatıma kabul edeceksem o kişi yalnızca Güney olabilirdi. Aklım ve kalbim öyle çaresizdi ki ikisine de söz geçiremeyişimin derin mağlubiyetini hissediyordum.
Sabah saat 8:00 sularındaydı. Kendimi ilk fırsatta Yiğit'in odasına atmıştım. Ona gerçek adıyla hitap etmemek bile canımı bu kadar yakarken nasıl yabancı biri gibi davranacaktım bunu ben de bilmiyordum. Odasındaki yatağın kenarına onu uyandırmamaya gayret ederek sessizce oturdum. Gözlerim güzel yüzünde dolaştı ve ellerim ona dokunmamak için benliğimle savaş halindeydi. Tıraşlı başına, dökülen kirpiklerine ve kaşlarına rağmen öyle güzeldi ki güzelliğine benzetme bulmak bile benim için imkansızdı.
Bakışlarım odasında gezindi. Harun Bey onun için en kaliteli mobilyaları, en sağlıklı ve güzel oyuncakları seçmişti. Zengin bir adamdı ve Yiğit onun tek oğlu olduğu için her şeyin en iyisini seferber ettiğini bu eve her geldiğimde rahatlıkla görebiliyordum. Babam olduğunu öğrendiğim o günden beri ondan köşe bucak kaçmaya başlamıştım. Karşılaşmamak için sofraya oturmak dahi istemiyordum ama Yiğit'i kazanmak için buna mecburdum.
Günlerdir beni sarıp sarmalayan ölü toprağını üzerimden atacak ve oğlumu hayatıma kazandıracak her şeyin üstesinden gelmek için mücadele edecektim. Zahir Bey tutuklanmıştı. Onun tehlikeli olabileceğini düşünen Harun bey evden kovar kovmaz ilk fırsatta olan biteni polise anlatmış ve Harzem'in cinayetiyle şüpheli konumda olduğunu bildirmişti. Nüfusunu düşününce bu işin Zahir'in yanına kalmayacağı konusunda biraz daha güven duymaya başlamıştım.
Yiğit'e güzel bir kahvaltı hazırlama planını devreye sokmanın zamanı gelmişti. Üzerimdeki pijamalardan kurtularak daha sağlıklı, iyi bir görünüme kavuşacaktım. Bana her fırsatta kenar mahalle kızı muamelesi yapan daha doğrusu bunu aşağılık bir hareketmiş gibi üzerimde deneyen o insanlara, ihtiyacım olduğunda gerçek bir hanımefendi olabileceğimi kanıtlayacaktım. Harun Bey'i ve soyadını istemiyordum. Ama Kendimi kimseden daha aşağılık göstermek gibi de bir derdim yoktu.
Yiğit'in mavi tonlarındaki odasından çıkıp kendi kaldığım odaya yöneldim. Hemen yan tarafımda Güney'in odası bulunuyordu. Bizim odalarımızı birbirine bağlayan büyükçe bir koridor vardı ve koridorun sonundaki hol ise sürekli karşılaşmamız için elinden gelen her şeyi yapan bir çöpçatan gibiydi. Kendimi sıcak suyun altına bırakıp duş kabinindeki buharlara teslim oldum. Kabin camı beyaz bir bulutun üzerinde olduğumu düşündürecek kadar buğulanmıştı. Duş jelini bedenimde dolaştırdığımda mis gibi bir kokunun her yanımı sardığını, burnumdan ciğerlerime kadar çiçek bahçesi hissini tenime taşıdığını hissettim. Gözlerimi kapayıp bu güzel anları hayal ederken, ruhumu sıkan o görüntü yeniden zihnime bir balyoz gibi indi. Harzem'in kanlar içindeki cesedinin görüntüsü... O koku duş jelinin kokusunu bastırmış ve tenimi ele geçirmek ister gibi yırtıcı bir canavara dönüşmüştü. Nefes alışverişlerim sıklaştı ve gözlerimi o manzaradan kurtarmak için irice açtım. Ellerim kalbimi saniyeler içinde bulmuş ve oradaki korkuları ve acıları prangalara hapsetmek için harekete geçmişti. Üzerime bornozu geçirip saçlarımı kurulayıp Güney'in Pelin'e getirmesi için ricada bulunduğu kıyafetlerimin karşısında yerimi aldım. Onları dolaba yerleştirmiş ve kullanıma hazır hale getirmiştim.
Epey düşündükten sonra açık mavi sade bir elbiseyi üzerime geçirdim. Bebe yakası dantelİ vardı ve uzunluğu dizlerimin hizasında sabitlenmişti. Saçlarımın uçlarına hareket kazandırıp onları güzelce şekillendirdim. Yıldızlı küpelerimi ve kolyemi taktığımda tamamlanan makyajımla oldukça şık ve güzel görünüyordum. Şimdi yapacağım en güzel şey mutfağa geçip bol vitaminli harika bir meyve suyu hazırlamaktı. Doruk'un hangi kahvaltılıkları sevdiğini bilmiyordum ve en sevdiği şeyleri hazırlamak istediğim için bu konuda biraz yardım almam gerekecekti.
Evde güçlü bir yardımcı kadrosu vardı. Şermin evin hizmetçisi, Züleyha hanım ise mutfak kahyası konumdaydı. Aramızda geçen tartışmaları duymuş ve bana da şimdiden Harun Bey'in veliahtı, evin hanımı muamelesi yapmaya başlamışlardı. Onlarla daha önce tanıştığım için "Günaydın!" diyip malzemelerin bulunduğu tarafa yöneldim. Becerikli biri sayılmazdım, bilakis sakarlık yapmadan mutfaktan çıktığımı ve iyi bir işe imza attığımı gören bilen olmazdı. Ama bu sefer kendimi aşmak ve farklı bir şeyler yapmak istiyordum.
Şermin, "Biz yapardık hanımefendi, siz zahmet etmeseydiniz!" Dediğinde bakışlarımı kısıp bu hanımefendiliğin nereden geldiğini sorgulama ihtiyacı hissettim. Ben bu evin hanımı falan değildim ve elbette Harun Bey'in kızı olarak da kendimi görmüyordum. Bana sürekli bir veliaht muamelesi yapmaları canımı sıkıyordu. Eğer kötü bir kalbim olmuş olsaydı muhtemelen Harun Bey'e yapacağım şey imparatorluğunu başına yıkmak olurdu. Yapmayacaktım... Buna gücüm yetse de asla tenezzül edip karakterimden taviz vermezdim. İlahi adalet dediğimiz şey kötü insanları er ya da geç buluyordu. Babama yaptıklarından sonra Harun bey de bedeller ödemiş, kötülükleri ayağına dolaşıp onu kıskıvrak kaderin ellerine itmişti. Sahip olduğu aileyi düşündüğümde kendisine layık insanlarla karşı karşıya geldiğini görüp adalete olan inancımı her geçen gün biraz daha perçinliyordum.
İlk işim ona yapmayı düşündüğüm açma için hamurumu mayalamak oldu. Beceriksizdim! Bunu kabul etmemek için aklımı kaybetmiş olmam gerekiyordu. Un elimden her seferinde mutlaka yere dökülüyor, yoğurmaya kalktığımda saçıma, yüzüme bulaşıyordu. Neden sakar olmak zorundaydım bunu bir türlü anlamıyordum. Annem sakal bir kadın değildi, ona yüz olarak benzemesem de en azından becerikliliğini almış olabilirdim. Almamıştım maalesef. O harika sofralar kurarken ben o sofraları darmadağın etmekten fazlasını yapamıyordum. Annem bana sadece kaderini vermişti. En büyük mutlulukları yaşarken bile yüreğime çöreklenen acıları miras bırakmıştı. Ve utancı!
Şermin gözlerini kocaman açarak bana yalvarır gibi baktı "Hanımefendi! Keşke siz zahmet etmeseydiniz. Ahuzer Hanım çok titizdir. Mutfağın bu halini gördüğünde bizim için hiç iyi şeyler olmayacak!" Demek Ahuzer Hanım titizdi. O yaşlı cadıyı delirtmek için bile bu mutfağın altını üstüne getirebilirdim. Çocuğumu benden ayırmak ne demekmiş görmeliydi. Kör şeytanın kör gözüne lanet elinin yüzüne! Henüz ondan intikamımı almamıştım ama almak konusunda oldukça hevesliydim.
"Onun ne düşündüğünün bir önemi yok Şermin! Minik Yiğit yaptığım şeyleri sevecektir!" Şermin bana baygın baygın baktı. Nefes almayı bile unuttuğunu düşüneceğim kadar uzun süre tepkisiz kaldığında endişelenmeye başlamıştım. "Yani şey! O biraz şey oldu..." Dudaklarını birbirine bastırıp söylemek istediği cümleleri yuttuğunda gözlerimi devirip derin bir iç çektim.
"Kötü mü?" Bir kaşını kaldırmış bir şekilde ondan cevap bekleyen bana mahcup mahcup, "Sanırım kötüden biraz daha fazlası!" diye itiraf etti. Bu işi beceremeyeceğimi düşünüp patateslere yöneldim. Faydalı bir yiyecek sayılmazdı ama çok az yaptığımda Yiğit'in tadımlık olarak ağzına atmasında bir mahsur olmayacaktı.
Patatesleri elime alıp tuhaf soyacağı üzerinde gezdirmeye çalıştım. "Bu şey kesmiyor!" "Ters tarafıyla tutuyorsunuz Efsun Hanım! O şekilde soyamazsınız!" Birkaç kez uğraşsam da soyacaktan yana umudum yoktu. Elimin yatkın olduğu şeyler daha çok bıçak kullanma üzerineydi ve pes etmeden bir kez olsun deneyecektim. Bıçakla güç bela kalın da patateslerin kabuklarını biraz olsun soymaya başlamıştım.
"Sanırım bu sefer oluyor!" dedim gözlerimi parlatarak hevesli hevesli Şermin'e dikerken. Ne yazıkki aynı düşüncede olduğunu söylemek zordu. "Yarısını çöpe attınız Efsun Hanım!" Dilimi dudaklarımın dışına çıkarıp daha iyisini yapabilmek için çabaladım. Tazmanya canavarına benziyordum. "Nasıl oldu?" diye sorarken homurdanmadan farklı sesler çıkarmıyordum.
"Bana olduğunu söyle lütfen! Eğer yalan söylersen benden sana sağlam bir yüzlük çalışır." Şermin kıkırdadı. Evin diğer hanımları bu insanlara nasıl davranıyordu bilemeyeceğim ama bana ve davranışlarıma fazlasıyla şaşkın baktıklarını söyleyebilirdim.
" 1000 TL bile verseniz olmaz Efsun hanım! Aklı başında bir insan evladının o şeyleri yiyebileceğini hiç zannetmiyorum!" Dudaklarımı büzüp yan yan baktım. "Niyeymiş o!"
"Biraz önce patatesleri tuzlamak yerine şekerlemeyi seçtiğiniz için olabilir. Tatlı patates Japonyada ünlüdür ama burada değil! Ve sanırım oradaki tatlılık şekerden gelmiyor!" Patateslerden ince bir dilimi alıp hafiften ucunu dilime değdirdim. Ve değdirmemle birlikte suratımı ekşimesi, kusacakmış gibi yüzümün renk değiştirmesi bir oldu.
"Beni suçlamayı kes Şermin! Şekeri tuzla karıştırıyoruz ve sen müdahale bile etmiyorsun. İçine fare zehri eklesem sesini çıkarmayacaksın! Akıllı ol biraz! Hakkımdan gelmen gerekiyor. Mutfakta deha sensin!" Şermin sesli bir şekilde güldüğünde ben hâlâ suçlayacak bir adam bulmanın verdiği iç huzuru yaşıyordum.
"Çok hoşsunuz Efsun Hanım! İyi ki geldiniz! Sayenizde ev canlandı vallahi!" Bana bu şekilde kendini affettirmezdi. Patatesleri ona havale edip yumurtaya odaklandığımda, "Aman diyeyim! Kendinizi de yumurtayla birlikte haşlamayasınız Efsun Hanım!" diye lafa girişti.
"Neden kendimi haşlayacakmışım Şermin! Yumurta haşlamak dünyanın en basit şeyi olabilir! Yeter ki içinden civciv çıkmasın! Ben yumurtayla olan her şeye varım!" Şermin alık alık gözlerini kırptığında suyu kaynamak üzere yumurtayı kabına boşalttım ve kabı da endişeli çalışanların bakışları eşliğinde ocağa yerleştirdim. "İşte bu kadar! Yumurtalarım ve ben bu görevi başarmak için sonuna kadar hazırız."
"O yumurtaları yumurtlayan tavuklar kan ağlayacak!" Dalga geçen delikanlıya "Seni öldürürüm çekirge!" Bakışı attım. Fazla yüz bulmuştu kerata! "Eminim Doruk bunu sevecek!" Diye mırıl mırıl konuştum. Şermin'in olaya müdahale etmesi ve trafik bölge müdürü gibi karşımda bitmesi uzun sürmemişti. "Üzgünüm Efsun Hanım! Doruk Bey bunu asla yemez! O yumurtanın adının anılmasına bile tahammül edemiyor! Patatesler konusunda şansınız yaver gitseydi eminim Doruk bey daha mutlu olabilirdi!" Omuzlarım düşmüş bir vaziyette Kabasakal görmüş Safinaz gibi eteklerimi kavuşturmaya başladım. Bugün her şey ters gidiyordu! Pekala yemekten anlamadığım bir gerçekti ve bundan fazlasını iddia etmiyordum. Minik yavrumun hayatının en büyük darbesini benden yemesini istemediğim için kahvaltı hazırlama işini Şermin ve diğerlerine havale ettim.
Basit bir portakal suyu sıkma çalışmasını da kendim yapabilirdim herhalde değil mi? Faydalı bir atom meyve suyu Yiğit'i dünyanın en mutlu insanı yapacaktı. Portakalları yıkayıp tezgahın başında yerimi aldım. "Ben pes etmem Şermin! Yanlış kadına çattın!"
"Hı hı Evet! Ben yaptım!"diye geveledi. Onu dinlemiyordum bile. Üzerimde çeşitli meyvelerin olduğu mutfak önlüğü ile saçlarımı elimin tersini kullanarak geriye ittim. Portakalları kesip sıkacağa yerleştirmeye uğraştım fakat bu Allah'ın cezası tezgah gereğinden fazla ıslaktı. O yüzden sıkacaktan umduğum performansı görememiştim. Elimden kayıp kırılan cam hazneye yorgun ve umutsuz bakışlar attığım esnada arka plandaki kahkahalar dikkatimi cam parçalarından kendisine yöneltti.
"Lütfen artık çabalamayı bırakıp kadere teslim olmayı dener misin Efsun!" Bu Güney'di ve maalesef korkunç kahvaltı hazırlama çalışmamı mahvetmişti. Güney'in mavi bakışları içimi ısıttı. Araya girmeye çalışan o sinsi geçmişe rağmen parfümünün kokusunu fetih yolu açan zafer müjdecisi bir asker gibi ciğerlerimde hissediyordum.
"Ne zamandan beri burdasın?" Diye sordum ve duyacağım cevaptan korkuyordum. "Epey oldu. Eğer biraz daha geç kalsaydım Sanırım Harun amcama bir mutfak borçlu olacaktık. Harun Bey'in lafını duymam bile ruhumda sigara izmaritleri söndürmüştü. Onunla aynı evde olduğuma hâlâ inanamıyordum. Oğlumun iyi olması benim için her şeyden önemliydi ve en büyük düşmanımla aynı evin içinde yaşayacak kadar Yiğit'in mutluluğuna değer veriyordum. Buna ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum ama içimde çok şey kırılmıştı. Bu kırgınlıkları geride bırakmak ve hiçbir şey olmamış gibi yaşama devam etmek beni yıpratıyordu.
Biraz mahcup bir edayla hazırladığım portakal parçalarına odaklandım. Güney yüzümün düştüğünü zihnime hücum eden düşüncelerin beni nasıl sıktığını anlamıştı. Yiğit henüz uyanmamıştı. Bu yüzden bahçeye çıkıp biraz nefes almak istedim. Portakal suyunu güç bela sıkmaya yeltenirken Güney yanımızdaki çalışanları umursamayıp yanıma geldi ve elleri sıkacakla cebelleşen ellerimi kavradı. Göğsü sırtıma hafifçe sürtüp ellerimin ayaklarımın birbirine dolaşmasına sebep olmuştu. Kokusu derinden geliyordu. İçime dolan o sıcak tenini her an ruhuma estirmesi beni kızdırmaya başlamıştı. Ona kızamıyor deli gibi çırpınsam da küs kalamıyordum. İçimdeki Güney'i öldürmek benim için imkansızdı.
"Kahretsin!"dedim dişlerimin arasında kıvranan dudağımı bırakırken. Titreyen göğsünün inip kalktığını, titreştiğini hissettim. Bu bana kızgınlığımdan bir şey kaybettirmemişti. Dün yaşananların hiç olmamış gibi davranması sinirlerimi bozuyordu. Resmen tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış atasözünü benim üzerimde haklı çıkarıyordu. "Rahat dur!" Bakışlarım çalışanları bulduğunda bizi yalnız bırakmaları gerektiğini düşünüp mutfaktan ayrıldıklarını fark ettim.
"Bırak, dokunma bana! Kendi işimi kendim hallederim! Bir portakal sıkma işini de başarabilirim sanıyorum!" Sesimdeki kızgın ton adem elmasının bir kez inip kalkmasına sebep oldu. Kendisine olan kızgınlığımı anlamıştı. Elleri bedenimi çözdüğünde üzerime kar yağmış gibi buz kestiğimi hissettim. Birbirimizi seviyorduk ve geçmişim aramıza kalın duvarlar inşa etmekten daha iyisini yapamıyordu. Keşke bu kadar sevmeseydim dedim içimden. İnsan sevmeyince bu kadar acı çekmiyordu. Sevmek hem balın hem de zehrin aynı ekmeğin üzerinde yer bulması gibiydi. Bu kördüğüm haline gelmiş duyguların arasında sendelemekten yorulmuştum.
Portakal suyunu hazırlayıp kenara bıraktığımda konuşmak için beni beklediğini biliyordum. Birlikte mutfaktan çıkıp cam kapının ardındaki kış bahçesine yöneldik. Tatlı bir rüzgâr esiyordu. Kış kapıya dayanmış yavaş yavaş soğuk ürpertili nefesini üzerimize püskürtmeye başlamıştı. Ağaçların çırılçıplak kaldığını görerek kollarımı gövdeme hapsettim ve biraz daha küçülme ihtiyacı hissettim. Burada çardağa hatırlatan hoş bir veranda vardı. İki kişilik geniş bir salıncağa yan yana olacak şekilde oturup birbirimizin yüzüne bakmadan ilişkimizi gözden geçirmeye karar vermiştik. Sessizlik uzadığında daha fazla içimdekileri tutamayacağımı anladım.
"Bu yüzden sakladın değil mi? Onun babam olduğunu biliyordun ve aramızdaki ilişkiye karışmamak için sustun!" Gözlerim ayağımdaki pabuçlardan ayrılıp Güney'in mavi okyanuslarında kayboldu. Başını beni onaylar gibi salladığında içimdeki acıdan hiçbir şey eksilmemişti. Dudaklarım yarım bir tebessümle yaralanırken içinde bulunduğum duruma daha çok öfkelendim. İlk defa gerçekten aşık olmuştum ve sevdiğim adam düşmanımın yeğeniydi. Onunla birlikteydi ve düşüncelerini benimsiyordu. Peki ya ben? Onun annemi olan yasak aşkının meyvesiydim. Günahlarının vücut bulmuş hali...
"Baba-kız olabileceğimize inanıyorsun! Her şeyi bir çırpıda silip ona baba diyeceğimi sanıyorsun. Ne büyük yanılgı! Aslında eskisinden de büyük bir darbe indirdi kalbime bunu anlamıyorsun. Yıllarca Kerim Dumanlı'nın babam olduğunu düşündüm. Onu hatıralarımda yaşatıp güç buldum ben. Şimdi içimde inşa ettiğim o gerçek baba silüeti kayboldu. Güçlü olduğunu düşündüğüm kalem içten fethedildi, ihanetin ateşiyle yanıp kavruldu, kül oldu." Ağrıyan başıma küçük hareketlerle masaj yaptım. Düşünmemek istiyordum. Elimden gelse beynimi çıkartıp atacak ve tüm duygularımdan soyutlanacaktım. Olmuyordu.
" Efsun!" dedi sayıklar gibi. Gözleri rica ve umut yüklüydü. Beni anlamasını istiyordum ve korkarım beni anlayacak en son insanlardan biriydi Güney. "Çok şey kaybettim biliyorum. Burada bulunmanın tek sebebinin Yiğit olduğunu da anlıyorum. Hayat bana çok şey öğretti. Varlığında kıymetini bilemediğim babamı kaybettiğim an başımdaki söğütün paramparça olup köklerinden koptuğunu hissettim. Artık eskisi gibi güçlü bir adam değildim. Varlığının böyle bir lütuf olduğunu fark etmemiştim." Sağ eli yüzüme değen o küçük perçemi okşadığında gözlerimi huzurla kapattım.
"Babamı kaybettikten sonra onunla yaşayamadığım her şey için acı duydum. Zamanı geriye almak istedim. Yeniden ona kavuşabilmek ve ölmediği o güzel anları doya doya yaşayabilmek istedim. Hayat çok kısa Efsun! Ne kin tutmak için ne de nefret etmek için en son yer bir kuşun gagasını suya batırıp çıkarması kadar kısa olan bu ömür sermayesi. Zaten yıllarını onu bilmeden, tanımadan geçirdin. Neden ikinize bir şans vermiyorsun? Neden hayatın onu sana bir kez daha kazandırmasını izin vermiyorsun? Sevdiklerimin değerini anladım ben! İş işten geçmeden senin de anlamanı istiyorum. Yeniden başlayalım! Onu tanımak için çaba sarf et! İnan bana hiçbir şey yokluğundan daha kötü değil!"
Boğulacakmış gibi hissediyordum. Bu düşünce beynimdeki tüm kanın tek bir noktaya toplanmasına sebep oluyordu sanki. Ellerimin uyuştuğunu, öfkenin boğazımı bir pranga gibi sıkıp beni nefessiz koyduğunu hissettim. Rüzgârın savurduğu saçlarımı parmaklarımla yüzümden uzaklaştırıp başımı çıplak kalmış ağaçlara çevirdim. Onu dinlemek ve haklı olduğunu bilmek canımı yakıyordu. En büyük düşmanımın onca yaşadığım acıdan sonra babam olması fikrini kaldıramıyordum. Harun Bey'i gerçekleri öğrenmeden önce sevmiştim. Babamdan sonra amcamı bile bağrıma basmazken o bana huzur ve mutluluk sebebi olmuştu. Belki babam olduğunu düşündüğüm Kerim Dumanlı'nın yerine ilk kez birini koymuştum. Şimdi gerçekler dünyanın en eşsiz aynası olarak gördüğüm mazimi tek atışta paramparça etmişti.
"Bu mümkün değil Güney! Onu affedemem! Onu affetmem demek kendime duyduğum saygıyı kaybetmek demek. Sonu ne olursa olsun bu düşünceme bağlanacağım. Hangi tercihi yaparsam yapayım pişman olacağım. Hiç değilse doğru olduğuna inandığımı yapayım." Bakışlarım onun mavi güzel gözlerinde dolaştı. Onları seviyordum belki Güney'in aklının bile alamayacağı kadar çok seviyordum. Sevdiğim adamın bedenindeki en güzel ayrıntı olduklarını bilmek ve bir gün o ayrıntının hayatımda yer bulamayacağı fikriyle yaşamak zordu.
"Evliliğimizin bir süresi olacak. Bebek dünyaya geldiğinde sen de istediğin gibi hayatına devam edeceksin. İhtiyacımız olan donör artık Yiğit için son şans." Gözlerinde açan hüzünlü tebessüm içimi sızlattı. "Bir damızlık gibiyim. Senin için bundan daha fazlasını ne zaman olacağım?"
"Seni hayatıma ortak olmaya mecbur edemem. Bu kadarı bile fazla. Bunca sorumluluğu benimle paylaşmak zorunda değilsin." Yanıma geldi. "Ya paylaşmak için deliriyorsam. Ya seninle bir yuva kurmak için gece gündüz dua ediyorsam! Hayatında bir damızlıktan fazlası olmak istiyorsam..." Kalbim deli gibi çarpıyordu. Delirmiş olmalıydım. Onu hayatımdan çıkarmam şimdi bile öyle zordu ki... İkimize ait bir bebek doğduğunda bunu nasıl başaracaktım? Ben bu amca yeğenden istesem de kopamazdım. Bu sadece bir hayalden ibaretti.
Düşüncelerimi destekler gibi iç çekti. "Yanılgıya saplanıp kaldın sahne perisi! O bebek dünyaya geldiğinde babası olarak hayatında hep var olacağım. Onunla ve seninle bir şekilde görüşmeye devam edeceğim. Birbirimizi severken, üstelik yeni doğmuş bir bebeğimiz varken nasıl ayrılacağız? Sana sunduğum anlaşmada söz konusu olan bir bebeğin hayatı değildi?" Elleri iki yanımdan belime uzandı. Beni rahatsız etmeyecek şekilde gövdesine yasladı. Kokusunun içimde bıraktığı duyguları bilse bu kadar cüretkar olabilir miydi? "Birbirimiz için yaratılmışız! Bunu sen de biliyorsun!" Sesi dokunaklı ve tutkulu bir hâl aldı. Artık cümlelerini kalp atışları tamamlıyordu.
"Beni sevdiğini biliyorum. Benim kadar değil belki ama sen de seviyorsun! Kalbine sahip olmam seni korkutuyor." Sustum. Ondan uzaklaşmak için bir şey yapmadım. Dokunuşları iyileştiriyordu. Benim varlığını inkar etmek için çıldırdığım tüm yaralarımı silip atıyordu. "Birlikte mutluyuz! Ayrı yollara girdiğimizde paramparça ve eksik olduğumuzu görmüyor musun?" Elleri arkamdan önce omzuma ardından da saç diplerime ulaştı. Gözlerimi huzurla kapattım. O benden gitse de içimdeki Güney'i asla öldüremeyecekti. " Seni seviyorum Efsun. Yollarımızın biri hiç uğruna ayrılmasını istemiyorum. Ne kadar uzak durmaya çalışsam da içimde bir yerlerde bir sarmaşık kök saldı. Kökleri ruhumu ele geçirdi ve bundan sonra sensiz kalmak bana eskisinden daha da imkansız oldu. Bu zehirli sarmaşığa ne yapsam derdimi anlatamıyorum. Senden vazgeçemiyorum."
Yüzümü ona döndüm. Güzel kokusu kafamı toparlamama engel oluyordu. Gözlerim yorgun bir şekilde maviliklerinde dolaştı. "Aramızdaki güven paramparça oldu. Evlilik büyük bir sorumluluk. Anne baba olmak da... Biz birbirimize dahi güvenemezken nasıl bir yuva kurabiliriz?"
"Hiçbir şey sensizlikten daha kötü değil!" Dudaklarıma eğildiğinde, "Yapma!"diye sayıkladım. Bunu yapmaya kalktığında ona direnemeyeceğimi biliyordum. Yenilmek istemiyordum. "Neden?" Sesi ölür gibi çıkmıştı. "Bu çok zor! Çok..." diye sayıkladım. Alınlarımızın birbirine mıhlanması dilimin damağımın kurumasına, konuşmak için çırpınan dilimin boğazımdaki kör noktaya saplanmasına sebep oldu.
" Bir yanım sana kavuşmak ve seninle dünyanın en güzel yuvasını kurmak isterken diğer yanım dur diyor! O hiçbir zaman sana ait olmadı. Aranıza öyle yalanlar inşa etti ki asla bir araya gelemeyecek kadar eksiksiniz. Söylediğin her şeyden şüphe duyacak kadar kırgınım. İki gün sonra düğünümüz olacak ama buna sevinemiyorum bile."
"O güveni yeniden inşaa etmek bizim elimizde. Sadece biraz cesur olmamız gerekiyor." "Yine yıkılacak!" Çenemi tutup dudaklarımı dudaklarına bıraktığında "Yine yaparız!" Diye karşılık verdi. Sesindeki loş tını iç,modeli yasak duyguları harekete geçirmişti. Uzaklaşmak için güç bela bir adım attım. Beni zorlamadı. Daha fazla konuşmanın yersiz olduğunu düşünüyordum. Bazı şeylerin zamana bırakılması gerekiyordu. Yiğit'in uyanıp uyanmadığını anlamak için içeri yönelmek istedim fakat karşımda gördüğüm yüz bulunduğum yere çivilenip kalmama sebep oldu. Ceyda... Bizi burada da bulmuş peşimize kim bilir neleri bahane ederek düşünüp gelmişti. Dişlerimi sıkıp tırnaklarımı avuç içlerine bastırdım. Harun bey ise benim tepkilerimi sanki harfiyen izliyor bulunduğu verandada aramızdaki gerilimi hissetmiş gibi kollarını göğsüne yaslıyordu.
"Merhaba!" Dedi Ceyda sanki çok bir muhabbetimiz varmış gibi. Gitmekten vazgeçmiştim. Bu ikisini asla yalnız bırakmak gibi bir hata yapmayacaktım. "Seni gördüğüme sevindim demek isterdim ama ne yazıkki bu aptal yalanlara inanacak kadar saf bir kadın değilsin!" Yüzündeki çarpık tebessümü bozmadan birkaç adım yanıma yaklaşıp omzunun üzerinden, "Hoş bulduk Efsun! Yine formundan hiçbir şey kaybetmemişsin! Dürüstlüğün gözlerimi yaşarttı." Diye hırladı. "İti an çomağı hazırla!" Bunu burnumu kırıştırarak söylemiştim. "Bir şey mi dedin?"
Ceyda Güney'e doğru birkaç adım attığında öldürücü bakışlarım biraz önce bana ilanı aşk eden mavi gözlü devi buldu. Oldukça gerilmiş ve sıkılmış görünüyordu. Gönlümün yalancı efendisi Ceyda ile aramızda bir sorun olmayacağını denetlemek ister gibi bakışlarını üzerimde dolaştırdı. Boğazlayacakmış gibi sert görünen öfkeli yüz ifadem belirgin bir şekilde yutkunmasına sebep oldu. Tehditkar bakışlarım ne yazık ki Ceyda'nın da dikkatinden kaçmamıştı.
"Seninle önemli konularda görüşmem gerekiyor Güney!" Güney bileğindeki kaliteli saati kaşıyla gözüyle işaret edip bu uygunsuz vakti Ceyda'nın gözüne sokar gibi geriledi. "İş konuşmak için çok doğru bir zaman seçmişsin (!) Daha kahvaltı bile etmedik!" Ceyda her zamanki aşırı samimi hareketleriyle Güney'in karşısında saçlarını savurdu. O saçları tek tek didiklememek için kendimi zor tutuyordum. Unut bunu Efsun! Hapishanede gördüğün kadın kavgalarını ve mahalledeki dilberlerin birbirlerini yoluşlarını aklına bile getirme. Elit bir kadın gibi davran! Güney, Kıvanç'ın deyimiyle bu çırpı bacaklıyı çoktan geride bıraktı. Yaşadığınız tüm olumsuzluklara rağmen hâlâ seni seviyor! Bu düşünceyi aklından çıkarıp kendini onun gözünde küçültme!
Evet günlük nasihat kotamı doldurduğuma göre biraz daha sakinleşmiş ve olgunlaşmış bir şekilde duruşumu koruyabilirdim. "Pekala!" dedi Güney benim kıskanç bakışlarımı görmezden gelmeye çalışarak. "Sanırım meseleyi bir süre misafir odasında konuşabiliriz ama fazla vaktim yok!" Ceyda'nın büyüyen tebessümü neredeyse yerimde tepinmeme sebep olacaktı. Güney yüzümün nasıl kırmızıya çaldığını, alnımda kıskançlık yüzünden biriken terleri fark etmiş ve Ceyda'nın görmediği yerde dudaklarını yarım bir tebessümle burkmuştu. Kendisini kıskanmamdan hoşlanmış olamazdı değil mi? Eğer öyleyse hayatı burnundan getirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağımı da bilmesi gerekiyordu! Canını okuyacaktım onun! Yoksa beni deniyor muydu?
Harun Bey'in ve benim anlamsız bakışlarımın arasında birkaç küçük basamak çıkıp salona oradan da artlarına bile bakmadan misafir odasına yöneldiler. Bu durumdan zerre kadar hoşlanmamıştım. Aralarında bu kadar kısa sürede bir şeyler yaşanmazdı ama yine de huzursuzluğum her geçen saniye büyüyordu. Harun Bey gülümsemek için yüzünü benden çevirirken ağzıma gelen ne varsa içimden Ceyda'ya sıralıyordum. Bu ayrık otu peşimizi kolay kolay bırakmayacaktı.
Saçlarımı ellerimle düzeltip Yiğit uyanana kadar bu işin peşinde olmam gerektiği kararına vardım. Güney'i önemsediğim ve kıskandığım için değil bunu sadece müstakbel bebeğimizin akıbeti için yapacaktım. Güney kendisini damızlık gibi gördüğümü düşünüyordu ve haklıydı evet! Artık onunla bir gelecek düşünmesem de oğlumun hayatını garantiye almam gerekiyordu! Her şeyi bu yüzden yapıyordum.
Bakışlarını üzerimde dolaştıran Harun Bey'in yanından geçip mutfağa yöneldim. Şermin ve saz arkadaşları kahvaltı için mükellef şeyler hazırlamışlardı. Uzun süredir oburluğun ne olduğunu unutan ben onları görecek durumda değildim. Mutfağın içinde matruşka gibi oturup kalkıyor bir oyana bir bu yana hapishane mahkumlarına andıracak şekilde dönüp duruyordum. Ne konuştuklarını merak etmemek işten bile değildi. Ya o dengesiz Güney'i kandırmaya çalışıyorsa! Of düşünmek bile istemiyordum! Ne vardı Güney giderken beni de yanında götürseydi! Yoksa öpüşüyorlar mıydı? Odaya bir anda dalsam kötü bir şeyler görür müydüm filmlerdeki gibi? Of of diye sesli bir şekilde dövündüğümde Şermin daha fazla dayanamayıp yanıma geldi.
" Efsun hanım! Kendi kendimize konuşuyorsunuz ve bu durum beni artık oldukça endişelendirmeye başladı." Gözlerimi tuhaf bir şekilde birkaç kez kırpıp saf gibi ağlamaklı ağlamaklı iç çektim. Ceyda Güney'le yalnız bir şekilde misafir odasında otururken benim burada durmam kocaman bir hataydı. Hatta yıldızlı bir hataydı. Ne yapıp edip ne yaptıklarını görüp seslerini duyabileceğim bir yere geçmeliydim. Tırnaklarımı kemirmeye başladığımda bu evde kendime iyi bir casus seçmem gerektiğini bir kez daha anlamıştım. Ve sanıyorum casusum belliydi.
"Şermin!" Dedim mavi gözlerimi kocaman açıp imalı bir şekilde gevrek gevrek sırıtarak. Aradığım casus bulunmuştu. "Buyrun Efsun hanım!" hemen kalkıp onu omuzlarından yakaladım ve büyük bir ilgiyle ve sempatik tavırlarla ayak parmaklarımın üzerinde kuğu gibi süzülerek biraz önce oturduğum sandalyenin üzerine bıraktım. Yüzünde anlamsız, tuhaf bir ifade belirlemişti ve o ifadeyi gören her normal insan muhtemelen kahkaha atmaktan kurtulamazdı. "Senden büyük bir iyilik isteyecektim ben de!" diye sinsi sinsi sırıttım. Ona kurbanlık koç muamelesi yapıyormuşum gibi yutkunup titrek bir sesle, "Ne isteyecektiniz E-Efsun Hanım!" diye sızlandı.
"Şimdi kalkıp bana misafir odasının içerisini gösteren bir pencere buluyorsun ve onları izlemem için yardımcı oluyorsun! Kapiş!" Yüzüme alık alıp bakmaktan fazlasını yapamayınca sabırsızlanmaya başlamıştım. Bu kıza birazcık balık yedirmeli ve IQ seviyesine sihirli dokunuşlarlarda bulunmalıydım. "Durma asker kalk! Bana hemen büyükçe bir merdiven bul! Misafir odasının penceresine dayayıp içeride mercimek fırın olayları ile ilgili bir detay olup olmadığını bizzat gözlemleyebileceğim bir de merdiven istiyorum. Yoksa burada kıskançlıktan evi birbirine katacağım." Başını hintli dilberler gibi tuhaf tuhaf sallayıp yavaşça yanımdan uzaklaşmaya çalıştı. Bakışlarından benim tımarhane kaçkın olduğumu düşündüğünü anlamıştım ve bunu önemsediğimi kimse söyleyemezdi.
"Hadi marş marş! Acele et çabuk!" Birkaç dakika sonra bahçedeki tahta merdiveni binanın arka tarafındaki pencereyi yaslamış bir şekilde tırmanmaya çalışıyorduk. Şermin'in kalbinin üç buçuk attığını bulunduğum yerden bile hissedebiliyordum. Elimdeki dürbünle misafir odasına biraz daha uzak kalan bu pencereden çapkın bir denizci edasıyla içeriyi gözlemleyebilecektim.
" Efsun Hanım! Lütfen canınızı düşünün ve vazgeçin! Bu tahta merdiven uzun zamandır dışarıdaydı ve tahmin edebileceğinizden çok daha fazla yağmura maruz kaldı. Ne zaman yanından geçsem içini kurtların kemirdiğini duyabiliyordum. Sağlam olduğuna hiç ama hiç ihtimal vermiyorum. Eğer canınızı seviyorsanız ve düğünden önce sakat kalmamak istiyorsanız lütfen sözlerime kulak verip sakin bir şekilde kahvaltı masasına yerleşin. Yoksa günah benden gidecek!"
Gevrek gevrek sırıtıp onu dinlemediğim gibi çoktan merdivenleri birer ikişer çıplak ayakla tırmanmaya başlamıştım. " Unut bunu tatlış ! Ay kıvanç beni andı sanırım! Neyse! Çocukken az meyve ağaçlarına tırmanıp sopa yemekten kurtulmaya çalışmadım ben. Düldül teyze ve koca benli Mustafa amcanın ağaçlarına öyle çok dadandık ki kırdığım cevizlerin ne haddi var ne de hesabı! Bu yüzdeeeeen!" Yüzümde oluşan imalı ifadeyi gözüne sokarak tatlı tatlı kırıttım. "Bunlar bana vız gelir tırıs gider! Ben senin yalılarda büyüyen hanımlarına benzemem!" O yerde tir tir titreyip tırnaklarının dişlerine geçirirken sağıma soluma bakıp pencerenin önüne çoktan saksı çiçeği gibi ilişmiştim.
Allah'ın belası perde gözümün önünü kapatmasaydı muhtemelen onları daha sakin ve sabırlı bir şekilde gözetleyebilecektim. Perdeyi kenara çekip kollarımı beton zemine yasladım ve çiçeklerin beni kamufle etmesine izin vererek Ceyda'yı süzmeye başladım. Bacak bacak üstüne atmış Güney'i tahrik etmek için rüzgâra maruz kaldığı için dere boyunda salınıp duranlar sazlar gibi titreşip duruyordu. Sinirlenmeyeceğim sakin olacağım! Ne yapıyorduk derin derin nefesler alıp aklımıza komik bir şeylerin gelmesini sağlıyorduk! Teletabileri düşün Efsun! Saçma sapan anlamsız oyunlarla zihnini geçirmelerine izin ver! Çocukken hep bunu yaparlardı şimdi de yapmalarının hiçbir mahsuru yok. Ya da Pepee'nin şarkılarını hayırla! Pepee peppee çok ağlıyor. Önemli olan oyun oynamak... Keşke düşmeden yavaşlasaydı. Başka şeyler düşün! Ama ne olursa olsun Güney'in aklını çelmeye çalışan bu sinir bozucu soytarıyı düşünme!
Ben onların daha yakından duyabilmek için kulaklarımı kabartmış bir şekilde ağzım yarım metre açık beklerken Şermin'in aşağıdan sesi duyuldu. " Efsun hanım! Tahtalar gıcırdıyor. Korkarım buradan paldır küldür düşmekten kurtulamayacaksınız." İşaret parmağımı dudağıma yaklaştıracak "şşşşş!" tarzında bir ses çıkardım. Bu şapşik bana casusluk yaptırmayacaktı anlaşıldı!
Yeniden dikkatimi Güney ve Ceyda'ya vermeyi başarmıştım. " Efsun ve Doruk bu haldeyken konser falan yapamam Ceyda! İki gün sonra düğünüm var, biliyorsun bunun için çok fazla hazırlık yaptık. Günlerimi karımla geçirmek istiyorum!" Yüzünde şapşal bir tebessüm oluşmuştu. Bu Ceyda çırpı bacaklısına rağmen beni yanında istiyordu. Benden başka hiç kimseye bakmıyordu. Aferin Güney iyi yolda gidiyorsun! Bu gidişle bana kendini affettirceksin! Hi hi!
"İşleri iyice boşladın Güney. Farkında değilsin ama her geçen gün birkaç basamak daha sektörde düşüyorsun. İşine de gerekli önemi vermek zorundasın. Evliliğin ve ailen bu kadar öne geçerse ne yazık ki başarı konusunda sana iç açıcı hiçbir şey vaad edemem. Benim varlığımın sebebi sensin. İyi bir kariyer planlaman olmuş olsaydı muhtemelen beni yanına yeniden göndermeyeceklerdi. Ne yazık ki yeterince profesyonel değilsin!" Güney sıkılmış bir şekilde konuyu kapatma derdindeydi. Bakışları sürekli kapı ile Ceyda arasında gidip geliyordu. Sanki elleri kolları iple bağlanmış da kaçmak için yer arıyordu.
" Doruk'un sağlığı iyi değil Ceyda! Ailemize destek olmaya çalışıyoruz. Onlar bu haldeyken kazanacağım paraları ve kariyerimi düşünemem. Biraz zaman geçsin yeniden iş planlaması yaparız! Ama şimdi değil!" Oğlumun adının geçmesi bile kalbimin üzerine binlerce ton yükün binmesine sebep olmuştu. Güney'in onu bu kadar sevdiğini ve düşündüğünü bilmek ruhuma yayılan huzuru demlendirse de hastalığıyla baş etmekte zorlanıyordum. Tek tesellim onu iyileştirecek bir umudun bedenimde saklı olmasıydı. Yakınlığı içimdeki duyguların buzlarından çözülmesine sebep oluyordu.
"Yeniden düşüşe geçiyorsun farkında değilsin! Doruk'un bir babası var ve onun bütün işleriyle zaten ilgileniyor. Senin kendini düşünme zamanın gelmedi mi? Yapımcın planda bir evliliği uygun görmediği halde alt sınıf bir aileden bir kızı hayatına alıyorsun. Daha da yetmezmiş gibi apar topar evlenmeye kalkıyorsun." Aşağılar tarzdaki yüz ifadesi sinirlerimi bozmuştu. Her an çıldırıp üzerine atılabilirdim.
"Buraya asıl gelme sebebimin ne olduğunu tahmin ediyorsundur? Yanımda dolaştırdığın halde hiçbir halta yaramayan arkadaşın Kıvanç bana dün asla duymak istemeyeceğim bir şey söyledi." Güney yüzündeki sinirli ifadeyle acaba Kıvanç ne yumurtladı der gibi üstten üstten Ceyda'yı süzdü. Elleri ceplerinde umursamaz bir şekilde onu dinliyor ve aslında gereken mesajı en başından veriyordu.
"Tebrik ederim Güney! Baba olmaya karar vermişsin. Üstelik henüz evlenmedin bile!" Güney verdiği karardan memnun olduğunu düşündürecek tarzda kendisine getirilen kahveden bir yudum aldı. Ceyda'nın özel hayatıyla bu kadar ilgilenmesi canını sıkıyor olmalıydı.
" Efsun'a bir bebek dünyaya getirmeye karar verdik. İkimiz de anne baba olmak için doğru zamanın şimdi olduğunu düşünüyoruz. Bunun senin için bir mahsuru mu var?" Güney'in kararlı tavrı Ceyda'nın yüzündeki aşağılık tebessümü soldurmaya yetmişti. Uzak mesafede iyi seçemesem de sanırım gözlerinde birkaç damla yaşın parladığını fark edebiliyordum. Bu evlilik onun tahmin ettiğimden çok daha fazla rahatsız ediyordu.
"Baba olduğunda ve evlendiğinde hayatın eskisi gibi olmayacak Güney! Umursamazlığın beni deli ediyor!" Deli kısmını bağırarak tüm nefretini kusar gibi kindar bir şekilde söylemişti. Daha fazla sakin kalamayacağını anlamıştım. "Göz göre göre onunla evleniyorsun! Üstelik bir de çocuk peydahlama derdine düşmüşsün! Neden?" Bunları ağlamaklı bir şekilde söylemişti ve o güçlü duruşu, her fırsatta bana meydan okuduğu tavrından oldukça uzaktı. Maskelerin düşme zamanı gelmişti sanırım.
"Anlamıyor musun? Efsun'u seviyorum. Onunla bir aile kurmaya çalışıyorum. İlişkimizin gerçek olduğunu anlaman için daha ne olması gerekiyor?" Üzerine yürüyüp gözlerinin içine bakarak, "Uyan artık düş uykundan!" diye yükseldi. Sesindeki kararlılık yutkunmama, bacaklarımın tir tir titremesine sebep olmuştu. "Onunla aşık olduğum için birlikteyim! Hâlâ seni sevdiğimi nasıl düşünebilirsin?"
"Beni kıskandırmak için yaptığını biliyorum Güney."
"Seni kıskandırmak gibi bir derdim yok! Bu ilişki benim için zaten çok önceden bitti! Bana ihanet ederek bütün güvenimi altüst ettin! Şimdi hiçbir şey olmamış gibi seni yeniden hayatıma almayacağım. Başkasını severken kendimi yeniden düştüğüm o bataklığa sürmeyeceğim." Ceyda hüzünlü bir şekilde başını salladı. Tarzı itibari ile gururlu bir kadındı. Asla bir erkeğe boyun eğip ondan aşk dilenecek kadar kendini düşürmezdi. Belli ki aşk ona da iyi şeyler yapmamıştı. Güney için bu konuşma çok önceden bitmişti. Kapıya yöneldiğinde, Ceyda peşinden gelip kolunu tuttu.
"Hadi itiraf et! Hamile kaldı değil mi?" Gözlerimi kocaman açıp avuç içlerimle ağzıma kapattım. Bu kadın aklını kaybetmiş olmalıydı. Güney'in bana dokunmasına hiçbir zaman izin vermemiştim ve o da beni gelinlikle görmeden böyle bir şeyin hevesiyle etrafımda dolaşmamıştı. Bilip bilmeden nasıl böyle ithamlarlarda bulunurdu?
Ben ruhumu kemiren kurtlarla boğuşurken gülme ile ağlama arasında gidip gelen yüz ifadesini toparlamaya çalışarak Güney'in yüzünü avuçlarının arasına aldığında kalbime saplanan bıçağın yüreğimi oyar gibi içimde dolaştığını hissettim. Ona bir başka kadının dokunması ihtimali beni öldürüyordu ve bu yüzden bir aptal gibi gururuma yenilip onu hayatımdan çıkarmaya çalışıyordum.
"Uzun zamandır birlikte yaşıyordunuz. Buna şaşırmıyorum. Seni elinde tutabilmek için ilk fırsatta karnını doldurmuş olmalı."
"Ne saçmalıyorsun sen? Böyle bir şey yok!" dedi Güney yüzünü kavrayan sivri tırnakları teninden uzaklaştırırken. Ceyda başını sallayıp onu inkar etmek için fırsat kolladı. "İnkar etme Güney! Seni yargılamıyorum. Bir erkek olarak kendine yenilmiş olman benim için bir sorun teşkil etmiyor. Bunun üstesinden gelebiliriz! Aldırırsınız olur biter!" Titrek yüzü dünyanın en basit şeyini söyler gibi Güney'den medet umdu. "Ya da eğer doğurmasını istiyorsan ona annelik yapmaktan rahatsızlık duymam. Yeter ki..."
"Kes sesini..." Ceyda karanlık yüz ifadesini esirgemeden onu yeniden vazgeçirmek için atılmaya yeltendi. Güney kapıyı açıp çıkması için yol gösterdiğinde sert bir şekilde ayaklarımın altındaki tahta basamağa ağırlık verdim. " Hayır olamaz!"
"Size düşeceğinizi söylemiştim Efsun hanım! Bu kadar inatçı olmak zorunda mısınız?" Bakışlarım korkuyla tahta merdivene baktığında kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. İki uzun direk arasına çivilenen basamaklar sağdaki direkten ayrılmış ve kısa sürede merdivenin dağılmasına sebep olmuştu. Kollarımda önümdeki beton girintiye asılıp bedenimi yukarıda tutmaya çalıştım. "Hemen yardım çağır Şermin! Bir şeyler yap! Ölmek için fazla gencim! Annecim..."
Şermin kendi etrafında endişeyle dönerek bir yol bulmaya çalışıyordu. Korkarım o yol bulana kadar ben burada heykel gibi asılmaktan fazlasını yapamayacaktım. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" Harun Bey'in sesini duyduğumda dudaklarımı kemirmeye başladım fakat başımı ondan tarafa çevirememiş ve gözlerine bakamamıştım. Ondan yardım istemektense ölmeyi tercih ederdim. Sevgili biyolojik kızının kıskançlık krizi yüzünden kendini böyle zor bir duruma düşürdüğünü bilmemesi en iyisiydi.
"B-ben..." diye kekeledim. "Şey... Biraz hava almak için buraya çıkmıştım da..." Omzumun üzerinden kırılgan mavilerine baktım. Şermin korkak bir şekilde aptal bir tebessüm eşliğinde titrerken Harun Bey'in burnunda akbabalar feryat ediyordu.
"Demek hava almaya çıktın!" dedi biraz gergince. "Zaten açık havadayız! Daha nasıl hava almayı planlıyordu acaba küçük hanım?" Onunla polemiğe giremeyecek bir durumda olduğum için kendini şanslı sayabilirdi. Bedenimi yukarıda tutabilmek için resmen kendi içimde savaş veriyordum. İnlemelerimin arasından dişlerimi sıkarak, "Ben böyle hava alıyorum! Bir itirazınız mı vardı bye Harun Cemal Taşpınar?" diye geveledim. "Tabi siz benim yanımda yıllarınızı geçirebilmiş olsaydınız muhtemelen neyi nasıl yaptığımı bilirdiniz !" Şu an bunları tartışmanın ne yeriydi ne de zamanı ama katır inadım her zamanki gibi engin çıkmıştı.
" Tuncer hemen şu metal merdiveni buraya getir! Yoksa bu deli kız başımıza düğün öncesi iş açacak!" Deli kız kısmını üzerime alınmıyordum. Ben kolay kolay delirmemiştim ve muhtemelen delirmemdeki en büyük pay da çevremdeki insanlara aitti. Özellikle soyadı Taşpınar olan bir grup vardı ki her biri ayrı ayrı insanı çileden çıkartmaya yemin etmiş gibi planlar kurup oyunbazlık yapardı.
"Daha fazla tutabileceğimi zannetmiyorum! Sanırım buraya kadarmış! Yiğit'e onu sevdiğimi söyleyin!"
"Saçmalama düşmene izin vermem ! Seni tutmak için hazır bekliyorum !" Hırıltıya benzer bir ses çıkarıp güç bela cevap verdim. " Biri Sayın Taşpınar'a beni yakalamak için fazlasıyla yaşlı olduğunu hatırlatabilir mi lütfen? Çocuk değilim ben! Dev gibi kadınım! Kazara üzerinize düştüğümde yaşama şansınız %1 bile değil." Ayrıca Güney'in beni kurtarmasını tercih ederdim. Böyle çok daha romantik olurdu! Sonuçta filmlerde hep böyle oluyordu.
Harun Bey'in telaşlı yüz ifadesi gülmek ile ağlamak arasında tuhaf bir hale bürünürken Şermin neredeyse ağlamak üzereydi. "Ay bu manzaraya bakamayacağım! Yok mu bir Allah'ın kulu yardım etsin!" Ben kan ter içinde düşmemek için ayaklarımla tırmanmaya uğraşırken Harun Bey Tuncer'e yardım edip merdiveni tam altıma olacak şekilde yerleştirmeye çalıştı. Nihayet ayaklarım merdivenin basamaklarını bulsa da tam anlamıyla içim rahat değildi. Güney beni duymuş olabilir miydi? Yoksa kendisini kıskandığım için burada bu şaklabanlıkları yaptığıma mı inanıyordu? Düşüncemi destekleyen ses sorularımı cevaplamakta geç kalmadı.
"Neler oluyor?" Başımı kaldırır kaldırmaz onun gözlerinde mutluluğu iliklerime kadar hissettim. "Şey... Hava alıyordum da!" Güney'in kaşları belirgin bir şekilde çatıldı ve alın çizgileri saç diplerine doğru gerildi. "Benim görüşme yaptığım odanın penceresinde mi?" Yüzünde beliren sinsi tebessüm yanaklarımın kıpkırmızı kesilmesine, tenimin mangalda döne döne kızaran piliçleri andırmasına sebep oldu. Kıskançlığın bana neler yaptırabileceğini anlamış olmalıydı.
Başımı eğip bir elimle yüzümü kapatırken diğeri ile inmeye çalışıyordum. Sanırım Güney'le yüz yüze gelecek halim kalmamıştı ve o bu durumdan zerre kadar mutsuz görünmüyordu. O an hiç ummadığım bir şey oldu ve dengemi kaybedip birkaç basamağı atlayarak inmek zorunda kaldım ve fark edilir bir biçimde dizlerimi yaraladım. Beni daha büyük bir yara almaktan kurtaran ise Harun Bey'in iki eliyle yaptığı kucaklama hamlesi olmuştu. Daha beterine düşmediğim için Allah'a şükredecekken ona bu kadar yakın olduğum fikrine zihnime nakşeden şeytan yine fısıldamaya başladı. Seni kandırmasın izin verme!
O bana yardım etmek için çırpınırken benim düşünebildiğim tek şey yıllardır içimde kök salan o kin dolu geçmişti. "Hemen ecza çantasını getirin! Şu sıyrıkların icabına bakmamız gerekiyor." Harun Bey'in bakışları kolumda ve dizlerimde oyalandı. İçimde ona tutunmak isteyen küçük bir çocuk vardı. Babasıyla geçiremediği tüm yılların öfkesini taşıdığı gibi hasretini de yüreğine yerleştirmişti. Ne yapsam o çocuğu öldüremeyeceğimi biliyordum. Çünkü o öldüğünde benden geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Aslında geçmişe döndüğümde hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini anlamıştım. Yaşadığım iyi-kötü her şey beni inşaa ediyordu ve ben hayatın bana sunduğu tüm o hengamenin arasında doğrusuyla yanlışıyla pek çok karar alıp veriyor, yaşadığım ömrü değerli bir hazineye çeviriyordum.
"Bırakın lütfen! Yardımınıza ihtiyacım yok! Bunca zaman yanımda siz yoktunuz!" Bu sözüm Şermin de dahil olmak üzere etrafımızda toplanan kalabalığı şaşkınlığa sürüklemişti. Güney nefes nefese yanıma geldiğinde yanıbaşında Ceyda'yı görmediğim için Allah'a binlerce kez teşekkür ettim. Kıskançlığımın onu yüreklendirmesini istemiyordum. Şermin dişlerini gıcırdatırken Harun bey içimdeki o çocuğun feryatlarını görmeksizin bir beyefendiye ait olduğu anlaşılan nazik parmaklarını kolundan çekti. Gözlerindeki hüzün canımı acıtıyordu. Babam olduğunu öğrenmek bize iyi gelmemişti.
Harun bey birkaç adım benden uzaklaştığında içimdeki ağlama isteğine engel olmak benim için daha da imkansız bir hale gelmişti. Güney'in gözlerinde kırgınlık ve öfke pırıltıları can çekişiyordu. Bu davranışımdan hoşlanmasa da Harun Bey'i babam olarak kabul etmeme konusunda kararlıydım. Nemli gözlerim o an görmek isteyeceği tek yüzü görmüş ve kırıklıklarının arasından masumiyetine tutulmuştu.
"Efsun abla yayamazlık mı yapmış baba?" Yiğit karşımdaydı. Maskenin ardındaki güzel yüzünü hayalimde tamamlamış ve saçsız başına büyük bir sevgiyle bakmıştım. Birkaç damla gözlerimden süzülen adımlarım çamurlu çıplak ayaklarıma rağmen onun hemen önündeki çimenli dokuda kendine yer açtı. Dizlerimi kırıp boylarımıza eşit diyebileceğim bir mesafeye kadar eğildim. "Evet!" dedim nemli gözlerimi inkar eden tatlı bir tebessüm eşliğinde. "Sanırım biraz yaramazlık yaptım! Ben biraz haylaz bir kadınımdır Doruk! Sanırım bu yüzden senle de iyi anlaşıyoruz." Doruk buruk bir şekilde gülümsese de bakışları hâlâ Harun Bey ve benim aramda gidip geliyordu.
Bana abla demesi canımı acıtıyordu. Bütün dünyaya haykırmak istiyordum. Senin annen benim. Seni dokuz ay karnında taşıyıp dünyaya getiren ve kendi sütüyle besleyen kadın hiçbir zaman Sare hanım olmadı. Seni benden çaldılar oğlum. En güzel yıllarını bensiz geçirmene sebep oldular. Büyüdüğünü göremedim, yürüdüğünü göremedim. İlk resmini yaptığın o güzel anlara şahit olamadım. Seni her gün kendi içimde büyütmekten, çizdiğim resimde değişen yüzünü hayal etmeye çalışmaktan yoruldum. Keşke bir kez olsun anne dediğini duyabilseydim. Keşke bir kez olsun annen olduğumu bilerek bana sarılabilseydin. Çok korkuyorum bebeğim! Ya bu hayallerimi gerçekleştiremeden tüm umutlarımı siyah bir mezarın içine gömmek zorunda kalırsam! Büyüdüğünü göremezsem, sana kavuştum derken en büyük geç kalışlarımın bedelini ödersem! Çok korkuyorum! Ne olur iyi ol artık! Seni artık ipeksi saçlarınla ve maskesiz canlı yüzünle görmek istiyorum.
"Neden Ağlıyoysun?" Kaçırıp parmak uçlarımla göz altlarımdaki nemleri sildim. Ağladığımı düşünmesi rahatsız etmişti. "Ağlamıyorum. Yanlışlıkla parmağım gözüme değdi. Bu yüzden biraz canım acımış olabilir." En azından gözüme toz kaçtı safsatasından daha kaliteli bir bahane bulmuştum. Bu bir tebriği hak edebilirdi.
"Hımmm!" dedi bilmiş bilmiş. Sare Hanım yanımıza yaklaşır yaklaşmaz Doruk'un ifadesi benden uzaklaşıp ona yöneldi. Yüzünü karşısında ayakta duran kadının ipek elbisesinin etek uçlarına sürdüğünde içimdeki yanardağın patlamak için haykırdığını hissettim. Beni ablası onu annesi olarak görüyordu. Bakışlarındaki sevgiye benden daha fazla muhatap olması ona duyduğum öfkeyi her geçen gün harlıyordu. "Hadi bebeğim daha fazla kahvaltımızı geciktirmeyelim. Sana en sevdiğin kızarmış ekmeklerden yaptım." Benim yanımda benim oğluma annelik yapması kadar korkunç bir şey olamazdı.
"Bence de!" dedi Harun Bey başındaki fırtınaları coştururken. "Efsun'nun bacağındaki sıyrıklara da bir an önce bakalım. Umarım bir dahaki sefere hava almak için yüksek yerleri tercih etmez..." Sevgili biyolojik babamın bana laf sokma seansları tadından yenmiyordu maşallah! Biraz önceki hüznüden geriye bir şey kalmamış, inatçılık yerini küskünlükten devralmıştı. "Ben halimden memnunum Harun Bey! Düşündüğünüz için sağ olun! Bu aralar fazla düşüncelisiniz!" Son cümlemi bastıra bastıra kinayeli bir şekilde söylemiştim ve yüzümdeki ifade Güney'in kıkırdamasına sebep olmuştu. Benim için endişelendiğini görebiliyordum ama yüzündeki bir nokta iyi olmuş sana der gibi oh oh çekiyordu.
Sare Hanım ilgisiz bir şekilde memnuniyetle oğlumun elini tutup giriş kapısına yöneldi ve diğerleri de onu takip etti. Harun Bey koluma girmek konusunda bocalasa da tepki çekmemek için birkaç adım önümden gitmeyi tercih etti. Neyse ki onun yerini Güney'in alması uzun sürmemişti. "Demek hava alıyordun!"
"Hı hı!" Kendinden bir kaç santim daha kısa olan bana üstten baktığında bakışlarımı kaçırıp yüzümü ondan uzak bir yöne çekmeye çalıştım. "Hem de benim Ceyda ile toplantı yaptığım odanın penceresinin önünde!" Kolumu çekip ondan bir adım öne geçtim. "Evet ne olmuş? Oda tapulu malınız mıydı?" Hızla yeniden koluma girdiğinde inatçılığı konusunda allak bullak olmuştum. "Beni kıskanıyorsun? Hayır düzelteyim beni bayağı kıskanıyorsun! Bu uğurda neredeyse canından olacaksın!" Bu bayağı kısmını abartarak söylemesi koluma sabitlenen eline tırnaklarımı geçirmeme sebep oldu. Birkaç uff sesinden sonra inatla koluma girmeye devam etti. "Seni kıskandığım falan yok! Ne konuştuğunuzu merak ettim hepsi bu! Sevgili damızlığımı o iki ayaklı dişi şeytana karşı güvende olduğunu görmek istedim." Diğerlerinin dikkatini çekecek kadar güçlü bir kahkaha attı. Neyse ki bakmamışlardı. "Hem seni neden kıskanıyım? Bu ilişki gerçek bile değil!"diye ekledim. Bu doğruydu.
"Tabi canım gerçek değil! Yalancıktan çocuk yapacağız biz de zaten! Rol icabı her şey!" Çocuk yapma lafı geçtiğinde suratımın artık kırmızıdan mora çaldığı konusunda hiçbir şüphem kalmamıştı. Yaşanabilecek anları düşünmek kalbimin deli gibi çarpmasına, tenimin ateşten bir gömleğin içindeymişçesine yanmasına sebep olmuştu. Utanıyordum. Eliöi tuttuğunda bile kontrolümü kaybederken bana bu kadar yakın olmasına nasıl dayanacaktım? Umarım korkudan kendimi pencereden aşağı atmazdım.
"Çok edepsizsin!" dedim dişlerimi sıkarken. Farkında olmadan kendimi ne kadar kastığımı ancak salondaki koltuğa oturduğumda anlamıştım. Yüzümü Güney'e çeviremiyordum ve gözlerimi köşe bucak saklıyordum. Korkularımı fark etmesi benim için hiç iyi olmayacaktı.
Harun bey kendisine uzatılan ecza çantasını özenli bir şekilde açtı ve pamuğa birkaç damla tentürdiyot döküp sıyrılan bacağıma yöneldi. "Ha-hayır! Ben hallederim! Siz zahmet etmeyin!"
"Yapabileceğini sanmıyorum Efsun! Bırak da bari bundan sonra yaralarını ben sarayım! Bunu birbirimize borçluyuz!" Yiğit kafasında kocaman bir soru işareti ile gözlerini kırpıştırarak bize bakarken hırlar gibi pençelerimi Harun Bey'in bileğine geçirdim. "Size ben yaparım dedim Harun bey! Desteğinize ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum. Bunca zaman kendim yaptım yine başarabilirim!"
"Bu sefer bana bırakmanız daha iyi olacak! Sonuçta iki gün sonra evleneceksiniz Efsun hanım! Bacağınızı kesmek zorunda kalmamamız sizin için en iyisi olur!" Bacak kesme lafını duyunca afallamış bir şekilde Güney'e baktım. Kahkahalarla gülmemek için dudaklarına dişlerinin arasında resmen işkence yaşatıyordu.
" Harun amcam bu konularda çok başarılıdır Efsun! Bence daha fazla direnmesen iyi olur! İnatçılığını söylemek bile istemiyorum!" Harun Bey benim vereceğim tepkiyi umursamadan pamukla sıyrıkların üzerinden geçti. Birkaç küçük yangıdan sonra neyse ki işlemleri uzun sürmemişti. Onunla aramızda bir bağ kalmasını istemiyordum ve ne yazık ki bu evde kalma fikri istemesek de aramıza yeni köprüler inşa ediyordu.
Doruk babasının muhteşem başarısını işi biter bitmez alkışlamış bana da bacağımdaki bandajla topallayarak kahvaltı masasına oturmak kalmıştı. Doruk'un iştahsızlığı canımı sıkıyordu. Sare Hanım'ın uzattığı hiçbir şeyi yemiyor, sağlıklı beslenmemek için direniyordu. İlaçlarının onu zayıflattığının farkındaydım. Bu şekilde bir şeyleri başarması çok daha zor olacaktı. Masada Sare hanım ve Doruk'un yemek konusundaki çekişmelerinden başka bir ses duyulmuyordu. Güney'in yüzüne baktığımda hayatımı çalan kadına içten içe bilendiğini fark etmiştim.
Kızarmış bir dilim ekmeği elime alıp üzerinde biraz kaymak gezdirdim. İki tatlı kaşığı bal ile en sevdiğim kahvaltılıklardan biri olmayı başarmıştı. Elimdeki bir dilim ekmeği rica dolu bir bakışta oğluma uzattım. Biraz önce her şeye yüz çeviren çocuk ilk defa elimden bir şeyler yemeye başlamıştı. O dudaklarını yalayarak uzattığım dilimi yerken Sare Hanım'ın kıskanç bakışlarını üzerimizde hissedebiliyordum. Harun Bey ise oldukça memnun görünüyordu. Zaten en başından beri amacı bizi birbirimize yaklaştırmak ve bir anne oğul olduğumuzu hissetmemizi sağlamaktı.
Kahvaltıya Güney'in annesi Zülal Hanım da eklenince sohbetlerin ardı arkası kesilmemişti. Bir şeyler atıştırıp koltuklarımızı kahve içmek üzere yerleştik. Güney hâlâ düşünceli görünüyordu. Muhtemelen konser işleri konusunda bir şeyleri eksik yaptığını hatırlıyor ve işi ile ailesi arasında bocalıyordu. Zülal Hanım ise hem memnun hem de memnuniyetsiz bir ifadeyle karşımdaydı. Beni oğluna yakıştırmadığını düşünüyordum. Oğlu için en iyisini istiyordu ve o en iyinin içinde ne yazıkki kendime yer bulamamıştım. Ben daha önce istismar edilmiş o da yetmezmiş gibi kendi kocasını taksirle öldürüp hapis yatmış ve öldürdüğü adamdan çocuk sahibi olmuş bir kadındım. Her şeye rağmen kendimi bu şekilde kabul edip sevmeyi öğrensem de ne yazık ki Zülal Hanım benimle aynı fikirde değildi. Beni güzel bulduğunu biliyordum fakat tek başına güzellik benim sahip olduğum sıfatları onun gözünde öldürmüyordu.
Sare hanımla yaptıkları sohbetler, sıkılmama sebep olmuştu. Kendi iç dünyamda bunları ölçüp tartıyor ve Güney'e bu evlilik konusunda doğru yaklaşıp yaklaşmadığımı sorguluyordum. Zülal Hanım'ın, "Beyler biraz bizi yalnız bırakın da düğün ve sonrası ile ilgili planlarımızı konuşalım!" dediğinde iç dünyamdaki düş uykusundan uyandım. Güney zaten her şeyi planlamıştı Zülal Hanım buna ek olarak neler söyleyecekti gerçekten merak ediyordum.
" Şermin! Getirdiğim paketleri şu sehpanın üzerine koy da Efsun ve Sare hanımla inceleyelim." Şermin, "Tabi hanımefendi!" dedikten sonra hızla kucakladığı paketleri önümüzdeki camdan zigon sehpanın üzerine bıraktı. Zülal hanım leopar desenli elbisesini özenli bir şekilde alttan çekiştirip paketleri yavaş yavaş açmaya başladı. Sare Hanım'ın da büyük bir ilgiyle ortaya çıkacak malzemelere baktığını fark ediyordum. Güney ve Harun Bey özel bir şeyler konuşulacağını düşünmüş gibi kalkıp gitmesi bu anlamda işime gelmişti. Kötü bir sürprizle karşılaşıp karşılaşmayacağımı bilmiyordum. Görmemeleri en iyisiydi.
"Vay canına bunlar harika!" Sare hanımın ilgili bakışları kutudan çıkan her şeyin üzerinde tek tek dolaştı. Güney'le olan evliliğimi istediğini sanmıyordum ama söz konusu gecelikler ve iç çamaşırları olduğunda kadınsı hevesleri tutmuştu anlaşılan! "Her şeyin en güzelini aldım! Hepsi ipek! En kaliteli markaların ürünleri!" Birkaç parçayı önüme attığında yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Bu iç çamaşırları benim için alınmıştı ve tuhaftır bunları almak için Zülal Hanım benden daha fazla söz sahibi konumundaydı. İç çamaşırlarını giyecek olan benken neden o, bu işin bu kadar içinde olmak zorundaydı anlayamıyordum.
Bordo renkte bir jartiyeri önüme attığında elimin ayağımın titrediğini, bedenimin buz kestiğini hissettim. "Bunları düğün gecesi giyersin!" Bu konunun konuşulmasından büyük utanç duyuyordum. Güney aramızda geçen konuşmaları annesine söylemiş olamazdı ama yine de konuşulması fazla cüretkar geliyordu. "Beyaz renkte olan da çok hoş! Harika görünüyor gerçekten! Müthiş bir zevkiniz var Zülal Hanım!"
Zülal Hanım kendisi için almış olsaydı belki onu onaylayabilirdim ama bunları ben giyecektim. Ve seçme hakkım bile yoktu! Kapı gürültüyle açılmış ve metal sesi Tuncer dedikleri bahçıvanın içeri girmesiyle ikinci kez kulaklarıma ilişmişti. Gözlerimi kapatıp dudaklarını birbirine bastırdım. Evdeki bahçıvan bile ortalığa dökülen bu eşyaları görmüştü. Düşünmek zihnime tokatlar savurarak ortama girdi. Kulaklarımda uğuldayan ses mezara gönderdiğim adamın sesiydi.
"Beni asla unutmayacaksın!" Kulaklarımı tıkama ihtiyacı hissettim. Alnımdan şakaklarıma sızan terler ve renkten renge giren ruhsuz yüzüm dikkatlerini çekmişti. Zülal hanım yanıma gelip elindeki beyaz geceliği üzerime doğru tuttuğunda ellerimi korunur gibi etrafıma siper ettim. "Ha-hayır! Buna gerek yok!" Sesim güçsüz çıkmıştı. "Utanma kızın ne var bunda? Ben yabancı değilim! Eskiden bunları çeyizde sergileyip herkesin önünde gösterirlerdi. Biz bizeyiz!" Onun kollarımda, belinde dolaşan ellerini istem dışı itip ayağa kalktım. Dizimdeki yarayı çoktan unutmuş yaşadığım tuhaf krizlerden birine daha en olmaması gereken insanların yanında tutulmuştum.
"Lütfen ısrar etmeyin!" Ayaklarım geri geri giderken tökezledi ve çarptığım güçlü cüsse dudaklarımdan bir çığlıklığın kopmasına sebep oldu. Elim çırpınırken Sare Hanımın büyük bir özenle yerleştirdiği iri vazolardan birine çarptı. Vazonun yere düşmesi ile birlikte üzerinde duran metal ayaklı süs eşyası da yere devrilip huzursuz edici bir çınlamaya sebep olmuştu.
Güney ellerini iki yana açmış bir şekilde beni sakinleştirmeye çalışsan da yeniden dengemi sağlamam kolay olmayacaktı. "Özür dilerim! B-ben gitsem iyi olacak!" Ben koşarak uzaklaşırken aklımda sadece iki gün sonra yaşayacağım anlar vardı. Güney neyin beni tetiklediğini anlamıştı. Bakışlarının o sehpadan dolaşması ve yüzündeki hüzünlü ifade bunun özeti gibiydi. Kendimi odaya kapatıp kapıyı ardımdan defalarca kilitledim. Kapının hemen önünde oturup dizlerimi karnıma çekerek saatlerce içinde bulunduğum duygusal çöküntünün geçmesini bekledim. Bunca acı hatıraya sahipken bu evliliği nasıl taşıyacağımı hâlâ bilmiyordum.
Merhaba biricik dostlarım. Sonunda bebek uyudu ve ben de güç bela son okumayı tamamlayıp paylaşabildim. Umarım iyi bir hafta geçirmişsinizdir. Artemisin Gözyaşları isimli kurgumun ilk bölümünü paylaştım. İkinci bölümü de yarın sizlerle olacak. Hüsran'ı sevenler muhtemelen onu da sever. 😉 Hem romantik sahneler hem de asker-operasyon sahneleri olacak ve dostluğu derinlerde hissedeceksiniz. Okuyup düşüncelerinizi belirtirseniz çok sevinirim.
Gelen YM'ye. Önümüzdeki bölüm derinlikli sahneleri bulacaksınız. Artık düğün zamanı gelip çatmalı. İki kitap olmasını istiyorum ama belli olmaz. Ben doğaçlama yazdığım için kesin bir şey söyleyemiyorum.
Sizce Güney ve Efsun'un bir bebeği olacak mı? Uygun donör bulunacak mı?☺️🌟
İnstagram: seyma_yldz_koc Kitappad: syildiz_koc
Yıldız atan ellerimiz dert görmesin! ❤️❤️
|
0% |