Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. BÖLÜM: YM 2 DÖNENCE 🌟 YARIM KALMIŞ BİR ŞARKI

@syildiz_koc

Medya: Bilal Hancı Bal 🎶

 

Hayatımda bir zamanlar ciddiye aldığım çok az şey vardı. Akışına göre yaşar, vaktimin çoğunu arkadaşlarımla geçirir, çizgi roman okur ve kalan zamanları da sevmediğim insanları sinir ederek geçirirdim. Kendini çok seven biri olmadım. Çok korkak ya da cesur da sayılmazdım. Orta yol nedir bilmezdim ama sürekli ruhumun dizginlerini elimde tutmak için çırpınır ve kendi kendime hayatı dar ederdim.

Güney her anlamda mükemmel bir adamdı. Eşsiz, kemikli, oval hatlara sahip, kibar bir yüzü vardı. Kalın sayılamayacak dudakları, doğal minik çıkık çenesi ve hafif kaslı, çekici üçgen bir vücudu… İnsan bunca mükemmelliğin arasında ister istemez “yok artık nerde bu adamın kusuru?”diyerek başka alanlara yöneliyor ve kamaşan gözlerinde güneşe bakan bir cahil gibi kara lekeler arıyordu. Onu tanımış ve ne yazık ki hayatındaki ise kendimden daha fazla hiç kimseyi ve hiç bir şeyi yakıştıramamıştım. Evet, güzel bir kızdı Efsun Dumanlı. Güney kadar olmasa da orta halli bir boya, bir çocuk dünyaya getirdiğini ve bol miktarda tatlı tükettiğini hissettirmeyecek kadar çekici, sıkı bir vücuda sahipti. Ama gel gör ki içi kapkara bir tufan, ruhu savaştan kaçıp gelen ruhsuz bir köleyi anımsatacak kadar yaralı ve bitaptı. En büyük kahkahaları atmasının ve hep bir şeylerle dalga geçmesinin altında yatan sebep de tam olarak buna dayanıyordu.

Kendime bile itiraf etmekte zorlanıyordum ama Güney’i bir başkasını yerine koyamayacak kadar çok seviyordum. Sevgi… Bu sözcük sadece onun mavi bakışlarında hayat buluyor, bir tek onun dudaklarında anlam kazanıyordu. Büyük acılar, utançlar yaşamıştım. Öldürdüğüm adamı hâlâ rüyalarımda görüyor olmam bana kaderin en büyük tokadıydı. Oysa ne öldürmek istemiştim ne de onun yanlış hareketine kurban gitmeyi kabullenmiştim. Başımı yastığa huzurlu koyabildiğim gece sayısı bu kadar sınırlıyken hayatıma, odama, bedenime nasıl Güney’i kabul edebileceğimi ben de bilmiyordum. Bir yanım kordan kanatlarının altına sinmek isterken diğer yanım ondan ve beni sarıp sarmalayacak kadar temiz olan yüreğinden delicesine bir arzuyla kaçmak istiyordu. Çok kirlenmiştim. Onu da kirletmekten, kabuslarıma ortak etmekten korkuyordum.

Aslında onu ruhen olduğu gibi bedenen de istiyordum. Bana ait olması, o güzel, sıcacık amber kokusunun tenimdeki o hoş kokuyla birleştiğinde bana neler yaptığı bilse yanımda kaç dakika durabilirdi hesap etmek zordu. Dayanmak ise imkansız… Gazabıma meydan okuyan bu arzuların en büyük engeli ne yazık ki yine ben ve benim kahrolası geçmişimdi. Her şeye rağmen korkularımı aşıp oğlum için de olsa ona kavuşmayı dilemiştim ama bunu başarabileceğimden emin değildim. Günler her geçen an biraz daha benden çalıyordu. Saatler akıp gidiyor, bizi aynı yatağa bırakacak anlar kapımı Bizans surlarını delen havan topu gibi şiddetle kırıp döküyordu. Kendimi sakinleştirmek için kullanmadığım sözcük kalmış mıydı bilmiyordum. İki ateşin arasında daha ne kadar yanmayı arzulayıp alevlerden kaçarak yaşayacaktım cevap vermek zordu.

Kapı çaldığında yine aynı şeyi yaptım. Yatağımın üzerindeki beyaz çarşafı başıma kadar çekip içinde kefen giymiş bir ceset gibi kayboldum. Uyumuş numarası yapıyordum ve Güney’i her defasında geri püskürtmeyi bu sayede başarmayı öğrenmiştim.

“Efsun! Uyandın mı?” Gözlerimi sıkıp uyuyormuş gibi rol yapmaya devam ettim. Bu sefer koç beyi gibi kapımı zapt etmeye kararlıydı. Önce kapıyı hafifçe araladı. Ardından tereddütle de olsa minik adımlarla içeri girmeyi başarmıştı. Soluğunu yakınımda hissetmeye başlar başlamaz kalbim ihanet edip bir yanardağ gibi sevda püskürdü. Ona sımsıkı sarılmak ve delicesine bir arzuyla öpmek istiyordum. Kalbim aklımın ve korkularımın aramıza diktiği demir parmaklılar sayesinde çaresizdi. Deli gibi atarak göğüs kafesimin altında dövünmekten fazlasını yapamıyordu.

Yatağımın sırtımı döndüğüm sol yanı hafifçe çöktüğünde beni rahat bırakmayacağını anlamıştım. Bu gün düğün günümüzdü. Sadece düğün değildi beni sarsan şey aslında. Ona kavuşma ve onun olma fikrinin beni saatler sonra olacak şeyler için çılgına çevirmesi, heyecanlandırmasıydı. Güzel elleri saçlarımı alın çizgimden başlayarak sevgiyle okşadı. Dudakları dokunduğu yerde küçük nemler bırakırken iç çektim. Beni bu kadar mutlu ederken içimde korkularımdan beslenen ve her geçen dakika da büyüyüp tahammül edilemez bir yaratığa dönüşen bir canavar vardı. Tazmanya canavarı gibi homurdanıp bana her iliştiğinde hatıralarımı tekletip zihnimde tıkırdayan sinema makinasına taşıyordu.

“Seni neyin korkuttuğunu biliyorum!” Dedi omzumun üzerine sol elini bırakırken. Başı başımın hemen üzerini bulmuştu. Kısa, açık renk sakalları ve traş losyonu kokusu şimdi çok daha yakından geliyordu. Bambaşka bir adamdı bu Güney! İnsan onda itici her hangi bir dokunuş ya da koku sezemiyordu.

“Çok üzgünüm! Annemin düşüncesizliği işte! Kötü bir niyeti yoktu inan bana! Her şeyin usulüne uygun olmasını istedi!” Gözlerimi araladım. Boşuna bir çabaydı yaptığım. O uyumadığımı iyi biliyordu.

“Keşke!” Dedi ölümün koynundan çaldığı hayat suyuyla yaralı ruhumu yıkarken. “Keşke geçmişi silip seni iyileştirebilsem.”

“Belki bir gün…”dedim ruhsuzca. “Bir gün iyileşirim ve birlikte tamamlanırız.” Dakikalarca öyle kaldık. Sıcaklığı içimi titretmişti. Ben de pek çok güzel duygu oluşturmuştu. Yağmur damlalarından kanatlarını korumak için kaçıp saklanan minik bir serçe gibi kollarında iyileşmeye çalıştım. Gözlerini yummuştu. Yüzünü boynumdaki o damara sabitlemiş sanki nabzımı dinliyordu. Dudakları boynuma ilişmişti. Öpmüyordu ama o tatlı kıvrımları hissetmeme izin veriyordu. Beni incitmekten ne kadar korktuğunu anlayabiliyordum. Titizlikle yaklaştığı bedenim keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazine gibi kollarındaydı ama öyle hassas, öyle dokunaklı seviyordu ki tek bir santimine bile incitme endişesiyle dokunamıyordu. Ona sokulup buz tutan duygularımı çözmeye çalıştım. Uzak durmam gerekiyordu. Aslında olması gereken sadece basit bir tensel hazdan ve beraberinde gelecek yeni bir hayattan ibaretti ama bu kadarı ne ona ne de bana yetmiyordu.

Kapı tıklatıldığında toparlanmamız gerektiğini düşünüp hafifçe ayaklandık. Bu gün nikahımızın kıyılacağı gündü, fakat yine de aşırı yakın pozisyonlarda görünmekten endişe duyuyorduk. Sonuçta burası Harun Cemal Taşpınar’ın eviydi ve ne yazıkki kendisi biyolojik babam oluyordu. Şermin’in kapı aralığında görünmesi ikimizin de görülür bir biçimde rahatlamasına sebep oldu. Genç kadın siyah saçlarını arkadan gevşek bir şekilde at kuyruğu yapmış üzerindeki beyaz gömlek ve siyah sade mini etekle tam karşımızda yerini almıştı.

“Şey…” dedi utanır gibi. Oysa utanılacak bir halimiz de yoktu. “ Harun bey sizi kahvaltıya çağırıyor. Sanırım düğünle ilgili bazı şeyleri konuşacak!” Kaşlarımı çatıp huzursuzca bakışlarımı kaçırdım. Bunu Şermin’nin üzerinde yapmamaya gayret etmiş, onu zan altında bırakmamıştım.

Bende kalan boşluğu yine tamamlamakta gecikmedi. “Peki, 5 dakikaya aşağıda oluruz.” Şermin başıyla onaylayıp bizden uzaklaşırken hızla yatağından kalkıp gardroba yöneldim. Öfkeli tavırlarım Güney’in dikkatinden kaçacak gibi değildi. Harun Bey’i babam olarak kabul etmediğim için içten içe bu duruma üzüldüğünü biliyordum fakat bilmediği bir şey vardı ki yaşadıklarımdan sonra yüreğime oturan o taş kolay kolay milim yerinden oynayacak gibi değildi. O taşı yok saymam demek rol yapmam, göz göre göre riyakar bir şekilde oyun oynamam demekti. Ve ben bunu başaramayacak kadar yorgundum.

“Efsun!” dedi yatağımdan doğrularak belime sarıp sarmalarken. Sırtımın üzerinde göğsünü hisseder hissetmez iç çektim. Bende bıraktığı his duyarsız kalamayacağım kadar güçlüydü. Bugün yıldızlar uçsuz bucaksız gökyüzüne kavuşup semâda pırıl pırıl parlayacaktı. Göğsüne sığınır gibi bıraktım kendimi. Ellerim küçük bir kumaşı sıksa da aramıza bir mesafe daha koyamayacaktım.

“ Keşke böyle bir ömür kalabilsek. Bu evliliği gerçek kılmak için her şeyi yaparım. Beni tek başıma mücadele etmek zorunda bırakma!”

Suskunlaşmıştım. Bizi neyin beklediğini bilmiyordum. Etrafımız düşmanlarla çevriliydi ve gözlerimizdeki maske gerçekleri görmemize engelliyordu. Dün duyabileceğim en kötü haberi almıştım. Zahir delil yetersizliğinden serbest bırakılmış ifadesinde ise söz konusu suçların tamamını Zişan’ın üzerine yıkmıştı. Zişan her yerde didik didik aranırken, Zahir’in kayıplara karıştığını öğrenmiştim. Kendimi huzursuz hissediyordum. Her şeyin düzene girmesi için suçluların yerini bulması ve gerçeklerin ortaya çıkması gerekiyordu.

Alnıma küçük bir öpücük bırakırken, “Keyifsiz görünüyorsun? Neyin var?” diye sordu. Güney saçlarımdaki bir tutamı parmaklarının arasında severken dudaklarına yaklaştırıp soluğunun tenime karışmasına izin verdim. “Zahir’in kendini kurtarması canımı sıkıyor. Bir katakulli çevireceğini anlamalıydık. Ailemize bir zarar verirse diye çok korkuyorum. Ne yaptığı umrumda değil ama Yiğit…”

“Şşşş!”

“Bugün bizim mutlu günümüz! Onca badireyi atlatıp sonunda bir araya gelebileceğiz.” Burnumun ucunu sıkıp beni biraz daha göğsüne yasladığında kötü şeyler düşünmemek için daha fazla çaba sarf ettim. “Her ne kadar sen bu evliliği gerçek kılmamak için bin tane bahane üretsen de tüm bunları geride bırakacağımızdan eminim! Ayrıca baba olmak için tahmin ettiğinden çok daha fazla heyecan duyuyorum.” Lafın sözünün yine aynı yere gelmesi yanaklarımın ateşten bir elma gibi kıpkırmızı olmasına, tenimin yangısının kulaklarımdan çıkmasına sebep olmuştu. Camın önüne gelen kareler muhtemel yaşanacakları cemre misali zihnime düşürdü.

Bir anda silkelenip kalktım ve üzerimdeki çarşafı atıp gardrobu incelemeye başladım. Bendeki endişeleri ve korkuları fark etmesini istemiyordum. İkimizle ilgili bir şeylerden vazgeçmesi en son isteyeceğim şey bile değildi. “İyi misin?”

“Hı hı!” Üzerinde fazla düşünmeden poantiyeli siyah beyaz bir elbiseyi çıkarıp aynada ilgili bir bakışla üzerimde dolaştırdım. Onu cevapsız bırakmamdan hoşlanmadığını aynadaki yansımasına bakarak anlayabiliyordum. Yataktan kalkıp yanıma geldi. Bana kıyasla çok daha derli toplu görünüyordu ve her zamanki gibi titizlikle hazırlanmıştı. Elleri belimi sardığında başım kendini geriye bıraktı. Dilinin ucuna bir şeyler geldiğini biliyordum ve bunları söylemesini istemiyordum. Ben zaten kendi gerçekliğimin farkındaydım. Bunu bir kez de Güney’den duymama gerek yoktu.

“ Efsun sen…”

“Saat geç oldu! Sözde bugün düğünümüz var! Ben daha yataktan kalkıp hazırlanmadım bile.” Daha şaşkın bir şekilde elimi saçlarımda dolaştırıp elbisenin kararını vermiş bir şekilde yatağın üzerine attım. “Bugün çok özel bir gün değil mi? Sanırım daha fazla bekleyemeyeceğim. İstersen sen çık ben hazırlanıp hemen geleyim. Böyle daha az zaman kaybederiz.” Başını sallayıp onaylar şekilde sesler çıkardı. “ Seni kahvaltıda bekliyorum.” Aynı şekilde karşılık verdiğimde hemen önümde durup alnıma tatlı bir öpücük bıraktı. Konuşmamız gereken çok şey olduğunu bildiğim halde suskunlukların ardına saklanıyor ve kendi gerçekliğimden kaçıyordum. Güney odadan çıkar çıkmaz kıyafetlerimi üzerime geçirip makyajımı tamamladım. Saçlarımı toparlayıp doğal görünen tatlı bir topuz yaptı. Kenarlardan çıkan birkaç tutamla birlikte doğal ve şık bir gönlüm kazanabilmiştim. Ciddi bir makyaj yapmayı düşünmüyordum, zira kuaförüm bu konuda beni istesem de eksik bırakmayacaktı.

Odadan çıkar çıkmaz ilk karşılaştığı Sare Hanım oldu. Kendi yatak odasında yatmıyor, Güney’in ve benim odamın tam karşısında, Harun Bey’in ise çaprazında kalacak olan o küçük odada varlığını sürdürüyordu. Harun Bey evde kalmasına Yiğit için izin vermişti fakat onu bir daha ne odasına ne de yatağına kabul edecek psikolojide olduğunu düşünmüyordum.

“ Günaydın Veliaht!” dediğinde ona cevap vermeye bile tenezzül etmedim. Gözlerimi devirip yüzümü astım ve beni aşağıda bekleyen minik yavruma kavuşmak için adımlarımı hızlandırdım. Yemek odasında herkes yerli yerinde oturuyordu. Bizim odaya dahil olmamızla birlikte çatal kaşık sesleri sofrada yankılanma başladı. Onlara “Günaydın!” demiş ve herkesten önce tam karşımda oturan Harun Bey’den cevabı almıştım. Ne yazık ki ona tatlı bir tebessümü, sıcak bir bakış bile esirgeyecek kadar kalbim katılaşmıştı.

Yiğit’in yemeğini yemesine yardım ettim. Bugünlerde çok daha yorgun ve neşesizdi. Bizim varlığımız moralinin biraz daha düzelmesine yardımcı olmuştu fakat tam anlamıyla iyileşmeden daha parlak bir sonuç alabileceğimizi düşünmüyordum. Saatlerin bir an önce geçmesi gerekiyordu. Onu kurtaracak tek şeyin ben de gizli olması beni daha da aceleci kılmıştı.

“Düğünle ilgili tüm işlemler yerine getirildi.” dedi Harun Bey. Babam olduğu fikrine kendini öyle inandırmıştı ki aile büyüğü olarak düğününüzde en fazla söz hakkının neredeyse kendisine ait olduğunu düşünecek kadar hayalperest bir kimliğe bürünmüştü. Güney’e dönüp, “Biz Zülal’le bu konuyu daha önce görüşmüştük. Her şeyin usulüne uygun olmasını istiyorum. Muhtemelen siz de benimle aynı fikirdesiniz.” Tabağımdaki tüm gıdalarla nefret dolu bir bakışmanın imzasını attık. Hayatım hakkında fikirlerini beyan etmesi bile sinirlerime dokunuyordu. Saçımı gergin bir şekilde geriye atıp tabağımdaki bıçağı birkaç kez tıklattım. Bu ona üzerine vazife olmayan işlere karışmaması konusundaki ilk uyarımdı.

Bakışları tabağı ile benim aramda dolaşıp dursa da düşüncelerini dile getirmekten çekinmedi. Sırtını geriye yaslayıp parmaklarını masanın üzerinde kararını vermiş bir lider gibi bir araya getirdi. “ Efsun’un bu evden gelinlikle çıkması çok daha doğru olacak. Düğünden sonra… “

“Buna siz karar veremezsiniz!” Dedim gergin yüz ifademi koruyarak. Huzursuzca başını kaldırdı. Nefretimin onu yaraladığını biliyordum fakat kendimi oğlumun özel durumunu düşündüğüm halde durduramıyordum. “Bu Güney’i ve beni ilgilendiren bir mesele! Nasıl olacağına da yine biz karar veririz!” Sare Hanım’ın yüzünün aydınlandığını gördüm. Birbirimize düşmemiz ve birbirimizden nefret etmemiz için dünyaları vermeye hazırdı. Öfkemle aslında onunla birlikte Zahir Bey’in de ekmeğine de yağ sürmüş oluyordum.

“Ben sadece uygun olanı dile getirmek istedim.” dedi kırgın ve kızgın bir şekilde. “ Sonuçta sen de bu ailenin bir ferdisin.”

“Bence bu konuyu tartışmanın hiçbir lüzumu yok.” Dudaklarını silip elindeki çatal bıçağı bıraktı. Tüm iştahını kaçırdığımı biliyordum. Ne yazık ki bu eve geldiğimden beri benim halim de ondan daha iyi değildi. Gözlerim tabağımdan ayrılıp Güney’i buldu. Bana gözleriyle “Yapma!” der gibi yalvarıyordu. Aramızın iyi olmasını istediğini biliyordum ve bu konuda iç açıcı davranışlarda bulunduğunu kimse söyleyemezdi.

Zil sesi tek kurtarıcımız olmuştu. Bu çirkin muhabbeti daha fazla devam ettirmemiz şanstı. Şermin’in içeri buyur eden sesi bakışlarımızı girişe yönlendirdi. Karşımda gördüğüm yüzle birlikte öfkem artık zapt edilemez bir hal almıştı. Melis… Onca olan bitenden sonra hâlâ karşıma geçmiş benimle bir şeyler konuşabileceğini zannediyordu. Üzerinde deri bir pantolon ve beyaz bir kazak vardı. Ne kadar gergin ve hüzünlü olduğunu görebiliyordum. Dudaklarımı peçeteyle silip ayaklandığımda Güney ellerini ellerimin üzerine koyup beni durdurmak için bir hamle yaptı. Bakışları rica yüklü olsa da daha fazla konuşmak ve bir şeyleri düzeltmeye çalışmak istemiyordum.

Sandalyemi geri çekip hole yönelir yönelmez Harun Bey, “1 dakika Efsun!” diye seslendi. Omzumun üzerinden on sert sert baktım. Yiğit afallamış dudaklarının kenarındaki sütü peçeteyle silmeye bile vakit bulamamıştı. Onun yanında çok fazla hislerimi belli etmemem gerektiğini bilsem de gerilmeme engel olamıyordum.

“Buraya seninle konuşmaya geldim!” Dedi Melis mahcup bir edayla. Ona konuşma hakkı vermemiş olmam içimizi sızlasa da bu ihaneti unutamıyordum. Omuzlarımı dikleştirip gözlerine incitici bakışlar attım

“Bence konuşacak hiçbir şeyimiz kalmadı. Her şey gün gibi ortada.” Biz birbirimizi öldürecekmiş gibi süzerken Harun Bey Sare Hanım’a dönüp Yiğit’i götürmesini söyledi. Onlar bir süre bahçede dolaşıp çiçeklerle ilgilenirken biz bazı şeyleri çoktan çözüme kavuşturmuş olacaktık.

“Bu konuyu görüşmemiz lazım Efsun! Melis Hanım’a haksızlık ediyorsun!” Kollarımı bir araya getirip yüzümdeki sahte bir tebessümü esirgemeden beklentileri ile dalga geçtim. “Siz oturup istediğiniz kadar görüşebilirsiniz. Ben kimseyle hiçbir şey konuşmak istemiyorum.” Harun Bey’in iç çekişi ne kadar yorgun olduğunu ele verdi. Benimle uğraşmak gerçekten sabır işiydi. “Kızım…”

“Bana kızım deme!” Kolumu tutan elini sertçe ittim. Güney aramıza girmek istemiyor ama davranışlarımdan duyduğu rahatsızlığı da yüz ifadeleri ile dile getiriyordu. Harun Bey kolumu kavrayıp beni sürükler gibi merdivenlere yönlendirdi. Açık renk merdivenler içbükey bir şekilde yukarı doğru kıvrılıyor ve bu haliyle oldukça modern bir görüntü bırakıyordu. Basamakları her adımladığımızda bağırıp beni bırakmasını söylemen boşunaydı. Kararını çoktan vermiş ve yüreğinde ne varsa dudaklarından döküp kalbime girmeye çalışmıştı.

“Size yeter dedim!” Diye bağırdım. “Beni hemen bırakmazsanız bundan çok daha sert davranışlarda bulunacağımdan emin olabilirsiniz!” Bana kıyasla oldukça sakin sayılabilecek bir ses tonuna sahipti. Acele etmiyor ve bana hak ettiğime inandığı hiçbir sözünü söylemiyordu. “Kapalı kalan her şeyi ortaya dökeceğim. Sadece biraz sabırlı olman gerekiyor.” Daha fazla direnmemin yersiz olduğunu anladım ve beni sürükleyerek hole oradan da krem rengi bir kapının önüne getirmesine izin verdim. Bana bakışlarıyla kapının kolunu işaret etti. Tokmak şeklinde klasik tarzda yaldızlı bir kulpu vardı.

“Hadi gir!” Gözlerine nefret dolu bir ifade ile bakıp olabilecek en gaddar şekilde içeri girdim. Adımlarım bir nefes sonrasını buldu ve o an gözlerime inanamadım. Pembeler içinde nefis bir oda beni bekliyordu. Karşımda kocaman büyük bir oyuncak rafı vardı. İçerisinde ise birbirinden muhteşem oyuncaklar sırayla yan yana dizilmiş bana gülümsüyordu. Pembe büyük bir yatak, şirin baba çıkartmalı duvar yapışkanları, pembe güzel bir halı ve hoş bir çalışma masası… Bunlar kimin içindi?

“Bu odayı senin için hazırlamıştım. Annen hayatını kaybettikten sonra seni yanıma almak istedim. Eğer başarabilseydim bu odada kalmanı sağlayacaktım. Sevebileceğini düşündüğüm her şeyi almıştım.” Hemen sol yanıma iliştirilen raflardan pembe, peluş bir ayıcık aldı. Bu yıllarca babam olduğunu düşündüğüm adamın aldığı oyuncaktan çok daha büyük ve gösterişliydi ama ne yazıkki bana onun hissettirdiklerini vermekten çok uzaktı.

“Burada seninle oyun oynayacağımız günlerin hayalini kurdum hep. Size kavuşmak istediğimde annenin yanımızda olacağını düşündüm. Bize birbirinden güzel yemekler pişireceğini, seninle oyun oynarken beni izleyeceğini… Birlikte çeşit çeşit aktiviteler yapabileceğimizin hayaliyle yaşadım. Olmadı! Benim yaşamak istediğim tüm güzelliklerin bir başkasının dünyası olduğunu öğrendiğimde hayallerim başıma yıkıldı. Size kavuşmak artık eskisinden çok daha imkansızdı.” Sözleri içimdeki bam teline sızlatsa da beni yumuşatıp affetmemi sağlamak konusunda oldukça yetersizdi.

“Mutlu olmak için bir başka adamın yuvasını yıkmak senin için büyük bir sorun olmayabilir ama benim için oldukça ahlak dışı. Sadece bunun için bile biyolojik babam olduğunu asla kabul etmeyeceğim. Sen bir başkasının hayatını çalarak mutlu olmaya çalıştın. Bencilliğin ailemin felaketi oldu.”

Başını sallayıp gözlerindeki nemi parmaklarının boğumuyla sildi. “Ben sizi kimseden çalmadım kızım. Nergis’le birbirimizi sen doğmadan çok önce sevmeye başlamıştık. Tek isteğimiz evlenmekti. Doğumun planlı bir şey olmasa da senden hiçbir zaman pişmanlık olarak bahsetmedim. Anneni benden uzaklaştıracaklarını ve bir araya gelmemiz için bize bir oyun oynayacaklarını bilmiyordum. Onu tehdit edip kopardılar. Çekip gittiğinde uzunca bir süre onu aradım. Geçen her yıl umutlarımı söndürse de hiçbir şey olmamış gibi o hayatımda değilmiş gibi yaşayamadım.” Sözleri canımı acıtıyordu. Kendini aklamasını istemiyordum. Bu nefret beni ayakta tutup güç veren tek şeydi.

“Ne bu? Yeni oyunun bu mu yoksa? Bu yalanlarla mı hayatıma gireceksin?”

“Kabuğunu kırıp ne zaman beni anlamaya çalışacaksın bilmiyorum bildiğim tek şey sen beni anlayana kadar bıkmadan, usanmadan sana gerçekleri söylemekten çekinmeyeceğim.” Elimi tutmak istediğinde bir adım geri çekildim. Duvarlarımı kırması canımı yakıyordu. Böyle mesafeli çok daha iyiydik.

“Söylediğin hiçbir şey babama yaptığın kötülüğü açıklamaya yetmez. Annemin seninle daha önce bir şeyler yaşamış olması sana o yuvayı yıkma hakkını vermez. Anneme de babamı öldürme hakkı vermezdi. Ne yazık ki siz bencil insan, kararttığınız hayatları umursamayacak kadar heveslerinize düşkünsünüz.”

Kollarımdan tutup gözlerimin derinliklerine baktı. Ondan uzaklaşmak için çırpınmalarım asla sonuç vermeyecekti. Sağ eli yanağımı kavradı. “Ben kimsenin yuvasını falan yıkmadım! O evlilik gerçek değildi.” Yüzüm şaşkın bir hâl aldı ve dudaklarım başıma çöken enkazın sarsıntısıyla aralandı. Bu adam neyden bahsediyordu böyle?

“Hayır!” Ses tonunu biraz daha arttırarak. Böyle bir iddiada nasıl bulunabilirdi?

“Gerçek bu! Kerim Bey evlenirken Nergis’in hamile olduğunu biliyordu. Çaresiz olduğunu anlamıştı. Bu yüzden sokakta kalmasına müsaade etmedi. Yalnız yaşıyordu. O zavallı kadının ve babasız çocuğunun hayatına renk katacağını düşündü. Onunla çocuğuna babalık etmek için sahte bir nikah kıydı. Zamanla bu evliliğin gerçek olduğuna kendisi de inandı. Seni kendi kızı gibi görüyor, depremde kaybettiği ailesinin yerine koyuyordu. Gereğinden fazla kapılmıştı. Nergis’le aralarında hiçbir şey yaşanmadı Efsun. Nergis hep beni sevdi! Kerim Bey de onu böylesi bir ilişkiye zorlamadı. Sizin için yaptıkları konusunda ona minnettarım! Ama bu şekilde yaşamanıza izin veremezdim.” Ona sırtımı döndüm. Derin nefesler alıyor ve bu gerçekleri sindirmeye çalışıyordum. İnkar eder gibi başımı defalarca salladım. Elleri sırtımın gerisinde saçlarıma uzandı. Onları sevmesi gözlerimin anlık olarak kapanmasına kalbimin deli gibi çarpmasına sebep oldu.

Harun Bey ben de böyle güçlü bir hissiyat oluşturduğu için ondan çok kendime kızgındım. Harun Bey bana rağmen amacına ulaşmıştı. Kimliğini sakladığı o dönemde onunla güçlü bir bağ kurmuş ve tanıyıp dürüst bir insan olduğuna inanmıştım. Eğer tanımasaydım bu sözlerini bu kadar bile dinleyebileceğimi sanmazdım.

“Anneni bu evliliğe zorlayamazdım Efsun. Kerim Bey’le mutsuzdu! Gerçek bir aileye ihtiyacı vardı ve bu aileyi ona verebilecek tek kişi bendim. Hayatın boyunca gerçek babanı tanımadan büyüyemezdin. Nergis onu öldürmeyi istemedi. Öldüresiye dövüşmüştük. Boğazımı sıkıyordu. Nefes alamıyordum. Belki bu ayrılık hırsıyla kavgaya devam etseydi ölümüme sebep olacaktı. Nergis beni korumak için ateş etti. Onu öldürmek istememişti. Bu yüzden uzun süre vicdan azabı çekti.” Gözlerimden süzülen tüm yaşlar isyan eder gibi serin izler bırakarak göğsüme aktı.

“Bunu neden yapıyorsun?” Dedim isyan eder gibi. Sağ eli sol yanağımı sevgiyle okşadı. Onun gözleri de benimkiler kadar nemliydi. “Size kavuşmak istedim! Anneni mutlu etmek istedim! Oraya gelirken bunların olabileceğini bilmiyordum. Kerim Bey Nergis’e büyük bir aşk duymasa da sana çok bağlanmıştı. Seni bize vermeyi reddetti. Aramızda geçenler her geçen dakika daha da şiddetlenmiş ve ne yazık ki beni öldüreceği korkusu Nergis’i yanlış bir şey yapmayan sevk etmişti. Nergis de ben de Kerim Bey’den nefret etmiyorduk. Ona zarar vermeyi aklımızın ucundan bile geçirmemiştik fakat bu hikayede ilk yanan Kerim Bey olsa da hepimiz hasretle dolu bir hayata düşerek büyük bedeller ödedik. Annen vicdan azabına tahammül edemeyip intihar ettiğinde benim bütün dünyam başıma yıkıldı. Umutlarım söndü.”

Gözlerindeki acı sözlerinin doğruluğunu onaylar nitelikteydi. Kalbim paramparça olmuştu. Kimseyi suçlayamıyordum aslında. Kerim Bey beni çok sevmişti ben de onu… Hayatımı onun dizlerinin dibinde geçirsem asla pişmanlık duymazdım fakat gerçek babamı tanımamak günün birinde gerçekleri öğrenmek yine de canımı acıtırdı. Annemin Kerim Bey’i sevmediğini onla birlikte yatmadığını biliyordum. O zamanlar bu durumu garipsememiştim. Çünkü gerçek bir evliliğin nasıl olması gerektiği hakkında fikir yürütemeyecek kadar küçüktüm. Oysa şimdi bütün taşlar yerine oturmuştu.

Saçlarıma dokunmak istedi. Kokusunun bende bıraktığı güven hissi duygularımı değiştirme konusunda bu kadar mahir olmak zorunda mıydı?

“Seni yanıma almak istedim!” Dedi kırık, hasret dolu bir ses tonuyla. “Seni sana rağmen bağrıma bastım. Baban olduğumu söylemek istedim. Yapamadım! Benden öyle çok nefret ediyordun ki seni o nefretle yanımda tutmam imkansızdı. Beni hiçbir zaman baban olarak kabul etmemenden korktum. Annenin ölümünden beni sorumlu tutuyordun. Ne yazık ki benim duygularım da senden hallice değildi. Seni kaçırmaya çalıştığım o gün ilk hezimetim oldu. Komisere gerçekleri anlattım ve babam sayesinde bir çocuk tacizcisi olma imajından kurtuldum. Ama ne yazık ki o çocuk kalbinle aramızdaki tüm duvarları yıktın. Baban olduğunu öğrendiğinde her şeyin daha kötüye gitmesi ihtimalini kaldıramadım.”

İçimde oluşan pişmanlık duygusunu tarif etmek zordu. Nefretim şimdikinden daha iyi durumda olmasa da muhtemelen yaşayacağım bunca şeyi düşünerek yine de babamın yanında kalmayı tercih ederdim. Ne amcam ne yengem ne de kuzenlerim beni sevmemiş, o evde hep bir besleme muamelesi görmeme sebep olmuşlardı. Beni babaannem dışında hiç kimsenin koruyup kolladığı yoktu. Ne yazık ki onun ölümünden sonra iyice fazlalık olarak görülmeye başlamıştım.

“Seni onlara bırakmak zorunda kaldım. Her zaman iyi muamele görmeni istedim. Senle ilgili bütün maddi masrafları karşıladım. Uzaktan uzağa hep izledim. Derslerini takip ettim. Her şey güzel gidiyordu aslında. Günün birinde beni anlayabileceğin bir yaşa geldiğinde bir şeylerin düzeleceğine olan inancım tamdı. Sana bunları o zaman anlatsaydım muhtemelen beni anlamayacaktın.”

“Benden nefret ettiler.” Dedim aksini itiraf ederek. “Hiçbir zaman o eve ait olamadım.” Yüzümde kırık acı dolu bir gülümseme belirdi. “Sanırım bu eve geldiğimde de durum bundan farklı olmayacaktı. Ne Ahuzar Hanım ne de Sare hanım beni sevmeyecekti. Belki babanız da… Sonuçta gayrimeşru zavallı bir kız çocuğuydum değil mi?” İlkinden çok daha güçlü fakat eksik tebessümümle gözyaşlarımın yanaklarıma akmasına izin verdim. “Ne kadar da bencilsin! Toplum tarafından hiçbir zaman onaylanmayacak bir çocuğu dünyaya getiriyorsunuz ve sizden çok hayatın ceremesini o çekiyor. Hiçbir zaman sevilmiyor, değer görmüyor. Aşağılık bir pislik gibi görülüyor. En kutsal olması gereken annesi kötü sıfatlarla nitelendirilirken sırf ondan dünyaya geldiği için masum bir çocuğa da çirkin vasıflar yakıştırılıyor. Bir hata yapması için insanlar etrafında kol gezip onu bekliyor. Sırf annesi gibi diyebilmek için… Ne kadar da büyük bir kötülük değil mi? Ne büyük bir haksızlık! Sizin gayrimeşru ilişkiniz benim hayatımı mahvetti. Gerçek babamı tanımadan büyümem, yıllarca aşağılanmam… Hepsi sizin hevesleriniz yüzünden oldu.”

Başına eğdiğinde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlamıştım. Bekar anne, güçlü anne edebiyatı yapıp insanları nikahsız cinsel ilişkiye teşvik edenler benim gibi ortalıkta büyüyen çocukları gördüğünde mutlu oluyor muydu acaba? Kaç tanemiz kimsesizler yurdunda anne babaya hasretiyle, bir yuva özlemiyle büyümüştük. Kaçımız çirkin vasıfların hedef olmuştuk umurlarında mıydı acaba?

“Annemi temiz bir gelinlikle kadının yapabilirdin!” Çocuksu bir küskünlükle omuzlarımı silkip gözlerimdeki yaşları sildim. “Belki o zaman ben de güzel bir yuvada büyüyebilirdim. Birileri annemi korumak ve bebeğine soyadını vermek zorunda kalmazdı. Senden nefret etmezdim. İnsanlar bana her baktığında bir günahın mahsulü olduğumu bakışlarıyla söylemezdi.”

Çok daha sesli bir şekilde gülmeye başladım. Delirmiş gibiydim. İşte bu kadar basitti. Karşıma geçmiş annemi sevdiğini söylemiş, ailesini bir araya getirmek için her şeyi yaptığını ifade ederek benden kendisini affetmeni beklemişti. Affetmek bu kadar kolay mıydı peki? Benden çaldığı o yılları telafi eder miydi? Ben onların bir anlık heveslerinin bedelini bir ömür yaşamıştım. Benim gibi binlercesi her gün yaşıyordu. Her gün binlerce çocuk yanlış bir tercihin ürün olarak doğuyor ya da daha doğmadan anne karnında bedeni paramparça edilerek doktorlar tarafından aldırılıyordu. Yaşam hakları ellerinden alınıyordu ama benim bedenim benim kararım diyen herkes o çocuğun da bir yaşama hakkı olduğunu düşünmeksizin duyarlılık kasmaktan vazgeçmiyordu. Biz basit bir hücre değildik aslında. İçinde yaşam potansiyeli olan bir organizmaydık. Ve onlar bizleri basit bir cenin olarak görse de kalbimiz çok önceden atmaya başlamış oluyordu. O tene yerleştiğimizde annemiz olacak kişinin duygularını da paylaşıyorduk. Acılarını, hislerini, mutluluklarını hissediyorduk. Bir hayatı karartmak bu kadar kolay olmamalıydı.

“Haklısın! Fazla gençtim! Eğer olaylar bu şekilde gelişmeseydi yaşadıklarımın sorumluluğunu alabilecek akıldaydım kızım!” Elimden tutup beni pembe yatağa doğru sürükler gibi yönlendirdi. “Seni de anneni de seviyordum. Orada birbirimize sarılıp uyuyacağımız günleri düşündün hep! Bu odada büyüdüğünü, bahçemizde top oynadığını hayal ettim. Bir gün bu hayali gerçek kılacağım umuduna yaslanıp yıllarımı geçirdim. Anneni hiçbir zaman unutamadım. Babamın kendimi bildim bileli hep sağlık sorunları vardı. İki kez kanseri yendi üçüncüsünde hayata gözlerini yumdu. Evliliğimi onu mutlu etmek, moral vermek için yaptım. Annem ve babam kendi öz yeğenleriyle evlenmemi çok istiyordu. Akraba evliliği bu aile için önemliydi. Annen hayatımdan çıktıktan sonra amaçsız yaşadım. En azından babamı mutlu edebileceğimi düşünüp Sare ile evlendim. Aslında en büyük kötülüğü evlendiğim kadına yaptığımın farkında bile değildim. Başına gelenleri öğrendiğimde sana bunu yaşatan herkese yaptıklarının hesabını sordum. Bana isteyerek evlendiğini söylemişlerdi ve ne yazık ki hayatına müdahale edebilecek durumda değildim. Senin mutluluğun benim için her şeyden önemliydi. Sen hapisteyken en az cezayı alman için tüm avukatlarımı seferber ettim. Üzerine atılan iftirayı temizlemek için çırpındım. Ne yazıkki o yıllarda babamın yeniden kanser olması her şeyi altüst etmişti. Amerika’da kalmak zorunda olmasaydım, seninle yeterince ilgilenebilseydim belki de bunlar hiçbir zaman olmayacaktı.”

Ve sonunda en büyük nefretim olan konuyu da kendince haklı bir çerçeveye oturtmuştu. Bilmiyordu, bilseydi asla böyle bir şeye izin vermezdi. Peki ben neden onu bir türlü affedemiyordum?

Ben hüngür hüngür ağlarken boynuma sımsıkı sarıldı. Göğsümü göğsüne yapıştırmış bir şekilde tek vücut olacak kadar sıcak bir duygunun eteğine yapışmıştı. Sıcak gözyaşları boynuma akıyor ve beni reddettiğim tüm duyguların kucağına itiyordu. Aramızdaki mesafelerin asla gideceğini düşünmüyordum ama ona sarılıp tutunmaktan da kendimi alamıyordum. Saçlarımın her bir telini okşadığını öpüp kokladığını hissettiğimde içimdeki bu hasretin daha da zapt edilemez olduğunu biliyordum. Onu affetmek istiyordum. Nefret artık kalbime de ruhuma da ağır geliyordu. Bunu yaptığımda pişman olur muydum? Annemin yaşadıkları her aklıma geldiğinde ona öfke duymaktan kurtulur muydum?

“Bu odadan büyüyerek çıkıp gittiğini göremediğim için çok üzgünüm kızım! Sana gerektiği şekilde davranmadığım için, babalık yapamadığım için dünyanın en pişman insanı olduğumu bilmelisin. Bu kararı vermek senin kadar beni de öldürdü.” Kısa bir süre de olsa bana sarılmasına, duygularını dindirmesine izin verdim. Fakat bu kadar çabuk karar vermemem gerektiğini anlamıştım. Bedenimi ondan ayırdığımda gözleri hayal kırıklığı ve umut arasında bocaladı.

“Tüm bunları sindirebileceğimi zannetmiyorum!” Dedim hayal kırıklıklarını izlerken. “Daha fazlasını yapamam! Beni anlamaya çalış ve zorlama!” Konuşmayı uzatmamıza gerek kalmamıştı. Kapının önüne geldiğimde “Melis Hanım !” diye sayıkladı. Omzumun üzerinden ona son kez baktım. “Ona kızma ne olur ? Seni üzecek bir şeyler yapmadı. Tek istediği bunca yıl içimde tuttuğun bu hasreti bitirmekti. Bu evde babanla mutlu olmanı istedi. Eğer kafandaki şey para karşılığı idare edildiğin fikri ise bu kocaman bir yalan. Melis Hanım benden tek bir kuruş bile almadı. O sadece iyi olmanı istedi. Bitir bu küslüğü! Arkadaşın seni çok seviyor !” Nemli gözlerimi kaçırıp kola yeniden asıldım. Odadan çıkıp hazırlanmak üzere kendi odama geçtim. Güzel bir duş almış ve musluğun altında dakikalarca ağlamıştım. Duygularım bu kadar karman çorman olmak zorunda mıydı? Onu babam olarak kabul etmek konusunda neden bu kadar istekliydim? Bu çok acı vericiydi. Bir yara vardı. Tüm arzularıma rağmen hep kanıyor ve dikişleri her daim sızlıyordu.

***

Son olanlardan sonra bir saat kadar sığındığım battaniyenin arasında uyumuştum. Ayağa kalkıp hazırlanmam gerektiğini biliyordum. Enerjim çok yanlış bir günde sıfıra inmişti ama toparlanamayacak kadar güçsüz değildim. Hazırlanan eşyalara baktım. Sade hoş bir gelinliğim vardı. Üzerime onu geçirdiğimde güzeller güzeli bir prenses gibi görünüyordu. Bembeyazdı. Arkamdan beni takip eden hoş bir kumaş bırakıyordu fakat onun için de gereğinden fazla kabarık herhangi bir detay barındırmamıştım. Saçlarımı açık bırakmış başıma belime kadar uzanan tül bir duvak geçirmiştim. Göz makyajının belirgin bir şekilde yapıldığında harika bir görüntüm olmuştu. Unutmak güzeldi. Kısa sürede zihnimi boşaltmış en azından rafa kaldırmıştım. Aslında Güney’le evleneceğim için çok mutluydum. Bu yaşadıklarımdan sonra sevdiğim biriyle böylesi bir heyecanın içine düşeceğimi zannetmiyordum. Ama olmuştu işte! Güney benimleydi. Aşmamız gereken çok şey olduğunu bildiğim halde içimdeki bu heyecana engel olamıyordum. Kuaför bukleleri düzelttiğinde “Muhteşem oldu!” Diye yükseldi. “Gerçekten beklediğimden çok daha iyi! Bu kadar sade bir gelinliğin içinde bile prensesler kadar güzelsiniz!” Yiğit’in hayran bakışlarını gördüğümde gerçekten iyi göründüğümden emin olmuştum. Etrafımda koşuşturmaya başlamış ve her zamanki neşeli halleriyle içimdeki kara bulutları dağıtmıştı.

“Vay canına! Maşallay gerçek olmuş! Çok güzelsin Efsun abla!” Yanaklarını sevgiyle okşayıp alnından öptüm. Bunu yapmamam gerektiğini biliyordum. Enfeksiyon kapması halinde her şey çok kötü olacaktı. Ama kendime direnemiyordum. Ondan uzak durmak öyle zordu ki! Yılların hasreti içimde birikmişken, kalbim ona sarılıp kana kana sevmeyi dilerken nasıl bir yabancı gibi kıyısından kaçar, onsuzluğa tahammül ederdim? Haksızlıktı bu!

Burnumu omzuna bastırıp teninden gelen kokuyu içime doya doya çektim. Misler gibiydi. Beyaz takım elbisesinin içinde minik bir prens gibi görünüyordu. Sare Hanım boğaz ayıklar ayıklamaz yumduğum gözlerim açıldı ve ters ters onun üzerinde dolaştı. Yumruğumu sıkıp derin bir nefes verdim. Ondan öyle çok nefret ediyordum ki duygularımı tarif etmeye kelimeler kifayetsiz kalırdı. Yüzümü ondan çevirip bakışlarımı ardında damatlıklar içinde bekleyen Güney’in enfes yüzünde dolaştırdım. Beyaz bir damatlık tercih etmişti. Harika göründüğünü kendime itiraf etmeliydim. Karşıma gelip ellerimi tuttu ve sağ elimi dudaklarına yaklaştırıp hayranlıkla öptü.

“Güneş gibi parlamamalıydın güzellik! Nikah anında memur adımı sorduğunda Evet diye bağıracak kadar şaşkınım!” Bu itiraf başta Yiğit olmak üzere herkesi güldürmüştü. Sare Hanım bana kızgınlıkla baksa da bu evde varlığını devam ettirmesi züğürt tesellisi sayılırdı. Bu yüzden pençelerini yine kendine saklamıştı.

Güney beni alnımda öperken bakışlarım Harun Bey’i buldu. Güney’in aksine siyah takım elbise giymişti. Ne kadar gururlu bir ifadesi olduğunu görebiliyordum. Güney’le evlenmemi bu kadar çok istemesinin tek sebebi Yiğit’in sağlığı değildi. Bizi birbirimize layık görmüş ve beni mutlu edeceği konusunda Güney’e güvenmişti.

Karşımda nihayet çok lazımmış gibi Ahuzar Hanım’ı gördüm ve bir anda tüm neşem dağıldı. Elinde kare şeklinde bordo renk, kadife bir kutu tutuyordu. Her zamanki siyah kıyafetlerine ekstradan pullar ve danteller eklenmişti. Bana yaklaşırken sırtına kırbaç yemiş gibi hevessiz bir yüzü vardı. Onu beni kabullenmeye kimin zorladığını tahmin etmek güç değildi. Kutuyu açıp Harun Bey’in kafa işaretinden sonra elindeki gerdanlıkla bana yaklaştı.

“Bu aile yadigarı gerdanlığı sana takdim etmek istiyorum. Artık sen de Taşpınar ailesinin bir ferdisin!” Allah o Taşkıran ailesini bildiği gibi yapmasın dememek için kendimi zor tuttum. Sanki Harun Bey bu sözleri sarf etmesi için kafasına silah falan dayamıştı. Samimiyetsizlik şelale olsa Ahular Hanım’ın dilinden akardı.

Bakışları annemden kalan kolyede dolaştı ve anlık olarak yüzü buruştu. “Önce şu değersiz şeyden kurtulalım.” Değersiz şey… İthamı sabrımı taşıran son damla oldu. Boynuma uzanan elini tutup bedenimden uzaklaştırdım. “O değersiz dediğiniz kolye bana annemden kaldı. Hayatını kararttığınız annemden...” Annemin sözünün geçmesi bile Sare Hanım’ı delirtmeye yetmişti. Güney elimi tutup gergin ortamdan uzaklaşmamı sağlamıştı. Ona minnet borçluydum. Harun Bey’in istediği olmuştu. Sonunda davullu zurnalı evinden çıkabilmiştim. Güney’in mutluluğu da görmezden gelinecek gibi değildi. Güney aracın kapısını açtığında Harun Bey “Kızıma iyi bak! Tek bir gözyaşı dökmesine bile izin verme!” Dedi. En büyük gözyaşlarımı onun yüzünden dökmüştüm ama belli ki fazlasına onun da tahammülü kalmamıştı. Güney elimi tutup mutlulukla gülümsedi.

“Her zaman yüzümü güldürenin sevinci olacağım.” Pelin’in hıçkırıkları bakışlarımı ona yöneltti. “Ah neden bu kadar duygusal olmak zorundasınız. Yine fena oluyorum ben! Ah ah!” Yeryüzündeki mendil tüketiminin %70’i Pelin’e aitti. Sıkı topuz yaptığı kızıl saçları açılmış, kavanoz dibi iri gözlükler de yerini gri lense bırakmıştı. Biz gülerken Kıvanç ona takılmadan edemedi. “Vay canına! Tam bir Afrodit olmuşsun tatlış! Seni bu gece korumamız gerekecek!” Pelin dudaklarını öne doğru toplayıp “İstemez!”diye mırıldandı. “Ben kendi kendimin koruyucusu olurum.”

Bir Güney’le kıkırdarken oğlum dedesinin kucağında bana el sallıyordu. Sıcak, güzel bakışlarını üzerimde her hissettiğimde içimde geleceğe dair bir umut ışığı yanardı. Melis’in bana rağmen düğünüme geleceğini biliyordum. O hâlâ arkadaşlığımız için bir umut olduğunu düşünüyordu. Harun Bey’in söyledikleri doğru olabilirdi. Melis hiçbir zaman para pul beklentisi olan bir insan olmamıştı ama onu da affetmem zaman alacakt. Bunu biliyordum.

Kıvanç kornaya asılıp düğün alayını tüm semte ilan ettiğinde dudaklarımı ısırma ihtiyacı hissettim. Güney’in beyaz lüks aracı harika bir şekilde süslenmişti. Önündeki çiçek ve kuşaklar rüzgârda sarsılıp duruyordu. Harun Bey Doruk’un bu özel günü görmesini istiyordu. Bu yüzden de onu ikisine tahsis ettiği özel bir başka araçla düğünün yapıldığı havuz kenarına getirdi. O, kalabalığın arasında değil enfeksiyon kapmamak için düğünü binanın balkonundan izleyecekti. Çok mutluyduk. Sahte olduğunu düşünerek giriştiğimiz bu iş gerçek gibiydi. Belki de gerçekti de bunun farkında değildim.

Güneş batmak üzereydi. Gökyüzü altın, pembe ve turuncu tonlarına bürünmüş. Bu büyüleyici renkler, havuzun sakin sularına yansıyor, adeta bir tablo gibi görünüyor. Havuz başı düğün alanı geniş, ferah ve zarif bir şekilde düzenlenmişti. Beyaz ve pastel tonlarında süslemeler ortama hakimdi. Masaların üzerinde gümüş işlemeli krem rengi örtüler, her bir masanın ortasında cam vazolar içinde yüzen mumlar ve beyaz orkide çiçekleri bulunuyor. Masanın etrafına dizilmiş sandalyeler, beyaz tüllerle süslenmiş ve tüllerin arasından kristal taşlar sarkıyor, hafif bir rüzgâr estiğinde bu taşlar birbirine dokunarak ince bir tını yaratıyor.

Her bir sandalyenin arkasına baş harflerimizin zarif bir şekilde işlendiği küçük kartlar iliştirilmiş. Masaların aralarında, bahçenin çimlerle kaplı geniş alanlarına uzanan zarif beyaz lambalar, yol boyunca ışıl ışıl parlıyor. Havuzun çevresini saran şeffaf balonlardan bir ışık koridoru oluşturulmuş; her balonun içinde titrek ışıklar yanıyordu. Burası peri masallarından kopup gelmiş gibiydi. Uzaktan bu nefis görüntünün tadını çıkardım.

Sağ kenardaki müzisyenlerin uyumlu beyazlı siyahlı giysileri omuzlarındaki kemanın güzel tonuyla daha bir göze çarpar olmuştu. Girişte harika bir kırmızı halı bizleri bekliyordu. Sanat dünyasından pek çok ismin o halının üzerinde fotoğraf çekildiğini görüyor ve ortama ait olup olmadığımı sorgulama ihtiyacı hissediyordum. Hülya Avşar, Kenan İmirzalıoğlu ve onlardan çok daha ünlü olan yıldızlar düğünü bir şölene çevirmekten çekinmiyordu.

“Vay canına!” Dedim yüzümdeki kocaman gülümsemeyle. “ Karşıda gördüğüm kişi Tarkan olamaz değil mi?” Güney’in kızgın bir şekilde boğaz ayıkladığını görünce yanaklarım kıpkırmızı bir hâl aldı. “Yoksa sen de Tarkan hayranı falan mısın?” Hep ben kıskanacak değildim ya! “ Evet sanırım öyleyim! Gerçi seninle tanıştıktan sonra diğer yıldızlar bayağı bir sönük kaldı ama.” Bu onun için yeterli olmuştu. Bu kadar kibirlenmesine izin vermeyecek ve iğneyi olur olmaz batırmaktan çekinmeyecektim.

“Aslında Kenan İmirzalıoğlu’ndan ve Tarkan’dan bir imzalı fotoğraf alsam şahane olurdu!”

“Bence beni çıldırtmak gibi bir hatayı asla yapmayacaksın! Göründüğümden daha kıskanç biriyimdir. Bütün genç kızları kendilerine hayran bırakabilirler ama seni değil!” Omuzlarımı silkip “Nedenmiş o?” Dedim nazlı nazlı bakarken. “Gözlerinin benden başkasını görmesine dayanamam da o yüzden! Bakabildiğin tek yıldız ben olabilirim artık!” Deliydi bu adam. Zaten kendisinden başka bir şey görebildiğim yoktu ki. sonunda düğünün bulunduğu ortama geçme sırası bize gelmişti. Harun Bey’i yeniden karşımda bulmayı beklemiyordum. Güney kendisini almak üzere gelen Kıvanç’a eşlik edip benden uzaklaştı. Kıvanç’ın kızaran yüzü ve hoşnutsuz bakışları canımı sıkmıştı. Bu ani değişimin mutlaka bir açıklaması olmalıydı. Güney’in sürekli parlayan telefonu da can sıkıcı bir hal almaya başlamıştı.

Daha fazla duramayıp törenden önce peşlerine düştüm. Dışardan gelen özel misafirler için ayrılan odanın terasında görmek isteyeceğim son kişi kesinlikle Ceyda olacaktı. Bulunduğum yerden seslerini doğru düzgün duyamıyordum. Alkol almıştı. Üzerinde siyah bir elbise vardı ve sarsak hareketleri ne kadar zavallı bir durumda olduğunu ele veriyordu. Anlamıştım. Güney’in gerginliğinin sebebi ondan başkası olamazdı. Muhtemel rezalet çıkarma tehditiyle onu zorla yanına çağırmış ve vazgeçirmek için son kozunu oynamıştı.

“Beni bırakma!” dedi baygın sarhoş bakışlarının arasında. Ona sümük gibi yapışmış yalvarıp ağlayarak kendini zavallı bir konuma düşürmüştü. Güney yüzünü buruşturarak onu itti. Bulunduğum yerde seslerini çok az duyuyordum. Ona çekip gitmesini söylüyor, beni sevdiğini haykırıyordu. Kolundan tutup Kıvanç’a doğru hafifçe itti. Ceyda sarhoş olduğu için ona direnmek konusunda başarısızdı. Güney’in yüzüne dokunmak istedi fakat sevdiğim adam buna asla izin vermeyecekti. Onlara daha fazla bakmaya dayanamadım. Sırtımı bulunduğum soğuk duvara yasladım ve gözlerimi acıyla yumup ellerimi kalbimin üzerine bastırdım. Güney’i öyle çok seviyordum ki bir başka kadının onu sevip arzulamasına bile dayanamıyordu. Onu geçmişinden kıskanacak kadar sevmek akıl kârı bir iş değildi ama duygularım konusunda kavanoza hapsedilmiş mavi bir kelebek kadar çaresizdim.

Görmek istemediğim manzaraya rağmen yeniden başımı onlara çevirdim. Kıvanç, Ceyda’yı sürükler gibi dışarı çıkarmaya çalışıyordu. Bu konuda yeterince başarılı olamadığından mıdır bilinmez Ceyda ellerinden kurulup kendisine sırtını dönen Güney’in arkasından sarhoş sesiyle intikam yeminleri etti.

“Seni bu sektörde bitireceğim! Sokak çalgıcısı olduğun günleri bile mumla arayacaksın!” Bu öyle yüksek sesle söylemişti ki araya giren müzik sesine ve kahkaha atan misafirlere rağmen ben bile duymuştum. Artık onun aramızda bir kadın olarak varolabileceğine ihtimal vermiyordum. Güney için çoktan öldüğü belliydi. Ne yazık ki yapması muhtemel olan şeyleri düşününce aşık olduğum tek adam için endişelenmeden edemedim. Ceyda tahmin ettiğimden çok daha tehlikeli biriydi. Zişan belasını sakladığını düşünüyor, işbirlikleri karşısında cesur olsam da yutkunmadan edemiyordum. Zahir dışardaydı ve polis Zişan’ı her yerde fellik fellik arıyordu. Bu üçlü canımızı yakmadan asla hayatımızdan çıkmayacaktı.

Odamda yeniden Güney’i beklemeye başladım. Kötü şeyleri düşünerek zamanımızı boşa harcamayacaktım. Onu seviyordum ve bu bizim günümüzdü. Ceyda’nın mahvetmesine izin vermek aptallıktı. Beni arkadamdan yaklaşarak yanağımdan öptü. Üzerindeki Ceyda karanlığını benden daha önce silkeleyip atmıştı. “İyi misin.” Diye sordu. Gülümseye çalıştım. “Evet! Hem de çok!” Ayağa kalkıp törenin yapılacağı alana doğru yürüdük.

Geçmemiz gereken yerde büyük yıldız saçanlar ve nefis konfetiler bulunuyordu. Harun Bey koluna girmem için bedenini hazırladığında bocaladım. Bunu yapmayı isteyip istemediğimi bile bilmiyordum. Sonunda olumsuz bir şeye sebep olmamak için koluna girmeye karar verdim. Topuklu ayakkabılarımın adımları havuz kenarına götürecek yola ulaştı. Adım adım Güney’in koluna gireceğim yere doğru gidiyorduk ve insanların alkış sesleri kulaklarımda çınlıyordu. Başımı çevirip balkondan bize bakan oğlumu gördüm. O da alkışçılardan biriydi ve bir yandan alkışlarken diğer yandan eliyle bizlere öpücük gönderiyordu. Yüzündeki o neşeli ifadeyi asla unutamazdım. Annesi olduğumu bilse yine aynı sevinci gösterir miydi?

Harun Bey beni Güney’e takdim etti. Babam olarak Güney’le olan birlikliğimize birkaç dakika sonra iyi dileklerde bulunmak için mikrofonun başında yerini almıştı. Yaptığı kısa konuşma benim onun gözündeki değerimi ve Güney’e olan güvenini ortaya koyar nitelikteydi. Büyük disko masalar beyaz saten kumaşlarla gelin gibi süslenmiş, bellerindeki kurdeleler ise yerlere kadar dökülmüştü. Bizi bekleyen nikah memurunun karşısında alkışlar eşliğinde yerimizi aldık. Nikah memuru her zamanki seremoniyi konuklara sunarken heyecanlı bir bekleyişin içindeydim.

Güney tüm konukların huzurunda “Sonsuza kadar evet!” diye bağırdı. Güzel sesi tüm mekanda yankılanmıştı. Öyle kalabalık öyle coşkulu bir grup vardı ki bu kadarını hayal dahi etmemiştim. Normal şartlar altında bir yerlerde karşılaşamayacağım insanları tam kadro karşımda görmek kendimi tuhaf hissetmeme sebep olmuştu. Güney’in sanat dünyasından bu kadar dostu olduğunu bilmiyordum. Gece hayatı olmayan biriydi ve çok fazla insanla arkadaşlık etmiyordu. Bunları ne ara biriktirmişti? Düşünceler beynimi tırmalarken nikah memuru o malum soruyu bana yöneltti. Tereddütsüz, “Evet!”dedim. Bakışlarım Harun Bey’i her bulduğunda ne büyük bir gururun eşiğinde olduğunu görmüştüm. Bizim bir arada olmamızı en çok o istiyordu ve amacına ulaşmıştı.

Bizden sonra nikah şahitleri de cevabını vermişti ve iş imza atmaya gelmişti. Önce Güney ardından ben imzalarımızı deftere işledik. Nikah memuru evlilik cüzdanını bana verdiğinde topluluktan “Bas, bas, bas!” Nidaları yükseldi. Bir an bile beklemeden Güney’in ayağına bastım. Küçük bir inleme dudaklarından firar etse de yüzündeki tebessüm halinden fazlasıyla memnun olduğunu ortaya koyuyordu. Memur, “Gelini öpebilirsiniz!” Dedi. Aldığım nefes kursağımda tıkanıp kalmıştı. Güney’in bakışları izin alır gibi gözlerimde dolaştı ve dudakları önce ellerimi ardından da ateş kütlesi gibi ısınan dudaklarımı buldu. Bugün heyecandan ölmezsem muhtemelen hiç ölmeyecektim. Neyse ki işi uzatmamış ve bu kadar insanın arasında beni daha fazla yormamıştı. Ben kalbimin bu kadarına dayanacağından bile şüpheliydim. Şimdi iş düğün dansını o kadar insanın içinde yapmaya gelmişti.

Ben çok iyi dans eden biri değildim ve neyse ki Güney bunun farkındaydı. Elimden tutup o güzel ışıkların arasında beni dansa kaldırdı. Kalbim deli gibi atıyordu. Her an bir şapşallık yapıp bu güzel anı bozmaktan korkuyordum. Hava kararmaya yüz tutmuş ortamın ambiyansı daha romantik ve coşkulu bir hâl almıştı. Işıklar her yerdeydi ve Güney’in güzel yüzü başta olmak üzere her bir detay beni daha büyük bir heyecana sürüklüyordu. Ilık ılık terlediğimi, bedenimin bir yandan da buz kütlesine döndüğünü hissediyordum. Yavaş tempoda birlikte tatlı bir dansın eşiğine düştük. Öyle mutlu öyle heyecanlı görünüyordu ki yaşadığımız tüm kötü şeyleri unutmamak imkansızdı. Beni defalarca kendi etrafımda döndürdüğünde dönmeden değil belki ama onun güzel yüzünden ve kokusundan kalbimde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım. Her an düşüp bayılabilir ve Güney’in kollarına yığılıp kalabilirdim.

“Başımı döndürüyorsun! Bunca güzel şeyi bu kadar kısa sürede nasıl hazırlayabildin anlayamıyorum!”

“Bana aşkınla çok daha fazlasını yaptıracağını biliyorum.” Beni baldırlarımdan kavrayıp çevik bir hamleyle havaya kaldırdığında dansın bu kadar hızlı bir o kadar da heyecan verici bir şekilde ilerlemesinin şokundan çıkamamıştım. Yeniden ayaklarım zemine kavuşurken kalbimde uçan tüm kelebekler aklımın bulanmasına sebep olmuştu. “Bu işlerden anlamadığımı biliyorsun ve bana bu kadar zor hareketler yaptırıyorsun!”

“Evet!” dedi hiç düşünmeden. “Çünkü senin her şeyin üstesinden gelebileceğini biliyorum.” Kıvanç kız arkadaşıyla müziğe hiç uygun olmayan bir tangonun gösterisini yapıyordu. Bizden çok ön plana çıktıklarını görüyordum ve neyse ki bu durumdan zerre kadar rahatsız değildim. Pist her geçen dakika çiftlerle dolup taşıyordu. Levent’in de etrafımızda olduğunu kısa bir süre sonra fark etmiştim. Tüm gözler üzerimizdeydi ve ben en yakınlarımı arıyordum. Melis kadehinden birkaç yudum içecek alıyor Levent ise iç çekerek onu izliyordu. Eskiye nazaran Melis’in de fark edilir bir güzelliği vardı. Çok daha bakımlı ve fit görünüyordu. Elbette bu Levent’in gözünden kaçmamıştı. Onu daha önceki halleriyle de sevdiğini biliyordum. Bunu daha ilk bakışta anlamıştım, fakat ilişkilerinin aşama katedebilmesi için bundan fazlası gerekiyordu.

Levent, sonunda cesaretini toplayıp onu dansa kaldırmak istedi. Melis ise bu konuda pek istekli görünmüyordu. Güney’le yakınımızdaki bu çifti takip etmekten kendimizi alamıyorduk. Levent’in davranış tarzından hoşlanmamıştım. O sarışın kadınla birlikteydi ve şimdi Melis’i unutamadığının farkına vararak bir şeyleri düzeltmeye çalışıyordu. İlişkisinin bitip bitmediğini ise bilmiyordum. Bir kıskançlık uğruna bir başkasının duygularını incitmesi beni rahatsız etmişti. Melis de bu durumun farkında olacak ki eskiye nazaran Levent’e çok daha mesafeli davranıyordu. Bir kadın olarak bir başka kadının üzüntüsünü duygularına rağmen tercih etmiyordu. Suçlu olan kişi Levent’ten başkası değildi. Levent aldığı cevaptan sonra bir kenarda oturup iç çekerek Melis’i izlemeye devam etmişti. Biz ise bize hazırlanan özel gelin damat koltuklarına yerleşmeden önce pasta kesme merasimine katılmıştık.

Güney ellerimi kavradı ve göstermelik, maket pastamızın üzerinde bir kılıcı andıran bıçağı dolaştırdık. Ben hep düğündeki o pastanın gerçek olduğunu sanırdım ve evet bir zamanlar gerçeği kullanılırdı. Şimdiyse hijyenik olmadığı için maket olanı tercih edilmişti.Coşkulu, bol eğlenceli halaylı bir düğünü kısa süre sonra geride bırakmıştık. Takım merasiminin ardından fotoğraf çekimi ve diğer tüm işler bizi buldu. Yorgunluktan canım çıkmıştı. Düğün sonrası bir de kokteyl çıkardıklarında neredeyse arkama bakmadan çığlık atarak kaçıp gidecektim. Güney koluma girip biten düğünün ardından arabaya kadar bana eşlik etti. Kalbimin sıkıştığını hissedebiliyordum. Korkularımla yüzleşememe ihtimalini kaldıramıyordum. Bizim için harika bir oda hazırlanmıştı. Güney otele gitme fikrini açsa da evine geçmemizin daha doğru olacağına kanaat getirmiştim. Yavaş yavaş önce bahçeye ardından da evin girişine geçmiştik. Kimsenin olmaması biraz daha rahat hissetmemizi sağlamıştı. Ayağımdaki topuklulardan kurtulup ayakkabıları elime aldım. Güney dudaklarını kıvırarak gülümsediğinde omuzlarımı silkip aynı şekilde karşılık verdim.

“Çok bile dayandım.” Sabırsızca hiç ummadığım bir anda beni kollarının arasına aldı. Küçük bir çığlık dudaklarımdan kaçıp evin ıssız odalarında dolaştı. “Hey!” Bir kahkaha… “Odamıza kollarımda girmen gerekiyor! Usül bu! Sonra nerde olacağına sen karar verirsin!” Yanaklarım kızardı. Kalbimin volkanı çoktan lav püskürmeye başlamıştı. Bu Güney ne zaman bu kadar arsızlaşmıştı? Dudaklarımı dişleyip yüzümü amber kokulu boynuna gömdüm. Artık nabzı benden gizli değildi. Onun vücudu da tüm ritmini şaşırmıştı. Bir eli bacağımı diğeri ise belimi kavramıştı. Gözlerime bakarak merdivenleri kollarında çıkmamı istemişti. Neyse ki stresten kilo vermiştim. Minik, şekerli bir kurabiye gibi yukarı çıkmam Güney için çok zor olmamıştı. Odanın kapısını kapattı. Adımları yaklaştıkça içimdeki bu dağı eritip tüketiyordu. Eli arkamdan karnımın üzerine sabitlendi. Göğsünü sırtımda hissettim. Kanım vücudumu bir ateşin sarmasını sağlıyordu. Boyu benden uzun olduğu için ancak hafifçe eğildiğinde soluğunu ensemde hissedebiliyordum. Yanağını yanağımla buluşturdu. Korkuyordum. Korkularımı yenmekten başka bir çarem olmadığını biliyordum. “Bir daha asla yollarımız ayrılmayacak! Birbirimizden vazgeçmeyeceğiz.” Başımı geriye bırakıp sıcak nefesinin ensemden gerdanıma akmasına izin verdim. Fısıltısı zihnimi altüst etti. “Seni seviyorum.”

 

 

Merhaba değerli dostlarım. Sonunda beklediğiniz bölüm geldi. Tanıtım filminde bu bölümü içeren güzel görüntüler vardı. İzleyenler bilirler. ☺️🌟 Devamı da oldukça heyecanlı olacak. Canla başla yazmaya devam ediyorum. Bir hafta sınav haftası olduğu için ara verebilirim. Yani gecikme olabilir. Sınavı yapma okuma işleme bayağı zaman alıyor. Neyse ki Meb bizim yerimize çoğu işi halletti 🤭🤭

ARTEMİSİN GÖZYAŞLARINI da pazara paylaşmaya çalışacağım. Bu bölüm çok heyecanlı olacak. Kimler okuyor bilemiyorum. Okuyan arkadaşlar en azından tarif ve emoji atarsa çok mutlu olurum. Bu beni gerçekten motive ediyor. 🌟☺️❤️

Önümüzdeki bölüm kaldığı yerden devam edecek. Sizce Güney ve Efsun geçmiş travmayı aşabilecek mi? Bu konuda fikir beyan ederseniz çok sevinirim. Yorumlar bayağı kesildi. Düşüncelerinizi öğrenmek çok keyifliydi.

Hikayemizin öne çıkmasında da bu durum gözardı edilmiyor. Ücretli olmadığımız için çok öne çıkamasak da güzel bir topluluk olduk. Hoşçakalın. ☺️🤭 Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız

İns: seyma_yldz_koc

 

Loading...
0%